03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...MÜT'ANIN HÜKÜMLERİ


MÜT'ANIN HÜKÜMLERİ


METİN
Müfevvida için müt'a vaciptir. Müfevvida; mehirsiz nikâhlanıp cimadan önce boşanan kadındır. Müt'a; bir entari, bir başörtüsü ve bir çarşaftan ibaret olup, kocası zenginse mehr-i mislinin yarısından fazla olmayacak, fakir ise beş dirhemden az olmayacaktır.
İZAH
«Müfevvida için müt'a vâciptir.» Müfevvida, işini velîsine ve kocasına mehirsiz olarak havale eden kadındır. Bu kelime, müfevveda şeklinde okunursa, velîsi tarafından işi kocasına mehirsiz olarak havale edilen kadın mânâsına gelir. Bilmelisin ki, müt'a icabeden talâk, mehr-i müsemma konulmayan nikâhta clmadan önce vuku bulandır. Sonradan mehr-i müsemması konulsun konulmasın veya konulan mehir fâsit olsun fark etmez. Nitekim Bedâyi'de beyan edilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Müt'a ancak mehr-i müsemması hiçbir vecihle sahih olmayan nikâhta vâcip olur. Mehr-i müsemma bir vecihten sahih olur da bir vecihten olmazsa, müt'a lâzım gelmez. Velev ki cima ile mehr-i misil vâcip olsun. Nitekim kadını bin dirhem mehir ve bir de onun kerameti şartıyla alır veya bin dirhem mehir, bir de hediye şartıyla evlenirse, cimadan önce boşadığı takdirde kadına bin dirhemin yarısı verilir, müt'a verilmez. Halbuki cima etmiş olsa bin dirhemden az olmamak şartıyla mehr-i misil verilirdi. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da böyle denilmiştir. Çünkü mehr-i müsemma her cihetten fâsit değildir. Kadın iyi çıktığı, kocası hediyeyi verdiği takdirde bin dirhemi vermek vâcip olur; mehr-i misil lâzım gelmez.» Bunun ta'lili hususunda Bedâyi'den nakletmiştik ki, cimadan önce vuku bulan talâkta mehr-i mislin bir tesiri yoktur.
«Cimadan» ve halvet-i sahihadan önce boşanan kadındır. Bahır. Yukarıda geçmişti ki, halvet-i sahiha cima hükmündedir. Talâktan murad;koca tarafından gelen ayrılık olup, mehrin sahibi sebebinde -sebebi talak olsun fesih olsun- ona ortak olmamıştır. Talâk, îtâ, liân, âlet kesikliği, kalkınamamazlık, dinden dönme, kocanın müslümanlıktan yüz çevirmesi, karısının kızını veya anasını şehvetle öpmesi gibi sebeplerle ayrılmak bu kabildendir. Ayrılık kadın tarafından gelirse, meselâ kadın dinden döner, müslümanlıktan yüz çevirir, kocasının oğlunu şehvetle öper, emzirir, bülûğa ermekle muhayyere olur, âzâd edilir veya dengine düşmezse, kendisine müt'a verilmez. Bu ne vâciptir ne de müstehap. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Mehr-i müsemma konmuşsa, onun yarısı da vâcip değildir. Erkek bizzat veya vekili vasıtasıyla nikâhlısını velîden satın alırsa, bu meseleden hariç olur. Çünkü mehre mâlik olan sebepte kocaya ortaktır. Sebep milktir. Onun için ne müt'a vâcip olur, ne de mehr-i müsemmanın yarısı. Cariyeyi sahibi bir adama satar da sonra kocası ondan satın alırsa iş değişir. Burada müt'a vâciptir. Nitekim Tebym'de beyan edilmiştir. Bahır.
«Müt'a, bir entari, bir başörtüsü ve bir çarşaftan ibarettir.» Fahru'l-İslâm diyor ki: «Bu, onlarınmemleketine mahsustur. Bizim memleketimizde ise bunlara bir izâr ile mükâ'ab ilâve edilir.» Dirâye'de böyle denilmiştir. Şüphesiz ki bu tefsire göre, çarşaf izârın yerini tutmaktadır. Meğer ki Mekke-i Mükerreme'de olduğu gibi değişik şeyler adet olsun. Bunların kıymetini verirse, kadın kabule mecbur edilir. Nitekim Bedâyi'de bildirilmiştir. Zikredilen üç elbise müt'anın en azıdır. Bunu Kemâl'den naklen Şurunbulâliyye sahibi söylemiştir. Bedâyi'de ise "Dışarı çıkarken kadının giyinerek örtündüğü elbise en az üçtür." denilmiştir.
Ben derim ki: Fahru'l-İslam'dan nakledilenle bunun gereği, her beldede kadının dışarı çıkarken giydiği elbiseyi itibara almaktır. Sonra gördüm ki hâşiye yazarlarından biri şöyle diyor: «Bercendî'de beyan edildiğine göre, ulema bunun onların memleketine mahsus olduğunu söylemişlerdir. Bizim memleketimize gelince: Bundan daha fazlası vâcip olmak gerekir. Çünkü bizim memleketimizde kadınlar üç elbiseden fazla giyerler. Binaenaleyh bu üçe bir izâr ile bir de mükâ'ab ziyade edilir.» Kâmûs'un beyanına göre mükâ'ab; nakışlı elbise demektir.
«Mehr-i mislinin yarısından fazla olmayacak ilh...» Fetih'te Asıl ile Mebsût'tan naklen şöyle denilmiştir: «Müt'a yarım mehirden fazla olamaz. Çünkü mehrin halefidir. Mehirle ikisi müsavi olurlarsa, müt'ayı vermek vâcip olur. Çünkü Kur'an-ı Kerîm ile farz kılınan odur. Yarı müt'adan daha az olursa, o zaman az olanı vermek vâciptir. Ancak beş dirhemden az olursa, beş dirhem tamamlanır.» Şarihin evvelâ "kocası zenginse", sonra "kocası fakirse" demesinin vechi bence zâhir değildir. Zâhir olan, bu işin müt'ada kocanın haline göre itibar alınmasıdır. Bu söz bundan sonrakine muhaliftir.
METİN
Müt'a nafakada olduğu gibi karı-kocanın hallerine göre itibara alınır. Fetva buna göredir. Müfevvidadan başkasına müt'a vermek müstehaptır. Bundan yalnız, mehri konup almadan önce boşanan kadın müstepnadır. Ona müt'a vermek müstehap değildir. Fakat evvelâ mehiri konup cima edilen kadına müt'a vermek müstehaptır. Şu halde boşanan kadınlar dört kısımdır.
İZAH
«Müt'a karı-kocanın hallerine göre itibara alınır.» Yani ikisi de zenginse, kadına pahalı elbise verilir. İkisi de fakir ise ucuz elbise; biri fakir biri zenginse orta elbise verilir. Musannıfın söylediği Hassâfın kavlidir. Fetih'te fıkha en yaraşanın bu olduğu bildirilmiştir. Kerhî, kadının halini itibara almış; Kudûrî bunu tercih etmiştir. İmam Serahsî ise erkeğin halini nazar-ı itibara almış; Hidâye sahibi bu kavli sahih bulmuştur.
Bahır sahibi diyor ki: «Tercitı muhteliftir. En güzeli Hassâf'ın sözüdür. Çünkü Valvalcî onu sahih bulmuş; "Fetva buna göredir." demiştir. Nitekim ulema nafakada bununla fetvavermişlerdir. Onların sözlerinden anlaşılan şudur ki; her iki şeyi nazar-ı itibara almak, yani müt'anın yarım mehirden fazla, beş dirhemden az olmaması bütün kavillerde muteberdir. Nitekim Asıl ile Mebsût'ta bu açıktır. Zahîre'de bildirildiğine göre, müt'a orta olacak; ne son derece iyi ne de son derece kötü olmayacaktır. Fetih sahibi buna itiraz etmiş, bunun üç kavilden birine uymadığını söylemiştir. Bahır sahibi ise ona cevap vererek, bunun bütün kavillere uyduğunu bildirmiştir. Şöyle ki: Müt'a kadının haline göre itibar edilir diyen kavle göre; kadın fakir ise orta ketenden, orta halli ise orta ipekten, zengin ise orta ibrişimden verilir. Erkeğin haline bakılır diyenlere göre, keza her ikisinin hali itibara alınır diyenlere göre de böyledir. İkisi de fakir iseler, kadına orta ketenden, ikisi de zengin iseler orta ibrişimden, biri zengin biri fakir ise orta ipekten müt'a verilir. Nehir'de beyan edildiğine göre, Zahîre'nin sözünü buna yorumlamak mümkündür. Fetih sahibinin buna itirazı, mutlak olması cihetindendir. Çünkü daima ipekten verileceğini ifade etmektedir.
«Müfevvidadan başkasına» demesi, müfevvidaya müt'a vâcip olduğundandır. Nitekim biliyorsun.
«Cimadan önce boşanan ilh...» Bu söz Kudûrî'nin bazı nüshalarındaki kavline göredir. Dürer sahibi de bunu benimsemiştir. Lakin Kenz ve Mültekâ'da buna da müt'a vermenin müstehap olduğu bildirilmiştir. Mebsût ile Muhit'te de böyle denilmektedir. Te'vitât ile Teysîr. Keşşâf ve Muhtelif sahiplerinin rivayeti de budur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Bunu Bedâyi sahibi dahi açıklamış; Mi'râc'da bu kavil Zâdü'l-Fukaha ile Câmi-i isbicâbî'ye nisbet edilmiştir. Bundan dolayıdır ki Mültekâ şarihi "Meşhur olan bu kavildir." demiştir. Hayreddin-i Remlî "Kudûrî'nin bazı nüshalarındaki kavil Mebsût ile Muhit'in ifadelerine karşı duramaz." demiştir.
Ben derim ki: Öyleyse zikredilen bu kitaplardakine nasıl karşı durur! Binaenaleyh musannıfın bu istisnayı yapmaması gerekirdi. Bahır sahibi diyor ki: «Evvelce arzettiğimize göre cimadan önce ayrılık kadın tarafından gelirse, ona da müt'a vermek müstehap değildir. Çünkü cinayet işlemiştir.»
«Fakat cima edilen kadına ilh...» Müt'a vermek müstehaptır. Bedâyi sahibi diyor ki: «Cimadan sonra koca tarafından gelen her ayrılıkta kadına müt'a vermek müstehaptır. Meğer ki koca dinden dönmüş veya müslümanlıktan yüz çevirmiş olsun! Çünkü müstehap olmak, fazilet istemektir. Kâfir fazilet ehli değildir.»
«Şu halde boşanan kadınlar dört kısımdır.» Yani ya cimadan önce boşanmıştır ya sonra. Ya mehri konmuştur yahut konmamıştır. Cimadan önce boşanan kadının mehri konulmamışsa ona müt'a vermek vâciptir. Mehr-i konmuşsa müt'a vermek vâcip değildir. Buradaki izaha göre müstehap dahi değildir. Cimadan sonra boşanan kadına, mehir konsun konmasınmüt'a vermek müstehaptır.
METİN
İki tarafın rızalarıyla yahut mehirden hâli olan akitten sonra hâkimin mehr-i misil koymasıyla sabit olan veya mehr-i müsemma üzerine ziyade edilen miktar kadının o mecliste kabulü veya küçük çocuğun velîsinin kabulü ve bunun miktarının bilinmesi, zâhire göre karı-kocalığın devamı şartıyla kocasına lâzım gelir. Nehir. Kafî'de şöyle denilmektedir: «Mehr-i bin dirhem fazlalaştırarak nikâhı yenilese, zâhire göre ikibin dirhem vermesi lâzım gelir.»
İZAH
«Yahut hâkimin mehr-i misil koymasıyla...» Bedâyı'de şöyle denilmiştir: «Kadını mehir vermemek şartıyla almışsa, bize göre bizzat akitle mehr-i misil vacip olur. Şu delil ile ki, bu kadın mehir koymasını kocasından istemiş olsa, mehir koyması vâcip olur. Hattâ koymazsa hâkim buna mecbur eder. Yine dediğini yapmazsa, onun yerine hâkim mehir koyar. İşte bu, mehir koymadan mehri misil vâcip olduğuna delildir.»
«Kadının o mecliste kabulü şartıyla» ifadesi gösterir ki, bu sahihtir. Velev ki şahitsiz veya mehri hîbe ettikten ve kocasını ibradan sonra olsun. O malın mehir cinsinden olup olmaması müsavidir. Bahır. Ödemenin koca veya velî tarafından yapılması da müsavidir. Ulemanın açıkladıklarına göre, baba veya dede oğlunu evlendirir de sonra mehri arttırırsa sahih olur. Nehir. Enfeu'l-Vesâil'de şöyle denilmektedir: «Burada ziyade sözü şart değildir. Hattâ kadının sözüyle ve erkeğin sonra şu kadarla müracaat ettim sözüyle dahi -kadın kabul ederse- sahih olur. Velev ki mehrini arttırdım dememiş olsun. Nikâhı yenilemekle dahi sahih olur. Velev ki ziyade sözü bulunmasın. Yalnız burada hilaf vardır. Keza kansına onun evvelce hîbe ettiği bir mehri ikrar ederse, kadın ikrar meclisinde kabul etmek şartıyla bu sahihtir. Velev ki ziyade sözü söylenmemiş olsun.»
«Miktannın bilinmesi...» Yani ziyadenin ne kadar olduğunun bilinmesi şartıyla demektir. "Senin mehrini arttırdım." der de, ne kadar olduğunu belirtmezse, bilinmediği için bu ziyade sahih değildir. Nitekim Vâkiât'da beyan edilmiştir. Bahır.
«Karı-kocalığın devamı şartıyla ilh...» Bahır'ın ibaresi şöyledir: «Kadın öldükten sonra mirasçıların kabulü şartıyla ziyade Ebû Hanife'ye göre sahihtir. İmameyn buna muhaliftir. Nitekim Tebyin'de beyan edilmiştir: Enfeu'l-Vesâil sahibi bu sözü Kudûrî'ys nisbeî etmiş sonra şunları söylemiştir: «Bâin talâktan sonra ve ric'î talâkda iddet bittikten sonra yapılan ziyadeden bahsetmemiştir. Zâhire bakılırsa, İmam-ı Azam'a göre bu evIeviyetle caiz olur. Çünkü ölümle nikâh bitmiştir. Temlike mahâl kalmamıştır. Talâktan sonra ise mahâl vardır. Kadın için İmam-ı Âzam'a göre ölümde bu hük sabittir, öyleyse talâkta evleviyetle sabit olur. Gerçi Bahr-ı Muhit'te Bişr'in rivayetiyle Ebû Yusuf'tan ayrılıktan sonra yapılan ziyadenin bâtıl olduğu nakledilmiş ise de, bu söz yalnız Ebû Yusuf'un kavlidir diye yorumlanır. Çünkü ölümden sonra yapılan ziyade hakkında Ebû Hanife'nin kavline muhaliftir. Demek ki imam Ebû Yusuf kendi kaidesine göre hareket etmiş. ayrıldıktan sonra yapılan ziyade hakkında İmam-ı Âzam'dan bir şey nakletmemiştir. Binaenaleyh bu bâbtaki Cevap, ölümden sonraki ziyade hakkında kendisinden nakledilen söze yorumlanır.» Bahır sahibi de ona uymuştur.
Nehir sahibi ise şöyle demektedir: «Zâhire bakılırsa, ölümden ve ayrılıktan sonra caiz değildir. Muhit sahibinin nikâh devam ediyorsa diye kayıtlaması bunu göstermektedir. Zira ulemanın naklettiklerine göre zâhir rivayet, satılan mal helâk olduktan sonra yapılan ziyadenin sahih olmamasıdır. Nevâdir'in rivayetine göre sahih olur. Bundan dolayı Mi'râc ve diğer kitaplarda karı-kocalığın devamı şart olduğuna kesin olarak hükmedilmiştir. Hattâ mehri kadın öldükten sonra arttırılırsa sahih olmaz. Akdin aslına iltihak istinat suretiyle caiz olursa da, evvelâ halen sabit olması mutlaka lâzımdır. Sonra istinat eder. Sübutu ise imkânsızdır. Çünkü mahâl yoktur. Mahâl olmayınca istinat da imkânsızdır. Kudûrî'nin söylediği Nevâdir'in rivayetine uyar.»
Tahtâvî diyor ki: «Zâhir olan şudur: Muhit ve Mi'râc'daki ifadeler, İmameyn'in kavline göre söylenmiştir. Binaenaleyh Tebyin'dekine aykırı değildir. Zâhir rivayetin satılan mal helâk olduktan sonra yapılan ziyadenin sahih olmadığını göstermesi, burada zâhir rivayet olmasını gerektirmez. Çünkü iki faslın arasında Müctehid'e göre fark vardır. Çünkü nikâhta karı-koca arasındaki farkın unutulmaması Allah'ın emridir. Bu ziyade ise farka riayetten ileri gelir. Bunu talâkta müt'anın meşru olması, satış-ta meşru olmaması teyid eder.»
«Kocasına lâzım gelir.» Yani cima etmişse veya ölürse ziyadeyi vermek kocasına lâzım gelir.
«Kâfî'de şöyle denilmektedir ilh...» Kâfî'nin ibaresinin hülâsası şudur:
«Kadını gizlice bin dirheme; sonra âşikâr olarak ikibine alırsa. Asıl adlı kitapta yazılanın zâhiri, İmam-ı Âzam'a göre ikibin vermesi lâzım geldiğini göstermektedir. Bu, mehri arttırmak olur. Ebû Yusuf'a göre ise mahir ilk konulandır. Çünkü ikinci akit hükümsüzdür. Onunla sabit olan da hükümsüzdür. İmam-ı Âzam'a göre ise ikinci akit hükümsüz olsa da. onda belirtilen ziyade hükümsüz değildir. Nasıl ki bir adam yaşça kendinden büyük olan kölesine "bu benim oğlumdur" dese; imameyn'e göre bu söz hükümsüz kaldığı için köle âzâd olmaz. İmam'ı Âzam'a göre nesep hakkında hükümsüz kalsa da, azâd olma hususunda muteberdir. Mebsût'ta böyle denilmiştir.» Fetih'te beyan edildiğine göre bu hüküm, ikincinin şaka olduğuna şahitler şehadet etmediğine göredir. Aksi takdirde birincinin muteber olduğunda hilâf yoktur. Şaka yaptığını iddia etse, beyyinesiz kabul edilmez. Bundan sonra Fetih sahibi bazılarının yalnız ikinci akitte söylenenin itibara aldıklarını. bunu maksada göre yaptıklarını, çünkü maksat birinciyi ikinciye değiştirmek olduğunu, bazılarının ise her iki mehir vâciptir dediklerini. çünkü birincinin reddedilemeyecek şekilde sabit olduğunu, ikincinin ise bunun üzerine ziyade olduğunu, binaenaleyh tam olarak vermesi icabeder dediklerini beyan etmiş: daha sonra Kadıhân'ın ikinci akitle mehirde ziyadeyi kasdetmedikçe bir şey vâcip olmaz diye fetva verdiğini söylemiş, sonra bu sözle cumhurun mutlak olan lâzımdır kavillerinin arasını bularak Kâdıhân'ın sözünü Allah indinde, nefsel emirde ziyadeyi kasdetmezse lâzım gelmez. Velev ki hâkimin hükmüne göre lâzım gelsin. Çünkü hâkim o kimseyi sözünün zâhirine göre muahaze eder. Meğer ki şaka olduğuna şahit getirsin... şeklinde yorumlamış ve bu hususta hayli söz etmiştir. Ona müracaat edebilirsin.
Ben derim ki: Şimdi nikâhı ilk mehirle yenilemesi kalır. Yukarıda geçen "Birinci ikinciye değiştirmek muteberdir." kavline göre burada ikinci ile bir şey vâcip olmaz. Çünkü burada ziyade yoktur. İkinci kavle göre iki mehir vâcip olur.
T E M B İ H : Kınye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse ihramsız birine mehirle nikâh tazelese, ziyade için tazelediği takdirde lâzım gelir. İhtiyat için tazelemişse lâzım gelmez.» Yani nikâhı ihtiyat için tazelerse, ziyade hilafsız lâzım gelmez. Nitekim Bezzâziye'de beyan edilmiştir. Ama bunu karısı kendisini tasdik ettiği zamana yahut da şahit getirdiğine yorumlamak gerekir. Aksi takdirde ihtiyat kasdettiğini söylemesi tasdik olunmaz. Nitekim Cumhur'dan naklen yukarıda geçti. Yahut Allah Teâlâ'nın katında olana yorumlanır. Gizli ve âşikâr mehir meselesi hakkındaki sözün tamamı bu bâbın sonunda gelecektir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...