MÜT'ANIN
HÜKÜMLERİ
METİN
Müfevvida için
müt'a vaciptir. Müfevvida; mehirsiz nikâhlanıp cimadan önce boşanan kadındır.
Müt'a; bir entari, bir başörtüsü ve bir çarşaftan ibaret olup, kocası zenginse
mehr-i mislinin yarısından fazla olmayacak, fakir ise beş dirhemden az
olmayacaktır.
İZAH
«Müfevvida için
müt'a vâciptir.» Müfevvida, işini velîsine ve kocasına mehirsiz olarak havale
eden kadındır. Bu kelime, müfevveda şeklinde okunursa, velîsi tarafından işi
kocasına mehirsiz olarak havale edilen kadın mânâsına gelir. Bilmelisin ki,
müt'a icabeden talâk, mehr-i müsemma konulmayan nikâhta clmadan önce vuku
bulandır. Sonradan mehr-i müsemması konulsun konulmasın veya konulan mehir fâsit
olsun fark etmez. Nitekim Bedâyi'de beyan edilmiştir. Bahır sahibi diyor ki:
«Müt'a ancak mehr-i müsemması hiçbir vecihle sahih olmayan nikâhta vâcip olur.
Mehr-i müsemma bir vecihten sahih olur da bir vecihten olmazsa, müt'a lâzım
gelmez. Velev ki cima ile mehr-i misil vâcip olsun. Nitekim kadını bin dirhem
mehir ve bir de onun kerameti şartıyla alır veya bin dirhem mehir, bir de hediye
şartıyla evlenirse, cimadan önce boşadığı takdirde kadına bin dirhemin yarısı
verilir, müt'a verilmez. Halbuki cima etmiş olsa bin dirhemden az olmamak
şartıyla mehr-i misil verilirdi. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da böyle denilmiştir.
Çünkü mehr-i müsemma her cihetten fâsit değildir. Kadın iyi çıktığı, kocası
hediyeyi verdiği takdirde bin dirhemi vermek vâcip olur; mehr-i misil lâzım
gelmez.» Bunun ta'lili hususunda Bedâyi'den nakletmiştik ki, cimadan önce vuku
bulan talâkta mehr-i mislin bir tesiri yoktur.
«Cimadan» ve
halvet-i sahihadan önce boşanan kadındır. Bahır. Yukarıda geçmişti ki, halvet-i
sahiha cima hükmündedir. Talâktan murad;koca tarafından gelen ayrılık olup,
mehrin sahibi sebebinde -sebebi talak olsun fesih olsun- ona ortak olmamıştır.
Talâk, îtâ, liân, âlet kesikliği, kalkınamamazlık, dinden dönme, kocanın
müslümanlıktan yüz çevirmesi, karısının kızını veya anasını şehvetle öpmesi gibi
sebeplerle ayrılmak bu kabildendir. Ayrılık kadın tarafından gelirse, meselâ
kadın dinden döner, müslümanlıktan yüz çevirir, kocasının oğlunu şehvetle öper,
emzirir, bülûğa ermekle muhayyere olur, âzâd edilir veya dengine düşmezse,
kendisine müt'a verilmez. Bu ne vâciptir ne de müstehap. Nitekim Fetih'te beyan
edilmiştir. Mehr-i müsemma konmuşsa, onun yarısı da vâcip değildir. Erkek bizzat
veya vekili vasıtasıyla nikâhlısını velîden satın alırsa, bu meseleden hariç
olur. Çünkü mehre mâlik olan sebepte kocaya ortaktır. Sebep milktir. Onun için
ne müt'a vâcip olur, ne de mehr-i müsemmanın yarısı. Cariyeyi sahibi bir adama
satar da sonra kocası ondan satın alırsa iş değişir. Burada müt'a vâciptir.
Nitekim Tebym'de beyan edilmiştir. Bahır.
«Müt'a, bir entari,
bir başörtüsü ve bir çarşaftan ibarettir.» Fahru'l-İslâm diyor ki: «Bu,
onlarınmemleketine mahsustur. Bizim memleketimizde ise bunlara bir izâr ile
mükâ'ab ilâve edilir.» Dirâye'de böyle denilmiştir. Şüphesiz ki bu tefsire göre,
çarşaf izârın yerini tutmaktadır. Meğer ki Mekke-i Mükerreme'de olduğu gibi
değişik şeyler adet olsun. Bunların kıymetini verirse, kadın kabule mecbur
edilir. Nitekim Bedâyi'de bildirilmiştir. Zikredilen üç elbise müt'anın en
azıdır. Bunu Kemâl'den naklen Şurunbulâliyye sahibi söylemiştir. Bedâyi'de ise
"Dışarı çıkarken kadının giyinerek örtündüğü elbise en az üçtür." denilmiştir.
Ben derim ki:
Fahru'l-İslam'dan nakledilenle bunun gereği, her beldede kadının dışarı çıkarken
giydiği elbiseyi itibara almaktır. Sonra gördüm ki hâşiye yazarlarından biri
şöyle diyor: «Bercendî'de beyan edildiğine göre, ulema bunun onların memleketine
mahsus olduğunu söylemişlerdir. Bizim memleketimize gelince: Bundan daha fazlası
vâcip olmak gerekir. Çünkü bizim memleketimizde kadınlar üç elbiseden fazla
giyerler. Binaenaleyh bu üçe bir izâr ile bir de mükâ'ab ziyade edilir.»
Kâmûs'un beyanına göre mükâ'ab; nakışlı elbise demektir.
«Mehr-i mislinin
yarısından fazla olmayacak ilh...» Fetih'te Asıl ile Mebsût'tan naklen şöyle
denilmiştir: «Müt'a yarım mehirden fazla olamaz. Çünkü mehrin halefidir. Mehirle
ikisi müsavi olurlarsa, müt'ayı vermek vâcip olur. Çünkü Kur'an-ı Kerîm ile farz
kılınan odur. Yarı müt'adan daha az olursa, o zaman az olanı vermek vâciptir.
Ancak beş dirhemden az olursa, beş dirhem tamamlanır.» Şarihin evvelâ "kocası
zenginse", sonra "kocası fakirse" demesinin vechi bence zâhir değildir. Zâhir
olan, bu işin müt'ada kocanın haline göre itibar alınmasıdır. Bu söz bundan
sonrakine muhaliftir.
METİN
Müt'a nafakada
olduğu gibi karı-kocanın hallerine göre itibara alınır. Fetva buna göredir.
Müfevvidadan başkasına müt'a vermek müstehaptır. Bundan yalnız, mehri konup
almadan önce boşanan kadın müstepnadır. Ona müt'a vermek müstehap değildir.
Fakat evvelâ mehiri konup cima edilen kadına müt'a vermek müstehaptır. Şu halde
boşanan kadınlar dört kısımdır.
İZAH
«Müt'a karı-kocanın
hallerine göre itibara alınır.» Yani ikisi de zenginse, kadına pahalı elbise
verilir. İkisi de fakir ise ucuz elbise; biri fakir biri zenginse orta elbise
verilir. Musannıfın söylediği Hassâfın kavlidir. Fetih'te fıkha en yaraşanın bu
olduğu bildirilmiştir. Kerhî, kadının halini itibara almış; Kudûrî bunu tercih
etmiştir. İmam Serahsî ise erkeğin halini nazar-ı itibara almış; Hidâye sahibi
bu kavli sahih bulmuştur.
Bahır sahibi diyor
ki: «Tercitı muhteliftir. En güzeli Hassâf'ın sözüdür. Çünkü Valvalcî onu sahih
bulmuş; "Fetva buna göredir." demiştir. Nitekim ulema nafakada bununla
fetvavermişlerdir. Onların sözlerinden anlaşılan şudur ki; her iki şeyi nazar-ı
itibara almak, yani müt'anın yarım mehirden fazla, beş dirhemden az olmaması
bütün kavillerde muteberdir. Nitekim Asıl ile Mebsût'ta bu açıktır. Zahîre'de
bildirildiğine göre, müt'a orta olacak; ne son derece iyi ne de son derece kötü
olmayacaktır. Fetih sahibi buna itiraz etmiş, bunun üç kavilden birine
uymadığını söylemiştir. Bahır sahibi ise ona cevap vererek, bunun bütün
kavillere uyduğunu bildirmiştir. Şöyle ki: Müt'a kadının haline göre itibar
edilir diyen kavle göre; kadın fakir ise orta ketenden, orta halli ise orta
ipekten, zengin ise orta ibrişimden verilir. Erkeğin haline bakılır diyenlere
göre, keza her ikisinin hali itibara alınır diyenlere göre de böyledir. İkisi de
fakir iseler, kadına orta ketenden, ikisi de zengin iseler orta ibrişimden, biri
zengin biri fakir ise orta ipekten müt'a verilir. Nehir'de beyan edildiğine
göre, Zahîre'nin sözünü buna yorumlamak mümkündür. Fetih sahibinin buna itirazı,
mutlak olması cihetindendir. Çünkü daima ipekten verileceğini ifade etmektedir.
«Müfevvidadan
başkasına» demesi, müfevvidaya müt'a vâcip olduğundandır. Nitekim biliyorsun.
«Cimadan önce
boşanan ilh...» Bu söz Kudûrî'nin bazı nüshalarındaki kavline göredir. Dürer
sahibi de bunu benimsemiştir. Lakin Kenz ve Mültekâ'da buna da müt'a vermenin
müstehap olduğu bildirilmiştir. Mebsût ile Muhit'te de böyle denilmektedir.
Te'vitât ile Teysîr. Keşşâf ve Muhtelif sahiplerinin rivayeti de budur. Nitekim
Bahır'da beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Bunu
Bedâyi sahibi dahi açıklamış; Mi'râc'da bu kavil Zâdü'l-Fukaha ile Câmi-i
isbicâbî'ye nisbet edilmiştir. Bundan dolayıdır ki Mültekâ şarihi "Meşhur olan
bu kavildir." demiştir. Hayreddin-i Remlî "Kudûrî'nin bazı nüshalarındaki kavil
Mebsût ile Muhit'in ifadelerine karşı duramaz." demiştir.
Ben derim ki:
Öyleyse zikredilen bu kitaplardakine nasıl karşı durur! Binaenaleyh musannıfın
bu istisnayı yapmaması gerekirdi. Bahır sahibi diyor ki: «Evvelce arzettiğimize
göre cimadan önce ayrılık kadın tarafından gelirse, ona da müt'a vermek müstehap
değildir. Çünkü cinayet işlemiştir.»
«Fakat cima edilen
kadına ilh...» Müt'a vermek müstehaptır. Bedâyi sahibi diyor ki: «Cimadan sonra
koca tarafından gelen her ayrılıkta kadına müt'a vermek müstehaptır. Meğer ki
koca dinden dönmüş veya müslümanlıktan yüz çevirmiş olsun! Çünkü müstehap olmak,
fazilet istemektir. Kâfir fazilet ehli değildir.»
«Şu halde boşanan
kadınlar dört kısımdır.» Yani ya cimadan önce boşanmıştır ya sonra. Ya mehri
konmuştur yahut konmamıştır. Cimadan önce boşanan kadının mehri konulmamışsa ona
müt'a vermek vâciptir. Mehr-i konmuşsa müt'a vermek vâcip değildir. Buradaki
izaha göre müstehap dahi değildir. Cimadan sonra boşanan kadına, mehir konsun
konmasınmüt'a vermek müstehaptır.
METİN
İki tarafın
rızalarıyla yahut mehirden hâli olan akitten sonra hâkimin mehr-i misil
koymasıyla sabit olan veya mehr-i müsemma üzerine ziyade edilen miktar kadının o
mecliste kabulü veya küçük çocuğun velîsinin kabulü ve bunun miktarının
bilinmesi, zâhire göre karı-kocalığın devamı şartıyla kocasına lâzım gelir.
Nehir. Kafî'de şöyle denilmektedir: «Mehr-i bin dirhem fazlalaştırarak nikâhı
yenilese, zâhire göre ikibin dirhem vermesi lâzım gelir.»
İZAH
«Yahut hâkimin
mehr-i misil koymasıyla...» Bedâyı'de şöyle denilmiştir: «Kadını mehir vermemek
şartıyla almışsa, bize göre bizzat akitle mehr-i misil vacip olur. Şu delil ile
ki, bu kadın mehir koymasını kocasından istemiş olsa, mehir koyması vâcip olur.
Hattâ koymazsa hâkim buna mecbur eder. Yine dediğini yapmazsa, onun yerine hâkim
mehir koyar. İşte bu, mehir koymadan mehri misil vâcip olduğuna delildir.»
«Kadının o mecliste
kabulü şartıyla» ifadesi gösterir ki, bu sahihtir. Velev ki şahitsiz veya mehri
hîbe ettikten ve kocasını ibradan sonra olsun. O malın mehir cinsinden olup
olmaması müsavidir. Bahır. Ödemenin koca veya velî tarafından yapılması da
müsavidir. Ulemanın açıkladıklarına göre, baba veya dede oğlunu evlendirir de
sonra mehri arttırırsa sahih olur. Nehir. Enfeu'l-Vesâil'de şöyle denilmektedir:
«Burada ziyade sözü şart değildir. Hattâ kadının sözüyle ve erkeğin sonra şu
kadarla müracaat ettim sözüyle dahi -kadın kabul ederse- sahih olur. Velev ki
mehrini arttırdım dememiş olsun. Nikâhı yenilemekle dahi sahih olur. Velev ki
ziyade sözü bulunmasın. Yalnız burada hilaf vardır. Keza kansına onun evvelce
hîbe ettiği bir mehri ikrar ederse, kadın ikrar meclisinde kabul etmek şartıyla
bu sahihtir. Velev ki ziyade sözü söylenmemiş olsun.»
«Miktannın
bilinmesi...» Yani ziyadenin ne kadar olduğunun bilinmesi şartıyla demektir.
"Senin mehrini arttırdım." der de, ne kadar olduğunu belirtmezse, bilinmediği
için bu ziyade sahih değildir. Nitekim Vâkiât'da beyan edilmiştir. Bahır.
«Karı-kocalığın
devamı şartıyla ilh...» Bahır'ın ibaresi şöyledir: «Kadın öldükten sonra
mirasçıların kabulü şartıyla ziyade Ebû Hanife'ye göre sahihtir. İmameyn buna
muhaliftir. Nitekim Tebyin'de beyan edilmiştir: Enfeu'l-Vesâil sahibi bu sözü
Kudûrî'ys nisbeî etmiş sonra şunları söylemiştir: «Bâin talâktan sonra ve ric'î
talâkda iddet bittikten sonra yapılan ziyadeden bahsetmemiştir. Zâhire
bakılırsa, İmam-ı Azam'a göre bu evIeviyetle caiz olur. Çünkü ölümle nikâh
bitmiştir. Temlike mahâl kalmamıştır. Talâktan sonra ise mahâl vardır. Kadın
için İmam-ı Âzam'a göre ölümde bu hük sabittir, öyleyse talâkta evleviyetle
sabit olur. Gerçi Bahr-ı Muhit'te Bişr'in rivayetiyle Ebû Yusuf'tan ayrılıktan
sonra yapılan ziyadenin bâtıl olduğu nakledilmiş ise de, bu söz yalnız Ebû
Yusuf'un kavlidir diye yorumlanır. Çünkü ölümden sonra yapılan ziyade hakkında
Ebû Hanife'nin kavline muhaliftir. Demek ki imam Ebû Yusuf kendi kaidesine göre
hareket etmiş. ayrıldıktan sonra yapılan ziyade hakkında İmam-ı Âzam'dan bir şey
nakletmemiştir. Binaenaleyh bu bâbtaki Cevap, ölümden sonraki ziyade hakkında
kendisinden nakledilen söze yorumlanır.» Bahır sahibi de ona uymuştur.
Nehir sahibi ise
şöyle demektedir: «Zâhire bakılırsa, ölümden ve ayrılıktan sonra caiz değildir.
Muhit sahibinin nikâh devam ediyorsa diye kayıtlaması bunu göstermektedir. Zira
ulemanın naklettiklerine göre zâhir rivayet, satılan mal helâk olduktan sonra
yapılan ziyadenin sahih olmamasıdır. Nevâdir'in rivayetine göre sahih olur.
Bundan dolayı Mi'râc ve diğer kitaplarda karı-kocalığın devamı şart olduğuna
kesin olarak hükmedilmiştir. Hattâ mehri kadın öldükten sonra arttırılırsa sahih
olmaz. Akdin aslına iltihak istinat suretiyle caiz olursa da, evvelâ halen sabit
olması mutlaka lâzımdır. Sonra istinat eder. Sübutu ise imkânsızdır. Çünkü mahâl
yoktur. Mahâl olmayınca istinat da imkânsızdır. Kudûrî'nin söylediği Nevâdir'in
rivayetine uyar.»
Tahtâvî diyor ki:
«Zâhir olan şudur: Muhit ve Mi'râc'daki ifadeler, İmameyn'in kavline göre
söylenmiştir. Binaenaleyh Tebyin'dekine aykırı değildir. Zâhir rivayetin satılan
mal helâk olduktan sonra yapılan ziyadenin sahih olmadığını göstermesi, burada
zâhir rivayet olmasını gerektirmez. Çünkü iki faslın arasında Müctehid'e göre
fark vardır. Çünkü nikâhta karı-koca arasındaki farkın unutulmaması Allah'ın
emridir. Bu ziyade ise farka riayetten ileri gelir. Bunu talâkta müt'anın meşru
olması, satış-ta meşru olmaması teyid eder.»
«Kocasına lâzım
gelir.» Yani cima etmişse veya ölürse ziyadeyi vermek kocasına lâzım gelir.
«Kâfî'de şöyle
denilmektedir ilh...» Kâfî'nin ibaresinin hülâsası şudur:
«Kadını gizlice bin
dirheme; sonra âşikâr olarak ikibine alırsa. Asıl adlı kitapta yazılanın zâhiri,
İmam-ı Âzam'a göre ikibin vermesi lâzım geldiğini göstermektedir. Bu, mehri
arttırmak olur. Ebû Yusuf'a göre ise mahir ilk konulandır. Çünkü ikinci akit
hükümsüzdür. Onunla sabit olan da hükümsüzdür. İmam-ı Âzam'a göre ise ikinci
akit hükümsüz olsa da. onda belirtilen ziyade hükümsüz değildir. Nasıl ki bir
adam yaşça kendinden büyük olan kölesine "bu benim oğlumdur" dese; imameyn'e
göre bu söz hükümsüz kaldığı için köle âzâd olmaz. İmam'ı Âzam'a göre nesep
hakkında hükümsüz kalsa da, azâd olma hususunda muteberdir. Mebsût'ta böyle
denilmiştir.» Fetih'te beyan edildiğine göre bu hüküm, ikincinin şaka olduğuna
şahitler şehadet etmediğine göredir. Aksi takdirde birincinin muteber olduğunda
hilâf yoktur. Şaka yaptığını iddia etse, beyyinesiz kabul edilmez. Bundan sonra
Fetih sahibi bazılarının yalnız ikinci akitte söylenenin itibara aldıklarını.
bunu maksada göre yaptıklarını, çünkü maksat birinciyi ikinciye değiştirmek
olduğunu, bazılarının ise her iki mehir vâciptir dediklerini. çünkü birincinin
reddedilemeyecek şekilde sabit olduğunu, ikincinin ise bunun üzerine ziyade
olduğunu, binaenaleyh tam olarak vermesi icabeder dediklerini beyan etmiş: daha
sonra Kadıhân'ın ikinci akitle mehirde ziyadeyi kasdetmedikçe bir şey vâcip
olmaz diye fetva verdiğini söylemiş, sonra bu sözle cumhurun mutlak olan
lâzımdır kavillerinin arasını bularak Kâdıhân'ın sözünü Allah indinde, nefsel
emirde ziyadeyi kasdetmezse lâzım gelmez. Velev ki hâkimin hükmüne göre lâzım
gelsin. Çünkü hâkim o kimseyi sözünün zâhirine göre muahaze eder. Meğer ki şaka
olduğuna şahit getirsin... şeklinde yorumlamış ve bu hususta hayli söz etmiştir.
Ona müracaat edebilirsin.
Ben derim ki: Şimdi
nikâhı ilk mehirle yenilemesi kalır. Yukarıda geçen "Birinci ikinciye
değiştirmek muteberdir." kavline göre burada ikinci ile bir şey vâcip olmaz.
Çünkü burada ziyade yoktur. İkinci kavle göre iki mehir vâcip olur.
T E M B İ H :
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse ihramsız birine mehirle nikâh tazelese,
ziyade için tazelediği takdirde lâzım gelir. İhtiyat için tazelemişse lâzım
gelmez.» Yani nikâhı ihtiyat için tazelerse, ziyade hilafsız lâzım gelmez.
Nitekim Bezzâziye'de beyan edilmiştir. Ama bunu karısı kendisini tasdik ettiği
zamana yahut da şahit getirdiğine yorumlamak gerekir. Aksi takdirde ihtiyat
kasdettiğini söylemesi tasdik olunmaz. Nitekim Cumhur'dan naklen yukarıda geçti.
Yahut Allah Teâlâ'nın katında olana yorumlanır. Gizli ve âşikâr mehir meselesi
hakkındaki sözün tamamı bu bâbın sonunda gelecektir.