03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..MEKKE'YE GİRİŞ


Mekke'ye Giriş


METİN
Sünnet olmaktan, kan aldırmaktan, hacamet etmekten, diş çıkartmaktan, kırık bağlamaktan, başını ve bedenini kaşımaktan sakınmaz. Lâkin saçının dökülmesinden veya bitten korkarsa yavaşçacık kaşır. Zira bir kıl veya bit düşerse, az bir sadaka verir. Üç olursa bir avuç zahîre verir. Gurar'ül-Ezkâr. İhramlının namaz kıldığında, çok telbiye getirmesi menduptur. Velev ki nâfile kılmış olsun. Yükseğe çıktığı, vâdiye indiği veya bir kâfileye rastladığı; yahut yaya gidenlerle karşılaştığı vakit dahi çok telbiye getirmesi menduptur. Hacılar birbirlerine rastladıklarında ve seher vaktine erdiklerinde dahi hüküm budur. Çünkü ihramda telbiye, namazda tekbir gibidir. Telbiyede avam takımının yaptığı gibi, Kendini yormamak şartıyla sesini kaldırmak sünnettir. Mekke'ye girdiği vakit eşyasını yerleştirdikten sonra gündüzün Selâm Kapısı'ndan girerek işe, Mescid-i Haram'dan telbiye ile, tevazu ve huşu ile yerin büyüklüğünü düşünerek başlamak mendup olur. Mekke'ye girmek için yıkanmak sünnettir. Onun için hayızlı ve nifaslının da yıkanması makbuldür.
İZAH
«Kan aldırmaktan sakınmaz.» Velev ki eli bağlamak icabetsin. Zira arzetmiştik ki, yüzle baştan maada bedenin bir yerini bağlamak, ancak özür yoksa mekruh olur.
«Hacamet»ki aletle kan almak demektir. Saçı gidermemek suretiyle yapılırsa sakıncası yoktur. Lübab. Aksi takdirde ceza kurbanı gerektirir. Nitekim gelecektir.
"Az bir sadaka"dan murad; bir hurma tanesi ve bir parça ekmek gibi şeylerdir.
«Üç olursa» Yani ûç kıl veya üç bitte bir avuç zahîre tasadduk eder. Daha çok olursa, hükmü cinayetler bâbında görülecektir.
"Velev ki nâfile kılmış olsun." Bedâyi'de böyle denilmiştir. Tahâvi ise bunu nâfilelerle kaza namazlarına değil, sadece farz namazlara tahsis etmiş ve teşrik günlerinde tekbir getirmeye benzetmiştir. Ama umumi tutmak evlâdır. Fetih. Sahih, mutemet ve zâhir rivayete muvafık olan da budur. Lübab Şerhi.
«Kâfileye rastladığı vakit» ifadesindeki ' kâfile 'den murad, seferde deve sahipleridir ki, on kişiden aşağı olanlara bu isim verilmez.'Nehir.
«Seher vaktine ermek»ten murad; gecenin son altıda biridir.
«Namazda tekbir gibidir.» Namazda nasıl bir halden bir hale geçilirken tekbir alınırsa, telbiye de öyledir. H. Onun için Lübab'da şöyle denilmiştir: «Telbiyeyi ayakta, otururken, hayvan üzerinde ve yerde iken, dururken, yürürken, temizken, cünüpken hayızlı iken ve haller, zamanlar değiştikçe, geceye gündüze girdikçe, her vasıtaya binip indikçe, uykudan uyandıkça, hayvanını saptırdıkça çok yapmak müstehaptır» Yine Lübab sahibi, «Telbiyeyi her defasında arka arkaya üç defa söylemek ve insan sözüyle kesmemek müstehaptır. Telbiye getirirken selâm almak caizdir; ama başkasının telbiye getirene selâm vermesi mekruhtur. Hacılar cemaat halinde iseler, telbiye getirirken biri diğerinin izinden gitmez. Bilâkis herkes bizzat kendisi telbiye getirir. Mekke, Mina ve Arafat mescidinde telbiye getirilir, tavafta ve umre için sa'y yapılırken getirilmez.» denilmiştir.
«Sesini kaldırmak sünnettir.» Ancak şehir içinde olursa; yahut telbiyeyi kadın yaparsa, sesini yükseltmez. Lübab. Lübab şârihi şunu da ziyade etmiştir: «Yahut mescitte olursa, namaz kılanlarla tavaf edenleri şaşırtmamak için sesini kaldırmaz.» Sesini kaldırmak sünnet olduğu içindir ki, kaldırmayan kötülük işlemiş olur. Ama kendisine bir şey lâzım gelmez.. Fetih. Bazılarına göre sesini kaldırmak müstehaptır. Fakat mutemet olan birinci kavildir. Lübab Şerhi. Telbiyede yorulmamak şartıyla sesini kaldırmakla, "Haccın en makbulü acc ve seccdir." hadisi arasında zıddiyet yoktur. Hadisten murad, "Hacc nevilerinin en faziletlisi bu şekilde yapılandır" demektir. Yoksa "Hacc fiillerinin en faziletlisi" demek değildir, Çünkü tavaf ve vakfe bu iki şeyden faziletlidir. Bunlardan 'acc', telbiye ederken sesini kaldırmak; ' ecc' de, kurban keserken kanı akıtmaktır. Çünkü insan bazen batiatı itibariyle kaba sesli olur da, hiç yorulmadan sesi yüksek çıkar. Nehir.
«Mekke'ye» gündüz Muallâ Kapısı'ndan girmek müstehaptır. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bu, Beyt-i Şerif'e tazim maksadıyla onu karşısına almak içindir. Çıkarken Mekke'nin aşağısından çıkmalıdır. Bahır.
«Telbiye ile» sözü de, Mekke'ye girmenin kaydıdır. Lübab sahibi diyor ki: «Girerken telbiye getirmeli, Selâm Kapısı'na varıncaya kadar dua etmeli ve işe mescitten başlamalıdır.»
METİN
Beyt-i Şerif'i görünce üç defa tekbir getirmelidir. Bunun mânâsı, "Allah Kâbe'den daha büyüktür" demektir ve bir nevi şirk olmasın diye tehlil getirmeli, sonra işe tavaftan başlamalıdır. Çünkü vakit namazını veya cemaatını yahut vitir namazını veya vaktin sünnetini kaçıracağından korkmadıkça, tavaf Beyt-i Şerif'in tahiyyesidir.
İZAH
«Bunun mânâsı, "Allah Kâbe'den daha büyüktür" demektir.» Gâyetü'l-Beyan'da da böyle denilmiştir. Fakat evla olan, "Allah kendinden başka her şeyden büyüktür." demektir. Bahır. Galiba Şârih'in birinci mânâyı tercih etmesi, makam iktizası olacaktır. Nasıl ki bir işe başlayan; besmele çektiğinde, başladığı işte Allah Teâlâ'nın ismi ile bereketlenmeyi mülâhaza eder. (Tehlil, "Lâilâhe illallah" demektir.) Fethu'l-Kadîr'in ibaresi, "Üç defa tekbir ve tehlil getirir." şeklindedir. İbn-i Şilbi ise, "Üç defa tekbir alır, üç defa tehlil getirir." demiştir.
«Bir nevi şirk olmasın diye» Yani cahil, yapılan ibadetin Beyt için olduğunu zannetmesin diye tehlil getirir. Bahır sahibi diyor ki: «Metinlerde, Kâbe'yi gördüğü zaman hangi duayıokuyacağı zikredilmemiştir. Bu, gaflet olunmayacak bir şeyden gaflettir. Çünkü Kâbe görülünce, yapılan dua müstecab ve makbuldür. İmam Muhammed (r.) Asıl namındaki kitabında hacc yerleri için hiçbir dua tayin etmemiştir. Çünkü tayin, rikkat ve yufkalığı giderir. Ama teberrüken menkul dualar okumak güzeldir. Hidâye'de böyle denilmiştir. Fetih'te bildirildiğine göre, en mühim dualardan biri hesapsız Cennet'e girmeyi istemektir. Peygamber (s.a;v.)'e burada salâvat getirmek en mühim zikirlerdendir. Nitekim bunu Halebî Menâsik'inde beyan etmiştir.»
T E M B İ H: Lübab sahibi diyor ki: «Kâbe'yi gördüğü vakit ellerini kaldırmaz. Bazıları kaldıracağını söylemişlerdir. Aliyyü'l-Kâri, şerhinde, "Yani dua halinde bile olsa kaldırmaz. Çünkü bu ulemamızın meşhur kitaplarında zikredilmemiştir. Bilâkis Surûcî, 'mezhep, bunu terk etmektir' demiştir. Tahâvî de, bunun üç İmamımıza göre mekruh olduğunu açıklamıştır." demektedir.
"Sonra işe tavaftan başlamalıdır." Eğer tavafı yapan ihramlı değilse bu, tavaf-ı tahiyyedir. Hacc için ihrama girmişse, tavaf-ı kudûmdur. Bu, bayram gününden önce girdiğine göredir. Bayram günü girerse, farz olan tavaf tahiyye tavafının yerini tutar. Umre için niyetlenmişse, bu tavaf umre için olur. Umre için tavaf-ı kudûm yoktur. Fetih'te de böyle denilmiştir. Nehir. Mutlak söylemesi gösteriyor ki, namazın mekruh olduğu vakitlerde tavaf mekruh değildir. Nitekim Fetih sahibi bunu açıklayarak, "şu kadar var ki, iki rekat tavaf namazını mekruh vakitte kılmaz. Kerahetsiz vakte girinceye kadar sabreder." demiştir.
«Çünkü tavaf, Beyt-i şerifin tahiyyesidir.» Yani tavaf etmek isteyen için bu tahiyyedir. Tavaf etmek istemeyip oturmak murad eden bunun hilâfınadır. O, iki rekat tahiyye-i mescit kılmadan oturamaz. Meğer ki namaz için kerahet vakti girmiş ola. Bu ifade, Aliyyü'l-Kârî'nin Lübab Şerhi'nden alınmıştır. Nikâye üzerine yazdığı şerhte ise şöyle demiştir: «Eğer ihramlı değilse, yaptığı tavaf tahiyyedir. Çünkü "Bu mescidin tahiyyesi tavaftır" derler. Bunun mânâsı, "Tavaf etmeyen tahiyye-i mescit namazı kılmaz" demek değildir. Nitekim bazı avam böyle anlamışlardır.»
Ben derim ki: Lâkin ulemanın "Bu mescidin tahiyyesi tavaftır" sözleri şunu ifade eder ki: O kimse namaz kılar da tavaf etmezse, tahiyye hâsıl olmaz. Meğer ki özürsüz tavafı terk etmeye tahsis oluna. Bu takdirde özür bulununca tahiyye namazla hâsıl olur. Sonra yine Lübab Şerhi'nde buna delâlet eden sözler gördüm. Başka bir yerde Lübab şârihi şöyle demiş: «Bu mescidin tahiyyesi hâssaten tavaftır. Ancak tavafa bir mâni bulunursa, o zaman kerahet vakti olmamak şartıyla tahiyye-i mescit namazını kılar.»
«Korkmadıkça ilh...» Yani bütün bu söylenenleri tavaf-ı tahiyyeden ve başkalarından önce yapan Lübab ve şerhi. Sonra tavaf eder. Bahır. Bu gösterir ki, bu namazlarla tahiyye hâsılolmaz. Halbuki başka mescitlerde onlarla tahiyye hâsıl olur. Bunun sebebi ancak şudur: Beyt-i şerif'in tahiyyesi namaz değil, tavaftır. Sair mescitler bunun hilâfınadır. Onun için ulemadan bazıları, "Fark iki cihettendir. Birincisi namaz cinstir; kılınan namazlar birbirinin yerini tutar. Tavaf ise namaz cinsinden değildir. İkincisi, mescitte farz namazı kılmak mescidin tahiyyesidir. Tavaf se mescidin değil, Beyt-i şerif'in tahiyyesidir." demişlerdir.
«Çünkü vakit namazını.» Burada murad, müstehap vaktini kaçıracağından korkmak olmalıdır. Çünkü iki sahih kavilden birine göre, bu vakti kaçırmakla tertip sâkıt olur. Binaenaleyh buradakini kaçırmakla evleviyetle sâkıt olur. Lübab Şerhi'nde cenazenin kaçırılacağından korkmak, Bahır ve Nehir'de halkın tavaftan men edildiği vaktin girmesinden korkmak, yahut kazaya kalmış farz namazı bulunmak ziyade edilmiştir. Lübab sahibi bu sonuncuyu zikretmiş, şârihi ise, "şayet tertip sahibi olursa" diye kayıtlamıştır.
Ben derim ki: Zâhire göre geçmiş namazdan murad, kasten vaktini geçirdiği ve hemen kazası icabeden namazdır. Aksi takdirde tavafı bu namazdan önce yapmak zarar etmez. Meğer ki tavafla kaza namazını öne aldığı takdirde farz olan vakit namazını kaçıracağından korksun. Bu takdirde farz olan vakit namazını söylemek, kaza namazım söylemeye hacet bırakmaz. Anla!
METİN
Ve hemen tekbir ve tehlil getirerek; ellerini de namazda olduğu gibi kaldırarak, Hacer-i Esved'in karşısına geçer ve kimseye eza vermeksizin iki eliyle onu, istilam ederek sessizce öper. Acaba üzerinde secde de eder mi? "Evet eder" denilmiştir. Çünkü istilam sünnettir. Eza etmemek ise vâciptir. Eğer buna kâdir olamazsa, ellerini yahut ellerinden birini Hacer-i Esved'in üzerine koyar, sonra onları öper. Bu da mümkün olmazsa, Hacer-i Esved'e elindeki bir şeyle - velev sopa olsun - işaret eder, sonra o şeyi öper. İkisinden de, yani hem istilamdan, hem işaretten âciz kalırsa, Hacer-i Esved'in karşısına geçerek ellerinin içi ile ona dokunuyormuş gibi işaret eder, tekbir ve tehlil getirir, Allah Teâlâ'ya hamd, Peygamberi (s.a.v.)'e salât eyler. Sonra avuçlarını öper. Haccda bundan gayrı el kaldırmalarda, avuçlarını gökyüzüne doğru kaldırır. Yalnız iki cemrede Kâbe'ye doğru kaldırır.
İZAH
Şârih burada, 'hemen' diye tercüme ettiğimiz 'fa' ile Hacer'in karşısına geçmezden önce tavafa niyet edeceğini işaret etmiştir. Çünkü aşağıda söyleyeceği vecihle, bütün bedeni ile bütün Hacer'in yanına varacaktır. Onun içindir ki Lübab sahibi şöyle demiştir: «Sonra Rukn-ü Yemani'yi takip eden Hacer-i Esved tarafında bütün Hacer-i Esved sağ tarafında kalacak ve sağ omuzu Hacer-i Esved'in kenarına gelecek şekilde Beyt-i Şerif'e karşı durarak tavafı niyet eder. Böyle yapmak müstehaptır. Niyet ise farzdır. Sonra sağına doğru yürüyerekHacer-i Esved'-in hizasına gelir ve onun karşısında durarak besmele çeker, tekbir alır Hamd eyler, salâvat getirir ve dua eder.»
Şarihi diyor ki: «Yani;
"Allah'ın adıyla! Allah her şeyden büyüktür. Hamd Allah'a mahsustur. Rasulullah'a salât-u selâm olsun. Ey Allahım! Sana îman ederek, sana verdiğim sözde durarak ve Peygamberin Muhammed (s.a.v.)'in sünnetine tâbi olarak başlıyorum" der»
"Ellerini kaldırarak" Yani niyet ederken değil, tekbir alırken kaldırır. Çünkü niyet ederken el kaldırmak bidattır. Lübab şârihi Aliyyü'l-Kari, kitabının başka yerinde bir hayli söz ettikten sonra şunları söylemiştir: «Hâsılı istikbal halinden başka yerlerde el kaldırmak mekruhtur. Ama el kaldırmadan başlamak da, haram yahut kerahet-i tahrimiyye ile veya kerahet-ı tenzihiyye ile mekruhtur. Bu, mezhebimizdeki kavillere göredir ki, kimine göre Hacer-i Esved'den başlamak farz, kimine göre vâcip veya sünnettir. Müstehap olan yalnız ihtilâftan çıkmak için Hacer-i Esved'den önce niyetle başlamaktır.»
«Namazda olduğu gibi» Yani kulakları hizasına kaldırır. Namaz bahsinde Musannıf demişti ki: «istilam ederken ve iki cemrede ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır ve içlerini Hacer-i Esved'e ve Kâbe'ye doğru çevirir.» Bu sözü Kuhistânî, Tahavî Şerhi'ne''nisbet etmîştir. Bedâyi sahibi ve başkaları bunu sahihlemişlerdir. Ama Nikâye ve diğer kitaplarda birinci kavle göre hareket olunmuş. Gayetü'l-Beyan sahibiyle başkaları onu sahih bulmuşlardır. Şu halde sahih kaviller muhtelif demektir.
«İstilam ederek...» Yani ellerini saldıktan sonra öper. Nitekim Nehir'de Tuhfe'den naklen bildirilmiştir. Lübab sahibi diyor ki: «İstilamın şekli, avuçlarını Hacer-i Esved'in üzerine koyarak, ağzını da iki avucunun arasına alarak onu öpmektir.» (istilam, elini, yüzünü Hacer-i Esved'e sürmek demektir.)
«Evet eder denilmiştir.» Lübab sahibi kesinlikle buna kail olmuş ve, ''Bu müstahaptır, onu öpmekle birlikte üç defa tekrarlar." demiştir. Şârihi de şunları söylemiştir: «Bu söz Şeyh Râşıdüddin'in Kenz şerhi'nde naklettiğine muvafıktır. Secde ulemamızdan İzz b. Cemâa'dan dahi nakledilmiştir. Lâkin Kıvamüddin Kâki bize göre secde etmemek evla olduğunu söylemiştir. Çünkü meşhur kitaplarda rivayet edilmemişti:» Bu sözün zâhiri, Kâki'nin Mi'râc'daki sözünü tercih ettiğini gösteriyor. Feth'in zâhirinden anlaşılan da budur. Onun için Nehir sahibi Bahır'ın "bu zayıftır" demesine itiraz etmiş; "Hane sahibi daha iyi bilir." demiştir. Yani Kâki, mezhebimizin mâhir üstadlarındandır. O, mezhebimizi başkalarından daha iyi bilir. Binaenaleyh onun nakil ettiğini zayıf çıkarmak yaraşmaz, demek istemiştir.
Ben derim ki: Lâkin Kâki, meşhur kitaplarda zikredilmediğine dayanmaktadır. Bu, onun meşhur olmayan kitaplarda zikredilmiş olmasına aykırı değildir. Gerçekten Bahır sahibi bunuPeygamber (s.a.v.) ile ondan sonra Hz. Ömer'ül-Fâruk'un yaptıklarına dayanarak söylemiştir. Nitekim bunu Hâkim rivayet etmiş ve sahih bulmuştur. Bununla Molla Ali, Nikâye Şerhi'nde Kâki'den rivayet ettiğimiz söze itirazda bulunmuş; yine bununla, İbn-i Cemâa'nın ulemamızdan naklettiği te'yîdde bulunmuştur. Sonra ben Gayetü's-Surûcî'den bir nakil gördüm ki, yalnız îmam Mâlik Hacer-i Esved'in üzerine secde etmeyi mekruh görmüş ve onun bidat olduğunu söylemiştir. Halbuki cumhuru ulema onu müstehap saymışlardır. Hadis Mâlik aleyhine huccettir. Böylece Bahır ve Lübab'daki 'müstehaptır' sözü tercih olunmaktadır. Çünkü Surûcî'nin de, ev sahiplerinden olduğu kimseye gizli değildir. Binaenaleyh o daha iyi bilir. Onun cumhura ve hadise muvafık olarak söylediği söz ile amel etmek daha ihtiyatlı ve evladır.
«Eza etmemek ise vâciptir» Yani sünneti yapacağım diye vâcibi terk etmemelidir. Sünnet etmek için avret mahalline bakmaya gelince: Burada sünneti yapmak için vâcibi terk etmek yoktur. Çünkü zahurette avret yerine bakmaya izin verilmiştir.
«Eğer buna kâdir olamazsa...» Yani kimseye eziyet vermeden öpemezse, yahut mutlak surette öpme imkânını bulamazsa, ellerini Hacer-i Esved'in üzerine koyar, sonra onları öper. Yahut bir elini Hacer-i Esved'-in üzerine koyar. Evla olan sağ elini koymaktır. Çünkü şerefli işlerde sağ el kullanılır. şu da var ki, Bahr-ı Amîk'ten nakledildiğine göre, Hacer-i Esved Allah'ın yeminidir. Onunla kullarına musafaha eder. Musafaha sağ elle olur.
«Ellerinin içi ile ona işaret eder.» Yani ellerini kulakları hizasına kaldırır, içlerini Hacer-i Esved'e doğru çevirir ve işaret eder. Ellerinin üstü yüzüne gelir. Rivayet edilen budur. Bahır. Aliyyü'l-Kâri'nin Nikâye Şerhi'nde ise, "Ellerini omuzları veya kulakları hizasına kaldırır." denilmiştir. Galiba bununla, geçen iki kavil hikâye edilmek istenilmiştir.
«Sonra avuçlarını öper.» Yani zikredilen işaretten sonra avuçlarını öper. Fetih sahibi diyor ki: «Her şavtta Hacer-i Esved ruknüne geldiğinde, ilk defa yaptığını yapar.» Bu sözün tamamı Musannıf'ın, "Hacer-i Esved'in yanından her geçtikçe bu zikredileni yapar." dediği yerde gelecektir.
«Yalnız iki cemrede Kâbe'ye...» yahut kıbleye doğru kaldırır. Nitekim bunu ileride beyan edecektir. Lâkin ileride görüleceği vecihle, 'Kâbe'ye' sözü zâhiri rivayettir.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...