Mekke'ye
Giriş
METİN
Sünnet olmaktan,
kan aldırmaktan, hacamet etmekten, diş çıkartmaktan, kırık bağlamaktan, başını
ve bedenini kaşımaktan sakınmaz. Lâkin saçının dökülmesinden veya bitten
korkarsa yavaşçacık kaşır. Zira bir kıl veya bit düşerse, az bir sadaka verir.
Üç olursa bir avuç zahîre verir. Gurar'ül-Ezkâr. İhramlının namaz kıldığında,
çok telbiye getirmesi menduptur. Velev ki nâfile kılmış olsun. Yükseğe çıktığı,
vâdiye indiği veya bir kâfileye rastladığı; yahut yaya gidenlerle karşılaştığı
vakit dahi çok telbiye getirmesi menduptur. Hacılar birbirlerine
rastladıklarında ve seher vaktine erdiklerinde dahi hüküm budur. Çünkü ihramda
telbiye, namazda tekbir gibidir. Telbiyede avam takımının yaptığı gibi, Kendini
yormamak şartıyla sesini kaldırmak sünnettir. Mekke'ye girdiği vakit eşyasını
yerleştirdikten sonra gündüzün Selâm Kapısı'ndan girerek işe, Mescid-i Haram'dan
telbiye ile, tevazu ve huşu ile yerin büyüklüğünü düşünerek başlamak mendup
olur. Mekke'ye girmek için yıkanmak sünnettir. Onun için hayızlı ve nifaslının
da yıkanması makbuldür.
İZAH
«Kan aldırmaktan
sakınmaz.» Velev ki eli bağlamak icabetsin. Zira arzetmiştik ki, yüzle baştan
maada bedenin bir yerini bağlamak, ancak özür yoksa mekruh olur.
«Hacamet»ki aletle
kan almak demektir. Saçı gidermemek suretiyle yapılırsa sakıncası yoktur. Lübab.
Aksi takdirde ceza kurbanı gerektirir. Nitekim gelecektir.
"Az bir sadaka"dan
murad; bir hurma tanesi ve bir parça ekmek gibi şeylerdir.
«Üç olursa» Yani ûç
kıl veya üç bitte bir avuç zahîre tasadduk eder. Daha çok olursa, hükmü
cinayetler bâbında görülecektir.
"Velev ki nâfile
kılmış olsun." Bedâyi'de böyle denilmiştir. Tahâvi ise bunu nâfilelerle kaza
namazlarına değil, sadece farz namazlara tahsis etmiş ve teşrik günlerinde
tekbir getirmeye benzetmiştir. Ama umumi tutmak evlâdır. Fetih. Sahih, mutemet
ve zâhir rivayete muvafık olan da budur. Lübab Şerhi.
«Kâfileye
rastladığı vakit» ifadesindeki ' kâfile 'den murad, seferde deve sahipleridir
ki, on kişiden aşağı olanlara bu isim verilmez.'Nehir.
«Seher vaktine
ermek»ten murad; gecenin son altıda biridir.
«Namazda tekbir
gibidir.» Namazda nasıl bir halden bir hale geçilirken tekbir alınırsa, telbiye
de öyledir. H. Onun için Lübab'da şöyle denilmiştir: «Telbiyeyi ayakta,
otururken, hayvan üzerinde ve yerde iken, dururken, yürürken, temizken, cünüpken
hayızlı iken ve haller, zamanlar değiştikçe, geceye gündüze girdikçe, her
vasıtaya binip indikçe, uykudan uyandıkça, hayvanını saptırdıkça çok yapmak
müstehaptır» Yine Lübab sahibi, «Telbiyeyi her defasında arka arkaya üç defa
söylemek ve insan sözüyle kesmemek müstehaptır. Telbiye getirirken selâm almak
caizdir; ama başkasının telbiye getirene selâm vermesi mekruhtur. Hacılar cemaat
halinde iseler, telbiye getirirken biri diğerinin izinden gitmez. Bilâkis herkes
bizzat kendisi telbiye getirir. Mekke, Mina ve Arafat mescidinde telbiye
getirilir, tavafta ve umre için sa'y yapılırken getirilmez.» denilmiştir.
«Sesini kaldırmak
sünnettir.» Ancak şehir içinde olursa; yahut telbiyeyi kadın yaparsa, sesini
yükseltmez. Lübab. Lübab şârihi şunu da ziyade etmiştir: «Yahut mescitte olursa,
namaz kılanlarla tavaf edenleri şaşırtmamak için sesini kaldırmaz.» Sesini
kaldırmak sünnet olduğu içindir ki, kaldırmayan kötülük işlemiş olur. Ama
kendisine bir şey lâzım gelmez.. Fetih. Bazılarına göre sesini kaldırmak
müstehaptır. Fakat mutemet olan birinci kavildir. Lübab Şerhi. Telbiyede
yorulmamak şartıyla sesini kaldırmakla, "Haccın en makbulü acc ve seccdir."
hadisi arasında zıddiyet yoktur. Hadisten murad, "Hacc nevilerinin en
faziletlisi bu şekilde yapılandır" demektir. Yoksa "Hacc fiillerinin en
faziletlisi" demek değildir, Çünkü tavaf ve vakfe bu iki şeyden faziletlidir.
Bunlardan 'acc', telbiye ederken sesini kaldırmak; ' ecc' de, kurban keserken
kanı akıtmaktır. Çünkü insan bazen batiatı itibariyle kaba sesli olur da, hiç
yorulmadan sesi yüksek çıkar. Nehir.
«Mekke'ye» gündüz
Muallâ Kapısı'ndan girmek müstehaptır. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bu,
Beyt-i Şerif'e tazim maksadıyla onu karşısına almak içindir. Çıkarken Mekke'nin
aşağısından çıkmalıdır. Bahır.
«Telbiye ile» sözü
de, Mekke'ye girmenin kaydıdır. Lübab sahibi diyor ki: «Girerken telbiye
getirmeli, Selâm Kapısı'na varıncaya kadar dua etmeli ve işe mescitten
başlamalıdır.»
METİN
Beyt-i Şerif'i
görünce üç defa tekbir getirmelidir. Bunun mânâsı, "Allah Kâbe'den daha
büyüktür" demektir ve bir nevi şirk olmasın diye tehlil getirmeli, sonra işe
tavaftan başlamalıdır. Çünkü vakit namazını veya cemaatını yahut vitir namazını
veya vaktin sünnetini kaçıracağından korkmadıkça, tavaf Beyt-i Şerif'in
tahiyyesidir.
İZAH
«Bunun mânâsı,
"Allah Kâbe'den daha büyüktür" demektir.» Gâyetü'l-Beyan'da da böyle
denilmiştir. Fakat evla olan, "Allah kendinden başka her şeyden büyüktür."
demektir. Bahır. Galiba Şârih'in birinci mânâyı tercih etmesi, makam iktizası
olacaktır. Nasıl ki bir işe başlayan; besmele çektiğinde, başladığı işte Allah
Teâlâ'nın ismi ile bereketlenmeyi mülâhaza eder. (Tehlil, "Lâilâhe illallah"
demektir.) Fethu'l-Kadîr'in ibaresi, "Üç defa tekbir ve tehlil getirir."
şeklindedir. İbn-i Şilbi ise, "Üç defa tekbir alır, üç defa tehlil getirir."
demiştir.
«Bir nevi şirk
olmasın diye» Yani cahil, yapılan ibadetin Beyt için olduğunu zannetmesin diye
tehlil getirir. Bahır sahibi diyor ki: «Metinlerde, Kâbe'yi gördüğü zaman hangi
duayıokuyacağı zikredilmemiştir. Bu, gaflet olunmayacak bir şeyden gaflettir.
Çünkü Kâbe görülünce, yapılan dua müstecab ve makbuldür. İmam Muhammed (r.) Asıl
namındaki kitabında hacc yerleri için hiçbir dua tayin etmemiştir. Çünkü tayin,
rikkat ve yufkalığı giderir. Ama teberrüken menkul dualar okumak güzeldir.
Hidâye'de böyle denilmiştir. Fetih'te bildirildiğine göre, en mühim dualardan
biri hesapsız Cennet'e girmeyi istemektir. Peygamber (s.a;v.)'e burada salâvat
getirmek en mühim zikirlerdendir. Nitekim bunu Halebî Menâsik'inde beyan
etmiştir.»
T E M B İ H: Lübab
sahibi diyor ki: «Kâbe'yi gördüğü vakit ellerini kaldırmaz. Bazıları
kaldıracağını söylemişlerdir. Aliyyü'l-Kâri, şerhinde, "Yani dua halinde bile
olsa kaldırmaz. Çünkü bu ulemamızın meşhur kitaplarında zikredilmemiştir.
Bilâkis Surûcî, 'mezhep, bunu terk etmektir' demiştir. Tahâvî de, bunun üç
İmamımıza göre mekruh olduğunu açıklamıştır." demektedir.
"Sonra işe tavaftan
başlamalıdır." Eğer tavafı yapan ihramlı değilse bu, tavaf-ı tahiyyedir. Hacc
için ihrama girmişse, tavaf-ı kudûmdur. Bu, bayram gününden önce girdiğine
göredir. Bayram günü girerse, farz olan tavaf tahiyye tavafının yerini tutar.
Umre için niyetlenmişse, bu tavaf umre için olur. Umre için tavaf-ı kudûm
yoktur. Fetih'te de böyle denilmiştir. Nehir. Mutlak söylemesi gösteriyor ki,
namazın mekruh olduğu vakitlerde tavaf mekruh değildir. Nitekim Fetih sahibi
bunu açıklayarak, "şu kadar var ki, iki rekat tavaf namazını mekruh vakitte
kılmaz. Kerahetsiz vakte girinceye kadar sabreder."
demiştir.
«Çünkü tavaf,
Beyt-i şerifin tahiyyesidir.» Yani tavaf etmek isteyen için bu tahiyyedir. Tavaf
etmek istemeyip oturmak murad eden bunun hilâfınadır. O, iki rekat tahiyye-i
mescit kılmadan oturamaz. Meğer ki namaz için kerahet vakti girmiş ola. Bu
ifade, Aliyyü'l-Kârî'nin Lübab Şerhi'nden alınmıştır. Nikâye üzerine yazdığı
şerhte ise şöyle demiştir: «Eğer ihramlı değilse, yaptığı tavaf tahiyyedir.
Çünkü "Bu mescidin tahiyyesi tavaftır" derler. Bunun mânâsı, "Tavaf etmeyen
tahiyye-i mescit namazı kılmaz" demek değildir. Nitekim bazı avam böyle
anlamışlardır.»
Ben derim ki: Lâkin
ulemanın "Bu mescidin tahiyyesi tavaftır" sözleri şunu ifade eder ki: O kimse
namaz kılar da tavaf etmezse, tahiyye hâsıl olmaz. Meğer ki özürsüz tavafı terk
etmeye tahsis oluna. Bu takdirde özür bulununca tahiyye namazla hâsıl olur.
Sonra yine Lübab Şerhi'nde buna delâlet eden sözler gördüm. Başka bir yerde
Lübab şârihi şöyle demiş: «Bu mescidin tahiyyesi hâssaten tavaftır. Ancak tavafa
bir mâni bulunursa, o zaman kerahet vakti olmamak şartıyla tahiyye-i mescit
namazını kılar.»
«Korkmadıkça
ilh...» Yani bütün bu söylenenleri tavaf-ı tahiyyeden ve başkalarından önce
yapan Lübab ve şerhi. Sonra tavaf eder. Bahır. Bu gösterir ki, bu namazlarla
tahiyye hâsılolmaz. Halbuki başka mescitlerde onlarla tahiyye hâsıl olur. Bunun
sebebi ancak şudur: Beyt-i şerif'in tahiyyesi namaz değil, tavaftır. Sair
mescitler bunun hilâfınadır. Onun için ulemadan bazıları, "Fark iki cihettendir.
Birincisi namaz cinstir; kılınan namazlar birbirinin yerini tutar. Tavaf ise
namaz cinsinden değildir. İkincisi, mescitte farz namazı kılmak mescidin
tahiyyesidir. Tavaf se mescidin değil, Beyt-i şerif'in tahiyyesidir."
demişlerdir.
«Çünkü vakit
namazını.» Burada murad, müstehap vaktini kaçıracağından korkmak olmalıdır.
Çünkü iki sahih kavilden birine göre, bu vakti kaçırmakla tertip sâkıt olur.
Binaenaleyh buradakini kaçırmakla evleviyetle sâkıt olur. Lübab Şerhi'nde
cenazenin kaçırılacağından korkmak, Bahır ve Nehir'de halkın tavaftan men
edildiği vaktin girmesinden korkmak, yahut kazaya kalmış farz namazı bulunmak
ziyade edilmiştir. Lübab sahibi bu sonuncuyu zikretmiş, şârihi ise, "şayet
tertip sahibi olursa" diye kayıtlamıştır.
Ben derim ki:
Zâhire göre geçmiş namazdan murad, kasten vaktini geçirdiği ve hemen kazası
icabeden namazdır. Aksi takdirde tavafı bu namazdan önce yapmak zarar etmez.
Meğer ki tavafla kaza namazını öne aldığı takdirde farz olan vakit namazını
kaçıracağından korksun. Bu takdirde farz olan vakit namazını söylemek, kaza
namazım söylemeye hacet bırakmaz. Anla!
METİN
Ve hemen tekbir ve
tehlil getirerek; ellerini de namazda olduğu gibi kaldırarak, Hacer-i Esved'in
karşısına geçer ve kimseye eza vermeksizin iki eliyle onu, istilam ederek
sessizce öper. Acaba üzerinde secde de eder mi? "Evet eder" denilmiştir. Çünkü
istilam sünnettir. Eza etmemek ise vâciptir. Eğer buna kâdir olamazsa, ellerini
yahut ellerinden birini Hacer-i Esved'in üzerine koyar, sonra onları öper. Bu da
mümkün olmazsa, Hacer-i Esved'e elindeki bir şeyle - velev sopa olsun - işaret
eder, sonra o şeyi öper. İkisinden de, yani hem istilamdan, hem işaretten âciz
kalırsa, Hacer-i Esved'in karşısına geçerek ellerinin içi ile ona dokunuyormuş
gibi işaret eder, tekbir ve tehlil getirir, Allah Teâlâ'ya hamd, Peygamberi
(s.a.v.)'e salât eyler. Sonra avuçlarını öper. Haccda bundan gayrı el
kaldırmalarda, avuçlarını gökyüzüne doğru kaldırır. Yalnız iki cemrede Kâbe'ye
doğru kaldırır.
İZAH
Şârih burada,
'hemen' diye tercüme ettiğimiz 'fa' ile Hacer'in karşısına geçmezden önce tavafa
niyet edeceğini işaret etmiştir. Çünkü aşağıda söyleyeceği vecihle, bütün bedeni
ile bütün Hacer'in yanına varacaktır. Onun içindir ki Lübab sahibi şöyle
demiştir: «Sonra Rukn-ü Yemani'yi takip eden Hacer-i Esved tarafında bütün
Hacer-i Esved sağ tarafında kalacak ve sağ omuzu Hacer-i Esved'in kenarına
gelecek şekilde Beyt-i Şerif'e karşı durarak tavafı niyet eder. Böyle yapmak
müstehaptır. Niyet ise farzdır. Sonra sağına doğru yürüyerekHacer-i Esved'-in
hizasına gelir ve onun karşısında durarak besmele çeker, tekbir alır Hamd eyler,
salâvat getirir ve dua eder.»
Şarihi diyor ki:
«Yani;
"Allah'ın adıyla!
Allah her şeyden büyüktür. Hamd Allah'a mahsustur. Rasulullah'a salât-u selâm
olsun. Ey Allahım! Sana îman ederek, sana verdiğim sözde durarak ve Peygamberin
Muhammed (s.a.v.)'in sünnetine tâbi olarak başlıyorum" der»
"Ellerini
kaldırarak" Yani niyet ederken değil, tekbir alırken kaldırır. Çünkü niyet
ederken el kaldırmak bidattır. Lübab şârihi Aliyyü'l-Kari, kitabının başka
yerinde bir hayli söz ettikten sonra şunları söylemiştir: «Hâsılı istikbal
halinden başka yerlerde el kaldırmak mekruhtur. Ama el kaldırmadan başlamak da,
haram yahut kerahet-i tahrimiyye ile veya kerahet-ı tenzihiyye ile mekruhtur.
Bu, mezhebimizdeki kavillere göredir ki, kimine göre Hacer-i Esved'den başlamak
farz, kimine göre vâcip veya sünnettir. Müstehap olan yalnız ihtilâftan çıkmak
için Hacer-i Esved'den önce niyetle başlamaktır.»
«Namazda olduğu
gibi» Yani kulakları hizasına kaldırır. Namaz bahsinde Musannıf demişti ki:
«istilam ederken ve iki cemrede ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır ve
içlerini Hacer-i Esved'e ve Kâbe'ye doğru çevirir.» Bu sözü Kuhistânî, Tahavî
Şerhi'ne''nisbet etmîştir. Bedâyi sahibi ve başkaları bunu sahihlemişlerdir. Ama
Nikâye ve diğer kitaplarda birinci kavle göre hareket olunmuş. Gayetü'l-Beyan
sahibiyle başkaları onu sahih bulmuşlardır. Şu halde sahih kaviller muhtelif
demektir.
«İstilam ederek...»
Yani ellerini saldıktan sonra öper. Nitekim Nehir'de Tuhfe'den naklen
bildirilmiştir. Lübab sahibi diyor ki: «İstilamın şekli, avuçlarını Hacer-i
Esved'in üzerine koyarak, ağzını da iki avucunun arasına alarak onu öpmektir.»
(istilam, elini, yüzünü Hacer-i Esved'e sürmek demektir.)
«Evet eder
denilmiştir.» Lübab sahibi kesinlikle buna kail olmuş ve, ''Bu müstahaptır, onu
öpmekle birlikte üç defa tekrarlar." demiştir. Şârihi de şunları söylemiştir:
«Bu söz Şeyh Râşıdüddin'in Kenz şerhi'nde naklettiğine muvafıktır. Secde
ulemamızdan İzz b. Cemâa'dan dahi nakledilmiştir. Lâkin Kıvamüddin Kâki bize
göre secde etmemek evla olduğunu söylemiştir. Çünkü meşhur kitaplarda rivayet
edilmemişti:» Bu sözün zâhiri, Kâki'nin Mi'râc'daki sözünü tercih ettiğini
gösteriyor. Feth'in zâhirinden anlaşılan da budur. Onun için Nehir sahibi
Bahır'ın "bu zayıftır" demesine itiraz etmiş; "Hane sahibi daha iyi bilir."
demiştir. Yani Kâki, mezhebimizin mâhir üstadlarındandır. O, mezhebimizi
başkalarından daha iyi bilir. Binaenaleyh onun nakil ettiğini zayıf çıkarmak
yaraşmaz, demek istemiştir.
Ben derim ki: Lâkin
Kâki, meşhur kitaplarda zikredilmediğine dayanmaktadır. Bu, onun meşhur olmayan
kitaplarda zikredilmiş olmasına aykırı değildir. Gerçekten Bahır sahibi
bunuPeygamber (s.a.v.) ile ondan sonra Hz. Ömer'ül-Fâruk'un yaptıklarına
dayanarak söylemiştir. Nitekim bunu Hâkim rivayet etmiş ve sahih bulmuştur.
Bununla Molla Ali, Nikâye Şerhi'nde Kâki'den rivayet ettiğimiz söze itirazda
bulunmuş; yine bununla, İbn-i Cemâa'nın ulemamızdan naklettiği te'yîdde
bulunmuştur. Sonra ben Gayetü's-Surûcî'den bir nakil gördüm ki, yalnız îmam
Mâlik Hacer-i Esved'in üzerine secde etmeyi mekruh görmüş ve onun bidat olduğunu
söylemiştir. Halbuki cumhuru ulema onu müstehap saymışlardır. Hadis Mâlik
aleyhine huccettir. Böylece Bahır ve Lübab'daki 'müstehaptır' sözü tercih
olunmaktadır. Çünkü Surûcî'nin de, ev sahiplerinden olduğu kimseye gizli
değildir. Binaenaleyh o daha iyi bilir. Onun cumhura ve hadise muvafık olarak
söylediği söz ile amel etmek daha ihtiyatlı ve evladır.
«Eza etmemek ise
vâciptir» Yani sünneti yapacağım diye vâcibi terk etmemelidir. Sünnet etmek için
avret mahalline bakmaya gelince: Burada sünneti yapmak için vâcibi terk etmek
yoktur. Çünkü zahurette avret yerine bakmaya izin verilmiştir.
«Eğer buna kâdir
olamazsa...» Yani kimseye eziyet vermeden öpemezse, yahut mutlak surette öpme
imkânını bulamazsa, ellerini Hacer-i Esved'in üzerine koyar, sonra onları öper.
Yahut bir elini Hacer-i Esved'-in üzerine koyar. Evla olan sağ elini koymaktır.
Çünkü şerefli işlerde sağ el kullanılır. şu da var ki, Bahr-ı Amîk'ten
nakledildiğine göre, Hacer-i Esved Allah'ın yeminidir. Onunla kullarına musafaha
eder. Musafaha sağ elle olur.
«Ellerinin içi ile
ona işaret eder.» Yani ellerini kulakları hizasına kaldırır, içlerini Hacer-i
Esved'e doğru çevirir ve işaret eder. Ellerinin üstü yüzüne gelir. Rivayet
edilen budur. Bahır. Aliyyü'l-Kâri'nin Nikâye Şerhi'nde ise, "Ellerini omuzları
veya kulakları hizasına kaldırır." denilmiştir. Galiba bununla, geçen iki kavil
hikâye edilmek istenilmiştir.
«Sonra avuçlarını
öper.» Yani zikredilen işaretten sonra avuçlarını öper. Fetih sahibi diyor ki:
«Her şavtta Hacer-i Esved ruknüne geldiğinde, ilk defa yaptığını yapar.» Bu
sözün tamamı Musannıf'ın, "Hacer-i Esved'in yanından her geçtikçe bu zikredileni
yapar." dediği yerde gelecektir.
«Yalnız iki cemrede
Kâbe'ye...» yahut kıbleye doğru kaldırır. Nitekim bunu ileride beyan edecektir.
Lâkin ileride görüleceği vecihle, 'Kâbe'ye' sözü zâhiri rivayettir.