METİN
Mehirin
isimlerinden bazıları; sadâk, sadaka, nihle, atiyye ve ukrdur. Cevhere'nin
istilâd bâbında, "Hür kadınlarda ukr mehr-i misildir. Cariyelerde ise bâkirenin
kıymetinin onda biri, dul kadının kıymetinin onda birinin yarısıdır."
denilmektedir. Mehrin en az miktarı on dirhemdir. Çünkü Beyhâkî'nin ve
başkalarının rivayet ettiği bir hadiste, "On dirhemden az mehir yoktur."
buyrulmuştur. Az rivayeti mehr-i muaccele yorumlanır.
İZAH
Musannıf nikâhın
rüknünü ve şartını beyan ettikten sonra hükmünü beyana başlıyor. Hükmü mehirdir.
Çünkü mehr-i misil akitle vâcip olur. Binaenaleyh hükümdür. İnâye'de böyle
denilmiştir. Sadiyye sahibi buna itiraz etmiş; "Mehr-i müsemma da nikâhın
hükümlerindendir." demiştir. Mehir sahibi kendisine şu cevabı vermiştir: «Ayrıca
mehr-i misli söylemesi şundandır: Çünkü bir şeyin hükmü o şeyle sabit olan
eseridir. Akitle vâcip olan ancak mehr-i misildir. Onun içindir ki ulema nikâh
bâbında aslî mûcip mehr-i misildir derler. Mehr-İ müsemmaya gelince: O ancak iki
taraf ona razı oldukları için mehr-l misil yerine geçmiştir.»
Sonra inâye sahibi
mehri şöyle tarif etmiştir: «Mehir; nikâh kıyarken bud' (cima istifadesi)
karşılığında kocaya vâcip olan malın adıdır. Bu, ya adını söylemekle yahut
akitle olur.» Bu tarife; şüphe ile cimada ne lâzım geldiğine şümulü yoktur diye
itiraz olunmuştur. Bundan dolayı bazıları mehri: "Kadının nikâh akdiyle yahut
cima ile hakettiği malın ismidir." diye tarif etmişlerdir. Nehir sahibi buna
cevap vermiş; "Tarif edilen şey, akitle hâsıl olan nikâhın hükmüdür." demiştir.
«Mehirin
isimlerinden bazıları» sözü, mehrin birçok isîmleri olduğunu ifade eder ki: ecr,
alaîk, hibâ' da bunlardandır. Nehir sahibi diyor ki: «Bu isimleri ulemadan biri
şu beytte toplamıştır:
«Sadâk, mehir,
nihle ve ferîda,
Hibâ', ecr sonra
ukr, alaîk.» Lâkin atiyye ile sadakayı zikretmemiştir.
«Hür kadınlarda ukr
mehr-i misildir.» İzahı ve tafsilâtı ileride gelecektir.
«Cariyelerde ise
ilh...» Bâkire cariyede kıymetinin onda biri, dul cariyede kıymetinin onda
birinin yarısıdır. Zâhire bakılırsa, onda birin yahut yansının on dirhemden
aşağı olmaması şarttır. On dirhemden az olursa, onu tamamlamak vâcip olur. Çünkü
on dirhemden aşağı mehir yoktur, Bu hususta mehr-i misille mehr-i müsemma
birdir. H.
Ben derim ki: Feyz
sahibi şarihin bazı muhakkıklardan naklettiklerini söyledikten sonra şöyle
demiştir: «Cariyeler hakkında gerek güzellik gerek sahip cihetînden o cariyenin
misline bakılır. O kaça nikâhlandıysa bu da o kadara itibar edilir denilmiştir.
Mühtar olan kavilbudur» Anlaşılıyor ki, aşağıda mehr-i misilden bahsederken,
"Cariyenin mehri ona gösterilen rağbete göredir." sözünden murad bu olacaktır,
Fethu'l-Kadir'in kölelerin nikâhı bâbında şöyle denilmiştir: «Ukr, güzellikte
kadının misli olan bîrinin mehridir. Yani onun gibi bir kadının sadece güzelliği
hususunda gösterilen rağbettir. Bazıları, caiz olsa, bu kadın gibi birine zina
için verilen ücrettir demişlerse de mânâ doğru değildir. Bilâkis âdet, zina için
verilen paranın mehir için verilenden az olmasıdır. Çünkü mehir için verilen,
nikâhın devamı içindir. Zina için verilen böyle değildir.»
«Beyhâki'nin»
rivayet ettiği hadisin senedi zayıftır. Onu İbn-i Ebû Hâtim de rivayet etmiştir.
Hâfız İbn-i Hacer, "Bu isnatla bu hadis hasendir." demiştir. Nitekim
Fethu'l-Kadir'de kefâet bâbında zikredilmiştir.
«Az rivayeti
ilh...» Yani rivayet edilen hadislerden zâhire göre ûn dirhemden aşağı mehir
caiz olacağını gösterenlerin hepsi zayıftır. Yalnız, "Ara! Velev ki demirden bir
yüzük olsun." hadisi müstesnadır. O zayıf değildir. Onu mehr-i muaccele
yorumlamak icabeder. Çünkü Araplarca âdet, zifaftan evvel mehrin bir kısmını
peşin vermek idi. (Mehr-i muaccel. peşin mehir demektir.) Hattâ ulemadan
bazıları Peygamber (s.a.v.)'in, Fâtma (r.a.)'ya bir şey vermeden Hz. Ali'nin
zifafına razı olmamasıyla istidlâl ederek, kadına peşin bir mehir ödemeden zifaf
yapılamayacağını söylemişlerdir. Hz. Ali, "Ya Rasulallah! Verecek bir şeyim
yok!" demiş; bunun üzerine Rasulallah (s.a.v.), "Ona zırhını ver." buyurmuşlar.
O da zırhını vermiştir. Bu hadisi Ebû Dâvud ve Nesaî rivayet etmişlerdir.
Malûmdur ki bu mehir, dört yüz dirhem gümüş idi. Lâkin muhtar kavle göre
zifaftan önce vermek caizdir. Çünkü Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet edilen bir
hadiste, Âişe (r.a.). "Bana Rasulullah (s.a.v.) kocası bir şey vermeden kadını
onun yanına salmamı emretti." demiştir. Bunu Ebû Dâvud rivayet etmiştir.
Binaenaleyh Rasulullah (s.a.v.)'ın zikri geçen razı olmayışı mendup mânâsına
yorumlanır. Yani kadını sevindirmek ve kalbini yatıştırmak için ona peşin bir
şey vermek mendup olur. Bu mâlûm olunca, rivayet ettiğimize muhalif olanları
buna yorumlamak icabeder. Hadislerin araları böyle bulunur. Her ne kadar bu;
"Ara! Velev ki demirden bir yüzük olsun!" hadisinin zâhirine muhalif olduğu
söylenirse de, lâkin bununla amel vâciptir, Çünkü yüzük hadisinin sonunda
Peygamber (s.a.v.) "Ezberindeki Kur'an-la onu sana tezviç ettim." buyurmuştur.
Hadis, bildiği Kur'an'ı kadına öğretmesi mânâsına yorumlansa veya hiç mehir
olmayacak mânâsına alınsa, Allah'ın kitabına aykırı düşer. Kitaptan murad.
"Mallarınızla akit yapmanız size helâl kılındı." âyet-i kerîmesidir. Bu âyette
helâl kılınmak mal vermekle kayıtlanmıştır. Binaenaleyh hadisin buna muhalif
olmaması icabeder. Aksi takdirde hiç kabul edilmez. Çünkü haber-i vâhittir.
Haber-i vâhit, delâleti kesin ol
METİN
Dirhemler, zekâtta
olduğu gibi yedi miskal ağırlığında gümüş olacaktır. Madrub otmuş olmamış fark
etmez. Velev ki alacak borç veya akit zamanında on dirhem kıymetinde eşya olsun.
Ama cimadan önce boşayarak ödenirse, teslim aldığı günkü kıymeti itibara alınır.
İZAH
«Yedi miskal
ağırlığında» demek, her dirhem on dört kırat (yani takriben üç gram) olarak
demektir. Şurunbulâliyye.
«Madrub olmuş
olmamış fark etmez.» On dirhem külçe gümüş veyâ o kıymette eşya mehir konulsa
sahih olur. Para haline getirilmiş olması, el kesmek için hırsızlık nisabında
şarttır. Bu, had vurmak az bulunsun diyedir. Bahır.
«Velev ki alacak
borç...» Yani kadının veya başkasının zimmetinde olsun. Kadının zimmetinde
olması zâhirdir. Başkasının zimmetinde olması şöyle tasavvur edilir: Kadını
Zeyd'de alacağı olan on dirhem mehir ile alır. Bu sahihtir. Kadın on dirhemi
hangisinden isterse alır. Borçludan isterse. kocası ondan teslim almak için
kadını tevkil etmeye zorlanır. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. Yani borcu,
borçlu olmaksızın temlik lâzım gelmesin diye böyle yapılır. H. Lâkin nikâh
kadının zimmetindeki dirhemlere izafe edilirse, misle değil ayna taallûk eder.
Borcun başkasının zimmetinde olması bunun hilâfınadır. Çünkü borçlu olmaksızın
borç temliki lâzım gelmesin diye o misle taallûk eder. Bunun izahı Zahîre'dedir.
«Velev ki eşya
olsun. » Evinde oturmak, hayvanına binmek ve arazisini ekmek gibi menfaatler
dahi müddet bilinmek şartıyla böyledir. Nitekim Hindiyye'de belirtilmiştir.
Ben derim ki:
Mukabilinde mal lâzım olan şeylerden olması mutlaka lâzımdır. Tâ ki aşağıda
gelen hür kocanın hizmeti ve Kur'an öğretmek gibi şeylerin mehir tesmiyesinin
sahih olmadığı çıkarılmış olsun.
«Akit zamanında on
dirhem kıymetinde eşya olsun.» Yani teslim zamanında sekiz dirhem etse de kadın
ancak onu olabilir, Bunun aksi olursa, kadın mehir eşya ile birlikte iki dirhem
alır. Bu hususta eşyanın elbise veya ölçülen yahut tartılan şeylerden olması
fark etmez. Çünkü mehir olarak konulan şey haddi zâtında değişmez. Değişen
sadece insanların rağbetidir. Bunu Bedâyi'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Ama cimadan önce
ilh...» Yani buradaki ödeme hükmü, teslim aldığı günkü kıymetine göredir. Meselâ
kadına on dirhem kıymetinde bir elbise vermek üzere evlense. kadın elbiseyi
teslim aldığı gün kıymeti yirmi dirhem olsa, zifaftan önce kadını boşadığında
elbise istihlâl edilmiş bulunsa, kadın kocasına on dirhem çevirir. Çünkü elbise
kadının garantisine teslim almakla girmiştir. Binaenaleyh o günkü kıymeti
itibara alınır. (Zifaftan önce boşanan kadının hakkı yarım mehir olduğu için,
yirmi dirhemin yarısını iade eder.) Bunu Muhit'ten naklen Bahır sahibi
söylemiştir. Helâk olmak da istihlâk etmek gibidir. Çünkü istihlâkta
teslimaldıktan sonra artan kıymet hususunda kadın mesul tutulmayınca,
kendiliğinden helâk olduğu surette evleviyetle mesul tutulmaz. Bu şunu ifade
eder ki, elbise mevcut olsa, boşadığı günkü kıymeti itibara alınır. Teslim
aldığı günkü kıymetine itibar edilmez. Hem kadından onu alıp da kıymetinin
yarısını da veremez. Bilâkis ölçülen, tartılan şeyler gibi bölmekle kusurlu
sayılmayan şeylerden olursa yarısını alır. Aksi takdirde hâkimin hükmünden veya
razı olduktan sonra aralarında müşterek kalır. Zira ileride göreceğiz ki, o
mehir kadına teslim edilmişse, kadının milkî bâtıl olmaz. Kocasının mîlkine
dönmesi hâkimîn hükmüne veya anlaşmalarına bağlıdır. Hattâ bundan önce kadının o
malda tasarufu geçerlidir. Kocasınınki geçersîzdir. Bunu Muhammed Ebussuud böyle
söylemiştir. Şunu da ifade etmiştir ki, kadın o eşyanın yarı kıymetînî kocasına
vermek îstese, zâhire göre kocası kabule mecbur edilîr.
Ben derim ki: Bu,
söz götürür. Çünkü hâkimin hükmü veya anlaşma olmadan adamı îcbar etmenin bir
mânâsı yoktur. Zira hakkını istemekten tamamen feragat edebilir. Hükümden sonra
da böyledir. O mal aralarında müşterek olunca, hissesine düşenin kıymetini
kabule mecbur etmenin bir mânâsı yoktur.
METİN
Mehri on dirhem
veya daha az koyarsa on dirhem, fazla koyarsa fazlası vâcip olur. Mehir cima ile
yahut koca tarafından halveti saliha ile yahut karı kocadan birinin ölümleriyle
veya iddet içinde ikinci defa evlenmekle yahut bekâretini taş gibi bir şeyle
bozmakla teekküd eder. İtmekle bozulması bunun hilâfınadır. Çünkü cimadan önce
boşamakla bunda yarım mehir vâcip olur.
İZAH
«Mehri on dirhem
ilh...» Bu, mehir olarak konulan dirhemler geçmez olmadığına göredir. Şayet
geçmez olur da yerlerine başka para kullanılırsa, muhtar kavle göre geçmez
olduğu günkü kıymetini öder. Satış bunun hilâfınadır. Zira para geçmez olmakla
satış bâtıldır. Fetih.
«Fazla koyarsa
fazlası vâcip olur.» Kaça çıkarsa çıksın on dirhemle takdir, daha azı caiz
olmayacağı içindir.
«Veya ikinci defa
evlenmekle ilh...» Bu dördüncü müekkittir. Bahır sahibi inceleme neticesi ziyade
etmiştir. İbaresi şudur: «Dördüncü bir müekkit daha murad edilmek gerekir. O da
şudur: Zifaftan sonra kadını talâkı bâinle boşar da sonra iddet içinde tekrar
alırsa, kadına iddet vâcip olur. Kocasına da halvet ve zifaf olmaksızın ikinci
bir mehrin tamamı vâcip olur. Çünkü kadına iddetin vâcip olması halvetten
üstündür.» Nehir sahibi bunu kabul etmiştir. Fakat söz götürür. Çünkü bunu
öncekine katmak mümkündür. O da cimadır. Zira iddet bâbında görüleceği vecihle,
bu surette adama tam mehir, kadına yeni iddet vâcip olur. Çünkü kadın ilk cima
ile erkeğin elindedir. Zira ilk cimanın eseri bâkîdir. O da iddettir. Bu mesele
on meseleden biridir. Bunlarda birinci nikâhta zifaf olmak. ikinci nikâhta zifaf
yerini tutar.
«Yahut bekâretini
taş gibi bir şeyle ilh...» Bu beşinci müekkittir. Bunu da Bahır sahibi ziyade
etmiştir. ibaresi şudur: «Beşinci bir müekkit daha ziyade etmek gerekir ki, o da
şudur: Kadının bekâreti taş ve benzeri bir şeyle bozulursa. kendisine mehrin
tamamı verilir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. İtip kakmak suretiyle
bozması bunun hilâfınadır. Çünkü o zaman kadını zifaftan önce boşarsa, mehr-i
müsemmanın yarısı verilir. Ecnebi biri iter de bekâreti bozulur ve zifaftan önce
boşanırsa, kocasına mehr-i müsemmanın yarısı, ecnebiye de mehr-i mislinin yarısı
vâcip olur.» Nehir sahibi bunu da kabul etmiştir. Bu da söz götürür. Zira bana
öyle geliyor ki, bu da öncekinde dahildir. Öncekinden murad halvettir. Çünkü
âdeten eğer bekaret taş ve parmak gibi bir şeyle bozulacaksa, ancak tenha bir
yerde bozulur. Onun için de mehrin tamamı vâcip olur. İterek bozmak bunun
hilâfınadır. Çünkü murad, bunun tenhada olmamasıdır. Sonra bu mânâyı ifade eden
bir sözü Muhit'ten naklen Fetavâ'l-Hindiyye'nin cinayetler bahsinde gördüm.
Şöyle deniliyor: «Kendisiyle zifaf olmadığı karısını iter de kızlığı bozulursa,
sonra onu boşadığında yarım mehir vermesi gerekir. Başkasının karısını iter de
kızlığı bozulur ve sonra onunla evlenerek zifaf olursa, iki mehir vermesi
icabeder.» Yani nikâh hükmüyle zifaf olduğu için bir mehir; iterek kızlığını
bozduğu için ayrı bir mehir verecektir. Nitekim Hâniyye'nin cinayetler bahsinde
beyan edilmiştir.
Demek oluyor ki:
"Kansını iter de zifaf olmadan kızlığı bozulursa ilh..." ifadesinin misli,
Hâniyye'nin cinayetler bahsinde de vardır. Fetih'te onun bir misli buradadır.
Bu, itme meselesinde bizim söylediğimiz hususta açıktır ve taş meselesinin
tenhada olduğuna işaret etmektedir. Çünkü mücerret taşla bozmakla, iterek bozmak
arasında fark zâhir değildir. Buna şu da delâlet eder ki; itme meselesinde yarım
mehir vâcip olmasından anlaşılan, hangi sebeple olursa olsun karısının
bekâretini bozduğunda kocasına ödeme lâzım gelmemesidir. Çünkü yarım mehrin ona
vâcip olması, ancak zifaftan önce boşaması hükmünce idi. Aksi takdirde itmekle
bozduğu için ona başka bir mehir vâcip olurdu. Nitekim başkasının karısını
ittiğinde lâzımdır. Bundan anlaşılır ki, taşla bozduğu için bütün mehir lâzım
gelmesi, ancak halvetten sonraki talâk hükmüncedir. Taşla bozduğu için değildir.
Aksi takdirde iki mehir vermesi vâcip olurdu. Hattâ kadına taşla vurarak halvet
bulunmaksızın bekâretini bozsa, bundan dolayı ona bir şey lâzım gelmez.
Halvetten önce boşadığı zaman dahi yarım mehir lâzım gelmesi talâk
hükmüncedir.
Bu
söylediklerimize, yani bekâretini taşla veya itmekle bozmak arasında fark
bulunmadığınaşu da delâlet eder ki; Hâniyye'de, "Büyük olsun küçük olsun ecnebi
bir bâkireyi iter kızlığı bozulursa mehir vermesi lazım gelir" denilmekte;
kızlığını taş veya benzeri bir şeyle bozduğu zaman da bunun misli
zikredilmektedir. Şu halde ecnebi kız hakkında, itmekle taş kullanmak arasında
bir fark yapmamıştır. Bundan anlaşılır ki; zevce hakkında bunların arasında
fark, halvet bulunup bulunmaması cihetindendir. Çünkü mücerret iterek bozmakla
kocaya bir şey lâzım gelmez. Zira o buna akitle mâlîktir. Binaenaleyh bundan
dolayı ödemesinin bir mânâsı yoktur. Ecnebi bunun hilâfınadır. Mademki mücerret
itmekle bir şey lâzım gelmez. O halde mücerret taş ve benzeri bir şeyle bozmakla
da bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu bozmada bir âletle başka âlet arasında fark
yoktur. O halde itmek kayıt değildir. Sonra Ahkâmü's-Sıgâr'ın cinayetler
bahsinde gördüm ki, kocası karısının kızlığını parmakla bozarsa bir şey ödemez.
Yalnız tazir olunur, diye açıklıyor. Bunun muktezası, sadece mekruh olmasıdır.
Acaba bâkire iken cimadan âciz kaldığı için parmakla bozarsa kerahet kalkar mı?
Zahire bakılırsa kalkmaz. Çünkü bununla o ınnin olur. Kadının ayrılık istemeye
hakkı vardır. Bu caiz olsa, bu aczinden ınninliği sabit olmazdı. Allahu a'lem.
«Teekküt eder.»
Yani on dirhemden veya fazlasından ibaret olan mehr-i müsemmanın vücûda kuvvet
bulur. Bu gösterir ki, mehir nefs-i akitle vâcip olur. Lâkin kadının dinden
dönmesiyle veya kocasının oğlunu öpmesiyle sükûta ihtimali vardır. Yahut
zifaftan önce boşamakla yarıya inmek ihtimali vardır. Mehr-i tamamının vâcip
olması ancak cima ve benzeriyle kuvvet bulur. Bedâyi sahibi diyor ki: «Bu
söylenilenlerle kuvvet bulduktan sonra, artık ayrılık kadın tarafından da gelse
mehir sükût etmez. Zira bedel kuvvet bulduktan sonra sükûta ihtimali kalmaz.
Ancak ibre ile sâkıt olur. Nitekim satılan malı teslim almakla kuvvet bulan
kıymeti böyledir.
METİN
İtmek ecnebi biri
tarafından olursa, zifaftan önce boşandığı tâkdirde ecnebiye dahi kadının yarım
mehr-i misli ödettirilir. Aksi takdirde hepsi ödettirilir. Bunu inceleme yoluyla
Nehir sahibi söylemiştin Cimadan veya halvetten önce boşanmakla mehrin yarısı
vâcip olur. Şayet kadını beş dirhem kıymetinde bir şeyle nikâh ettiyse, kadına
onun yarısı ile iki buçuk dirhem verilir.
İZAH
«Ecnebiye dahi...»
yani kocasına mehr-i musemmanın yarısı lâzım geldiği gibi, ecnebiye de mehr-i
mislinin yarısı vâcip olur.
«Bunu inceleme
yoluyla Nehir sahibi söylemiştir.» Ve şöyle demiştir:
«Câmiu'l-Fusuleyn'de
bildirildiğine göre, bir cariye başka bir cariyeyle çarpışır da bekareti
bozulursa, ona mehr-i misil vacip olur. Mutlak olan bu ifade, çarpan kadının
evli olmasına daşâmildir. Bundan alınarak, kocası zifaftan önce boşanmadığı
zaman ecnebi bir adama mehrin tamamının lâzım geleceği söylenir.» Nehir
sahibinin sözü burada sona erer. Yine Nehir'de bildirildiğine göre;
Câmiu'l-Fusuleyn'in ibaresi, zifaftan önce boşamakla boşamamak arsında tafsilât
vermeksizin mutlak surette mehr-i mislin tam olarak vâcip olduğuna delâlet
etmektedir. Bu âşikârdır. O zaman kocası zifaftan önce boşarsa, ecnebiye yarım
mehr-i misil vâcip görmeleri hususunda ulemanın sözleri çelişkili düşer. H.
Câmiu'l-Fusuleyn'in ibaresi, Hâniyye, Bezzâziye ve diğer kitaplarda da
zikredilmiştir. Doğrusu odur.
Biliyorsun ki
kocadan başka ecnebi birinin bekâreti bozması mehr-i misli bozana vâcip kılar.
Bu, itmekle veya taşla olmuş fark etmez ve bu, zifaftan önce boşamakla kocaya
yarım mehr-i müsemma vâcip olmasına aykırı değildir. Çünkü sebep muhteliftir.
Zira iten kimseye tam mehir vâcip olmasının sebebi cinayettir. Kocaya yarım
mehir vâcip olmasının sebebi ise talâktır. Kocaya vâcip olan cinayeti azaltsaydı
da cinayet işleyene yarım mehir vâcip olsaydı, koca halvet-i sahihadan sonra
boşadığı vakit cinayet işleyene bir şey lâzım gelmemek icabederdi. Çünkü mehrin
tamamı kocaya vâcip olur. Bir do Minah'ta Cevahiru'l- Fetevâ'dan naklen şöyle
denilmiştir: «Bir deli parmağı ile bir kadının bekâretini bozarsa, Mebsût ile
Câmi-i Sağîr'de işaret edildiğine göre, parmağı ile yahut taş veya hususi bir
âletle zorla bozarak iki yolunu birleştirirse, mehrini vermesi icabeder. Lâkin
ulemamızın belirttiklerine göre bu yanlış olmuştur. Mehir ancak şehveti gidermek
ve cima için tahsis edilen âletle bozulduğu zaman vâcip olur. Diyeti, bozanın
malından vâcip olur.»
Ben derim ki: Bu
müşkildir. Çünkü bozmak bekâreti yok etmektir. İfdâ ise iki pislik yolunu
birleştirmektir. Ellerde dolaşan güvenilir meşhur kitaplara göre bekâreti
bozmanın mûcebi mehr-i misildir. Velev ki cima âletinden başka bir şeyle olsun.
İki pislik yolunu birleştirmenin mûcebi sidiğini tutamaz olmuşsa, tam diyettir.
Aksi takdirde diyetin üçte biridir. Çünkü bu bir iç yarasıdır. Bu hüküm cinayet
ecnebiden geldiğine göredir. Koca tarafından gelirse. birincide evvelce geçtiği
vecihle ödeme yoktur. Tarafeyn'e göre ikincide de yoktur. Ebû Yusuf buna
muhaliftir. O burada kocayı ecnebi gibi saymıştır. İbn-i Vehbân bu kavle itimat
etmiştir. Çünkü ulema sidiğini tutamayan hakkında diyet vâcip olduğunu
açıklamışlardır. Şurunbulâlî Vehbaniyye şerhinde bunu reddetmiş: kocadan başkası
hakkında olduğunu söyleyerek sözü hayli uzatmıştır. Allahu a'lem.
Mehrin yarısı vâcip
olur. Yani zikredilen mehrin ki, on dirhem veya daha aşağı dediyse on dirhem;
fazla söylediyse fazlasıdır. Hatıra gelen, akdi yaparken söylediği mehirdir. Bu
suretle akitten sonra konulan veya ziyade edilen mehir hariç kalır. Çünkü o
müt'ada olduğu gibi yarıya bölünmez. Nitekim gelecektir. Bedâyi'de şöyle
denilmiştir: «Mehr-i müsemma ilebirlikte mal sayılmayan bir şeyi söylerse,
meselâ kadını bin dirhem mehirle ve öteki karısını boşamak şartıyla nikâh
ederse; yahut memleketinden çıkarmamak şartıyla alır da sonra zifaftan önce
boşarsa, o kadına mehr-i müsemmanın yarısı verilir. Şart sâkıt olur. Çünkü onu
îfa etmezse mehr-i mislin tamamı vâcip olur. Halbuki zifaftan önce boşamakla
mehr-i misil sabit olmaz. Şu halde itibardan sâkıt olur ve mehr-i müsemmadan
başka bir şey kalmaz. O yarıya bölünür. Keza mehr-i müsemma ile birlikte meçhul
bir şeyi şart koşarsa, meselâ kadına bir hediye verecek olursa, zifaftan önce
onu boşadığında kadına mehr-i müsemmanın yarısı verilir. Çünkü hediyeyi
vermeyince mehr-i misil vâcip olur. Zifaftan önce boşamada mehr-i mislin bir
tesiri yoktur. Binaenaleyh bu şart itibardan düşer. Keza bin dirhem veya iki bin
dirhem şartıyla nikâh ederse hüküm yine böyledir, mehr-i misil vâcip olur.
«Cimadan veya
halvetten önce boşamakla ilh...» Kenz sahibinin, "zifaftan önce" demesinin
mânâsı budur. Çünkü zifaf halvete de şâmildir. Halvet hükmen cimadır. Nitekim
Müctebâ'dan naklen Bahır'da belirtilmiştir. İleride metinde gelecektir ki, kadın
cimayı iddia eder de kocâsı inkârda bulunursa. söz kadınındır. Çünkü kadın yarım
mehrin sûkutunu inkâr etmektedir. Burada "boşamakla" diyeceğine, "erkek
tarafından gelen her ayrılıkla" dese daha şümullü olur. Erkeğin dinden
dönmesine, zinasına, halvetten önce kaynanasını ve karısının kızını öpmesine ve
ona sarmaşmasına şâmil olurdu. Bunu Kuhistânî Nazım'dan nakletmiştir.
«İki buçuk dirhem
verilir.» Çünkü kıymeti on dirhemden aşağı olan bir şeyi mehir tayın edince, onu
tamamlamak için ikinci bir beş daha lâzım gelir. Kadını zifaftan önce boşayınca,
hem müsemmanın yarısını, hem de tekmilenin yarısını vermesi icabeder.
METİN
Mehir kadına teslim
edilmemişse, mücerret talâkla yarım mehir kocanın mülkine döner. Teslim
edilmişse, kadının ondaki mülki bâtıl olmaz. Sadece kocasının mülkine dönmesi
hâkimin hükmüne veya anlaşmaya bağlı kalır. Onun için kocası hüküm ve
benzerinden önce kansını boşadıktan sonra mehir köleyi âzâd ederse geçersiz
olur. Çünkü hükümden önce mülki yoktur. Hükümden önce kadının her şeyde
tasarrufu geçerlidir. Çünkü mülki bâkîdir. Aslın teslim aldığı günkü kıymetinin
yarısını ödemesi icabeder. Çünkü ayrılmış mehrin ziyadesi teslim almazdan önce
yarıya bölünür, aldıktan sonra bölünmez.
İZAH
«Yarım mehir
kocanın mülkine döner.» Yani velev ki onun namına başkası teberru etmiş olsun.
Ayrılık zifaftan önce kadın tarafından gelirse, bütünü kocasının mülkine döner.
Bahır sahibi Kınye'den naklen şöyle demiştir: «Koca namına mehri biri teberru
ederse, sonra zifaftan önce kadını boşar veya ayrılık kadın tarafından gelirse,
birincide mehrin yarısı; ikincide hepsi kocasının mülkine döner. Borç ödemeyi
teberru suretiyle yapan bununhilâfınadır. Sebep ortadan kalkınca, emri olmadan
teberru ettiyse hâkimin mülkine döner.
«Mehir kadına
teslim edilmemişse...» Keza alacak borç olup kadın teslim almamışsa, talâkla
mehr-i müsemmanın yarısı düşer, yarısı kalır. Nitekim Bedâyi'de de böyle
denilmiştir.
«Hâkimin hükmüne
bağlı kalır ilh...» Çünkü akit talâkla feshedilmiş de olsa, teslim alma bâkîdir.
O akitle hâsıl olmuş bir müsadeyle ele geçmiştir ve mülk sebeplerinden biridir.
Binaenaleyh mülk ancak hâkim tarafından fesih suretiyle elden çıkar. Zira
hâkimin feshi mülkin sebebini fesihtir. Yahut da kadının teslim etmesiyle elden
çıkar. Çünkü o, teslim almayı hakikaten bozmak demektir. Bedâyi.
«Mehir köle»den
maksat yarısıdır. Bütünü dahi evleviyetle öyledir. Çünkü ikinci yarıda onun
zaten hakkı yoktur.
"Benzeri"nden
murad, razı olmaktır. H.
«Çünkü hükümden
önce mülki yoktur.» Hattâ âzâd edildikten sonra hâkim yarısının ona verileceğine
hükmetse, bu âzâdlık geçersizdir. Çünkü mâlik olmadan âzâd etmektir. Fâsit
satışla alınan bir köleyi satan, âzâd eder de sonra geri çevirirse, çevirmeden
önceki âzâd etme geçersiz kalır. Fetih.
«Aslın teslim
aldığı günkü kıymetinin yansını ödemesi icabeder.» Çünkü tasarrufu geçerli
olunca, yarısını geri çevirmesi imkânsız kalmıştır. Halbuki geri çevirmek
vâciptir. Binaenaleyh teslim âldığı günkü kıymetinin yarısını kocasına öder.
Bahır. Çünkü teslim almakla kadının garantisi altına girmiştir.
«Çünkü ayrılmış
mehrin ziyadesi ilh...» cümlesi, asılla kayıtlanan sözden çıkarılan hükmün
talilidir. Şöyle ki: Mehir, teslim aldıktan sonra artarsa, ziyadesi ödenmez.
Lâkin meselede tafsilât vardır. Çünkü mehrin artması ya cariyenin semizlemesi ve
güzelliği, ağacın yemişi gibi asıldan doğan ona bitişik bir ziyadedir. Yahut
elbisenin boyası ve hanenin binası gibi asıldan doğma değildir. Yahut da çocuk
ve deyiştir meyve gibi asIından doğup ayrılmıştır veya kazanç ve buğday gibi
aslından doğma değildir. Bunların her biri ya teslim olmazdan öncedir ki, yarıya
bölünürler. Yalnız doğmamış olanların her iki kısmı bölünmeyi kabul etmez; yahut
teslim aldıktan sonra olur ve bölünmeyi kabul etmez. Şu halde bunlar sekiz kısım
olur. Nitekim Mehir ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Hâsılı ziyade yarıya
bölünmez. Testim aldıktan sonra meydana gelmişse, mutlak surette zevceye teslim
edilir. Teslim almadan önce meydana gelmişse; bitişik olsun ayrı olsun asıldan
doğmayanlar yine zevceye teslim edilir. Binaenaleyh şarih için evlâ olan, "Çünkü
teslim almadan önce meydana gelen ziyade yan yana bölünür, diğerleri bölünmez."
demek idi. Sonra bilmelisin ki, bütün bunlar ziyade talâktan önce meydana
geldiğine göredir. Talâktan sonra meydana gelirse bakılır: Teslim almazdan önce
ise, asıl gibi ziyade de yarıya bölünür. Teslim aldıktansonra meydana gelmişse,
yarısının kocaya verilmesi için hâkim hüküm verdikten sonra ise yine öyledir.
Aksi takdirde mehir kadının elinde fâsit akitle alınan mal gibidir. Çünkü
boşanmakla yarısı üzerindeki mülki fâsit olmuştur. Nitekim Bedâyî'de
bildirilmiştir. Şimdi mehrin eksilmesi meseleleri kalır ki, bunlar yirmi beş
suret olup, Bahır ve Nehir'de zikredilmişlerdir.