03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...MEHİR BÂBI



METİN
Mehirin isimlerinden bazıları; sadâk, sadaka, nihle, atiyye ve ukrdur. Cevhere'nin istilâd bâbında, "Hür kadınlarda ukr mehr-i misildir. Cariyelerde ise bâkirenin kıymetinin onda biri, dul kadının kıymetinin onda birinin yarısıdır." denilmektedir. Mehrin en az miktarı on dirhemdir. Çünkü Beyhâkî'nin ve başkalarının rivayet ettiği bir hadiste, "On dirhemden az mehir yoktur." buyrulmuştur. Az rivayeti mehr-i muaccele yorumlanır.
İZAH
Musannıf nikâhın rüknünü ve şartını beyan ettikten sonra hükmünü beyana başlıyor. Hükmü mehirdir. Çünkü mehr-i misil akitle vâcip olur. Binaenaleyh hükümdür. İnâye'de böyle denilmiştir. Sadiyye sahibi buna itiraz etmiş; "Mehr-i müsemma da nikâhın hükümlerindendir." demiştir. Mehir sahibi kendisine şu cevabı vermiştir: «Ayrıca mehr-i misli söylemesi şundandır: Çünkü bir şeyin hükmü o şeyle sabit olan eseridir. Akitle vâcip olan ancak mehr-i misildir. Onun içindir ki ulema nikâh bâbında aslî mûcip mehr-i misildir derler. Mehr-İ müsemmaya gelince: O ancak iki taraf ona razı oldukları için mehr-l misil yerine geçmiştir.»
Sonra inâye sahibi mehri şöyle tarif etmiştir: «Mehir; nikâh kıyarken bud' (cima istifadesi) karşılığında kocaya vâcip olan malın adıdır. Bu, ya adını söylemekle yahut akitle olur.» Bu tarife; şüphe ile cimada ne lâzım geldiğine şümulü yoktur diye itiraz olunmuştur. Bundan dolayı bazıları mehri: "Kadının nikâh akdiyle yahut cima ile hakettiği malın ismidir." diye tarif etmişlerdir. Nehir sahibi buna cevap vermiş; "Tarif edilen şey, akitle hâsıl olan nikâhın hükmüdür." demiştir.
«Mehirin isimlerinden bazıları» sözü, mehrin birçok isîmleri olduğunu ifade eder ki: ecr, alaîk, hibâ' da bunlardandır. Nehir sahibi diyor ki: «Bu isimleri ulemadan biri şu beytte toplamıştır:
«Sadâk, mehir, nihle ve ferîda,
Hibâ', ecr sonra ukr, alaîk.» Lâkin atiyye ile sadakayı zikretmemiştir.
«Hür kadınlarda ukr mehr-i misildir.» İzahı ve tafsilâtı ileride gelecektir.
«Cariyelerde ise ilh...» Bâkire cariyede kıymetinin onda biri, dul cariyede kıymetinin onda birinin yarısıdır. Zâhire bakılırsa, onda birin yahut yansının on dirhemden aşağı olmaması şarttır. On dirhemden az olursa, onu tamamlamak vâcip olur. Çünkü on dirhemden aşağı mehir yoktur, Bu hususta mehr-i misille mehr-i müsemma birdir. H.
Ben derim ki: Feyz sahibi şarihin bazı muhakkıklardan naklettiklerini söyledikten sonra şöyle demiştir: «Cariyeler hakkında gerek güzellik gerek sahip cihetînden o cariyenin misline bakılır. O kaça nikâhlandıysa bu da o kadara itibar edilir denilmiştir. Mühtar olan kavilbudur» Anlaşılıyor ki, aşağıda mehr-i misilden bahsederken, "Cariyenin mehri ona gösterilen rağbete göredir." sözünden murad bu olacaktır, Fethu'l-Kadir'in kölelerin nikâhı bâbında şöyle denilmiştir: «Ukr, güzellikte kadının misli olan bîrinin mehridir. Yani onun gibi bir kadının sadece güzelliği hususunda gösterilen rağbettir. Bazıları, caiz olsa, bu kadın gibi birine zina için verilen ücrettir demişlerse de mânâ doğru değildir. Bilâkis âdet, zina için verilen paranın mehir için verilenden az olmasıdır. Çünkü mehir için verilen, nikâhın devamı içindir. Zina için verilen böyle değildir.»
«Beyhâki'nin» rivayet ettiği hadisin senedi zayıftır. Onu İbn-i Ebû Hâtim de rivayet etmiştir. Hâfız İbn-i Hacer, "Bu isnatla bu hadis hasendir." demiştir. Nitekim Fethu'l-Kadir'de kefâet bâbında zikredilmiştir.
«Az rivayeti ilh...» Yani rivayet edilen hadislerden zâhire göre ûn dirhemden aşağı mehir caiz olacağını gösterenlerin hepsi zayıftır. Yalnız, "Ara! Velev ki demirden bir yüzük olsun." hadisi müstesnadır. O zayıf değildir. Onu mehr-i muaccele yorumlamak icabeder. Çünkü Araplarca âdet, zifaftan evvel mehrin bir kısmını peşin vermek idi. (Mehr-i muaccel. peşin mehir demektir.) Hattâ ulemadan bazıları Peygamber (s.a.v.)'in, Fâtma (r.a.)'ya bir şey vermeden Hz. Ali'nin zifafına razı olmamasıyla istidlâl ederek, kadına peşin bir mehir ödemeden zifaf yapılamayacağını söylemişlerdir. Hz. Ali, "Ya Rasulallah! Verecek bir şeyim yok!" demiş; bunun üzerine Rasulallah (s.a.v.), "Ona zırhını ver." buyurmuşlar. O da zırhını vermiştir. Bu hadisi Ebû Dâvud ve Nesaî rivayet etmişlerdir. Malûmdur ki bu mehir, dört yüz dirhem gümüş idi. Lâkin muhtar kavle göre zifaftan önce vermek caizdir. Çünkü Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste, Âişe (r.a.). "Bana Rasulullah (s.a.v.) kocası bir şey vermeden kadını onun yanına salmamı emretti." demiştir. Bunu Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Binaenaleyh Rasulullah (s.a.v.)'ın zikri geçen razı olmayışı mendup mânâsına yorumlanır. Yani kadını sevindirmek ve kalbini yatıştırmak için ona peşin bir şey vermek mendup olur. Bu mâlûm olunca, rivayet ettiğimize muhalif olanları buna yorumlamak icabeder. Hadislerin araları böyle bulunur. Her ne kadar bu; "Ara! Velev ki demirden bir yüzük olsun!" hadisinin zâhirine muhalif olduğu söylenirse de, lâkin bununla amel vâciptir, Çünkü yüzük hadisinin sonunda Peygamber (s.a.v.) "Ezberindeki Kur'an-la onu sana tezviç ettim." buyurmuştur. Hadis, bildiği Kur'an'ı kadına öğretmesi mânâsına yorumlansa veya hiç mehir olmayacak mânâsına alınsa, Allah'ın kitabına aykırı düşer. Kitaptan murad. "Mallarınızla akit yapmanız size helâl kılındı." âyet-i kerîmesidir. Bu âyette helâl kılınmak mal vermekle kayıtlanmıştır. Binaenaleyh hadisin buna muhalif olmaması icabeder. Aksi takdirde hiç kabul edilmez. Çünkü haber-i vâhittir. Haber-i vâhit, delâleti kesin ol
METİN
Dirhemler, zekâtta olduğu gibi yedi miskal ağırlığında gümüş olacaktır. Madrub otmuş olmamış fark etmez. Velev ki alacak borç veya akit zamanında on dirhem kıymetinde eşya olsun. Ama cimadan önce boşayarak ödenirse, teslim aldığı günkü kıymeti itibara alınır.
İZAH
«Yedi miskal ağırlığında» demek, her dirhem on dört kırat (yani takriben üç gram) olarak demektir. Şurunbulâliyye.
«Madrub olmuş olmamış fark etmez.» On dirhem külçe gümüş veyâ o kıymette eşya mehir konulsa sahih olur. Para haline getirilmiş olması, el kesmek için hırsızlık nisabında şarttır. Bu, had vurmak az bulunsun diyedir. Bahır.
«Velev ki alacak borç...» Yani kadının veya başkasının zimmetinde olsun. Kadının zimmetinde olması zâhirdir. Başkasının zimmetinde olması şöyle tasavvur edilir: Kadını Zeyd'de alacağı olan on dirhem mehir ile alır. Bu sahihtir. Kadın on dirhemi hangisinden isterse alır. Borçludan isterse. kocası ondan teslim almak için kadını tevkil etmeye zorlanır. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. Yani borcu, borçlu olmaksızın temlik lâzım gelmesin diye böyle yapılır. H. Lâkin nikâh kadının zimmetindeki dirhemlere izafe edilirse, misle değil ayna taallûk eder. Borcun başkasının zimmetinde olması bunun hilâfınadır. Çünkü borçlu olmaksızın borç temliki lâzım gelmesin diye o misle taallûk eder. Bunun izahı Zahîre'dedir.
«Velev ki eşya olsun. » Evinde oturmak, hayvanına binmek ve arazisini ekmek gibi menfaatler dahi müddet bilinmek şartıyla böyledir. Nitekim Hindiyye'de belirtilmiştir.
Ben derim ki: Mukabilinde mal lâzım olan şeylerden olması mutlaka lâzımdır. Tâ ki aşağıda gelen hür kocanın hizmeti ve Kur'an öğretmek gibi şeylerin mehir tesmiyesinin sahih olmadığı çıkarılmış olsun.
«Akit zamanında on dirhem kıymetinde eşya olsun.» Yani teslim zamanında sekiz dirhem etse de kadın ancak onu olabilir, Bunun aksi olursa, kadın mehir eşya ile birlikte iki dirhem alır. Bu hususta eşyanın elbise veya ölçülen yahut tartılan şeylerden olması fark etmez. Çünkü mehir olarak konulan şey haddi zâtında değişmez. Değişen sadece insanların rağbetidir. Bunu Bedâyi'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Ama cimadan önce ilh...» Yani buradaki ödeme hükmü, teslim aldığı günkü kıymetine göredir. Meselâ kadına on dirhem kıymetinde bir elbise vermek üzere evlense. kadın elbiseyi teslim aldığı gün kıymeti yirmi dirhem olsa, zifaftan önce kadını boşadığında elbise istihlâl edilmiş bulunsa, kadın kocasına on dirhem çevirir. Çünkü elbise kadının garantisine teslim almakla girmiştir. Binaenaleyh o günkü kıymeti itibara alınır. (Zifaftan önce boşanan kadının hakkı yarım mehir olduğu için, yirmi dirhemin yarısını iade eder.) Bunu Muhit'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir. Helâk olmak da istihlâk etmek gibidir. Çünkü istihlâkta teslimaldıktan sonra artan kıymet hususunda kadın mesul tutulmayınca, kendiliğinden helâk olduğu surette evleviyetle mesul tutulmaz. Bu şunu ifade eder ki, elbise mevcut olsa, boşadığı günkü kıymeti itibara alınır. Teslim aldığı günkü kıymetine itibar edilmez. Hem kadından onu alıp da kıymetinin yarısını da veremez. Bilâkis ölçülen, tartılan şeyler gibi bölmekle kusurlu sayılmayan şeylerden olursa yarısını alır. Aksi takdirde hâkimin hükmünden veya razı olduktan sonra aralarında müşterek kalır. Zira ileride göreceğiz ki, o mehir kadına teslim edilmişse, kadının milkî bâtıl olmaz. Kocasının mîlkine dönmesi hâkimîn hükmüne veya anlaşmalarına bağlıdır. Hattâ bundan önce kadının o malda tasarufu geçerlidir. Kocasınınki geçersîzdir. Bunu Muhammed Ebussuud böyle söylemiştir. Şunu da ifade etmiştir ki, kadın o eşyanın yarı kıymetînî kocasına vermek îstese, zâhire göre kocası kabule mecbur edilîr.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü hâkimin hükmü veya anlaşma olmadan adamı îcbar etmenin bir mânâsı yoktur. Zira hakkını istemekten tamamen feragat edebilir. Hükümden sonra da böyledir. O mal aralarında müşterek olunca, hissesine düşenin kıymetini kabule mecbur etmenin bir mânâsı yoktur.
METİN
Mehri on dirhem veya daha az koyarsa on dirhem, fazla koyarsa fazlası vâcip olur. Mehir cima ile yahut koca tarafından halveti saliha ile yahut karı kocadan birinin ölümleriyle veya iddet içinde ikinci defa evlenmekle yahut bekâretini taş gibi bir şeyle bozmakla teekküd eder. İtmekle bozulması bunun hilâfınadır. Çünkü cimadan önce boşamakla bunda yarım mehir vâcip olur.
İZAH
«Mehri on dirhem ilh...» Bu, mehir olarak konulan dirhemler geçmez olmadığına göredir. Şayet geçmez olur da yerlerine başka para kullanılırsa, muhtar kavle göre geçmez olduğu günkü kıymetini öder. Satış bunun hilâfınadır. Zira para geçmez olmakla satış bâtıldır. Fetih.
«Fazla koyarsa fazlası vâcip olur.» Kaça çıkarsa çıksın on dirhemle takdir, daha azı caiz olmayacağı içindir.
«Veya ikinci defa evlenmekle ilh...» Bu dördüncü müekkittir. Bahır sahibi inceleme neticesi ziyade etmiştir. İbaresi şudur: «Dördüncü bir müekkit daha murad edilmek gerekir. O da şudur: Zifaftan sonra kadını talâkı bâinle boşar da sonra iddet içinde tekrar alırsa, kadına iddet vâcip olur. Kocasına da halvet ve zifaf olmaksızın ikinci bir mehrin tamamı vâcip olur. Çünkü kadına iddetin vâcip olması halvetten üstündür.» Nehir sahibi bunu kabul etmiştir. Fakat söz götürür. Çünkü bunu öncekine katmak mümkündür. O da cimadır. Zira iddet bâbında görüleceği vecihle, bu surette adama tam mehir, kadına yeni iddet vâcip olur. Çünkü kadın ilk cima ile erkeğin elindedir. Zira ilk cimanın eseri bâkîdir. O da iddettir. Bu mesele on meseleden biridir. Bunlarda birinci nikâhta zifaf olmak. ikinci nikâhta zifaf yerini tutar.
«Yahut bekâretini taş gibi bir şeyle ilh...» Bu beşinci müekkittir. Bunu da Bahır sahibi ziyade etmiştir. ibaresi şudur: «Beşinci bir müekkit daha ziyade etmek gerekir ki, o da şudur: Kadının bekâreti taş ve benzeri bir şeyle bozulursa. kendisine mehrin tamamı verilir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. İtip kakmak suretiyle bozması bunun hilâfınadır. Çünkü o zaman kadını zifaftan önce boşarsa, mehr-i müsemmanın yarısı verilir. Ecnebi biri iter de bekâreti bozulur ve zifaftan önce boşanırsa, kocasına mehr-i müsemmanın yarısı, ecnebiye de mehr-i mislinin yarısı vâcip olur.» Nehir sahibi bunu da kabul etmiştir. Bu da söz götürür. Zira bana öyle geliyor ki, bu da öncekinde dahildir. Öncekinden murad halvettir. Çünkü âdeten eğer bekaret taş ve parmak gibi bir şeyle bozulacaksa, ancak tenha bir yerde bozulur. Onun için de mehrin tamamı vâcip olur. İterek bozmak bunun hilâfınadır. Çünkü murad, bunun tenhada olmamasıdır. Sonra bu mânâyı ifade eden bir sözü Muhit'ten naklen Fetavâ'l-Hindiyye'nin cinayetler bahsinde gördüm. Şöyle deniliyor: «Kendisiyle zifaf olmadığı karısını iter de kızlığı bozulursa, sonra onu boşadığında yarım mehir vermesi gerekir. Başkasının karısını iter de kızlığı bozulur ve sonra onunla evlenerek zifaf olursa, iki mehir vermesi icabeder.» Yani nikâh hükmüyle zifaf olduğu için bir mehir; iterek kızlığını bozduğu için ayrı bir mehir verecektir. Nitekim Hâniyye'nin cinayetler bahsinde beyan edilmiştir.
Demek oluyor ki: "Kansını iter de zifaf olmadan kızlığı bozulursa ilh..." ifadesinin misli, Hâniyye'nin cinayetler bahsinde de vardır. Fetih'te onun bir misli buradadır. Bu, itme meselesinde bizim söylediğimiz hususta açıktır ve taş meselesinin tenhada olduğuna işaret etmektedir. Çünkü mücerret taşla bozmakla, iterek bozmak arasında fark zâhir değildir. Buna şu da delâlet eder ki; itme meselesinde yarım mehir vâcip olmasından anlaşılan, hangi sebeple olursa olsun karısının bekâretini bozduğunda kocasına ödeme lâzım gelmemesidir. Çünkü yarım mehrin ona vâcip olması, ancak zifaftan önce boşaması hükmünce idi. Aksi takdirde itmekle bozduğu için ona başka bir mehir vâcip olurdu. Nitekim başkasının karısını ittiğinde lâzımdır. Bundan anlaşılır ki, taşla bozduğu için bütün mehir lâzım gelmesi, ancak halvetten sonraki talâk hükmüncedir. Taşla bozduğu için değildir. Aksi takdirde iki mehir vermesi vâcip olurdu. Hattâ kadına taşla vurarak halvet bulunmaksızın bekâretini bozsa, bundan dolayı ona bir şey lâzım gelmez. Halvetten önce boşadığı zaman dahi yarım mehir lâzım gelmesi talâk hükmüncedir.
Bu söylediklerimize, yani bekâretini taşla veya itmekle bozmak arasında fark bulunmadığınaşu da delâlet eder ki; Hâniyye'de, "Büyük olsun küçük olsun ecnebi bir bâkireyi iter kızlığı bozulursa mehir vermesi lazım gelir" denilmekte; kızlığını taş veya benzeri bir şeyle bozduğu zaman da bunun misli zikredilmektedir. Şu halde ecnebi kız hakkında, itmekle taş kullanmak arasında bir fark yapmamıştır. Bundan anlaşılır ki; zevce hakkında bunların arasında fark, halvet bulunup bulunmaması cihetindendir. Çünkü mücerret iterek bozmakla kocaya bir şey lâzım gelmez. Zira o buna akitle mâlîktir. Binaenaleyh bundan dolayı ödemesinin bir mânâsı yoktur. Ecnebi bunun hilâfınadır. Mademki mücerret itmekle bir şey lâzım gelmez. O halde mücerret taş ve benzeri bir şeyle bozmakla da bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu bozmada bir âletle başka âlet arasında fark yoktur. O halde itmek kayıt değildir. Sonra Ahkâmü's-Sıgâr'ın cinayetler bahsinde gördüm ki, kocası karısının kızlığını parmakla bozarsa bir şey ödemez. Yalnız tazir olunur, diye açıklıyor. Bunun muktezası, sadece mekruh olmasıdır. Acaba bâkire iken cimadan âciz kaldığı için parmakla bozarsa kerahet kalkar mı? Zahire bakılırsa kalkmaz. Çünkü bununla o ınnin olur. Kadının ayrılık istemeye hakkı vardır. Bu caiz olsa, bu aczinden ınninliği sabit olmazdı. Allahu a'lem.
«Teekküt eder.» Yani on dirhemden veya fazlasından ibaret olan mehr-i müsemmanın vücûda kuvvet bulur. Bu gösterir ki, mehir nefs-i akitle vâcip olur. Lâkin kadının dinden dönmesiyle veya kocasının oğlunu öpmesiyle sükûta ihtimali vardır. Yahut zifaftan önce boşamakla yarıya inmek ihtimali vardır. Mehr-i tamamının vâcip olması ancak cima ve benzeriyle kuvvet bulur. Bedâyi sahibi diyor ki: «Bu söylenilenlerle kuvvet bulduktan sonra, artık ayrılık kadın tarafından da gelse mehir sükût etmez. Zira bedel kuvvet bulduktan sonra sükûta ihtimali kalmaz. Ancak ibre ile sâkıt olur. Nitekim satılan malı teslim almakla kuvvet bulan kıymeti böyledir.
METİN
İtmek ecnebi biri tarafından olursa, zifaftan önce boşandığı tâkdirde ecnebiye dahi kadının yarım mehr-i misli ödettirilir. Aksi takdirde hepsi ödettirilir. Bunu inceleme yoluyla Nehir sahibi söylemiştin Cimadan veya halvetten önce boşanmakla mehrin yarısı vâcip olur. Şayet kadını beş dirhem kıymetinde bir şeyle nikâh ettiyse, kadına onun yarısı ile iki buçuk dirhem verilir.
İZAH
«Ecnebiye dahi...» yani kocasına mehr-i musemmanın yarısı lâzım geldiği gibi, ecnebiye de mehr-i mislinin yarısı vâcip olur.
«Bunu inceleme yoluyla Nehir sahibi söylemiştir.» Ve şöyle demiştir:
«Câmiu'l-Fusuleyn'de bildirildiğine göre, bir cariye başka bir cariyeyle çarpışır da bekareti bozulursa, ona mehr-i misil vacip olur. Mutlak olan bu ifade, çarpan kadının evli olmasına daşâmildir. Bundan alınarak, kocası zifaftan önce boşanmadığı zaman ecnebi bir adama mehrin tamamının lâzım geleceği söylenir.» Nehir sahibinin sözü burada sona erer. Yine Nehir'de bildirildiğine göre; Câmiu'l-Fusuleyn'in ibaresi, zifaftan önce boşamakla boşamamak arsında tafsilât vermeksizin mutlak surette mehr-i mislin tam olarak vâcip olduğuna delâlet etmektedir. Bu âşikârdır. O zaman kocası zifaftan önce boşarsa, ecnebiye yarım mehr-i misil vâcip görmeleri hususunda ulemanın sözleri çelişkili düşer. H. Câmiu'l-Fusuleyn'in ibaresi, Hâniyye, Bezzâziye ve diğer kitaplarda da zikredilmiştir. Doğrusu odur.
Biliyorsun ki kocadan başka ecnebi birinin bekâreti bozması mehr-i misli bozana vâcip kılar. Bu, itmekle veya taşla olmuş fark etmez ve bu, zifaftan önce boşamakla kocaya yarım mehr-i müsemma vâcip olmasına aykırı değildir. Çünkü sebep muhteliftir. Zira iten kimseye tam mehir vâcip olmasının sebebi cinayettir. Kocaya yarım mehir vâcip olmasının sebebi ise talâktır. Kocaya vâcip olan cinayeti azaltsaydı da cinayet işleyene yarım mehir vâcip olsaydı, koca halvet-i sahihadan sonra boşadığı vakit cinayet işleyene bir şey lâzım gelmemek icabederdi. Çünkü mehrin tamamı kocaya vâcip olur. Bir do Minah'ta Cevahiru'l- Fetevâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Bir deli parmağı ile bir kadının bekâretini bozarsa, Mebsût ile Câmi-i Sağîr'de işaret edildiğine göre, parmağı ile yahut taş veya hususi bir âletle zorla bozarak iki yolunu birleştirirse, mehrini vermesi icabeder. Lâkin ulemamızın belirttiklerine göre bu yanlış olmuştur. Mehir ancak şehveti gidermek ve cima için tahsis edilen âletle bozulduğu zaman vâcip olur. Diyeti, bozanın malından vâcip olur.»
Ben derim ki: Bu müşkildir. Çünkü bozmak bekâreti yok etmektir. İfdâ ise iki pislik yolunu birleştirmektir. Ellerde dolaşan güvenilir meşhur kitaplara göre bekâreti bozmanın mûcebi mehr-i misildir. Velev ki cima âletinden başka bir şeyle olsun. İki pislik yolunu birleştirmenin mûcebi sidiğini tutamaz olmuşsa, tam diyettir. Aksi takdirde diyetin üçte biridir. Çünkü bu bir iç yarasıdır. Bu hüküm cinayet ecnebiden geldiğine göredir. Koca tarafından gelirse. birincide evvelce geçtiği vecihle ödeme yoktur. Tarafeyn'e göre ikincide de yoktur. Ebû Yusuf buna muhaliftir. O burada kocayı ecnebi gibi saymıştır. İbn-i Vehbân bu kavle itimat etmiştir. Çünkü ulema sidiğini tutamayan hakkında diyet vâcip olduğunu açıklamışlardır. Şurunbulâlî Vehbaniyye şerhinde bunu reddetmiş: kocadan başkası hakkında olduğunu söyleyerek sözü hayli uzatmıştır. Allahu a'lem.
Mehrin yarısı vâcip olur. Yani zikredilen mehrin ki, on dirhem veya daha aşağı dediyse on dirhem; fazla söylediyse fazlasıdır. Hatıra gelen, akdi yaparken söylediği mehirdir. Bu suretle akitten sonra konulan veya ziyade edilen mehir hariç kalır. Çünkü o müt'ada olduğu gibi yarıya bölünmez. Nitekim gelecektir. Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Mehr-i müsemma ilebirlikte mal sayılmayan bir şeyi söylerse, meselâ kadını bin dirhem mehirle ve öteki karısını boşamak şartıyla nikâh ederse; yahut memleketinden çıkarmamak şartıyla alır da sonra zifaftan önce boşarsa, o kadına mehr-i müsemmanın yarısı verilir. Şart sâkıt olur. Çünkü onu îfa etmezse mehr-i mislin tamamı vâcip olur. Halbuki zifaftan önce boşamakla mehr-i misil sabit olmaz. Şu halde itibardan sâkıt olur ve mehr-i müsemmadan başka bir şey kalmaz. O yarıya bölünür. Keza mehr-i müsemma ile birlikte meçhul bir şeyi şart koşarsa, meselâ kadına bir hediye verecek olursa, zifaftan önce onu boşadığında kadına mehr-i müsemmanın yarısı verilir. Çünkü hediyeyi vermeyince mehr-i misil vâcip olur. Zifaftan önce boşamada mehr-i mislin bir tesiri yoktur. Binaenaleyh bu şart itibardan düşer. Keza bin dirhem veya iki bin dirhem şartıyla nikâh ederse hüküm yine böyledir, mehr-i misil vâcip olur.
«Cimadan veya halvetten önce boşamakla ilh...» Kenz sahibinin, "zifaftan önce" demesinin mânâsı budur. Çünkü zifaf halvete de şâmildir. Halvet hükmen cimadır. Nitekim Müctebâ'dan naklen Bahır'da belirtilmiştir. İleride metinde gelecektir ki, kadın cimayı iddia eder de kocâsı inkârda bulunursa. söz kadınındır. Çünkü kadın yarım mehrin sûkutunu inkâr etmektedir. Burada "boşamakla" diyeceğine, "erkek tarafından gelen her ayrılıkla" dese daha şümullü olur. Erkeğin dinden dönmesine, zinasına, halvetten önce kaynanasını ve karısının kızını öpmesine ve ona sarmaşmasına şâmil olurdu. Bunu Kuhistânî Nazım'dan nakletmiştir.
«İki buçuk dirhem verilir.» Çünkü kıymeti on dirhemden aşağı olan bir şeyi mehir tayın edince, onu tamamlamak için ikinci bir beş daha lâzım gelir. Kadını zifaftan önce boşayınca, hem müsemmanın yarısını, hem de tekmilenin yarısını vermesi icabeder.
METİN
Mehir kadına teslim edilmemişse, mücerret talâkla yarım mehir kocanın mülkine döner. Teslim edilmişse, kadının ondaki mülki bâtıl olmaz. Sadece kocasının mülkine dönmesi hâkimin hükmüne veya anlaşmaya bağlı kalır. Onun için kocası hüküm ve benzerinden önce kansını boşadıktan sonra mehir köleyi âzâd ederse geçersiz olur. Çünkü hükümden önce mülki yoktur. Hükümden önce kadının her şeyde tasarrufu geçerlidir. Çünkü mülki bâkîdir. Aslın teslim aldığı günkü kıymetinin yarısını ödemesi icabeder. Çünkü ayrılmış mehrin ziyadesi teslim almazdan önce yarıya bölünür, aldıktan sonra bölünmez.
İZAH
«Yarım mehir kocanın mülkine döner.» Yani velev ki onun namına başkası teberru etmiş olsun. Ayrılık zifaftan önce kadın tarafından gelirse, bütünü kocasının mülkine döner. Bahır sahibi Kınye'den naklen şöyle demiştir: «Koca namına mehri biri teberru ederse, sonra zifaftan önce kadını boşar veya ayrılık kadın tarafından gelirse, birincide mehrin yarısı; ikincide hepsi kocasının mülkine döner. Borç ödemeyi teberru suretiyle yapan bununhilâfınadır. Sebep ortadan kalkınca, emri olmadan teberru ettiyse hâkimin mülkine döner.
«Mehir kadına teslim edilmemişse...» Keza alacak borç olup kadın teslim almamışsa, talâkla mehr-i müsemmanın yarısı düşer, yarısı kalır. Nitekim Bedâyi'de de böyle denilmiştir.
«Hâkimin hükmüne bağlı kalır ilh...» Çünkü akit talâkla feshedilmiş de olsa, teslim alma bâkîdir. O akitle hâsıl olmuş bir müsadeyle ele geçmiştir ve mülk sebeplerinden biridir. Binaenaleyh mülk ancak hâkim tarafından fesih suretiyle elden çıkar. Zira hâkimin feshi mülkin sebebini fesihtir. Yahut da kadının teslim etmesiyle elden çıkar. Çünkü o, teslim almayı hakikaten bozmak demektir. Bedâyi.
«Mehir köle»den maksat yarısıdır. Bütünü dahi evleviyetle öyledir. Çünkü ikinci yarıda onun zaten hakkı yoktur.
"Benzeri"nden murad, razı olmaktır. H.
«Çünkü hükümden önce mülki yoktur.» Hattâ âzâd edildikten sonra hâkim yarısının ona verileceğine hükmetse, bu âzâdlık geçersizdir. Çünkü mâlik olmadan âzâd etmektir. Fâsit satışla alınan bir köleyi satan, âzâd eder de sonra geri çevirirse, çevirmeden önceki âzâd etme geçersiz kalır. Fetih.
«Aslın teslim aldığı günkü kıymetinin yansını ödemesi icabeder.» Çünkü tasarrufu geçerli olunca, yarısını geri çevirmesi imkânsız kalmıştır. Halbuki geri çevirmek vâciptir. Binaenaleyh teslim âldığı günkü kıymetinin yarısını kocasına öder. Bahır. Çünkü teslim almakla kadının garantisi altına girmiştir.
«Çünkü ayrılmış mehrin ziyadesi ilh...» cümlesi, asılla kayıtlanan sözden çıkarılan hükmün talilidir. Şöyle ki: Mehir, teslim aldıktan sonra artarsa, ziyadesi ödenmez. Lâkin meselede tafsilât vardır. Çünkü mehrin artması ya cariyenin semizlemesi ve güzelliği, ağacın yemişi gibi asıldan doğan ona bitişik bir ziyadedir. Yahut elbisenin boyası ve hanenin binası gibi asıldan doğma değildir. Yahut da çocuk ve deyiştir meyve gibi asIından doğup ayrılmıştır veya kazanç ve buğday gibi aslından doğma değildir. Bunların her biri ya teslim olmazdan öncedir ki, yarıya bölünürler. Yalnız doğmamış olanların her iki kısmı bölünmeyi kabul etmez; yahut teslim aldıktan sonra olur ve bölünmeyi kabul etmez. Şu halde bunlar sekiz kısım olur. Nitekim Mehir ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Hâsılı ziyade yarıya bölünmez. Testim aldıktan sonra meydana gelmişse, mutlak surette zevceye teslim edilir. Teslim almadan önce meydana gelmişse; bitişik olsun ayrı olsun asıldan doğmayanlar yine zevceye teslim edilir. Binaenaleyh şarih için evlâ olan, "Çünkü teslim almadan önce meydana gelen ziyade yan yana bölünür, diğerleri bölünmez." demek idi. Sonra bilmelisin ki, bütün bunlar ziyade talâktan önce meydana geldiğine göredir. Talâktan sonra meydana gelirse bakılır: Teslim almazdan önce ise, asıl gibi ziyade de yarıya bölünür. Teslim aldıktansonra meydana gelmişse, yarısının kocaya verilmesi için hâkim hüküm verdikten sonra ise yine öyledir. Aksi takdirde mehir kadının elinde fâsit akitle alınan mal gibidir. Çünkü boşanmakla yarısı üzerindeki mülki fâsit olmuştur. Nitekim Bedâyî'de bildirilmiştir. Şimdi mehrin eksilmesi meseleleri kalır ki, bunlar yirmi beş suret olup, Bahır ve Nehir'de zikredilmişlerdir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...