KEFÂET
BÂBI
METİN
Kefâet; 'kâfee"
fiilinden alınma bir mastardır. Denk olmak mânâsınadır. Burada murad, hususi bir
denkliktir. Yahut kadının daha aşağı olmasıdır. Kefaet (denklik) nikâhın geçerli
veya sahih olması için nikâhın başında erkek tarafından muteberdir. Çünkü
şerefli bir kadın, alçak bir adama kadınlık etmekten çekinir. Onun için kadın
tarafından kefâet itibara alınmaz. Zira kadını alan kocasıdır. Kadının aşağılığı
onu rencide etmez. Bu, sahih kavle göre bütün imamlarımızca böyledir. Nitekim
Habbâziye'de beyan edilmiştir. Lâkin Zahîriyye ve diğer kitaplarda "Bu, İmam-ı
Azam'a göredir; İmameyn'e göre kadın tarafında da itibara alınır." denilmiştir.
İZAH
Kadın kendi
nikâhını bizzat akdettiği vakit, kefâet veliye lüzumun şartı olduğundan ve
kefaet yoksa velî akdi bozabileceğinden, kefâet velinin bunmasının fer'i
olmuştur. Bu da velâyet hakkının sübutuyladır. Bu sebeple musannıf önce velîleri
ve velâyetin kima sabit olacağını beyan etmiş; sonra arkasından kefâet faslını
getirmiştir. Fetih.
«Yahut kadının daha
aşağı olmasıdır.» Bu cümleye Hayreddin-i Remlî itiraz etmiş; kısaca şunları
söylemiştir: «Kadının aşağı olması kefâet değildir. Şu kadar var ki kadın
tarafından kefâet muteber değildir.»
«Kefâet nikâhın
geçerli veya sahih olması için nikâhın başında erkek tarafından mutaberdir.»
Geçerli olması zâhir rivayete göredir. Sahih olması İmam Hasan'ın rivayetine
göredir. Geçen bâbın başında bu iki kavilden, hangisiyle fetva verileceği
hususunda ihtilâf edildiğini ve İmam Hasan rivayetinin daha ihtiyatlı olduğunu
arzetmiştik. Erkek tarafından muteber olması, ileride zikredeceğimiz vasıflarda
kadına denk olup olmadığının araştırılmasıdır. O vasıflarda kadından daha aşağı
olmamalıdır. Kadın tarafından kefaet itibara alınmaz. Bu vasıflar hususunda
kadın erkeğe denk midir değil midir bakılmaz. Erkekten aşağı olsa da caizdir.
Muteberdir sözünün
mânâsı; ulemanın beyanına göre velîlere lâzım gelmesi hakkındadır. Hattâ kefâet
bulunmazsa, velînin akdi fesih hakkı vardır. Fetih. Bu, zâhir rivayete
binaendir. Zâhir rivayete göre akit sahihtir, velî için itiraz hakkı vardır.
Fakat İmam Hasan'ın fetva için tercih edilen rivayetine göre akit sahih
olmadığından, sahih olup olmamakta mânâ muteberdir. Keza zevce küçük bir kız
olup akdi yapan da baba ve dededen başkası olursa, akdin sahih olmayacağı
yukarıda geçmişti.
«Onun için kadın
tarafından kefâet itibara alınmaz.» Bu cümle, mefhumun ta'lilidir. Mefhum şudur:
Şerefli bir adam cariye ve kitâbiyye gîbi alçak soylu bir kadını almaktan
çekinmez. Çünkü bu onun hakkında ayıp sayılmaz. Bilâkis kadın hakkında ayıp
sayılır. Çünkü nikâhkadın için köleliktir. Koca ise mâliktir.
T E M B İ H :
Yukarıda geçmişti ki, baba ile dededen başkası küçük bir oğlanı veya kızı küf'ü
olmayanla evlendirirse, nikâh sahih olmaz. Bu sözün muktezası, kefaetin koca
için de muteber sayılmasıdır. Yine arzetmiştik ki bu, küçük koca hakkındadır.
Zira bu koca aleyhîne zarardır. Buradaki ise büyük kocaya yorumlanır. Az
yukarıda Fetih'ten naklen arzettiğimiz "Kefâetin muteber olmasının mânâsı,
velîlere lazım gelmesîni itibara almaktır ilh..." ifadesi dahi buna îşaret
etmektedir. Zira bu îbarenin hâsılı şudur: Kadın kendini küf'ü ile evlendirirse,
bu nikâh velîlere de geçerlidir. Küf'ü olmayanla evlendirirse geçersizdir; yahut
sahih değildir. Erkek tarafı bunun hilâfınadır. Zira erkek kendi dengi olsun
olmasın bir kadını kendi alırsa, nikâh sahih ve geçerlidir. Kuhîstânî diyor ki:
«Kefâet lügatta müsavi olmak demektir. Şeriatta ise; erkeğin kadına aşağıdaki
hususatta müsavi olmasıdır. Bu gösterir ki, şerefli bir odamın şerefsiz kadını
nikâh etmesi geçerlidir. Velî için itiraz hakkı yoktur. Aksi bunun hilâfınadır.»
Bu ifadeden anlaşılıyor ki, erkek tarafında nikâhın geçerli olması, erkek büyük
olup evlendiği zamandır. Küçük olup velîsi evlendirdîği zaman değildir. Nitekîm
kendini evlendîren kadın hakkında dahi sözümüz, büyük olduğuna göredir.
Binaenaleyh iki küçük evlendirilirken baba ve dede bulunmazsa, evvelce îzah
ettiğimiz gibi iki tarafta kefâet sabit olur. Allahu a'lem.
METİN
Kefâet velînin
hakkıdır, kadının hakkı değildir. Kadın kendini bir odama nikâh eder de onun
halini bilmezse, köle çıktığı vakit kadına muhayyerlik yoktur. Muhayyerlik
velîleredir. Velîler kadını kendi rızalarıyla kocaya verirler de küf'ü
olmadığını bilmezlerse, sonradan öğrendikleri vakit hiçbirine muhayyerlik
yoktur. Meğer kî kefaeti şart koşmuş olsunlar. Yahut akit yapılırken kefâet
bulunduğunu velîlere haber vermiş de bu şartla kızı evlendirmişler, sonra küf'ü
olmadığı meydana çıkmış olsun. Bu takdirde velîler için muhayyerlik vardır.
Valvalciyye. Bu mesele bellenmelidir.
İZAH
«Kefâet vlinin
hakkıdır, kadının hakkı değildir.» Bahır'da böyle denilmiştir. Bahır sahibî buna
şarihin Valvalciyye'den naklettiği meseleyi şahit getirmiştir. Fakat söz
götürür. Bilakis o dahi kadının hakkıdır. Delili şu ki: Veli küçük kızı küf'ü
olmayan birine verirse ve baba veya dede değilse,nikah sahih olmaz.Bir de şunun
için ki; Zahîre'de altıncı fasıldan az önce "Ebû Hanife'ye göre kadının mehr-i
mislini tamamlamak hususunda hak kefaet hakkı gibi kadının ve velîlerinindir.
İmameyn'e göre sadece kadınındır."denilmiştir. Kefaet hakkı gibi dediğine
bakılırsa, bu hak her birinin olduğuna ittifak etmişlerdir. Bahır'da dahi
Zahiriyye'den naklen şöyle denilmiştir. «Kocası karsına kendi nesebinden başka
bir nesep gösterse, ondan aşağıolduğu anlaşılırsa, erkek de küf'ü değilse, fesih
hakkı hepsine sabittir. Erkek küf'ü işe, fesih hakkı yalnız kadınadır.
Velîlerine bu hak yoktur. Vaziyet haber verdiğinden daha üstün çıkarsa,
hiçbirinin feshe hakkı yoktur. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre, kadının
feshe hakkı vardır. Çünkü olabilir, onunla beraber yaşamaktan âciz
kalabilir.»
Şarihin iddet
bâbından az önce söylediği de bu kabildendir. Orada şöyle demiştir: «Kadın,
kocası hürdür veya sünnîdir yahut mehir ve nafakaya kâdirdir diye evlenir de
aksi çıkarsa; yahut filanın oğlu filan diye evlenir de bulma veya veled-i zina
olduğu anlaşılırsa, kadına muhayyerlik vardır.» Bu hususta sözün tamamı orada
gelecektir. Bedayi sahibi Zahîriyye'den naklettiğimîz îfadeye şunu ilave
etmiştir: «Bunu kadın yapar da adam onunla evlenir sonra göründüğünün aksi zuhur
ederse, kocası için muhayyerlik yoktur. Kadın ister hürre, ister cariye görünsün
fark etmez. Çünkü kadınlar tarafında kefâet muteber değildir.» şöyle cevap
verilebilir: Sözümüz, evvelce geçtiği gibi, kadın kendini velîsinin izni
olmaksızın nikâh ettiğine göredîr. O zaman kefâet hakkında kadının bir hakkı
kalmaz. Çünkü kefâetin düşürülmesine razı olmuştur. Hak yalnız velî için
kalmıştır. O feshedebilir.
«Kadın kendini bir
adama nikâh eder de ilh...» cümlesi, "kadının hakkı değildir" sözü üzerine tefri
edilmiştir. Burada şöyle denilebilir: Taksir kadın tarafından gelmiştir. Çünkü
adamın halini araştırmamıştır. Nitekim velîleri onu kendi rızasıyla
evlendirirler de kefâet bulunmadığını bilmezlerse, sonra öğrendiklerinde, kusur
hem kadında hem velilerinde aranır. Rahmetî. Valvalciyye'nin sözünde bu mânâyı
ifade eden cümleler vardır. Nitekim az ileride gelecektir. Verdiğimiz bu cevaba
göre tefri sahihtir. Çünkü hakkında sâkıt olması, razı olduğu vakittir. Velev ki
bir vecihle olsun. Burada da öyledir. Onun için kefâeti şart koşarsa hakkı
bâkîdir.
«Hiçbirine
muhayyerlik yoktur.» Bu büyük kadın hakkındadır. Nitekim mesele onun hakkında
farzedilmiştir. Şu delil ile ki: "Bir adama nikâh olursa" ve "kendi rızasıyla"
demektedir. Binaenaleyh bundan önceki bâbta Nevâzil'den naklettiklerimize
muhalif değildir. Orada şöyle demiştik: «Bir kimse küçük olan kızını içki
içtiğini inkâr eden biriyle evlendirir de, o kimse daimi sarhoş çıkarsa, kız
büyüdükten sonra ben bu nikâha fazı değilim dedîkte, şayet babası dâmadın içiyor
olduğunu bilmez, dâmadın aile tarafı da iyi kimseler ise, bu nikâh bâtıldır.
Çünkü kızını ancak küf'üdür zannıyla ona vermişti.» Makdisî'nin zannı bunun
hilâfınadır. O, aralarında muhalefet isbat etmiştir. Nitekim Hayreddin-i Remlî
buna tembihte bulunmuştur.
Ben derim ki:
Farkın vechi şu olsa gerektir: Baba, şefkati fazla olduğu için küçük kızını
küf'ü olmayan birine verebilir. O, bu kefâeti ondan daha büyük bir maslahat
karşılığında feda etmiştir. Ama bu ancak küf'ü olmadığını bildiğine göre
sahihtir. Bunu bilmezse, adı geçenmaslahat için evlendirdiği zâhir olmaz.
Nitekim baba sapık veya sarhoş olursa hâl böyledir. Lâkin zâhire göre akit aslâ
sahih olma? demeliydi. Nitekim sapık ve sarhoş baba hakkında söylenen budur.
Halbuki açıklanan şudur: Kadın bülûğa erdikten sonra bu nikâhı iptal edebilir.
İptal ise sahih olmanın fer'idir.
«Bu takdirde
veliler için muhayyerlik vardır.» Çünkü kefâeti şart koşmayınca, kefâetin
bulunmamasına razı olmamak velîden ve kadından bir vecihte sabit olmuş, bir
vecihte olmamış demektir. Çünkü demiştik ki; kocanın hali, küf'ü olmakla olmamak
arasında ihtimallidir. Nass, fesih hakkını ancak kefâet bulunmamaya razı olmamak
halinde onun her vecihle yokluğu sebebiyle isbat etmiştir. Binaenaleyh bir
vecihle kefâet bulunmamaya rıza varsa, bu hak sabit "değildir. Bunu Bahır sahibi
Valvalciyve'den nakletmiştir.
METİN
Kefâet, İmam
Mâlik'e muhalif olarak nikâhın lâzım olması için neseben muteberdir. İmdi Kureyş
kabilesi birbirlerinin küf'üdürler. Sair Araplar da birbirlerinin küf'üdürler.
Mültekâ sahibi Hidaye'ye uyarak Benî Bâhile kabilesini hasislikleri dolayısıyla
istisna etmiştir. Hak olan, mutlak bırakmaktır. Bunu Bahır ve Nehir sahipleri
gibi musannıf da söylemiştir. Kenz ve Dürer sahibi gibi musannıfların mutlak
bırakması bunu teyid eder,
«İmam Mâlik'e
muhalif olarak...» Kefâetin muteber olup olmaması hususunda İmam Malik, Sevri ve
bizim ulemamızdan Kerhi bize muhaliftir. Fethu'l-Kadir'de böyle denilmiştir.
Şarih Kerhî'yi zikretse daha iyi olurdu. Allâme Nûh Efendi'nin Dürer hâşiyesinde
bildirdiğine göre, İmam Ebu'l-Hasen Kerhî ile Ebû Bekir Cessâs -ki Irak
ulemasının büyüklerindendirler- ve onlara uyan bazı Irak uleması, nikâhta
kefâeti nazar-ı İtibara olmamışlardır. Ebû Hanife'den gelen bu rivayet onlarca
sabit olmasa onu tercih etmezlerdi. Ulemamızın cumhuru ise, nikâhta kefâetin
muteber olduğuna kaildirler. Kâdi'l-Kudât Sirâcuddin Hindi'nin kefâet hakkında
müstakil bir te'lifi vardır. O kitapta her iki kavli tafsilâtiyle beyan etmiş:
herbirinin senet ve delilini göstermiştir.
"Neseben" Yani
nesep cihetinden aranır. Allâme Hamevî kefâetin nerede aranacağını manzum olarak
şöyle beyan etmiştir: «Nikâhta kefâet altı şeyde aranır. Bu altı şeyi zapteden
güzel bir beyit vardır: Nesep, İslam, kezalik sanat, hürriyet, diyanet ve sadece
mal.»
Ben derim ki:
Fetevâ-i Hâmidiyye'de Vâkiat'tan naklen bildirildiğine göre, baba ile dededen
başka bir velî, küçük kızı cinsî iktidarı olmadığı bilinen birine verse caiz
olmaz. Çünkü cimaya kudreti olmak, kefâetin şartıdır. Nehir ve nafakaya kudreti
olmak gibidir. Hattâ ondan evlâdır. Büyük kıza gelince: Bahır'dan naklen
bildireceğiz ki; onu vekil, aleti kesik bir zengîne verse caiz olur. Velev ki
sonra kadının ayrılmaya hakkı olsun.
«İmdi Kureyş
ilh...» İki Kureyşli, nesepleri Nadr b. Kinâne denîlen babada veya ondanaşağıda
bîrleşen kimselerdir. Ondan yukarı bir babaya intisabeden kimse Araptır. Fakat
Kureyşli değildir. Nadr, Peygamber (S.A.V.)'in onikinci dedesidîr. Zira nesebi
şöyledir: Muhammed b. Abdillah b. Abdülmuttalip b. Haşîm b. Abdimenâf b. Kusavr
b. Kitâb b. Mürra b. Ka'b b. Lüey b.Galip b. Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kînane b.
Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizâr b. Muad b. Adnân. Buhârî bu
kadarıyla yetinmiştir. Dört halifenin hepsi Kureyştendir. Tamamı Bahır'dadır.
«Kureyş kabilesi
birbirlerinin küfüdürler.» Bu sözle musannıf, aralarında Hâşimî, Nevfeli, Teymî
vesaire gibi farklar gözetilmediğine işaret etmiştir. Onun için Hz. AH, kendi
Hâşimî olduğu halde, kızı Ümmü Gülsüm'ü Hz. Ömer'e vermiştir. Ömer (r.a.)
Adevî'dir. Kuhistânî. Hâşimî bir kadın Hâşimî olmayan bir Kureyşli ile evlenirse
akdi bozulmaz. Kureyşli olmayan bir Arapla evlenirse, reddetmeye hakları vardır.
Nasıl ki bir Arap kadınının Acemle evlenmesi de böyledir. Bahır.
«Sair Araplar da
bîrbirlerinin küf'üdürler.» Araplar iki sınılar: Birine Arab-ı Âribe denilir,
Bunlar Kâhtan oğullarıdır, Diğerine Arab-ı Mütearribe denilir. Bunlar Hz.
İsmail'in oğullandır. Acemler İsmail'in kardeşi Ferrûh'un oğullarıdır. Bunlar
mevâlî ve âzâdlılardır. Acemilerden murad. Arap olmayanlardır. Velev ki
kendilerine kölelik isabet etmiş olmasın. Bunlara mevâlî denilmesi; ya Araplar
memleketlerinî fethettiği zaman onları köle olarak almak ellerinde olduğu halde
hür bıraktığı içindir. Binaenaleyh sanki onlârı âzâd etmiş gibi sayılırlar.
Yahut kâfirlerle harb ederken Araplara yardımcı oldukları için kendilerine bu
isim verilmiştir. Yardımcıya mevlâ denir. Nehir.
«Benî Bâhile...»
Fetih sahibî diyor kî: «Aslında Bâhile, Henedanlı bir kadının ismidir. Muan b.
A'sar'ın nikâhı altında idi, Çocukları kendisine nisbet edilmiştir. Benî Bahile,
hasislikleriyle meşhurdur. Söylenildiğine göre, yemek kalıntılarını ikinci defa
yerler, ölü hayvanların kemiklerini toplayarak pişirirler, yağlarını alırlarmış.
Onun için şair bunlar hakkında şöyle demiştir: "Eğer kişi Bâhiledense, aslın
Hâşim'den olması fayda vermez." Köpeğe, ey bâhilî denilse, bu nesebin
alçaklığından köpek ulur. »
«Hak olan mutlak
bırakmaktır.» Çünkü delil aralarında fark yapmamıştır. Halbuki Peygamber
(s.a.v.) Arap kabilelerini ve onların ahlâkın! herkesten iyi bilirdi. Böyle iken
mutlak beyan etmiştir. Bâhile kabilesinden olan herkes hasis değildir. Onların
içinde cömertler de vardır. İçlerinden bir oba veya kabilenin, fakir olup böyle
yapması, hepsi hakkında geçerli değildir. Fetih.
«Bunu teyid eder.»
Ben derim ki: İmam Muhammed'in mutlak olan sözü de bunu takviye eder. Hâkim'in
Kâfî'sinde şöyle denilmiştir: «Kureyş; kabilesi birbirlerinin küf'üdürler.
Araplar da bîrbirlerinin küf'üdürler. Ama Kureyş'e küf'ü değildirler. Mevâlîden
her kiminİslâm'da iki veya üç babası varsa, onlar birbirlerine küf'üdürler.
Fakat Araplara küf'ü değildirler.» Hâsılı Kureyş arasında değişiklik itibara
alınmadığı; hattâ en iyilerî Benî Hâşim'e küf'ü oldukları gibi, başkalarına da
küf'üdürler. Diğer Arap kabileleri hakkında da istisnasız böyledir. Bundan şu
anlaşılır ki; bir kimsenin annesi meselâ şerefli babası Acem olursa, Acem o
kadına küfüdür. Velev ki kadının bir nevi şerefi olsun. Çünkü nesep babalara
aittir. Onun içindir ki böyle bir kadına zekât vermek caizdir. Annenin şerefi
cihetinden aralarında meydana gelen fark itibara alınmaz. Ben bunu açıklayan
görmedim. Allahu a'lem.
METİN
Bu Araplardadır.
Acemlere gelince: Onlarda hürriyet ve İslâm cihetinden kefâet aranır. Yalnız
kendisi müslüman olan; yahut âzâd edilen kimse babası müslüman veya hür; yahut
babası âzâdlı annesi aslen hür olana küf'ü değildir. Babası müslüman yahut hür
olan kimse, iki babası müslüman olan kadına küf'ü değildir. İslâm ile hürriyette
iki baba çok babalar gibidir. Çünkü nesep dede ile tamam olur. Fetih'te "Bizzat
müslüman olân bir kimsenin bizzat âzâd edilene küf'ü olması uzak görülemez.
Fakat şerefsizin âzâdlısı, şerefli bir kimsenin âzâd ettiği kadına küfü'
değildir." denilmiştir.
İZAH
«Bu Araplardadır.»
Yani nesebi itibara almak ancak Araplardadır. Onlarda İslâmiyet itibara alınmaz.
Nitekim Muhit, Nihâye ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Diyanet de muteber
değildir. Nitekim Nazım'da beyan edilmiştir. Sanat da muteber değildir. Nitekim
Muzmerât'da beyan edilmiştir. Çünkü Araplar bu sanatları kendilerine geçim
vasıtası yapmazlar. Geri kalanına, yani hürriyetle mala gelince: Ulemanın
ibarelerinden anlaşıldığına göre, bunlar muteberdir. Kuhistâni. Lâkin bu söz
götürür. Onu yerlerinde göreceksin.
«Acemlere gelince»
onlardan murad, Arap kabilelerinden birine müntesip olmayanlardır. Bunlara
mevâlî ve âzâdlılar denir. Nitekim yukarıda geçti. Zamanımızda umumiyetle köy ve
kasabaların halkı Arapça konuşsun konuşmasın bunlardandır. Ancak mâruf nesebi
olanlar müstesnadır. Meselâ dört halifeden birine veya Ensar gibilerine müntesip
olanlar böyledir.
«Onlarda hürriyet
ve İslâm cihetinden kefâet aranır.» Bundan şu anlaşılır ki İslâm Araplar
hakkında muteber değildir. Nitekim Ebû hanife ile İmameyn bunda müttefiktirler.
Çünkü Araplar İslâmîyette övünmezler. Onlar ancak neseple övünürler. Şu halde
bir babası kâfir olan Arap, İslâm'da birçok babaları olan Arap kızına küfü'dür.
Hürriyete gelince:
O Araplara lâzımdır. Çünkü onları köle yapmak caiz değildir. Evet, İslâm
Araplarda zevcin kendine bakarak babasının ve dedesine bakarak değil muteberdir.
Şu izaha göre nesep yalnız Araplarda muteberdir. Babanın ve dedenin müslüman
olması yalnız Acemlerde; hürriyet ise hem Acemlerde hem Araplarda muteberdir.
Kocanın müslümanoluşu da böyledir. Bahır'daki ifadenin hulâsası budur.
«Annesi aslen hür
olana küfü değildir.» Çünkü âzâd edilen kocada kölelik eseri vardır ki, o da
vefâdır. Kadının annesi esasen hür ise, o kadında aslen hürdür. Bunu Bahır
sahibi Tecnîs'ten nakletmiştir. Fakat annesi cariye ise, o kadın cariyelik
hususunda annesine bağlıdır. Binaenaleyh âzâdlı bir erkek ona küfü olur. Annesi
âzâdlı olan kadın bunun hilâfınadır. Çünkü o kadının hürriyette bir babası
vardır. Zira Bahır'da "Hürriyet İslâm'ın nâziridir." denilmiştir. Bunu Tahâvî
söylemiştir.
«İki babası...»
Yani hem İslâm'da, hem hürriyette demektir. T.
«İslâm ile
hürriyette iki baba çok babalar gibidir.» Yani bir kimsenin İslâm'da yahut
hürriyette bir babası ve dedesi varsa, o kimse İslâm'da babaları olana küfüdür.
Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: «İmam Ebû Yusuf bir kişiyi ikiye katmıştır. Nasıl
ki tarifte mezhebi budur. Yani şehadetlerle dâvâlarla onun mezhebi budur. Derler
ki: Ebû Yusuf bunu ancak baba müslüman olduktan sonra dedenin küfü ayıp
sayılmayan yerde söylemiştir. Tarafeyn ,ise ayıp sayılan yerde söylemişlerdir.
Buna delil, hepsinin "Araplar hakkında ayıp değildir. Çünkü onlar bu hususta
ayıplanmazlar." demeleridir. Bu güzeldir, hilâf bununla ortadan kalkar.» Nehir
sahibi de ona tâbi olmuştur.
«Bizzat âzâd
edilene küfü olması uzak görülemez ilh...» Zâhirine bakılırsa, Fetih sahibi bunu
kendi anlayışıyla söylemiştir. Ben bunu Zahîre'de de gördüm. İbaresi şudur:
«İbn-i Semâa, müslüman olan bir adamın âzâd edilen bir kadına küfü olduğunu
söylemiştir.» Bunun vechi şudur: O adam hür olarak müslümanlığı kabul eder,
kadın da müslüman olarak âzâd edilirse, erkekte küfrün eseri, kadında da
cariyeliğin eseri kalır. Bunların ikisi de noksanlık veren şeylerdir. Ama
erkekte aslen hür olmanın şerefi, kadında aslen İslâm olmanın şerefi vardır.
Bunlar da kemâl veren şeylerdir. Böylece her ikisi müsavi olurlar. Şimdi şu
kalır: İş aksine olursa, yani kadın müslüman olur erkek âzâd edilirse, zâhire
göre İslâm'ı ârızî olmamak şartıyla hüküm yine böyledir. Aksi takdirde o adamda
hem küfrün eseri, hem köleliğin eseri beraberce bulunurlar ve kendisi yalnız
küfrün eseri bulunan kadına küfü olamaz.
«Şerefsizin
âzâdlısı ilh...» cümlesini Bahır sahibi Müctebâ'ya nisbet etmiştir. Bedâyi'de de
bunun bir misli vardır. Bedâyi sahibi şöyle demiştir: «Hattâ Arabın mevlâsı,
Benî Hâşim'in mevlâlına küfü olamaz. Hattâ beni Hâşim'in mevlâtı kendini Arabın
mevlâsına nikâh etse, âzâd eden için itiraz hakkı vardır. Çünkü vefâ hakkı nesep
mesabesindedir. Peygamber (s.a.v.) "Vefâ, nesep hısımlığı gibi bir hısımlıktır."
buyurmuştur.» Bu ifadenin bir misli de Zahîre'dedir. Şarihin vefâ bahsinde
zikrettiğine göre, âzâd edilenin vefâsında kefâet muteberdir. Binaenaleyh bir
tacirin âzâd ettiği, ataların âzâd ettiğine küfüdür. Tabağın âzâd ettiğine küfü
değildir. Bunun üzerine yine Bedâyi sahibinin arzettiğimizden önce
söylediklerimüşkil kalır. Şöyle demiştir: «Arabın mevlâları Kureyş'in
mevlâlarına küfüdürler. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in "Mevlâlar birbirlerine
küfüdürler." hadis-i şerifi umum ifade eder.»
T E M B i H :
Mevlel-muvâlât mevlel-atakâya küfü değildir. Zahîre sahibi diyor ki: «Muallâ'nın
Ebû Yusuf'tan rivayetine göre, bir İnsanın elinde müslüman olan kimse
mevlel-atakâlara küfü olamaz.» Tahâvî şerhinde de şöyle denilmiştir: «Bir kavmin
en şereflisinin âzâd ettiği kadın, mevâliye küfü olur. Çünkü o kadının vefâ
şerefi vardır. Mevâlinin ise İslâm'da babalan bulunma şerefi vardır»
METİN
Müslüman olan
mürted dinden dönmeyene küfü'dür. İki zımmî arasında kefâret ise, ancak bir
fitneden dolayı muteberdir. Araplara Acemler arasında diyanet, yani takva
cihetinden kefâret muteberdir, Binaenaleyh bir fâsık bir salihaya yahut iyi
adamın kızı olan fâsıkaya, ilân ederek olsun etmeyerek olsun zâhire göre küfü
olamaz. Nehir.
İZAH
«Müslüman olan
mürted ilh...» cümlesini Bahır sahibi Kınye'den nakletmiş; fakat bir şey
söylememiştir. Galiba bu, dinden dönme müddeti uzun sürmeyen mürted hakkında
olacaktır. Onun için de dâr-ı harbe iltihak ederse diye kayıtlamamıştır. Çünkü
İslâm memleketinde dininden döner müslüman olmazsa öldürülür. Fakat dininden
döner de üzerinden uzun zaman geçer ve bununla şöhret bulur da evvelâ dâr-ı
harbe iltihak eder sonra müslüman olursa, hiç irtidat etmemiş bir kadına küfü
olamaması gerekir. Zira kadına bu sebeple ârız olacak ayıplama, aslen kâfir olup
da sonradan müslümanlığı kabul eden kimse sebebiyle gelecek ayıplamadan daha
büyüktür.
«Ancak bir fitneden
dolayı...» Yani bir fitneyi def etmek için muteberdir. Fetih sahibi Asıl'dan
naklen şöyle demiştir: «Ancak nesebi meşhur olursa, meselâ krallarından birinîn
kızını bir dokumacı veya seyis aldatırsa, araları ayrılır. Bu, kefâet yok diye
değil, fitneyi yatıştırmak içindir. Hâkim, müslümanlar arasında olduğu gibi,
onların arasında da fitneyi yatıştırmakla memurdur.»
«Araplarla Acemler
arasında kefâet muteberdir ilh...» Bahır sahibi diyor ki: «Ulemanın zahir olan
sözleri gösteriyor ki, tâkva Araplarla Acemler hakkında muteberdir. Binaenaleyh
fâsık bir Arap, Arap olsun Acem olsun salih bir kadına küfü olamaz.» Nehir
sahibi "İzahü'l-İslâh'ta, mezhebin bu olduğu açıklanmıştır." demektedir. Yine
Bahır'da belirtildiğine göre, ulemanın zâhir olan sözleri, her ikisinde kefâetin
mal cihetinden muteber olduğunu göstermektedir.
Ben derim ki: Sanat
da öyledir. Nitekim Bedâyi'den nakledeceğimiz ifadeden anlaşılacaktır.
"Diyanet"
cihetinden kefâet Şeyhayn'a göre muteberdir. İmam Muhammed muteber olmadığını
söylemiştir. Meğer ki dövülerek kendisiyle alay edilsin yahut pazar
yerlerinesarhoş çıkarak kendisiyle çocuklar oynasın. O zaman diyanet muteber
olur. Çünkü onunla alay eder. Hidâye. Fetih'te Muhit'ten nakledildiğine göre,
fetva İmam Muhammed'in kavline göredir. Lâkin Tatarhâniyye'de Muhit'ten naklen
"Fetvanın buna göre olduğu söylenir." denilmiştir. Muhit-i Burhâni'den naklen
Makdisî'de de öyledir. Bunun bir misli de Zahîre'dedir. Bahır sahibi diyor ki:
«Bu, Mebsût'un sahihlediğine uygundur. Hidâye'nin sahihlediği buna aykırıdır.
Fakat metinlerdeki kaville fetva vermek evlâdır.»
«Binaenaleyh bir
fâsık ilh...» Mâlûmun olsun ki Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Kadın saliha
olur da babası sâlih olmazsa; yahut babası salih olur da kızı böyle olmazsa,
fâsık bir kimse bu kıza küfü olur mu olmaz mı tereddüd ettim. Şarihlerin zâhir
olan sözlerine göre, itibar kızın babasıyla dedesinin salâhınadır. Çünkü
şarihler; fâsık bir kimse salih kimselerin kızına küfü olamaz demişlerdir. Mecma
sahibi kızın salâhını itibara alarak; fâsık bir kimce salihaya küfü olamaz
demiş; Hâniyye'de dahi fâsık, salih kimselerin kızı olan salih bir kadına küfü
olamaz denilerek hepsinin salâhı nazar-ı itibara alınmıştır. Zâhire bakılırsa,
kadının veya babalarının salih olması, fâsıkın ona küfü sayılamaması için
kâfidir. Ama ben bunu açık olarak görmedim Nehir sahibi onunla münakaşa ederek
"Hâniyye'nin sözü dahi, fâsık, muhterem ve insanlarca sultanın avanesi gibi
tazim görürse, salih kimselerin kızma küfü olur merkezindedir. Bazı Belh
ulemasının beyanına göre, ilân etsin etmesin küfü olmaz. İbn-İ Fadi bunu ihtiyar
etmiştir." demiştir ki, bu söz sadece babaların salâhı îtibar edileceğini
gösterir. Zâhir olan budur. O zaman kadının fıskına itibar yoktur. Yani kadın
iyi adam kızı fakat fâsık olursa, fâsık birisi ona küfü olamaz. Çünkü itibar
babanın salâhınadır. Kızın fıskına bakılmaz. Bunu şu da teyid eder ki, kefâeti
kadın ıskat ederse, o velîlerin hakkı olur. Çünkü salih bir kimse, fâsık
dâmadıyla ayıplanır. Lâkin Bahır sahibinin Hâniyye'den naklettiği söz, kadının
salâhının, da itibara alınacağını gerektirir. Nitekim yukarıda geçti. O zaman
Hâniyye'nin ikinci sözünü buna yorumlamak mümkün olur. Şuna binaen ki, salih
kimsenin kızı ekseriyetle salih olur. Yakûbiyye hâşiyelerinde şöyle
denilmektedir: «Fâsık bir kimse salih kimsenin kızına küfü olamaz ifadesi söz
götürür. Şöyle ki: Salih bir kimsenin kızı fâsık olabilir. O zaman ulemanın
açıkladıkları gibi küfü olur. Evlâ olan Mecma'nın ifadesidir ki şudur: Fâsık,
saliha bir kadına küfü değildir. Meğerki ekseriyetle salih kimsenin kızı da
salih olur. Musannıfın sözü de ekseriyetle vâki olana binaendir denilsin.»
Kuhistânî'nin sözü de böyledir. O şöyle demiştir: «Yanı kadın da salihadır. Bunu
zikretmemesi, ekseriye babasının salâhıyla kızı da saliha olduğu içindir.»
Makdisî de böyle demiştir.
Ben derim ki:
Ulemanın, kadının salâhını ailesinin salâhına bina ederek bununla yetinmeleri,
kadının hali ekseriyetle gizli kaldığı içindîr. Bilhassa bekârlarla küçüklerin
hali bilinmez. Zahîre'de bildirildiğine göre Şeyhülislâm "Fâsık bir kimsenin Ebû
Hanife'ye göre âdilkimseye küfü olamayacağını söylemiştir. Ebû Yusuf'la İmam
Muhammed'den bir rivayete göre içki içen kimse bunu gizler de kimseye
belirtmezse, iyi ailelerden salih bir kadına küfü olabilir. Aşikâre içerse
olamaz. Fetvanın bunun üzerine olduğu söylenir.
Ben derim ki:
Hâsılı ulemanın sözlerinden anlaşılan, hepsinin salâh halini itibara
almalarıdır. Kadının yahut babalarının salâhını söylemekle yetinenler,
ekseriyetle görülen hale bakmışlardır ki, evlâtla babanın salâhı birbirine
bağlıdır. Buna göre fâsık, iyi adam kızı bir salih kadına küfü olamaz. O ancak
fâsık kızı fâsık bir kadına küfü olur. İyi adam kızı fâsık bir kadına da küfü
olamaz. Nitekim Yakûbiyye'de nakledilmiştir. Kızın babası için itiraz hakkı
yoktur. Çünkü kızı sebebiyle ayıplanması, dâmadı sebebiyle ayıplanmasından daha
çoktur. Fâsık kızı saliha bir kadın, kendini bir fâsık adama nikâhlarsa, onun
babası için de itiraz hakkı yoktur. Çünkü o da öteki gibidir. Kadın fâsıkla
yaşamaya razı olmuştur. Fakat kız küçük olur da babası onu bir fâsık ile
evlendirirse, fıskını bildiği halde olursa akit sahihtir. Büyüdüğünde kıza
muhayyerlik yoktur. Çünkü babanın bundan önceki bâbta geçtiği vecihle sâpık
olmamak şartıyla bunu yapmaya hakkı vardır. Ama baba iyi bir adam olup dâmadın
da iyi olduğunu zannederse, akit sahih değildir. Bezzâziye sahibi diyor ki: «Bir
adam kızını verir de onun iyi olduğunu, içki içmediğini zanneder, fakat dâmat
sarhoş çıkarsa, kız büyüdüğünde; ben nikâha razı değilim, dediği taktirde
bakılır: Babası içki içmez, içkicilerle tanınmaz ve ailesinin ekserisi iyi
insanlarsa, bu nikâha bilittifak bâtıldır. » Bu izahı ganimet bil. Çünkü tektir.
«İyi adamın kızı»
sözü, gerek salihanın, gerekse fâsık kadının sıfatıdır. Binaenaleyh muteber olan
sadece babaların salâhıdır. Kadın iyi kimselerin kızı olduktan sonra kendisinin
fıskına bakılmaz. Nehir'den naklettiğimiz de budur. Evet bu, Yâkubiyye'den
naklettiğimize muhaliftir.
«İlân ederek olsun
etmeyerek olsun.» Fıskın; ilân edenin hail zâhirdir. ilân etmezse; şahit
çağırarak bu adam fâsıklık sayılan filan işi yapmıştır. Ama bunu âşikâre yapmaz,
diye isbatla bilinir ve velîlerin isteği ile araları ayrılır. T.
«Zâhire göre» sözü,
Nehir sahibi tarafından zâhir görülerek söylenmiş bir sözdür. Zannolunduğu gibi
zâhir rivayet değildir. Zira Hâniyye'de Serahsî'den naklen açıklandığına göre,
zâhir rivayette Ebû Hanife'den bu hususta bir şey nakledilmemiştir. Sahih olan
ona göre fâsıklığın kefâete mâni olmamasıdır. Evvelce arzetmiştik ki, Hidâye'nin
sahih dediği kavil buna muarızdır.
METİN
Kefâet mal ve sanat
cihetinden de muteberdir. Meselâ dâmat sanat sahibi değilse, mehr-i muacceli ve
karısının bir aylık nafakasını vermeye muktedir olmalı, aksi takdirde kadın
cimaya elverişli ise her gün onun günlük yiyeceğini kazanabilmelidir. Sanat
yönünden: meselâ bir dokumacı, terziye; terzi manifaturacı ve tâcire; bunların
ikisi de, âlim ve kadıya küfü olamazlar.
İZAH
«Kefâet, mal
cihetinden» Arab olanlarla olmayanlar için muteberdir. Nitekim Bahır'dan naklen
yukarıda geçmişti. Çünkü mal ile öğünmek, âdeten başka şeylerle öğünmekten daha
çoktur. Bilhassa zamanımızda böyledir. Bedâyi.
«Mehr-i muaccel»
den murad, peşin verilmesi âdet olan mehirdir. Velev ki bütünü olsun. Fetih.
Bütününü vermeye kudreti olmak şart değildir. Zâhir rivayete göre zenginlikte
kadına müsavi olmak da şart değildir. Sahih olan kavil budur. Zeylâî. Dâmat
çocuk olursa, babasının veya annesinin yahut dedesinin zenginliği ile o da
zengin sayılır. Nitekim gelecektir. Bu söz, mehir miktarı borcu olana da
şâmildir. Böylesi de küfü sayılır. Çünkü iki borçtan hangisini dilerse
ödeyebilir. Nitekim Valvalciyye'de belirtilmiştir. Yine bu söz, fakir bir
ailenin fakir kızına da şâmildir. Nitekim Vâkıat sahibi bunu açıklamış; mehir ve
nafaka kocaya aittir; binaenaleyh bu vasıf onun hakkında muteberdir diye
ta'lilde bulunmuştur. Keza bu söz sultan ve âlim gibi mevki sahibine de
şâmildir. Zeylâi diyor ki:«Bazıları nafakadan hiçbir şeye mâlık olmasa yine küfü
olacağını söylemişlerdir. Çünkü bozuk düzen bununla yoluna girer. Onun içindir
ki ulema "Arap olmayan bir fâkih, cahil bir Araba küfüdür." demişlerdir.
«Bir aylık nafaka»
yı Tecnîs sahibi sahihlemiştir. Müctebâ sahibi ise, kazanmak suretiyle nafakaya
muktedir olmayı kâfi ve sahih bulmuştur. Şu halde sahih kabul edilen kavil
muhtelif demektir. Bahır sahibi ikinci kavli zâhir bulmuş; Nehir sahibi ise
şarihin söylediği şekilde iki kavlin arasını bulmuş, Hâniyye'de buna işaret
edildiğini söylemiştir.
«Kadın cimaya»
elverişli değilse, yani buna tâkat getiremeyecek kadar küçük ise, erkek ona
küfüdür. Velev ki nafakaya kudreti olmasın. Çünkü böyle bir kadına nafaka
yoktur. Fetih. Bu ifadenin bir misli de Zahîre'dedir.
«Sanat» cihetinden
kefâet, Kerhî'nin beyanına göre İmam Ebû Yusuf indinde muteberdir. Ebû Hanife bu
hususta işi Arapların âdetine bina etmiştir ki, Araplara mevâlî olanlar bu
işleri yaparlar, ama bunlardan sanat kasdetmezler ve bunlar sebebiyle
ayıplanmazlar. Ebû Yusuf beldeler halkının âdeti ile cevap vermiştir. Onlar bu
işleri sanat ittihaz ederler ve bunların aşağı olanıyla ayıplanırlar.
Binaenaleyh hakikatta İmam-ı Âzam'la Ebû Yusuf arasında hilâf yoktur. Bedâyi. Bu
izaha göre Araplardan şehirlerde yaşayan ve sanat ittihaz edenler hakkında bu
işlerde kefâet muteberdir. O zaman bunlar Araplarla Acemler orasında muteber
sayılır.
«Meselâ bir
dokumacı ilh...» Mültekâ ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Bir dokumacı, kan
alıcı, süpürgeci, tabak, berber, baytar, demirci veya bakırcı, sair sanat ehline
meselâ atlara, manifaturacıya veya kumaş satana küfü değildir. Bu sözde sanatın
iki cins olduğuna ve bir sanat ehlinin diğerine küfü olmayacağına işaret vardır.
Lâkin her sanat ehlinin fertleri birbirlerine küfüdürler. Bununla fetva verilir.
Zâhidî.»
Yani sanatlar
birbirinden uzaklaşınca, birinin ehli diğerininkine küfü olamaz. Yalnız birinin
efradı birbirine küfüdürler. Bu söz şunu da ifade eder ki; iki tarafın sanatta
birleşmesi târafın değildir. Birbirine yakın olması kâfidir. Binaenaleyh
dokumacı kan alıcıya, tabak süpürgeciye, bakırcı demirciye, attar manifaturacıya
küfüdür. Hulvânî "Fetva buna göredir." demiştir. Fetih'te "Mucip, örf
sahiplerinin azımsamasıdır. Hüküm buna göre devreder." denilmiştir. Şu halde
İskenderiye'de dokumacı attara küfü olmak gerekir. Çünkü dokumacılığın orada
itibarı iyidir, küçümsenmez. Meğerki onunla birlikte başka bir sanatın düşüklüğü
olsun. Bu ifade gösterir ki, sanatlar birbirine yakın olduğu veya birleştiği
vakit, kalan cihetlerden kefâetin itibara alınması icabeder. Meselâ Acem attar
Arap attara veya manifaturacıya küfü olamaz. şimdi tabak ve berber Arap olursa.
Acem attara veya manifaturacıya küfü sayılırını sayılmazmı meselesi kalır. Öyle
görünüyor ki; nesep veya ilim şerefi. sanat noksanlığını tamamlar. Hattâ şair
sanatlan geçer bile. Binaenaleyh cahil bir Acem attar Arap berbere veya âlime
küfü olamaz. Fetih'in sözü de bunu teyid eder. Orada bildirildiğine göre, İmam
Ebû Yusuf'tan bir rivayette, kendisi müslüman olan veya âzâd edilen kimse karşı
tarafın nesebine karşı fazilet sahibi olursa, ona küfü'dür.
«Bunların ikisi de
âlim ve kadıya küfü olamazlar.» Nehir sahibi şöyle diyor: «Binâye'de Gâye'den
naklen bildirildiğine göre süpürgeci, kan alıcı, tabak, bekçi, seyis, çoban ve
kayyim yani tellâk, dikicinin kızına küfü değillerdir. Terzi de manifaturacıyla
tacirin kızına küfü değildir. Manifaturacıyla tacir dahi âlim ve kadının kızına
küfü olamazlar. Dokumacı çiftlikçinin kızına küfü değildir. Velev ki kız fakir
olsun. Bazılarının küfü olduğunu söylemişlerdir.»
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa, terzi gibi biri usta olur da iş kabul eder ve yanında çalışan
çırakları bulunursa, zamanımızda manifaturacının ve tacirin kızına küfü olur.
Nitekim Fethu'l-Kadir'in yukarıda geçen sözünden de anlaşılmaktadır. Çünkü örf-ü
âdette bu noksan sayılmaz. Gerçi Mülteka şerhinde Kâfî'den naklen "Kunduracı
manifaturacıya ve attâra küfü değildir." denilmişse de, zâhire göre bundan
murad, mest veya ayakkabılarını eliyle yapandır. Usta olur da çırakları
bulunursa; yahut onları dikilmiş alıp dükkânında satarsa, bizim zamanımızda
manifaturacı ile attârdan daha aşağı sayılmaz. Tahtâvî diyor ki: «Ulema âlimle
kadı hakkında mutlak söz etmiş, âlimi amel eden diye kayıtlamadıkları gibi;
kadıyı da rüşvet almayan diye kayıtlamamışlardır. Zahire göre kayıtlamak
lâzımdır. Zira o takdirde kadı zâlim sayılır. İlmi ile amel etmeyen âlim de onun
gibidir. Bunu kaydetmelidir.»
Ben derim ki:
İhtimal bunu mutlak bırakmaları diyanet hususunda kefâeti söylemelerinden
anlaşıldığı içindir. Zâhire göre o zaman, fasik âlim ile fâsık kadı iyi
insanların salih kızına küfü olamazlar. Çünkü salâh şerefi fıskla birlikte
yürüyen ilim ve kaza şerefinden üstündür.
METİN
Zâlimlerin yolundan
gidenler ise hepesinden aşağıdır. Vazifelere gelince: Bunlar sanatlardan
sayılır. Binaenaleyh vazife sahibi -şayet vazifesi kapıcılık gibi aşağı bir
sanat değilse- tacire küfü'dür. Müderris veya nâzır şehirdeki emîrin kızına
küfü'dür. Bahır. Kefâetin itibara alınacağı yer akdin başıdır. Ondan sonra yok
olması zarar etmez. Akdi yaparken küfü olur da sonra yoldan çıkarsa, akıt
feshedilmez. Ama tabak olur da sonra işi ticarete çevirirse. ayıplanması devam
ettiği takdirde küfü olamaz; devam etmezse olur. Bunu inceleme neticesi Nehir
sahibi söylemiştir. Bir Acem, Arap kızına küfü olamaz. Velev ki âlim veya sultan
olsun. Esah kavil budur. Bunu Yenâbî'den naklen Fetih sahibi söylemiştir. Bahır
sahibi ise zâhir rivayet olduğunu iddia etmiş; musannıf da onu tasdiklemiştir.
İZAH
«Hepsinden
aşağıdır» Yani isterse faziletli ve çok zengin olsun. Çünkü kendisi kan
dökenlerden ve başkalarının mallarını yiyenlerdendir. Nitekim Muhit'te beyan
edilmiştir. Evet, bunlar kendi aralarında birbirlerine küfü'dürler. Mültekâ
şerhi. Nehir'de Binâye'den naklen şöyle denilmiştir: «Mısır'da bir cins vardır
ki, bütün cinslerden aşağıdır. Bunlar lağımcılar taifesidir.»
Ben derim ki:
"Yolundan gidenler" diye kayıtlaması gösterir ki, emir ve sultan gibi metbu
böyle değildir. Çünkü o örfen tacirden daha şereflidir. Nitekim şarihin
Bahır'dan naklen aşağıda söyleyeceği de bunu ifade etmektedir. Anladın ki vâcip,
örf sahiplerinin noksan görmeleridir. Hüküm onunla beraber devreder. Bu izaha
göre bir kimse emîr veya emîre tabi bulunur da; varlıklı, insanlar arasında
sevilip sayılan biri olursa, şüphesiz örf-ü âdette kadın tabak, dokumacı ve
emsalinde olduğu gibi onunla ayıplanmaz. Her gün hatâlara inerek müslüman -
kâfir bütün evlerin pisliğini taşıyan lağımcıyı geç. Velev ki bununla insanların
veya mescitlerin pisliklerden temizlenmesini kasdetmiş olsun. Velev ki emîr veya
ona tâbi olanlar âlemin mallarını yesinler. Çünkü burada istinat noktası
dünyadaki alçaklık ve yüksekliktir. Onun içindir ki imam Muhammed "Diyanet
hususunda kefâet mutebar değildir. Çünkü diyanet âhiret hükümlerindendir. Dünya
hükümleri onun üzerine kurulamaz." dediği vakit, ulema ona şöyle cevap
vermişlerdir: «Her yerde muteber olan, âhiret hükümlerinden olsun olmasın
delilin iktiza ettiği şeydir. Bilâkis diyaneti itibara almak dünyevî bir şeye
mebnîdir ki, o da dâmadın fıskı ile iyi insanların kızının ayıplanmasıdır.»
Ben derim ki:
ihtimal Muhit'ten yukarıda naklettiğimiz "Zâlime tâbi olan kimse
hepsindenaşağıdır." sözü onların zamanına aittir. O zaman din ve takva ile
öğünmek galip idi. Bizim zamanımızda öyle değildir. Şimdi dünya ile öğünmek
modadır. Allahu a'lem.
«Vazifelere
gelince...» Bundan murad. Evkaf'taki memuriyetlerdir. «Bunlar sanatlardan
sayılır.» Çünkü bunlar Mısır'da sair sanatlar gibi birer kazanç yolu
olmuşlardır. Bahır.
«Aşağı bir sanat
değilse...» Yani örfen kapıcılık, şoförlük, odacılık, el ulaklığı gibi bayağı
sayılmıyorsa demektir. Bahır. "Müderris" Yani şer'î bir ilim okutan.
"Nâzır" Vakıf
işlerine bakan memurdur. Bu söz Bahır sahibinin yaptığı bir incelemedir. Lâkin
şimdi nâzır şerefli bir insan sayılmamaktadır, bilâkis herkes gibidir. Bazen
âzadlı bir zenci olabilir. Çok defa vakfın maIını yer; kötü yerlere sarfeder. Şu
halde bu zikredilenlere nasıl küfü olabilir. Meğerki faziletli bir nâzır ve
mescit nâzırı gibi kayıtlarla kayıtlanmış ola. Vâkıfın şartıyla bir vakfa tayin
edilen nâzır bunun hilâfınadır. Çünkü o bununla yükseklik kazanmaz. T.
«Şehirdeki emirin
kızına küfü'dür.» Şüphesiz ki emîrin kızı diye tahsisi mubalâğa içindir. Yani
tacirin kızına evleviyetle küfû olur ve emîrin tacirden daha şerefli olduğunu
ifade eder. Nitekim örfen de böyledir. Bu, bizim yukarıda geçen bahsimizi teyid
eder. Nitekim buna tembihte bulunmuştuk.
«Kefâetin itibara
alınacağı yer akdin başıdır.» Ben derim ki: Buna Zahîre'nin şu ifadesiyle itiraz
olunur: «Bir kan alıcı, nesebi bilinmeyen bir kadınla evlenir de, sonra
Kureyş'ten biri onu iddia ederek kendi kızı olduğunu isbat ederse, aralarını
ayırabilir. Ama kadın bir adamın cariyesî olduğunu ikrar ederse nikâhı iptal
ettiremez.» Buna şöyle cevap verilebilir: Nesebin sübutu gebe kalma vaktine
istinat ettiği için, nikâh kıyılırken kefâet yoktur. Vardı da sonra yok oldu
demek değildir kî, akit zamanındaki itibara aykırı olsun. îkrar meselesine
gelince: Kadının kendine münhasırdır. Kocası onunla ilzam edilemez. Zira
tekarrur etmiş bir kaidedir ki, ikrar huccet-i kâsıradır. Yalnız ikrarı yapan
hakkında geçerlidir.
«Sonra yoldan
çıkarsa» yerine, sonra kefâeti kalmazsa dese daha iyi olurdu. Çünkü yoldan
çıkmak diyanetin mukabilîdir. Diyanet ise kefaette nazar-ı itibara alınan
şeylerdendir. T.
«Ama tabak olur da
ilh...» Bu cümleyi Bahır sahibi "Küfü olması gerekir." diyerek yukarki cümleye
tefri etmiş; sonra istidrakta bulunmuştur. Çünkü ulema "Sanatı terk etmek mümkün
ise de, ayıplaması kalır." demislerdir. O, ulemanın bu sözüne muhaliftir. Nehir
sahibi yatıştırma yaparak şunu söylemiştir: «Ayıplaması devam ederse küfü olmaz.
Ama zaman geçmekle unutulursa küfü olur dese iyi olurdu.»
METİN
Lâkin Nehir'de
şöyle denilmiştir: «Eğer şereflilik, mevki ve itibar sahibi diye tefsir
edilirse. o zaman Hz. Ali cinsinden bir kadına küfü olamaz. Nitekim Yenâbi'de
beyan edilmiştir. Alimdiye tefsir edilirse küfü'dür. Çünkü ilmin şerefi, nesep
ve mal şerefinden daha üstündür. Nitekim Bezzâzî kesinlikle buna hükmetmiş;
Kemâl ve başkaları da bunu kabul etmişlerdir. Bunun vechi zâhirdir. Onun için
Aişe, Fâtıma (r.a.)'dan daha faziletlidir denilmiştir. Bunu Kuhistânî
söylemiştir.»
İZAH
«Lâkin Nehir'de
ilh...» şöyle denilmiştir: «Onun sözü gösteriyor ki, Arap olmayan bir kimse
Araba küfü değildir. Velev ki şerîf olsun. Lâkin Kâdıhân'ın Câmi'inde
bildirildiğine göre ulema; şerîf bir kimse soyluya küfü'dür demişlerdir. Şu
halde bir Acem cahil Araba ve şerîfe (Hz. Ali sülâlesine) küfü olur. Çünkü ilmin
şerefi nesep şerefinden yüksektir.» Fethu'l-Kadir sahibi bunu kabul etmiş;
Bazzâzî kesinlikle buna kâil olarak şunu da ilâve etmiştir: «Fakir bir âlim
cahil zengine küfü'dür. Bunun vechi zâhirdir. Çünkü ilmin şerefi nesep şerefinin
üstündedir. Mal şerefinin üstünde olacağı ise evleviyette kalır. Evet,
şereflilikten bazen mevki ve itibar kasdedilir. Nitekim Muhit sahibi
Sadru'l-İslâm'dan naklen onu böyle tefsir etmiştir. Böylesi Arap kızına küfü
değildir. Nitekim Yenâbi'de bildirilmiştir.» Nehir sahibinin sözü kısaltılmış
olarak burada sona erer.
Ben derim ki:
Mademki Yenâbi'de bir şerîfin Arap kızına küfü olamaması, şerîfi mevki ve itibar
sahibi diye tefsir etmeye bağlıdır. O halde musannıfın ölüm hakkında küfü
değildir diye sahihlemesi ve şarihin de bunu Yenâbi suhibine nisbet etmesi doğru
değildir. Hayreddin-i Remlî'nin Mecmau'l-Fetevâ'dan naklen bildirdiğine göre bir
âlim şerefli bir kıza küfü'dür. Çünkü hasep şerefi, nesep şerefinden daha
kuvvetlidir. Bundan dolayıdır ki Aişe (r.a.) Hz. Fatıma'dan efdaldir
denilmiştir. Çünkü Hz. Aîşe'nîn ilmî şerefi vardır. Muhit'te böyle denilmiştir.
Remlî şunu da söylemiştir: Buna Muhit sahibi ile Bezzâziye, Feyz, Câmiu'l-Fetevâ
ve Dürer sahipleri kesinlikle kali olmuşlardır. Sonra musannıfın buradaki
ibaresini naklederek;"Anlaşılıyor ki burada ihtilâf edilmiştir. Lâkin zâhir
rivayete göre küfü olmadığı sahihlenmiştir. Mezhep budur, Bahusus Yenâbi sahibi
onun esah olduğunu da söylemiştir." demiştir.
Ben derim ki:
Yenâbi sahibinin sahihlediğinin musannıfın benimsediğinden başka olduğunu
gördün. Söylediği zâhir rivayete gelince: O bu hususta Bahır sahibine tâbi
olmuştur. Şarihin "Bahır sahibi ise bunun zâhir rivayet olduğunu iddia etmiş
ilh..." ifadesi gösteriyor ki. zâhir rivayet olduğu mücerret bir dâvâdır. Delili
yoktur. Delil nâmına yalnız fukahanın metinlerde ve başka yerlerde "Araplar
birbirlerine küfüdürler." sözü gösterilebilir. Yani başkaları onlara küfü
olamaz. Şüphesiz ki bu söz zâhiren mutlak ise de, ulema onu, "âlim olmayan" diye
kayıtlamışlardır. Bunun nice benzerleri vardır. Çünkü mezhep ulemasının
yaptıkları küllî kaidelerden yahut fer'î meselelerden veya naklî delillerden
alarak mutlak ibarelere birtakımkayıt ve şartlar koymaktır. Burada da öyledir.
Fetevâ'i Hayriyye'nin sonunda zikredilmiştir ki, Kureyşli bir cahil, bir
mecliste âlimin önüne geçerse haram işlemiş olur. Çünkü bütün ulemanın
yazdıklarına göre, âlim bir insan Kureyşliden üstündür. Teâlâ Hazretleri "Hiç
bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?" âyet-i kerîmesinde, Kureyşli iIe başkasının
arasında fark yapmamıştır ilh... Fetevâ-i Hayriyye sahibi sözü uzatmıştır. Ona
müracaat edebilirsin. Âyet-i kerîmenin delâleti ve ulemanın acık beyanları ile
ilmin şerefi nesep şerefinden daha kuvvetlî olunca, ulemanın burada mutlak
bıraktıklarını kayıtlamak gerekir. Binaenaleyh ulemanın söyledikleri zâhir
rivayete muhalif değildir. Bir kimsenin "Ebû Hanife, Hasan-ı Basrî ve bunlardan
başka Arap olmayan biri cahil bir Kureyşlinîn yahut topuklarına sîldiren bir
Arabın kızına küfü değildir." demesi nasıl doğru olabilir! Öyleyse bildiğin gibi
Muhit sahibi ve başkaları ulemanın söylediklerine kesin olarak kail oldularsa,
muhakkık İbn-i Hümam ile Nehir sahipleri bunu kabul ettiler; şarih de onlara
uyduysa bu çok görülmez. AIIahu a'Iem,
«Onun için...» Yani
ilmin şerefi nesep şerefinden daha kuvvetli olduğu içindir ki, Ayşe (r.a.)
efdaldir denilmiştir. Çünkü onun ilmi çoktur. Bu sözün zâhirine bakılırsa "Nesep
cihetinden Fâtma efdaldir." denilemez. Çünkü sözün gelişi, iImin şerefinîn nesep
şerefinden daha kuvvetli olduğunu beyan hususundadır. Lâkin şöyle denilebilir:
«Bu, Fâtıma (r.a.)'yı bundan çıkarmakla olur. Çünkü onun hakkında vasıtasız
cüz'iyyet tahakkuk etmiştir.» Onun için İmam Mâlik "Fâtıma, Peygamber
(s.a.v.)'in bir cüzüdür. Onun bir cüzü olan kimseden daha faziletli kimse
olamaz." demiştir. Ama bundan onun alelıtlak faziletli olması lâzım gelmez. Aksi
takdirde Peygamber (s.a.v.)'in diğer kızlarını Hz. Ayşe'den hattâ dört halifeden
üstün tutmak lâzım gelir ki bu, icmâya muhaliftir. Nitekim bunu İbn-i Hâcer
Fetevâ'sında beyan etmîştir. O halde ekseri ulemadan nakledilen "Ayşe, Fatma'dan
efdaldir." Sözü; ilim gibi Cennet'te Peygamber (s.a.v.) ile beraber olması gibi
bazı hususta yorumlanır.
METİN
Bir Hanefî Şâfînin
kızına küfüdür. Bize ne zaman onun mezhebini sorarlarsa, kendi mezhebimizle
cevap veririz. Nitekim bunu musannıf Cevâhiru'l-Fetevâ'ya nisbet ederek
anlatmıştır. Köylü kasabalıya küfüdür. Beldeye itibar yoktur. Nitekim güzelliğe
de itibar yoktur. Hâniyye. Akla ve satışın feshine sebep olan kusurlara da
itibar yoktur. Şâfî buna muhaliftir. Lâkin Nehir'de Merginânî'den naklen "Deli
bir erkek akıllı kadına küfü değildir." denilmiştir. Keza bir çocuk babasının
veya annesinin yahut dedesinin zenginliği ile mehire nisbetle küfü olur. Bunu
Nehir sahibi Muhit'ten nakletmiştir. Maksat mehr-i muacceldir. Nitekim geçti.
Nafakaya nisbetle küfü değildir. Çünkü âdete göre babalar oğulları nâmına mehri
üzerlerine alır, nafakayı almazlar. Zahîre.
İZAH
«Bir Hanefî
şâfi'nin kızına küfü'dür ilh...» Burada küfü sözünden murad, akdin sahih
olmasıdır. Yani bir Hanefî Şâfî'nin kızıyla evlenirse, biz akdin sahih olduğuna
hükmederiz. Velev ki kızın babasının mezhebine göre kız bâkire olursa, bu akit
ancak velîsinin girişmesiyle sahih olsun. Çünkü biz kendi mezhebimizde sahih
olduğuna inandığımız şeyle hüküm veririz. Bezzâziye sahibi diyor ki:
«Şeyhülislâma Şâfiîlerden bülûğa ermiş bir kız kendini bir Hanefî'ye yahut
Şâfî'ye babasının izni olmaksızın nikâhlarsa, sahih olur mu diye sorulmuş. O da
evet, her ne kadar ikisi de sahih olmadığına îtikat etseler de sahihtir. Çünkü
biz mezhebimize göre cevap veririz. Hasmın mezhebine göre cevap vermeyiz. Zira
onun sevaba ihtimalli hata olduğuna inanırız. Bize bu hususta Şâfî'nin mezhebi
nasıldır diye sorarlarsa, onun mezhebine göre cevap vermeyiz demiştir.»
«Zira onun sevaba
ihtimalli hata olduğuna inanırız ilh...» sözü, "Mukallide, efdal olanı taklit
gerekir. Tâ ki mezhebinin daha üstün olduğuna inansın." sözüne istisna eder.
Fakat usül ulemasınca mutemet kavil bunun hilâfıdır. Nitekim kitabın başında
arzetmiştik. Sonra anlattıklarımızdan pekâlâ anlaşılır ki, bu fer'i meseleyi
kefâet bâbında zikretmek münasip değildir.
«Beldeye itibar
yoktur» Yukarıda geçen kefâet nevileri bulunduktan sonra beldeye itibar yoktur.
Bahır sahibi diyor ki: «Köylerde dolaşan tacir, şehirdeki tacirin kızına
küfüdür. Çünkü birbirlerine yakındırlar.»
«Nitekim güzelliğe
de itibar yoktur.» Lâkin dürüstlük, velîlerin yakışıklılık ve güzellikte
mücânezete dikkat etmeleridir. Bunu Tatarhâniyye'den naklen Hindiyye sahibi
söylemiştir.
«Akla itibar
yoktur.» Kâdıhân Câmi' şerhinde şöyle demiştir: «Akla gelince: Mütekaddimin
ulemamızdan onun hakkında bir rivayet yoktur. Müteehhirin ise ihtilâf
etmişlerdir.» Yani kefâette akıl mutebermidir değilmidir diye ihtilâf
etmişlerdir.
«Kusurlara da
itibar yoktur.» Yani kefâetle satışın bozulmasını gerektiren cüzzam, delilik ve
bars gibi kusurlardan selâmet aranmaz.
«Şâfî buna
muhaliftir.» Kadının kocasıyla oturmaya tâkatı yoksa, ilk üçünde İmam Muhammed
de muhaliftir. Şu kadar var ki, ayrılmak veya fesih zevceye aittir, velîye alt
değildir. Nitekim Fetih'te bildirilmiştir.
«Deli bir erkek
akıllı kadına küfü değildir.» Nehir sahibi diyor ki: «Çünkü nikâhtan beklenen
maksatlar elden gider. Binaenaleyh bu fakirlikten ve sanat bayağılığından daha
kötüdür.» Bu söze itimat gerekir. Zira insanlar deliyi evlendirmek sebebiyle
bayağı sanat sahibi olmaktan daha çok tayib ederler.
«Annesinin yahut
dedesinin» sözünü Nehir sahibi Muhit'e nisbet etmiştir. Fetih'te nine de ziyade
edilmiştir. Lâkin yine orada beyan edildiğine göre, bir çocuğu babasının
zenginliği ileküfü saymak zikredildiği vecihle mehri üzerine almak âdetine
mebnîdir. Anne ile dedede bunu teslim ederiz. Fakat ninede onu üzerine alma
âdeti yoktur. Velev ki bazı zamanlarda bulunsun.
«Nitekim geçti.»
Musannıfın "Mal cihetinden mehir muteberdir." dediği yerde geçmişti.
«Çünkü âdete göre
ilh...» ifadesinin muktezası zamanımızda olduğu gibi küçük oğlu nâmına nafakayı
üzerine almak dahi âdet olsa küfü sayılmasıdır. Hattâ zamanımızda baba hanesinde
yaşayan büyük oğlu nâmına bile nafakayı üzerine almaktadır. Zâhire bakılırsa
bununla oğul küfü olur. Çünkü maksat nafakanın koca tarafından milk, kazanç veya
başka bir yolla hâsıl olmasıdır. Bunu şu da teyid eder ki, Hidâye ve diğer
kitapların sözlerinden hatıra gelen bu bâbta sözün, büyük veya küçük olsun
mutlak koca hakkında olmasıdır. Çünkü Hidâye sahibi şöyle demiştir: «Ebû
Yusuf'tan bir rivayete göre kendisi nafakaya kudreti nazar-ı itibare almış,
mehri almamıştır. Çünkü mehirde müsamaha cereyan eder. Kişi babasının zenginliği
ile ona kâdir sayılır.» Evet, Bedâyi'de şu ziyade vardır: «Zâhir rivayete göre
nafaka ile mehir arasında fark yoktur.» Lâkin musannıfın benimsediği kavli Bahır
sahibi Müctebâ'dan nakletmiş, Müctebâ sahibinin onu sahih kabul ettiğini
söylemiştir. Onu küçük çocuğa tahsis etmesi, büyük çocuğun öyle olmamasını
gerektirir. Bunun vechi şudur: Küçük çocuk zekât bâbında babasının zenginliği
ile zengin sayılır. Büyük çocuk öyle değildir. Lâkin sebep babanın üzerine
alması âdetî olduğuna göre, ikisi arasındaki fark zâhir olmadığı gibi; örf olan
yerde büyükle küçük hakkında mehirle nafaka arasındaki fark da zâhir değildir.
Allahu a'lem.
METİN
Kadın kendini
mehrinden daha az bir malla nikâhlarsa, asabe olan velî için mehri mislini
tamamlayıncaya yahut ârı def için hâkim aralarını ayırıncaya kadar itiraz hakkı
vardır. Kocası velî ayırmadan ve zifaf olmadan karısını boşarsa, karısına
müsemmanın yarısı verilir. Zifaftan önce onları birbirinden velî ayırırsa kadına
mehir yoktur. Zifaftan sonra ayırırsa, kadına mehr-i müsemma verilir. Keza
araları ayrılmadan biri ölürse, ölümle nikâh sona erdiği için velînin
tamamlatmayı istemeye hakkı yoktur. Cevâhiru'l-Fetevâ. Bir kimse birine,
kendisine bir kadın nikâhlamasını emreder de, o da bir cariye nikâhlarsa caiz
olur. İmameyn sahih olmadığını söylemişlerdir. İstihsan da budur. Bunu Hidâye'ye
tebean Mültekâ sahibi söylemiştir. Tahâvî şerhinde fetva için İmameyn'in
kavlinin daha güzel olduğu bildirilmiştir. Ebu'l-Leys bunu tercih etmiş;
musannıf da bunu ikrar eylemiştir.
İZAH
«Mehrinden daha az
bir malla ilh...» Yani herkesin aldanmayacağı şekilde nikâhlarsa demektir.
Bundan muradın ne olduğunu önceki bâbta anlatmıştık.
«Asabe olan veli
için itiraz hakkı vardır.» Kadın akılsızsa, başka akrabalarına ve hâkime itiraz
hakkı yoktur. Nitekîm Zahîre'de beyan edilmiştir. Nehir. Zahîre'nin ifadesi
şudur: «Hacredilen kadın mehr-i mislinden daha az bir malla evlenirse, hâkimin
ona itiraza hakkı yoktur. Çünkü harç maldadır, nefiste değildir.» Bahır.
Ben derim ki: Lâkin
Zahîriyye'nin harç bahsinde şöyle denilmektedir: «Kocası o kadınla zifaf
olmamışsa, bazılarına göre ona "Karının mehr-i mislini tamamla" denilir. Razı
olursa ne âlâ; olmazsa araları ayrılır. Zifaf olmuşsa, mehri tamamlaması
gerekir, araları ayrılmaz. Çünkü ayrılık mehr-i misil noksanlığından ileri
gelecekti. Mehr-i mislini ödeyînce bu ortadan kalkar.» İtiraz hakkı vardır
sözünden, akdin sahih olduğu anlaşılır. Evvelce görmüştük ki, kadın dengi
olmayan biriyle evlenirse, fetva için tercih edilen kavil imam Hasan'ın
riayetidir. Yanî akit sahih olmaz. Böyle bir rivayeti burada zikreden görmedim.
Bunun muktezası, akdin sahih olduğunda hilâf bulunmamaktır. Vechi herhalde şu
olsa gerektir: Burada mehr-i misli tamamlamak suretiyle istidrak mümkündür.
Kefâet bulunmamak bunun hilâfınadır. Allahu a'lem.
«Yahut hâkim
araları ayırıncaya kadar ilh...» Hindiyye'de Sirâc'dan naklen şöyle denilmiştir:
«Bu ayrılık ancak hâkim huzurunda olur. Hâkim aralarının ayrılmasına
hükmetmemiştir. Binaenaleyh talâk, zıhâr, îlâ ve mirasın hükmü bâkîdir.»
«Ârı def için»
sözüyle şarih İmameyn'in "Velî için itiraz hakkı yoktur." sözüne cevap vermeye
işaret etmiştir. Çünkü on dirhemden yukarısı kadının hakkıdır. Kendi hakkını
ıskat edene itiraz olunmaz. Ebû Hanife'nin delili şudur: Veliler mehirlerin
pahalılığı ile övünürler. Azlığı ile de ayıplanırlar. Böylece kefâete benzer.
Bahır. Metinler İmam-ı Azam'ın kavline göre yazılmıştır.
«Müsemmanın yansı
verilir.» Yani velîler mehri tamamlamasını isteyemezler. Çünkü bu nikâh devam
ettiği zaman olur. Halbuki nikâh kalmamıştır.
«Kadına mehir
yoktur.» Çünkü ayrılık hak sahibi tarafından gelmiştir. Bu ayrılık fesihtir.
Bunu Tahtâvî Mültekâ şerhinden nakletmiştir.
«Mehr-i müsemma
verilir.» Bu, akılsız kadından başkaları hakkındadır. Akılsız kadın hakkında ise
zifaftan sonra ayırma yoktur ve bildiğin gibi mehr-i misil lâzım gelir.
«Ölümle nikâh sona
erdiği için» velînin fesih istemeye hakkı yoktur. Mehr-i mislini tamamlamak da
lâzım gelmez. Çünkü kocanın buna katlanması ancak fesih korkusundandır.Halbuki
ölümle nikâh sona ermiştir.T.
«Bir kimse birine
ilh...» cümlesi ile musannıf bazı vekil ve fuzûli meselelerin boşlamaktadır.
Bunları velî bâbında zikretmesi, vekâlet velâyetin bir nevi olduğundandır. Çünkü
onun tasarrufu müvekkili nâmına geçerlidir. Fuzûli'nin yaptığı akit de razı
olmakla geçerlidir veonu vekil hükmüne koyar. Kenz ve diğer kitaplarda bu
hususta ayrı bir fasıl yapılmıştır. Mâlûmun olsun ki nikâha vekil olmak için
şahitlik şart değildir. Şahitlik vekilin yaptığı akit için şarttır. Vekâlet için
şahit bulundurmak, müvekkilin onu inkârından korkulduğu zaman gerekir. Fetih.
«Bir kadın
nikâhlamasını...» Yani belirsiz bir kadın almasını demektir. Bununla neden
ihtiraz ettiği ileride gelecektir. Musannıf cariyeyi mutlak söylemiştir.
Binaenaleyh mükâtebe ile ümmüvelede de şâmildir. Yalnız cariyenin vekilin malı
olmaması şarttır. Çünkü töhmet vardır. Cariye sözü; kör, elleri kesik, felçli ve
deli olan cariyeye de şâmildir. İmameyn buna muhaliftir. Cima edilemeyecek kadar
küçük olursa, bil ittifak caiz değildir. Bazıları bunun da ihtilâflı olduğunu
söylemişlerdir. Fetih. Bahır'da şu da ziyade edilmiştir: «Yahut kitâbiyye veya
talâkına yemin edilmiş olsun veya kocası îlâ yapmış yahut müvekkilin iddeti
içinde bulunsun; yahut mehirde fazla aldatma olsun.»
«Caiz olur.» Bazı
nüshalarda geçerli olur denilmiştir. En münasibi de odur. Çünkü sözümüz cevazda
değil; geçerli olup olmadığındadır. H.
«İmameyn sahih
olmadığımı söylemişlerdir.» Yani âmir reddettiği zaman caiz olmadığını
söylemişlerdir. Burada evlâ olan, geçerli olmadığını söylemişlerdir demekti. Tâ
ki akdin mevkuf olduğunu ifade etsin. İmam-ı Âzam kavlinin vechi şudur: Bu, sözü
mutlak bırakmaya ve töhmet bırakmamaya dönmektir. İmameyn'in kavlinin vechi de
şudur: Mutlak olan söz örfe göre anlaşılır. Örf-ü âdet ise, küfü ile
evlenmektir. Bunun cevabı şudur: Örf, evlenme meselesine küfü olanlarla
olmayanlar arasında müşterektir. Tamamı Fetih'tedir.
«İstihsan da
budur.» Hidâfye'de şöyle denilmiştir: «Vekâlet bâbında zikredilmiştir ki, burada
kefâete itibar etmek, İmameyn'e göre istihsandır. Çünkü herkes mutlak
evlenmekten âciz değildir. Binaenaleyh küfü ile evlenmek hususunda başkasından
yardım istenilmiştir.» Fetih sahibi diyor ki: «Bu sözde, İmameyn'in kavlini
tercih ettiğine işaret vardır. Çünkü istihsan başkasına tercih edilir. Yalnız
mâlûm birkaç meselede edilmez. Hak şudur ki, İmam-ı Âzam'ın kavli kıyas
değildir. Çünkü o, söylenen sözün kendini ele almıştır. Şu halde iki istihsandan
hangisinin evlâ olduğuna düşünmek kalır.» Söylenen sözden murad, müvekkilin
sözüdür.
METİN
İmamlarımız şuna
ittifak etmişlerdir ki, o kimse buna kendi küçük kızını veya velîsi bulunduğu
bir kadını nikâhlasa caiz olmaz. Nitekim muayyen bir kadını yahut hürre veya
cariye nikâhlamasını emretse de, emrine uyması; yahut kadın kendisini
evlendirmeyi emrederek kiminle olacağını tayin etmese, bu da onu küfü olmayan
birine verse bil ittifak caiz olmaz. Bir kadın nikâhlamak için memur olan kimse
ona bir akitle iki kadın nikâhlasa geçerli olmaz. Çünkü emre uymamıştır. Ama
âmir, kadınların her ikisine veya birine razıolabilir. Kadınları iki akitle
nikâhlarsa birinci akit geçerli, ikincisi mevkuf olur. Âmir ona bir akitle iki
kadın nikâhlamasını emreder de, o bir kadın nikâhlar yahut iki akit!e iki kadın
nikâhlarsa caiz olur. Ancak âmir "Bana bir akitle iki kadından başkasını alma!";
yahut "İki akitle iki kadından başkasını alma." derse, buna muhalefet etmesi
caiz değildir.
İZAH
«Kendi küçük
kızını» demesi şundandır: Çünkü büyük kızını onun rızasıyla nikâhlarsa, İmam-ı
Âzam'a göre caiz olmaz; İmameyn'e göre olur. Ama kendi büyük kız kardeşini onun
rızasıyla nikâhlarsa bil ittifak caiz olur. Bahır. Bu ifadenin bir misli de
Zahîre'dedir.
«Nitekim muayyen
bir kadını» sözü. musannıfın, "bir kadın nikâhlamasını" sözünden ihtirazdır.
Meselâ bin dirhem olacak diye mehri tayin eder de vekil daha fazlasıyla
nikâhlarsa, hüküm yine böyledir. Bunu bilmeyerek o kadınla zifaf olursa
muhayyerdir. Kadından ayrılırsa, mehr-i misille mehr-i müsemmanın az olanını
verir. Vekili kadın tayin ederse, mehrinin bin dirhem olacağını söyler de onu
nikâhlarsa, kocası -velev ki zifaftan sonra olsun- "ben seni bir altın mehirle
aldım" der, vekil de tasdik ederse. kocası onun bir altına vekâlet vermediğini
ikrar ettiği takdirde kadın muhayyerdir. Reddederse, kaça çıkarsa çıksın mehr-i
misli verilir. Ona iddet nafakası yoktur. Çünkü reddetmekle anlaşılır ki zifaf
mevkuf bir nikâh esnasında olmuştur. Bu da mehr-i misli icabeder, iddet
nafakasını icabetmez. Kocası onu yalanlarsa, yemini ile beraber söz kadınındır.
Bunu reddederse, cevabın geri kalanı hali üzeredir. Bunda ihtiyat icabeder.
Çünkü çok defa kadının ondan çocukları olabilir de, sonra kadın vekilin
kendisini ne kadar mehirle nikâhladığını inkâr eder. Söz kadının olur. O da
nikâhı reddeder. Bu satırlar kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır. Bezzâziye sahibi
diyor ki: «Bu, mehri söylediğine göredir. Mehirden bahsetmez de vekil onu mehr-i
mislinden fazlasıyla ve kimsenin aldanmayacağı bir miktarla yahut mehr-i
mislinden daha azla kimsenin aldanmayacağı bir şekilde nikâhlarsa, İmam-ı Âzam'a
göre akit sahih olur. İmameyn buna muhaliftir. Lâkin velîler için kadın
tarafından itiraz hakkı vardır. Bu, kendilerinden ârı def etmek içindir.» Velî
bâbında söylediklerimize bak!
«Bil ittifak caiz
olmaz.» Çünkü kefâet kadın hakkında muteberdir. Dâmat küfü olur da; kör,
kötürüm, çocuk veya bunak çıkarsa, bu caizdir. Enenmiş veya aleti kalkmaz
çıkarsa, hüküm yine böyledir. Velev ki bundan sonra kadın için ayrılma hakkı
olsun. Bahır. Bundan sonra Bahır sahibi şöyle diyor: «Vekil kadını kendi
babasına veya oğluna nikâhlasa. İmam-ı Âzam'a göre caiz olmaz. Her nerede
vekilin fili geçersiz sayılırsa, akit de müvekkilin icazesine mevkuf olur. Bütün
bu söylediklerimiz hususunda elçinin hükmü de vekilin hükmü gibidir. Evlenen bir
kadının boşanıp iddetini bitirdikten sonra nikâhına vekil tayin etmek sahihtir.
Meselâ birini, evlenen kadını kendisine nikâhlamasına vekil etmiştir. Kadın
boşanır veiddetini bitirir de onu bu müvekkile nikâhlarsa sahih olur.
«Bir kadın
nikâhlamak için» diyerek kadını belirsiz bırakması şundandır: Muayyen bir kadın
söyler de başka bir kadınla onu da nikâhlarsa, muhalif hareket etmiş sayılmaz.
Tayin ettiği kadın hakkında nikâh geçerlidir. Hâniyye'de şöyle denilmiştir: «Bir
kimseyi, ya filan kadını yahut filanı nikâhlamak için vekil tayin ederse,
hangisini nikâhlasa caiz olur. Bu kadarcık bilinmezlikle tevkil bâtıl olmaz.»
Nehir.
«Çünkü emre
uymamıştır. » Bu talih yetersizdir. Hidâye'nin ibaresi şöyledir: «Çünkü birinin
nikâhını geçerli saymaya imkân yoktur. Buna sebep muhalefettir. Muayyen
olmayarak birinin nikâhını geçerli saymaya da imkân yoktur. Çünkü belli
değildir. Tâyine de imkân yoktur. Çünkü evleviyet yoktur. Binaenaleyh aralarını
ayırmak düşer.»
«Ama âmir
kadınların her ikisine veya birine razı olabilir.» Bununla Zeylâî, Hidâye'nin,
"Binaenaleyh ayırmak düşer." sözüne itiraz etmiştir. Bahır sahibi buna cevap
vererek; "Onun maksadı. cevaz bulunmadığı vakittir. Her ikisinin yahut birinin
nikâhına cevaz verirse geçerli olur" demiştir.
«İkincisi mevkuf
olur.» Çünkü vekil onun hakkında fuzûlidir. T.
«Ancak âmir ilh...»
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilmiştir: «Vekile bir akitle iki kadın nikâhlamasını
emreder de vekil bir kadın nikâhlarsa caiz olur. Fakat bana bir akitle ancak iki
kadın nikâhlayacaksın derse caiz olmaz.» Yani bir kadın nikâhlaması caiz olmaz.
Ona iki akitle iki kadın nikâhlarsa, zâhire göre caiz olmaz. Çünkü bir akitle
sözü, inhisarda dahildir. Şarihin sözünden anlaşılan da budur. Muhit'te şöyle
denilmiştir:«Vekile bir akitle iki kadın emreder de, vekil iki akitle iki kadın
nikâhlarsa caiz olur. Ama, "Bana iki kadını ancak iki akitle nikâhla." der de,
onları bir akitle nikâhlarsa caiz olmaz. Fark şudur: Birincide vekâleti toplu
halde isbat etmiş; ayrı ayrı olurlarsa kabul etmeyeceğini resmen söylemeyip
susmuştur. Toptan diye söylemek, ondan başkasını nevi değildir. ikincide ayrı
ayrı olursa vekâleti nefyetmiştir. Bu nevi bir mânâ ifade eder. Çünkü toplu
olmakta, maksadının hemen hâsıl olması vardır. Binaenaleyh ayrı ayrı nikâhlamaya
vekil olmamıştır.» Zahire bakılırsa, bu şekilde nefyeder de vekil ona bir kadın
nikâhlarsa sahih olur, ayrı akitle ikinciyi nikâhlamasına tevakkuf etmez. Keza
şarihin dediği şekilde nevi derse, yani bana iki akitte ancak iki kadın nikâhla
derse, hüküm yine budur. Ama bu onun sözünden anlaşılanın hilâfınadır,
METİN
Sair akitlerde,
nikâh olsun satış veya başkası olsun icap mecliste olmayan birinin kabulüne
tevakkuf etmez. Bilâkis icap bâtıl olur. Ona bil ittifak cevaz laîk olmaz.
Nikâhın iki tarafını bir kişi üzerine alabilir. Yani bir kişi, kabul yerine
geçecek bir icapla beş surette nikâh yapabilir:
1) iki taraftan
velî,
2) İki taraftan
vekil,
3) Bir taraftan
asil, bir taraftan vekil.
4) Bir taraftan
asil, bir taraftan velî,
5) Bir taraftan
velî, diğer taraftan vekil olur. Buna misal. "Kızımı müvekkilime verdim"
demektir. Ancak bu bir kişi, hiçbir taraftan fuzûli olmamalıdır. Râcih kavle
göre velev ki her iki sözü söylesin. Çünkü onun kabulü şer'an muteber değildir.
Tekarrur etmiş bir kaidedir ki icap, gaip bir kimsenin kabulüne tevakkuf etmez.
İZAH
«Mecliste olmayan
birinin kabulüne tevakkuf etmez.» Yani mecliste bulunan kimse bir taraftan veya
her iki taraftan fuzûli olarak icap yaparsa, gaibin kabulüne tevakkuf etmez,
bâtıl olur.
«Sair akitlerde...»
Musannıf Minah'ta şöyle demiştir: «Bu tabir Kenz'deki gaipte olup nikâh edenin
kabulüne, sözünden daha iyidir. Çünkü onun sözü bunun nikâha mahsus olduğu
zannını verebilir. Halbuki öyle değildir. »
«Bilâkis icap bâtıl
olur.» Tevakkuf etmeyince, yalnız icapla yetinerek sözün tam olduğu
zannedileceğinden şarih bu zannı gidermek için bilâkis icap bâtıl olur demiştir.
Bâtıl olduğu yer, gaip namına fuzûlî kabul etmediği vakittir. Onun namına kabul
ederse, onun kabulüne tevakkuf eder. T.
«Ona bilittifak
cevaz laîk olmaz.» Yani diğerine icap varır da kabul ederse, akit sahih
değildir. Çünkü bâtıla cevaz yoktur. T.
«Kabul yerine
geçecek bir icapla...» Meselâ filan kızı kendime aldım demekle nikâh olur. Çünkü
bu, iki tarafın sözlerini tazammun eder ve ondan sonra bir kabule hâcet yoktur.
Bazıları, kendisinin asil olduğunu gösteren bir söz söylemesi. meselâ filan kızı
zevceliğe aldım demesi şarttır demişlerdir. Naip olarak nikâh kıyması bunun
hilâfınadır. Onda filan kızı kendime tezviç ettim der.
«İki taraftan veli»
olur ve oğluma kardeşimin kızını nikâh ettim der.
«İki taraftan
vekil» müvekkilime müvekkilem filan hızı nikâhladım der. Tahtâvî diyor ki: «Onun
ve kadının vekil olduğuna ve akde iki şahit kâfidir. Çünkü bir şahit birçok
şahitlikleri üzerine alabilir.» Evvelce arzetmiştik ki, vekâlete şahitlik ancak
inkâr edildiği zaman lâzımdır.
«Bir taraftan asil,
bir taraftan vekil olur.» Meselâ bir kadın kendisini ona nikâhlamak için onu
vekil eder.
«Bir taraftan asil,
bir taraftan veli olur.» Meselâ küçük bir amca kızı olur da ondan başka volîsi
yoktur. Bu takdirde onu kendine nikâh ederken, müvekkilemi yahut amcam
kızınıkendime aldım der.
«Kızımı müvekkilime
verdim. » cümlesi beşinci surete misâldir. Adıyla, nesebiyle tarif mutlaka
lâzımdır. Musannıfın bunu söylememesi, evvelce geçtiği içindir.
«Hiçbir taraftan
fuzûli olmamalıdır.» İki taraftan yahut birisi tarafından fuzûli olup diğer
taraftan asil veya vekil yahut velî olursa, bu dört surette nikâh mevkuf olmayıp
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre bâtıl olur. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
Ona göre gaibin kabulüne mütevakkıf olur. Nasılki gaip namına başka bir fuzûli
kabul etse bil ittifak nikâh mevkuf olur. Geçen beş suret bil ittifak
geçerlidir. Onuncu bir suret kalır ki aklidir. O da iki taraftan asil olmaktır.
Ama bu imkânsız olduğu için musannıf onu zikretmemiştir.
«Velev ki her iki
sözü söylesin.» Yani filanı tezviç ettim ve onun namına kabul ettim diyerek hem
icabı hem kabulü yapmış olsun. Bu cümle, mefhum üzerine yapılan bir mubalâğadır.
Mefhum şudur: İmam-ı Azam'la imam Muhammed'e göre bir kişi fuzûli olursa, velev
bir taraftan fuzûli olsun ve ister icapla kabulden birini söylesin, ister
ikisini de söylesin nikâhın iki tarafını üzerine olamaz. Hidâye hâşiyelerinin ve
Kâfî şerhinin ifadeleri buna muhaliftir. Onların ifadelerinde, "Tarafeyn'e göre
nikâhın bâtıl olması, ancak fuzûli icapla kabulden birini söylediği zamandır.
ikisini de söylerse nikâh bâtıl olmaz. Bilâkis bil ittifak gaibin kabulüne
mütevakkıf olur." denilmiştir. Fakat Fetih sahibi bunu reddetmiş; "Hak bunun
hilâfınadır. Mezhep sahiplerinin ifadelerinde bu kayıt yoktur Onlardan
nakledilen sadece İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre bir kişinin nikâhın iki
tarafını üzerine alamamasıdır ki, bu söz mutlaktır." demiştir.
«Çünkü onun
kabulü...» Yani iki tarafı üzerine olan fuzûlinin kabulü muteber değildir.
«Tekarrur etmiş bir
kaldedir ki ilh...» Bunun hâsılı şudur: icap fuzûli tarafından yapılıp o
mecliste velev ki başka bir fuzûli tarafından olsun kabul eden bulunmayınca
bâtıl olur. Gaibin kabulüne tevakkuf etmez. Artık akdi yapanın ondan sonra kabul
etmesi de fayda vermez. Bununla o kimse iki taraftan fuzûli olmaktan çıkmaz.
Fetih sahibi diyor ki: «Bir kişinin iki sözünün tam bir akit sayılması, iki
taraftan yahut tarafların birinden memur olmasının eseridir. O kimse öteki
tarafı üzerine alabilir.»
METİN
Köle ve cariyenin
efendisinden izinsiz kıyılan nikâhı icazesine mevkuftur ve fuzûlinin nikâhı
gibidir. Satışlar bahsinde gelecektir ki, akit zamanında cevaz veren bulunursa,
fuzûlinin bütün akitleri mevkuf olur. Bulunmazsa bâtıldır.
İZAH
«Kölenin nikâhı»
velev ki müdebber veya mükâteb olsun, «Cariyenin nikâhı» velev ki ümmüveled
olsun.
«İcazeye
mevkuftur.» Yani efendisinin iznine yahut akitten sonraya kalan izinden sonra
kölenin icazesine bağlıdır. Zira Bahır'da Tecnis'ten naklen, "Köle efendisinden
izinsiz evlenir de sonra izin verirse, geçerli değildir. Çünkü izin vermek icaze
değildir. Binaenaleyh akdi yapan kölenin cevaz vermesi mutlaka tâzımdır. Velev
ki akdi kendi yapsın." denilmiştir.
«Ve fuzûlinin
nikâhı gibidir.» Yani fuzûlinin asil, veli veya vekil yahut fuzûli olsun bir
başkasıyla beraber yaptığı nikâh mevkuftur. Ama iki taraftan yahut tarafların
birinden fuzûli olarak akdin her iki tarafını üzerine alırsa, bu nikâh mevkuf
değildir. Yukarıda geçtiği vecihle imam Ebû Yusuf bunu muhaliftir. Bahır sahibi
diyor ki: «Fuzûli, velâyet veya vekâleti olmaksızın başkası namına tasarrufta
bulunan yahut ehil olmadığı halde; kendi namına tasarruf eden kimsedir. Bunu,
yani kendi namına sözünü ziyade etmemiz, izinsiz nikâh eden kölenin nikâhı dahil
olsun diyedir. Buna fuzûli dersek dahildir.Aksi takdirde. hükümde fuzûliye
mülhaktır.» Küçük çocuk köle gibidir. Bahır sahibinin akdedendir demeyip,
tasarruf eden demesi, yemin dahil olsun diyedir. Nasıl ki bir kimse başkasının
karısının talâkını; meselâ hâneye girmeye tâlik etse, kocanın icazesine tevakkuf
eder. Cevaz verirse tâlik caizdir. Cevaz verdikten sonra girdiği takdirde kadın
boş düşer. Daha önce girerse; kocası, bu talâkı aleyhime geçerli kıldım
demedikçe boş düşmez. Bu yemini aleyhime geçerli kıldım derse, kendisine yemin
lâzım gelir. İcazeden sonra söylemedikçe talâk vâki olmaz. Nitekim Fetih'te Câmi
ve Müntekâ'dan nâklen böyle denilmiştir.
«Cevaz veren
bulunursa ilh...» Cevaz vereni Nihâye sahibi, fuzûli olsun, vekil veya asil
olsun, icabı kabul eden biri varsa diye tefsir etmiştir. Nihâye sahibi fuzûlinin
satışı faslında şunları söylemiştir: «Bir çocuk malını satar veya satın alırsa;
yahut evlenir veya cariyesini evlendirirse veya kölesini mükâteb yaparsa, bu
gibi şeylerde tasarrufu velînin icazesine mevkuf olur. Çocuk bulûğa erer de
cevaz verirse geçerli olur. Karısını boşar veya hul' olursa; yahut kölesini mal
karşılığında veya karşılıksız olarak âzâd ederse; yahut hîbe veya sadaka verir
veya kölesini evlendirirse; yahut malını çok aşağı fiyatla satarsa veya fazla
aldanarak satın alırsa, hâsılı velisi yapmış olsa geçersiz sayılacak buna benzer
şeyler yaparsa bâtıl olur. Çünkü akit zamanında cevaz veren yoktur. Ancak icaze
sözü iptidaen akit yapmaya elverirse, inşa yoluyla sahih olur. Meselâ bülûğa
erdikten sonra bu talâkı veya âtâkı îkâ ettim derse olur.»
Fetih sahibi diyor
ki: «Bu, burada cevaz verenin mutlak surette bul eden veya velî olan değil de,
akdi yürürlüğe koymaya kudreti olan o tefsirini gerektirir. Çünkü bu suretlerde
akît mevkuf değildir. Velev ki başka bir fuzûli yahut velî kabul etsin. Çünkü
velînin onu geçerli kılmaya kudreti yoktur. Bu izaha göre cevaz vereni
bulunmayan yani cevaz vermeye muktedir kimsesi bulunmayan akit bâtıl o!ur. Nasıl
ki bir kimsenin nikâhı altında hür bir kadınbulunur da, fuzûli birisi ona bir
cariye yahut karısının kız kardeşini veya beşinci bir kadın yahut iddet bekleyen
bir kadın veya deli bir kadın dâr-ı harpte kalmış yetim küçük bir kıza
nikâhlarsa; yahut sultan veya hâkim bulunmazsa, akit zamanında yürürlüğe
sokabilecek bir kimse bulunmadığı için bâtıl olur. Hattâ sâbık karısının
ölümüyle ve iddet bekleyenin iddeti geçmekle mâni ortadan kalkar da cevaz
verirse geçerli olmaz. Ama akit zamanında yürürlüğe sokabilecek bir kimse
bulunursa mevkuf olması icabeder. Çünkü yürürlüğe sokacak kimse mevcuttur.» Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır.
«Mevkuf olması
icabeder.» sözünün mânâsı; kadın âkıl bâliğ olduktan sonra cevaz verirse geçerli
olur demektir. Çünkü akit zamanında cevaz veren bulunması lâzım gelir sözünden.
bunun mutlaka neseben velîlerden olması icabetmez. Nitekim Önceki bâbta
geçmişti.
METİN
Amca oğlunun
amcasının küçük kızını kendine almaya hakkı vardır. Kız büyük olursa ondan
mutlaka izin istemek gerekir. Hattâ izin almadan onunla evlenir de susarsa;
yahut açıkça razı olduğunu söylerse. İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göre caiz
olmaz. İmam Ebû Yusuf caiz olduğunu söylemiştir. Âzâd edilen mevlâ ile hâkim ve
sultan da böyledir. Cevhere. Yani yukarıda geçtiği gibi küçük kızın hilâfınadır.
Nitekim geçti. Düzeltilmelidir. Bu takdirde amca oğlu bir taraftan asıl, diğer
taraftan velî olur. Nitekim vekil için de bu hak vardır. Yani kadının kendine
alabilirsin diye vekil tayin ettiği kimse onu kendine nikâhlayabilir ve bir
taraftan asıl, diğer taraftan vekil olur.
İZAH
«Amca oğlunun
ilh...» Bu mesele, bir taraftan fuzûli olmayan bir kimse nikâhın iki tarafını
üzerine alabilir, meselesinin ferlerindendir. Burada onu kendi tarafından
asaleten, kadın tarafından velâyeten üzerine alır. Bunak ve deli kadınlar da
küçük kız gibidirler. Şüphesiz ki murad, kendisinden daha yakın veli bulunmadığı
zaman demektir.
«Ondan mutlaka izin
istemek gerekir.» Yani onunla kendisi evlenmek isterse, akitten önce mutlaka
iznini almak gerekir.
«İmam-ı Azam'la
İmam Muhammed'e göre caiz olmaz. » Çünkü kız tarafından fuzili olarak nikâhın
icap ve kabulünü üzerine almıştır.
Binaenaleyh
Tarafeyn'e göre bu nikâh mevkuf değil bâtıldır. Mevkuf olmayınca, sonradan
susmak veya açık cevaz vermekle yürürlüğe girmez. Ama bu, söylediğimiz gibi
kızla kendisi evlendiğine göredir. Kızı izin almadan başkasına nikâhlar da kız
bâkire olup susarsa; yahut dul olup razı olduğunu acık söylerse bu, cevaz vermek
sayılır. Çünkü mevkuf olarak akit mevcuttur. Çünkü iki taraftan birine velî
olmamış, asil veya velî yahut vekil veya fuzûli olan bir başkasıyla akdi
birlikte yapmıştır. O zaman mesele, ve fuzûlinin nikâhı gibidir
sözününfertlerinden olur.
«Cevhere...» Amca
oğlunun diye başlayıp buraya kadar devam eden söz Cevhere'nin ibaresidir. H.
«Yani küçük kızın
hilâfınadır.» Bunun izahı şöyledir: Cevhere'nin, "Azâd edilen «mevlâ ilh..."
sözü, evvelâ amca oğlunun zikredilmesinin kayıt olmadığına işarettir. Ondân
murad, evlenip evlendirmeye velâyeti olan kimsedir. Zâhirine bakılırsa, bu
ta'mim küçük ve büyük kızlarda da câridir. Yani velî küçük kızla evlenebilir.
Büyük kızla de evlenebilirse de bu izin almak suretiyle olur. Büyük kız
hakkkında bu doğrudur. Küçük kıza gelince: Onun hakkında doğru değildir. Çünkü
hâkimle sultanın kendilerinden başka velîsi olmayan küçük kızı evlendirmeye
hakları yoktur. Zira onların fiili hükümdür. Binaenaleyh Cevhere'nin, "Âzâd
edilen mevlâ da böyledir ilh..." sözü, "kız büyük olursa" sözüne râcî olmak
gerekir. Tâ ki yalnız onun hakkında velîyi tamim etmiş olsun. Şarihin, "Yukarıda
geçtiği gibi küçük kız bunun hilâfınadır." sözünün mânâsı budur. Yani bundan
önceki bâbın fer'î meselelerinde. "Hâkim küçük kızı kendine nikâhlayamaz ilh..."
dediği yerde geçmişti.
Lâkin Cevhere'nin
sözünü buna yorumladıktan sonra bir işkâl daha kalır. O da şudur: Hâkim ve
sultan, küçük kızı kendilerine alamazlar. Çünkü onların fiili yukarıda geçtiği
vecihle hükümdür. Ama bu, âzâd edilen mevlâ hakkında zâhir değildir. Onu
bunlarla beraber zikretmesi büyük kıza nisbetle zâhir olsa bile, büyük kız diye
yaptığı kayıttan anlaşılan küçük kıza nisbetle zâhir değildir. Onun için şarih
düzeltilmelidir demiştir. Öyle anlaşılıyor ki, âzâd edilen mevlânın âzâd ettiği
küçük kızı kendine nikâh etmesine mâni yoktur. Çünkü ondan daha yakın velî
yoktur. Bu takdirde mücbir mevlâ odur ve amca oğlu gibi kendi tarafından asıl,
kız tarafından velî olur. Böylece ulemanın, "Bir taraftan fuzûli olmayan bir
kimse nikâhın iki tarafını üzerine alabilir." sözünde dahildir. Bu söz
Cevhere'nin düzeltilmemiş olan ifadesine aykırı değildir. Zira hâkimde mâni
bulunmasa ki bu mâni onun fiilinin hüküm sayılmasıdır. O da bu kaidede dahil
bulunurdu. Mevlâ hakkında bir mâni yoktur. Binaenaleyh o kaidede dahildir. Şu da
var ki, mevlâ hâkim gibi olsa, o kızı oğluna ve lehine cehaleti kabul edilmeyen
emsaline nikâhlamaya hakkı olmamak lâzım gelir.
Fetih sahibinin
Tecnis'ten naklettiği şu ibare ona muhaliftir: «Hâkim velîsi bulunduğu küçük
kızı oğluna nikâhlarsa, vekil gibi caiz olmaz. Sair velîler bunun hilâfınadır.
Çünkü hâkimin tasarrufu bir hükümdür. Onun oğlu için hükmetmesi caiz değildir.
Velînin tasarrufu bunun hilâfınadır.» Sair velîler bunun hilâfınadır sözü, âzâd
edilen mevtâya şâmildir. Bu onun hâkim gibi olmadığını açık göstermektedir.
T E M B İ H :
Yukarıda geçmişti ki, âzâd edilen kimse asabilerin sonudur. Onun evlendirme
hakkı vardır. Velev ki kadın olsun. Sonra sıra oğullarına gelir. Velev ki aşağı
doğru insinler. Sonra tertiplerine göre neseben asabilerine sıra gelir. Nitekim
Fetih'te beyan edilmiştir. Görüyorsun ki küçük kızla onun bizzat evlenmeye hakkı
vardır. O halde oğulları ile asabileri de öyledir. Keza bir kadın kendini âzâd
eden küçük çocukla evlenirse hüküm budur. Allahu a'lem.
Vekîl için de bu
hak vardır.» Yani kadını şahitlere tanıtmak yahut kadını kendi adıyla, babasının
ve dedesinin adlarıyla söylemek şartıyla kendine nikâh edebilir. Kadın peçeli
olarak orada bulunursa, ona işaret etmek de kâfidir. Hassâf'a göre bunların
hiçbiri şart değildir. "Kendimi müvekkilem ile evlendirdim." demesi yeter.
Nitekim Fetih ve Bahır sahiplerî izah etmişlerdir. Biz evvelce musannıfın, "iki
şahit bulunmak şartıyla" dediği yerde bu hususta söz etmiştik.
METİN
Kadının kendini bir
adamla evlendirmek için onu vekil etmesi, onun da kadım kendine olması bunun
hilâfınadır. Çünkü kadın onu evlenmek için değil evlendirmek için tayin
etmiştir. Kadının onu kendi işlerinde tasarruf için vekil etmesi; yahut ona,
beni dilediğin kimseyle evlendir demesi de bunun hilâfınadır. Onunla kendisînin
evlenmesi sahih değildir. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Kaîde şudur:
Vekil hitap ile marifedir. Nekireye dahil olamaz. Cevaz vermeye hakkı olan bir
kimse, fuzûlinin nikâhına onun ölümünden sonra cevaz verse sahih olur. Çünkü
şart, akdin sahibiyle, akdi yapanlardan birinin yalnız kendisî için
bulunmasıdır. Satışına cevaz vermesi bunun hilâfınadır. Çünkü dört şeyin
bulunması şarttır. Nitekim satışlar bahsinde gelecektir.
FER'î MESELELER:
Fuzûli cevaz verilmeden nikâhı bozmaya salâhiyettar değildir. Satış bunun
hilâfınadır. Vekilin akdi yürürlüğe girmek için mehr-i müsemmaya razı olması
şarttır. Elçinin hükmü de vekil gibidir.
İZAH
«Bir adamla...»
Yani belli olmayan bir adamla evlendirmeye vekil etmesi doğru değildir. Belli
bir odamla evlendirmek için vekil etmesi evleviyetle caiz olamaz Hindiyye'de
Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «Bir adam kendini evlendirmek için bir
kadın vekil etse, o da ona kendini nikâhlasa caiz olmaz.»
«Onun da kadını
kendine alması» keza babasına veya oğluna alması Ebû Hanife'ye göre caiz
değildir. Nitekim Bahır'dan naklen arz etmiştik. Çünkü vekil töhmet sebebiyle
lehine şehadeti kabul edilmeyen bir kimseyle akit yapamaz.
«Çünkü kadın
iIh...» cümlesi, o kadını babasına veya oğluna nikâhlasa caiz olur zannını
vermektedir. Halbuki caiz olmadığını biliyorsun.
«Kadının onu kendi
işlerinde tasarruf için vekil etmesi» de bunun hilâfınadır. Yani o kadınıalması
doğru değildir. Çünkü kadın ona, beni kocaya ver diye emretse onu kendine
atamazdı. Burada evleviyetle olamaz. Bunu Tecnis'ten naklen Hindiyye
kaydetmiştir.
Ben derim kî: Talil
gereğince kadını başkasıyla evlendirmesi caizdir. Bunu karine ile kayıtlamak
gerekir ve kadının onunla evlenmeye niyeti olduğuna bir karine varsa caiz olur
demelidir. Meselâ kadının kendine ister de, o da sen benim bütün işlerimde
vekilimsin derse, onunla evlenmesi caiz olur.
«Onunla kendisi
evlenmesi sahih değildir.» Yani geçerli değildir. Yaptığı akit kadının kabulüne
bağlıdır. Çünkü kendisi kadın tarafından fuzûli olmuştur.
«Kaide şudur...»
Kadının, "beni bir adama vermeye seni vekil ettim" sözünde, muhatap olan vekil
belirli olmuştur. Halbuki kadın. "bir adama" diyerek belirsiz birini söylemişti.
Belirli adam başka, belirsiz başkadır.
«Beni dilediğine
ver.» sözü de böyledir. "Beni dilediğin herhangi bir odama ver." demektir.
«Akdi yapanlardan
birinin» sözünden murad; kendisi için akit yapandır. Nitekim Bahır'da beyan
edilmiştir. Yani asil olsun, velî veya vekil olsun fark etmez. Çünkü o kendisi
için akit yapar. Şu mânâya ki fuzûli değildir. Fuzûli olduğunu kabul edersek,
yani akdi yapanlarda her biri fuzûli olursa, zâhire göre şart sadece kendilerine
akit yapılanların bulunmasıdır.
«Çünkü dört şeyin
bulunması şarttır.» Bunlar; akdi yapan iki kişi, satılan mal ve Sahibidîr. Eşya
ise fiyat arttırılır. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir,
«Nikâhı bozmaya
salâhiyettar değildir.» Yani kavlen olsun, fiilen olsun nikâhı bozamaz. Hâniyye
sahibi diyor ki: Fesih hakkında akdi yapanlar dört kısımdır:
Birincisi; kavlen
ve fiilen feshi yapamayan âkit ki, bu fuzûlidir. Hattâ bir adamı izni olmaksızın
bir kadınla evlendirir de sonra o adam razı olmadan nikâhı feshettim derse,
nikâh feshedilmez. Keza o adamı kadının kız-kardeşiyle evlendirirse, ikinci akit
mevkuf olur. Birinci nikâhın feshi sayılmaz.
İkincisi; nikâhı
sözle fesheden âkittir ki. o da muayyen bir kadını fuzûli istediği vakit, o
kadının nikâhına vekil olan kimsedir. Bu vekil sözle nikâhı feshedebilir. O
adama bu kadının kız kardeşini nikâhlasa birinci nikâh feshedilmiş olmaz.
Üçüncüsü; yalnız
fiilen nikâhı fesheden âkittir ki, o da fuzûlidir. Fuzûli bir adamın izni yokken
ona bir kadın nikâhlar da sonra o adam kendisine gayrı muayyen bir kadın
nikâhlamak için bunu vekil eder, o da birinci kadının kız kardeşini nikâhlarsa,
birincinin nikâhı münfesih olur. Ama sözle feshederse sahih olmaz.
Dördüncüsü; hem
sözle hem fiille fesheden âkittir ki, o da muayyen bir kadını nikâhlamak için
vekil edilen kimsedir. Bu vekil o adama fuzûlinin istediği bir kadını
nikâhlarsa. bu nikâhı vekil feshedebildiği gibi; o kadının kız kardeşini
nikâhlarsa akit fiilen bozulur.
«Satış bunun
hilâfınadır.» Fark şudur: Satmakla o adam bir garanti elde etmiştir. Zarar
çekmemek îçin o malı dönebilir. Nikâh böyle değildir. Çünkü onun bütün hakları
akit sahibine râcîdir. İmâdiye.
«Elçinin hükmü de
vekil gibidir.» Fetih sahibi diyor ki: « Elçi hakkında Asıl Mebsût'un
meselelerinden bahisle şöyle denilmiştir: Bir kimse kadına bir elçi gönderir de,
bu elçi hür olsun, köle olsun, küçük olsun, büyük olsun, filan senden kendini
ona tezviç ettiğine şahit çağırdığı ve şahitler her ikisinin yani kadınla
elçinin sözlerini işittikleri takdirde, koca bu elçiliği ikrar ettiği veya
beyyineyle sabit olduğu zaman bu caizdir. Bunlardan biri olmazsa, aralarında
nikâh yoktur. Çünkü elçilik sabit olamayınca, öteki odam fuzûli olur. Koca onun
yaptığına razı değildir.» Şüphesiz ki bu aynen vekilde de böyledir. Bundan sonra
Fetih sahibi birtakım fer'î meseleler zikretmiştir ki, hepsi vekil hakkında
câridir. Biz nikâh bahsinin başında mektupla evlenmenin hükümlerinden
bahsetmiştik, Allahu a'lem.