03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..KEFARET BAHSİ


KEFARET BAHSİ


METİN
Umumiyetle fukahaya göre gıybet de öyledir. Zeylâî. Lâkin Mülteka sahibi onu kan aldırmakla bir saymış, Bahır sahibi dahi şüpheden dolayı bu kavli tercih etmiştir.
Oruç kefâreti, kitapla sabit olan zıhâr kefareti gibidir. Yalnız bu sünnetle sabittir. Bundan dolayı bunu ona benzetmişlerdir. Sonra kefaret ancak geceden niyetlenir ve mecbur edilmiş olmazsa; sonradan kefâreti ıskat eden hastalık ve hayız gibi bir ârıza da bulunmazsa vâcip olur.
ÎZAH
«Gıybet de öyledir.» Yani kefaret icabeder. Çünkü onunla orucu bozmak kıyasa aykırıdır. Gerçi: "Üç şey oruçlunun orucunu bozar." hadisinde gıybet de zikredilmişse de, bu hadis bilittifak "sevabı kalmaz" diye te'vîl edilmiştir. Kan aldırma hadisi böyle değildir. Zira ulemadan Evzâî ve İmam Ahmed gibi bazı zevât onun zâhiri ile amel etmişlerdir. Gıybet hakkında Zâhiriyye taifesinin muhalefeti itibara alınmamıştır. Çünkü bu muhâlefet, geçmişte Selef onu söylediğimiz şekilde te'vîl ettik'ten sonra çıkmıştır. Fetih. Hâniyye'de şöyle deniliyor: «Bazıları, bununla kan aldırma birdir dediler. Fakat umumiyetle ulema ona herhalde kefaret lâzım geldiğini söylemişlerdir; çünkü ulema hadisin zâhiri ile amelin terkine ittifak etmişler ve, "Bununla Peygamber (s.a.v.) ahiret sevabını kastetmiştir: Bu hususta muteber bir kavil yoktur. Bu bir zandır; bir delile dayandığı yoktur. Binaenaleyh bir şüphe meydana getiremez" demişlerdir.» Sirâc'da da buna benzer sözler vardır. Fetih'te dahi Bedâyi'den naklen böyle denilmiş; Hidâye sahibi ile şârihleri kesinlikle buna kail olmuşlardır. Rahmetî diyor ki: «Gıybet hakkında hadis ve fetva şüphe sayılmayınca, bıyık yağlamanın uzak kalacağı evleviyetle sabit olur.»
Ben derim ki: Onun için Fetih sahibi Bedâyi'den naklen ikisini müsavi saymıştır. Mebsût'tan naklen Mi'râc sahibi de öyle yapmıştır.
«şüpheden dolayı» biliyorsun ki icmaa muhalif olan bir şey, şüphe doğurmaz. Amel ekseri fukahanın kavline göredir. Allah'u a'lem.
"Oruç kefâreti zıhâr kefâreti gibidir." Yani evvelâ köle âzâd eder. Köle bulamazsa iki ay peşi peşine oruç tutar. Buna da gücü yetmezse 60 fakiri doyurur. Delili, altı hadis kitabındaki meşhur A'râbî hadisidir. Kefaret orucu tutan kimse orucu bırakırsa - özürden dolayı bile bıraksa -yeniden başlar. Bundan yalnız hayız özrü müstesnadır. (Onda yeniden başlamak yoktur; devam eder.) Kâtil kefaretinde dahi peş peşe devam şarttır. Köle âzâdı meşru olan her kefaretin hükmü böyledir. Nehir. Bu meselenin ferîlerinin tamamı Bahır'dadır. Yine orada beyan edildiğine göre, kefaretin vâcip olması hususunda erkekle kadın, hür ile köle ve sultanla başkası arasında fark yoktur. Onun için Bezzâziye sahibi şu meselede câriyeyeoruç vâcip olduğunu açıklamıştır: «Câriye fecrin doğduğunu bildiği halde sahibine "doğmadı" diye haber verir de o da kendisi ile cima'da bulunursa, sahibine oruç vâcip değil fakat câriyeye vaciptir.» Şunu da kaydetmiştir: Sultana zengin olduğu halde helâl malından kefaret vermek lâzım gelir de kimseye üzerinde bir hak da bulunmazsa, "köle azâd eder" diye fetvâ verilir. Ebû Nasr Muhammed b. Selâm, «iki ay oruç tutar diye fetva verilir; çünkü kefaretten maksat, vazgeçirmektir. Sultana bir ay oruç tutmayıp bir köle âzâd etmek kolay gelir; binaenaleyh vazgeçirme hasıl olmaz.» demiştir.
«Bundan dolayı bunu ona benzetmişlerdir.» Yani zıhâr kefâreti kitapla, oruç kefareti ise sünnetle sabit olduğu için, oruç kefâretini zıhâr kefaretine benzetmişlerdir. Çünkü zıhâr kefareti kitapla sabit olduğundan, daha kuvvetlidir, T. Bunun muktezâsı, oruç kefaretini inkâr edenin kâfir olması, zıhâr kefâretini inkâr edenin küfre nisbetinden daha aşağı olmasıdır. Bunu şu da te'yîd eder: Fetih'te beyan edildiğine göre, Saîd b. Cübeyr oruç kefaretinin neshedildiğini söylemiştir.
TEMBİH: Bu teşbihte oruç kefaretinin her yönden zıhar kefâreti gibi olması lâzım gelmediğine işaret vardır. Zira zıhâr kefâreti esnasında kadına yaklaşmak mutlak surette tetâbu'u zincirini keser; yani ister kasten, ister unutarak olsun gece veya gündüz cimada bulunmak, peşi Peşine tutma, sırasını bozar; zira âyet vardır. Fakat oruç ve kâtil kefaretinde böyle değildir. Onlarda tetâbu'u yalnız özürlü veya özürsüz yiyip içmek bozar. Düşün! Bu makamda bazı kimselerin ayakları kaymıştır. Remlî. Kuhistânî'de de buna benzer sözler vardır. 'özürsüz" sözü ile hayızdan başkalarını murad etmiştir. Hasılı: Oruç kefaretinde cima tetâbu'u kesmez. İster geceleyin kasten, ister gündüzün unutarak yapsın sırayı bozmaz. Zıhâr kefaretinde ise bozar.
«Geceden niyetlenirse.» Yani muayyen bir niyetle başlarsa vâcip olur. Zira evvelce geçtiği vecihle bunlarda Şâfiî'nin muhalefeti vardır. Bu, kefaretin düşmesi için bir şüphedir.
«Mecbur edilmiş olmazsa» yani velev cima'a olsun. Nitekim evvelce geçti. Kadın kocasını cima'a mecbur etse bile kefâret icabetmez. Fetva buna göredir. Zahîriyye'de bildirilmiştir. İhtiyar'da bunun aksine olarak. "Zorlayan kadın olursa her ikisine kefaret vâcip olur." denilmiştir. Nitekim Bahır'ın bazı nüshalarında beyan edilmiştir.
«Hastalık ve hayız gibi bir arıza bulunmazsa» yani mukim olarak geceden niyetlendikten sonra orucunu bozar da kendi taksiri olmaksızın hastalık ve hayız gibi Allah'tan bir mâni ârız olmazsa, kefaret vâcip olur.
METİN
Kendini yaralamak sureti ile hasta olan veya zorla sefere götürülen kimse hakkında ihtilâf olunmuştur. Mutemet kavle göre kefâret lazımdır. Sıtmaya tutulmak veya hayız görmek âdetiolan kimse ve düşmanla harp edeceğini kesinlikle bilen kimseler oruçlarını bozarlar da o özür meydana gelmezse, mutemet kavle göre kefâret sâkıt olur.
Bir kimse birkaç defa orucunu bozar da birincisi için kefaret vermemiş bulunursa, ona bir kefaret kâfidir. İmam Muhammed'e göre velev ki iki ramazanda olsun. İtimat bu kavledir. Bezzâziyye. Müctebâ ve diğer kitaplar.
Bazıları fetva için, "Eğer oruç cimâ'dan başka bir şeyle bozulmuşsa, kefâret birbirinin içine girer. Aksi takdirde girmez," demeyi tercih etmişlerdir. Bir kimse özürsüz kasten âşikâre oruç yerse öldürülür. Tamamı Vehbâniyye şerhindedir.
İZAH
«Mutemet kavle göre kefaret lâzımdır.» Çünkü bu iş kulun fiilidir. Şârih burada "lâzımdır" diyeceğine 'kefaret sâkıt olmaz" dese daha iyi olurdu. Çünkü kefaret zaten lâzımdı. Hilâf, sâkıt olup olmayacağı hususundadır. Seferi "zorla" diye kayıtlaması, orucu bozduktan sonra isteyerek sefer ettiği takdirde bütün rivayetlere göre kefaret lâzım geleceği içindir. Ama sefere çıktıktan sonra bozarsa kefaret vâcip olmaz. Nehir. Yani fecirden sonra yola çıkarsa, orucu bozması haram olursa da kefaret gerekmez. Nitekim ileride gelecektir. Adet sahibi ile çarpışacağını yüzde yüz bilen kimse oruçlarını bozarlar da bekledikleri olmazsa, mutemet kavle göre kefaret sâkıt olur. Bunu Bezzaziye sahibi böyle sahihlediği gibi, Câmiu's-Sağir Şerhi'nde Kâdıhân da sıtma ve hayız âdeti olan hakkında sahihlemiş; bunu, güneş battı zannı ile iftar edip de batmadığı anlaşılan hale benzetmiştir. şürunbulâlî de aynı yoldan yürümüştür.
Fakat bu kavil Bahır'da beyan edilene aykırıdır. Orada şöyle denilmiştir: "Kadın hayız günüm geldi zannı ile iftar eder de hayız görmezse, en münasibi ona kefaret vacip olmasıdır. Nitekim bir kimse hastalık günümdür diye iftar etse kefaret icab eder." Ben Bahır üzerine yaptığım derkenarda şöyle yazdım: "ikinciyi 'müşebbehün bih' yapması bilittifak olduğu içindir. Hayız meselesi böyle değildir. Onun hakkında ulema ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavil vâcip olmasıdır. Nitekim Tatarhâniyye sahibi bunu yapmıştır." Onun içindir ki Sirâc ve Feyz sahipleri her iki meselede kefaret lâzım geldiğini kesinlikle söylemişlerdir.
Hâsılı bu iki meselede sahih olan kavil hakkında ihtilâf edilmiştir. Ama düşmanla çarpışacağını yüzde yüz bilenden kefaretin düşeceği hakkında kimsenin hilâf zikrettiğini görmedim. Aralarındaki fark - Câmiulfusûleyn'de beyan edildiğine göre - şudur: Harp evvelâ orucu bozmayı gerektirir; tâ ki kuvvet kazansın. Hastalık öyle değildir.
«Birincisi için kefaret vermemişse» bir kefaret kâfidir. Fakat vermişse zâhir rivayete göre bir daha vermek icabeder. Zira birinci ile vazgeçmediği anlaşılmıştır. Bahır.
«itimat bu kavledir.» Bahır sahibi bunu Esrâr'dan nakletmiştir. Ondan önce Cevhere'den deşunu nakletmiştir: "Bir kimse iki ramazanda cima yapsa iki kefaret vermesi icabeder. Zâhir rivayete göre velev ki birinci için kefaret vermemiş olsun. Sahih olan budur."
Ben derim ki: Gördüğün gibi tercih muhteliftir. İkinci kavil zâhir rivayet olmakla kuvvet bulmaktadır.
«Aksi takdirde girmez.» Yani iki gün tekrarlanan oruç bozma işi cima ile olursa, kefaret birbirinin içine girmez. Velev ki birinci gün için kefaret vermemiş olsun. Zira cinayet büyüktür. Onun için şâfiî bununla kefareti vâcip görmüş; yiyip içmekle vâcip görmemiştir.
«Tamamı Vehbâniyye şerhi'ndedir.» Vehbâniyye sahibi manzum olarak şöyle demiştir: "Bir insan kasten ve alenen yer de, bu hususta bir özrü bulunmazsa, öldürülmesi emredileceği söylenir." şurunbulâlî diyor ki: «Bunun sureti şudur: özrü olmayan bir kimse kasten âşikâre oruç yerse öldürülür. Çünkü dinle alay etmiştir. Yahut dinden olduğu bizzarure sübut bulan bir şeyi inkâr etmiştir. Böylesinin öldürülmesi ve buna emir verilmesi helâl olduğunda hilâf yoktur. şu halde müellifin "söylenir" demesi za'f icabetmez.» H.
METİN
Kusacağı kalkar da kusmuk çıkar, fakat geri dönmezse, ağız dolusu olsun olmasın mutlak surette orucu bozulmaz, - fiili ile olmaksızın -kendiliğinden geri dönerse, oruçlu olduğunu hatırlamakla beraber ağız dolusu bile olsa İmam Muhammed'e göre bozulmaz. Ebû Yusuf buna muhaliftir. Kusmuğunu yahut onun nohut kadarını veya daha fazlasını - ki bunu Haddâdî söylemiştir - geri çevirirse, ağız dolusu olduğu takdirde bilittifak orucu bozulur; fakat kefaret lâzım gelmez. Aksi takdirde bozulmaz. Muhtar olan budur. Şayet oruçlu olduğunu hatırladığı halde kasten kusarsa, ağız dolusu olduğu takdirde mutlak surette bilittifak orucu bozulur. Daha az olursa Ebû Yusuf'a göre bozulmaz. Sahih olan budur. Lâkin zâhir rivayet, imam Muhammed'in kavli gibi bozduğunu ifade eder. Nitekim Fetih'te Kâfî'den naklen beyan edilmiştir.
İZAH
«Kusacağı kalkarsa...» meselesi yirmi dört surete ayrılır. Şöyle ki: O kimse ya kendiliğinden kusar; yahut kendini kusturur. Bunların her biri ya ağız dolusu olur; yahut olmaz. Bu dört kısımdan her biri ya çıkmış da geri dönmüştür; yahut o kimse kendisi döndürmüştür. Bu suretlerin herbirinde ya oruçlu olduğunu hatırlar; ya hatırlamaz. Esah kavle göre bu suretlerin hiç birinde oruç bozulmaz. Yalnız kusmuğunu kendisi geri çevirir veya kendini kusturursa, ağız dolusu olmak ve hatırlamak şartı ile bozulur. Mülteka Şerhi.
«Ağız dolusu» ifadesini Musannıf mutlak söylemiştir. Binaenaleyh bir yerde dağınık olup toplansa, ağız dolusu olacak kusmuğa da şâmil' dir. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir.
«İmam Muhammed'e göre bozulmaz.» Doğrusu budur. Çünkü kendi fiilî yoktur. Sûretenorucun bozulması, yani yutmak da yoktur. Keza manen bozulma dahi yoktur. Zira onunla insan beslenmez. Bilâkis nefis ondan iğrenir. Bahır.
«Yahut nohut kadarını geri çevirirse...» ifadesi ile Şârih şuna işaret etmiştir: Aslı ağız dolusu olduktan sonra, hepsini geri çevirmekle, bir kısmını çevirmek arasında fark yoktur. Haddâdî Sirâc'da şunları söylemiştir: «Hilâfın esası şudur: Ebû Yusuf ağız dolusu kusmayı itibara almaktadır. İmam Muhammed ise fiili muteber tutmuştur. Sonra ağız dolusu kusmuğa dışarı çıkmış hükmü verilmiştir. Daha az olursa çıkmış değildir. Çünkü onu zaptetmek mümkündür. Hilâfın faydası dört meselede meydana çıkar. Birincisi; kusmuk ağız dolusundan az olur da geri dönerse; yahut ondan nohut kadar bir parça geri dönerse, bilittifak oruç bozulmaz. Ebû Yusuf'a göre bozulmaması, dışarı çıkmadığı içindir; zira ağız dolusundan azdır. İmam Muhammed'e göre ise kendi fiili ile dönmediği için bozulmaz. İkincisi; kusmuk ağız dolusu olur da onu, yahut ondan nohut kadar bir parçayı veya fazlasını geri çevirirse bilittifak oruç bozulur. Çünkü dışarı çıkmış; onu kendisi midesine indirmiştir. Bir de ortada fiil vardır. Üçüncüsü; kusmuk ağız dolusundan az olur da onu, yahut bir miktarını geri çevirirse, İmam Muhammed'e göre orucu bozulur; zira fiil vardır. Ebû Yusuf'a göre bozulmaz; çünkü ağız dolusu değildir. Dördüncüsü; kusmuk ağız dolusu olur da kendiliğinden geri döner; yahut nohut kadarı veya daha fazlası midesine dönerse, Ebû Yusuf'a göre orucu bozulur; çünkü ağız dolusudur. İmam Muhammed'e göre bozulmaz; çünkü fiil yoktur. Sahih olan da budur.»
Bizim meselemiz "geri çevirirse" meselesidir ki, bu dörtten, ikinci ile üçüncü kısımdır. Bunların birincisi ittifâkîdir. Musannıf'ın; "Bilittifak orucu bozulur," dediği budur. İkincisi ihtilâflıdır. Musannıf'ın; "Aksi takdirde bozulmaz." dediği de budur. Bu iki meselede bütün kusmuğu geri çevirmekle, bir kısmını çevirmek arasında fark yoktur. Anla!
«Aksi takdirde bozulmaz.» Yani kusmuk ağız dolusu olmaz da onun hepsini veya bir kısmını geri çevirirse, Ebû Yusuf'a göre orucu bozulmaz. Bu söz, yukarıdaki "Nohut kadar kusmuğu geri çevirirse bilittifak orucu bozulur." ifadesine aykırı değildir. Çünkü yukarıdaki sözü, kusmuk ağız dolusu olduğuna göre idi ve dışarı çıkmış hükmünde idi; ağız onu zaptedemiyordu. Dışarı çıkmış hükmünde olan bir kusmuğun bütününü geri çevirmekle bir kısmını çevirmek arasında fark yoktur. Kusmuk ağız dolusu olmazsa iş değişir. Çünkü içeride imiş hükmündedir; kendisi geri çevirmedikçe bozmaz. Velev ki onun nohut kadarını kendi fiili ile çevirmiş olsun. Bu izahattan anlaşılır ki, Şârih'in söylediği doğrudur. Hiçbir vecihle hatası yoktur. Anla!
«Muhtar olan budur» cümlesinin yerine Hâniyye'de "Sahih olan budur." denilmiştir. Ulemadan birçokları bu kavli sahihlemişlerdir. Remlî. "Oruçlu olduğunu hatırladığı halde" ifadesi ile şârih Gâyetu'l-Beyân sahibinin sözünü redde işaret etmiştir. O şöyle demiş: «Şüphesiz isteyerek kusmakla birlikte "kasten" sözünü zikretmek te'kîd içindir. Çünkü isteyerek kusmak ancak kasıtla olur.» Bu reddin hâsılı şudur: Kasıttan murad, orucu hatırlamaktır; kusmuğu hatırlamak değildir. Bu kayıt unutarak yaptığı hali tariften çıkarmaktadır. Çünkü o orucu bozmaz. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. T.
Hâsılı şudur: "Kasıt" kelimesini zikretmesi, oruçlu olduğunu hatırlayarak bozmayı kastetmeyi beyan içindir. İsteyerek kusmak bunu ifade etmez; o kasten kusmayı ifade eder.
«Mutlak surette» yani kusmuk kendi kendine dönsün veya onu döndürsün döndürmesin bilittifak orucu bozulur. H. Fetih sahibi diyor ki: "Burada kusmuğun dönmesini veya geri çevrilmesini fer'î mesele yapmak doğru değildir. Çünkü o kimse bunlardan önce mücerret kusmukla orucunu bozmuştur."
«Daha az olursa...» Yani kusmuk geri dönmez, o da döndürmezse bozulmaz demektir. Buna delil, Musannıf'ın aşağıda gelen: "Kendiliğinden dönerse" sözüdür. «Sahih olan budur.» Fetih sahibi, "Bunu Kenz Şerhi'nde Zeylâî sahîhlemiştir." demiştir. Ebû Yusuf'un kavli de budur.
METİN
Kusmuk kendiliğinden dönerse orucu bozulmaz. Oruçlu geri çevirirse, bu hususta iki rivayet vardır. Bunların esah olanına göre oruç bozulmaz. Muhît.
Bütün bunlar yemek veya su yahut safra veya kan kustuğuna göredir. Balgam kusarsa mutlak surette bozmaz. Ebû Yusuf buna muhaliftir. Kemal ve başkaları onun kavlini beğenmişlerdir.
Bir kimse dişlerinin arasındaki eti yerse, nohut kadar veya daha çok olduğu takdirde orucunu yalnız kaza eder. Doha az olursa orucu bozulmaz. Meğer ki onu ağzından Çıkarıp tekrar yemiş olsun. Bu takdirde oruç bozulsa da kefaret lâzım gelmez. Çünkü nefis bundan iğrenir. Dışarıdân susam tanesi kadar bir şey yemek orucu bozar. Esah kavle göre kefaret de lâzım gelir. Meğer ki ağzında dağılacak şekilde çiğnemiş ola. Ama tadını boğazında duyarsa orucu bozulur. Nitekim yukarılarda geçmişti. Kemal bu sözü beğenerek» "Çiğnediği her az şeyde esas budur." demiştir.
İZAH
«Kusmuk kendiliğinden dönerse orucu bozulmaz.» Bu Ebû Yusuf'a göredir. Çünkü dışarı çıkmamıştır; şu halde içeri girmek de tahakkuk etmez. Fetih. Yanı ağız dolusundan az olan şeye "çıkmış" hükmü verilmez. Nasıl ki geçmişti.
«İki rivayet vardır.» Bunlar da Ebû Yusuf'tandır. İmam Muhammed'e göre bu meseleyi kurmak doğru olmaz. Sebebi yukarıda geçti.
T E M B İ H : Bir kimse bir mecliste birkaç defa isteyerek ağız dolusu kussa orucu bozulur. Birkaç mecliste olursa bozulmaz. Keza bir sabahleyin, bir günün yarısında, bir de akşama doğru kusarsa yine bozulmaz. Hızane'de böyle denilmiştir. Temizlik bahsinde geçmişti ki, imam Muhammed sebebin bir olmasına bakar; meclisin bir olmasına itibar etmez. Lâkin bu Onun kavline göre burada mümkün değildir. Bahır'ın ifadesi buna muhaliftir. Çünkü İmam Muhammed'e göre ağız dolusundan az ile oruç bozulur. Şu halde Hızane'nin ifadesi Ebû Yusuf'un kavline göredir. Bunu Nehir sahibi söylemiştir.
«Kan kustuğuna göredir.» Anlaşıldığına göre 'kan' dan murad, pıhtılaşmış kandır. Yoksa bu kanla dişlerinin arasından çıkan kan arasında ne fark olabilir! Bu bâbın başında geçtiği vecihle, dişlerinin arasından çıkan kan, tükrükten çok veya ona müsavi olursa; yahut tadını duyarsa, yutulduğu vakit orucu bozar.
"Balgâm"dan murad, göğüsten çıkandır. Baştan inenin orucu bozmadığında hîlâf yoktur. Nitekim abdesti bozmadığında da hilâf yoktur. Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Bu kelimeyi mutlak zikrettiğine göre, balgam ağız dolusu olsun olmasın, kendiliğinden geri dönsün dönmesin orucu bozmaz. Bu mutlak bırakmanın ve keza orucu abdeste kıyas etmenin sahih olup olmadığını Allah bilîr. Araştırılmalıdır' H.
«Balgam kusarsa mutlak surette bozmaz.» Yani ister kussun, ister kendisini kustursun, kusmuk ağız dolusu olsun veya olmasın, kendiliğinden geri dönsün veya dönmesin fark etmez. Ama bu tlak da söz götürür. Düşün! H.
«Ebû Yusuf buna muhaliftir.» Ona göre isteyerek ağız dolusu balgam kusarsa orucu bozulur. H. «Kemal onun kavlini beğenmiş» ve «Ebû Yusuf'un bu kavli daha kuvvetli, Tarafeyn'in "bozmaz" demeleri ise daha güzeldir. Çünkü orucun bozulması ancak içeri giren bir şeye kasten kusmaya bağlanmış; temizliğe pisliğe bakılmamıştır. Binaenaleyh balgamla başkasının arasında fark yoktur. Abdestin bozulması bunun gibi değildir.» demiştir. Bahır, Nehir ve şurunbulâliyye sahipleri de onu tasdik etmişlerdir. Şârih'in, "ve başkaları" sözünden muradı budur. Çünkü bu zevât onu tasdik edince, beğendiler demektir. Kemal b. Hümam'ın, "Çünkü orucun bozulması ancak içeri giren bir şeye veya kasten kusmaya bağlanmıştır." sözü de Şurunbulâliyye ile Şârihimizin mutlak olan ifadeleri hakkında arzettiğimiz görüşü te'yîd etmektedir. Hidâye'nin ta'lîli iyice anlaşıldıktan sonra düşünülsûn. H.
«Nohut kadar...» diyen Sadruşşehîd'dir. Debbûsî, "tükrüğün yardımına hacet kalmaksızın yutulabilen" diye takdir etmiş; Kemal de bunu beğenmiştir. Zira orucu bozmaya mâni korunulması kolay olmayan şeydir. Bu da tükrükle kendiliğinden akıp gidendir. Kasten içeri sokulan da değildir.
"Meğer ki ağzında dağılacak şekilde çiğnemiş ola!" Zira dişlerine yapışır da midesine bir şeygitmez ve tükrüğüne tâbi olur. Mi'râc. "Esas budur." Yanı tadını boğazında hissetmektir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...