KEFARET
BAHSİ
METİN
Umumiyetle fukahaya
göre gıybet de öyledir. Zeylâî. Lâkin Mülteka sahibi onu kan aldırmakla bir
saymış, Bahır sahibi dahi şüpheden dolayı bu kavli tercih etmiştir.
Oruç kefâreti,
kitapla sabit olan zıhâr kefareti gibidir. Yalnız bu sünnetle sabittir. Bundan
dolayı bunu ona benzetmişlerdir. Sonra kefaret ancak geceden niyetlenir ve
mecbur edilmiş olmazsa; sonradan kefâreti ıskat eden hastalık ve hayız gibi bir
ârıza da bulunmazsa vâcip olur.
ÎZAH
«Gıybet de
öyledir.» Yani kefaret icabeder. Çünkü onunla orucu bozmak kıyasa aykırıdır.
Gerçi: "Üç şey oruçlunun orucunu bozar." hadisinde gıybet de zikredilmişse de,
bu hadis bilittifak "sevabı kalmaz" diye te'vîl edilmiştir. Kan aldırma hadisi
böyle değildir. Zira ulemadan Evzâî ve İmam Ahmed gibi bazı zevât onun zâhiri
ile amel etmişlerdir. Gıybet hakkında Zâhiriyye taifesinin muhalefeti itibara
alınmamıştır. Çünkü bu muhâlefet, geçmişte Selef onu söylediğimiz şekilde te'vîl
ettik'ten sonra çıkmıştır. Fetih. Hâniyye'de şöyle deniliyor: «Bazıları, bununla
kan aldırma birdir dediler. Fakat umumiyetle ulema ona herhalde kefaret lâzım
geldiğini söylemişlerdir; çünkü ulema hadisin zâhiri ile amelin terkine ittifak
etmişler ve, "Bununla Peygamber (s.a.v.) ahiret sevabını kastetmiştir: Bu
hususta muteber bir kavil yoktur. Bu bir zandır; bir delile dayandığı yoktur.
Binaenaleyh bir şüphe meydana getiremez" demişlerdir.» Sirâc'da da buna benzer
sözler vardır. Fetih'te dahi Bedâyi'den naklen böyle denilmiş; Hidâye sahibi ile
şârihleri kesinlikle buna kail olmuşlardır. Rahmetî diyor ki: «Gıybet hakkında
hadis ve fetva şüphe sayılmayınca, bıyık yağlamanın uzak kalacağı evleviyetle
sabit olur.»
Ben derim ki: Onun
için Fetih sahibi Bedâyi'den naklen ikisini müsavi saymıştır. Mebsût'tan naklen
Mi'râc sahibi de öyle yapmıştır.
«şüpheden dolayı»
biliyorsun ki icmaa muhalif olan bir şey, şüphe doğurmaz. Amel ekseri fukahanın
kavline göredir. Allah'u a'lem.
"Oruç kefâreti
zıhâr kefâreti gibidir." Yani evvelâ köle âzâd eder. Köle bulamazsa iki ay peşi
peşine oruç tutar. Buna da gücü yetmezse 60 fakiri doyurur. Delili, altı hadis
kitabındaki meşhur A'râbî hadisidir. Kefaret orucu tutan kimse orucu bırakırsa -
özürden dolayı bile bıraksa -yeniden başlar. Bundan yalnız hayız özrü
müstesnadır. (Onda yeniden başlamak yoktur; devam eder.) Kâtil kefaretinde dahi
peş peşe devam şarttır. Köle âzâdı meşru olan her kefaretin hükmü böyledir.
Nehir. Bu meselenin ferîlerinin tamamı Bahır'dadır. Yine orada beyan edildiğine
göre, kefaretin vâcip olması hususunda erkekle kadın, hür ile köle ve sultanla
başkası arasında fark yoktur. Onun için Bezzâziye sahibi şu meselede
câriyeyeoruç vâcip olduğunu açıklamıştır: «Câriye fecrin doğduğunu bildiği halde
sahibine "doğmadı" diye haber verir de o da kendisi ile cima'da bulunursa,
sahibine oruç vâcip değil fakat câriyeye vaciptir.» Şunu da kaydetmiştir:
Sultana zengin olduğu halde helâl malından kefaret vermek lâzım gelir de kimseye
üzerinde bir hak da bulunmazsa, "köle azâd eder" diye fetvâ verilir. Ebû Nasr
Muhammed b. Selâm, «iki ay oruç tutar diye fetva verilir; çünkü kefaretten
maksat, vazgeçirmektir. Sultana bir ay oruç tutmayıp bir köle âzâd etmek kolay
gelir; binaenaleyh vazgeçirme hasıl olmaz.» demiştir.
«Bundan dolayı bunu
ona benzetmişlerdir.» Yani zıhâr kefâreti kitapla, oruç kefareti ise sünnetle
sabit olduğu için, oruç kefâretini zıhâr kefaretine benzetmişlerdir. Çünkü zıhâr
kefareti kitapla sabit olduğundan, daha kuvvetlidir, T. Bunun muktezâsı, oruç
kefaretini inkâr edenin kâfir olması, zıhâr kefâretini inkâr edenin küfre
nisbetinden daha aşağı olmasıdır. Bunu şu da te'yîd eder: Fetih'te beyan
edildiğine göre, Saîd b. Cübeyr oruç kefaretinin neshedildiğini söylemiştir.
TEMBİH: Bu teşbihte
oruç kefaretinin her yönden zıhar kefâreti gibi olması lâzım gelmediğine işaret
vardır. Zira zıhâr kefâreti esnasında kadına yaklaşmak mutlak surette tetâbu'u
zincirini keser; yani ister kasten, ister unutarak olsun gece veya gündüz cimada
bulunmak, peşi Peşine tutma, sırasını bozar; zira âyet vardır. Fakat oruç ve
kâtil kefaretinde böyle değildir. Onlarda tetâbu'u yalnız özürlü veya özürsüz
yiyip içmek bozar. Düşün! Bu makamda bazı kimselerin ayakları kaymıştır. Remlî.
Kuhistânî'de de buna benzer sözler vardır. 'özürsüz" sözü ile hayızdan
başkalarını murad etmiştir. Hasılı: Oruç kefaretinde cima tetâbu'u kesmez. İster
geceleyin kasten, ister gündüzün unutarak yapsın sırayı bozmaz. Zıhâr
kefaretinde ise bozar.
«Geceden
niyetlenirse.» Yani muayyen bir niyetle başlarsa vâcip olur. Zira evvelce
geçtiği vecihle bunlarda Şâfiî'nin muhalefeti vardır. Bu, kefaretin düşmesi için
bir şüphedir.
«Mecbur edilmiş
olmazsa» yani velev cima'a olsun. Nitekim evvelce geçti. Kadın kocasını cima'a
mecbur etse bile kefâret icabetmez. Fetva buna göredir. Zahîriyye'de
bildirilmiştir. İhtiyar'da bunun aksine olarak. "Zorlayan kadın olursa her
ikisine kefaret vâcip olur." denilmiştir. Nitekim Bahır'ın bazı nüshalarında
beyan edilmiştir.
«Hastalık ve hayız
gibi bir arıza bulunmazsa» yani mukim olarak geceden niyetlendikten sonra
orucunu bozar da kendi taksiri olmaksızın hastalık ve hayız gibi Allah'tan bir
mâni ârız olmazsa, kefaret vâcip olur.
METİN
Kendini yaralamak
sureti ile hasta olan veya zorla sefere götürülen kimse hakkında ihtilâf
olunmuştur. Mutemet kavle göre kefâret lazımdır. Sıtmaya tutulmak veya hayız
görmek âdetiolan kimse ve düşmanla harp edeceğini kesinlikle bilen kimseler
oruçlarını bozarlar da o özür meydana gelmezse, mutemet kavle göre kefâret sâkıt
olur.
Bir kimse birkaç
defa orucunu bozar da birincisi için kefaret vermemiş bulunursa, ona bir kefaret
kâfidir. İmam Muhammed'e göre velev ki iki ramazanda olsun. İtimat bu kavledir.
Bezzâziyye. Müctebâ ve diğer kitaplar.
Bazıları fetva
için, "Eğer oruç cimâ'dan başka bir şeyle bozulmuşsa, kefâret birbirinin içine
girer. Aksi takdirde girmez," demeyi tercih etmişlerdir. Bir kimse özürsüz
kasten âşikâre oruç yerse öldürülür. Tamamı Vehbâniyye şerhindedir.
İZAH
«Mutemet kavle göre
kefaret lâzımdır.» Çünkü bu iş kulun fiilidir. Şârih burada "lâzımdır"
diyeceğine 'kefaret sâkıt olmaz" dese daha iyi olurdu. Çünkü kefaret zaten
lâzımdı. Hilâf, sâkıt olup olmayacağı hususundadır. Seferi "zorla" diye
kayıtlaması, orucu bozduktan sonra isteyerek sefer ettiği takdirde bütün
rivayetlere göre kefaret lâzım geleceği içindir. Ama sefere çıktıktan sonra
bozarsa kefaret vâcip olmaz. Nehir. Yani fecirden sonra yola çıkarsa, orucu
bozması haram olursa da kefaret gerekmez. Nitekim ileride gelecektir. Adet
sahibi ile çarpışacağını yüzde yüz bilen kimse oruçlarını bozarlar da
bekledikleri olmazsa, mutemet kavle göre kefaret sâkıt olur. Bunu Bezzaziye
sahibi böyle sahihlediği gibi, Câmiu's-Sağir Şerhi'nde Kâdıhân da sıtma ve hayız
âdeti olan hakkında sahihlemiş; bunu, güneş battı zannı ile iftar edip de
batmadığı anlaşılan hale benzetmiştir. şürunbulâlî de aynı yoldan yürümüştür.
Fakat bu kavil
Bahır'da beyan edilene aykırıdır. Orada şöyle denilmiştir: "Kadın hayız günüm
geldi zannı ile iftar eder de hayız görmezse, en münasibi ona kefaret vacip
olmasıdır. Nitekim bir kimse hastalık günümdür diye iftar etse kefaret icab
eder." Ben Bahır üzerine yaptığım derkenarda şöyle yazdım: "ikinciyi 'müşebbehün
bih' yapması bilittifak olduğu içindir. Hayız meselesi böyle değildir. Onun
hakkında ulema ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavil vâcip olmasıdır. Nitekim
Tatarhâniyye sahibi bunu yapmıştır." Onun içindir ki Sirâc ve Feyz sahipleri her
iki meselede kefaret lâzım geldiğini kesinlikle söylemişlerdir.
Hâsılı bu iki
meselede sahih olan kavil hakkında ihtilâf edilmiştir. Ama düşmanla
çarpışacağını yüzde yüz bilenden kefaretin düşeceği hakkında kimsenin hilâf
zikrettiğini görmedim. Aralarındaki fark - Câmiulfusûleyn'de beyan edildiğine
göre - şudur: Harp evvelâ orucu bozmayı gerektirir; tâ ki kuvvet kazansın.
Hastalık öyle değildir.
«Birincisi için
kefaret vermemişse» bir kefaret kâfidir. Fakat vermişse zâhir rivayete göre bir
daha vermek icabeder. Zira birinci ile vazgeçmediği anlaşılmıştır. Bahır.
«itimat bu
kavledir.» Bahır sahibi bunu Esrâr'dan nakletmiştir. Ondan önce Cevhere'den
deşunu nakletmiştir: "Bir kimse iki ramazanda cima yapsa iki kefaret vermesi
icabeder. Zâhir rivayete göre velev ki birinci için kefaret vermemiş olsun.
Sahih olan budur."
Ben derim ki:
Gördüğün gibi tercih muhteliftir. İkinci kavil zâhir rivayet olmakla kuvvet
bulmaktadır.
«Aksi takdirde
girmez.» Yani iki gün tekrarlanan oruç bozma işi cima ile olursa, kefaret
birbirinin içine girmez. Velev ki birinci gün için kefaret vermemiş olsun. Zira
cinayet büyüktür. Onun için şâfiî bununla kefareti vâcip görmüş; yiyip içmekle
vâcip görmemiştir.
«Tamamı Vehbâniyye
şerhi'ndedir.» Vehbâniyye sahibi manzum olarak şöyle demiştir: "Bir insan kasten
ve alenen yer de, bu hususta bir özrü bulunmazsa, öldürülmesi emredileceği
söylenir." şurunbulâlî diyor ki: «Bunun sureti şudur: özrü olmayan bir kimse
kasten âşikâre oruç yerse öldürülür. Çünkü dinle alay etmiştir. Yahut dinden
olduğu bizzarure sübut bulan bir şeyi inkâr etmiştir. Böylesinin öldürülmesi ve
buna emir verilmesi helâl olduğunda hilâf yoktur. şu halde müellifin "söylenir"
demesi za'f icabetmez.» H.
METİN
Kusacağı kalkar da
kusmuk çıkar, fakat geri dönmezse, ağız dolusu olsun olmasın mutlak surette
orucu bozulmaz, - fiili ile olmaksızın -kendiliğinden geri dönerse, oruçlu
olduğunu hatırlamakla beraber ağız dolusu bile olsa İmam Muhammed'e göre
bozulmaz. Ebû Yusuf buna muhaliftir. Kusmuğunu yahut onun nohut kadarını veya
daha fazlasını - ki bunu Haddâdî söylemiştir - geri çevirirse, ağız dolusu
olduğu takdirde bilittifak orucu bozulur; fakat kefaret lâzım gelmez. Aksi
takdirde bozulmaz. Muhtar olan budur. Şayet oruçlu olduğunu hatırladığı halde
kasten kusarsa, ağız dolusu olduğu takdirde mutlak surette bilittifak orucu
bozulur. Daha az olursa Ebû Yusuf'a göre bozulmaz. Sahih olan budur. Lâkin zâhir
rivayet, imam Muhammed'in kavli gibi bozduğunu ifade eder. Nitekim Fetih'te
Kâfî'den naklen beyan edilmiştir.
İZAH
«Kusacağı
kalkarsa...» meselesi yirmi dört surete ayrılır. Şöyle ki: O kimse ya
kendiliğinden kusar; yahut kendini kusturur. Bunların her biri ya ağız dolusu
olur; yahut olmaz. Bu dört kısımdan her biri ya çıkmış da geri dönmüştür; yahut
o kimse kendisi döndürmüştür. Bu suretlerin herbirinde ya oruçlu olduğunu
hatırlar; ya hatırlamaz. Esah kavle göre bu suretlerin hiç birinde oruç
bozulmaz. Yalnız kusmuğunu kendisi geri çevirir veya kendini kusturursa, ağız
dolusu olmak ve hatırlamak şartı ile bozulur. Mülteka Şerhi.
«Ağız dolusu»
ifadesini Musannıf mutlak söylemiştir. Binaenaleyh bir yerde dağınık olup
toplansa, ağız dolusu olacak kusmuğa da şâmil' dir. Nitekim Sirâc'da beyan
edilmiştir.
«İmam Muhammed'e
göre bozulmaz.» Doğrusu budur. Çünkü kendi fiilî yoktur. Sûretenorucun
bozulması, yani yutmak da yoktur. Keza manen bozulma dahi yoktur. Zira onunla
insan beslenmez. Bilâkis nefis ondan iğrenir. Bahır.
«Yahut nohut
kadarını geri çevirirse...» ifadesi ile Şârih şuna işaret etmiştir: Aslı ağız
dolusu olduktan sonra, hepsini geri çevirmekle, bir kısmını çevirmek arasında
fark yoktur. Haddâdî Sirâc'da şunları söylemiştir: «Hilâfın esası şudur: Ebû
Yusuf ağız dolusu kusmayı itibara almaktadır. İmam Muhammed ise fiili muteber
tutmuştur. Sonra ağız dolusu kusmuğa dışarı çıkmış hükmü verilmiştir. Daha az
olursa çıkmış değildir. Çünkü onu zaptetmek mümkündür. Hilâfın faydası dört
meselede meydana çıkar. Birincisi; kusmuk ağız dolusundan az olur da geri
dönerse; yahut ondan nohut kadar bir parça geri dönerse, bilittifak oruç
bozulmaz. Ebû Yusuf'a göre bozulmaması, dışarı çıkmadığı içindir; zira ağız
dolusundan azdır. İmam Muhammed'e göre ise kendi fiili ile dönmediği için
bozulmaz. İkincisi; kusmuk ağız dolusu olur da onu, yahut ondan nohut kadar bir
parçayı veya fazlasını geri çevirirse bilittifak oruç bozulur. Çünkü dışarı
çıkmış; onu kendisi midesine indirmiştir. Bir de ortada fiil vardır. Üçüncüsü;
kusmuk ağız dolusundan az olur da onu, yahut bir miktarını geri çevirirse, İmam
Muhammed'e göre orucu bozulur; zira fiil vardır. Ebû Yusuf'a göre bozulmaz;
çünkü ağız dolusu değildir. Dördüncüsü; kusmuk ağız dolusu olur da kendiliğinden
geri döner; yahut nohut kadarı veya daha fazlası midesine dönerse, Ebû Yusuf'a
göre orucu bozulur; çünkü ağız dolusudur. İmam Muhammed'e göre bozulmaz; çünkü
fiil yoktur. Sahih olan da budur.»
Bizim meselemiz
"geri çevirirse" meselesidir ki, bu dörtten, ikinci ile üçüncü kısımdır.
Bunların birincisi ittifâkîdir. Musannıf'ın; "Bilittifak orucu bozulur," dediği
budur. İkincisi ihtilâflıdır. Musannıf'ın; "Aksi takdirde bozulmaz." dediği de
budur. Bu iki meselede bütün kusmuğu geri çevirmekle, bir kısmını çevirmek
arasında fark yoktur. Anla!
«Aksi takdirde
bozulmaz.» Yani kusmuk ağız dolusu olmaz da onun hepsini veya bir kısmını geri
çevirirse, Ebû Yusuf'a göre orucu bozulmaz. Bu söz, yukarıdaki "Nohut kadar
kusmuğu geri çevirirse bilittifak orucu bozulur." ifadesine aykırı değildir.
Çünkü yukarıdaki sözü, kusmuk ağız dolusu olduğuna göre idi ve dışarı çıkmış
hükmünde idi; ağız onu zaptedemiyordu. Dışarı çıkmış hükmünde olan bir kusmuğun
bütününü geri çevirmekle bir kısmını çevirmek arasında fark yoktur. Kusmuk ağız
dolusu olmazsa iş değişir. Çünkü içeride imiş hükmündedir; kendisi geri
çevirmedikçe bozmaz. Velev ki onun nohut kadarını kendi fiili ile çevirmiş
olsun. Bu izahattan anlaşılır ki, Şârih'in söylediği doğrudur. Hiçbir vecihle
hatası yoktur. Anla!
«Muhtar olan budur»
cümlesinin yerine Hâniyye'de "Sahih olan budur." denilmiştir. Ulemadan
birçokları bu kavli sahihlemişlerdir. Remlî. "Oruçlu olduğunu hatırladığı halde"
ifadesi ile şârih Gâyetu'l-Beyân sahibinin sözünü redde işaret etmiştir. O şöyle
demiş: «Şüphesiz isteyerek kusmakla birlikte "kasten" sözünü zikretmek te'kîd
içindir. Çünkü isteyerek kusmak ancak kasıtla olur.» Bu reddin hâsılı şudur:
Kasıttan murad, orucu hatırlamaktır; kusmuğu hatırlamak değildir. Bu kayıt
unutarak yaptığı hali tariften çıkarmaktadır. Çünkü o orucu bozmaz. Bunu Bahır
sahibi söylemiştir. T.
Hâsılı şudur:
"Kasıt" kelimesini zikretmesi, oruçlu olduğunu hatırlayarak bozmayı kastetmeyi
beyan içindir. İsteyerek kusmak bunu ifade etmez; o kasten kusmayı ifade eder.
«Mutlak surette»
yani kusmuk kendi kendine dönsün veya onu döndürsün döndürmesin bilittifak orucu
bozulur. H. Fetih sahibi diyor ki: "Burada kusmuğun dönmesini veya geri
çevrilmesini fer'î mesele yapmak doğru değildir. Çünkü o kimse bunlardan önce
mücerret kusmukla orucunu bozmuştur."
«Daha az olursa...»
Yani kusmuk geri dönmez, o da döndürmezse bozulmaz demektir. Buna delil,
Musannıf'ın aşağıda gelen: "Kendiliğinden dönerse" sözüdür. «Sahih olan budur.»
Fetih sahibi, "Bunu Kenz Şerhi'nde Zeylâî sahîhlemiştir." demiştir. Ebû Yusuf'un
kavli de budur.
METİN
Kusmuk
kendiliğinden dönerse orucu bozulmaz. Oruçlu geri çevirirse, bu hususta iki
rivayet vardır. Bunların esah olanına göre oruç bozulmaz. Muhît.
Bütün bunlar yemek
veya su yahut safra veya kan kustuğuna göredir. Balgam kusarsa mutlak surette
bozmaz. Ebû Yusuf buna muhaliftir. Kemal ve başkaları onun kavlini
beğenmişlerdir.
Bir kimse
dişlerinin arasındaki eti yerse, nohut kadar veya daha çok olduğu takdirde
orucunu yalnız kaza eder. Doha az olursa orucu bozulmaz. Meğer ki onu ağzından
Çıkarıp tekrar yemiş olsun. Bu takdirde oruç bozulsa da kefaret lâzım gelmez.
Çünkü nefis bundan iğrenir. Dışarıdân susam tanesi kadar bir şey yemek orucu
bozar. Esah kavle göre kefaret de lâzım gelir. Meğer ki ağzında dağılacak
şekilde çiğnemiş ola. Ama tadını boğazında duyarsa orucu bozulur. Nitekim
yukarılarda geçmişti. Kemal bu sözü beğenerek» "Çiğnediği her az şeyde esas
budur." demiştir.
İZAH
«Kusmuk
kendiliğinden dönerse orucu bozulmaz.» Bu Ebû Yusuf'a göredir. Çünkü dışarı
çıkmamıştır; şu halde içeri girmek de tahakkuk etmez. Fetih. Yanı ağız
dolusundan az olan şeye "çıkmış" hükmü verilmez. Nasıl ki geçmişti.
«İki rivayet
vardır.» Bunlar da Ebû Yusuf'tandır. İmam Muhammed'e göre bu meseleyi kurmak
doğru olmaz. Sebebi yukarıda geçti.
T E M B İ H : Bir
kimse bir mecliste birkaç defa isteyerek ağız dolusu kussa orucu bozulur. Birkaç
mecliste olursa bozulmaz. Keza bir sabahleyin, bir günün yarısında, bir de
akşama doğru kusarsa yine bozulmaz. Hızane'de böyle denilmiştir. Temizlik
bahsinde geçmişti ki, imam Muhammed sebebin bir olmasına bakar; meclisin bir
olmasına itibar etmez. Lâkin bu Onun kavline göre burada mümkün değildir.
Bahır'ın ifadesi buna muhaliftir. Çünkü İmam Muhammed'e göre ağız dolusundan az
ile oruç bozulur. Şu halde Hızane'nin ifadesi Ebû Yusuf'un kavline göredir. Bunu
Nehir sahibi söylemiştir.
«Kan kustuğuna
göredir.» Anlaşıldığına göre 'kan' dan murad, pıhtılaşmış kandır. Yoksa bu kanla
dişlerinin arasından çıkan kan arasında ne fark olabilir! Bu bâbın başında
geçtiği vecihle, dişlerinin arasından çıkan kan, tükrükten çok veya ona müsavi
olursa; yahut tadını duyarsa, yutulduğu vakit orucu bozar.
"Balgâm"dan murad,
göğüsten çıkandır. Baştan inenin orucu bozmadığında hîlâf yoktur. Nitekim
abdesti bozmadığında da hilâf yoktur. Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Bu
kelimeyi mutlak zikrettiğine göre, balgam ağız dolusu olsun olmasın,
kendiliğinden geri dönsün dönmesin orucu bozmaz. Bu mutlak bırakmanın ve keza
orucu abdeste kıyas etmenin sahih olup olmadığını Allah bilîr. Araştırılmalıdır'
H.
«Balgam kusarsa
mutlak surette bozmaz.» Yani ister kussun, ister kendisini kustursun, kusmuk
ağız dolusu olsun veya olmasın, kendiliğinden geri dönsün veya dönmesin fark
etmez. Ama bu tlak da söz götürür. Düşün! H.
«Ebû Yusuf buna
muhaliftir.» Ona göre isteyerek ağız dolusu balgam kusarsa orucu bozulur. H.
«Kemal onun kavlini beğenmiş» ve «Ebû Yusuf'un bu kavli daha kuvvetli,
Tarafeyn'in "bozmaz" demeleri ise daha güzeldir. Çünkü orucun bozulması ancak
içeri giren bir şeye kasten kusmaya bağlanmış; temizliğe pisliğe bakılmamıştır.
Binaenaleyh balgamla başkasının arasında fark yoktur. Abdestin bozulması bunun
gibi değildir.» demiştir. Bahır, Nehir ve şurunbulâliyye sahipleri de onu tasdik
etmişlerdir. Şârih'in, "ve başkaları" sözünden muradı budur. Çünkü bu zevât onu
tasdik edince, beğendiler demektir. Kemal b. Hümam'ın, "Çünkü orucun bozulması
ancak içeri giren bir şeye veya kasten kusmaya bağlanmıştır." sözü de
Şurunbulâliyye ile Şârihimizin mutlak olan ifadeleri hakkında arzettiğimiz
görüşü te'yîd etmektedir. Hidâye'nin ta'lîli iyice anlaşıldıktan sonra
düşünülsûn. H.
«Nohut kadar...»
diyen Sadruşşehîd'dir. Debbûsî, "tükrüğün yardımına hacet kalmaksızın
yutulabilen" diye takdir etmiş; Kemal de bunu beğenmiştir. Zira orucu bozmaya
mâni korunulması kolay olmayan şeydir. Bu da tükrükle kendiliğinden akıp
gidendir. Kasten içeri sokulan da değildir.
"Meğer ki ağzında
dağılacak şekilde çiğnemiş ola!" Zira dişlerine yapışır da midesine bir
şeygitmez ve tükrüğüne tâbi olur. Mi'râc. "Esas budur." Yanı tadını boğazında
hissetmektir.