Hilâlin Gündüz Görülmesi
METİN
Kurban bayramı
hilâli ile diğer dokuz ayın hilâlleri de mezhebe göre ramazan bayramı hilâli
gibidir. Hilâlin gündüz görülmesi, mezhebe göre mutlak surette gelecek gece
içindir. Bunu Haddâdî söylemiştir.
İZAH
Yani zilhicce aynı
şevval gibidir. Eğer hava bulutlu ise, ancak iki erkeğin veya bir erkekle iki
kadının şahitlikleri ile sabit olur. Hava açık olursa, evvelce söylediğimiz gibi
mutlak sayılarının fazla olması gerekir. En-Nevadir adlı kitapta İmam-ı Azam'dan
naklen ramazan gibi olduğu bildirilmiş; Tuhfe'de bu sahih kabul edilmiştir. Ama
zâhir mezhep birincisidir. Hidâye ile şerhlerinde ve Tebyîn'de bu
sahihlenmiştir. Demek ki sahih kabul edilen kaviller muhteliftir. Mezhep olmak
üzere birinci kavil kuvvet bulmuştur. Bahır.
«Diğer dokuz ayın»
hilâllerinde de sair hükümlerde olduğu gibi hür, âdil olmak, had vurulmamış
bulunmak şartı ile iki erkek veya bir erkekle iki kadından başkasının şahitliği
kabul edilmez. Bunu İmam isbicâbî'nin Muhtasaru't-Tahâvî Şerhi'nden Bahır sahibi
nakletmiştir. İmdad'da beyan edildiğine göre bu aylar açık havada ramazan ve
bayram gibidirler. Yani mutlaka büyük bir cemaatla isbat edilirler. Fakat imdâd
sahibi bu kavli kimseye nisbet etmemiştir. Lâkin Hayreddin Remlî şunları
söylemiştir: «Zâhire göre dokuz ayda iki erkeğin şahitliğinin kabulü hususunda
havanın açık ve kapalı olması arasında fark yoktur. Zira kalabalık cemaatın şart
koşulmasını gerektiren illet yoktur. Bu illet, bütün cemaatın hilâli görmeye
yönelmesidir. «Sair hükümlerde olduğu gibi» denilmesi de bunu te'yîd eder. İki
âdil kimse açık havada şaban hilâlini gördüklerine şehadet ederler de şer'î olan
sübut şartları ile sabit olursa, şaban otuz gün olarak tamamlandıktan sonra
ramazan sabit olur. Ramazan açık havada olursa, o iki kişinin haberleri ile
sabit olmaz. Zira bu takdirde onun sübutu zımnî olur. Zımnen sabit olan
şeylerde, kastî olanlarda affedilmeyen affedilir.
«Hilâlin gündüz
görülmesi...» Zevâlden önce veya sonra olsun, mutlak surette gelecek gece
içindir.
«Mezhebe göre»
sözünden murad, İmam-ı Âzam'la Muhammed'in kavlidir. Bedâyi'de şöyle
denilmiştir: «O gün, Tarafeyn'e göre ramazanda değildir. Ebû Yusuf'a göre
zevalden sonra olursa hüküm budur. önce ise, geçen gece içindîr. O gün
ramazandan olur. Şevval hilâli de bu hilâfa göredir. Tarafeyn'e göre mutlak
olarak gelecek gece içindir ve o gün ramazandan olur. Ebû Yusuf'a göre zevâlden
önce ise geçen gece içindir ve o gün bayram günüdür. Çünkü âdeten zevalden önce
hilâl görünmez; meğer ki iki gecelik ola! Binaenaleyh ramazan hilâlinde o günün
ramazandan, şevval hilalinde ise bayram olması icap eder. Tarafeyn'egöre asıl
olan, hilâlin gündüz görülmesinin itibara alınmamasıdır. Muteber olan, güneş
kavuştuktan sonra görünmesidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Hilâli gördüğünüz
vakit oruç tutun! Gördüğünüz vakit bayram edin!" buyurmuş; gerek orucun, gerekse
bayramın onu gördükten sonra olmasını istemiştir. Ebû Yusuf'un dediğinde nâssa
muhalefet vardır.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Fetih'te şöyle
denilmektedir: «Hadîs-i şerif, hilâli görmenin oruç ve bayramdan önce olmasını
icap ediyor. Bundan hemen anlaşılıp hatıra gelen, her ayın sonunda görmektir.
Sahâbe, Tâbiîn ve onlardan sonra gelenlerce bu böyledir. Otuzuncu günün zevâlden
evveli' bunun hilâfınadır. Muhtar olan Tarafeyn'in kavlidir.»
Ben derim ki:
Hâsılı, hilâl meselâ cuma günü zevalden önce görülürse, Ebû Yusuf'a göre evvelki
geceye aittir. Şu mânâya ki, bu hilâl cuma gecesi ufukta bulunmuş da kavuşmuş;
sonra gündüzleyin görünmüş sayılır. Onun gündüz görünmesi, ayın başından
itibaren ikinci gecesinde görünmüş hükmündedir. Zira bir gece evvel mevcut
olmasa gündüz görülmesi mümkün olmazdı. Ay iki günlük olmadan zevâlden önce
görülemez. O halde hilâlin evvelki geceye ait olması ile iki gecelik olması
arasında zıddıyet yoktur. Çünkü gündüz ikinci gece yerini tutmuş olur. Evvelki
geceye ait olunca, adı geçen cuma günü ayın başı olur ve ramazan ise o gün oruç
tutmak; şevval ise bayram yapmak icap eder. Tarafeyn'e göre ise hilâl mutlak
surette evvelki geceye ait olamaz; o ileriki geceye aittir. İleriki geceye ait
oluşu, gündüzleyin görülmekle sabit olmuş değildir. Zira onlara göre gündüz
görünmeye itibar yoktur. Sübut bulması, ancak gün sayısını tamamlamaktadır.
Çünkü Bedâyi ve fetih'te açıklandığına göre, hilâf sadece yevm-i şekde
görüldüğündedir. O da ya şabanın otuzuncu günüdür; yahut ramazandandır. Adı
geçen cuma günü ayın otuzu ise ve hilâl gündüz görülmüşse, Ebû Yusuf'a göre o
gün ayın başıdır. Tarafeyn'e göre bu görmeye itibar yoktur. Ayın başı cumartesi
günüdür. Çünkü ay otuz günden fazla olamaz. Bu görme bir şey ifade etmez. Şu
halde ulemanın, «hilâl Tarafeyn'e göre sonraki geceye aittir» sözü vâkıın beyanı
ve «evvelki geceye aittir» sözüne muhalefeti açıklamaktır. Demek oluyor ki
ulemanın, «hilâl Tarafeyn'e göre ileriki geceye aittir» demeleri ile «Tarafeyn'e
göre hilâlin gündüz görülmesine itibar yoktur» sözü arasında zıddıyet yoktur.
Hilâf ancak yevmi şekte görülmesindendir ki, o da otuzuncu gündür. Çünkü yirmi
dokuzuncu gün görülürse, evvelki geceye ait olacağını söyleyen yoktur ki, ayın
yirmi sekiz gün olması lâzım gelsin. Nasıl ki bunu bazı muhakkıklar söylemiştir.
«Hilâlin gündüz
görülmesine itibar yoktur.» sözü, ayın yirmi dokuzuncu günü güneşten evvel
görülmesine de şâmildir. Sonra otuzuncu gece güneş kavuştuktan sonra görülür de
şer'î beyyine buna şahitlik ederse, hâkim geceleyin görüldüğüne hükmeder.
Nitekim nass-ıhadiste de böyledir. Müneccimlerin, «Aynı günde hem sabahleyin,
hem akşamleyin görülmesi mümkün değildir.» demelerine bakılmaz. Nitekim Şâfiî
Remlî'nin «Fetevâ'ş-Şems» adlı kitabından yukarıda nakletmiştik. Keza hilâlin
geceleyin görüldüğü sabit olduktan sonra, biri çıkarak o gecenin sabahında
gördüğünü iddia etse, hâkim onun sözüne bakmaz. Nasıl baksın ki dört mezhebin
imamları "Sahih olan, hilâlin gündüzleyin görülmesine itibar yoktur! Muteber
olan geceleyin görülmesidir. Müneccimlerin sözüne de itibar yoktur!" diye açık
söylemişlerdir.
Asrın acaibindendir
ki zamanımızda 1240 tarihinde şöyle bir şey olmuştur: O senenin ramazanı,
şabanın yirmi dokuzuncu gecesini takip eden pazartesi gecesi olduğu, Dimaşk
Camii'nin minaresinden hilâli gören bir cemaatın şahitlikleri ile sabit oldu.
Gök yüzü bulutlu idi. Hâkim ayı şer'î davadan sonra o cemaatın şehadetleri ile
isbat etti. Derken Şâfiîler'den biri bu isbatın akla aykırı olduğunu, doğru
olmadığını çünkü halktan birinin kendisine, hilâli adı geçen pazartesi günü
gördüğünü söylediğini iddia etti. Sonra kendi mezhebinden bir cemaatla bu hükmü
bozmaya kalkıştı. Fakat yapamadılar. Avam takımının kalplerine şüphe düşürdüler.
Sonra âlemin bayram yaptığı gün oruç tuttular; ve ikinci gün bayram yaptılar;
Hattâ kendilerine, mezhepleri âlimlerinden birisi hata ettiklerini söyledi ve
mezheplerinin açık nakillerini onlara gösterdi. Bunun üzerine bazıları özür
dileyerek bunu Hanefî mezhebine olan saygılarından yaptıklarını, Hanefîler'in
kendi mezheplerini anlamadıklarını söylediler. Şüphesiz bu özür, kabahattan
büyüktü. Çünkü bunda o açık hatayı örttürmek için din âlimlerine iftira vardı.
İşte o zaman ben de «Tenbîhü'l-Gâfil...» adlı geniş bir risale yazmaya başladım.
Bu risalede açık hata, onların irtikâb ettikleri; sahih hak ise, kaçındıkları
şey olduğunu dört mezhebin delillerini toplayarak bildirdim.
METİN
Hilâlin muhtelif
memleketlerde başka başka (zamanlarda ve yerlerde) doğması ve gündüzleyin
zevâlden önce ve sonra görülmesi, mezhebin zâhirîne göre muteber değildir.
Ulemanın çoğunluğu bununla amel etmişlerdir. Fetva da buna göredir. Bunu
Hulâsa'dan Bahır nakletmiştir. Binaenaleyh batıda yaşayanların görmesi ile
doğuda yaşayanlara da hüküm lâzım gelir. Yani kendilerince onların - yukarıda
geçtiği gibi - gerektirici bir surette gördükleri sabit olunca, hüküm hepsine
şâmil olur. Zeylâî, «Muteber sayılması daha münasiptir.» demişse de, Kemal zâhir
rivayetle amel etmenin daha ihtiyatlı olduğunu söylemiştir.
FER'İ BİR MESELE :
Cemaat hilâli gördükleri vakit ona işaret etmeleri mekruhtur. Çünkü bu
cahiliyyet amellerindendir. Nitekim Sirâciyye'de ve Bezzâziye'nin kerahet
bahsinde beyan edilmiştir.
İZAH
«Muteber değildir»
cümlesinin mânâsı, onunla hüküm sabit olmaz. Oruç veya bayram vâcip oldu diye
onunla hüküm verilemez, demektir. Bilmiş ol ki; bizzat hilâlin başka başka
yerlerde doğmasında münakaşa yoktur. Şu mânâya ki, bazan iki belde arasındaki
mesafe o kadar uzak olur ki, birinde hilâl falan gece doğar, ötekinde doğmaz.
Güneşin doğuş yerleri de öyledir. Çünkü hilâlin güneş ışığından ayrılması,
memleketlere göre değişir. Hattâ güneş doğuda battığı zaman, batıda da batması
lâzım gelmez.
Fecrin doğması ve,
güneşin kavuşması da böyledir. Güneş bir derece hareket ettikçe bu bir kavme
fecrin doğması, başkalarına güneşin doğması, diğerlerine batması, daha
başkalarına gece yarısı olur. Nitekim Zeylâî'de de böyle denilmiştir. Doğma
yerlerinin değişmesine sebep olan mesafe, bir aylık yol ve fâzlasıdır. Bunu
Cevâhir'den naklen Kuhistâni bildirmiştir ki, Süleyman Aleyhisselâm kıssasından
alınmıştır. Çünkü o, her gidiş ve gelişte bir iklimden diğerine geçmiştir ki,
aralarında bir aylık mesafe vardır.
Bu istidlâldeki
çürüklük meydandadır. Remlî'nin Minhâc Şerhi'nde, «Tâc-ı Tebrîzî'nin tembihine
göre hilâlin başka başka yerlerde doğması 24 fersahtan daha azda mümkün
değildir. Pederim de bununla fetva vermiştir. En güzeli bunun tahdîdî olmasıdır.
Nitekim buna da fetva vermiştir.» denilmektedir. Bellenmelidir.
Hilâf şu mânâya
değişik yerlerde doğmasındadır: Her yer halkına, kendi hilâllerinin doğmasını
itibara almak vâcip midir? Kimseye başkasının hilâli ile âmel lâzım gelmez mi?
Yoksa ayrı ayrı hilâl görülmeleri itibara alınmayıp, ilk görülen hilâl ile amel
vâcip midir? Meselâ doğuda cuma gecesi, batıda cumartesi gecesi görülse,
doğudakilerin gördüğü hilâl ile batıdakilere de amel vâcip olur mu? Bazıları,
«Herkes kendi gördüğü hilâl ile amel eder.» demişlerdir. Zeylâî ile Feyz sahibi
bu kavle itimat etmişlerdir. Şâfiîler'e göre sahih olan da budur. Çünkü her
cemaat kendilerince sabit olanla muhataptır. Nitekim namaz vakitlerinde de hüküm
budur. Dürer sahibi de bunu te'yîd etmiş; evvelce geçtiği vecihle «yatsı ile
vitir namazının vakti olmayan yerlerde, bu namazlar vâcip olmazlar» demiştir.
Fakat zâhir rivayet ikincisidir. Bize ve Mâlikîler'le Hanbelîler'e göre itimat
edilen kavil budur. Çünkü «Hilâli görürseniz oruç tutun!» hadisinde, hitâp
mutlak olarak hilâli görmeye umumî bir şekilde taalluk etmiştir. Namaz vakitleri
böyle değildir. Bu meselenin tam açıklaması, adı gecen risalemizdedir.
T E M B İ H : Hac
bahsinde ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, hacda hilâlin muhtelif görülmesi
muteberdir. Başka bir yerde hilâlin oradan bir gün evvel görüldüğü anlaşılsa,
hacılara bir şey lâzım gelmez. Acaba bu hacı olmayanlar için kurban hakkında da
söylenebilir mi? Bunu bir yerde görmedim. Ama zâhire bakılırsa, evet
söylenebilir. Çünkühilâlin muhtelif beldelerde başka başka zamanlarda doğması,
oruçta vücup mutlak olarak hilâlin görülmesine bağlandığı için itibara
alınmamıştır. Bu, kurbanın hilâfınadır. Zâhire göre kurban, namaz vakitleri
gibidir. Her cemaata kendi gördüğü ile amel vâciptir. Binaenaleyh başkaları
hilâli ayın on üçünde görseler bile, onlar on ikisinde gördülerse o gün kurban
kesmeleri kâfidir. Allah'u a'lem.
«Gerektirici bir
surette.» Meselâ iki şahidin hilâli gördüklerine; yahut filân hâkimin hüküm
verdiğine şahitlik etmeleri veya haberin yayılması gibi hüküm icabedecek bir
surette sabit olursa, hüküm hepsine şâmil olur. Ama; «falan yer ahalisi hilâli
görmüşler» diye haber vermeleri bunun hilâfınadır. Hüküm icabetmez. Çünkü hikâye
etmekten ibarettir. H.
«İşaret etmeleri
mekruhtur.» Zâhirine bakılırsa, görmeyenlere göstermek için bile olsa mekruhtur.
Buradaki kerahet tenzîhî görünüyor. T. Allah'u a'lem.