03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..HİLALİN GÜNDÜZ GÖRÜLMESİ


Hilâlin Gündüz Görülmesi 

METİN
Kurban bayramı hilâli ile diğer dokuz ayın hilâlleri de mezhebe göre ramazan bayramı hilâli gibidir. Hilâlin gündüz görülmesi, mezhebe göre mutlak surette gelecek gece içindir. Bunu Haddâdî söylemiştir.
İZAH
Yani zilhicce aynı şevval gibidir. Eğer hava bulutlu ise, ancak iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitlikleri ile sabit olur. Hava açık olursa, evvelce söylediğimiz gibi mutlak sayılarının fazla olması gerekir. En-Nevadir adlı kitapta İmam-ı Azam'dan naklen ramazan gibi olduğu bildirilmiş; Tuhfe'de bu sahih kabul edilmiştir. Ama zâhir mezhep birincisidir. Hidâye ile şerhlerinde ve Tebyîn'de bu sahihlenmiştir. Demek ki sahih kabul edilen kaviller muhteliftir. Mezhep olmak üzere birinci kavil kuvvet bulmuştur. Bahır.
«Diğer dokuz ayın» hilâllerinde de sair hükümlerde olduğu gibi hür, âdil olmak, had vurulmamış bulunmak şartı ile iki erkek veya bir erkekle iki kadından başkasının şahitliği kabul edilmez. Bunu İmam isbicâbî'nin Muhtasaru't-Tahâvî Şerhi'nden Bahır sahibi nakletmiştir. İmdad'da beyan edildiğine göre bu aylar açık havada ramazan ve bayram gibidirler. Yani mutlaka büyük bir cemaatla isbat edilirler. Fakat imdâd sahibi bu kavli kimseye nisbet etmemiştir. Lâkin Hayreddin Remlî şunları söylemiştir: «Zâhire göre dokuz ayda iki erkeğin şahitliğinin kabulü hususunda havanın açık ve kapalı olması arasında fark yoktur. Zira kalabalık cemaatın şart koşulmasını gerektiren illet yoktur. Bu illet, bütün cemaatın hilâli görmeye yönelmesidir. «Sair hükümlerde olduğu gibi» denilmesi de bunu te'yîd eder. İki âdil kimse açık havada şaban hilâlini gördüklerine şehadet ederler de şer'î olan sübut şartları ile sabit olursa, şaban otuz gün olarak tamamlandıktan sonra ramazan sabit olur. Ramazan açık havada olursa, o iki kişinin haberleri ile sabit olmaz. Zira bu takdirde onun sübutu zımnî olur. Zımnen sabit olan şeylerde, kastî olanlarda affedilmeyen affedilir.
«Hilâlin gündüz görülmesi...» Zevâlden önce veya sonra olsun, mutlak surette gelecek gece içindir.
«Mezhebe göre» sözünden murad, İmam-ı Âzam'la Muhammed'in kavlidir. Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «O gün, Tarafeyn'e göre ramazanda değildir. Ebû Yusuf'a göre zevalden sonra olursa hüküm budur. önce ise, geçen gece içindîr. O gün ramazandan olur. Şevval hilâli de bu hilâfa göredir. Tarafeyn'e göre mutlak olarak gelecek gece içindir ve o gün ramazandan olur. Ebû Yusuf'a göre zevâlden önce ise geçen gece içindir ve o gün bayram günüdür. Çünkü âdeten zevalden önce hilâl görünmez; meğer ki iki gecelik ola! Binaenaleyh ramazan hilâlinde o günün ramazandan, şevval hilalinde ise bayram olması icap eder. Tarafeyn'egöre asıl olan, hilâlin gündüz görülmesinin itibara alınmamasıdır. Muteber olan, güneş kavuştuktan sonra görünmesidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "Hilâli gördüğünüz vakit oruç tutun! Gördüğünüz vakit bayram edin!" buyurmuş; gerek orucun, gerekse bayramın onu gördükten sonra olmasını istemiştir. Ebû Yusuf'un dediğinde nâssa muhalefet vardır.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Fetih'te şöyle denilmektedir: «Hadîs-i şerif, hilâli görmenin oruç ve bayramdan önce olmasını icap ediyor. Bundan hemen anlaşılıp hatıra gelen, her ayın sonunda görmektir. Sahâbe, Tâbiîn ve onlardan sonra gelenlerce bu böyledir. Otuzuncu günün zevâlden evveli' bunun hilâfınadır. Muhtar olan Tarafeyn'in kavlidir.»
Ben derim ki: Hâsılı, hilâl meselâ cuma günü zevalden önce görülürse, Ebû Yusuf'a göre evvelki geceye aittir. Şu mânâya ki, bu hilâl cuma gecesi ufukta bulunmuş da kavuşmuş; sonra gündüzleyin görünmüş sayılır. Onun gündüz görünmesi, ayın başından itibaren ikinci gecesinde görünmüş hükmündedir. Zira bir gece evvel mevcut olmasa gündüz görülmesi mümkün olmazdı. Ay iki günlük olmadan zevâlden önce görülemez. O halde hilâlin evvelki geceye ait olması ile iki gecelik olması arasında zıddıyet yoktur. Çünkü gündüz ikinci gece yerini tutmuş olur. Evvelki geceye ait olunca, adı geçen cuma günü ayın başı olur ve ramazan ise o gün oruç tutmak; şevval ise bayram yapmak icap eder. Tarafeyn'e göre ise hilâl mutlak surette evvelki geceye ait olamaz; o ileriki geceye aittir. İleriki geceye ait oluşu, gündüzleyin görülmekle sabit olmuş değildir. Zira onlara göre gündüz görünmeye itibar yoktur. Sübut bulması, ancak gün sayısını tamamlamaktadır. Çünkü Bedâyi ve fetih'te açıklandığına göre, hilâf sadece yevm-i şekde görüldüğündedir. O da ya şabanın otuzuncu günüdür; yahut ramazandandır. Adı geçen cuma günü ayın otuzu ise ve hilâl gündüz görülmüşse, Ebû Yusuf'a göre o gün ayın başıdır. Tarafeyn'e göre bu görmeye itibar yoktur. Ayın başı cumartesi günüdür. Çünkü ay otuz günden fazla olamaz. Bu görme bir şey ifade etmez. Şu halde ulemanın, «hilâl Tarafeyn'e göre sonraki geceye aittir» sözü vâkıın beyanı ve «evvelki geceye aittir» sözüne muhalefeti açıklamaktır. Demek oluyor ki ulemanın, «hilâl Tarafeyn'e göre ileriki geceye aittir» demeleri ile «Tarafeyn'e göre hilâlin gündüz görülmesine itibar yoktur» sözü arasında zıddıyet yoktur. Hilâf ancak yevmi şekte görülmesindendir ki, o da otuzuncu gündür. Çünkü yirmi dokuzuncu gün görülürse, evvelki geceye ait olacağını söyleyen yoktur ki, ayın yirmi sekiz gün olması lâzım gelsin. Nasıl ki bunu bazı muhakkıklar söylemiştir.
«Hilâlin gündüz görülmesine itibar yoktur.» sözü, ayın yirmi dokuzuncu günü güneşten evvel görülmesine de şâmildir. Sonra otuzuncu gece güneş kavuştuktan sonra görülür de şer'î beyyine buna şahitlik ederse, hâkim geceleyin görüldüğüne hükmeder. Nitekim nass-ıhadiste de böyledir. Müneccimlerin, «Aynı günde hem sabahleyin, hem akşamleyin görülmesi mümkün değildir.» demelerine bakılmaz. Nitekim Şâfiî Remlî'nin «Fetevâ'ş-Şems» adlı kitabından yukarıda nakletmiştik. Keza hilâlin geceleyin görüldüğü sabit olduktan sonra, biri çıkarak o gecenin sabahında gördüğünü iddia etse, hâkim onun sözüne bakmaz. Nasıl baksın ki dört mezhebin imamları "Sahih olan, hilâlin gündüzleyin görülmesine itibar yoktur! Muteber olan geceleyin görülmesidir. Müneccimlerin sözüne de itibar yoktur!" diye açık söylemişlerdir.
Asrın acaibindendir ki zamanımızda 1240 tarihinde şöyle bir şey olmuştur: O senenin ramazanı, şabanın yirmi dokuzuncu gecesini takip eden pazartesi gecesi olduğu, Dimaşk Camii'nin minaresinden hilâli gören bir cemaatın şahitlikleri ile sabit oldu. Gök yüzü bulutlu idi. Hâkim ayı şer'î davadan sonra o cemaatın şehadetleri ile isbat etti. Derken Şâfiîler'den biri bu isbatın akla aykırı olduğunu, doğru olmadığını çünkü halktan birinin kendisine, hilâli adı geçen pazartesi günü gördüğünü söylediğini iddia etti. Sonra kendi mezhebinden bir cemaatla bu hükmü bozmaya kalkıştı. Fakat yapamadılar. Avam takımının kalplerine şüphe düşürdüler. Sonra âlemin bayram yaptığı gün oruç tuttular; ve ikinci gün bayram yaptılar; Hattâ kendilerine, mezhepleri âlimlerinden birisi hata ettiklerini söyledi ve mezheplerinin açık nakillerini onlara gösterdi. Bunun üzerine bazıları özür dileyerek bunu Hanefî mezhebine olan saygılarından yaptıklarını, Hanefîler'in kendi mezheplerini anlamadıklarını söylediler. Şüphesiz bu özür, kabahattan büyüktü. Çünkü bunda o açık hatayı örttürmek için din âlimlerine iftira vardı. İşte o zaman ben de «Tenbîhü'l-Gâfil...» adlı geniş bir risale yazmaya başladım. Bu risalede açık hata, onların irtikâb ettikleri; sahih hak ise, kaçındıkları şey olduğunu dört mezhebin delillerini toplayarak bildirdim.
METİN
Hilâlin muhtelif memleketlerde başka başka (zamanlarda ve yerlerde) doğması ve gündüzleyin zevâlden önce ve sonra görülmesi, mezhebin zâhirîne göre muteber değildir. Ulemanın çoğunluğu bununla amel etmişlerdir. Fetva da buna göredir. Bunu Hulâsa'dan Bahır nakletmiştir. Binaenaleyh batıda yaşayanların görmesi ile doğuda yaşayanlara da hüküm lâzım gelir. Yani kendilerince onların - yukarıda geçtiği gibi - gerektirici bir surette gördükleri sabit olunca, hüküm hepsine şâmil olur. Zeylâî, «Muteber sayılması daha münasiptir.» demişse de, Kemal zâhir rivayetle amel etmenin daha ihtiyatlı olduğunu söylemiştir.
FER'İ BİR MESELE : Cemaat hilâli gördükleri vakit ona işaret etmeleri mekruhtur. Çünkü bu cahiliyyet amellerindendir. Nitekim Sirâciyye'de ve Bezzâziye'nin kerahet bahsinde beyan edilmiştir.
İZAH
«Muteber değildir» cümlesinin mânâsı, onunla hüküm sabit olmaz. Oruç veya bayram vâcip oldu diye onunla hüküm verilemez, demektir. Bilmiş ol ki; bizzat hilâlin başka başka yerlerde doğmasında münakaşa yoktur. Şu mânâya ki, bazan iki belde arasındaki mesafe o kadar uzak olur ki, birinde hilâl falan gece doğar, ötekinde doğmaz. Güneşin doğuş yerleri de öyledir. Çünkü hilâlin güneş ışığından ayrılması, memleketlere göre değişir. Hattâ güneş doğuda battığı zaman, batıda da batması lâzım gelmez.
Fecrin doğması ve, güneşin kavuşması da böyledir. Güneş bir derece hareket ettikçe bu bir kavme fecrin doğması, başkalarına güneşin doğması, diğerlerine batması, daha başkalarına gece yarısı olur. Nitekim Zeylâî'de de böyle denilmiştir. Doğma yerlerinin değişmesine sebep olan mesafe, bir aylık yol ve fâzlasıdır. Bunu Cevâhir'den naklen Kuhistâni bildirmiştir ki, Süleyman Aleyhisselâm kıssasından alınmıştır. Çünkü o, her gidiş ve gelişte bir iklimden diğerine geçmiştir ki, aralarında bir aylık mesafe vardır.
Bu istidlâldeki çürüklük meydandadır. Remlî'nin Minhâc Şerhi'nde, «Tâc-ı Tebrîzî'nin tembihine göre hilâlin başka başka yerlerde doğması 24 fersahtan daha azda mümkün değildir. Pederim de bununla fetva vermiştir. En güzeli bunun tahdîdî olmasıdır. Nitekim buna da fetva vermiştir.» denilmektedir. Bellenmelidir.
Hilâf şu mânâya değişik yerlerde doğmasındadır: Her yer halkına, kendi hilâllerinin doğmasını itibara almak vâcip midir? Kimseye başkasının hilâli ile âmel lâzım gelmez mi? Yoksa ayrı ayrı hilâl görülmeleri itibara alınmayıp, ilk görülen hilâl ile amel vâcip midir? Meselâ doğuda cuma gecesi, batıda cumartesi gecesi görülse, doğudakilerin gördüğü hilâl ile batıdakilere de amel vâcip olur mu? Bazıları, «Herkes kendi gördüğü hilâl ile amel eder.» demişlerdir. Zeylâî ile Feyz sahibi bu kavle itimat etmişlerdir. Şâfiîler'e göre sahih olan da budur. Çünkü her cemaat kendilerince sabit olanla muhataptır. Nitekim namaz vakitlerinde de hüküm budur. Dürer sahibi de bunu te'yîd etmiş; evvelce geçtiği vecihle «yatsı ile vitir namazının vakti olmayan yerlerde, bu namazlar vâcip olmazlar» demiştir. Fakat zâhir rivayet ikincisidir. Bize ve Mâlikîler'le Hanbelîler'e göre itimat edilen kavil budur. Çünkü «Hilâli görürseniz oruç tutun!» hadisinde, hitâp mutlak olarak hilâli görmeye umumî bir şekilde taalluk etmiştir. Namaz vakitleri böyle değildir. Bu meselenin tam açıklaması, adı gecen risalemizdedir.
T E M B İ H : Hac bahsinde ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, hacda hilâlin muhtelif görülmesi muteberdir. Başka bir yerde hilâlin oradan bir gün evvel görüldüğü anlaşılsa, hacılara bir şey lâzım gelmez. Acaba bu hacı olmayanlar için kurban hakkında da söylenebilir mi? Bunu bir yerde görmedim. Ama zâhire bakılırsa, evet söylenebilir. Çünkühilâlin muhtelif beldelerde başka başka zamanlarda doğması, oruçta vücup mutlak olarak hilâlin görülmesine bağlandığı için itibara alınmamıştır. Bu, kurbanın hilâfınadır. Zâhire göre kurban, namaz vakitleri gibidir. Her cemaata kendi gördüğü ile amel vâciptir. Binaenaleyh başkaları hilâli ayın on üçünde görseler bile, onlar on ikisinde gördülerse o gün kurban kesmeleri kâfidir. Allah'u a'lem.
«Gerektirici bir surette.» Meselâ iki şahidin hilâli gördüklerine; yahut filân hâkimin hüküm verdiğine şahitlik etmeleri veya haberin yayılması gibi hüküm icabedecek bir surette sabit olursa, hüküm hepsine şâmil olur. Ama; «falan yer ahalisi hilâli görmüşler» diye haber vermeleri bunun hilâfınadır. Hüküm icabetmez. Çünkü hikâye etmekten ibarettir. H.
«İşaret etmeleri mekruhtur.» Zâhirine bakılırsa, görmeyenlere göstermek için bile olsa mekruhtur. Buradaki kerahet tenzîhî görünüyor. T. Allah'u a'lem. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...