03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...İZİNLE İCAZE ARASINDA FARK


İZİNLE İCAZE ARASINDA FARK

METİN
Hilâfın yeri, cariye izinli ve borçlu olmadığı surettir. Şayet böyle olursa, köle yine satılır. Çünkü mehir cariye için sabit olur. Sonra efendisine intikal eder. Nehir. Efendisi köleyi bir kadınla evlendirdikten sonra satarsa, mehir kölenin boynuna borç kalır. Nereye gitse ondan ayrılmaz. İstihlâk borcu gibi olur. Lakin mehir kölenin üzerinde borç ise, kadın satışı feshedebilir. Çünkü bu borçtur. Kadın da alacaklılar gibidir. Minah. Efendinin kölesine; onu talâk-ı ric'î ile boşa demesi, mevkuf nikâha cevaz vermektir.
İZAH
«Hilâfın yeri ilh...» ifadesini Nehir sahibi şu sözüyle eleştirmiştir: «Hilâfın yeri, cariyenin izinli ve borçlu bulunmadığı suret olmak gerekir. Böyle olursa, köle yine satılır. Buna delil, Feth'in şu sözüdür: Cariyenin mehri kendisi için sabit olur, sonra sahibine İntikal eder. Hattâ cariyenin üzerinde borç bulunursa mehirden ödenir.»
Ben derim ki: Fetih sahibinin, «Kendisi için sabit olur ilh...» sözünün, bu husustaki iki kavilden biri olduğunu sen bilmektesin. Şu halde onu hilâf bulunmadığına nasıl delil yapabiliyor? Çünkü ulemanın ibarelerinden anlaşılan şudur: Cariyenin borcunun mehirden ödenmesi, "Mehir evvelâ cariye için sabit olur." sözüne mebnîdir. "Evvelâ efendisi için sabit olur." kavline göre ise ödeme yoktur. Onun içindir ki, Allâme Makdisî bunu yukarıda görüldüğü gibi hilâfın semeresi yapmıştır.
«Çünkü mehir cariye için sabit olur.» Yani mehir, cariye izinli olsun olmasın evvelâ cariye için sabit olur. Sonra cariyenin borcu yoksa efendisine intikal eder. Aksi takdirde ona da intikal etmez. Şu halde zamir, zikri geçen cariyeye aittir. İzinli olması kaydına râcî değildir. Bu, eam ile ehass üzerine istidlâl kabilindendir.
«Mehir kölenin boynuna borç kalır.» Bazıları kıymetine taallûk eder demişlerdir. Sahih olan birinci kavildir. Nitekim Münye'de beyan edilmiştir. Köleyi âzâd ederse, borcu mehirle nafakadan hangisi azsa odur. Nitekim Netif'te beyan edilmiştir. Kuhistânî.
«Nereye gitse ondan ayrılmaz.» Yani köle tekrar tekrar satılarak el değiştirse mehir için satılır.
«İstihlâk borcu gibi olur.» Yani efendisinin elindeyken bir insanın malını istihlak ederse ödemesi borç olduğu gibi, bu da borç olur.
«Kadın satışı feshedebilir.» Bunu Bahır sahibi eleştirerek zikretmiş; musannıf da Minah'ta Cevahiru'l-Fetavâ'dan naklederek şöyle demiştir: «Bir adam kölesini evlendirir de sonra onu karısının rızası olmaksızın satmak isterse, kadının köle üzerinde mehir alacağı bulunmadığı takdirde sahibi onu satabilir. Mehir olacağı varsa, ancak onun rızası ile satabilir. Bu, izinli ve borçlu köle hakkında söylediğimiz gibidir. Onu sahibi alacaklıların rızası olmadan satarsa, alacaklı feshi murad ettiği vakit, satışı feshedebilir. Mehir borcu varsa burada da öyledir. Çünkü mehir bir borçtur.» Ama efendisi onun nâmına öderse asla fesih yoktur.
«Cevaz vermektir.» Çünkü talâk-ı ric'î ancak sahih nikâhtan sonra olur. Binaenaleyh bu talâkı emretmesi, iktizaen cevaz vermektir. Talâk-ı bâin bunun hilafınadır. Çünkü onun mütarekeye (birbirlerini terk etmeye) ihtimali vardır. Nitekim fâsit ve mevkuf nikahta böyledir. Ama cevaz vermeye ihtimali de vardır. Binaenaleyh en aşağısına yorumlanır. Musannıf icazenin, sarih sözle sabit olduğu gibi, delâlet yolu ve zaruretle de sabit olacağına işaret etmiştir. Sarih söz, "razı oldum, icazet verdim, izin verdim" ve benzerleridir. Delâlet, hem kaville hem fiille olur. Kaville delâlet; köle sahibinin, haber kendisine ulaştığı vakit, "pekâlâ" yahut "doğrudur" veya "zararı yok" gibi bir söz söylemesidir. Fiille delâlet ise; mehir göndermek veya mehrin bir kısmını kadına vermek gibi icazete delâlet eden bir fiille olur. Zaruret, kölenin veya cariyenin âzad olması gibi şeylerdir. Âzâd etmek icazettir. Meselenin tamamı Bahır'dadır. Efendi kölesine evlendiği kadın için izin verirse, bu icazet sayılmaz. Ama köle yaptığına icazet verirse, istihsanen caiz olur. Fuzûli gibi ki, birini vekil eder de söz sahibi onun vekâletten önce yaptığına cevaz verirse caiz olur. Ve köle gibi ki, köleyi bir fuzûli evlendirir de sonra efendisi evlenmesine razı olur ve fuzûlinin yaptığına cevaz verirse caiz olur. Fetih'de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Galiba bunun vechi şu olacaktır: Akit icazeye mevkuf olarak yapılır da ondan sonra izin çıkarsa, o kimse akdi yenilemeye mâlik olur. Öyleyse mevkuf akdin icazesine evleviyetle mâliktir. Lâkin biliyorsun ki, izin verdim sözü icazenin sarih kısmındandır. Binaenaleyh zikredilen, "Evlendikten sonra verilen izin icazet sayılmaz." sözüyle çelişir. Bahır sahibi buna cevap vermiş; birinciyi, nikâhı bilip izin verdim dediği surete; ikinciyi bilmediği surete yorumlanmıştır. Nehir sahibi kesinlikle buna kail olmuştur.
Ben derim ki: Bizim söylediklerimizden, izinle icaze arasındaki fark meydana çıkar. İzin, olacak bir şeye; icazet ise olmuşa ıtlak edilir. Yine bundan anlaşılır ki; izin, olmuş bir işe aitse, izin veren de bunu bilirse, icazet manasına gelir. Şu izaha göre Bahır sahibi ile başkalarının, "icazet, hem delalet, hem de sarih sözle sabit olur ilh..." demeleri, Zeylâî'nin "izin sabit olur ilh..." sözünden daha munasiptir ve anlaşılır ki musannıf icazet yerine izin demiş olsaydı yine doğru olurdu. Çünkü boşama emri bildikten sonra olur. Bildikten sonra izin vermek ise icazettir. Şu halde Nehir sahibinin, "İzin demedi. Çünkü demiş olsaydı, icazete muhtaç olurdu." ifadesi söz götürür.
METİN
Onu boşa veya ondan ayrıl derse, icazet sayılmaz. Çünkü bu söz mütareke için kullanılır. Hattâ bu sözden sonra cevaz verse geçerli olmaz. Fuzûli bunun hilafınadır. Efendininkölesine nikâh hakkında izin vermesi, nikâhın caizine ve fâsidine şamildir. Binaenaleyh efendisi izin verdikten sonra köle fâsit nikâhla bir kadın alır da onunla cimada bulunursa, mehri için satılır. İmameyn buna muhaliftir. Efendisi sadece sahihi niyet ederse onunla mukayyet olur. Nitekim açık söylese hüküm budur. Fâsit olduğunu söylerse sahih olur. Nitekim sahih dahi sahih olur. Nehir. O kadını ikinci defa sahih olarak nikâh ederse; yahut o kadından sonra başka bir kadını sahih olarak nikâh ederse, icazeye mevkuf olur. Çünkü bir defa ile izin sona ermiştir. Velev ki birkaç defayı niyet etsin. Ama iki defayı niyet ederse sahih olur. Çünkü iki nikâh kölenin nikâhlarının hepsidir.
İZAH
«Çünkü bu söz...» Yani efendinin, onu boşa yahut ondan ayrıl demesi, mütareke için kullanılır. Yani ret olur. Ama cevaz vermeye de ihtimali vardır. Binaenaleyh redde yorumlanır. Çünkü en aşağısı odur. Defi refî'den kolaydır. (Yani bir şeyi olmadan karşılamak, olduktan sonra kaldırmaktan kolaydır.) Yahut efendisine inat eden kölenin haline daha lâyık olan budur. Demek oluyor ki, halin delâletiyle hakikat terkedilmiş olur. Bunu Bahır sahibi İnâye'den nakletmiştir. İcazeye yorumlanırsa, fuzûli evlendirdiği takdirde, sahibi kölesine onu boşa derse icaze olur. Çünkü bu halde köle tarafından bir inatlık yoktur .Nehir.
Ben derim ki: Birinci ta'lil bu surete şâmildir. Binaenaleyh icaze olamaz.
«Hattâ cevaz verse ilh...» cümlesi, makamdan anlaşılan ret üzerine tefri edilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu anlattıklarımızdan anlaşılır ki, efendisinin onu boşa veya ondan ayrıl demesi, icaze değilse rettir ve kölenin nikâhı bununla feshedilmiş olur. Hattâ ondan sonra cevaz verse buna lâhik olmaz.»
«Fuzûli bunun hilâfınadır.» Yani koca fuzûliye bu kadını boşa derse icaze sayılır. Çünkü koca icazeyle boşatmaya mâliktir. Binaenaleyh ona emir vermeye de mâlik olur. Köle sahibi bunun hilâfınadır. Muhit sahibi bunu tercih etmiştir. Fetih'te bunun daha yerinde olduğu bildirilmiştir. Sadru'ş-Şehid ile Necmuddin-i Nesefi'ye göre ise, bu icaze değildir. Binaenaleyh aralarında fark yoktur. Bu ihtilâfa göre kocası o kadını boşarsa, Câmiu'l-Fusuleyn'de, "Bu ihtilâf bir talâk hakkındadır. Kadını üç defa boşarsa bilittifak caizdir. Şu halde üç defa boşarsa, kadının ona haram olması gerekir. Çünkü evvelâ cevaz vermiş; sonra boşamış gibi olur." denilmiştir. Zeylâî de bunu açıklamıştır. Bahır.
«Kölesine izin vermesi ilh...» sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh hür kadının nikâhı hakkında veya muayyen bir cariyenin yahut muayyen olmayan cariyenin nikâhı hakkında izin vermesi hallerine şâmildir. Hidâye'de cariye ve muayyen diye kayıtlanmışsa da bu, rastgele olmuştur. Bahır.
«Efendisi izin verdikten sonra» sözü, "fâsit nikâhla bir kadın alır da" ifadesine bağlıdır. Bununla kayıtlaması, nikâhtan sonra izin vermesi de bunda dahil sanılmasın diyedir. Zira yukarıda beyan edildiği vecihle, izin bir şey olmadan sâdır olur.
«Cimada bulunursa» diye kayıtlaması, fâsit nikâhta mehir ancak cima ile lâzım geldiği içindir. T.
«İmameyn buna muhaliftir.» Onlara göre izin sahih nikâhtan başkasına şâmil değildir. Binaenaleyh fâsit nikâhta köleden mehir ancak âzât edildikten sonra istenilir.
"Onunla mukayyet olur." Yani hem kazaen hem diyaneten tasdik olunur. Nehir sahibi şöyle diyor: «Bilmelisin ki hilâf, efendisi yalnız sahih niyet etmediği surette diye kayıtlanmak gerekir. Eğer sahihi niyet ederse onunla kayıtlanır. Bu, ulemanın şu sözlerinden alınır: Bir kimse geçmişte evlenmediğine yemin ederse, yemini fâsit yemine de şâmildir.» Telhîs sahibi diyor ki: «Sahihi niyet ederse, diyaneten ve kazaen tasdik olunur. Velev ki hakikat tarafına riayetle bunda hafifletme olsun.» Nehir.
«Nitekim açık söylese hüküm budur.» Yani yine ittifaken bununla kayıtlanır. Nitekim Bahır sahibi bundan sonrakinden alarak bunu incelemiştir.
«Sahih olur.» Yani kadınla zifaf olursa, bütün ulemanın kavillerine göre kendisine mehir lâzım gelir. Bunu Bedâyi'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Nitekim sahih dahi sahih olur.» Yahut ittifaken, yani bilittifak sahih olur. Nehir sahibinin Bahır sahibine muhalif olarak eleştirdiği budur. Bahır sahibi bilittifak sahih olmaz demiştir. Her ikisinin sözlerini dikkatle düşünürsen, Bahır'ın sözü tercihe daha lâyık olduğunu anlarsın. Nitekim ben bunu Bahır üzerine yazdığım hâşiyede izah ettim. Bir kısmı da az ileride gelecektir.
«O kadını ikinci defa nikâh ederse...» Yani fâsit nikâhtan sonra ikinci defa sahih olarak nikâh ederse demektir. Bu cümle, yukarıda geçen, "Köle satılır ilh..." cümlesi üzerine mâtuftur. Bu da hilâfın semerelerindendir. Çünkü İmam-ı Âzam'a göre fâsit nikâha da şâmil olunca, bununla izin sona erer. İmameyn'e göre şâmil olmayınca, bununla nihayet bulmaz. O kimse bundan sonra sahih nikâhla aynı kadınla veya başkasıyla evlenebilir.
«Çünkü bir defa ile izin sona ermiştir.» Evlenme emri de izin gibidir. Meselâ ona evlen derse, yalnız bir defa evlenebilir. Çünkü emir. tekrarı iktiza etmez. "Bir kadınla evlen!" demesi de böyledir. Çünkü bir kadın kelimesi, bu cinsten bir kişiye isimdir. Bunu Bedâyi'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Velev ki birkaç defayı niyet etsin.» Yani kölesine evlen der de, bununla tekrar tekrar evlenmesini niyet ederse, sahih almaz. Çünkü bu hâlis adettir. İkiyi niyet ederse sahih olur. Çünkü bu, köle nikâhlarının hepsidir. Zira köle ikiden fazla kadınla evlenmeye selâhiyattar değildir. Bunu Bahır sahibi Hindî'nin Muğnî şerhinden nakletmiştir. Hâsılı şudur: Emirmastarı tazammun eder. Mastar ya hakiki yahut itibarî ferdi ifade eder. Yani hâlis sayı değil de mâlik olduklarını toptan ifade eder. Nitekim ulema, "Bir kimse birine benim karımı boşa der de "bir" i yahut "üç" ü niyet ederse, sahih olur. İkiyi niyet ederse sahih olmaz." demişlerdir.
METİN
Nikâha tevkil de böyledir. O kimseyi tevkil etmek bunun hilâfınadır. Çünkü fâside şâmil değildir. Binaenaleyh fâsit bununla nihayete ermez. Bununla fetva verilir. Fâsit nikâha vekil olan kimse, sahih nikâha mâlik değildir. Satış bunun hilâfınadır. İbn-i Melek. Eşbâh'ta, "Sözde asıl olan hakikattir." kaidesinden alarak; "Nikâha, satışa ve satışa tevkile izin fâside şâmildir. Nikâha tevkil fâside şâmil değildir. Nikâh, namaz, oruç, hac ve satış üzerine yemin, geçmişse ait yapılırsa, fâside şâmildir. Gelecek üzerine yapılırsa. şâmil değildir." denilmiştir.
İZAH
«Nikâha tevkil de böyledir.» Meselâ. "Bana bir kadın nikâhla" derse, ona ancak bir kadın nikâhlayabilir. Eğer müvekkil dört kadın niyet ederse, söylediklerimize kıyasen caiz olmak gerekir. Çünkü onun hakkında nikâh cinsinin tamamı dörttür. Lâkin ben naklini görmedim. Hindî'nin Muğni şerhinde emir bahsinde böyle denilmiştir. Bahır. Lâkin dört kadını niyet etmesi, ancak kadın kelimesini söylememişse sahih olur. Bundan önceki meselede tasvir edildiği gibi kadın kelimesini söylemişse sahih olmaz. Nitekim bunu Rahmetî söylemiştir. Bedâyi'den naklen yukarıda geçen, "Kadın kelimesi bu cinsin bir tanesine isimdir." sözü de bunu teyit eder.
«O kimseyi tevkil etmek...» Yani kendisini nikâhlamayı isteyen kimseyi tevkil etmek bunun hilâfınadır. Bu söz musannıfın, "Nikâhta kölesine izin vermek caizine, fâsidine şâmildir." ifadesine bağlıdır.
«Çünkü fâside şâmil değildir.» Zira fâsit nikâh, nikâh değildir. O, nikâh hükümlerinden hiçbir şey ifade etmez. Onun içindir ki, bir kimse evlenmeyeceğine yemin eder de fâsit nikâhla evlenirse yemini bozulmaz. Satış bunun hilâfınadır. Ebû Hanife'nin kavline göre caizdir. Çünkü fâsit akit satış hükmünü ifade eden bir satıştır. Bu hüküm milktir ve satış yeminine dahildir. Onunla yemin bozulur. Hâniyye.
«Bununla fetva verilir.» Bahır'ın ibaresi şöyledir: «Binaenaleyh bilittifak onunla sona ermez. Fetva buna göredir. Nitekim Musaffâ'da beyan edilmiştir.» Şarih bilittifak sözünü ibareden düşürmüştür. Çünkü fetva buna göredir sözü, hilâf olduğunu gösterir.
«Sahih nikâha mâlik değildir.» Çünkü fâsit nikâhta onun bir maksadı olabilir. O da mücerret akitle mehir lâzım gelmemesidir. Çünkü mehir ancak cima ile lâzım gelir. Sahih nikâhta ise mehir mücerret akitle lâzım gelir. Halvet ve ölümle kuvvet bulur. Velev ki cima olmasın. Binaenaleyh burada muvekkile iltizam etmediği bir şeyi ilzam vardır. Bu da Bahır sahibinin, "Sahih dahi sahihtir." dediği yerde yaptığı incelemeyi teyit eder.
«Satış bunun hilâfınadır.» Yani fâsit satışa vekil bunun hilâfınadır. Çünkü o sahih satışa da mâliktir. Zira fâsit satış hakikaten satıştır. Teslim aldıktan sonra milki ifade eder. Fâsit nikâh bunun hilâfınadır. Nitekim geçti.
«Nikâha izin» sözünden murat, mahcur olan köleye izin vermektir. Bu, ondan hacr (memnuîyeti) kaldırmak ve hakkı ıskat etmektir. Çünkü kölenin kendisi hakkında tasarrufa ehliyeti vardır. Onun tasarruftan men edilmesi, efendisinin hakkı içindir. Binaenaleyh izin sâdır olunca, kendisi için ehliyetiyle tasarruf eder. İmam Züfer'le Şâfiî'ye göre ise bu, tevkil ve inâbedir. Nitekim inşaallah bâbında gelecektir. Zâhire bakılırsa bu, köleye mahsus değildir. Çünkü, "Ben Zeyd'e yemeğimi yemek" veya "hânemde sâkin olmak için izin verdim" denilir. Burada hacri kaldırmak (memnuiyeti bozmak) ve bir hakkı ıskat vardır. Keza, "Ona hânemi satmak için izin verdim" denilir. Bu da, helâl etmek, iâre ve tevkil mânâsına gelir. Köleye izin vermenin bize göre tevkil sayılmaması, bildiğin gibi izinli köle efendisinden naip olarak değil kendi nefsi için tasarruf ettiğindendir.
«Satışa tevkile izin...» Yani ecnebi birini satışa tevkil etmesi demektir. Bahır sahibinin, "Musannıf satışa izin vermenin -ki ona tevkil demektir fâside evleviyetle ve bilittifak şâmil olduğuna işaret etmiştir." sözü, iznin tevkil demek olduğunu îhâm etmektedir. Lâkin biliyorsun ki bu, mutlak surette onun aynı değildir. Bilâkis bazen ona ıtlak olunur. Şu halde musannıfın muradı, ecnebiyi tevkil etmek mânâsına gelen izindir. Kölenin izni değildir.
«Nikâha yemin» Meselâ evlenmeyeceğine yemin etmek fâside şâmil değildir. Çünkü ancak sahih nikâhla yemini bozulur. Fakat geçmişte evlenmediğine yemin ederse, bu sahihine de fâsidine de şâmildir. Çünkü gelecekteki nikâhla muradı, nefsini iffetlendirmektir. Geçmiştekine yemin ise, akdin vuku bulduğunadır. Bunu Bahır sahibi Mebsut'tan nakletmiştir.
"Namaz..." Yukarıda geçene kıyasen denilir ki: Onun geçmişteki yemini fiilin sureti üzerine akdedilmiştir. Bu da mevcuttur. İstikbaldeki bunun hilâfınadır. O sevap için hazırlanan suret üzerine münakiddir. Bu ise fâsitle hâsıl olmaz. Bunun bir misli de oruç ve hacdır. T.
Ben derim ki: Yeminler bahsinde geleceğine göre, bir kimse oruç tutmayacağına yemin etse, oruç niyetiyle bir saat durursa, yemini bozulur. Velev ki orucunu bozsun. Çünkü şartı mevcuttur. Bir oruç veya bir gün derse, bir günle yemini bozulur. Namaz kılmam diye yemin ederse, bir rekâtla; bir namaz kılmam diye yemin ederse, çift rekatla yemini bozulur. Haccetmeyeceğine yemin ederse, İmam Muhammed'den bir rivayete göre Arafat'ta vakfeye durmadıkça yahut İmam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre tavafının ekserisini yapmadıkçayemini bozulmaz. Bundan anlaşılır ki, gelecekte sahih olan yeminden murat, üzerine yemin ettiği fiilin bütün şartlarıyla şer'an tahakkuk etmesidir. Bu, oruçta bir saatle, namazda bir rekâtla tahakkuk eder. Velev ki sonra bozmuş olsun.
METİN
Bir kimse izinli ve borçlu olan bir kölesini evlendirse, nikâh sahih olur. Kadın, mehr-i misli hususunda ve mehr-i müsemması mehr-i misilden daha az olduğunda alacaklılara müsavidir. Mehr-i müsemma daha fazla ise, kadın ziyadeyi alacaklılar haklarını aldıktan sonra ister. Nasıl ki sıhhatte iken yapılan borçlar ile hastalıkta yapılan borçlar bir araya gelirse, evvelâ sıhhat borçları ödenir. Meğerki köleyi o kadına satmış olsun. Nitekim yukarıda geçti. Bir kimse kızını mükâtebi ile evlendirir de sonra ölürse, nikah fâsit olmaz. Çünkü kız babasının ölümüyle mükâtabe malik olmaz. Ancak mükâteb âciz kalır da tekrar köleliğe iade edilirse, o zaman nikâh fâsit olur. Çünkü burada zıddiyet vardır.
İZAH
«Nikâh sahih olur.» Çünkü nikâh milk-i rakabe üzerine ibtina eder. Bu, önceden olduğu gibi borçtan sonra da bâkîdir. Bahır.
«Daha az olduğunda...» Yani mehr-i müsemması mehr-i misilden daha az olursa, alacaklılarla müsavidir. Bu evleviyetle anlaşıldığı için musannıf zikretmemiştir.
«Alacaklılara müsavidir.» Bu açık gösterir ki, mehir diğer borçlar gibidir. Köle ölür de kazancı kalırsa, o kazançtan ödenir. Fetih'te Timurtâşî'den naklen, "Köle ölürse, mehir ve nafaka sâkıt olur." denilmişse de bu sözü, mehir hakkında hiçbir mal bırakmadığına yorumlamak icap eder. Nehir. Bu hükmü asıl çıkaran ve arabuluculuk eden Bahır sahibidir.
«Mehr-i müsemma daha fazla ise...» Yani mehr-i müsemma mehr-i misilden daha fazla ise. mehr-i misli kadarında alacaklılarla müsavidir. Fazlasını, alacaklılar haklarını aldıktan sonra ister. Bahır. Yani köle efendisinin milkinde kalırsa, mehrin fazlası için çalışıp kazanır yahut kadın o âzât oluncaya kadar bekler. Şayet kadınla beraber diğer alacaklılar köleyi satarlarsa, kadın ziyade olan miktarı almak için onu ikinci defa satamaz. Çünkü bir mehir hakkında iki defa köle satılmaz. Nitekim bunu evvelce izah etmiştik.
«Nasıl ki sıhhatte iken yapılan borçlar...» Yani hastanın sağlam iken yaptığı borçları - ki, ya mutlak surette beyyineyle yahut ikrarıyla sabit olur - hastalığında yaptığı borçlardan önce ödenir. Bunlardan murat, hasta iken ikrar ettiği borçlardır. Çünkü bunda alacaklıları zarara sokmak vardır. Onun için bunlar alacaklıların hakkı ödendikten sonra verilir.
«Meğer ki köleyi o kadına satmış olsun.ı» Hâniyye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse kölesini bin dirhem mehirle evlendirir de sonra onu kadına dokuz yüz dirheme satar, kölenin bin dirhem de borcu olursa, alacaklı bu satışa razı olduğu takdirde, dokuz yüz dirhem ikisininarasında taksim edilir. Bu paraya, alacaklı bin, kadın da bin dirhem hakta iştirak ederler. Bundan sonra kadın ondan bir şey istemez. Alacaklı ise, kalan hakkını âzât olduktan sonra ondan ister.» Kadının ondan bir şey istememesi, köle milki olduğu içindir. Nikâh fâsit olmuştur. Efendisi de kölesinden bir mal hak edemez. Alacaklının kalan hakkı bunun hilâfınadır. Çünkü o, kölenin zimmetinde bâkîdir. Onu âzât olduktan sonra ister. Azât olmadan isteyemez. Çünkü kölenin bir borç hakkında bir defadan fazla satılamayacağı yukarıda geçti. Ancak nafaka hakkında satılabilir. Bir de alacaklı, efendinin köleyi kadına satmasına razı olunca, onun hakkı yalnız kıymete taallûk eder. Şüphesiz ki kadının o köleyi satmaya ve âzât etmeye hakkı vardır. Nasıl ki efendisinin de o köleyi bu kadından başkasına satmaya hakkı vardı. Borcun âzât edildikten sonra boynuna taallûk etmesi, kölenin satılmasına mâni değildir. Sebebini söyledik. Bazılarının, "Kadın o köleyi satamaz. Çünkü alacaklının hakkı ona taallûk etmiştir." demiş olması bir vehimden ibarettir. Bunun menşei, kelimeyi yanlış okumaktır.
«Nitekim yukarıda geçti.» Yani "efendi cariyesini kölesine nikâhlarsa" sözünden az önce geçti. H.
«Bir kimse kızını» ifadesinden murat; öldükten sonra kendisine mirasçı olacak kadındır. ister kızı, ister oğlunun kızı, ister kızkardeşi olsun fark etmez. T.
«Mükâtebe mâlik olmaz.» Çünkü mükâteb âciz kalmadıkça, bir milkten başka milke nakledilemez. Kadın ancak onun zimmetinde bulunan kitabet bedeline mâlik olur. Onu âzât etmesinin sahih olmasına gelince: Çünkü mükâteb bununla evvelâ kitabet bedelinden kurtulur, sonra âzât olur. Fetih.
«Çünkü burada zıddiyet vardır.» Zıddiyet, kadının ona mâlik olmasıyla onun milki olması arasındadır.
METİN
Bir kimse cariyesini veya ümmüveledini evlendirirse, kocasının emrine âmâde kılması icap etmez. Velev ki akitte bunu şart koşmuş olsun. Ama hür bir adam kadının çocuklarının hür olmasını şart koşarsa bu sahihtir. Kadının bu nikâhtan doğurduğu her çocuk âzât olur. Çünkü efendisinin şartı ve evlendirmeyi bu itibarla kabul etmiş olması, hürriyeti doğuma tâlik mânâsınadır. Onun için sahih olur. Fetih. Bundan şu anlaşılır ki; o cariyeyi doğurmazdan önce satsa, yahut efendisi ölse hürriyet yoktur.
İZAH
«Veya ümmüveledini» keza müdebberesini evlendirirse demektir. Mükâtebe burada dahil değildir. Buna karine, "efendisine hizmet eder" demesidir. Çünkü efendisi mükâtebeyi hizmetinde kullanamaz. Onun için kocasına âmâde kılmadan dahi ona nafaka vâcip olur. Bahır. Çocuklarının nafakasına gelince: Bu annelerine düşer. Çünkü mükâtebenin çocuğu, onun kitabet akdinde dahildir. Meselenin tamamı Hassâf'ın Edebü'l-Kada' şerhindedir.
«Emrine âmâde kılması» sözünden murat, onu kocasıyla baş başa bırakmak, kocasına teslim ederek kendi hizmetinde kullanmamaktır. Kocasına gidip gelir de efendisine hizmet de ederse, bu onu kocasının emrine âmâde kılmak sayılmaz. Bahır. Nafakât şerhinde Hassâf diyor ki: «Amade kılmakla kayıtlaması şundandır: Çünkü efendisi cariyenin mehrini alınca, cariyeyi kocasının yanına kapamakla memurdur. Velev ki ona âmâde kılması lâzım gelmesin.» Mebsût'ta da böyle denilmiştir, Onun için Muhit sahibi, "Cariyeyi kocasının eline geçmeyecek bir şekilde satarsa, mehri sâkıt olur. Nitekim onu öldürmesi meselesinde gelecektir." demiştir. Yani cimadan önce ise mehir sâkıt olur demek istiyor. Şu da var ki, Hassâf'dan nakIedilenle Mebsût'tan nakledilen arasında zıddiyete benzer bir hal vardır. Çünkü Hassâf'ın sözü âmâde kılmanın ıstılahen mânâsının - ki cariyeyi kocasına teslim etmektir - mutlaka tahakkukunu ifade eder. Mebsût'un sözü ise, mehri aldıktan sonra cariyeyi teslim etmenin vâcip olduğunu ifade eder. Âmâde kılmanın vâcip olmaması, adı geçen teslimin vâcip olmasına aykırıdır. Bu hususta cevabı Nehir sahibi vermiştir ki şudur: «Vâcip olan teslimde serbest bırakmak kâfidir. Hattâ sözle bile olur. Efendisi dâmada; ne zaman imkân bulursan onunla cima edersin, der. Nitekim bu cihet Dirâye'de açıklanmıştır.»
«Velev ki akitte bunu şart koşmuş olsun.» Çünkü bâtıl bir şarttır. Zira kocanın hakkı sadece ondan istifadenin helâlliğine mâlik olmaktır. Çünkü şart sahih olsa, ikiden hâlî kalmaz. Ya icazet yoluyla yahut ödünç vermek suretiyle olur. İcazet yoluyla olmaz. Çünkü müddet meçhuldür. Ödünç yoluyla da olmaz. Çünkü ödünç vermeye lüzum taallûk etmez. (ödünç vermek farz değildir.) Bahır.
«Ama hür bir adam hürriyeti şart koşarsa ilh...» sözü, iki meselenin arasındaki farkı beyandır. Fark şudur: Çocukların hür olmasını şart koşmak, cariyenin nikâhının dahi iktiza etmediği bir şey ise de yine sahihtir. Çünkü hürriyeti doğurmaya tâlik mânâsındadır. Tâlik sahihtir. Ondan dönmek imkânsızdır. Çünkü gereği cebren sabit olur. Cariyeyi âmâde kılmasının şart koşulması bunun hilâfınadır. Zira bu âmâdeliğin mevcudiyeti hissî ve ihtiyarî bir fiile bağlıdır. Zira îfâsı gereken bir vaattir. Şu kadar var ki; onu îfâ etmezse müteallâkı, yani vaat edilen şeyin kendisi sabit olmaz. Bu satırlar kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır. Fetih'in sözünü Bahır ve Nehir sahipleri de kabul etmişlerdir.
Îfâsının vâcip olması şunu gerektirir ki; bu şart bâtıl değildir. Lâkin onun sahih olmasından bulunması lâzım gelmez. Hürriyeti şart kılmak bunun hilâfınadır. Ama bunun bâtıl olduğu evvelce açıklanmıştı. Bunu Kâfî'de Hâkim dahi açıklayarak şöyle demiştir: «Cariyenin dâmada bunu şart koşsa bu şart bâtıl olur. Ama cariyesini hizmetinde kullanmaktankendisini men edemez. İhtimal îfanın vâcip olmasının mânâsı, diyaneten vâciptir demektir, Butlanının mânâsı da kazaen lâzım değil demektir.»
T E M B İ H : Nehir sahibi diyor ki: «Fetih'te erkek hür olmakla kayıtlanmıştır. Hattâ köle olsa Şeyhayn'a göre doğacak çocuklar köle olurlar. İmam Muhammed buna muhaliftir.» Halebî bu söz götürür diyerek manevî tâlikin mevcut olduğunu söylemiştir.
Ben derim ki: Zâhir olan da budur. Bu kaydın mefhumu muteber değildir. Onun için birçok kitaplarda yoktur. Nehir sahibinin zikrettiği hilâfa gelince: Benim gördüğüme göre ulema bunu aldatılmış köle meselesinde zikretmişlerdir. Köle bir kadınla hür zannıyla evlenir cariye çıkarsa, imamlarımız bunda ihtilâf etmişlerdir. Aldatılmış hüre gelince: onun çocukları bilittifak kıymetle hürdürler. Öyle görülüyor ki Nehir'deki ifade bir görüş hatasıdır. Buna karine; evvelâ aldanan meselesini zikretmiş, sonra; "Fetih'te erkeği hür olursa diye kayıtlamıştır." demiştir. Demek ki bir meseleyi diğerine karıştırmıştır. Araştırmalıdır.
«Kadının çocuklarının hür olmasını ilh...» Yani cariye ve emsalinin doğurduğu çocuklarının hür olmasını, akit esnasında şart koşarsa demektir. Zâhire bakılırsa, sonradan şart koşması da öyledir. Kaydedilmelidir. T.
«Kadının bu nikâhtan doğurduğu her çocuk âzâd olur.» Fakat boşar da sonra ikinci defa alırsa, çocuklar köle olurlar. Meğer ki birinci defa olduğu gibi şart koşmuş bulunsun. T.
«Hürriyeti doğuma tâlik mânâsındadır.» Sanki, "Bu nikâhtan çocuk doğurursan o çocuklar hürdür." demiş gibidir. T.
«Hürriyeti doğuma tâlik manâsındadır.» Sanki, "Bu nikâhtan çocuk doğurmazdan önce satsa, yahut efendisi ölse, hürriyet yoktur. Çünkü şarta muallâk olan bir şey, şart bulunmazdan evvel yoktur. Şart bulunduğu vakit, milkin bulunması mutlaka lâzımdır. Bu incelemeyi Bahır sahibi yapmış; kardeşi de Nehir'de kendisini tasdik etmiştir. Bahır sahibi şöyle demiştir: «Bu, Mebsût'ta, doğurduğun her çocuk hürdür, diyerek yaptığı açık tâlikte zikredilmiştir.» Mebsût sahibi şöyle demiştir: «Cariye gebe iken efendisi ölürse, doğurduğu âzât olmaz. Çünkü milk yoktur. Milk mirasçılara intikal etmiştir. Efendisi onu gebe iken satarsa, satışı caizdir. Ondan sonra doğurursa âzât olmaz. Meğerki açık tâlik ile manen tâlik arasında fark görülsün! Ama şimdiye kadar bu bana zâhir olmuş değildir."
Ben derim ki: Bence şu cihetten aralarında fark görünüyor: Bu manevî tâlike kocanın hakkı kendisinden çocuğun asaleti beklenen akdin zımnında taallûk etmiştir. Köle ölü hükmündedir. Şu halde bundan maksat çocuğun aslen hür olmasıdır. Binaenaleyh açık ta'lil hükmünde değildir. Efendinin milki ortadan kalkmakla bâtıl olmaz. Bunun bir eşi de mükâtebdir. Çünkü kitabet akdi muavezadır. Bu da âzât olmayı bedeli ödemeye tâliki tazammun eder. Bu zınî tâlik muallâk olan efendinin ölümüyle bâtıl olmaz. Şu da var ki; aldanan bir kimse bir kadınla hür zannederek evlenirse. o kadının çocuklarının hür olmasını manen şart koşmuş sayılır. Kadının cariye olduğu meydana çıkınca, doğurduğu çocuklar hür olurlar. Halbuki bu şart efendisiyle beraberken yoktu. Bizim meselemizde hürriyet şartı efendiyle beraber açık yapılmıştır. Binaenaleyh bunun hâli, aldananın halinden daha aşağı inemez.
METİN
Koca şartı iddia eder de beyyinesi bulunmazsa, efendisine yemin ettirilir. Nehir. Lâkin cariyeye nafaka ve mesken yoktur. Bu ancak cariyeyi kocasına âmâde kılmakla lâzım gelir. Onu kocasına teslim eder kendi hizmetinde kullanmaz. Cariye efendisine hizmet eder. Kocası efendinin hizmetinden boş kaldığı zaman onunla cima eder. Cariyeyi teslim hususunda, "Ne zaman imkân bulursan onunla cima edersin." demesi kâfidir. Nehir. Efendisi cariyeyi kocasına âmâde kılar da sonra bundan dönerse, dönmesi sahihtir. Çünkü hakkı bâkîdir ve nafaka sâkıt olur. Kocasına âmâde kıldıktan sonra cariye efendisine emretmeden hizmette bulunursa; yahut efendisi cariyeyi gündüzün hizmetinde bulundurur da geceleyin kocasının evine iade ederse, nafaka sâkıt olmaz. Çünkü âmâdelik bâkîdir. Efendisi o cariye ile sefere çıkabilir. Velev ki kocası razı olmasın. Zahîriyye. Efendisi kın ve cariyesini - velev ki ümmüveled - olsun nikâha zorlayabilir. Velev ki razı olmasınlar. Kendisine istibrâ lâzım gelmez. İstisrâ sadece menduptur. Cariye yarım seneden azda doğurursa, o çocuk efendisindendir ve nikâh fâsittir. Burası Bahır'ın istilad ve sübût-u nesep bahsinden alınmıştır.
İZAH
«Koca şartı iddia eder de ilh...» ifadesi Nehir sahibinin bir incelemesidir. O bunun fetva hadisesi olduğunu söylemiş; bu hükmü Câmiu'l-Fusuleyn'in aldanan kişi meselesinden çıkarmıştır. Orada şöyle denilmektedir: «Cariyeyi hürredir diye alır da efendisi onu yalanlarsa, beyyine getirdiği takdirde çocuklar kıymetle hür olurlar. Beyyine getiremezse, cariyenin efendisine yemin verdirilir. Çünkü bu onun aleyhine öyle bir şey iddia etmiştir ki, ikrar etse ödemesi lâzım gelir. Binaenaleyh sözünden dönünce kendisine yemin verdirilir»
«Lâkin cariyeye nafaka yoktur ilh...» Çünkü nafaka evine kapanmanın mükâfatıdır. Onun için kaçak kadına nafaka vermek icap etmediği gibi; kocasından başkasıyla hacca gidene, gasp edilen kadına, vereceğinden dolayı hapsedilene de nafaka yoktur. Rahmetî.
«Kendi hizmetinde kullanmaz.» sözü, yukarıda Hassâf'ın nafakalar bahsinden naklettiklerimize mebnîdir. Bahır sahibinin söylediğine göre, tahkik şudur: Cariyenin geceleyin kocasının evinde bulunup bulunmadığına bakılır. Gündüzün efendisinin onu hizmetinde kullanması zarar etmez. Bunun benzeri yakında gelecektir.
«Efendinin hizmetinden boş kaldığı zaman» ifadesinin zâhirinden anlaşıldığına göre, kocası onu halî bir yerde efendisinin hizmetiyle meşgul bulmuş olsa cima etmeye hakkı yoktur. Ama bunu acık olarak bir yerde görmedim. Şöyle denilebilir: Ondan istifade etmesi, efendisinin hizmetini noksan etmezse mübahtır. Çünkü efendinin hakkını kısmadan kendi hakkını alabilmiştir. Bahusus müddette az olursa hiç zararı yoktur. T.
«Demesi kâfidir ilh...» Yani akdin muktezası olarak vâcip olan budur. Bu mânâya olmak, âmâde kılmanın vâcip olmamasına aykırı değildir. Nitekim evvelce izah etmiştik.
«Efendisi cariyeyi gündüzün hizmetinde bulundurursa ilh...» Az yukarıda geçtiği vecihle Bahır'da tahkik şudur; denilen mesele budur. Halebî diyor ki: Gündüz nafakası efendisine, gece nafakası da kocasına ait olur. Nitekim Kınye'den naklen Kuhistânî'de beyan edilmiştir.
«Velevki kocası razı olmasın.» Yani velev ki mehrini tamamiyle ödemiş bulunsun. Çünkü efendinin hakkı daha kuvvetlidir. T.
«Efendisi kın ve cariyesini nikâha zorlayabilir.» Çünkü onların üzerinde milki tamdır. Nehir. Bu söz mükâtepten ihtirazdır. Zira onun milki nâkıstır. Şu halde memlûk üzerinde icbar velâyeti milkin kemaline dayanır. Milk müdebber ve ümmüveledde kâmildir. Velev ki kölelik nâkıs olsun. Mükâtep ise bunların aksinedir. Bahır.
«İstibrâ lâzım gelmez.» Haram olan kadınlar faslında arz etmiştik ki, sahih kavle göre cariyesini evlendirmek isteyen efendisi onunla cimada bulunmuşsa, istibrâ yapması vâciptir. Kocasına gelince: Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Onun istibrâda bulunması, şeyhayn'a göre ne müstehaptır ne de vâcip. İmam Muhammed, istibrâ etmeden cimada bulunmasını iyi görmem demiştir.» Ebu'l-Leys İmam Muhammed'in kavlini tercih etmiştir. Bu hususta sözün tamamı evvelce geçmişti.
«O çocuk efendisindendir.» Yani doğuran kın ve müdebbere ise iddia ettiği takdirde ümmüveled ise benden değildir demediği takdirde efendisindendir. T.
Ben derim ki: Bu bizim haram kadınlar bahsinde Tevşîh'ten naklen arz ettiğimiz, "Bildikten sonra itiraf etmeden evlendirirse nikâh caizdir, bu çocuğu nefy sayılır." ifadesini bilmeyerek evlendirdiğine göredir.
«Ve nikâh fâsittir.» Binaenaleyh zevc cima etmedikçe mehir lâzım gelmez. T.
«Velev ki razı olmasınlar.» sözüyle şarih, Kuhistânî ve diğer kitaplarda yazılanlara işaret etmiştir. Onlarda, "Zorlamaktan murat; rızaları olmadan evlendirmektir. Yoksa bazılarının dediği gibi icap ve kabule mecbur etmek değildir." denilmiştir.
METİN
Mükâtebi ile mükâtebesini zorlayamaz. Bilâkis akit onların cevaz vermesine bağlıdır. Velev ki ikisi de küçük olsunlar. Bu, küçükleri bâliğ hükmüne katmak suretiyle olur. Eğer kitabetbedelini öderler veya âzâd olurlarsa, başkasının asabesi olmamak şartıyla efendilerinin cevaz vermesine mevkuf olmaya döner. Onların icazesine mevkuf olmaz. Çünkü ehliyetleri yoktur. Ödemekten âciz kalırlarsa, mükâtebin nikâhı ikinci defa efendisinin rızasına bağlı kalır. Çünkü nikâh masrafları ona avdet eder. Mükâtebenin nikâhı ise bâtıl olur. Çünkü kesin helâl mevkuf olan üzerine ârız olarak onu iptal etmiştir. Delil acayip işler yapar. Kemâl'in buradaki incelemesi doğru değildir.
İZAH
«Mükâtebi ile mükâtebesini zorlayamaz.» Çünkü kitabet akdi yapmakla onlar ecnebî hükmüne girmişlerdir. Onun içindir ki efendi kendilerine bir cinayette bulunursa, onun diyetini istemeye hakları vardır. Mükâtebe ile efendisi cimada bulunursa, mehri de hak eder. Binaenaleyh bunlar hür gibidirler. Nikâha icbar edilemezler. Bunu Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir.
«Velev ki ikisi de küçük olsunlar.» Bu ifadenin zâhirine bakılırsa murad, cevaz vermeleridir. Velev ki küçüklüklerinde olsun. Halbuki küçüklerin sözü hür de olsalar asla muteber değildir Burada muradın şöyle olması ihtimali vardır; Efendilerinin onlar aleyhine kıydığı nikâh geçerli değildir. Velev ki küçük olsunlar. Bilâkis bülûğa erdikten sonra razı olmalarına bağlı kalır. Ama ulemanın sözlerinden akla gelen birincisidir.
«Eğer kitabet bedelini öderler...» Yani akdi reddetmeden kitabet bedelini öderlerse demektir. Fetih.
«Efendilerinin cevaz vermesine mevkuf olmaya döner.» Çünkü onun için yeni bir velâyet hakkı doğmuştur. Bu, o cariyeyi evlendirirken kullandığı rıza velâyetinden başkadır. Çünkü o velâyet milk hükmüne göre idi. Bu ise velâ hükmüne göredir. Binaenaleyh velâyetin yenilenmesiyle rızasının yenilenmesi de şarttır ve şerik gibi olur. Şerik müşterek bir köleyi evlendirir de sonra kölenin kalan kısmına da mâlik olursa, bu nikâh onun cevaz vermesine muhtaç olur. Çünkü kalan kısmında milki yenilenmiştir. Bir de şunun gibi olur: Bir kimse küçük oğlunun kölesine ticaret için izin verir de sonra oğlu ölerek köleye kendisi mirasçı olursa, bu köle tasarrufta bulunmak için babanın yeni iznine muhtaçtır. Çünkü bilginin velâyeti yenilenmiştir. Bir de şuna benzer: Bir kimse oğlu varken oğlunun oğlunu evlendirir de sonra oğlu ölürse, bu nikâh dedenin icazesine muhtaçtır. Çünkü velâyeti yenilenmiştir. Rehin veren bunun hilâfınadır. O rehin verdiği köleyi satarsa, akit ikinci defa mâlikin yani kendisinin cevaz vermesine muhtaç olmadığı gibi; bir kimsenin borçlu olan izinli kölesini satması ve gerek bunda, gerekse rehin meselesinde borcun herhangi bir yolla sükut etmesi de yeni icazeye muhtaç değildir. Çünkü bu iki meselede akdin geçerli olması aslî velâyete göredir. Bundan murad, milk velâyetidir. Bu satırlar Câmi-i Kebir Telhîs'inin şerhindenalınmıştır.
«Çünkü ehliyetleri yoktur.» Azâd edildikten sonra kitabet diye bir şey kalmamıştır. Küçük çocuk ise cevaz vermeye ehil değildir.
«Çünkü nikâh masrafları ona avdet eder.» Onu evlendirdiği vakit ancak mehir ve nafaka gibi nikâh masraflarının kendi milkine değil, mükâtebin kazancına taallûk etmesine razı olmuştu. Mükâtep âciz kaldıktan sonra onun kazançları efendisinin milki olur. Telhîs şerhi.
«Çünkü kesin helâl...» Yani efendisinin cariyeyi cima'ı mevkuf bir helâl üzerine, yani cariyenin kocasına helâl olmasına muarız düşerek onu iptal etmiştir. Nasıl ki bir cariye izinsiz evlenir de sonra helâl olan birisi onu satın alırsa nikâh bâtıl olur. Çünkü kesin olan helâl mevkuf olanın üzerine gelmiştir. Kölenin nikâhı mükâtebinkini bozmaz. Çünkü böyle bir ârıza meydana gelmez.
«Delil acayip işler yapar.» Acayip işlerin vechi şudur: Köle sahibî âzâd ettikten sonra nikâhı ilzama mâliktir. Azâd etmezden önce buna mâlik değildir. Nikâh âzâd olmazdan önce mükâtebin cevaz vermesine bağlıdır. Âzâd olduktan sonra onun cevaz vermesine bağlı değildir. Mükâtebe cariyeliğe iade edilirse, efendisinin yaptığı nikâh bâtıl olur. Velev ki razı olsun. Ama âzâd olursa, efendisinin cevaz vermesiyle caiz olur. Onun için derler ki; mükâtebe sahibinden ne kadar fazla uzaklaşırsa, nikâh da ona o kadar yaklaşır.
«Kemâl'in buradaki incelemesi doğru değildir.» Kemâl şöyle demiştir:
«Mantıken âzâd olduktan sonra köle sahibinin icazesine bağlı kalmamak gerekir. Bilâkis mücerret cariye âzâd olmakla nikâh geçerli olmalıdır. Zira ulemanın açıkladıklarına göre bir köle, sahibinin izni olmadan evlenir de, sonra sahibi kendisini âzâd ederse bu geçerlidir. Çünkü mevkuf olsa; ya sahibinin cevaz vermesine mevkuf olacaktır ki, bu imkânsızdır. Çünkü velâyeti yoktur. Yahut kölenin cevaz vermesine bağlı olacaktır. Bunun da vechi yoktur. Çünkü bu onun tarafından sâdır olmuştur. Nasıl olur da ona mütevakkıf kalır. Bir de onun tarafından geçerli idi. Yalnız efendisine bağlıydı. Burada da efendi öyledir. Çünkü kendisi mücbir velîdir. Tevakkuf, cariyenin kitabet akdine izin vermesinedir. Bu ortadan kalkmıştır; Binaenaleyh sahibi tarafından geçerlilik kalmıştır. Vecih budur. Çok defa yanılanlar yanılanları taklit ederler.» Bahır sahibi bunu reddederek bu sözün edebe aykırı ve yanlış olduğunu söylemiştir.
Birinciye gelince: Meseleyi imam Muhammed Câmi-i Kebir'de açıklamıştır. Şu halde ona ve mukallitlerine yanılma nasıl nisbet edilebilir? İkinci meselede İmam Muhammed (r.) akdin köle sahibinin icazesine tevakkufunu, "Onun için akit zamanında bulunmayan bir velâyet yenilenmiştir ki, o da âzâd olmakla hâsıl olan velâdır. Onun için cariyenin kardeşi ve amcası gibi kendisine ondan yakın bir velîsi varsa, cevaz vermeye hakkı yoktur ve şerik gibi olurilh..." sözüyle ta'lil etmiştir. Nitekim Telhîs şerhinden nakletmiştik. Telhîs şarihi, "Çok defa yanılan kimse isabet edenlere itirazda bulunur." demiştir. Bu ifadenin bir misli, Nehir, Şurunbulâliyye ve Bâkânî şerhindedir.
Allâme Makdisî şöyle cevap vermiştir: «Kemâl'in incelediği kıyastır. Nitekim bunu İmam Hasîrî Câmi-i Kebir şerhinde açıklamıştır. Kıyas bu olunca; onun hakkında, yanılmıştır, edepsizliktir tabirleri söylenemez. Kaldı ki içtihad rütbesine ulaşan bir zat, kıyas olan bir şey hakkında; mantık bunu gerektirir derse, ona, "Bu nakledilmiştir." diye itiraz olunamaz. Çünkü o ancak makbul olan delile tâbi olmuştur. Velev ki inceleme mezhebe aykırı düşmesin.»
Ben derim ki: Ondan İmam Muhammed hakkında edepsizliği nefyeden şey bu meseleyi ulemanın tefri ettiği meselelerden zannetmesidir. Şu delil ile ki, meselenin başında şöyle demiştir: «Bundan dolayı Muhit'ten naklettiğim bir meseleyi beğendim. Mesele şudur: Sahibi küçük mükâtebesini evlendirirse ilh...» ve sözünü, "Şarihler bunu böylece rivayet edegelmişlerdir." diyerek bitirmiştir. Bu gösterir ki, Kemâl bu meselede nass olmadığını sanmıştır. En münasip hareket, bu imama hüsn-i zanda bulunmaktır.
METİN
Sahibi cima etmeden önce cariyesini öldürürse, velev ki hata yoluyla olsun. Fetih. Kendisi mükellef olduğu takdirde mehir sükut eder. Çünkü mübdeli men etmiştir. Ve dininden dönen hür kadın gibi olur. Velev ki küçük olsun. Çocuk olursa, râcih kavle göre sükut etmez. Bu öldürme işini bir kadın yaparsa, sahih kavle göre -velev cariye olsun ve ister bizzat kendisi, ister mirasçısı öldürsün yahut cariye dinden dönsün veya kocasının oğlunu öpsün. Nitekim Nehir sahibi bunu tercih etmiştir. -Mehir sükut etmez. Çünkü sahibi tarafından vaktini geçirme yoktur.
İZAH
«Sahibi cariyesini öldürürse...» diye kayıtlaması şundandır: Çünkü o cariyeyi satar da müşteri alıp giderse; yahut kocasının eremeyeceği bir yere uzaklaştırırsa, mehir sâkıt olmaz. Sadece onu buluncaya kadar onu istemek sükut eder. Hâniyye'de bildirildiğine göre, cariye kaçarsa, Şeyhayn'ın kavline kıyasla dönüp gelmedikçe kendisine mehir verilmez. Nehir. Onu zifaftan önce âzâd etmesi ve cariyenin ayrılmayı istemesi de öldürmek gibidir. Sahibi diye kayıtlaması, başkasının öldürmesiyle bilittifak mehir sâkıt olmadığı içindir. Cariye diye kayıtlaması da şundandır;Sahibi cariyenin kocasını öldürürse mehir sâkıt olmaz. Çünkü bu, akdi yapan hakkında bir tasarruftur. Üzerine akit yapılan şey hakkında tasarruf değildir. Musannıf cariye sözünden de, kınne, müdebbere ve ümmüveledi kasdetmiştir. Çünkü mükâtebenin mehri kendinindir, sahibinin de-ğildir. Binaenaleyh sahibinin onu öldürmesiylesükut etmez. Bahır. Bu bir de borçlu ve mezun mükâtebe gibi olur. Nitekim gelecektir.
«Cima etmeden önce...» Yani velev hükmen olsun cima etmeden önce öldürürse demektir. Çünkü defalarca geçti ki, halvet-i sahiha hükmen cimadır.
«Velev ki hata yoluyla olsun.» Yani sebep olmak suretiyle olsun demektir. Nitekim mutlak sözün muktezası budur. Nehir.
«Mehir sükut eder.» Bu, İmam-ı Âzam'a göredir. İmameyn buna muhaliftir. Çünkü teslimden önce mübdeli men etmiştir. Kendisine de bedel verilmemek suretiyle cezalandırılır. Mübdel teslim alınmışsa hepsini kocaya iade etmesi lâzım gelir. Bahır.
«Ve dininden dönen hür kadın gibi olur.» Zira mehir tekarrur etmeden ayrılık kadın tarafından gelmiştir. Binaenaleyh sâkıt olur. Rahmetî.
«Velev ki küçük olsun.» Çünkü dinden dönmek küçük kıza da memnudur. Başka fiiller böyle değildir.
«Çocuk olursa ilh...» Deli dahi evleviyetle çocuk gibidir. Nehir.
«Râcih kavle göre ilh...» Musaffâ'da burada iki kavil olduğu bildirilmiştir. Fetih'te şöyle denilmektedir: «Ceza ehlinden olmaz da meselâ çocuk olur, vasîsi cariyesini onunla evlendirirse, ulema Ebû Hanife'nin kavline göre mehir sâkıt olmayacağını söylemişlerdir. Hür olan küçük kız bunun hilâfınadır. O dinden dönerse mehri sâkıt olur. Çünkü aklı eren küçük kız dinden döndüğü için cezaya ehildir. Başka fiiller böyle değildir. Onlar küçük kıza haram edilmemiştir. Ama dinden dönmek ona haramdır.» Böylece sâkıt olmaması tercih edilmiştir. Bahır.
Rahmetî diyor ki: «Lâkin küçük oğlan kul haklarında tecziyeye ehildir> Görmüyor musun insan öldürürse diyet vermesi vâcip oluyor. Bir mal itlâf ederse ödemesi gerekiyor. Deli de onun gibidir. Onun için Hidâye, Vikâye, Dürer, Mültekâ ve Kenz sahipleri mükellef diye kayıtlamayı terk etmişlerdir, Delil de bunu takviye eder. Bu zevat, uyulacak kimselerdir.»
«Öldürme işini bir kadın yaparsa...» Murad, cimadan önce yapılandır. Nehir sahibi şöyle demiştir: «Zira dünya hükümlerinde hür bir insanın kendi nefsine yaptığı cinayet hükümsüzdür. Hükümsüz olmadığı teslim edilse bile, kadının kendisini öldürmesi, öldükten sonra elden çıkarmaktır. Ölümle mirasçıların olmuştur. Binaenaleyh sâkıt olmaz. Hak evvelâ onun olmakla beraber sâkıt olmazsa mirasçının öldürülmesiyle sâkıt olmaması evleviyette kalır.»
«Velev cariye olsun.» Çünkü mehir efendisine aittir. Onun tarafından mübdeli men eden bir şey bulunmamıştır. Halebî diyor ki: «Ulemanın sözlerinden anlaşılan netice şudur: Mehrin sâkıt olması için illet iki şeydir. Birincisi; mehir kimin olacaksa ondan sâdır olması; ikincisi metinde zikredildiği gibi üzerine dünyevî bir hüküm terettüp etmesidir. İzinli olmayan cariyeile mükâtebeden başkasında kadın kendini öldürürse, bu iki şey yoktur. Hür kadın kendisini öldürürse, keza mükellef olmayan mevlâ cariyesini öldürürse ikincisi yoktur. Ecnebî yahut mirasçı hür bir kadın veya cariye öldürürse, birincisi yoktur.» Yani mirasçı öldürdüğü için mehri hak eden mirasçı olmaktan çıkmıştır. Çünkü ölümle mirastan mahrum olmuştur. Binaenaleyh ecnebî gibidir. Bahır.
«Yahut cariye dinden dönsün.» sözü, dinden dönen hür kadın gibi ifa-desinin mukabilidir.
«Nitekim Nehir sahibi bunu tercih etmiştir.» ifadesi son ikisine râcîdir. Ondan önce bu işi, cariye kendisini öldürdüğünde mehir sâkıt olmaması kabul edildiğine kıyas ederek Bahır sahibi yapmıştır. Zira Zeylâî iki rivayeti hepsine şâmil saymıştır. Bunların sahih olanı kati meselesinde mehrin sükutunu icabetmediğine göre burada da öyle oluversin. Zâhir olan da budur. Çünkü hak sahibi olan velî bir şey yapmamıştır. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...