02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...İMAMLIK BABI


İMAMLIK BÂBI 

METİN
İmamlık, kübrâ ve suğra nâmiyle iki kısımdır.
İmamet-i Kübrâ (büyük imamlık) kullar üzerinde umumî tasarrufa hak kazanmaktır. Bunun tahkiki kelâm ilmindedir. Büyük imamı nasb ve tayin etmek vaciblerin en mühimlerindendir. Onun içindir ki Ashabı kiram onu mucizeler sahibini defîn etmezden önce ele almışlardır.
İmamın müslüman, hür, erkek, âkıl baliğ, muktedir, kureyş kabilesine mensup olması şarttır. Hâşimî ulvî ve mâsum olması şarttır. Fâsık birini İmam tayin etmek mekruhtur. Fısk sebebiyle İmam azl edilir. Ancak bir fitne çıkacaksa azl edilmez. İmamın selâhı için dua etmek vaciptir. Zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir.
İZAH
İmâmet kelimesi «emme» fiilinin masdarıdır. Emm-en-nâse insanlara İmam oldu. Ona yalnız kıldırdığı namazda tâbı olurlar; manasına geldiği gibi hem namazında hem de emir ve yasaklarında ona tâbi olurlar manasına da gelir.
Namazdaki imamlığa imamet-i suğrâ (küçük imamlık)
İkinciye imamet-i kübrâ (büyük imamlık) derler. Bu bap imamet-i suğrâ için tahsis edilmiştir. İmamet-i Kübrâ hakikatta fıkıh bahislerinden olduğu zirâ onu ifâ farz-ı kifâye sayıldığı. imamet-i suğrâ da ona tâbi olup onun üzerine kurulduğu için Şârih onun bahislerinden bir nebzesine temâs etmiştir. Mezkûr bahisler kelâm ilminde gerektiği şekilde izah olunmuştur. Velev ki kelâmdan değil onun tamamlayıcıları olsunlar. Çünkü Hulefâ-i Râşidin'e sögmek ve benzeri fâsid inançlar bid'atçılar tarafından ortaya atılmıştır.
İmamet-i Kübrâyı Makâsıd sâhibi: «Din ve dünya hususunda Peygamber (s.a.v.)e halife olarak umumî bir riyasettir.» diye tarif etmiş; Peygamberliği tarifden hâriç bırakmak istemişse de hakikatta peygamberlik tarifde dahil değildir. Çünkü o şeriatla gönderilmedir. Nitekim peygamberin tarifinden de anlaşılır. Peygamberin umumî tasarrufa hak kazanması peygamberlik üzerine terettüp eden bir imamlıktır. Bu tarifte dahildir. Umum kaydiyle hakimlik, emîrlik gibi şeyler tarifden hâriç kalır. Riyâset tahkik edilince tasarrufa hak kazanmaktan başka birşey olmadığı anlaşılınca şârihde: «Umumi tasarrufa hak kazanmaktır» şeklinde ifâde etmiştir. Bunu Allâme Kemâl b. ebî Şerîf, üstâdı Kemâl bin Hümâm'ın «el-Mü-sâyere» nâmındaki kitabının şerhinde böyle söylemiştir.
Büyük imamı (yani halifeyi) tayin etmek en mühim vazifelerden biridir. Çünkü şer'î vacîblerden bir çoğu buna bağlıdır. Onun için Akâid-i Nesefiye'de şöyle denilmiştir: «Müslümanların hükümlerini tenfiz edecek, şer'i cezâlarını tatbik ve sınırlarını muhafaza ile ordularını hazırlayacak, zekâtlarını alacak, yol kesici zorba ve hırsızları kahr edecek, cuma ve bayramları kıldıracak, hukuki isbât eden şâhidleri kabul edecek, velîleri olmayan küçük kız ve oğlanları evlendirecek ve ganimetleri taksim edecek bir halîfeleri bulunması mutlaka lazımdır.»
Mucizeler sahibinden murad bittabî Peygamberimiz (s.a.v.)dir. Pazartesi günü vefât etmiş salı günü yahud çarşamba akşamı veya çarşamba günü defin edilmiştir. (bu arada eshabı kiram herşeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle meşgul olmuşlardır.) Bu sünnet bugüne kadar devam edegelmiştir. Bir halife vefat etti mi, yerine başkası seçilmedikçe defin edilmez. T.
Halifenin müslüman hür olması şarttır. Zira kâfir müslüman üzerine veli olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun kendine veli olmağa hakkı yoktur. Başkasına nasıl veli olabilir? Sabi ile deli de köle gibidirler. Kadından da halife olmaz. Çünkü kadınlar evlerinde oturmakla memurdurlar. Onların hâli tesettüre mebnidir. Peygamber (s.a.v.) buna işaretle: «Hükümdarları kadın olan bir kavim nasıl felâh bulur!» buyurmuştur.
Halîfe muktedir yani hükümleri yürütebilir; mazlumun hakkını zâlim'den almağa, sınırları ve memleketi korumağa, asker sevkine vesâireye gücü yeter olmalıdır. Halifenin Kureyş kabilesinden olması Peygamber (s.a.v.): «imamlar kureyşden olur.» Buyurdukları içindir. Bu hadis sebebiyle ensâr hilâfeti kureyşlilere teslim etmişlerdir. Dırâriye fırkasının: «Kureyş'den başkasıda imam olabilir:» iddiaları bu hadisle batıl olduğu gibi Ke'biye fırkasının: «Kureyşli imam olmaya daha münâsibtir:» sözüde bâtıldır. Bu satırları Halebî Ömdet-ün-Nesefî şerhinden nakletmiştir.
Halifenin Hâşimî yani Hâşim bin Abdi Menâf oğullarından olması şart değildir. Şia fırkası Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a.) hazerâtının hilâfetlerini kabul etmemek için bu şartı öne sürerler. Halifenin alevi ve mâsum olması da şart değildir. Alevîden murad: Hazreti ALİ (r.a.) evlâdından olmaktır. Şiadan bazıları Abbasîlerin hilâfetini kabul etmemek için bu şartı öne sürmüşlerdir. Halifenin masum olmasını şart koşanlarda İsmailiye ve imamiye fırkalarıdır. Makâsıd şerhinde böyle denilmiştir.
«Fâsık birini imam tayin etmek mekruhtur.» Sözü ile şârih halifenin adaleti şart olmadığına işaret etmiştir. Müsâyere nâm eserde adâlet şart koşulmuş; imam Gazaliye uyarak adâlet yerine «verâ» kelimesi kullanılmıştır. Mezkûr eserde şartlara ilim ve yeterlilik de ziyâde edilmiş ve şöyle devam edilmiştir: «Anlaşılıyor ki yeterlilik cesurluğuda şâmildir. Bu kelime isâbetli görüşlü ve cesûr manalarına da uymaktadır. Tâ ki halife kısasdan, şer'î cezaları tatbikten, farz olan harpleri yapmaktan, orduları hazırlamaktan korkmasın.
Bunu yani cesurluğu cumhur-u ulema şart koşmuşlardır. Bir çokları usul ve furu'da içtihâda müktedir olmak şartını da ziyâde etmişlerdir. Bazıları bunun ve cesurluğun şart olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bu gibi şeylerin bir kişide toplanması nâdir rastlanan hallerdendir. Cesâretin iktizâ ettiği şeylerle hâkimliği başkasına havâle etmek veya ulemadan fetvâ almak suretiyle de bu işi yürütmek mümkündür. Hanefî'lere göre adalet halifeliğin sahih olması için şart değildir. Mekruh olmakla beraber fâsıkı halife seçmek sahihtir. Bir kimse âdil iken halife seçilirde sonra yoldan çıkarak fâsık olursa azl edilmiş sayılmaz, ama bir fitneye sebep olmayacaksa azl edilmeğe layıktır, böyle halifeye de dua etmek vâciptir. Aleyhine baş kaldırmak vâcip değildir. Ebu Hanîfe'den böyle rivayet olunmuştur. Bunu izah hususunda bütün ulemanın sözü şudur: Eshab-ı kiram beni ümeyyeden bazılarının arkasında namaz kılmış; ve onlardan velâyeti kabul etmişlerdir. Ama bu söz götürür. Çünkü bu adamların zorba bir takım kırallar olduğu herkesin malumudur. Zorbadan sadır olan bu işler zaruretten dolayı sahih olur.
Bir imamın arkasında namaz sahih olmak için adâleti şart değildir. Zorbalık zamanında hal halifeliğe ehil kimse bulunmamış yahud bulunmuşda zâlimlerin galebesi sebebiyle tâyinine imkân olmamış gibidir.» Bu satırlar Kemal b. Hümâm'ın müsâyire'sinden alınmıştır.
Halife sonradan fâsık olursa fıskı sebebiyle azl edilir. Maksad yukarda arz ettiğimiz vecihle azlî hak eder demektir. Onun için şârih «azledilmiş olur» dememiştir.
«Zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir» bu ifâdeden murad: Söz sahibleri bey'at edip seçmeden zorla iş başına geçendir. Velev ki yukardaki şartlar kendisinde mevcud olsun. şunu da ifâde eder ki, hilâfet meselesinde asıl, tâyindir. Musayire'de şöyle denilmiştir: «İmamlık akdı ya halifenin kendi yerine birini seçmesiyle olur. Nitekim Ebu Bekir (r.a.) böyle yapmıştır. Yahud ulemadan veya söz sahiplerinden bir cemâatın bey'atiyle olur. İmam Eş'ariye göre Şâhidler huzurunda olmak şartiyle söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey'atı kâfidir. Şahidler huzurunda olması şâyed inkâr vâki olursa onu def içindir.
Mu'tezile tâifesi beş kişinin bey'atını, hanefîlerden bazıları da bir cemaatın bey'atını şart koşmuş; hususî sayıya itibar etmemişlerdir.» Zaruretten maksad fitneyi önlemektir. Bir de Peygamber (s.a.v.): «Dinleyin ve itaât edin velev ki; size burnu kesik Habeşli bir köle hükümdâr olsun!» buyurmuştur. H.
METİN
Sabî de öyledir. Tâyininden beklenen işleri çocuk halîfeye bağlı bir vâliye havâle etmek gerekir. Resmen sultan çocuk, hakikatta ise vâlidir. Çünkü Hakemlik ve cuma için çocuğun izin vermesi sahih değildir. Nitekim Eşbah'da Bezzaziye'den naklen böyle denilmiştir. Yine Eşbah'da bildirildiğine göre sultan veya vâli bülûğa ererse yeni tâyine ihtiyaç olur.
İmamet-i suğra (küçük imamlık): On şartla cemaatın namazını imamın namazına bağlamaktır.
İZAH
Sabinin halifeliği dahi zaruretten dolayı sahihdir. Ama bu görünüşte böyledir; hakikatte değildir.
Eşbah'da: «Sabinin sultanlığı görünüşde sahihdir.» denilmiştir. Bezzaziye'de şu satırlar vardır. Sultan ölür de ehali küçük olan oğlunu sultan yapmak için ittifak ederlerse tâyinden beklenen işleri bir vâliye havale etmek gerekir. Bu vâli kendini sultanın oğluna tabi sayar; çünkü onun şerefi vardır. Resmen sultan çocuktur. Hakikatta ise vâlidir. Zira velâyet hakkı olmayan bir kimsenin Hakemliğe ve cuma kaldırmaya izin vermesi sahih değildir.» Yanı bu vâli hakikatta sultan olmasa hakemlik ve cuma namazı için izin vermesi sahih olmazdı: Ancak bu vali (nâip) bir müddete kadar sultandır. Bu müddette çocuğun bülûğa ermesidir, demelidir ki çocuk bülûğa erdiği zaman idâreyi ele alırken vâlinin azline hacet kalmasın.
İmamet-i suğra: «Cemâatın namazını imamın namazına bağlamaktır.» diye tarif edilmiştir. Bu tarifi Nehir sâhibi, kardeşi olan Bahır sahibinden nakil etmiştir. Ama bunun yalnız imama uymanın tarifiolduğu anlaşılıyor.
Ben derim ki İmamlık: Cemaatın namazının imamın namaziyle bağlanmasıdır. Böyle denilirse itiraz kalmaz. Tarifimin izâhı şudur: İmam ancak cemaat namazını onun namazına bağlarsa imam olur. İşte bizzat bu bağlantı imamlığın hakikatıdır. İmama uymaktan gâye budur. Çünkü cemaat olan kimse namazını imamının namazına bağladığında kendisine imama uymak sıfatı hâsıl olmuştur. İmamına da imamlık sıfatı hâsıl olmuştur ki, o da bağlantıdır. Benim kâsır aklımın anladığı budur. Allah-u âlem.
İmamlık için şârih on şart zikir etmiştir. Fakat bu şartlar hakikatte imama uymanın şartlarıdır. İmam olmanın şartlarını Şurunbulâli Nur-ul-İzah'da ayrıca saymış ve şöyle demiştir: «Sağlam erkeklere imam olmanın şartları altıdır. Bunlar: İslâm, bülûğ, akıl, erkeklik, kıraat ve burun kanaması, pepelik pelteklik kezâ bir şartın bulunmaması gibi özürlerden sâlim olmaktır.» Şurunbulâli.
«Sağlam erkeklere» ifâdesiyle sağlam kadınlardan ihtiraz etmiştir. Onlara imam olmak için erkeklik şart değildir. Kezâ çocuklardan da ihtiraz etmiştir. Zira onlara imam olmak için bülûğ şart değildir. «Sağlam» kaydı sağlam olmayanlardan ihtiraz içindir. Onlara imam olmak için sağlamlık şart değildir. Ancak imamın hâli cemaat olanın hâlinden daha kuvvetli veya ona müsavî olması şarttır. H.
Ben derim ki:Yukarda arz ettiklerimizden imamlığın imama uymak için gâye olduğunu anladın İmama uymak sahih olmadıkça imamlık do sahih olmaz. Binaenaleyh şârih'in söylediği on şart imamlığında şartı olur. Zira imam olmak bunlara bağlıdır. Nitekim Şurunbulâlî'nin söylediği altı şart imama uymanın da şartları olabilir. Çünkü bu şartlar bulunmaksızın imama uymak sahih olamaz. Şu halde bu on altı şart hem imam olmanın hem de ona uymanın şartlarıdır. Lâkin on şart imama uyan kimse ile, altı şart do imamla hâsıl olduğu için on şartı imama uymanın şartları, altıyı da imam olmanın şartları diye ayırmak güzel bir iş olmuştur. Anla! Bu makâmın tesbitini ganimet bil! Ben bu şartları şu şekilde nazma çekdim. Dedim ki:
«İmama uymanın şartları ondur. Ben onları nazma çekdim. Şiirle anlattım; muntazam inci dizisi gibi oldu. İmama uyanın geri kalması; uyduğu imamın intikâl hallerini bilmesi; Her ikisinin yerlerinin bir olması; İmamın şart ve rükünlerde cemaattan aşağı kalmaması; İmama uymaya niyet etmesi; Her rükünde ortak olmaları, cemaatın imam mukim mi uzaklara sefer mi etmiş olduğunu bilmesi; Cemaatla ayni namazı kılan bir kadının bir hizâya durmaması; imamın kıldığı namazın baştan sona sahih olması; kezâ kıldıkları farzın aynı namaz olmasıdır. On şartın tamamı budur. İmamlığın da altı şartı vardır: Bülüğ, islâm, akıl, erkeklik, kâfi kıraat, ve görünür bir özrü bulunmamaktır.»
METİN
Bu on şart: Cemâat olan kimsenin imama uymaya niyet etmesi, imamla ikisinin durduğu yerin, namazın bir olması, imamının namazı sahih olması, kadınla bir hizada bulunmaması, ökçesi imamın ökçesinden ileri geçmemesi, imamın intikallerini bilmesi imamın mükîm mı müsafir mi olduğunu bilmesi, rükünlerde imama ortak olması, ve rükünlerle şartlarda imam gibi yahud ondan aşağıhalde olmasıdır. Nitekim Bahır'da izah edilmiştir.
Bu şartların: «rükü edenlerle beraber rükû edin!» âyeti kerimesiyle sabit olduğu söylenir. İmamlığın hükümlerinden biri ünsiyet ve imtizacın nizama konması ve câhilin âlimden bir şey öğrenmesidir.
Bizim mezhebimize göre imamlık ezan okumaktan efdaldir. Şafii buna muhaliftir. Bunu Aynî söylemiştir. Hazreti Ömer'in: «Hilâfet olmasa idi ben ezan okurdum.» sözü «imamlıkla beraber ezan okurdum.» manasınadır. Çünkü bunların ikisini birden yapmak efdaldır.
Ulemadan biri: «Fatiha'yı bıraksam Şâfiî'nin azarlayacağından korkarım; okumuş olsam ebu Hanîfe'nin azarlayacağından korkarım. Ben de imamlığı seçtim.» demiştir.
İZAH
Cemaat olan kimsenin: imama uymaya niyet etmesi yahud kıldığı namazda imama uymaya niyet etmesi; veya o namaza başlamağa yahud o namaza girmeğe diye niyetlenmesi gerekir. «İmamın namazına» diye niyet etmek bunun hilâfınadır. Niyetin şartı iftitah tekbiri ile birlikte veya ondan önce yapılmaktır. Ama iftitah tekbiri ile niyetin arasına ecnebi bir fiil girmemek şarttır. Nitekim niyet bâbında geçmişti. H.
İmamla cemaatın durdukları yerin bir olması şarttır. Yerde olan bir kimse hayvan üzerindeki imama yahud hayvan üzerindeki yerde bulunan imama veyahud hayvan üzerindeki bir kimse başka bir hayvan üzerindeki imama uymuş olsa namaz sahih olmaz. Çünkü yer bir değildir. Cemaatla imamın ikisi de bir hayvan üzerinde bulunurlarsa yer bir olduğu için namaz sahih olur. Nitekim imdâd nâm eserde böyle denilmiştir. Aşağıda da gelecektir.
Cemaatla imamın arasında divar bulunursa ileride görüleceği vecihle itimada şâyan kavil yerin bir olması değil şaşırmayı itibara almaktır. Bu meselenin söz götürmeyecek şekilde tahkiki ileride gelecektir.
İmamla cemaatın namazlarının bir olması da şarttır. Bahır sahibi diyor ki: «Birlik, imamın namazına niyetle onun namazına girmenin mümkün olmasıdır. Bu suretle imamın namazı, ona uyan kimsenin namazını da şümulüne almış o!ur.» Binaenaleyh nâfile kılan kimsenin farz kılana uyması buraya dahildir. Çünkü üzerinde Tarz borcu olmayan bir kimse Tarz kılan imamın namazına niyetlense kıldığı namaz nâfile olarak sahih olur. Bir de nâfile mutlaktır. farz ise mukayyettir. Mutlak mukayyedin bir cüzüdür; ona zıd olamaz. Nitekim Münye şerhinde de böyledir. Nur-ul-İzah' da burada: «imamın kıldığı farzdan başka b[r namaz kılmamalıdır.» ifadesi kullanılmıştır. Bu ifâde şârihin ibâresinden evlâdır. anla!
İmamın namazının sahih olması şarttır. İmamın fâsıklığı sebebiyle yahud mest üzerine mesh müddetinin geçtiğini unutmakla veyahud hades bulunmakla namazının bozulduğu anlaşılırsa ona uyan kimsenin namazı da sahih olmaz. Çünkü o namazın üzerine binâ sahih değildir.
Kezâ imamın zannıca namaz sahih, cemaatın zannınca fâsid ise yine sahih değildir. Zira kendi zannınca namazını fâsid namaz üzerine binâ etmiştir. Onun için sahih olmaz. Ama bu meselede hilaf vardır. Ve her iki kavil sahih bulunmuştur. İmamın zannınca namaz bozulurda imam bunubilmez; cemâat olan bilirse ekser ulemaya göre namaz sahih olur. Esah kavilde budur. Zira imama uyan kimse burada imamının namazını câiz görmektedir. Onun hakkında muteber olan da kendi reyidir. Rahmeti.
Kadınla bir hizâda durmanın şartları aşağıda görülecektir.
Cemâatın ökçesi imamın ökçesinden ileri geçmemek şarttır. Onunla bir hizada olursa câizdir. Kezâ cemâat olanın ayakları büyük olduğu için parmakları imamın ayaklarını geçerse ayaklarını ekserisini geçmedikçe câizdir. Nitekim gelecektir. İmdâd-ül-fettah nâm eserde şöyle denilmektedir. «İmama uymak sahih olmak için imamın ökçesinin cemaat olan kimsenin ökçesini geçmesi şarttır. Hatta cemaat olanın ökçesi imamın ökçesinden ileride değil fakat ayağı uzun olduğu için parmakları imamın parmaklarını geçerse câizdir. Nitekim imama uyan kimse ondan daha uzun olurda önüne secde ederse hüküm yine budur.»
İmamın intikallerini (yani rükû ve secdelere gitmesini) bilmesi şarttır.
Bu ya imamı görmek ya işitmek yahud cemaattan bazılarının yatıp kalktığını görmekle olur. Bunu Rahmetî söylemiştir. Velev ki yer bir olmasın. T.
İmamın halini yani mukîm mı müsafir mi olduğunu namaz bitmeden yahud bittikten sonra bilmesi şarttır, ama bu dört rekatlı bir namazı şehirde veya köyde iki rekat kıldığına göredir. Şehir dışında iki rekat kılarsa namaz bozulmaz. Çünkü görünüşe göre o imam müsafirdir; binaenaleyh yanıldığına hamledilmez. Mutlak olarak tamamlarsa hüküm yine budur. Meselenin tamamı inşallah yolcu namazında gelecektir.
Rükünlerde imama ortak olması şarttır. Maksad bunların aslında ortak olmaktır ki, beraberce yapmaya ve imamdan sonraya kalmaya şâmildir. îmamdan önce yapmaya şâmil değildir, meğer ki imamı o kimseye namaz kılarken yetişmiş olsun. Rüknü imamla beraber yapmak açıktır. Sonraya kalmaya misâl: İmam rükû edip doğruluktan sonra cemâatın rükû etmesidir. Bu sahihdir. Üçüncüsü bunun aksidir. (yani cemaatın imamdan evvel rükû etmesidir.) Bu da sahih değildir. Ancak rükû ederde imamı yetişinceye kadar rükûda beklerse sahih olur. Çünkü hakiki uyma olan mütâbeat mevcuttur. Biz imama tabi olma hususunda namazın vacipleri bahsinin sonunda tahkikat yaptık. Oraya müracâat et!
Rükünlerle şartlarda imam gibi yahud ondan aşağı halde bulunmak şarttır. Rükünlerde imam gibi olmanın misâli: Rükû ve secdeleri yapan kimsenin kendi gibisine uymasıdır. İmamdan aşağı olmanın misâli de: İmâ ile kılanın rükû ve secde ederek kılana uymasıdır. Şârih bu sözle cemaat olanın hal itibariyle imamdan kuvvetli olmasından ihtiraz etmiştir. Meselâ: Rükû ve secde eden kimsenin imâ ile kılana uyması böyledir (ki câiz değildir.) H.
Şartlarda imam gibi olmanın misâli: Namazı bütün şartlarına riâyetle kılan kimsenin kendi gibisine; çıplak kılanın çıplak kılana uymasıdır. İmamdan aşağı olmanın misâli: çıplağın giyimliye uymasıdır. Bu sözle de hali imamın halinden daha kuvvetli olandan ihtiraz etmiştir. Meselâ: Giyimli kimsenin çıplağa uyması böyledir. H.
Ben derim ki: Kınye'de Te'sis-ün-Nazar'dan naklen şöyle demiştir: «Hür kadının başı açık namaz kıldıran cariyeye uyması caiz olmak gerektir. Çünkü baş cariye hakkında avret değildir. Erkeğin başı gibidir.
«Rükû edenlerle beraber rükû edin!» âyeti kerimesinin «tevâzu gösterenlerle beraber tevâzu gösterin!» Mânâsına geldiğini söyleyenler vardır. Nitekim Beyzavî tefsirinde beyan olunmuştur. H.
Mutemed kavle göre imamlık ezan okumaktan efdaldir. Ama bunun aksini söyleyenler olduğu gibi ikisi de birdir diyenler dahi vardır.
İmam Şafiî buna muhaliftir. Ezan bahsinde gördük ki, Şâfiî'nin mezhebinde bu hususta sahih kabul edilen iki kavil vardır. Birinci kavle göre bizimle beraberdir. İkinci kavil bunun aksinedir. Hazreti Ömer'in sözünde ezanın imamlıktan efdal olduğuna delâlet yoktur. Onun maksadı imamlıkla ezanın ikisini birden yapmak istemektir. Ancak halife amme işleriyle meşgul olduğundan vakitleri takibe imkân bulamamıştır. Onun için de imamlıkla iktifa etmiştir.
Burada ulemadan birinden nakledilen sözü. Fahr'ur Râzi mü'minîn sûresinin tefsirinde zikir etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Ben de bu nakli duymazdan önce aynen bu manadan dolayı imamlığı seçmiştim. Tevfik Allah'dandır.»
Ben derim ki: Bunun ifâde ettiği mânâ imamlığın cemaat olmaktan efdal olmasıdır.
METİN
Cemaat erkekler için sünnet-i müekkededir. Zâhidî şöyle diyor: «Ulema müekked sözüyle vacip olduğunu kastetmişlerdir. Yalnız cuma ile bayram namazları müstesnâ! Onlar da cemâat şarttır. Terâvihde sünnet-i kifâye, ramazanda vitir namazı için bir kavle göre müstehap, başka namazlarda vitir ve tedâi yani birbirlerini çağırmak) suretiyle kılınan nâfile namazıda mekruhtur, biz bunu tahkik edeceğiz.
İZAH
Zâhidî'nin sözü cemaat sünnettir diyenlerle vaciptir diyenlerin sözlerini birleştirmek ve bu iki sözden maksad bir olduğunu anlatmaktadır. Bunu ulemanın cemaatı terk edenlere şiddetli tehdit bildiren haberlerle yaptıkları istidlâlden almıştır.
Nehir'de Müfid'den naklen: «Cemâat vacip ve sünnettir. Çünkü sünnetle vacip olmuştur.» denilmiştir. Bu söz ulemanın «Vitir namazı .sünnettir.» rivayetine verdikleri cevap gibidir. O rivayete cevaben: «Vitirin vücûbu sünnete sabit olmuştur.» demişlerdi.
Nehir sahibi diyor ki: «Ancak bu söz cemaatı özürsüz bir defa bırakmanın bil'ittifak günah sayılmasını iktiza eder. Halbuki bu Irak ulemasının kavlidir. Horasan'lılara göre ise terk etmeyi âdet haline getirirse o zaman günahkâr olur. Nitekim Kınye'de bildirilmiştir.» Münye şerhinde de şöyle denilmektedir: «Verilen hükümler Vacip olduğunu gösteriyor. Cemaatı özürsüz terk eden ta'zir olunuyor, şehadeti kabul edilmiyor. Bunu görüp söylemeyen komşular günahkâr oluyor. Ama bunların şöyle arasını bulmak mümkündür: Günaha girmek cemaatı terke devam etmekle kayıtlıdır. Nitekim Peygamber (s.a.v)in: Namaza gelmezler hadisinden anlaşılan da budur. Başka birhadisde: Evlerinde kılarlar buyurulmuştur.
Binaenaleyh vacip olan bazan cemaata gitmektir. Vacibe yakın olan sünnet-i müekkede ise devamdır.» Buna yukarıda naklettiğimiz Nehir'in sözüyle itiraz olunabilir. Yalnız şöyle cevap verilirse ne alâ!
Irak'lıların «cemaatı bir defa terk eden günahkâr olur.» sözü cemaata devamın farz-ı ayın olduğunu bildiren kavle göredir. Ulemamızdan bazıları cemâata devamın farz-ı ayın olduğunu söylemişlerdir. Nasıl ki bunu Zeyleî ve başkaları nakletmişlerdir. Yahud cemâata devamın farz-ı kifâye olduğunu bildiren kavle göredir. Nitekim bunu da kınye sahibi tahâvî ile Kerhî'den ve bir cemaattan nakletmiştir. Bu takdirde onu özürsüz bir defa terk eden herkes günahkar olur.
Cuma ve bayram namazlarında cemaatın şart olması «bayram namazı vaciptir.» Kavline göredir. Sünnettir diyenlere göre onun cemaatle kılınması da sünnettir. Hılye ile Bahır'da da böyle denilmiştir. Bahır sahibi bundan sonra: «Şübhesiz cemâat her iki kavle göre sıhhatinin şartıdır.» demektedir. Yani vacip veya sünnet olması sahih olmak için şarttır, demek istemiştir
Teravihde cemâat sünneti kifâyedir. Yani her mahallenin halkına sünnettir. Çünkü Münyet-ül-Musallî'nin teravih bahsinde: «Teravihi cemaatla kılmak kifâyet yolu ile sünnettir. Hatta bir mahalle halkının hepsi cemâatı terk etse. sünneti terk etmiş ve bu hususda isâet etmiş olurlar. Bir kimse halk arasına karışmayıp evinde kılarsa fazîleti terk etmiş olur.» denilmektedir.
Bir kavle göre ramazanda vitir namazını cemaata kılmak müstehap, başka bir kavle göre mütehap değildir. Onun evinde yalnız başına kılar. Bu iki kavlin ikisi de sahih kabul edilmiştir. Farza yetişme babından önce geleceği vecihle mezhep yalnız kılmanın tercih edilmesidir. Ramazandan başka zamanlarda vitir namazını cemaatla kılmak mekruhtur. Meşhur olan budur. Bunu Kudûrî Muhtasarında zikir etmiştir. Başka kitablarda mekruh olmadığı bildirilmiştir. Hılye'de bu iki kavlin araları bulunmuş; mekruh olması devam edildiği surete, mekruh olmaması da bazan cemaatla kılınmaya hami edilmiştir. Bunun tamamı da inşallah gelecektir.
TEDÂİ: Bir birini çağırmaktır. Birbirlerini dâvet ederek mesela: dört kişinin bir imama uyması mekruhtur. Şârih bu meseleyi farza yetişme babının önüne tahkik edecektir.
TETİMME: Hılye sahibi diyor ki: «Ay tutulduğu zaman cemaatle namaz kılmaya gelince: Mezhebimiz ulemasından büyük bir cemaatın sözleri bunun mekruh olduğunu göstermektedir. Zâhidî şerhinde bildirildiğine göre mezhebimizce câiz fakat sünnet değildir.»
METİN
Mahalle mescidinde ezan ve ikamet ile cemaatın tekrarı mekruhtur. Yol mescidinde veya imamı müezzini olmayan mescidde ise tekrar mekruh değildir. Cemaatın en azı iki kişidir. Yani imamla birlikte velev sabîi mümeyyiz, melek veya cinnî olsun, mescidde veya başka bir yerde kılınsın bir kişi bulunmaktır. Eşbah'da bildirildiğine göre Cinnînin imam olması sahihdir.
İZAH
Şârih'in Hazâin'deki ibâresi buradakinden daha derli topludur, Ve şöyledir: «Mahalle mescidinde ezan ve ikâmetle cemâatın tekrarı mekruhtur. Ancak o mescidde evvelâ mahalle halkından başkaları yahud mahalle halkı cemaatla namaz kılar fakat ezanı gizli okurlarsa cemaatın tekrarı mekruh olmaz. Mahalle halkı ezan ve ikâmetsiz olarak o mescidde cemaatı tekrarlar; yahud yol mescidi olursa bil'ittifak caizdir. Nitekim imam ve müezzini olmayan mescidde de öyledir. Böyle bir mescidde insanlar takım takım namaz kılarlar. Efdal olan, her takımın ezan ve ikâmetle yalnız başına kılmasıdır. Nitekim Kâdıhân'ın Emâlisinde de böyle denilmiştir.»
Dürer'de dahi buna benzer izâhat vardır. Mahalle mescidinden murad: Mâlum imamı ve cemaatı olan mesciddir. Nasıl ki Dürer ve başkalarında da böyle denilmiştir.
Menbâ nâm eserde şöyle deniliyor: «Mahalleye mahsus olan mescidle kayıtlanması cadde mescidinden, ikinci ezan ile kayıtlaması da mahalle mescidinde ezansız olarak cemaatla kılınan namazdan ihtiraz etmiştir. Bunlarda cemâat bil'ittifak mubahtır.» Sonra keraheti kabul etmeyen imam Şâfii aleyhine istidlâl ederken şunları söylemiştir: «Bizim delilimiz şudur: Peygamber (s.a.v.) bir kavmi barıştırmak için çıkmıştı.
Mescide döndüğünde mescid cemaatının namazı kıldığını gördü. Bunun üzerine evine döndü ve aile efradını toplayarak namaz kıldı. Tekrar etmek câiz olsa idi, evinde namaz kılmayı mesciddeki cemaata tercih etmezdi.
Birde Şâfiî'nin dediği gibi mutlak olarak kerahet yoktur demekte mânen cemâatı azaltmak vardır. Zirâ mahalle halkı cemâatın elden kaçmayacağını bilirlerse toplanmazlar. Ama yol üzerindeki mescid hususunda bütün insanlar müsavidirler. O ayrıca bir fıkraya mahsus değildir.» Bu ibârenin misli Bedâi ve diğer kitablarda mevcuttur. Bu istidlâlin müktezâsı ezansız bile olsa mahalle mescidinde. cemâat tekrarının mekruh olmasıdır. Zahiriye'nin şu ifâdesi de bunu te'yid eder: «Bir cemâat mahalle halkı kıldıktan sonra mescide girerseler yalnız başlarına kılarlar. Zâhir rivaye budur.» Bu söz yukarıda geçen ittifak hikâyesine aykırıdır.
Bundan dolayıdır ki muhakkıkinden Kemâl ibn Hümâm'ın Tilmîzi Al-lâme Rahmetullah Sindî risâlesinde şunları söylemiştir: «Harameyn (Mekke ile Medîne) halkının yaptıkları gibi muhtelif imamlar ve tertipli cemaatlarla namaz kılma işi bil'ittifak mekruhtur. Ulemamızın bazılarından nakledildiğine göre (551) tarihinde hac mevsiminde Mekke'ye vardığında bu hâli protesto etmişlerdir. Bunlardan biri de Şerif Gaznevî'dir. Ve Mâlikî'lerden birinin bu dört mezhep ulemasına göre câiz değildir.» diye fetva verdiğini söylemiştir. Kezâ (551) yılında hacca giden hanefîlerden, Şafiîlerden ve Malikilerden bir cemaatın bunu protesto ettiklerini nakletmiştir.» Remlî Bahır hâşiyesinde bunu tasdik etmiştir. Lâkin bu kavle göre Mekke ve Medine mescidi gibi mâlûm cemâatı olmayan mescidler müşkil kalır. Böyle bir mescidde mahalle mescidi denilemez. Bilâkis o yol mescidi gibidir. Yukarıda gördük ki böyle bir mescidde cemaatın tekrar edilmesi bil'ittifak mekruh değildir. Teemmül buyurula.
Şu da var ki: Ezan bâbında Münye şerhinin sonunda naklen imam ebu Yusuf'a göre ikinci cemaatolmasın? Nitekim Peygamber (s.a.v.) eshabına imam olduğu zaman böyle yapardı. Kabul etsek bile şübhesiz Cibrîl'in imamlığı Allah'ın emriyle idi. Emir vücûp ifâde eder. Ve bu namaz ona farz olur. Peygamberimize imam olması da farz kılanın farz kılana imam olması kabilindendir. Nâfile kılanın Peygamber (s.a.v.)in o namazı sonra tekrar kılmış olması ihtimali de vardır. Bunu Tahtavî söylemiştir.
Cinlerin ahkâmı bahsinde Eşbah'ın ibâresi şöyledir: «Bu hükümlerden biri de cinlerle cemaat olmaktır. Bunu Suyûtî ulemamızdan «Akâm'ül-Mercan» adlı eserin sahibinden naklen söylemiştir. O da İmam Ahmed' in ibn-i Mes'ud'dan rivayet ettiği cin hadisiyle istidlâl etmiştir.
Bu hadiste şöyle denilmektedir: «Rasûlüllah (s.a.v.) namaza kalkınca cinlerden iki şahıs gelerek: Yarasûlellah, biz ancak ve ancak namazımızda bize imam olmanı istiyoruz, dediler. Bunun üzerine onları arkasına saf yaptı. Sonra bize namaz kıldırdı.» Bunun benzeri Sübkî'nin: «Cemaat meleklerle de olur.» sözüdür. Bunun üzerine fer'î meseleyi zikir etmiştir: Bir kimse odada ezan ve ikametle yalnız başına namaz kılarda sonra cemâatla kıldığına yemin ederse yemini bozulmaz. Diğer bir hüküm de Cinnî'nin arkasında namazın sahih olmasıdır. Bunu Âkâm-üI-Mercan sahibi söylemiştir.»
Ben derim ki: Sübkî'den naklettiği hüküm şu hadisden alınmıştır: «Yolcu ezan okuyup ikamet getirdiği vakit arkasında Allah'ın ordularından gözlerinin görmediği kimseler namaz kılar.» Bu hadisi Abdürrezzâk rivayet etmiştir. Hadisi şerif imamın âşikâre okumasının vâcip olduğunu iktiza ediyor. Lâkin ezan babında Tatarhâniye'den naklen o kimsenin gizli ve âşikar okunan namazlarda yalnız kılan hükümünde olduğunu söylemiştir. Bundan anlaşılır ki, cemaatla namaz kıldığına farz kılana imam olması kabilinden değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)in o namazı tekrar kılması ise son derece uzak bir ihtimaldir. Hemen hemen evham kabilindendir. Halbuki mezhebimizin usulu avâm tabakasının ibâdetlerini bile mümkün olduğu kadar sahihe hamletmeyi gerektirmektedir. Şu halde mücerred bir tevehhümle Peygamberimizin fiili fesâda nasıl hamledilir. Derkenar. Yemin ederse bize göre yemini bozulur. Bilhassa yeminler bize göre örfe mebnidir. O kimse örfen ve şer'an yalnız kılmıştır. Böyle olmasa İmam hükümlerim alırdı. Şu da var ki, geçen fasılda görüldüğü vecihle o kimseye âşikâre okumak lazım gelmez. Meğer ki imam olmağa niyet etsin. Kezâ namazın şartları bâbında geçtiği vecihle bir kimse imam olmağa niyet etmedikçe: «Kimseye imam olmam» diye yemin etmekle yemini bozulmaz. Hadiste «ona uyarsa» diye bir sarahat yoktur. Murad bu ise ihtimal meleklerle cinlerin uymasiyle cemaatın teşekkül etmesi ancak görünür surette oldukları zaman cemaat hükümlerini gerektirir. Onun için de cinlerden biri bir kadınla cimâ eder de kadın lezzet duyarsa yıkanması lazım gelmez. Nitekim Hâniye'de de böyle denilmiştir. Meğer ki menisi gelsin. Yahud Hılye'de bildirildiği gibi insan suretinde görünsün. Cinninin İmamlığı hakkında da bu söylenir. Allah-u âlem,
METİN
Cemâatın vâcip olduğunu söyleyenler de vardır. Amme yani ulemamızın ekserisi bunu tercih etmişlerdir. Tühfe ve diğer kitablarda buna cezm edilmiştir.
Bahır sâhibi: «Mezhep ulemasının tercih ettikleri kavil budur, demiştir. Binaenaleyh âkıl, bâliğ hürzahmetsiz cemâatle namaz kılmağa muktedir erkeklere cemâat sünnet veya vaciptir. Bu hilâfın semeresi cemâatı terk etmekle günâha girme meselesinde meydana çıkar. Cemâatı kaçıran kimsenin başka bir mescidde cemaat araması menduptur. Bundan yalnız mescid-i Harâm ve benzeri müstesnâdır.
İZAH
Ulemamızın tercih ettikleri kavil cemaatın vacip olmasıdır. Nehir sahibi: «Bu kavil bütün kavillerin en âdili ve en kuvvetlisidir. Onun için Ecnâs nâm eserde: Küçümseyerek ve aldırış etmeyerek cemâatı terk eden kimsenin şâhidliği kabul edilmez. Ama yanılarak veya te'vil yoluyla terk ederse meselâ: İmam hevâ ve hevesine uyanlardan yahud cemaatın mezhebine riâyet etmeyenlerden olursa kabul ederiz.» denilmiştir. T.
Cemaatla mükellef olacak erkeğin bâlîğ diye kayıtlanması bazan adam deyince baliğ olsun olmasın erkek kasd edildiği içindir. Nitekim: «Eğer erkek kardeşlerse...» âyeti kerimesinde ve: «Ferâiz hisselerini sahiplerine verin! Kalanını erkek kişiye vermek evlâdır.» hadisi şerifinde bu mânâ kasd edilmiştir. Onun için «kişi»yi erkek diye kayıtlamış; baliğ olan kişi kasd edilmesini önlemiştir. Zirâ câhiliyet devrinde Araplar küçüklere mirâs vermez: mirâsı yalnız harbe hazır delikanlılara tahsis ederlerdi.
Cemâat hür erkeklere vaciptir. Köleye vacip değildir. Cuma bâbında görüleceği vecihle köleye sahibi izin verirse cemaata gitmesi vacip olur. Bâzıları muhayyer olduğunu söylemişlerdir. Bahır sahibi bu kavli tercih etmiştir.
Ben derim ki: Hilâfın burada geçerli olması gerekir. «Zahmetsiz» kaydı cemâat sünnet-i müekkede veya vâcip olduğu içindir. Güçlük ve zahmetle günah ortadan kalkar. Ve terkine ruhsat verilir. Lâkin efdali kaçırmış olur. Buna delil Peygamber (s.a.v.)in âmâ Abdullah ümmü Mektûm evinde namaz kılmak için ruhsat istediği zaman: «Senin için ruhsat bulamıyorum.» buyurmasıdır.
Fetih sahibi diyor ki: «Yâni senin için cemaata gitmeden onun sevâbı verilir; demektir. Yoksa amâya da cemaat vaciptir manasına değildir. Zira Peygamber (s.a.v.) Itbân bin Mâlik'e cemaatı terk için ruhsat vermiştir.» Lâkin Nur-ul-İzah'da bildirildiğine göre bir kimse bir özür dolayısiyle cemaattan kesilirse o özür olmasa gitmek niyetinde olduğu takdirde cemâat sevabını kazanır. Bundan anlaşılıyor ki, özürden murad hastalık ihtiyarlık ve felç gibi mani özürlerdir. Yağmur çamur soğuk ve körlük gibi.
Şârih'in bahsettiği hilâfın semeresi. hilâf tahakkuk ettiğine göredir. Zâhidî'den yukarda naklettiğimiz söze göre ise ortada hilâf yoktur. Bir defa cemaatı özürsüz olarak terk etmekle günahkâr olmak Irak ulemasına göredir. Horasan'lılara göre ise ancak devâm üzere terk ederse o zaman günahkar olur. Nitekim Kınye'de de böyle denilmiştir. Bu mesele az yukarda geçmişti. Cemâatı kaçıran kimsenin başka bir mescidde cemâat araması menduptur. Ama mescid mescid dolaşarak cemaat araması vâcip değildir. Bu hususta ulemamız arasında hilâf yoktur. Cemâat için başka mescide giderse iyi olur. Ama mahallesinin mescidinde yalnız başına kılarsa bu da iyi olur. Kudûrî, ev halkını toplayarak namazı onlara kıldıracağını ve bununla cemâat sevabını kazanacağını söylemiştir. Fetih'de dahi böyle denilmiştir. Şurunbulâlî buna itiraz etmiş; bunun cemâatın vücûbuna aykırı olduğunu söylemiştir. Halebî'de ona cevap vererek şunları söylemiştir: «Cemaatın vacip olması güçlük olmadığı zamandır. Uzak yerlerde cemâat aramakta ise âşikar bir güçlük vardır. Bununla beraber mahalle mescidini geçmekte Rasûlüllah (s.a.v.): Mescide komşu olan kimsenin namazı ancak mescidde câiz olur! hadisine muhâlefet vardır.» Burada şöyle denilebilir: Bu mutlak sözün zâhir olan mânâsı aramanın mendup olmasıdır. Velev ki yakın bir yere gitmekle olsun. «Mahalle mescidini geçmekte ilh...» sözünün yeri cemâat içinde bulunduğu zamandır. denilebilir. Görmüyormusun, mahalle mescidinde cemâat olmadığı zaman başka mescidde cemâat teşekkül ederse cemâatlı mescide gitmenin efdal olduğunda kimse şübhe etmiyor. Şu da var ki. ulema mahalle mescidinin cemaatı mı yoksa camiînin cemaatı mı efdal olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. T.
Ben derim ki; Lâkin Haniyye'de bildirildiğine göre mahalle mescidinde müezzin yoksa oraya giderek ezan okur; namaz kıldırır. Velev ki bir kişi olsun. Çünkü mahallesi mescidinin onun üzerinde hakkı vardır; o hakkı öder. Ulemânın beyanına göre bir mescidin müezzini bulunur fakat mescide kimse gelmezse müezzin ezan okuyup ikâmet getirir ve namazı yalnız başına kılar. Böyle yapması başka mescide gitmekten efdaldir. Hâniyye sahibi bundan sonra yukarıda Fetih'den naklettiğimizi söylemiştir. ihtimal yukarda geçen içersinde cemâatın namaz kıldığı mesciddir. Bu takdirde muhayyer olur. İçinde kimse namaz kılmamışsa iş değişir. Zira hak o kimsenin üzerine taayyün etmiştir. Ne olursa olsun Tahtavî'nin: «Mahalle mescidini geçmekte ilh... sözünün yeri cemaat içinde bulunduğu zamandır denilebilir.» Şeklindeki ifâdesi teslim edilemez. Allah-u âlem.
Mescid-i harâm'ın benzeri, mescid-i Nebeviye ile mescid-i Aksâdır. Kınye sahibi: «Ancak mescid-i Harâm ile mescid-i Nebî (s.a.v.) müstesnâdır.» demiştir. Bu sözü Münye şârihi Bahır'ın muhtasarına nisbet etmiş sonra şunu söylemiştir: «Mescid-i Aksâ dahi istisnâ edilmek gerekir. Çünkü sevabı mescid-i Haram'da (Kâbede) bire yüzbin; Peygamberimiz (s.a.v.)in mescidinde bire bin; mescid-i Aksâda bire beşyüzdür.» Az yukarda beyan ettiğimize göre mahalle mescidini dahi istisnâ etmek gerekir.
METİN
Hasta, âciz, kötürüm, el ve ayağı çapraz kesilmiş; yahud Haddâdî'nin beyanına göre yalnız bir ayağı kesilmiş, felçli, âciz ihtiyar kimselere ve âmâya - götürecek bulunsa bile - cemâata gitmek vacip olmadığı gibi kendisini yağmur, çamur, şiddetli soğuk ve kezâ karanlık ve geceleyin rüzgar cemâattan ayıran kimseye de vacip değildir. Gündüzün esen rüzgar cemâata mâni değildir. Malının zâyi olacağından, veya alacaklıdan yahud zalimden korkan, kendini büyük veya küçük abdest sıkıştıran, yola çıkmak isteyen, hastaya bakan kimselere ve sofra gelipte üzerinde canının çektiği yemekler bulunan kimseye dahi cemâata gitmek vacip değildir.
Bunları Haddadî söylemiştir. Fıkıhla - başka ilimle değil - meş9ul olması da böyledir. Bakânî'de Behensi'ye uyarak buna cezm etmiştir. Yani ancak tenbellikten devam üzere cemaatı terk ederse müstesnâ demektir. Böylesi mâzur olamaz. Malını almakla yani bir müddet kendisine vermemekle de olsa tâzir olunur. Şâhidliği kabul edilemez. Meğer ki imam bid'atcıdır yahud mezhebime riayetkâr değildir diye te'vilde bulunsun.
İZAH
Âmâya ve kezâ kötürüm kimseye, binecek vasıtaları ve götürecek kimseleri bulunsa bile İmam-A'zam'a göre cemâata gitmek vacip değildir. İmameyn buna muhaliftir. Feth-ul-kadîr'in beyanına göre bu söz muttefekun aleyhdir. Hilâf cemâatta değil, cuma namazı hakkındadır. Lâkin meşhur kitablarda yazılan bunun hilâfınadır. Hılye.
Musannıf «kendisi yağmur, çamur ilh... Cemaattan ayıran kimseye» demekle çok yağmura, işaret etmiştir. Nitekim cuma namazı hakkında da bununla kayıtlamıştır.
Hılye'de şöyle deniliyor: «Ebu Yusuf'tan rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: Ebu Hanîfe'ye çamurda, balçıkda cemâat meselesini sordum: Cemâatın terk edilmesini hoş görmem! dedi. İmam Muhammed muvattâ'da: hadis ruhsattır demiş bununla Peygamber (s.a.v.)in: «na'ller ıstandı mı namaz evlerde kılınır.» hadisini kast etmiştir. Buradaki «na'ller» tabirinden murad: Sert arazidir. Zahidî şerhinde, Timurtâşî şerhinden naklen şöyle deniliyor: «Yağmur, kâr, çamur ve şiddetli soğukların özür olup olmayacağında ihtilaf edilmiştir.
Ebu Hanîfe'den bir rivayete göre eziyet şiddetlenirse özürdür. Hasan diyor ki: Bu rivayet bu hususta cuma ile cemâatın müsâvi olduğunu gösterir. Bazılarının zannettiği gibi (bu cemâat için özürdür. Çünkü cemâatta devâm sünnettir. Cuma'da özür değildir. Zira cuma en kuvvetli farzlardandır.) denilemez.»
Şeyh-ul-İsmail'in şerhinde Şâfiî'lerden ibn Mülekkan'dan naklen şöyle denilmiştir: «Meşhur olan kavle göre neâl na'lin cemidir. Naal: yerin sert kısmıdır. Burada hassatan zikir edilmesi en az yaşlıktan ıslandığı içindir. Kaba yer böyle değildir. O suyu içer. Neâl: ayak kablarıdır diyenlerde olmuştur.»
Musannıf şiddetli soğuktan bahis etmiş; şiddetli sıcak hakkında bir şey dememiştir. Ulemamızdan da ondan bahis eden görmedim. Herhalde bunun vechi şu olsa gerektir. Şiddetli sıcak ekseriyetle öğle namazında olur. Öğlenin sünnet vecihle kılınması serinlik zamanına bırakılmakla bize onun meşakkatı ödenmiştir. Evet, şöyle denilebilir: İmam bu sünneti bırakırda öğleyi vaktin evvelinde kılarsa şiddetli sıcak özür olur.
Karanlıkta şiddetli olursa özürdür. Anlaşılan kandil gibi bir şey yakmak - imkânı olsa bile - teklif edilemez.
Şiddetli karanlıktan murad: Mescidin yolunu göremeyip âmâ gibi olmaktır. Gece rüzgarının daha şiddetli olması gerekir. Rüzgarın yalnız gece özür sayılması, geceleyin meşakkatı büyük olduğundandır. Gündüzün öyle değildir.
Malının zayi olacağından korkmak, evinin veya dükkânının kapısına kilit vurmak mümkün olamamak sebebiyle hırsızdan olduğu gibi çömlekdeki yemeğin veya fırındaki ekmeğin telef olması endişesinden de ileri gelebilir.
«Malı» diye kayıtlaması başkasının malından ihtiraz içinmidir bir düşün! Zâhire göre ihtiraz için değildir. Çünkü malı için namazı bozabilir. Bâhusus emânet ve rehin gibi muhâfazası vacip olan şeylerden ise çok dikkatli olması gerekir.
Alacaklıdan korkan kimse fakir ise mazurdur. Fakir değilse ödemediği için zâlim olur. Zâlimden korkmak malı ve canı hususlarına şâmildir.
Büyük ve küçük abdest sıkıştırmakta yellenmekde danildir. Yola çıkmaktan murad: Tam yola revan olacağı sırada namaz için ikamet getirilmektir. Bu takdirde kâfileden ayrılacağından korkarsa cemâata gitmemekte mazur olur. Ama bizzat yolculuk özür değildir. Nitekim Kınye'de bildirilmiştir.
İşteha veren yemeklerin gelmesi nasıl özür ise içecek şeylerin gelmeside öyledir. Çünkü bunlar o kimsenin kalbini meşgul ederler. Ve huzuruna getirilmeleri ne ise yakınında bulunmaları da ayni hükümde olduğu anlaşılmaktadır. Zira illet mevcuttur. Şâfi'lerde bunu söylemişlerdir.
Fıkıhla meşgul olmak dahi özürdür. Nur-ul-İzah'ın bu hususdaki ibâresi şöyledir: «Fıkıh ilmini okumayacak bir cemaata fıkıh tekrarı da özürdür.» Ben bu kaydı başka bir yerde görmedim. Kınye'de işaret edildiğine göre bütün vakitlerini fıkıh tekrariyle geçiren kimse mazur sayılamaz. Onun şâhidliği de kabul edilmez. Sonra ikinci defa mazur sayılacağına işaret edilmiştir. Dil bilgisi tekrarlayan böyle değildir. Sonra bu iki kavlin arası bulunmuş; birincisi tenbellik ederek devam üzere cemaatı terk edene, ikincisi böyle olmayanlara hami edilmiştir. Şârih'in tercih ettiği de budur.
Şârih: «Yani bir müddet kendisine vermemekle de olsa tazir olunur.» sözünü Bahır sahibi Bezzâziye'den nakletmiştir.
Rahmeti diyor ki: «Ulema: Bu bilinip söylenmeyen şeylerdendir; demiştir. Çünkü zâlimler mal avcılarıdır. Onların ağına düşen kurtulamaz. Çok defa insana işlemediği bir suç uydururlar. Bununla onun malını elde etmeğe çalışırlar. Buraya kadar metin ve şerhde geçen özürlerin mecmuu yirmidir.
METİN
İmamlığa geçirmek hatta Mecme-ul-Enhur'de bildirildiğine göre imam tayin etmek için en ayık kimse sâdece namaz hükümlerini sıhhat ve fesâd itibariyle en iyi bilendir. Şu şartla ki görünür kötülüklerden sakınacak; ve farz miktarını bilecektir. Bazıları vacip miktarını, bir takımları da sünnet miktarını bilmesinin şart olduğunu söylemişlerdir. Ondan sonra Kur'an'ı tilavet ve tecvidi en güzel olan ondan sonra da en ziyade verâ sahibi olan yanı şübhelerden en fazla korunan gelir.
TAKVA: Haram olan şeylerden korunmaktır. Sonra en yaşlı olan yani en evvel müslüman olan tercih edilir. Binaenaleyh genç biri yeni müslüman olmuş ihtiyara tercih olunur. Ulema verâ ve tekvâca ileri olanın tercih edileceğini söylemişlerdir. Nehir'de Zad-el-Fakir'den naklen: «Diğer hasletler buna kıyâs edilir de: Bilgi itibariyle en ileri olan ve benzeri tercih edilir denilir. Ve o zaman kur'ayaçok az muhtaç olunur.» denilmiştir. Sonra ahlakça en güzeli yani insanlarla en iyi geçineni, sonra yüzü en güzel olanı yani en çok teheccüd namazı kılanı gelir.
Zad-el-fakir de: «Sonra en güzeli yani en güler yüzlü olanı, sonra hasebi en çok olanı tercih edilir.» denilmektedir. Sonra nesebi en şerefli olan gelir.
Burhan'da: «Sonra sesi en güzel olan gelir.» denilmiştir: Eşbah'ın misl fiyâtı bâbından az önce şöyle denilmiştir: «Sonra karısı en güzel olan, sonra malı en çok olan, sonra itibarı en çok olan gelir. Sonra elbisesi en güzel olan, sonra başı en büyük uzvu en küçük olan gelir, sonra mukîm müsâfire. aslı hür olan aslı köle olana, sonra hadesden dolayı teyemmüm eden cünüblükten dolayı teyemmüm edene tercih edilir.
İZAH
Bir yerde imamlığa geçirmek hatta maaşlı tayin etmek için en lâyık kimse yalnız namaz hükümlerini en iyi bilendir. Velev ki sâir ilimlerde bilgisi az olsun. Böylesi o ilimlerde derin bilgisi olana tercih edilir. İrşâd şerhinden naklen Zad-el-Fakir'de böyle denilmiştir. Şu şartla ki görünür kötülüklerden sakınacaktır.» Müçtebâ'dan naklen Dirâye'de böyle denilmiştir. Kâfi ve diğerlerinin ibâreleri şöyledir: «Sünneti en iyi bilen imamlık için evlâdır. Meğer ki dîni hususunda kendisine dil uzatıla! Çünkü insanlar böylesine uymaya rağbet göstermezler.
Bir takımları imamın, namazın sünnetlerini de bilmesinin şart olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyleyen Zeyleî'dir. Mebsût'tan anlaşılan da budur. Nehir'de de böyle olduğu gibi feth-ul-kadîr'de dahî bu kavil tercih edilmiştir. Tahtavî bu kavlin daha akla yatkın olduğunu söylemiştir. Çünkü imamlığa geçirme işi evleviyet suretiyle olur. Binaenaleyh en münasibi sünnete riâyetkâr olanıdır.
«Ondan sonra tilâvet ve tecvidi en güzel olan gelir.» Bununla şunu anlatmış oluyor ki: Ulemanın (en okuyanı gelir) sözlerinin mânâsı en hâfız olanı değil, en iyi okuyanıdır. Velev ki Bahır sahibi en hâfız olanı mânâsına almış olsun. Tilâvette güzel olmanın manası, harflerin nasıl okunacağını nerede durulacağını ve buna bağlı meseleleri bilmesidir. T.
«Ondan sonra şübhelerden en fazla korunan gelir.» Şübheden murad: Haram ve helâlı hususundaki şübhedir. Verâdan takva lazım gelir. Aksi yani takvadan vera lazım gelmez.
ZÜHD: Şübheye düşmek korkusuyla helâldan bir şey terk etmektir. Ve verâdan daha hususi bir mânâ ifâde eder. Sünnette verâ zikir edilmemiş, vatandan hicret zikir edilmiştir. Bu nesh edilince hicret kelimesinden verâ suretiyle günahlardan hicret mânâsı kast edilmeğe başlanmıştır. Hicret ancak dâr-ı harpde müslüman olana vacip olur. Nitekim Mi'rac' da beyân olunmuştur. T.
Ondan sonra en yaşlı olan yani en evvel müslüman olan tercih edilir.» Bu mânayı Bahır sahibi Bedâyi'in talilinden çıkarmış; Nehir sahibi de ona uymuştur. Bedâyi sahibinin talili: «Müslüman olarak uzun ömür geçiren kimsenin taatı daha çok olur.» sözüdür.
Ben derim ki: Bilakis en yaşlı tâbirinden anlaşılan. yaşca daha büyük olandır. Nitekim hadisin bazı rivayetlerinde: «Ondan sonra yaşça en büyük olanı gelir.» denilmiştir. Ekseriyetle kitablardan anlaşılan da budur. Binaenaleyh burada söz aslî müslüman hakkındadır. Evet, Buharî müstesnâdiğer sahih sahiplerinin rivayet ettikleri bir hadisde: «En önce müslüman olan gelir.» buyurulmuştur. Bu rivayete göre önce müslüman olmak yeni müslüman olana ayrı bir tercih sebebidir. Ve müslüman olarak yetişen bir genç yeni müslüman olan ihtiyara tercih edilir. Ama ikisi de asıldan müslüman yahud beraberce müslüman olmuşlarsa yaşca büyük olanı tercih edilir. Çünkü Zeyleî'de: «Yaşca büyük olanın kalbi âdeten Allah'dan daha çok korkar. Ona hürmet daha çoktur. Halkın kendisine uymak hususunda gösterdiği rağbet daha fazladır. Binaenaleyh onu tercih etmek cemâatı çoğaltır.» denilmektedir.
Şu da var ki musannıfın tuttuğu yol yani daha ziyâde verâ sahibi olanı yaşlıya tercih meselesi metinlerde ve bir çok kitablarda zikir edilenin aynıdır. Muhit'te bunun aksi beyân edilmiştir.
«Sonra yüzü en güzel olanı yani en çok teheccüd namazı kılanı gelir» İfâdesindeki tefsir manzum itibariyle yapılmıştır. Çünkü çok teheccüd namazı kılmaktan yüzün güzel olması lazım gelir. Bir hadisde: «Bir kimsenin geceleyin namazı çok olursa gündüzün yüzü güzel olur.» buyurulmuştur. Velev ki hadis ulemasınca zaif olsun. Bedâyi sahibi şöyle demiştir: «Bu tekellüfe hâcet yoktur. Bilakis söz zâhir manası üzerine kalmalıdır. Zirâ yüzün güzelliği cemâatın çoğalmasına sebep olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. H.
Hasebden murad: Kişinin saydığı babalarının iyilikleri, malı mülkü, dini, cömertliği, şerefi vesairedir.
«Sonra karısı en güzel olan gelir.» İfâdesinin izahı şudur: Çünkü ekseriyetle karısı kendisini çok sever. Buna sebep kocasının başkasına gönül vermemesidir. Bu hal eş dost, hısım akraba ve komşular arasında bilinen şeylerdendir. Zira maksad her birinin karısının vasıflarından bahsetmesi değildir ki, hangisinin karısı daha güzel olduğu bilinsin!
«Sonra başı en büyük, uzvu en küçük olan gelir.» İfâdesinden murad: Başının büyük olması aklının çokluğunu delâlet eder, demektir. Ama âzânın mütenâsip olması şarttır. Yoksa başı pek büyük, diğer uzuvları pek küçük olursa bu hal mizac terkibinin bozukluğuna delâlet eder ki normal akıllı olmamasını gerektirir. H.
Ebu-s-Suud hâşiyesinde şöyle denilmektedir: «Bu makâmda bazılarından öyle bir şey nakledilmiştir ki, yazılmak şöyle dursun ağza alınması bile layık değildir!» Galiba bazılarının: «uzuvdan murad tenâsül âletidir.» sözüne işâret ediyor.
«Sonra mukîm müsâfire tercih edilir.» Mukîm ile müsâfirin müsâvi olduklarını söyleyenler vardır. Bunu Bahır sahibi bildirmiştir. Anlaşılıyor ki cemâatda müsâfir iseler bu tercihe gidilir. Bu da vakit çıkmamış olmak şartıyledir. Aksi halde müsâfirin dört rekatlı namazda mu'kîme uyması sahih olmaz. Nitekim gelecektir.
«Sonra hadesten dolayı teyemmüm eden cünüblükten teyemmüm edene tercih edilir.» Tetimme nâm eserde beyan edildiğine göre Hulvâni böyle cevap vermiştir. Feyz ve cami-i Fetevâ sahibleri buna cezm etmiş; Kezâ Şeyh İsmâil el-Ahkâm'da katiyetle buna kâil olmuştur. Tatarhâniye' de de böyle denilmiştir. Bunun vechi her halde hadesin cünüblükten daha hafif olmasıdır. Lâkin Münyet-ül-Müftî'de: «Cünüblükten teyemmüm eden imam olmağa hadesden teyemmüm edenden daha layıktır.» denilmiştir. Bu kavli Nehir sahibi Münye'den nakletmiş ve başka bir şey söylemeyiponunla yetinmiştir. İhtimal bunun da vechi cünüblükten dolayı yapılan teyemmümün temizlik cihetinden daha kuvvetli olmasıdır. Çünkü yıkanma mesabesindedir. Hades onu bozmaz.
METİN
FÂİDE: İmamlık namzedleri çok olursa tercihe sebep bulunmadıkça hiç biri tercih edilemez. Tercih sebeplerinden biri derse, fetvâ istemeye ve dâvâya evvel gitmektir. Hep beraber gelirlerse aralarında kur'a çekilir.» Eşbah'ın sözü burada sona erer. Tatarhâniye'nin haram bahsinin (32)nci faslında da şu satırlar vardır: «Öğrencilerde sınıfı ileri olan tercih edilir. İhtilâf ederler de ortada beyyine bulunursa ne âlâ! Bulunmazsa beraber geldiklerinde olduğu gibi kur'a çekilir. Nitekim yananlarla boğulanlar meselesinde ilk ölen bilinmeyince hepsi beraber ölmüş gibi tutulur.»
İbn-i Vehban'ın Mehâsin-ül-Kurrâ adlı eserinde de şöyle deniliyor: «Bazılarına göre hocanın mâlu maaşı yoksa dilediğini tercih etmesi câizdir. Ekser ulemamıza göre ise kıdemli olan talebe tercih edilir. Bu çığırı ilk açan İbn-i Kesîr'dir.»
Namzedler müsâvi gelirlerse aralarında kura çekilir. Yahud cemaat muhayyer kalır. Cemaat ihtilâf ederlerse ekseriyete bakılır. Bunlar evlâ olmayan birini tercih ederlerse günaha girmeksizin isâet etmiş olurlar. Bilmiş ol ki. hâne sahibi - ki mescidin maaşlı imamı da öyledir - imamlık hususunda başkalarından mutlak surette evlâdır. Meğer ki yanında sultan veya hâkim bulunsun. Bu takdirde sultan veya hâkim ona tercih edilirler. Çünkü onların hakimiyetleri umumidir. Haddâdî vâlinin resmi imam üzerine tercih edileceğini söylemiştir.
Ödünç ve ücret alan kimseler mal sahibinden daha haklıdırlar. Sebebi yukarda geçendir. Bir kimse kendisinden hoşlanmadıkları halde bir cemâata imam olsa bakılır: Eğer hoşlanmamaları o şahısdaki bir bozukluktan yahud kendileri imamlığa ondan daha lâyık olduklarından ise imamlığı kerahat ile mekruhtur. Çünkü Ebu Dâvud'un rivayet ettiği bir hadisde: «Kendisini sevmedikleri halde bir cemaata imam olan kimse"in namazını Allah kabul etmez.» buyurmuştur. O kimse haklı ise kerahet yoktur. Kerahet cemâatın üzerinedir.
İZAH
«Derse, fetvâ istemeye veya dâvaya beraber gelirlerse aralarında kura çekilir.» cümlesinden murad: Arılaşamazlarsa kur'a çekilir demektir. Anlaşılıyor ki bu kur'a çekimi evleviyet yolu iledir. (yani çekilmesi evlâ olur.) Bazılarına göre hocanın vakıf yahud talebe tarafından tayin olunmuş mâaşı yoksa dilediğini tercih etmesi câizdir. Çünkü isterse hiç birini okutmaz. Ekser ulemamıza göre ise hoca kıdemli olan talebeyi tercih eder. Bu çığırı i!k açan ibn-i Kesîr'dir.
Semhudî Cevher-ul-lkdeyn adlı eserinde şöyle diyor: «Rivayete göre Ensardan biri Rasûlüllah (s.a.v.)a bir şey sormaya gelmiş, Sakit kabilesinden de bir adam gelmiş. Peygamber (s.a.v.): Ey Sakîfin kardeşi! Ensari senden önce geldi. Oturda sendîn önce Ensâri'nin hâcetinden başlaya buyurmuşlar.» Bundan anlaşılıyor ki, önce gelenden başlamak Peygamber (s.a.v.)in sünnetidir. İbn-i Kesîr bu hususta tâbidir. Bir de maaşlı olanla olmayan arasında fark bulunmadığı anlaşılıyor. Evet, beraber gelirlerse maaşlı ile maaşsız arasında fark olabilir. Bunu Rahmetî söylemiştir. Yanimaaşı varsa kur'a çeker; yoksa dilediğini tercih eder.
Cemâat evlâ olmayan birini imamlığa tercih ederlerse günâha girmeksizin isâet etmiş olurlar. Tatarhâniye'de şöyle deniliyor: «İki adam fıkıh ve salahda müsâvi olurlarda biri daha güzel okur fakat cemaat ötekini imam yaparlarsa isâet etmiş; sünneti bırakmışlardır. Ama günahkâr olmazlar. Çünkü elverişli birini geçirmişlerdir. Vâlilik ve hükümet meselelerinde de hüküm böyledir. Hilâfete gelince: O büyük imamlıktır. (onu seçerken) efdal olanı bırakmaları câiz değildir. Bunun üzerine îcma-ı ümmet vardır.»
Hâne sahibi imamlık hususunda başkalarından mutlak surette evlâdır. Yani mevcutlar arasında ondan daha bilgili ve daha iyi okuyan bulunsa bile onun imam olması evlâdır. Tatarhâniye'de şöyle deniliyor: «Bir hânede bir çok ziyaretçiler bulunurda biri imam olmak isterse hâne sahibinin geçmesi icap eder. İlminden ve büyüklüğünden dolayı ziyaretçilerden birini geçirirse daha iyi olur. Ama biri kendiliğinden geçerse câizdir. Çünkü zâhire göre hâne sahibi müsâfirine ikram için imam olmasına izin verir.»
«Haddâdî vâlinin resmi imam üzerine tercih edileceğini söylemiştir.» Bunun ifâde ettiği mânâ şudur ki bu tercih işi yalnız umumi velâyeti olan sultana mahsus olmadığı gibi velâyeti olan hâkime de mahsus değildir. Vali de onlar gibidir. Bu hususta maaşlı imam da ev sahibi gibidir.
İmdâd sahibi şöyle diyor: «Ama bunlar bir araya gelirlerse sultan hepsinden ileridedir. Ondan sonra vâli, sonra hâkim, sonra hâne sahibi gelir - velev kirâcı olsun - Kezâ hâkim mescidin imamına tercih edilir.»
«Ödünç ve ücret alan kimse mal sahibinden daha layıktır.» Çünkü iâre (ödünç verme) menfâatı temliktir. Her ne kadar ödünç veren kimse dönebilir; kirâya veren dönemezse de dönmedikçe ödünç alan daha lâyık ve haklı kalır. Zira döndüğü vakit ödünç kalmaz. Ve mesele mevzuattan çıkmış olur.
«Sebebi yukarda geçendir.» İfadesinden murad: İkisininde umumi velâyeti olmasıdır. Lâkin bu söz münâsip değildir. Çünkü umumi velâyetten murad: Herkese veli olmasıdır. Bunlar öyle değildir. Şârih'in: «Çünkü ödünç alanla ücretlinin bu halde ki velâyetleri mal sahibinden daha aşağıdır.» demesi lazım gelirdi. H.
«Kerâhet cemaatadır.» İfâdesinden kerahet-i tahrimiye mi, kerahet-i tenzihiye mi kasd edildiği hususunda Halebî tereddüde düşmüştür. Halbuki Hılye'de bundan önceki kerahetin kerahet-i tahrimiye olduğunu kati lisanla söylemişti. Çünkü ona delâlet eden hadis vardı.
METİN
Kölenin - Velev âzâd edilmiş olsun - imamlığı tenzihen mekruhtur.
Bunu Kuhistâni Hulâsâdan naklen söylemiştir. Bu ihtimal yukarıda beyan ettiğimiz «aslı hür olan tercih olunur.» kaziyesinden dolayıdır. Çünkü kerahet-i tenzihiyedir.
Bedevînin - ki Türkmenlerle kürdler ve avâmdan olanlarda onun gibidir. Fâsıkın ve âmânın imamlıkları da mekruhtur. Gözleri zaif olan kimse de âmâ gibidir. Nehir. Şu kadar var ki bunlarınfâsıktan mâadası cemaatın en âlimi iseler imam olmaları evlâdır.
İZAH
Kölenin imamlığı tenzihen mekruhtur. Çünkü imam Muhammed asıl nâmındaki kitabında: «Başkalarının imam olması bence daha makbuldur.» demiştir. Bunu Bahır sâhibi Müctebâ ve Mi'rac'tan nakletmiş; sonra şöyle demiştir; «Bu adamların ileri geçmeleri mekruh olduğu gibi onlara uymakta tenzihen mekruhtur. Başkalarının arkasında kılmak mümkün olursa bu efdaldir. Mümkün olmazsa onlara uymak da yalnız kılmaktan efdaldir.»
Bedevi: Arap olsun olmasın çölde yaşayan kimsedir. Misbah'da bu kelime çölde yaşayan Arablara tahsis edilmiştir.
FÂSIK; doğru yoldan çıkan manasınadır. İhtimal ondan murad: İçki içen, zina eden ve fâiz yiyen gibi büyük günahları irtikâp edendir. Bercendî'de dahi böyle denilmiştir. Mi'rac'ta şu satırlar vardır: «Ulemâmızın söylediklerine göre cumadan başka hiç bir namazda fâsika uymamak gerekir. Çünkü cumadan başka namazda fâsıktan başka imam bulur.»
Fetih sahibi diyor ki: «Bu izâha göre cuma namazı şehirde birkaç yerde kılındığı zaman imam Muhammed'in müftâbih olan kavli gereğince cumada uymakta mekruh olur. Çünkü başka yere gitmek elindedir.» «Şu kadar var ki, bunların fâsıktan maadaları cemaatın en âlimi iseler imam olmaları evlâdır.» Bu ibârede musannıf, Bahır sâhibine tâbi olmuştur. Bahır sahibi şöyle demiştir: «Muhit ve diğer kitablarda âmanın imamlığının mekruh olması, cemaatın en fazîletlisi olmamakla kayıtlanmıştır. Şâyed cemaatın en fazîletlisi ise evlâ olan odur.» Bahır sahibi bundan sonra bu kaydın köle, bedevi ve veledi zina da dahi geçerli olması lazım geldiğini söylemiştir.
Nehir sahibi kendisine itiraz etmiş şöyle demiştir: «Hidâye'de mekruh olmanın sebebi bu adamların ekseriyetle câhil olmaları gösterilmiştir. İmamlığa geçirilmeleri cemâatı nefret ettirecektir. Bu ise cahil olmasa bile kerahetin sübûtunu iktiza eder. Ancak âmâ hakkında hususi nâs vârid olmuştur. Bu nâs Peygamber (s.a.v.)in ibn-i ümmü Mektûm ile Utbanı Medine'ye kendi yerine halîfe bırakmasıdır. Bu iki zât âma idiler. Çünkü erkeklerden bunlardan başka işe yarar kimse kalmamıştı. İşte ulemânın mutlak ifâdelerine ve sâdece âmayı istisnâ etmelerine münâsip olan budur.» Bu sözün hulâsası şudur: Musannıfın «cemâatın en âlimi» sözü âmaya mahsustur. Âmâdan başkası âlim de olsa kerahet ortadan kalkmaz. Lâkin Bahır sahibinin bahis ettiğini ihtiyar sahibide söylemiş ve şöyle demiştir: «Kerâhetin illeti yoksa meselâ: Bedevî şehirliden, köle hürden, veled-i zinâ helâl-zâdeden, âma görenden üstün olurlarsa zıddiyle hüküm olunur.» Bu ifâdenin benzeri Behensî'nin Mültekâ şerhinde ve Dürer-ül-bihâr şerhinde de mevcuttur. Galiba bu kavlin vechi şu olacaktır: Böyle biri başkalarından üstün olunca cemâatın nefreti kalmaz. Hatta başkasını imam yapmaktan nefret ederler.
Fâsıka gelince; Onu imamlığa geçirmenin mekruh oluşunu ulema dini hususuna ehemmiyet vermemekle ta'lil etmişlerdir. Bir de onu imam yapmak ona ta'zimde bulunmaktır. Halbukicemâatın onu şer'an hafife almaları vaciptir. Şübhesiz ki başkalarından âlim olmakla illet ortadan kalkacak değildir. Çünkü onlara abdestsiz namaz kıldırmadığından kimse emin olamaz. Binaenaleyh fâsık bid'atcı gibidir. İmamlığı herhalde mekruhtur. Hatta Münye şerhinde Halebî onu imam yapmanın keraheti tahrimiye ile mekruh olduğunu tercih etmiştir. Halebî: «Onun içindir ki. imam Malik'e göre onun arkasında namaz asla câiz olamaz. Bu kavil imam Ahmed'den de bir rivayettir, diyor. Bundan dolayı şârih musannıfın ibâresine çâre aramış ve istisnâyı fâsıktan başkasına hamletmiştir. Allah-u âlem.
METİN
Bid'atcının yani bid'atı sebebiyle kâfir sayılmayan bid'at sahibinin imamlığı da mekruhtur.
Bid'at: Peygamber (s.a,v.)den malum ve meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu inad sebebiyle değil bir nevi şübhe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri bid'at sebebiyle tekfir edilemez. Bu hükümde bizim kanlarımızı canlarımızı helâl ve Rasûlüllah (s.a.v.) söğmeyi reva gören, Allah Teâlânın sıfatlarını ve görülmesini inkâr eden hariciler bile dahildir. Çünkü bu yaptıkları bir te'vil ve şübhe neticesidir. Tekfir edilmemelerinin delili şâhidliklerinin kabul edilmesidir. Yalnız Hattâbiye fırkasının şâhidliği müstesnâdır. Bizden hâricileri tekfir edenler de vardır.
İZAH
Bid'atcıdan murad: Haram olan bid'atı irtikâp edendir. Aksi takdirde bazı bid'atlar vaciptirler. Meselâ: Delâlet fırkalarına red cevabı vermek için delil getirmek, kitap ve sünneti anlatan nahiv ilmini öğrenmek bu kabildendir. Kışla ve medrese yapmak ve islâmın ilk zamanlarında olmayan her hayrı meydana getirmek gibi şeyler mendup bid'at; mescidleri süslemek gibi şeyler mekruh bid'at; lezzetli yemeklerle meşrubat ve elbiselerde bolca davranmak gibi şeyler mubah bid'attır. (yani bid'at beş kısımdır) Nitekim Münâvi'nin cami-i sağîr şerhinde Nevevî'nin tenzibinden naklen böyle denilmiştir. Bunun benzeri de Birgivî'nin tarikat-ı Muhammediye'sindedir.
Bid'atın kitabımızdaki tarifi Hazâin derkenarında Hâfız ibn-i Hacer'e nisbet edilmiştir. O da bunu Nuhbe şerhinde yapmıştır. Şübhesiz itikâd: Beraberinde amel olan ve olmayan inanca şâmildir. Çünkü bir ameli âdet edinen kimse onu mutlaka itikad edecektir. Meselâ: Şia tâifesinin çıplak ayaklara mesh etmesi, mest üzerine meshi inkârda bulunması gibi şeyler bu kabildendir. O zaman bu söylediğimiz Şumunnî'nin târifine müsâvi olur.
Şumunnî bid'atı: «Rasülûllah (s.a.v.)den alınan ilim. amel veya hâlden ibâret hakkın hilâfına bir nevl şübhe ve istihsan ile sonradan çıkarılan ve din kavim, sırat-ı müstakîm yapılan şeydir.» diye tarif etmiştir
Fakat bid'atcı asla şübhe götürmeyen kati delillere karşı inad ederek bid'ata inanır. Meselâ: Haşrı veya bu kâinâtın sonradan var edildiğini kabul etmezse katiyetle kâfir olur. Bir nevi şübhe fâsid bile olsa bid'atcının tekfirine mânidir. Meselâ: Allah teâlayı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin: «O azamet ve celâlinden dolayı görülmez» demeleri bu kabildendir.
Bizim kıblemize dönenlerden hiç biri şübhe kurulan bu bid'attan dolayı tekfir edilmezler. Ama zarurâtı diniye hususunda muhâlefet edenin küfründe hilaf yoktur. Meselâ: Bu âlemin sonradanmeydana getirildiğine ve cesedlerin haşr edileceğine inanmayan, cüz'i şeyleri Allah'ın bildiğini kabul etmeyen bir kimse ehli kıbleden olup ömrü boyunca ibâdetlerle meşgul olsa kâfirdir. Nitekim Tahrir şerhinde böyle denilmiştir.
Burada hâricilerden murad: Ehli sünnetin itikadından çıkanlardır. Hâssaten hazreti Ali (r.a.)ın aleyhine kıyâm edenler ve onu küfre nisbet edenler değildir. Binaenaleyh hâriciler tâbiri mutezile, şia ve diğer fırkalara şâmildir. «Rasûlüllah (s.a.v.)e söğmeyi revâ gören ilh...» ifâdesi ekseri nushalarda böyledir. Ben bunu Hazâin'de de şârihin el yazısı ile bu şekilde gördüm. Orada: «Rasülullah (s.a.v.)e sövmek kat'i olarak küfürdür.» deniliyor. Doğrusu «Rasulullah'ın eshabına söğmekde» şeklinde olacaktır. Hâşiyeyi yazan zât eshabı Ebu Bekir'le Ömer (r.a.)'ya dan başkaları diye kayıtlamıştır. Zira mürted bâbında geleceği vecihle ebu Bekir'le Ömer (r.a.)ya yahud birine söven kâfir olur.
Ben derim ki: Mürted bâbında gelecek olan ebu Bekir'le Ömer (r.a.) ya şübhesiz şekilde sövenlere hamledilmiştir. Zirâ Münye şerhinde açıklandığına göre onlara söven veya hilâfetlerini inkâr eden kimse bu yaptığını elindeki bir şübheye binaen yaparsa kâfir sayılmaz. Velev ki söylediği söz haddi zatında küfür olsun. Onlar eshab-ı kirâmı ithâm etmekle icmâın hüccet olduğunu İnkâr ediyorlar. Bu bir nevl şübhedir velev ki batıl olsun.
Hazreti Ali'nin Allah olduğunu ve Cibrîl'in hata ettiğini iddia edenler böyle değildir. Zira bu iddia bir şübheden ve ictihaddan ileri gelmiş değil. sırf hevâ ve hevesden ibârettir. Meselenin tamamı Münye şerhindedir. Oraya müracaat et! Ben bu makamı «Tenbih-ül-ûlât vel huttâm...» adlı eserimde izah ettim.
«Çünkü bu yaptıkları bir te'vil ve şübhe neticesidir.» Cümlesi tekfir edilmemenin illetidir. Kemal ibn Hümâm tahrir nâm eserinin sonunda şunları söylemiştir: «Allah'ın sıfatlarının zatı üzerine zâid manalar olduğunu kabul etmeyen kabir azâbını, şefâatı, büyük günah işleyenin cehennemden çıkacağını ve Allah'ı görmeyi inkâr eden mûtezile tâifesi gibi Cahil bid'atcıların cehli özür sayılamaz. Çünkü kitap ve sünnet sahihadan müteşekkil deliller açıktır. Ama tekfir edilemezler. Çünkü bunlar Kur'an veya hadis yahud akılla istidlâl ederler. Bir de Ehl-i kıblenin tekfir edilmesi yasaktır. Onların şâhidlikleri kabul edileceğine icmâ vaki olmuştur. Halbuki bir kâfirin müslüman aleyhine şahidliği câiz değildir. Hattabiye fırkasının şâhidliğinin kabul edilmemesi kâfir olduklarından değil. kendi fikirlerinde olan kimse için yalancı şâhidliğini meşru gördükleri içindir. Bu söze: «Günâhı mubah saymak küfürdür.» diyen itiraz olunmuş. Bu itiraza da: «Şâyed inaddan dolayı ve delilsiz ise küfürdür. Şer'î delilden dolayı ise küfür değildir. Bid'atcı istidlâlinde hatâlıdır. İnatçı değildir. Kullarının kalplerini Allah bilir!» diye cevap verilmiştir.
METİN
Eğer dinden olduğu bizzarura bilinen bir şeyi inkâr ederse bundan dolayı tekfir edilir. Allah Teâlânın sâir cisimler gibi bir cisim olduğunu söylemesi ve ebu Bekir Sıddîkın sahabî olduğunu inkâr etmesi bu kabildendir. Böyle birine uymak aslâ sahih değildir. Bu bellenmelidir.
Veled-i zinânın imamlığı dahi mekruhtur. Bu kerahat onlardan daha münâsip başkaları bulunduğuna göredir. Başkaları bulunmasa kerahet yoktur. Bunu inceleyerek Bahır sahibi söylemiştir, Nehir nam eserde Muhit'ten naklen: «Bir kimse fâsıkın veya bid'atçının arkasında namaz kılarsa cemâat fazîletine nail olur.» denilmiştir. Kezâ emredin (tüysüzün) sefihin, felclinin, abraşlığı şuyu bulmuş kimsenin içki içenin, fâiz yiyenin, kouculuk yapanın, riyakârın, tasannuğ yapanın (kendine fazla çeki düzen verenin) ücretle imamlık yapanın arkasında namaz kılmak mekruhtur. Kuhistânî.
İZAH
Ebu Bekir (r.a.) sahabi olduğunu inkâr etmek Teâlâ hazretlerinin: «Hâni arkadaşına mahzun olma! diyordu...» Ayeti kerimesini yalanlamaktır. H.
Fetih'de Hulâsa'dan naklen: «Ebu Bekir'in veya Ömer'in hilâfetini inkâr eden kâfir olur.» denilmektedir. İhtimal murad: Hilâfeti Hak ettiklerini inkârdır. Bu eshabın icmâına muhaliftir. Fiilen halifelik yaptıklarını inkâr etmek murad değildir. Bahır.
«Ebu Bekir'le Ömer'in hilâfetlerini inkâr eden kâfir olur.» sözünü «Şübheden neş'et etmiyorsa» diye kayıtlamak icap eder. Nitekim Münye şerhinden naklen yukarıda görmüştük. Hazreti ebu Bekir'in sahabî olduğunu inkâr böyle değildir.
«Böylesine uymak aslâ sahih değildir.» Cümlesindeki «aslâ» sözü te'kiddir. Maksad şu halde olursa şöyle olur, bu halde olursa böyle olur demek değildir. Çünkü burada muhtelif holler yoktur. H.
Veled-i Zinânin imamlığı dahi mekruhtur. Çünkü onu terbiye edecek öğretecek babası yoktur. Bu sebeple ekseriyetle câhil yetişir. Bahır. Yahud cemaat kendisinden nefret ettiği için mekruhtur.
«Bir kimse fâsıkın veya bid'atçının arkasında namaz kılarsa cemaat fazîletine nâil olur.» Sözü, bunların arkasında namaz kılmanın yalnız kılmaktan evlâ olduğunu gösterir. Lâkin verâ ve takvâ sahibi bir imamın arkasında nâil olduğu sevaba nâil olamaz. Çünkü bir hadisi şerifte: «Bir kimse takva sahibi bir âlimin arkasında namaz kılarsa bir Peygamberin arkasında kılmış gibi olur.» buyurulmuştur.
Hılye sahibi: «Hadis tahric edenler bu hadisi bulamamışlardır.» diyor. Evet, Hâkim Müstedrekinde merfu olarak şu hadisi tahric etmiştir: «Eğer Allah'ın namazınızı kabul etmesini dilerseniz size hayırlılarınız İmam olsun. Çünkü onlar sizinle rabbiniz arasında sizin (gönderilmiş) heyetinizdir.»
Anlaşıldığına göre emredin yani sakalı bıyığı bitmemiş gencin arkasında namaz kılmanın keraheti dahi kerahet-i tenzihiyedir. Kezâ Rahmetî'nin dediği gibi anlaşılan emirden murad güzel yüzlü oğlandır. Çünkü fitneye mahaldır. Acaba burada da «cemâatın en âlimi ise kerahet kalmaz.» denilir mi? kerahetin sebebi şehvet korkusu ise -ki daha ziyâde anlaşılan budur- kerahet kalmaz denilemez. Sebep cehlinin fazlalığı veya cemaatın nefreti ise evet kerahet kalmaz, denilir. Anlaşıldığına göre güzel yanaklı ve şehveti uyandıran herkes emred gibidir.
Şu da var ki, Medenî'nin haşiyesinde fetevâi afifiye'den nakledildiğine göre Allâme Abdurrahman bin İsâ el-Mürşidî'ye sormuşlar: «Bir kimse yirmi yaşına varırda sac bitme zamanı geçdiği haldeyanağında saç bitmezse bununla emred olmaktan çıkar mı? bilhâssa çenesinde sakalsız olmadığını gösteren kıllar çıkmışsa bu kimsenin imam olmak hususunda hükmü kâmil erkekler gibimidir; değilmidir?» demişlerdir. Mürşidî şu cevabı vermiş: «İbn-i Şiblî nâmıyla maruf müteehhirîn hanefiye ulemasından allâme Ahmed Bin Yunus'a bunun gibi sual sormuşlar da kerahetsiz câizdir diye cevap vermiş; bu sana örnek almaya yeterde artar da! demiş. Allah-u âlem. Bu mesele müftî Muhammed tâceddin Kaleî'ye de sorulmuş o da ayni şekilde cevap vermiştir.
SEFİH: Şeriatın veya aklın gerektirdiği şekilde güzel tasarrufda bulunamayan akılsız kişidir. Şârih hacr bahsinde bundan söz edecektir. T.
Bir ayağı ile yürüyen topal da felcli ve abraşlığı şuyû bulan kimse gibidir. Ondan başkasına uymak evlâdır. Tatarhâniye, Bercendî'nin bildirdiğine göre cüzamlıda böyle olduğu gibi Fetevâyı Sofiye'nin Tühfe" den nakline göre tenasül âleti kesik olan (mecbup) şiddetli çişi gelip toplanan ve bir eli olmayan kimselerde öyledir. Bunlarda anlaşılan illet ve sebep cemaatın nefretidir. Onun için abraşı «şuyu» bulmakla kayıtlamıştır. Tâki anlaşılmış olsun. Bir de felcli ve mecbup gibi kimseler tahareti mükemmel yapamazlar. Çişi birikmiş ve emsâli kimselerin o halde namaz kılmaları zaten mekruhtur.
Şârih'in: «içki içenin ilh...» den tasannu yapana kadar söyledikleri metindeki Fâsıkın imamlığı da mekruhtur.» Sözünün yanında tekrardan ibâret kalır. H.
KOĞUCU: Fesadlık çıkarmak için insanlar arasında laf taşıyan kimsedir. Koğuculuk büyük günahlardandır. Koğucunun sözünü kabul etmek haramdır.
Riyakâr: Yaptığını başkaları görsün diye yapan gösterişcidir. Bunun ibâdetleri güzel yapar görünmeye özenmesiyle müsavidir.
Tasannucu. ibâdetleri güzel yapmağa özenendir. Bu ötekilerden daha hususidir. T.
Ücretli imamdan murad: Bir sene yahud altı ay gibi bir müddet zarfında namaz kıldırmak için ücretle tutulan imamdır. Vakfın şart koştuğu maaş bu kabilden değildir, çünkü o sadaka ve nafakadır. Rahmetî. Yanı hem sadakaya hem ücrete benzer. Nitekim Allah'ın izniyle vakıf bahsinde gelecektir.
Halbuki bu hususta müftâbih kavl Müteehhirîn ulemanın mezhebidir ki, o da ücretle kur'an okutmanın ve ücretle imamlık müezzinlik yapmanın câiz olmasıdır. Çünkü zaruret vardır. Sırf Kur'an okumak için ücret vermek ve zarurî olmayan sair ibâdetler için ücretle adam tutmak bunun hilâfınadır. Bu aslâ câiz değildir. Nitekim inşallah icâre bahsinde gelecektir.
METİN
İbn-i Melek: «Şâfiî gibi muhalif mezhepten birinin arkasında namaz kılmak da mekruhtur.» İbâresini ziyâde etmiştir. Lâkin Bahır nâm kitabın vitir bahsinde: «Riâyetkâr olduğunu yüzde yüz bilirse mekruh olmaz; riayetkâr olmadığını bilirse sahih olmaz, şübhe ederse mekruh olur.» denilmiştir.
İZAH
Mutemed olan kavil Bahır'ın söylediğidir. Çünkü muhakkık ulema bu kavle meyletmişlerdir. Mezhebimizin kâideleri de buna şâhiddir, Ulemâdan bir çokları: «İmamın âdeti hilâf yerlerine riâyetise câizdir. Değilse caiz değildir.» demişlerdir. Bunu yukarıda adı geçen Sindî söylemiştir. H.
Ben derim ki: Bu söz, itibar uyan kimsenin reyine olduğuna binaendir ki. esah olan da budur. Bazıları imamın reyine itibar edileceğini söylemişlerdir. Bir cemaat da bu kavli tercih etmişlerdir. Nihâye sahibi: «Bu kavl kıyasa daha uygundur.» demiştir. Buna göre imam hilâf yerlerine dikkat etmese bile uymak sahihtir. Nitekim vitir bâbında gelecektir.
«Riayetkâr olduğunu yüzde yüz bilirse mekruh olmaz.» ifâdesinden murad: O namazın şart ve rükün gibi farzlarında hilâfa riâyet etmesidir. Velev ki vacip ve sünnetlerde riâyet etmesin. Nitekim Bahır ve Münye şerhinden anlaşılan da budur. Münye şerhinde şöyle denilmiştir: Fer'î meselelerde bize muhalif olan Şâfiî gibi birine uymaya gelince: Uyan kimsenin itikadına göre imâmın namazı bozacak bir hâli bilinmedikçe bu caizdir. Bunun üzerine icma vardır. Yalnız keraheti olup olmadığında ihtilaf edilmiştir.»
Görülüyor ki: «Namazı bozacak bir şey» diye kayıtlamış başka bir şeyle kayıtlamamıştır. Molla Aliyyül-Kârî'nin «el-ihtidâ fi-l-iktidâ» adlı risâlesinde şu izahat vardır: «Umumiyetle ulemamıza göre imam hilâf yerlerine dikkat ve ihtiyat gösterirse ona uymak câiz; dikkat etmezse câiz değildir. Mânâ şudur: Dikkat ederse kendisine uymak kerahetsiz câizdir. Dikkat etmezse kerahetle câiz olur. Sonra dikkatli gereken mühim yerler şunlardır: Kan aldırmak; veya kusmak yahud burunu kanamak gibi bir hâl başına gelmişse abdest almış olmalıdır. İmamın mezhebine göre sünnet bize göre müstehap olan rükû ve secdeler arasında el kaldırmak, besmeleyi âşikâra ve gizli çekmek gibi hususatta hilâfa riâyet lazım değildir. Bu ve emsâli yerlerde hilâftan kurtulmak mümkün değildir. Binaenaleyh herkes, mezhebine Tâbi olur kimse âdetinden men edilemez.»
Hayreddîn Remlî'nin Eşbah hâşiyesinde: «İmamdan namazı bozacak bir şey tahakkuk etmedikçe benim kalbim kerahet bulunmadığına yatıyor.» deniliyor. Hâşiye sahibinin incelemesine göre imamın farzlarda vaciplerde ve sünnetlerde hilâfa riâyet ettiğini bilirse kerahet yoktur. Üçünde de riâyet etmediğini bilirse sahih olmaz. Hiç bir şey bilmezse mekruh olmaz. Çünkü bize göre bazı terki vacip olan şeylerin ona göre fiilî sünnettir. Zâhire göre o bunları yapar. Yalnız son ikisinde terk ettiğini bilirse mekruh olmamak gerekir. Zira vâcibin terki ihtimalinde mekruh olursa tahakkuku halinde evleviyetle mekruh olur. Yalnız üçüncüde terk ettiğini bilirse ona uymaması gerekir. Çünkü cemaat vaciptir. Binaenaleyh kerahet-i tenzihiyeyi terk etmeye tercih olunur.» Allâme Bîri bu hususta hâşiye sahibinin geçmiş; ondan önce risâlesinde bunun benzerini yazmıştır. Hatta o kimsenin yalnız başına kılmasının ona uymaktan efdal olduğunu iddia ile şöyle demiştir: «Çünkü şübhesiz o imam namazında bize göre iâdesi vacip veya müstehap olan bir şey yapacaktır.»
Lâkin bu sözü bir başkası yine risâle yazarak red etmiştir. Bu reddiyeyi te'yid eden sözleri sana duyurduk. Evet, Şeyh Hayreddin'in, Şâfiî Remlî'den naklettiğine göre başkasına uymak imkanı varken o da muhalif mezhepden birine uymanın mekruh olduğuna kâil imiş, Bununla beraber ona göre dahi muhalif imama uymak yalnız kılmaktan efdaldir: cemâat fazîletim kazanır. Büyük Remlî'debununla fetva vermiş, Supkî ve diğerleri de buna itimad etmişlerdir.
Şeyh Hayreddîn şöyle demiştir: «Hâsılı bu hususta ulemanın ihtilafı vardır. Bize uymanın sahih, fâsid veya efdal olması hakkında onlar bir illet olursa bizde onlar aleyhinde aynı şekilde illet bulunur. Remlî'nin itimad ettiği ve fetvâ verdiği kavli sen duydun. Fakirde hanefî'nin Şâfiî'ye uyması meselesinde onun dediğini derim. İnsaflı fakîh bunu teslim eder.» Kısaltarak alınmıştır.
Yani iki mezhebin iki âlimi - ki biri Hanefî Remlî, diğeri Şâfiî remlî'dir - ittifak ettikten sonra söyleyecek söz kalmaz. Ve şu netice hasıl olur: Başkası bulunmayınca farzlarda muhâlif mezhebe riâyet eden muhalifin arkasında namaz kılmak efdaldir. Kendi mezhebinden bir başkası bulunursa mezhebine muvâfık imama uymak efdal olur.
Şimdi şu mesele kalır: Bir mescidde bir kaç cemâat olur da o kimse mescide vardığında önce Şâfiîler cemaat olurlarsa Tahtavî'nin ibn-i Nüceymin risâlesinden nakline göre Şâfiî'ye uymak efdaldir. Hatta geciktirmek mekruhtur. Çünkü bir mescidde cemaatın tekrarı bize göre mekruhtur. Mutemed olan kavil budur. Meğer ki ilk cemaat o mescidin cemaatından olmasın; yahud cemaatla kılınan namaz mekruh vecihle edâ edilmiş olsun. Bir de şu var ki, Şâfiî namaz kıldırırken o Hanefî iki şıktan hâli değildir. Ya Hanefî imamı beklemek için sünnet kılacaktır, ki bu yasak edilmiştir. Zira Peygamber (s.a.v.): «Namaza duruldu mu farz namazdan başka namaz yoktur.» buyurmuştur. Yahud oturacaktır; bu da mekruhtur. Çünkü muhtar kavle göre Şâfii'lerin cemâatında bir kerahat olmadığı halde cemâattan kaçınmıştır.»
Bu ifâdenin bir benzeri de Medenî'nin hâşiyesindedir. O bu sözü babası Muhammed Ekrem ile Muhakkıkîn ulemanın sonuncusu Seyyid Muhammed Emin Pîr padişahdan ve şeyh İsmail Sirvânî'den nakletmiştir. Bu zevât dahi namazı ilk cemaatla kılmanın efdal olduğunu tercih etmişlerdir. Şeyh Abdullah el-Afîf. Fetevây-ı Afîfiye adlı eserinde Abdurrahman Mürşidî'den naklen şöyle demiştir: «Üstâdımız Şeyh-ul-İslâm ve Mekke'nin müftüsü Hanefî Ali bin Cârullah. Zahire Kâbe'de ilk cemâatı Şâfiiler teşkil ettiklerinde dâima onlarla namaz kılardı. Onlara uymakda ben de ona uyardım.»
Allâme İbrâhim Bîrî bunlara muhalefet etmiş; Şâfiîler vâcip ve sünnetlere riâyet etmedikleri için onlara uymanın mekruh olduğunu, mezhebinin imamı yetişmezse yalnız başına kılmanın efdal olduğunu söylemiştir. Bu zevâta Kemal b. Hümâm'ın Tilmîzi allâme Rahmetullah Sindî dahi muhâlefet etmiş: «İhtiyat Şâfiî imama uymamaktadır. Velev ki mezhebine riâyet etsin.» demiştir. Molla Aliyyülkârî'de muhaliftir Aliyyülkârî'nin Şâfiîlere uymanın mekruh olmadığını söylediğini evvelce bildirmiştik. Sonradan şunları söylemiştir: «Zamanımızda olduğu gibi her mezhebin imamı bulunursa geciksin gecikmesin efdal olan mezhebin imamına uymaktır. Müslümanların âmmesi ve kavli beğenmiş; Haremeyn, Kudüs, Mısır ve Şam halkından mü'minlerin cumhuru bununla amel etmişlerdir. Şâz olanlarına itibar yoktur.»
Kalbin meyl ettiği taraf şudur ki: Forzlara riâyetsizlik göstermedikçe muhâlif mezhebin imamınauymakta kerahet yoktur. Çünkü sahabe ve tâbiinden bir çokları müctehid imamlardı. Halbuki mezhebleri muhtelif olmasına rağmen bir imamın arkasında namaz kılarlardı. Bir kimse namaz saflarından uzakta mezhebinin imamını beklese cemaattan yüz çevirmiş olamaz. Çünkü o kimsenin bu cemaattan daha mükemmel bir cemâat arzu ettiği malumdur. Bir mescidde bir kaç cemaat teşkil etmenin mekruh olduğu ise bâbın başında bahis mevzuu etmiştik. Allah-u alem.
METİN
Cemâat razı olsun olmasın kıraat ve zikirlerde namazı cemaata sünnet miktarından fazla uzatmak kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur, Çünkü hafif tutma emri mutlaktır. Nehir.
Şurunbulâliye'de: «Muâz hadisinin zâhiri cemâatın mutlak surette en zaif olanının namazından uzun tutmayacağını gösteriyor.» denilmiştir. Onun için Kemâl: «Ancak zaruretten dolayı olursa o başka!» demiştir. Sahih rivayetle sâbit olmuştur ki Peygamber (s.a.v.) bir çocuğun ağladığını işitince sabah namazında muavvezeteyni okumuştur.
Kadınların cenâze namazından başka namazlarda - Velev teravihde olsun - cemaat teşkil etmeleri keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Çünkü cenâze namazının tekrarı meşru olmamıştır. Kadınlar yalnız başlarına kılsalar birinin namazı bitirmesiyle fırsat ötekilerin elinden gitmiş olur. Cenâze namazında kadın erkeklere imam olursa namaz tekrar kılınmaz. Çünkü kadının kılması ile farz sâkıt olmuştur. Ancak (abdesti bozulan) imam kendi yerine kadını çekerde arkasında erkek ve kadınlar bulunursa hepsinin namazları bozulur.
İZAH
Kırâat ve zikirleri sünnet miktarından fazla uzatmanın kerahati tahrimiye ile mekruh olduğunu Bahır sahibi aşağıdaki hadisdeki hafif tutma emrinden almış ve şöyle demiştir: Bu emir vücûp ifâde eder, meğer ki değiştiren bir şey buluna bir de uzun tutmakta başkasına zarar vardır. Nehir sâhibi de buna cezm etmiştir. Sünnet miktarından fazla ifâdesini Bahır sahibi Sirâc ile muzmerata nisbet etmiş ve: Bunu Fetih sahibi inceleyerek beyan etmiştir. Bazı imamların vehme kapılarak sabah namazında başka namazlarda olduğu gibi az bir miktar okumaları doğru değildir, demiştir.
Makul olan hafif tutma emri sahihayndaki şu hadistir: Biriniz cemâata namaz kıldırırsa hafif tutsun. Çünkü içlerinde zaif, hasta ve ihtiyarları vardır. Yalnız başına kılarsa istediği kadar uzatsın. Şârih bu hususta Bahır sâhibine tâbi olmuştur. Şeyh İsmâil kendisine itiraz etmiş:
Emri bu şekilde Ta'lil cemâat olduğu yani birkaç kişiden ibâret bulunduğu vakit kerahet kalmayacağını ifâde eder. Bahır'ın sözünü sayısız
cemâata hamletmekde mümkündür.
Şurunbulâliye'nin sözü sünnet miktarından fazla ifâdesine mukâbildir. Hasılı şudur: İmam mutlak surette cemâatın haline göre okur. Yani velev ki sünnet miktarından az olsunlar demektir. Ama söz götürür: Evvelâ bu söz yukarda geçtiği gibi Sirac ve Muzmerat'tan nakledilene aykırıdır.
İkincisi: Sünnet miktarı cemâatın en zaif olanının namazından fazla değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) kendisine zaif ve hastaların uyduğunu bildiği halde bunu yapardı ve ancak zaruretzamanında bırakırdı.
Üçüncüsü: Hazreti Muâz'ın - kavmi kendisini Peygamber (s.a.v.) şikâyet edip de: Sen fitnebazmısın yâ Muâz? buyurdukları vakit - kırâatı ancak sünnet miktarından fazla idi. Kemâl feth-ul Kadîr'de şöyle diyor: Araştırdığımıza göre uzatma, sünnet miktarından ziyâde okumaktır. Zira Peygamber (s.a.v.) bunu yasak etmiştir. Sünnet miktarı onun okuduğudur. Binaenaleyh onun yasak ettiğinin âdet edindiğinden başka olması mutlaka lazımdır. Meğer ki zaruret buluna.
Müslim'in rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)in söylediklerini söylediği vakit Muâz bakara suresinden okumuştu. O rivayette şöyle denilmektedir: Muâz bakaraya başlamıştı. Derken bir adam safdan ayrılarak selâm verdi. Sonra yalnız başına kılarak gitti. Peygamber (s.a.v.)in: Cemaata imam olduğun vakit Veş Şems ile Seb Bih'i (E'lâ sûresini) ikrâ ile Vel Leyli'yi oku. Buyurması namaz yatsı namazı olduğu içindir. Mu'az'ın kavmi muhakkak surette mazur idi. Tenbellik ettikleri yoktur. Onlara bunu bu özürden dolayı emir buyurdu. Nitekim bildirildiğine göre Peygamber (s.a.v.) sabah namazında muavvezeteyni okumuş namaz bitince Eshab: «Kısa kestin demişler, o da: Bir çocuğun ağladığını işittim de annesinin aklı gider diye korkdum.» buyurmuşlar. Kısaltılarak alınmıştır.
Kemâl'in sözünden anlaşılıyor ki, sünnet miktarı kıraattan ancak zaruret dolayısıyle az okunabilir. Nitekim çocuğun ağlaması sebebiyle muavvezeteyn surelerini okuması böyle olmuştur. Muâz hadisinden de anlaşılıyor ki, cemâatın zaifliğinden dolayı sünnet miktardan azaltma yapılmaz. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Muâz'a yatsı namazında sünnet miktarından az bir şey tâyin etmemiştir. Kavminin özrü tahakkuk ettiği halde ona sünnet miktardan fazla okumamasını tenbih etmiştir.
Binaenaleyh Şurunbulâlî'nin hadisden anladığı ve Kemâl'in sözünü de hamlettiği mana açık değildir. Evet Bahır'ın vitir ve nâfileler babında terâvih hakkında söz ederken Müctebâ'ya nisbet edilerek şöyle denilmiştir: İmam Hasan'ın İmam-A'zam'dan rivayetine göre bir kimse farz namazda Fâtiha'dan sonra üç âyet okursa iyi etmiş, isâet işlememiş olur. Lâkin bu söz bizim söylediklerimize aykırı değildir. Çünkü bu adam vacip miktarı okumakla iyi etmiş olur. Ama isâet işlememiştir. Yani şiddetli kerahet derecesine varmamıştır. Çünkü cenâze namazının tekrarı meşru olmamıştır.
Feth'ul Kadîr'de şöyle denilmiştir: Bilmiş ol ki, kadınların cenâze namazında cemaat olmaları mekruh değildir. Zira bu namaz farzdır. öne geçmeyi terk etmek mekruhtur. Binaenaleyh mesele farzı yapmak için mekruhu terk için farzı terk arasında devretmektedir. Ve birincisi vâcip olur. Kadınların başka namazlarda cemaat olmaları bunun hilâfınadır. Yalnız kılarlarsa içlerinden biri önce kılacaktır ve ötekilerin namazları nâfile olacaktır. Halbuki cenâze namazını nâfile olarak kılmak mekruhtur. Şu halde o kadının namazını bitirmesi kalanların namazlarının farziyet sıfatının bozulmasını icap eder. Nasıl ki son oturuşu terk eden kimsenin beşinci rekatı secde ile kayıtlaması da namazın farz sıfatının bozulmasını icap eder. Bu izahın bir misli de Bahır ve diğer kitablardadır. Bunun ifâde ettiği mânâ şudur: Cenâze namazında kadınların cemâat olması, başkaları bulunmamak şartiyle vaciptir. Bunun vechi kadınlardan biri evvela kılınca kalanlarının namazlarının farziyeti bozulmasından korunmak olsa gerektir. Burada şöyle denilebilir: Erkeklerayrı ayrı kılarlarsa bu namaz hakkında da ayni şey lâzım gelir. Şu halde erkeklerin cenâze namazında cemâat olmaları vacip olmak lazım gelir. Halbuki açıkça bildirildiğine göre cenâze namazında cemaat vacip değildir.
Cenâze namazında kadın erkeklere imam olursa namaz tekrarlanmaz. Çünkü tekrar kılınsa mekruh nâfile namaz olur. T. Çünkü kadının kılması ile farz sâkıt olmuştur. Kadının kılması diye kayıtlanması, erkeklerin namazı namaz olmadığı içindir. H.
İmam kendi yerine kadını çekerde arkasında erkek ve kadınlar bulunursa hepsinin namazları bozulur. Bu hüküm cenâzeye mahsus değildir. Diğer namazlarda böyledir. Erkeklerle imamın namazlarının bozulması, erkeklerin kadına uymaları sahih olmadığı içindir. Öne geçen kadınla diğer kadınların namazlarının bozulması ise evvelâ kâmil bir tahrimeye girdikleri içindir. Kâmil tahrimeden nâkıs tahrimiye geçmişlerdir. ki, bir farzdan başka bir farza intikal etmiş gibi olurlar. Nitekim Bahır da da böyle denilmiştir. Ta'lilin zâhiri sırf kadın olsalar yine namazının bozulmasını iktiza eder. Bunu Ebu's-Suûd söylemiştir. T.
Daha açık ta'lil şöyle olur: İmam kendi yerine geçene uymakla arkasındakilerin namazı bozulur. Hatta imamlığa elverişli olmayan birini kendi yerine geçirmekle kendi namazı bozulur, arkasındakilerinde böyledir. Rahmetî.
METİN
Kadınlar cemâat olurlarsa kadın imam, ara yerlerine durur. öne geçerse günahkâr olur. Yalnız hunsâ müstesnâdır. O kadınlardan ileri, geçer. Çıplaklar gibi ki onların imamı da ortalarına durur. Ve cemaat olmaları keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Fetih.
Kadınların cemaatlara gitmeleri cuma, bayram ve vaaz için bile olsa mutlak surette mekruhtur. Velev ki ihtiyar olsun ve geceleyin gitsin! Müftabih mezhep budur. Çünkü zaman bozulmuştur. Kemâl inceleme yaparak pek ihtiyar kadınları istisnâ etmiştir.
Nitekim bir evde kadınların orasında yalnız bir erkek bulunurda başkası hatta o erkeğin kızkardeşi gibi bir mahremi kansı veya cariyesi bulunmazsa kadınlara imam olması da mekruhtur. Ama yanlarında bu söylenenlerden biri bulunursa yahud kadınlara mescidde imam olursa mekruh olmaz.
İZAH
Kadınlar cemaat olurlarsa kadın imam aralarına durur. Tam ortalarına dahi durabilir. Öne geçerse günahkâr olur. Bundan anlaşılır ki aralarına durması vâciptir. Nitekim Fetih'de bu açıkca ifâde edilmiştir. Namaz sahihdir. Ama imam aralarına durmakla kerahet kalkmaz. Ortalarına duracağının gösterilmesi bu şeklin öne geçmekten daha az mekruh olmasındandır. Nitekim Sırâc'da beyan edilmiştir. Hunsânın istisnâ edilmesi, aralarına durduğu takdirde hem kendisinin hem kadınların namazı bozulacağı içindir. Çünkü hunsâ erkek olduğu takdirde kadınla bir hizâya gelince namazı bozulur. Onun namazı bozulunca bittabi kadınların namazı da bozulur.
«Çıplaklar gibi ki onların imamı da aralarına durur.» Musannıf bununla yapılan teşbihin her cihettenolmadığına işaret etmiştir. Benzerlik sadece yalnız kılmak lazım geldiğinde ve cemaatla kılarlarsa imamın ortaya durması hususundadır. Yoksa sâir yerlerde ayrılırlar. Çıplaklar oturarak namaz kılarlar. Bu onlar hakkında efdaldir. Kadınlar ise ayakta kılarlar. Nasıl ki Bahır'da beyan edilmiştir. «Velev ki ihtiyar olsun ve geceleyin gitsin.» ifâdesi mutlak beyândır. Yani genç olsun İhtiyar olsun. gündüz olsun gece olsun kadının cemâata gitmesi mekruhtur. Müftabih mezhep budur. Maksad müteehhirîn ulemanın mezhebidir.
Bahır sahibi diyor ki: «Müteehhirîn ulemanın itimad ettikleri bu fetva İmam- A'zam'la imameynin mezheplerine muhaliftir denilebilir. Zira naklettiklerine göre genç kadın cemaata gitmekten bil'ittifak ve mutlak surette men edilir. İhtiyar kadın ise İmam-A'zam'a göre öğle ikindi ve cumadan başka namazlarda cemâata gidebilir. Yani imameyne göre mutlak surette cemaata devam eder. Şu halde ihtiyar kadın bütün namazlarda cemaata gidemez diye fetva vermek hepsinin kavillerine aykırıdır. İtimad İmam-A'zam'ın mezhebinedir.» Nehir sâhibi buna itirazla şunu söylemiştir: «Bu da söz götürür. Bilakis bu hüküm İmam-A'zam'ın kavlinden alınmıştır. Şöyle ki: İmam-A'zam ihtiyar kadını bir sebepden dolayı cemaatten men etmiştir. O sebep de fazla şehvettir hüküm şuna binaen ki fâsıklar akşam namazında her tarafa dağılmazlar. Çünkü yemekle meşguldürler. Yatsı ile sabah namazlarında ise uyurlar. Fisk ve fücurleri galebe çalarak zamanımızda olduğu gibi bu vakitlerde de dağıldıklarını hatta onları aradıklarını farz edersek onlarda da men edileceği gün gibi meydandadır.» Kemâl inceleme yaparak müteehhirînin verdiği fetvâdan pek fazla ihtiyar kadınları istisnâ etmiştir. Çünkü zikri geçen illet yoktur. Binaenaleyh bu hususta hüküm İmam-A'zam'ın kavline göre kalır.
Kadınların arasında yalnız bir erkek bulunursa ilh... ifâdesinden anlaşılıyor ki. ecnebi bir kadınla halvet (yani baş başa kalmak) başka bir ecnebi kadının bulunmasiyle ortadan kalkmaz. Başka bir adamın bulunmasiyle ortadan kalkar.
«Kızkardeşi gibi tâbiri şârihin sözüdür. Bunu bir çok nushalarda gördüğüm gibi Hazâin nâm eserinde de kendi yazısı ile okudum. Siyah mürekkeble yazmış. Bu gösteriyor ki mahremden murad rahimden (yani akrabalıktan) meydana gelen haramlıktır. Zira ulema sütkızkardeşle ve genç üvey ana ile başbaşa kalmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Kadınlara mescidde imam olmak mekruh değildir. Çünkü orada halvet tahakkuk etmez. Onun için bir kimse karısiyle mescidde baş başa kalsa halvet sayılmaz. Nitekim gelecektir. Rahmeti.
METİN
Bir kişi - çocuk bile olsa - imamın sağına ve onun tam hizasına durur. Kadın olursa arkasına durur. Mezhep budur. Başa itibar yoktur. İtibar küçük bile olsa ayağadır. Esah kavle göre imama uyanın ayağının çoğu imamdan ileriye geçmedikçe namaz bozulmaz. Tek kişi imamın soluna durursa bil'ittifak mekruh olur. Kezâ arkasına durursa esah kavle göre mekruhtur. Çünkü sünnete muhâlefet etmiştir. Birden fazla olan cemaat imamın arkasına dururlar. İmam iki kişinin ortasına durursa tenzihen mekruh ikiden fazla cemaatın ortasına durursa tahrimen mekruh olur.
İZAH
Cemâat bir kadından ibâret olursa imamın arkasına durur. Kadınla birlikte bir de adam bulunursa imam adamı kendi sağına, kadını arkalarına alır. Erkekler iki olursa onları arkasına, kadını da onların arkasına durdurur. H.
Bir kadının imamın arkasına durması erkeğe uyduğu takdirdedir. Kendisi gibi bir kadına uyarsa arkasına durmaz. Bunu Bercendî'den naklen Tahtavî söylemiştir. «Mezhep budur.» İmam Muhammed'den rivâyet olunan «parmaklarını imamın ökçesi hizâsına koyar.» sözü buna muhaliftir. Bahır.
Sağ tarafına durmasını bir kişiye imam emir eder. Namaza durduktan sonra gelmişse eli ile işaret eder. Çünkü ibn-i Abbâs'dan rivayet olunduğuna göre kendisi Peygamber (s.a.v.)in soluna durmuş, o da sağ tarafına çekmiştir. Sirac.
İtibar başa değil ayağadır. İmama uyan kîmsenin ayağı tamamiyle imamın ayağı hizasına gelirde boyu uzun olduğu için secdede onun önüne geçerse zarar etmez. Ayağı ile hizâsına durmaktan murad ökçesinin hizasıdır. Ökçesi imamın ökçesi hizâsında bulunduktan sonra parmaklarının imanınkilerden öne geçmesi, ayakları arasında pek fazla fark bulunmamak şartiyle zarar etmez. Hatta fazla fark bulunurda ayakları büyük olduğu için ekseri kısmı imamın ökçesini geçerse sahih olmaz.
Bahır sahibi diyor ki: «Musannıf itibarın başa değil, yalnız ayağa olduğuna işaret etmiştir. İmam cemâat olandan daha kısa boylu olurda cemaat olanın başı imamın önüne geçerse câizdir. Elverir ki ayağı ile imamın hizasında bulunsun yahud ondan biraz geri durmuş olsun. Kadınla bir hizada bulunmakda böyledir. Nitekim gelecektir. Ayaklar büyüklüğün küçüklüğün yönünden birbirinden farklı olurlarsa itibar baldır ve topuğadır. Esah kavle göre cemaat olanın ayağının fazlası öne geçmezse namazı bozulmaz. Nitekim Müçtebâ'da da böyle denilmiştir.» Bahır sahibinin sözü burada sona erer. Binaenaleyh Rahmetî'nin tevehhüm ettiği gibi şârihin söyledikleri yukarda zikir edilenlere aykırı değildir.
Kuhistânî'de şöyle denilmiştir: «Bu söyleyenler îmâ ile kılmayan hakkındadır. îmâ ile kılanda itibar başadır. Hatta başı imamın başının arkasında, ayakları onun ayaklarının ilerisinde olsa namaz sahih olur. Aksi sahih değildir. Nası! ki Zâhidî ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir.»
Ben derim ki: «Başı imamın arkasında olursa» sözünün bir kayd olmaması icap eder. Geçenlere kıyâsen onunla bir hizâda bulunduğu zaman da sahih olması gerekir. Kezâ bu hükmün sağlam imama uyan imacı yahud kendi gibi îmâ, ile kılan birine uyan ve her ikisi oturarak yahud yatarak ayakları kıbleye gelenler hakkında olması gerekir. Yani başında olursa imama uyanın onun arkasına yatması şarttır. Başın aslâ itibarı yoktur.
T E N B İ H : Şârih'inde başkaları gibi ayak kelimesini müfred kullanması gösteriyor ki, muhâzî olmakta nazar itibara alınan bir ayaktır. Ama ben bunu açık olarak bir yerde görmedim. Anlaşıldığına göre o kimse bir ayağı üzerine basmışsa itibar onadır. İki ayağının üzerine basmışsa biri imamın ayağı hizasında diğeri arkada olduğu takdirde sahih olacağında söz yoktur. Öteki ayağıinamınkinden önce ise mühâzata bakarak sahih olur mu yoksa önde bulunana bakarak sahih olmaz mı düşünecek yerdir. Anlaşılan sahih olmamasıdır. Bu da men eden delili mubah kılan delile tercih etmekle olur. Nitekim avlanan hayvanın bir ayağı harem-i şerif içinde bir ayağı dışarda olsa ulema avlanmasının câiz olmayacağını söylemişlerdir. Ben bu hususta Şâfiî kitablarında tercih ihtilâfı olduğunu görmedim.
Fer'î bir mesele: Münyet-ül-Müftî sahibi diyor ki: «Bir kimse imama terasda uysa ve imamın başı hizasına dursa Hulvanî bu namazın câiz olmadığını; Serahsî ise câiz olduğunu söylemiştir.»
Tek kişi imamın soluna durursa bil'ittifak mekruh olur. Anlaşılan bu kerahat, kerahat, tenzihiyedir. Çünkü Hidâye ve diğer kitablarda sünnete muhâlefet etmekle ta'lil edilmiştir. Birde kâfi'de: «Câizdir; İsâet etmiş olur.» denilmiştir. Kezâ bu kavli Zeyleî imam Muhammed'den nakletmiştir. Lâkin namazın sünnetleri bahsinin başında arzetmiştik ki ulema isâetin kerahetten aşağı mı yahud ondan çirkin mi olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Biz bu muhtelif görüşlerin arasını bulmuş; isâet kerahet-ı tahrimiyeden aşağı, keraheti tenzihiyeden daha çirkindir; demiştik. Oraya müracâat edebilirsin!
«Birden fazla olan cemaat imamın arkasına dururlar.» Musannıf burada Vikâye sahibine uyarak Kenz'in ibâresinden ayrılmıştır. Kenz'de: «İki kişi olurlarsa imamın arkasına dururlar.» denilmiştir. Çünkü namaz iki kişiye mahsus değildir. Maksad birin üzerinde iki olsun fazla olsun kimse bulunmaktır. Evet, fazlanın hükmü evleviyetle anlaşılır.
Kuhistânî'de şöyle deniliyor: «Durmanın şekli: İki kişi olursa birini kendi hizâsına (arkasına) diğerini onun sağına durdurur. Üçüncü biri gelirse onu birincinin soluna, dördüncüyü ikincinin sağına, beşinciyi üçüncünün soluna durdurur ve böylece devam eder.»
Bu sözde namaza başlandıktan sonra gelenin imamın arkasına duracağına ve ilk imama uyandan geri kalacağına işaret vardır. Tamamı yakında gelecektir.
İmam iki kişinin arasına durursa tenzihen mekruh olur. Bir rivayette hiç mekruh olmaz. Ama birinci kavil esahtır. Nitekim İmdâd nâm eserde de böyle denilmiştir. İkiden fazla cemaatın ortasına durursa tahrimen mekruh olur. Bundan anlaşılır ki, imamın safdan îleri geçmesi vaciptir. Nitekim Hidâye'de ve feth-ul-kadîr'de dahi böyle denilmiştir.
METİN
İmamın arkasında saf varken bir kişinin onun yanı başına durması bilittifak mekruhtur. Cemâat saf olurlar. Yani imam bunu emir etmek suretiyle onları sof yapar.
Şumunnî diyor ki: «İmamı cemâata: Sıkışın; aralıkları tıkayın: omuzlarınızı dümdüz tutun! diye emir eder.» İmam ortaya durur.
İZAH
İmamın arkasında saf varken bir kişinin onu yanı taşına durmasından meydana gelen kerahet imamâ uyana aittir. Bundan imama bir şey yoktur. Yer dar değilse o kimse gerisin geriye gitmeklezâhire göre kerahetten kurtulur. Ulemânın: «İmamla birlikte mihrabın yüksek yerinde bir kişi bulunurda kalanları ondan aşağıda kılarlarsa mekruh olmaz.» Sözleriyle birlikte buna bir bak! Tahtavî'nin beyanına göre bu ikinci meselenin mevzuu imama uyan onun arkasında bulunduğu zamana mahsustur demekle mehâlefet ortadan kalkabilir.
Ben derim ki: Ben bir kişiyi diye tasrih edildiğini görmedim. Ancak imamın yüksek yerde yalnız kalmasının mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onunla birlikte cemaattan bazı kimseler bulunursa mekruh değildir. Buradaki bazı kimseleri cemaattan bir kısmına hamletmek suretiyle ara bulmakta mümkündür. Böylece buradakine zıd olmaz. Kezâ aralık bulamasa da bir kişin yalnız başına durmasının mekruh olduğunu söylemişlerdir.
T E T İ M M E: Bir kimse imama uyarda başka biri gelirse imam secde ettiği yerde ilerler. Muhtarat-ün-Nevâzil'de böyle denilmiştir. Kuhistanî'de Cellâbî'den naklen: «Başka biri geldiğinde imamın sağ tarafındaki cemaat geri çekilir.» denilmektedir. Feth-ul-kadîr'de ise şöyle denilmiştir: «Bir kimse diğer birine uyarda üçüncü biri gelirse tekbirden sonra imama uyanı geri çeker; tekbirden önce çekse de zarar etmez. Bazıları imam ilerler demişlerdir.» Bu sözün müktezası üçüncü şahıs sonradan imama uyar. İmamın ilerleyeceğini bildiren sözün müktezası ise imama ilk uyanın yanı başına durmasıdır.
Anlaşılan şudur ki üçüncü şahsa gelince imama uyanın gerilemesi icap eder. Bunu yaparsa ne âtâ! yapmazsa üçüncü şahıs namazını bozacağından korkmazsa onu geri çeker. Gelen şahıs imamın sol tarafına durursa imam ikisinin de geri çekilmelerini işaret eder. Bu onun ilerlemesinden evlâdır. Çünkü o matbu'dur. Bir de imamın arkasında saf olmak imamın değil, cemaatın işidir. Onun için imamın yerinde durması, cemaatın geri çekilmesi daha iyidir. Bunu Feth-ul-Kadîr'de sahihi Müslim'den nakledilen şu hadis te'yid eder:
«Câbir demiştir ki: Bir gazâda peygamber (s.a.v.) ile birlikte yürüdüm. Bir ara namaz kılmağa kalktı. Ben de gelerek soluna durdum. Hemen elimden tutarak beni sağına döndürdü. Derken ibn Sahr geldi, ve soluna durdu. Bunun üzerine her iki eliyle tutarak bizi arkasına durdurdu.»
Bütün bunlar imkan bulunduğuna göredir. İmkan bulunmazsa mümkün olanı yapmak tayin eder.
Yine anlaşılıyor ki. bunlar son oturuşta olmadığına göredir. Son oturuşta ise üçüncü şahıs imamın sol tarafına durarak uyar. İlerlese geri!eme olmaz.
«İmam ortada durur. «Mi'râc sahibi diyor ki: Bekr'in Mebsut'unda beyan olunduğuna göre sünnet vecih imamın mihrabda durmasıdır. Tâ ki iki taraf denk olsun! İmam safın bir tarafına durursa mekruh olur. Yaz mescidi kış mescidinin yanı başında olurda mescid dolarsa iki tarafta cemaat denk gelsin diye imam ortadaki divarın yanında durur. Esah olan ebu Hanîfe'den rivayet olunan kavildir ki, «Ben imamın iki direk arasına yahud bir köşeye veya mescidin bir tarafına yahud bir direğe karşı durmasını kerih görürdüm. Çünkü bu, ümmetin ameline muhaliftir. Peygamber (s.a.v.): îmamı ortaya alın! Aralıkları tıkayın! buyurmuştur. «İmamın iki tarafı denkleşti mi imkân bulursa imamın sağ tarafına durur. Safda aralık varsa onu tıkar. Yoksa başka biri gelinceye kadar bekler. Gelince ikisi arkaya dururlar. İmam rükû edinceye kadar kimse gelmezse bu meseleyi eniyi bilen birini safdan çeker. Ve ikisi arkaya dururlar. Bilen kimse bulamazsa biz zarura safın arkasına imamın hizâsına durur. Özürsüz yalnız başına dursa bize göre namazı sahihdir. İmam Ahmed buna muhaliftir.
T E N B İ H: İmam-A'zam'ın yahud bir direğe karşı» demesinden anlaşılıyor ki. imamın mihrabdan başka bir yerde durması mekruhtur. Bunu daha önceki «sünnet vecih imamın mihraba durmasıdır.» sözü de te'yid eder. Başka yerde: Sünnet vecih imamın safın ortası hizasında durmasıdır. Görmüyormusun ki, mihrablar ancak mescidlerin ortalarına yapılmıştır. Bunlara imamın yeri olduğu için dikkat gösterilmiştir. Şeklindeki beyanıda böyledir. Anlaşılan bu kalabalık cemaat için tâyin edilmiş imam hakkındadır. Tâ ki ortaya durmaması lazım gelmesin. Bu lazım gelmezse mekruh olmaz.
FER'İ MESELE: Bedâyi'in kâbede namaz bahsinde bildirildiğine göre omdaki imamın makam-ı İbrahim'e durması efdaldir.
METİN
Erkek saflarının en hayırlısı - Cenâzeden başka namazlarda - ilk safdır. Ondan sonra sıra ile diğer saflar gelir. Mescidin içinde yer varken raflarında namaz kılmak mekruhtur. Ve bir safda yer varken arkadaki safa durmak gibi olur.
Ben derim ki: Keraheti şâfiilerde söylemişlerdir. Suyûtî «Basu'l-keffifi itmâmi saf» nâm eserinde: «Bu iş cemâatın asıl bereketini değil, fazîletini yani katlanmasını kaçırır. (sevabının) katlanması başka, bereketi başkadır. Bereketi, cemaattan kâmil olanın bereketinin nâkıs olana dönmesidir» demektir. Bir kimse ikinci safda değil de birinci safda yer bulsa ikinci safı yararak oraya geçer. Çünkü (boşluğu doldurmayanlar) kusur etmişlerdir. Hadisi şerifde: «Bir aralığı dolduran kimsenin günahları afv olunur.» buyurulmuştur. «Sizin hayırlılarınız namazda omuzları en yumuşak olanlarınızdır. Hadisi de sahihdir.
Bundan anlaşılır ki safda biri yanıbaşındaki yere girmek istediği vakit bedenini sertleştiren ve bunu riyâ zan eden kimsenin bu yaptığı cehâlettir. Nitekim Bahır'da yeterince izah edilmiştir. Lâkin musannıf ve başkaları Kınye ile diğer kitablardan buna aykırı sözler nakletmişlerdir. Sonra safdan birini çekip de gerileyen kimse meselesinde namazın bozulmadığının sahih kabul edildiğini nakletmiştir. Ortada bir fark varmı dır? Düzeltilmelidir!
İZAH
Erkek saflarının en hayırlısı ilk saftır. Çünkü hadislerde rivayet olunduğuna göre Allah Teâlâ cemâat üzerine rahmetini indirdiği vakit evvelâ imamdan başlar; ondan sonra rahmet ilk safda onun hizasında bulunana geçer. Ondan da sağında bulunanlara sonra solundakilere, daha sonra ikinci safdakilere geçer. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
TENBİH
Mi'raç sahibi şunları söylemiştir: «Bir kimseye eziyet vereceğinden korkarsa efdal olan son safa durmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bir kimse bir müslümana eziyet veririm korkusuyla ilk safı terkederse o kimseye ilk safın ecri katlanarak verilir.» buyurmuştur. Ebu Hanîfe ile imam Muhammed bu hadisle amel etmişlerdir. İlk safa geçmek imkânı varken geçmemenin mekruh olup olmadığında hilâf vardır.» Yani eziyet verme korkusu yokken geçmezse demek istemiştir. Ama bu namaza başlamazdan önce ise böyledir. Namaza dururlarda ilk safda yer kalırsa safları yarabilir. Nitekim yakında gelecektir.
Hamavî'nin Eşbah hâşiyesinde Muzmerat'tan o da Nisab'dan naklen şöyle denilmiştir: «İlk safa evvela biri dururda ondan sonra daha yaşlı veya âlim bir zat gelirse ilk gelen ona ta'zim için geri çekilip onu ileri geçirmesi gerekir.» Bu söz tâat sebebiyle tercihin kerahetsiz câiz olduğunu gösterir. Şâfiîler buna muhaliftir. Eşbah sahibi: «Ben bunu bizim ulemamızdan kimsenin söylediğini görmedim.» demiştir. AIIâme Bîrî kerahet olmadığına delâlet eden bir takım fer'î meseleler nakletmiştir.
Teâlâ hazretlerinin: «Kendilerinin ihtiyacı otsa bile başkalarını nefislerine tercih ederler.» âyeti kelimesiyle sahih-i Müslim'de ki şu hadisde buna delâlet ederler: «Peygamber (s.a.v.)e içecek su getirdiler. Ondan içti. Sağında cemaatın en küçüğü olan ibn-i Abbâs, solunda do yaşlılar oturuyordu. Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa: Müsaade edermisin bunu şu zevata vereyim? dedi. Çocuk: Hayır Vallah! cevabını verdi. Bunun üzerine suyu çocuğa verdi.» Şübhesiz siz izin istemenin müktezası bunun kerahetsiz meşru olmasıdır. Velev ki hilâfı efdal olsun.»
Ben derim ki: Meseleyi «bu tâata ondan daha faziletli olan ulemaya ve ihtiyarlara hürmet gibi bir şey ârız olmazsa» diye kayıtlamak gerekir. Nitekim yukardaki fer'î mesele ile hadis de bunu ifâde etmektedirler. Çünkü ikisi de çekilmenin ilk safda durmaktan ve su kaybını haklıya - ki sağında oturandır - vermekten efdal olduğuna delâlet ederler. Böylece tâat sebebiyle tercih bir tâattan daha fazîletlisine intikal olur ki o da mezkûr hürmettir. Ama safdaki yerine meselâ: Âlim ve yaşlı olmayan birini geçirirse tâattan sebepsiz olarak yüz çevirmiş olur. Bu hareket şer'an matlubun zıddıdır.
Nehirde ki sözü de buna hamletmek gerekir. Orada şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki; Şâfiiler tâat yoluyla tercihin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Mesela bir kimse ilk safda bulunurda namaza kalkınca başkasını geçirirse taat yoluyla geçirmiş olur. Bizim kâidelerimiz buna aykırı değildir.»
Diğer bir TENBİH: Bahır sahibi cuma bâbının sonunda şunları söylemiştir: «Ulema ilk saf hakkında söz etmişlerdir. Bazıları ilk safın maksura da arkasındaki saf olduğunu, diğer bazıları da maksuranın arkasındaki saf olduğunu söylemişlerdir. Fakih ebu-l-Leys bu kavli tercih etmiştir. Çünkü maksuraya girmek memnudur. Amme ilk safın sevâbına nâil olmak için oraya ulaşamazlar.»
Ben derim ki: Anlaşılan onların zamanında maksura mescidin kıble divarının içine yapılmış oda demek imiş, Ümerâ cuma namazlarını bu oda da kılar; düşmandan korktuklarından halkı bu odaya sokmazlarmış. İlk saf hakkında buna göre ihtilaf edilmiş; bazıları; maksuranın içinde imamın arkasındaki safdır, demişler; diğerleri ise maksuranın dışındaki saf olduğunu söylemişlerdir. Fakih Ebu-l-Leys umuma kolaylık olsunda fazîleti kaçırmasınlar diye bu kavli tercih etmiştir. Bundanevleviyetle anlaşılır ki. Dımeşk mescidinin ortasındaki ve kıble divarının dışındaki maksura gibilerde ilk saf içeride imamın arkasındaki ve dışarıdan iki taraftan ona bitişen safdır. Maksuranın divarları ile saf kesilmiş olmaz. Nitekim onun içindeki minberle dahi kesilmediği anlaşılmaktadır. Şâfiîler bunu sarahaten beyan etmişlerdir. Buna göre bir kimse maksuranın dışındaki ilk saf tamamlanmadan içindeki ikinci safa durursa mekruh işlemiş olur. İlk safın «imamın arkasındaki safdır.» Yani başka birinin arkasındaki değildir, diye tarifinden şu mana çıkar: Bir kimse ikinci safda minberin karşısına durursa ilk safa durmuş sayılır. Çünkü başka birinin arkasında değildir. Allah-u âlem!
En hayırlı safın ilk saf olması cenâze namazından başkalarına mahsustur. Cenaze namazında ise tevazu göstermek için en hayırlı saf sonuncusudur. Çünkü ölenler şefaatcıdırlar. En arkada duran kimse onların şefâatlarının kabulüne daha layıktır. Bir de cenâze namazında arzu edilen, safların çokluğudur. İlk safı tercih ederse cemaat az olduğu zaman geriye durmazlar. Bunu Rahmetî söylemiştir. «Ondan sonra hayırlılık sıra ile diğer saflara geçer. Yani ilk safdan sonra en hayırlı saf ikinci safdır. Ondan sonra üçüncü ilh... gelir. Cenâze de ise bunun aksine olarak en hayırlı saf sonuncusu. ondan sonra onun önündeki, ondan sonra onun önündeki ilh... gelir.
Mescidin içinde yer varken raflarında namaz kılmak mekruhtur. Çünkü bunda safları tamamlamak vardır. Anlaşılıyor ki, cuma günü olduğu gibi mubelliğ (imamın sesini cemaata duyuran müezzin) sesi her tarafa duyurmak için orada kılarsa mekruh olmaz. «Ve bir safda yer varken arkadaki safa durmak gibi olur.» İfâdesinde ki kerahetin tenzihiye mi yoksa tahrimiye mi olduğu hatıra gelir. Tahrimiye olduğuna Peygamber (s.a.v.)in: «Onu kim keserse Allah da onu keser.» Hadisi şerifi delâlet etmektedir. T.
Şimdi şu mesele kalır: Safdaki aralığı namaza niyetlendikten sonra görürse onu kapatmak için yürüyecek midir? bunu acık olarak bir yerde görmedim. Mutlak ifâdeden anlaşıldığına göre evet yürüyecektir, bunu safdan birini geri çekme meseleside ifâde etmektedir. Nasıl ki yukarda arzetmiştik. Çeken kimseden kerahet gitsin diye çekilenin icabet etmesi gerekir; Şu halde kerahet kendinden gitsin diye yürümesi evleviyetle la7ım olur.
Sonra Hılye'nin namazı bozan şeyler bahsinde Zâhire'den naklen şöyle denildiğini gördüm: «Bir kimse ikinci safda bulunurda birinci safda aralık olduğunu görerek oraya yürürse namazı bozulmaz. Zira safı sıklaştırmakla me'murdur. Peygamber (s.a.v.): «Safları sıklaştırın!» buyurmuştur. Üçüncü safda bulunurda yürürse namazı bozulur.» Çünkü amel-i kesîrdir. (fazla meşgul olmak demektir) Me'murdur diye ta'lilde bulunduğundan anlaşılıyor ki, aralığı kapatmak için oraya yürümesi emir olunur.
FAİDE: Eşbah'da şöyle deniliyor: «Bir kimse imama rükû halinde iken yetişirse o rekata yetişmek için son safda namaza başlaması yer bulunan safa ulaşmasından daha efdaldir.» Ama son safa yetişemezse yalnız başına durmaz. Safda yer varsa oraya yürür. Velev ki bir rekatı kaçırmış olsun. Nitekim Münye şerhinin sonunda beyan edilmiş ve: «Mekruhu terk etmek fazîlete yetişmektenevlâdır.» diye ta'lilde bulunulmuştur. Buna şu da şâhiddir ki: Ebu Bekir (r.a.) safa varmadan rükû etmiş. Sonra o halde safa yürümüş; bunun üzerine peygamber (s.a.v.) kendisine: «Allah hırsını artırsın! Bir daha yapma!» duyurmuştur.
«Bu iş cemaatın asıl bereketini değil fazîletini kaçırır ilh...» İfâdesi Şâfii mezhebini anlatmaktadır. Çünkü onlara göre cemaat fazîletin şartı kerahetsiz edâ edilmektir. Bize göre cemaat sevaba nâil olur ve kendisine kerahetin veya hürmetin muktezâsı lazım gelir. Nitekim namazı gasb edilen yerde kılmakta böyledir. Rahmeti. Tahtavî'de de bunun benzeri vardır. «Çünkü boşluğu doldurmayanlar kusur etmişlerdir.» İfâdesi sözün namaza durulduktan sonraya aid olduğunu gösteriyor.
Kınye'de şöyle deniliyor: «Bir kimse son safa dururda önündeki diğer saflar da boş yerler bulunursa dışarıdan giren saflara gitmek için önünden geçebilir. Çünkü bu adam kendi hürmetini yitirmiştir. Binaenaleyh önünden geçen günahkar olmaz. Firdevs'de ibn-i Abbâs (r.a.) rivayet edilen şu hadis buna delâlet eder: «Bir kimse bir safda boş yer görürse onu bizzat tıkasın. Bunu yapmazda biri geçerse onun boynuna basıversin. Çünkü onun hürmeti yoktur.» Yani gecen kimse aralığı tıkamayanın boynuna bassın demektir.
«Omuzları en yumuşak olanlarınızdır.» İfadesinden murad: Safa girmek isteyen kimse elini namaz kılanın omuzuna koyarsa ona yumuşaklık gösterir demektir. Bunu Tahtavî Münâdî'den nakletmiştir. «Nitekim Bahır'da yeterince izah edilmiştir.» Yani Feth-ul-kadîr'den nakledilmiştir. Orada şöyle denilmiştir: «Zanneder ki ona yol vermek riyâdır. Halbuki bu fazîlete ulaşmak için bir yardım ve safdaki boşlukları doldurma emrini yerine getirmektir. Bu husustaki hadisler meşhur ve çoktur.» Lâkin musannıf ve başkaları Kınye ile diğer kitablardan buna aykırı sözler nakletmişlerdir. Bu ifâde bahır ve fetih sahiplerinin hadisden çıkardıkları hükmü menkule muhalefettir diye düzeltmedir. Musannıfın Mineh'deki ibâresi şöyledir: «Birini safdan başkası çekerde gerilerse esah kavle göre namazı bozulmaz.»
Kınye'de deniliyor ki: Yalnız kılan birine ileriye denilirde o emre uyarak ilerlerse yahud safdaki boşluğa bir adam girerde namaz kılan kimse ilerleyerek ona yeri genişletirse namazı bozulur. Biraz durarak kendi reyi ile ilerlemesi gerekir. Kudûri şârihi bunu Allah'ın emrinden başkasına imtisaldir diye illetlendirmiştir.
Ben derim ki yukarda geçen gerisi geriye gidenin namazının sahih kabul edilmesi câizdir. Kınye meselesinde namazın bozulmadığını sahihlemeyi ifâde etsin. Çünkü o kimsenin çekmesiyle gerilediği halde namazı bozulmaz. Bunu onun emri ile mi yapmıştır; emirsiz mi yapmıştır bu ciheti ayırmamıştır. Ancak emri olmaksızın gerilediğine hamledilirse iş değişir ve başka bir mesele olur.
Musannıfın sözü burada biter. Bunun hulâsası şudur; İki mesele arasında fark yoktur. Meğer ki birincinin emirsiz mücerred çekmekle gerilediğine. ikincinin de emri ile yer açdığına hamledildiği iddia oluna! Bu takdirde ikincide namaz bozulur. Çünkü mahlukun emrine imtisal etmiştir. Bu emir namaza aykırı bir fiildir. Birinci öyle değildir. «Ortada bir fark varmı dır?» cevap: Musannıfınsözünden anladın ki her iki meselede emirsiz gerilerse aralarında fark yoktur. Ve sahihleme ikisinde de variddir. Birinde emirle gerilerse fark vardır. O da mahlukun emrine uymaktır. Ve iki meselenin mevzuu ayrı ayrıdır. Şu da var ki Şurunbulâlî Vehbâniye şerhinde Kınye'den ve Kudurî şerhinden naklettiğimizi bahis mevzuu etmiş sonra: «Onun emsâli ancak Rasûlüllah (s.a.v.)in emrinedir. Binaenaleyh zarar vermez.» diyerek bunu red etmiştir. Lâkin âşikardır ki iki fer'î mesele arasındaki muhalefet açık olarak kalmaktadır. Her halde şârih musannıfın gösterdiği farkın sahih olduğuna katı hükmünü verememiştir. Onun için de düzeltilmelidir demiştir. Namazın mekruhları ve müfsidleri bahsinde Münye şarihine uyarak Kınye'nin sözüne kati hüküm vermiştir. Tahtavi: «Tafsilata gidilerek şâriin emrine imtisal etti ise bozulmaz; içeri girenin emriyle yaptı ve onun hatırını kollayarak şâriin emrine kulak asmadı ise bozulur denilse iyi olurdu.» demiştir.
METİN
Evvelâ erkekler - ki zâhiri kölelere de şâmildir - sonra çocuklar sonra ihtiyarlar daha sonra kadınlar saf olurlar. Musannıfın sözünden çocukların çok olduğu anlaşılıyor. Bir tane ise safa girer. Ulema mümkün olan safların on iki olduğunu söylemişlerdir. Lâkin hepsinin sahih olması lazım gelmez. Çünkü hunsalar zararına muamele görürler.
İZAH
«Zâhiri kölelere de şâmildir.» sözü ile şârih bülûğun hürriyetten önce geldiğine işaret etmiştir. Zira Peygamber (s.a.v.): «Benim arkama aklı başında olanlar dursun!» buyurmuştur. Bundan murad bülûğa ermiş olanlardır. İbn-i Emîr Hâcc'ın naklettiği buna muhaliftir. O hür çocukları, baliğ kölelerden öne almıştır. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir. Evet. hür olan bâliğ bir kimse, bâliğ köleye, hür olan çocuk köle olan çocuğa, bâliğ olan hür kadın. bâliğ câriyeye. hür kız çocuğu, câriye kız çocuğuna nisbetle öne alınırlar. Çocuk bir tane olursa safa girer. Bunu Bahır sahibi inceleme yaparak beyan etmiş ve şöyle demiştir: «Kezâ imama uyan bir erkekle bir çocuk olursa onları arkasına saf yapar. Çünkü Enes hadisinde: Ben ve yetim arkasına sof olduk. Koca karıda arkamıza durdu. denilmiştir. Bu bir kadının hilâfınadır. Çünkü kadın mutlak surette geri durur. Nitekim çok da olsalar geri dururlar. Delil mezkûr hadistir.
Ulema mümkün olan safların on iki olduğunu söylemişlerdir. Çünkü imama uyan kimse ya erkek, ya kadın yahud hunsadır. Bunların her biri ya bâliğdir yahud değildir. Kezâ her biri ya hürdür yahud değildir. H. (Böylece on iki sınıf meydana gelir.) en öne bâliğ olan hürler, sonra onların çocukları, sonra bâliğ köleler, sonra onların çocukları, sonra hür hunsâların büyükleri, sonra küçükleri, sonra köle hunsaların büyükleri, sonra küçükleri, sonra hür kadınların büyükleri, sonra küçükleri. sonra büyük cariyeler, sonra küçükleri saf olurlar. Nitekim Hılye'de de böyle denilmiştir. «Lâkin hepsinin sahih olması lazım gelmez.» Bu söz Hılye'nin hunsâları dört safa ayırmasına cevaptır. Çünkü maksad mümkün olan safları tertip üzere beyân etmektir. Velev ki hepsi sahih olmasın. Zira İmdâd nâm eserde bildirildiğine göre hunsâ kendisi gibi bir hunsânın hizâsına duramadığı gibi onun arkasına da duramaz. Çünkü önde olanın ve bir hizada bulunan iki hunsâdan birinin kadın olmasıihtimali vardır.
İmdâd sâhibi bundan sonra şöyle demiştir: «Binaenaleyh hunsaların bir saf olmaları ve her iki hunsa arasında bir hizada sayılmayı önleyecek bir aralık veya mani bulunması şarttır. Bu dikkat Allah'ın lütuf buyurduğu ihsanlardandır. Şu halde şârihin sözü itiraz değil, cevaptır.
Bu surette sahih safların dokuz olduğu meydana çıkar. Lâkin Halebî'nin beyanına göre hizâsına kadın duran kimsenin namazı bozulmak için kadının mükellef olması şart kılındığı ileride görülecektir. Hunsâda kadın gibidir. Nitekim İmdâd'ta da beyân edilmiştir. İlerlemekte hizâsına durmak gibidir. Hatta mumazatın fertleridir. O halde hunsâları bir saf yapmak şart değildir. Meğer ki bâliğ olsunlar. Bu takdirde onları bir saf yapar. Aralarında boşluk veya perde bulunmak şartiyle hür veya köle olmaları fark etmeksizin bir safd dururlar.
Çocuklarına gelince: Onların hür olanlarını ayrı bir saf. sonra köle olanlarını üçüncü bir saf yapar. Hürriyet köleliğe tercih edilir. Çocuklarda bir hizâya durmakla namaz bozulmaz. öne geçmeklede öyledir. Bâliğ olanları öyle değildir. Bu izâha göre saflar onbir olur. Hâşiye yazarının söylediklerinin hulâsası budur.
Ben derim ki: Kınye'de bildirildiğine göre hunsânın hunsâya uyması hakkında iki rivayet vardır. Câizdir rivayeti kıyas değil, istihsandır. Bu rivayet bir hizâya durmakla ve önüne geçmekle bâliğ olsun olmasın namazının bozulmamasını iktiza eder. Şu halde yukarıda İmdât'tan naklettiğimize hacet yoktur. Evet şârih ileride Bahır sahibine uyarak caiz değildir rivayetini kati olarak kabul etmiştir.
METİN
Tahrime ve edâsında müşterek oldukları mutlak bir namazda aralarında mâni bulunmayarak hâlen veya geçmişte müştehât (şehvet çeken) bir kadın velev - Cariye olsun - hiç olmazsa bir uzvu ile erkeğin hizâsında durursa, aynı tarafa dönmüş olmaları şartiyle erkeğin namazı bozulur. Uzvu, Zeyleî baldırda topuğa tahsis etmiştir. Tahrime namazın bir kısmı kılındıktan sonra da olabilir.
Halen müştehad olmaktan murad: Mutlak surette dokuz yaşındaki kız!a, iri olmak şartiyle yedi sekiz yaşlarındaki kızdır. Geçmişteki müştehât kocakarıdır. Aralarındaki mani en az parmak kalınlığında bir arşın miktarı yer yahud bir adam sığacak kadar boşluk olacaktır. Namaz ayni olmasa bile meselâ: Kadın öğleye niyet ederek ikindi kılan erkeğe uysa bile sahih kavle göre her ikisinin namazları bozulur. Sirac. Zirâ mezhebe göre kadının namazı nâfile olarak sahihdir. Bahır. Ve ileride gelecektir. «Mutlak» Tâbiri ile cenaze namazı hâriç kalır. Binaenaleyh bir kadının başka bir namaz kılan erkek hizâsına durması mekruh ise de namazı bozmaz. Edâ hükmende olabilir. İmam namazını bitirdikten sonra lâhık olan bir erkekle kadının namazları bu kabildendir. Mesbûk olurlarsa yahud yolda birbirlerinin hizâsına dururlarsa iş değişir. Kâbe'nin içinde ve karanlık gecede kılınan namazda olduğu gibi muhtelif istikametlere dönerlerse namaz bozulmaz.
İZAH
Tahrimede müşterek olmak kadının namazını. hizâsına durduğu erkeğin namazına yahud onunimamının namazına binâ etmesidir. Bahır.
Edâda müşterek olmak ise biri diğerine imam olmak yahud her ikisi bir imama uymaktır. Bu ya hakikaten edâ ettikleri namazdadır. Nitekim imama yetişen kimsenin namazı böyledir. Yahud hükmen edâ ettiklerindendir. Lâhık böyledir. H. En iyisi edâ yerine te'diye kelimesini kullanmaktır. Ta ki kazâ için mukabili tevehhüm olunmasın. Halbuki muhâzat (bir hizâya durmaları) her namazı bozar. Nehir.
Sadr-ış-Şeria burada iki itiraz ileri sürmüştür.
Birincisi: Edâ tabirini kullanmak tahrime demeye hâcet bırakmaz. Çünkü tahrimede ortak olmadıkça namazın edâsında ortaklık bulunmaz.
İkincisi: Tahrimede ortak olmak şart değildir. Zira imam, yerine bir erkeği geçirdiği vakit o halifeye bir kadın uyarda ayni namazı kılmakta olan bir erkeğin hizâsına durursa adamın namazı bozulur. Halbuki tahrimeleri ortak değildir.
Nehir sahibi birinci itiraza şöyle cevap vermiştir: Ulema tahrimede ortak olmayı söylemişlerdir. Çünkü edâda ortak olmak ona bağlıdır. Bir şeyi sözle bildirmekle o şeye lazım gelmek arasında fark vardır.
Münye şârihi dahi buna şöyle cevap vermiştir: Bu söz bir namazda her ikisinin başka başka imamlara uymasından ihtirazdır. Zira edâ olmakta müşterektirler. Her ikisi için: İmamla edâ etti denilebilir. Lâkın tahrimede müşterek değillerdir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü maksad ikisinin imamı bir olmaktır.
İkinci itirazda şöyle cevap verilmiştir: İmamla cemâat arasında takdiren ortaklık sâbittir. Şuna binaen ki, halîfenin tahrimesi birinci imamın tahrîmesine bağlanmıştır. Bu suretle tahrime itibariyle aralarında ortaklık hâsıl olur.
«Mutlak namaz»dan murad: Allah teâlâya münacaat için söz verdiği rükûlu, sücûdlu veya özürden dolayı imalı namazdır. Bahır.
Zeyleî uzvu baldırla topuğa tahsis etmiş ve şöyle demiştir: «Esah kavle göre muhâzât meselesinde mutaber olan baldır ve topuktur. Bazıları ayağı itibara almışlardır. Binaenaleyh bazılarının kavline göre kadın ayağının bir kısmiyle erkekten geri dursa baldırı ile topuğu erkeğinkinden geride bile olsa namaz bozulur. Esah kavle göre ise bozulmaz. Velev ki ayağının bir kısmı erkek ayağının bir kısmı ile bir hizâda olsun. Meselâ: Ayak parmakları erkeğin topuğunda olsun.
Şu da var ki: Şârih'in: «Zeyleî tahsis etmiştir.» Sözünün muktezâsı «hiç olmazsa bir uzvu ile» ifâdesinin Zeyleî'nin sözünden hâriç olmasıdır. Şu halde o bu meselede üçüncü bir kavil olur. Nitekim Bahr sahibi de öyle anlamıştır. Zeyleî'nin sözünden anlaşılan ise meselede üç kavil olmamasıdır. Olsa üçüncüyü de zikir ederdi. Onun uzuvdan muradı kadının bacağı, erkeğin ise herhangi bir uzvudur. Bunu Nihâye sahibi açıklamıştır. İbâresi şudur: «Muhazat bütün âzaya yahud bazı uzuvlara şâmil olsun diye onu mutlak olarak şart koştuk Çünkü Hulâsa'da Kâdı Nesefi'ye havâle edilerek bildirildiğine göre muhâzat: Kadının bir uzvunun erkeğin bir uzvu hizâsınagelmesidir. Hatta kadın çardakta olurda erkeğin ayağı ondan aşağıda ve hizasında bulunursa ayağı kadının bir uzvu hizâsına geldiği takdirde namazı bozulur. Bu suretin tâyîn edilmesi kadının ayağı erkeğin hizasına gelsin diyedir. Çünkü kadının bir uzvunun hizâda bulunmasından maksat kadının ayağıdır; Başka değildir. Zira ayağından başka bir yerinin erkeğin bir yeri hizâsına gelmesi onu namazının bozulmasını icap etmez.
İmam Kâdıhân'ın Fetâvâsinin «kendisine uymak sahih olanlar ve olmayanlar» faslının ortalarında bu nassan bildirilmiştir. Kâdıhan şöyle demektedir: Kadın evde kocasiyle birlikte namaz kıldığı vakit ayağı kocasının ayağı hizâsında olursa cemâatla namazları câiz değildir. İki ayağı kocasının ayaklarından geride olup kadın uzun ve başı secdeye kocasının başından önce kapanıyorsa her ikisinin namazları câizdir. Zira itibar ayağadır.
Görmüyor musun harem-i şerifin avının iki ayağı haremin dışında, başı içinde olursa o avı almak helâl olur. Bunun aksine olursa helâl olmaz.» Nihâye'nin sözü burada sona erer. Bunu Sirâc sahibi nakl ve tasdik etmiştir.
Kuhistâni'de de şöyle deniliyor: «Muhâzat, kadının ayağı erkeğin uzuvlarından birinin hizâsına gelmektir. Ayak bunun manasında dahildir. Bu Mutarrizî'den nakledilmiştir. Binaenaleyh ayağından başka bir uzvunun erkeğin bir uzvuna denk gelmesi namazı bozmaz.» Bu anlattıklarımızla mezkûr çardak meselesinde ayakla muhazât bulunduğu sabit olmuştur. Bahır sahibinin söyledikleri buna muhaliftir. Ve uzuv ile ayak tabirleri arasında fark yoktur. Bahır sahibinin söyledikleri bunada muhâliftir. Kadın ayağı ile geri çekilerek uyarsa ikisinin namazıda sahihdir. Velev ki bundan rükû ve sücûd hâlinde bazı uzuvlarının erkeğin ayağının veya başka bir uzvunun hizasına gelmesi icap etsin. Çünkü mâni kadının herhangi bir uzvunun erkeğin herhangi bir uzvunun hizâsına gelmesi değildir. Erkeğin ayağının kadının herhangi bir uzvunun hizâsına gelmeside değildir. Mâni yalnız kadının ayağının erkeğin herhangi bir uzvunun hizâsına gelmesidir.
TENBÎH: Bahır sahibi muhâzatı (hizaya durmayı) Zeyleî'nin tefsir ettiği gibi tefsire itiraz etmiş; ve şunları söylemiştir: «Bu tefsir noksandır. Zira ileri yürümeye şâmildir. Ulemanın açıkladıklarına göre bir kadın safa durursa biri sağından biri solundan biri de arkasından olmak üzere üç erkeğin namazını bozar. Binaenaleyh muhazâtın doğru tefsiri Müctebâ'da bildirilendir. Orada: Namazı bozan muhâzât kadının arada bir mâni olmaksızın erkeğin yanı başına veya önüne durmasıdır, denilmektedir.
Nehir sahibi buna şöyle cevap vermiştir: «Kadın Zeyleî'nin kaydettiği gibi ancak arkasındaki adam hizâsında ise onun namazını bozar. Bunu Sirâc sahibi de söylemiş; Hâkim Şehîd de kafi nâmındaki eserinde açıklamıştır.» Tamamı yakında gelecektir.
Metinde «şehvet çeken kadın» denildiğine göre hunsay-ı Müşkilin erkek hizâsına durması namazını bozmayacağı hatıra gelîr. Hakikaten Tatarhâniye'de bozmayacağı açıklanmıştır. Kadın câriye bile olsa bozar. İmdâd nâm eserden naklettiğimize göre hunsâda kadın gibidir. H. Cariye bilediyerek mübâlaaya hâcet yoktur. İhtimal ki (bu bir kalem hatasıdır, doğrusu velev annesi olsun) demek gerekecektir. .Şârih'in Hazâin adlı eserindeki ibâresi: «Velev ki mahremi yahud karısı olsun. Bununla emred hâriç kalır.» şeklindedir.
Şârih şehvet çeken kadını «mutlak surette dokuz yaşındaki kız ilh...» diye izah ediyorsa da Bahır sahibi şöyle demiştir: «Ulema şehvet çeken kadının tarifinde ihtilaf etmişlerdir. Zeyleî ve başkaları bazılarının söylediği yedi veya dokuz yaşa itibar olmadığını, itibar cimaa olduğunu yani iri yarı ve azâsı tam olmak suretiyle cinsi münâsebete elverişli olmasına bakılacağını söylemişlerdir.» Binaenaleyh Şârih'in söylediği mutemed kavil değildir. Zirâ bazan bilhassa bu zamanda dokuz yaşında cinsi münasebete yaramayan kız bulunur. T.
«Yahud bir adam sığacak kadar boşluk olacaktır.» İbâresinin yerinde Mi'rac-üd-Dirâye'de şöyle denilmiştir: «Aralarında bir adam sığacak kadar boşluk veya direk varsa namazın bozulmayacağı söylenmiştir. Kadın öne dururda aralarında bu kadar boşluk bulunursa hüküm yine budur.» Bahır sahibi bunu müşkil saymıştır. Çünkü ulemamızın bil'ittifak imamlarımızdan rivayetlerine göre kadın sağından solundan iki adamın namazını bozar. İki ve üç kadında öyledir. Kadının arkasındaki erkeğin namazı da bozulur. Bir kadın arkasındaki bir erkeğin. iki kadın iki erkeğin namazını bozarlar. Kadınlar üç olursa son safa kadar arkalarından üçer erkeğin namazını bozarlar. imamla erkeklerin arasında bir saf teşkil ederlerse erkeklerin imama uyması sahih olmaz. Eşkâlin izâhı şudur: Kadının arkasındaki erkek yahud kadınların arkasındaki saf ile kadın arasında bir adam duracak kadar aralık vardır. Ulema aralığı kadının yanı başındaki veya arkasındaki erkek hakkında perde gibi saymışlardır. Binaenaleyh kadının arkasında aralık bulunmaksızın onunla bir hizada olmasını aralarında bir erkek duracak kadar boşluk bulunmaması haline hamletmek alettâyin icap eder. Onun için Sirâc'da: Kadın safın ortasına durursa sağından bir kişinin, solundan bir kişinin ve arkasından hizâsından bir kişinin namazı bozulur. Diğerlerinin bozulmaz. Denilmiştir ki gerçekten arkasındakinin onun hizâsında bulunması şart koşulmuştur. Bu da boşluk bulunmasından ihtiraz içindir. Bunu Zeyleî ile Hâkim Şehîd de söylemişlerdir. Kısaltılarak alınmıştır.
Bunun benzerini az yukarda nehirden nakletmiştik. Yine Nehir'de bildirildiğine göre namazın bozulması için bir hizâya durmanın şart kılınması yalnız bir kadının öne geçmesine mahsus değildir. Bütün kadın safı da öyledir. Yani hizâlarına erkek safları durmadıkça namaz bozulmaz.
Hâsılı kadının arkasındaki erkeğin namazını bozmasından murad: Arkadan ona muhazî (bir hizada) olmaktır. Yanı bir adam duracak kadar sağa sola yanlamadan tam uğuruna durmasıdır. Mutlak surette kadının arkasında durması değildir. Bahır sahibinin: «Bir hizâda olması hâline alet-Tâyin hamletmek gerekir.» Sözünden muradı bizim söylediğimizdir. Onun bir hizâya durmaktan muradı hâşiye yazanın anladığı gibi erkeğin kadına yakın olarak arkasına durması, yüzü kadının sırtına bakması, aralarında bir erkek duracak kadar boşluk bulunmaması değildir. Çünkü ulemanın muradı: Kadın arkasındaki safdan bir erkeğin namazını bozar ama iki saf arasında 'bir adam sığacak kadardan daha fazla bir boşluk mutlakâ bulunacaktır, demektir. Eşkâl buradan çıkar. Bahır sahibiverdiği cevaba Sirâc'ın ve diğer kitabların ibâresini şâhid tutmuştur.
Bu ibârelerde saflar sarahaten zikir edilmiştir. Bundan anlaşılır ki onun muradı kadının arkasındaki safda olanların hizasına durması şarttır demektir. Bu sebeple onun ibâresini bizim söylediğimize hamletmek alettayin lâzım gelir. Aksi takdirde erkeklerden bir safdan başka safın namazı bozulmamak, kadınların arkasındaki safdan yalnız üç kişiden başka kimsenin namazı bozulmamak, diğer saflardakilerin namazı sahih olmak lazım gelir.
«Namaz aynı olmasa bile ilh...» ifâdesiyle şârih kuhistânî'nin umum ifâde eden sözüne işaret etmiştir. Kuhistânî: «Farz veya nâfile yahud vâcip veya sünnet olsun» demiş; Yani imam hakkında nâfile veya farz, ona uyanlar hakkında nâfile demek istemiş. «Bunda deli bir kadının erkek hizâsına durmakla onun namazını bozmayacağına işaret vardır. Çünkü onun namazı hakikatta namaz değildir.» demiştir.
Buradaki «sahih kavle göre» ifadesi imam-A'zam'la ebu Yusuf'un kavline binâendir. Onlara göre namazın vasfı bozulmakla aslı bâtıl olmaz. Kadının namazı öğlenin farzı yerine geçmese bile nâfile olarak sahihdir. Binaenaleyh namazın aslına bakarak iki namaz birdir. Velev ki imam bu namaza farz vasfını ziyâde etmiş olsun. Şu halde Şârih'in «kıldıkları namaz ayni olmasa bile» sözü kadının niyetine bakarak suret itibariyle bir olmasa bile» demektir. İmam Muhammed'in kavline göre ise vasfın bozulmasiyle asıl bâtıl olur. O halde kadın hizasına durduğu erkeğin namazını bozmaz. Zira namaz kılmış sayılmaz. Bahır sahibi bu kavli mezhebe muhâlif saymıştır. Bu hususta ileride söz edilecektir.
Mineh nâm eserde: «Bu mesele imama uymak bozulduğu vakit namazın aslı baki olmasına teferrü eder.» Denilmişse de her halde kalem hatası olacaktır. Çünkü imama uymak sahihdir. Fâsid olan farza niyetlenmesidir. Kadının asıl namaz hakkında imama uyması bakidir. Ve bu namaz nâfiledir. Velev ki imam farziyet vasfını ziyâde etmiş olsun. Bunu Rahmeti söylemiştir. «İleride gelecektir.» Yani «imama uymak fâsid olunca kendi namazına başlaması doğru olmaz.» dediği yerde gelecektir.
«Mutlak tabiri ile cenâze namazı hariç kaldığı gibi tilâvet secdesi de hâriç kalır. Nitekim Münye şerhi ile diğer kitablarda beyan edilmiştir. Secde-i Şükür ile secde-i sehvi de buna katmak gerekir. Zira bunlarda da kıyâm halindeki ayak ve baldırla bir hizâda bulunma tahakkuk etmez.
Bir kadının, başka bir namaz kılan meselâ: Başka bir imama uymuş bulunan yahud yalnız başına kılan bir erkeğin 'hizâsına durması mekruh ise de namazını bozmaz. Anlaşılan buradaki kerahet kerahet-i tahrimedir.
Ben derim ki: Mi'rac-üd-Dirâye'de şöyle denilmektedir: «şeyh-ul-islâm kerahet yerine isâet demiştir. Halbuki kerahet daha çirkindir. «Mesbûk olursa iş değişir» (yani erkekle kadının her ikisi imama sonradan yetişirlerse hüküm değişir demek istiyor.) Çünkü tahrimede ortak olsalar da namazın edâsında ortak değillerdir. Mesbûk, kaza ettiği rekatta yalnız kılan hükmündedir. Bundan bir kaç mesele müstesnâdır. Fakat bu mesele onlardan değildir. Nitekim gelecektir.
Biri Mesbûk diğeri lâhık olursa hüküm yine böyledir. Nitekim Halebî izah etmiştir. Ama erkeklekadın hem mesbûk hem lâhık olurlarsa bu hususta Fethul-Kadîr sahibi şunları söylemiştir: «Burada tafsilât vardır. Çünkü ikiside üçüncü rekatta imama uyarda abdestleri bozulur ve gidip abdest aldıktan sonra kaza ederken kadın erkeğin hizâsına durursa: imamın üçüncü veya dördüncü rekatı olan bu cüzü onların birinci veya ikinci rekatı olduğu takdirde namaz bozulur. Çünkü bu iki rekatta ortaklık mevcuttur. Bu rekatlarda her ikisi lahıktır. Üçüncü veya dördüncü rekatta erkeğin hizasına durursa bozulmaz. Zira ortaklık yoktur, her ikisi mesbuktur. Bu hüküm masbuk hem lâhık olan kimsenin evvelâ lâhık olduğu cüzü sonra mesbuk olduğunu kaza etmesi vacip olduğuna binaendir. Bu itibarla bize göre namaz bozulur. Velev ki aksi sahih olsun Züfer buna muhaliftir.»
Nehir sahibi diyor ki: «Evvela yetişemediği rekatı kazaya niyet ederse, meselenin hükmü bunun aksine olmak gerekir.
Yolda birbirlerinin hizâsına durmaktan maksad: Namazda abdestleri bozulup tâzelemeğe giderken yan yana gelmeleridir. Esah kavle göre bununla do namaz bozulmaz. Çünkü o halde namazın kazası ile değil, namazı ıslah ile meşguldürler. Namazın hürmeti içinde de olsalar onun hakikatı ile meşgul sayılmazlar. Namazın hakikatı kıyâm, kıraat ve sâireden ibârettir. Abdest tazelemeğe gidende bunların hiç biri sabit değildir. Binaenaleyh Edâ itibariyle ortaklık mevcud değildir. Tamamı Fetihtedir.
«Kâbenin içinde» diye kayıtla.ması, dışında olurda muhtelif cihetlere dönerlerse hizâya durma meselesi mümkün olmaz.
METİN
Erkeğin namazının bozulması mükellef olduğuna göredir. Mükellef değilse hizasına kadın durmakla namazı bozulmaz. Birde namazının bozulması için imamın namaza dururken -sonra değil- kadına imam olmağa niyet etmesi şarttır. Zâhire göre velev ki namaza dururken kadın orada bulunmasın. Muayyen bir kadına yahud kadınlara imam olmayı niyet ederse niyeti geçerlidir. Kadına imam olmağa niyet etmezse kadının namazı bozulur. Nasıl ki kadına geri çekil diye işâret ederde çekilmezse hüküm yine budur. Çünkü makam farzını terk etmiştir. Fetih. Ulema kadının aklı başında olmasını, erkekle tam bir rükünde bir yerde bulunmalarını da şart koşmuşlardır. Böylece şartlar on olmuş hatta geçmiştir.
İZAH
Erkek mükellef.ise hizâsına kadın durmakla namazı bozulur. İmam değilse kadının namazı bozulmaz. Nehir. İmam ise bütün cemâatın namazları bozulur. Meğer ki kadına geri çekil diye işaret etmiş olsun. Nasıl ki gelecektir.
Bahır sahibi diyor ki: «Erkeğin namazı bozulur. Sözü ile, kadın imama tekbir alırken hizâsına durarak uyar; imamda ona imam olmağa niyet ederse tahrimesi mün'akid olmayacağına işaret etmiştir ki, sahih olan da budur. Nitekim Hâniye'de de böyle denilmiştir. Çünkü namazı bozan bir şey ona başlarken bulunursa mün'akit olmasını önler.» Erkeğin mükellef olması lazımdır. Çünkü namazının bozulması, kadını geri bırakmaya kendisi memur olduğu içindir. Kadını geri çekmezsemakamın farzını terk etmiş olur.
Fetih sahibi şunları söylemiştir: «Bu ta'lilde akıl ve bülûğun şart olduğuna işaret vardır. Zira hitap (ALLAH'ın emri) ancak mükellef olanların fiillerine taalluk eder. Câmi şerhlerinin bazılarında da böyle denilmiştir. Binaenaleyh bu kavle göre hizâsına kadın durmakla sabinin namazı bozulmaz.»
«Sonra değil» ifâdesinden anlaşılıyor ki bu surette kadının erkekle bir hizada namaz kılması sâhihdir. Çünkü ibtidâda müsâade edilmeyen bir şeye sonunda müsâade edilir. T.
Ben derim ki: Kınye'de imamların şerefine işâretle şöyle denilmektedir: İmamın kadınlara imam olmağa niyet etmesi namaza başlarken muteberdir. Başladıktan sonra muteber değildir.» Bu sözden anlaşıldığına göre kadınların uyması sahih olabilmek için bu şarttır. Namaza başladıktan sonra kadına imam olmaya niyet ederse uyması sahih değildir. Hizâsında duranın namazıda bozulmaz.
«Zâhire göre ilh...» buradaki zâhir mânâ Bahır sahibinin anlayışıdır. O bu meseledeki iki rivayeti naklettikten sonra namaza başlarken kadın orada bulunmasa da kadına imam olmağa niyeti daha muvafık görmüştür. Fasî'nin telhîs şerhinde şart olduğunu «deniliyor» sigasiyle ifâde etmeside bunu te'yid eder. (buna temrîz sigası derler ki rivayet edilen sözün zaif olduğuna işarettir.)
İmam muayyen bir kadına yahud kadınlara imam olmayı niyet ederse niyeti geçerlidir. Yani kime namaz kıldırmak istemezse o kadınla muayyen olmayan kadın bir erkeğin hizâsına durmakla onun namazını bozmazlar. Çünkü onların imama uyması sahih değildir. İmam kadına imamlığı niyet etmezse kadının namazı bozulur. Anlaşıldığına göre o kadın farza başlamış sayılmadığı gibi nâfileye dahi başlamış olmaz. Kınye'de rivayet edildiğine göre nâfile hakkında iki kavil vardır. Bu, imama uyması fâsid olunca kendi kendine namaza başlamış olur mu olmaz mı meselesine binaendir ki, ileride ondan söz edilecektir.
TENBİH
Musannıfın mutlak olan sözünden anlaşılıyor ki, imam bu kadına imam olmağa niyet etmedikçe cuma ve bayram namazlarında dahi namazı sahih olmaz. Niyet etmesi onlarda da şarttır.
Nehir sahibi diyor ki: «Bir çok ulema buna kail olmuşlardır. Ancak ekseriyet cuma ve bayramlarda niyetin şart olmadığını söylemişlerdir. Esah olan da budur. Nitekim Hulâsada da böyle denilmiştir. Zeyleî ekseriyetin şarttır dediğini söylemiştir. Cenâze namazında kadına imam olmağa niyetin şart olmadığına ulema ittifak etmişlerdir.» kezâ kadının namazı bozulur. îfâdesinden anlaşıldığına göre bu kadın hiç bir kimsenin hizasına durmazsa imama uyması sahih olur. Velev ki imam ona imam olacağına niyet etmesin. O halde kadının imama uyması sahih olmak için imamın ona imam olmağa niyet etmesi şart değildir. Ancak birinin hizâsına durursa o başka. Durmazsa şart değildir. Musannıf niyet bahsinde bu meselede ihtilaf olduğunu söylemişti. Biz de orada Hılye'den naklen: Kadının öne geçip imam veya cemaattan birinin hizâsına durmamasının şort olduğunu, öne geçerde birinin hizâsına durursa imama uyması bozulacağını, namazının tamamlanmayacağını söylemiştik. Nihâye nâm eserde burada bu kavlin imam-A'zam'ın ilk kavli olduğu bildirilmiştir. Bundan anlaşılan, son kavlinin mutlak surette niyeti şart koşmasıdır. Amelin son kavle göre olduğuâşikardır. Onun için Muhtarın metninde mutlak olarak: «Kadın erkeklerin namazına giremez. Meğer ki imam ona da niyet etmiş olsun.» denilmiştir. Bu ibârenin bir benzeride Mecmâ metnindedir. «Nasıl ki kadına geri çekil diye işaret ederse çekilmezse hüküm yine budur.» (yani kadının namazı bozulur.)
Fetih sahibi diyor ki: «Zâhire ve Muhit'te bildirildiğine göre kadın, imam namaza başlamayıp kadına imam olmağa niyet ettikten sonra imamın hizâsına durursa bir veya iki adım ilerlemek suretiyle onu geri almak mümkün değildir. Çünkü bundan kerahet vardır. Şu halde onu geri almak işaretle ve benzeri bir şeyle olur. Bunu yaparsa onu geri almış sayılır. Kadına da gerilemek lazım gelir, gerilemezse makamın farzını terk etmiş olur ki, onun namazı bozulur, imamın namazı bozulmaz.
Fetih sahibinin «namaza başlayıp» demesinden anlaşılıyor ki. kadın imam namaza başlamadan gelirde imamın hizasına durduğunda imam ona imam olmağa niyet eder ve geri çekilmesini işaret etmiş bulunursa imamın namazı bozulur. Şu halde gerileme işareti ancak kadına imam olmağa niyet ederek namaza başladıktan sonra gelirse o zaman fayda verir. Tahtavî: «Anlaşılan imam kelimesi bir kayd değildir.» demiştir. Yani namaza başladıktan sonra bir erkeğin hizâsına durur; o da kendisine geri çekilmesini işaret ederde çekilmezse kadının namazı bozulur; erkeğin namazı bozulmaz. Demek istemiştir. Bunun şartlardan sayılması ve: «Erkeğin namaza başladıktan sonra geldiğinde ona geri çekil diye işaret etmemişse» denilmesi gerekir. Bir de bunun bâliğ kadın hakkında olması icap eder. Bülûğa ermeyen kız çocuğu makamın farziyeti ile mükellef değildir.
Ulema erkekle kadının tam bir rükünda bir yerde bulunmalarını da şart koşmuşlardır. Hatta biri yüksek bir yerin üstünde diğeri yerde olursa erkeğin namazı bozulmaz. Bunu Münye şârihi söylemiştir. Bu mesele birbirlerinin hizâsına durmalarından biliniyorsa da ulema yine de ayrıca zikir etmişlerdir.
Fiilen tam bir rükün edâ edinceye kadar bir yerde bulunmaları imam Muhammed'e göredir. Ebu Yusuf'a göre bir rükün miktarı bulunmaları şarttır. Haniye'de: «Birbirinin hizasında bulunmak az olsun çok olsun namazı bozar.» denilmiştir. Bahır sahibi: «Musannıfın mutlak olan sözünden bunu tercih ettiği anlaşılıyor.» demiştir.
METİN
Kendisinden şehvetlenilen yakışıklı tüysüz delikanlı ile bir hizâda namaza durmak mezhebe göre namazı bozmaz. Bu söz Mahbubî'nin câmiinde ve Dürer-ül-Bıhar'da beyan edilen bozulur iddiasını zayıflatır. Çünkü namazın bozulması kadında şehvetle illetlendirilmemiş; ibn-i Hümâm'ın tahkikine göre makamın farzını terk etmekle illetlendirilmiştir. Erkeğin kadına, hunsâya ve çocuğa uyması mutlak surette sahih değildir. Esah kavle göre velev ki cenâze ve nâfile namazında olsun.
İZAH
Şârih tüysüz delikanlıyı (ki buna emred derler) kendisinden şehvetlenilen diye kayıtlamıştır. Çünkü hilâfın biri burasıdır. Yoksa başkası bil'ittifak namazı bozmaz. «Çünkü namazın bozulması kadındaşehvetle illetlendirilmemişti.» Yani namazın bozulmasına sebep şehvet değildir. Onun için ihtiyar nene ile anne ve kızı gibi mahreminin namazı bozduklarını söyledik, yedi yaşındaki küçük kız gibi şehvet haddine ulaşmamış kimselerde namazın bozulmaması ise kadınlar derecesine ulaşamadığı içindir. Bu sebeple kadınların geri bırakılması emri zâhirde ona şâmil değildir. Benim anladığım budur.
«Erkeğin kadına, hunsaya ve çocuğa uyması mutlak surette sahih değildir.» Buradaki kadın tabiri bâliğ olan ve olmayan bütün kadınlara şâmil olduğu gibi, hunsâ dahi şâmildir.
Erkeğe gelince: Bundan bâliğ olan kasdedilirse, mefhumu ile çocuğun kadına ve hunsâya uyması sahih olduğunu iktiza eder. Yalnız erkekliği kasdedilirse çocuğun çocuğa uymasının sahih olmadığını iktiza eder ki bunların ikisi de vâki değildir. İbârenin doğru şekli şöyle olmalı idi: «Erkeğin kadına ve hunsaya. adamın çocuğa uyması sahih değildir.» Bunu Halebî, üstâdı Seyid Ali el Basîr'den nakletmiştir.
Ben derim ki: Hâsılı imamla cemaattan her biri yâ erkek yâ kadın yahud hunsâdır. Bunların herbiri ya bâliğtir yahud değildir. Baliğ erkeğin imamlığı hepsine sahihdir. Ama kendisi yalnız misline uyabilir. Bâliğ kadının mutlak olarak yalnız kadına imamlığı kerahetle sahihtir. Erkeğe, kendi misline ve bâliğ hunsâya uyması sahihtir; fakat mekruhtur. Zira hunsânın kadın olmak ihtimali vardır. Bâliğ hunsânın yalnız hunsâya mutlak surette imamlığı sahihtir. Erkeğe imam olamadığı gibi kendi misline de imam olamaz. Çünkü kendisinin kadın, cemaat olan hunsânın erkek olması ihtimali vardır. Erkeğe uyması sahihtir. Kendi misline ve mutlak surette kadına uyması sahih değildir. Zira erkek olması ihtimali vardır.
Bâliğ olmayan hunsâya gelince: Şâyed erkek ise kendi misline erkek, kadın ve hunsâ olsun imam olması sahihdir. Erkeğe uyması mutlak surette sahihdir. Kadın ise yalnız kendi misline imam olması sahihtir. Sabinin imam olması ihtimallidir. Kendisinin bunların hepsine uyması sahihtir. Hunsâ ise kendi gibi bir kadına imam olması sahihtir, Baliğ kadına imam olamadığı gibi erkek veya hunsaya da mutlak surette imam olamaz. Kendisinin yalnız erkeğe uyması mutlak olarak sahihtir. Kâidelerden alarak benim anladığım budur.
«Velev ki cenâze ve nâfile namazında olsun.» İfâdesi çocuğa uymaya râci olan mutlak sözün beyânıdır.
Usturuşnî diyor ki: «Cenaze namazında çocuğun imam olması câiz olmamak gerekdir. Anlaşılan budur. Çünkü bu namaz farz-ı kifâyelerdendir. Çocuk ise farzı edâya ehil değildir. Lâkin bu söz selam almakla müşkilleşir. Bir kimse bir cemaata selam verirde selamı bir çocuk alırsa caizdir.»
Ben derim ki: Usturuş'nînin ta'liline göre çocuğun imam olması şöyle dursun yalnız başına cenâze namazı kılarsa baliğ kimselerden borç sâkıt olmaz. Tahrir şârihi bunu mezhebin kitablarında bulamadığını söylemiştir; «mezhebin temel kitaplarından anlaşılan sâkıt olmamasıdır.» demiştir. Yani Ulema: «Çocuk vücûbe ehil değildir.» Dedikleri için borcun sâkıt olmadığı anlaşılmıştır.
Ben derim ki: Buna göre yukarıda geçen selam meselesi müşkil kaldığı gibi ulemanın açıkladıklarıbülûğa yaklaşan çocuğun ezanı kerahetsiz câizdir.» Sözü de müşkil kalır. Halbuki ezanın vacip olduğunu söyleyenler vardır. Meşhur kavle göre ezan okumak günahın lâhık olması hususunda vâcibe yakın bir sünnet-i müekkededir. Kezâ ulemanın beyan ettikleri: «Beraetli bir çocuk cuma günü hutbe okurda namazı bâliğ biri kıldırırsa câizdir.» Sözü ve: «Çocuk hayvan kesmeyi akıl eder ve besmeleyi bilirse yani besmele çekmenin emir olunduğunu bilirse câizdir.» Sözleri karşısında da müşkil kalır. Usturuşnî'nin: «Çocuk cenaze yıkarsa câiz olur.» ifâdesi de böyledir. Yani bununla vücûp sâkıt olur. Binaenaleyh. onun cenaze namazı kılmasiyle vücûbun sâkıt olması evleviyette kalır. Çünkü cenaze namazı duadır. Çocuğun duası meleklerin duasından daha makbuldür.
Ulemanın: «Çocuk vüçûbe ehil değildir.» Sözü her halde vücûbe mükellef değildir manasına olsa gerektir. Bu, ise çocuğun fiiliyle mükelleflerden sâkıt olmasına ve çocuğun fiilinin vâcip yerine geçmesine aykırı değildir. Feth-ul-kadîr sahibinin mürted bâbında yaptığı şu açıklama bunu te'yid eder: «Çocuk iman için iki şehadeti getirirse farz yerine geçer. Bülûğa erdikten sonra başka bir ikrarla imanını tazelemesi lazım gelmez. Hatta çocuğa iman farz değildir; diyenlerin kavline göre de lazım gelmez. Binaenaleyh müsâfir gibi olur. Müsâfire cuma namazı farz değildir. Fakat kılarsa farz sâkıt olur.» Bu söylediklerin müslüman olurken geçerlidir. Çünkü müslümanlığı kabulün nâfilesi yoktur. Getirilen şehâdet ancak farz yerine geçer.» Denilirse şöyle cevap verilir: Maksad o kimsenin farzı edâya ehil olduğunu isbâttır. Ve bununla sâbit de olmuştur. Bu söz cenâze hakkında da söylenebilir. Zira onun da nâfilesi yoktur. Ama çocuğun ezanı, hutbesi, besmelesi ve selam alması ile yetinmek onun kıldığı cenâze namaziyle iktifa edileceğine delildir. Evet, çocuk vakit içinde namaz kılarda sonra yine vakit içinde bulûğa ererse mesele müşkil olur. Zira ilk kıldığı nâfile olduğu için o namazı tekrar kılar. Buna şöyle cevap verilebilir: Mûteber olan vaktin sonudur. Çocuk o anda bâliğ bulunmaktadır. Vücûbe sebep olan vakit mevcud olduğu için namazı tekrar kılması icap eder. İlk kıldığında vakit, sebep vücûp değildi. Ve sanki o kimse kendi hakkında sebep,vücûp bulunmaksızın namaz kılmış gibi olur. Bu sebeple o namazı forz yerine geçirmek mümkün olmaz. Cenaze namazı öyle değildir. Onun sebebi cenazenin gelmesidir. Bu sebep baliğ olmazdan önce •de mevcuttur. Onun için farz yerine geçmesi mümkündür.
Bütün bu söylediklerimiz ifâsı için bulûğ şart olmayan şeyler hakkındadır. Binaenaleyh: «Çocuk hac ederse bulûğa erdikten sonra tekrar hac etmesi tazım gelir.» Şeklinde bir itiraz varid olamaz. Çünkü farz olan haccın şartlarından biri de bülûğ ve hürriyettir. Nâfile hac böyle değildir. bundan anlaşılır ki, çocuğun cenaze de dahi imam olması sahih değildir. Velev ki «o çocuğun namazı sahihdir; bununla mükelleflerden borç sâkıttır.» demiş olalım. Çünkü bâliğ kimselere imam olmanın şartlarından biri bülûğdur. Bu yeri izah ederken benim hatır;ma gelen budur. Sen bunu ganimet bil! Çünkü bundan başka hiç bir kitabda bulamayacaksın! Hamd Allah'a mahsustur.
«Esah kavle göre velev ki nâfilede olsun.» Burada Hidâye sahibi şunları söylemiştir: «Teravih ile mutlak sünnetlerde Belh uleması bunu câiz görmüş; bizim ulemamız câiz görmemişlerdir. Bazıları mutlak nâfilede İmam Ebu Yusuf'la İmam Muhammed arasında hilâf olduğunu tahkik etmişlerdir. Muhtar kavle göre bütün namazlarda caiz değildir.» Mutlak sünnetlerden murad, beş vaktin sünnet-i müekkedeleriyle bir rivayete göre bayram namazlarıdır. Vitir, husûf, küsûf namazlarıyle yağmur duasında kılınan namazlarda imameyne göre böyledir.» Fetih.
METİN
Kezâ deliliği daimi yahud bazan kesilen deliye kendine geldiği haller dışında uymak, sarhoş ve bunağa uymak da sahih değildir. Bunu Halebî söylemiştir. Temiz bir kimse özür sahibine uyamaz. Bu abdesti hadesle birlikte aldığına yahud hades abdest üzerine ârız olduğuna göredir. Özrü kesildikçe abdest alırda o halde kılarsa sahihdir. Nitekim kan aldıran bir kimse kanın kesildiğinden emin olursa ona uymak, kadının kendi misline, çocuğun kendi misline, özürlünün kendi misline, iki özürlünün bir özürlüye uyması da böyledir. Aksi câiz değildir. Meselâ: Daimî yellenen kimsenin sidiğini tutamayana uyması böyledir. çünkü imamda hem hades hem necâset vardır.
Müçtebâ'da ki: «Mumasile uymak sahihdir. Yalnız üç kişi müstesnâdır ki onlar da hunsay-ı müşkil, hayzını şaşıran ve istihâza kanı gören kadındır.» İbâresi yeni hayz ihtimalinden dolayı diye tefsir edilmiştir. İhtimal ortadan kalkarsa uyması sahih olur.
İZAH
Deliliği daimî olan kimseye uymanın sahih olmaması da delinin namazı olmadığındandır. Çünkü niyeti tahakkuk etmez bir de temizliği yoktur. Ama deli kendine gelir ve ayılırsa o halde kendisine uymak sahihtir. Nitekim Bahır'da Hulâsadan naklen böyle denilmiştir. Zâhirine bakılırsa namazdan önce ayıldığı tahakkuk etmedikçe kendisine uymak sahih olmaz. Hatta bir kimsenin delirip ayıldığını bilirde namaz vaktinde ne halde olduğunu bilmezse ona uymak sahih olmaz. Delirdikten sonra ayıldığı bilinirse sahih olmak gerekir. Asıl ile yani sağlamlıkla istihap ederek deliliğin yeniden gelmesi ihtimaline itibar yoktur. Zira delilik ârızî bir hastalıktır.
BUNAK: Aklı az olan kimsedir. Bazıları: «Delilikten başka bir şaşkınlıktır.» demişlerdir. Muğrib'te böyle denilmiştir. UIema bunağı çocuk hükmünde saymışlardır.
Özürlünün özürlüye uyması özürleri bir cinsden olduğuna göre sahihtir. Özürleri bir cinsden değilse uymak sahih olmaz. Nitekim Zeyleî'de, fetih'de ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Sirâc'ın ibâresi şöyledir: Sidiğini tutamayan kimse kendi gibisinin arkasında namaz kılabilir. Ama hem sidiğini tutamayan hem de daimî yellenen birinin arkasında kılarsa câiz değildir. Çünkü bu takdirde imam iki özür sahibi cemaat olan ise bir özürlüdür.» Cevhere'de dahi böyle denilmiştir. Mezkûr ta'lilden anlaşıldığına göre özrün bir olmasından murad eserin birliğidir. Aynın birliği değildir. Aksı takdirde temsilde: «Ama daimî surette yellenen birinin arkasında kılarsa...» demesi yeterdi. Ta'lilde de: «Özürleri değişik olduğu için» demeli idi. Onun için bahır sahibi: «Bundan anlaşıldığına göre sidiğini tutamamakda yara ile birleşenler kabilindendir. Sidiğini tutamamakla büyük çişini tutamamak da öyledir.» demiştir. Yani eser hususunda birleştikleri için demek istemiştir. Zira her biri hades ve necâsettir. Velev ki sidik tutamamak yaranın ayni olmasın.
Lâkin Nehir sahibi buna itiraz etmiş; bunun sidiğini tutamayan kimsenin daimî yellenene uymasının câiz olmasını gerektirdiğini söylemiş: «bu vaki değildir, zira özürleri başka başkadır» demiştir.
Bu söz birleşmeden murad aynin birleşmesi olmasına binaendir. El-münyet-ül-kebîr şerhinde bildirilenin ifâde ettiği mânâ budur. Hılye sahibi dahi: «Sidiğini tutamayan kimsenin pekinmeyen yara sahibine uyması yahud bunun aksi sahih değildir. Nitekim mezhep budur. Çünkü özürlünün kendisi gibi özürlüye uyması özürleri bir ise sahihtir. Başka başka ise sahih değildir.» demiştir.
Bundan anlaşılıyor ki, en güzeli Nehir'in ibâresidir. şârih'in de âdeti vechile onu takip etmesi gerekirdi. Buradaki sözünde şârih Bahır sahibine tabi olmuştur. Hazâin nâm eserinde de öyle yapmış: «Özürleri birleşirse özürlünün kendisi gibi bir özürlüye uyması sahihdir». Meselâ Sidiğini tutamayan kendi gibi birine yahud yara sahibine yahud daimî surette yellenene uyması böyledir. Özürleri birleşmezse sahih değildir. Meselâ: Daimî yellenen, sidiğim tutamayana uyamaz. Çünkü imamda hades ve necaset vardır.» demiştir. Gördüğün gibi bu söz mezhebe muhaliftir. «Yani hayz ihtimalinden dolayı» bir de uyan hunsânın erkek, imam olanın kadın olması ihtimalinden dolayıdır. Sonra bu hüküm hayzını şaşıran hakkında acıktır. Kınye sahibi bunu şöyle açıklamıştır: «Hayzını şaşıranın hayzını şaşırana uyması caizdir. Diyen fena halde yanlıştır. Çünkü hayızlıya uymuş olması ihtimali vardır.» İstihaza kanı gelen kadın hakkında ise müşkildir. Zira hakikatta istihazalı kadının hayzlı olması ihtimali yoktur. Meselâ: Kan görmesi on günü, nifas kırk günü aşan kadın böyledir. Meğer ki bu kadından üç gün tamam olmadan evvel başlayan gibi biri kasd edilmiş ola!
Böylesi mücerred kanı görmekle namazı bırakır. Üç günü tamamlarsa ne âlâ! Tamamlamazsa kaza eder. Bu kadının üç gece önceki hâlı hayzada istihazayada ihtimallidir. Hayzında âdet sahibi olan kadın da öyledir. Adetinden fazla kan görürse ihtimal kanı on günde kesilmiştir. Bu takdirde hayızlı sayılır. İhtimal ki on günden fazla müddette kesilmiştir. O zaman istihazalı olur. Ve kendisi gibi bir kadının ona uyması câiz olmaz.
Rahmeti diyor ki: «Benim Müçtebâ'da gördüğüm şudur: İstihazalının iztihazalıya uyması caizdir. Şaşıranın şaşırana uyması ise câiz değildir. Nasıl ki hunsay-ı müşkile uymasıda câiz değildir.» Bunda bir işkâl yoktur. İhtimal bahır sahibinin nüshası tahrif edilmiştir. Diğerleride ona tabi olmuşlardır.
Lâkin Kuhistanî'nin ibâresi buradakine uygundur. Şu da var ki, Kınye'de hunsây-ı müşkil hakkında iki rivayet olduğu bildirilmiştir.
METİN
Kur'an'dan bir âyet ezber e.den kimsenin hiç bir âyet ezber etmeyene, Avreti örtülü olanın çıplak kimseye, rükû ve secdeye iktidarı olanın bunlara iktidarı olmayana, farz kılanın nafile ve başka bir farz kılana, nezir edenin nezir edene ye nezir edenin yemin edene uyması sahih değildir.
Kur'an'dan hiçbir şey ezber etmeyen kimse ümmidir. Ümmî dahi dilsize uyamaz. Çünkü ümmi tahrimeye muktedirdir. Binaenaleyh aksi sahihtir.
Çıplak bir kimse bir çıplak ile iki giyimliye imam olsa imamın ve onun gibi olanın namazları bil'ittifak câizdir. Yaralının bir yaralı ile bir sağlama imam olması da böyledir.
Rükû ve secdeye iktidarı olanın bunlardan âciz olana uyamaması kuvvetli zaif üzerine binâ edileceğiiçindir.
Farz kılanın nâfile ve başka farz kılana uyamaması, bize göre iki namazın bir olması şart olduğundan, hazreti Muaz'ın peygamber (s.a.v.)'le nâfile kıldığı. kavmine ise farz kıldırdığı sahihdir. Nezir eden kimse nâfile kılana ve kezâ farz kılana uyamaz. Çünkü bunların her bir başka bir farz kılan gibidir. Meğer ki biri aynen diğerinin nezir ettiğini adamış olsun. Çünkü bunda namazlar birdir. Nezir eden kimse yemin edenede uyamaz. Zira nezir edilen daha kuvvetlidir. Bunun aksi sahihtir. Yani yemin eden kimse nezir edene, yemin edene ve nâfile kılana uyabilir.
İki rekat tavaf namazını kılan iki kişi nezir eden iki kişi gibidirler. Müştereken bir nâfile namaz kılarda sonra onu bozarlarsa birinin diğerine uyması sahih olur. Ama o namazı ayrı ayrı bozarlarsa uyması sahih olmaz Öğleyi kılarda her biri diğerine imam olmayı niyet ederse sahih olur. İkiside imama uymayı niyet ederlerse sahih olmaz. Aradaki fark açıktır.
İZAH
«Hiç bir âyet ezber etmeyen» İfadesi bütün Kur'an'ı yahud ekserisini ezber bilen fakat manayı bozacak şekilde yanlış okuyan kimseyede şâmildir. Zira Bahır'da: «Bize göre ümmi (okuyup yazma bilmeyen kimse) farz olan kıraatı iyi okuyamayandır. Şâfii'ye göre ise Fâtiha'yı iyi okuyamayandır.» denilmiştir.
Ümmi olan kimse dilsize uyamaz. Ama dilsiz dilsize yahud ümmi ümmiye uyabilir. Bunu Ebu-s-Süûd'dan naklen Tahtavî söylemiştir. «Aksi sahihtir.» Ta'lil üzerine getirilmiş fer'î bir meseledir. Zira ümminin tahrimeye muktedir olması hâlinin dilsizden daha kuvvetli olduğuna delildir. Onun için dilsizin ona uyması sahih, aksi sahih değildir. Bunun mefhumu şunu ifâde eder ki, kudreti yoksa birbirlerine uymaları sahihtir.
Çıplak bir kimse, bir çıplak ile giyimliye imam olsa imamın ve onun gibi olanın namazları bilittifak câizdir. Fakat ümminin bir ümmi ile bir okuyana imam olması böyle değildir. Çünkü İmam-A'zam'a göre hepsinin namazları bozulur. Ümminin okuyan birine uymak şartiyle namazı kıraatlı sayılabilir. Zira imamın okuması onun da okuması demektir. Ama imamın abdesti ve tesettürü hükmen cemâat olanın abdest ve tesettürü yerine geçemez. Böylece ayrılırlar. Bahır.
Rükû ve sücûdden âciz kalan kimse bunları imâ ile ayakta veya oturarak yapandır. Oturarak rükû ve secde yapabilirse ona uyması câizdir. Nitekim gelecektir.
Tahtavî diyor ki: «İtibar secdeden âciz kalmayadır. Hatta secdeden âciz kalırda rükûa kudreti olursa imâ ile kılar.»
«Farz kılanın nâfile ve başka bir farz kılana uyması sahih değildir.» Farzların isim veya sıfat itibariyle değişik olması musavidir. Meselâ dünkü öğleyi kılan bugünkü öğleyi kılana uyamaz. Ama bu kimseler bir günün namazlarında birim kılmamışlarsa câizdir. Keza bir kimse ikindinin iki rekatını kıldıktan sonra güneş batar da son rekatlarında başka bin ona uyarsa câizdir. Çünkü namaz birdir. Velev ki uyan kimse için kaza olsun. Cevhere.
«Hazreti Muaz'ın Peygamber (s.a.v.)le nafile kıldığı, kavmine ise farz kıldırdığı sahihtir.» Yanı bizim imamlarımıza g6re bu hadis sahih ve başka rivayete müreccehtir.
Bu ifâde İmam Şafiî'nin istidlaline cevaptır. Şâfiî farz kılanın nâfile kılana uyabileceğine Buharı ile Müslim'in sahihlerindeki Muâz hadisiyle istidlâl etmiştir. Mezkûr hadîste: «Muaz Rasülullah (s.a.v.) yatsıyı kılar, sonra kavminin yanına dönerek ayni namazı onlarada kıldırırdı denilmektedir. Cevap şudur. Hz. Muazı kavmi şikayet edince Rasulullah (s.a.v.) ona «Yâ Muaz, fitneci olma! Yâ benimle kıl; yahud kavmine kıldırırken hafif tut!» buyurmuştur. Bunu imam Ahmed rivayet etmiştir. Hafız İbn-i Teymiye: «Bu hadisde farz kılanın nâfile kılana uyamayacağına delil vardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)le birlikte kılınca başkasına imamlık yapamayacağını gösteriyor. Onunla birlikte nâfile kılması başkalarına imam olmasına bil icmâ mâni değildir. Bundan anlaşılıyor ki, Rasûlüllah (s.a.v.) le birlikte kıldığı yatsı namazları nâfiledir.» diyor.
İmam Kurtubî dahi «el-müfhim» adlı eserinde: «Bu hadis hazreti Muaz'ın peygamber (s.a.v.)le birlikte kıldığı namazın nâfile olduğuna delildir. Kavmine kıldırdığı ise farzdır.» demiştir. Tamamı Nuh efendi haşiyesiyle feth-ul-Kadîr'dedir. Nezir eden kimse nâfile kılana uyamaz. Çünkü nezir vaciptir. Kaviyi zaif üzerine bina etmek lazım gelir. (ki câiz değildir.) H. Birinin aynen diğerinin nezir ettiği namazı nezir ettim.» demekle olur. «Çünkü bunda namazlar birdir.» Arkadaşının nezir ettiği namazı nezir edince ikisi aynı namazı nezir etmiş gibi olurlar. Her biri ayrı ayrı namaz nezir ederlerse iş değişir. Çünkü birinin nezri ile vacip olan namaz diğerininki gibi değildir. Ve birinin neziri diğerinin nezirinden daha kuvvetli değildir. Nezir edilen namaz yemin edilen namazdan daha kuvvetlidir. Zira yemin etmekle namaz nâfile olmaktan çıkmaz. Görmüyor musun o kimse muhayyer kahr. İsterse namazı kılar ve yemininde sâdık olur. Dilerse kılmaz; kefaret verir. Onun için yemin edenin yemin edene ve nâfile kılana uyması caizdir. Mineh'de Bahır'a uyarak: «Bundaki vücüp ârızidir.» denilmişsede doğru değildir. Onun için Şârih onu söylemekten vaz geçmiştir. Rahmeti.
Ben derim ki: Bunu ulemanın yeminler bahsinde söyledikleri şu söz te'yid eder: «Üzerine yemin edilen şey farz ise yemininde durmak vacibtir. Mâasiyet üzerine yemin etmişse o yemininden dönmek vaciptir. Yemin etmediği ettiğinden daha hayırlı ise yeminden dönmesi tercih olunur. Her ikisi müsâvî iseler yemininde sadık kalmak tercih edilir.
Hulâsa'da bildirildiği vecihle namaz için yemin...» Vallah iki rekat namaz kılacağım!» demekle yapılır. Yemin edenin yemin edene uymasının câiz olması yemin etmekle namaz nâfile olmaktan çıkmadığı içindir. Ve nâfile kılan nâfile kılana uymuş olur. Münye şerhinde bu şöyle ta'lil edilmiştir: «Çünkü vacip olan yeminin de durmaktır. Her iki namaz haddizatında nâfile olarak kalırlar.» Yemin edenin nâfile kılana uyması sahihtir. Zira üzerine yemin edilen şey nâfiledir. H. Bahır'da: «Bunun Vacip olduğu da söylenir. Çünkü yeminde durmak tahakkuk etmiştir. Binaenaleyh nâfile kılanın arkasında namazı caiz olmamak lazım gelir.» Denilmişse de buna verilen cevabı gördün!
«İki rekat tavaf namazını kılan iki kişi nezir eden iki kişi gibidirler. Yani birbirlerine uymaları câizdeğildir. Çünkü sebep değişiktir. Birinin tavafı diğerinin tavafından başkadır. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Gerçi Hâniye'de: «Bu câizdir. Ve nâfile kılanın nâfile kılana uyması kabilindendir.» Denilmişse de anlaşılan bu söz tavaf namazının sünnet olduğunu bildiren kavle göredir. Bahır sahibinin incelemesi de bunu te'yid eder. O: «Tavaf namazının sünnet olduğunu bildiren kavle göre uymanın câiz olması gerekir.» demiştir.
«Müşterek bir nâfile namaz kılar da sonra onu bozarlarsa birinin diğerine uyması sahih olur. Çünkü namaz birdir. Biri diğerinin nezir ettiğini adamış gibi olur. H. Ama o namazı ayrı ayrı bozarlarsa uyması sahih olmaz. Zira sebep değişiktir. Nezir edenler gibi olmuşlardır. «Aradaki fark açıktır.» Ve şudur: İmam kendi nefsi hakkında yalnız kılan hükmündedir. O ancak başkası kendisine uymak şartiyle imam olur. Binaenaleyh ikiside yalnız kalmışlardır. Uyan kimsenin ise namazı ancak uymaya niyet etmekle sahih olur. Halbuki namazını başkasının namazı üzerine binâ etmeğe niyet eden kimseye uymak sahih değildir.
METİN
Lâhık ile Mesbûk da kendileri gibilere uyamazlar. Çünkü yalnız kılınacak yerde imama uymanın namazı bozduğu takarrur etmiştir. Aksi de böyledir. öğle namazı gibi seferle değişen namazlarda vakit çıktıktan sonra müsâfirin mukîme uyması câiz değildir. Mukîm ister vakit çıktıktan sonra iftitah tekbiri alsın; ister vakit içinde olup da vakit çıktıktan sonra müsâfir ona uysun (hüküm değişmez.) Ama müsâfir vakit içinde tekbir alırda sonra vakit çıkarsa sahih olur. Ve imamına tâbi olarak namazını tamamlar. Vakit çıktıktan sonra tekbir alırsa farzı değişmez; ve ilk iki rekatta yahud ikincide imama uymakla ka'de (oturuş) veya kıraat hakkında nâfile kılana uymuş olur.
Yerde olan vâsıta üzerindekine uyamadığı gibi bir hayvan üzerinde bulunan diğer hayvan üzerindekine de uyamaz. Ama onunla beraber bulunursa uyması sahih olur.
Esah kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyamaz. Nitekim Müçteba'dan naklen Bahır'da da böyle denilmiştir. Halebî ile ibn-i Şıhne bunun ümmi gibi dâimî şekilde farz olmak üzere gücünü sarf ettikten sonra câiz olmayacağını kaydetmişlerdir. Böylesi ancak kendi gibisine imam olabilir. Güzel okuyan birine uymak mümkün ise yahud gücünü sarf etmezse veya farz miktarı peltek okumadığı bir yerde bulursa namazı sahih olmaz. Peltek hakkında sahih ve muhtar kavil budur yalnız bir harfi söyleyemeyen yahud fâyı tekrarlamadan çıkaramayanda böyledir.
İZAH
Lâhık ile masbûk kendileri gibilere uyamadıkları gibi lâhık mesbûka, mesbûk lâhıka dahi uyamaz. H. «Çünkü yalnız kılınacak yerde imama uymanın namazı bozduğu takarrur etmiştir.» Sözü mesbûk mesbûka yahud mesbuk lâhika uyulacak yerde yalnız kılmak sözü lâhik lâhika yahud mesbûka uyduğu zaman yerindedir. Şarihin «Akside böyledir.» yani imama uyulacak yerde yalnız kılmak. Zira lâhık, imamından başka birine uymak isterse evvelâ imamından ayrılmışda sonra uymuş gibi olur. Ve imama uyulacak yerde yalnız kıldı denilebilir. H.
«Müsâfirin mukime uyması câiz değildir.» İfâdesinin izâhı şudur: Vakit çıkmadıkça müsâfir namazı tamamlamayı kabul eder. Mükîm olmayı niyet eder yahud mukim olan imama uyarda ona tâbiolursa namazını tamam kılar. Çünkü sebep yani vakit bâkidir. Fakat vakit çıkarsa artık zimmetinde namaz iki rekat olarak takarrur etmiştir. Mukim olmakIa yahud başka bir sebeple tamam kılmasına imkân yoktur. Hatta o namazı memleketinde bile olsa iki rekat olarak kazâ eder. Vakit çıktıktan sonra mukîm bir imama uyarsa ister vakit çıktıktan sonra ister vakit içinde iftitah tekbiri alsın söylediğimiz ve söyleyeceğimiz sebepten dolayı sahih olmaz. Vakit içinde uyarsa böyle değildir. Zira o namazı tamam kılar. Sebebini beyân ettik.
Musannıfın: «Seterle değişen» demesi sabah ve akşam namazlarından ihtiraz içindir. Çünkü bunlar değişmediği için vakit içinde ve vakit dışında uyması sahih olur. Şârih'in «imama uyarsa» demeyip «vakit içinde tekbir alırsa» ifadesini kullanması, imama uymak ve namazı tamam kılmak icap etmek için mücerred iftitah tekbirine vakit cinde yetişmenin kâfi olduğuna tenbih içindir.
«İlk iki rekâtta yahut ikincide ilh...» cümlesinde leff ve neşir-i müretteb vardır. Yani ilk iki rekatta müsâfir mukîme uyarsa ilk oturuş hakkında farz kılan nâfile kılana uymuş olur. Çünkü ilk oturuş müsâfire farzdır; onun namazının sonudur. Mukim hakkında ise nâfiledir. Zira onun hakkında ilk oturuştur. Ulema burada nâfile tabirini farz olmayan manâsında kullanmışlardır ki, maksad vaciptir. Zira nâfile ziyade demektir. Vâcibde farz üzerine ziyâdedir. İkinci iki rekatta uyarsa kıraat hakkında yine farz kılan nâfile kılana uymuş olur. Çünkü kırâat müsâfirin namazına nisbetle farz, mukim için nâfiledir. İster mukim ilk rekatlarda okusun - ki bu meydandadır - isterse yalnız son iki rekatta okusun. Kırâatın yeri ilk iki rekattır. Binaenaleyh oraya iltihak eder. Ve hükmen son iki rekat kırâatından hâli kalır. Burada: «Nâfile kılan farz kılana uymuştur.» Şeklinde bir itiraz vârid değildir. Çünkü Nihâye nâm eserde bildirildiğine göre bu namaz imamın namazına tabi olduğu için farz hükmünü almıştır. Onun için de imama uyduktan sonra onu bozarsa dört rekat olarak kaza eder.
TENBİH: Bundan şu hüküm alınır: Mukim kimseler müsâfir imama uyarda imam mukim olmağa niyet etmeksizin onlara namazı tamam kıldırır; ve cemâat ona tabi olurlarsa namazları bozulur. Çünkü imam son iki rekatı nâfile olarak kılmıştır. Allame Şurunbulâli on iki mesele hakkındaki risalesinde buna tenbih etmiş; bu meselenin kendi başına geldiğini fakat onu hiç bir kitabta görmediğini söylemiştir.
Ben derim ki: Bu meseleyi Remlî müsâfir bâbında Zahiriye'den nakletmiştir. Biz de o bâbta beyân edeceğiz.
«Yerde olan vasıta üzerindekine uyamadığı gibi bunun akside câiz değildir. Bu meselelerde illet yerin ayrı ayrı olmasıdır. Her ikisi bir hayvan üzerinde bulunurlarsa yer bir olduğu için cemâat olmaları câizdir. İmdâd nâm eserde dahi böyle denilmiştir. Kezâ yerde olanın hayvan üzerindekine uymasına başka bir mâni daha vardır ki, o da rükû ve sücûdle kılanın bunları imâ, ile yapana uymasıdır. Meğer ki yerde olan da imâ ile kılsın. Sonra bu, yerin başka başka olmasının imama uymaya mâni olduğuna delildir. Velev ki bunda imamın hâlini şaşırmak olmasın. Zira şaşırmak ancak arada perde olduğu zaman muteberdir. Verin değişmesinde muteber değildir. NitekimAllah'ın inâyetiyle tahkiki ileride gelecektir.
(Peltek diye terceme ettiğimiz) elsağ muğrip sahibinin beyânına göre dili sîni «se» söyleyendir. Bazıları «reyi gayn, lam veyahud ya söyleyendir» demişlerdir. Kamûsda: «yahud bir harfden başkasına geçendir.» denilmiştir. «Esah kavle göre» demekle musannıf Hulâsa sâhibinin fazlî'den rivayet ettiği kavle işaret etmiştir. O kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyabilir. Çünkü onun söylediği kendisine lügat (dii) olmuştur. Tatarhâniye'de de böyle denilmiştir. Zâhiriye'de şu satırlar vardır: «Pelteğin başkasına imam olması câizdir. Bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Hâniye'de de Fazlî'den naklen böyle denilmiştir. Anlaşılan bu zevât sahih olduğuna itimâd etmişlerdir. Hılye sahibi dahi buna itimad etmiş; ve şöyle demiştir: «Çünkü bunu ulemadan bir çokları mutlak söylemiş; başkasına imam olmaması lâyıktır demişlerdir. Bir de Hızânet-ül-ekmel'de: «Pepenin imamlığı mekruhtur.» denilmiştir. Lâkin ihtiyat sahih olmamasıdır. Nitekim musannıf da bunu tercih etmiştir. Hayreddin Remlî dahi bununla fetvâ vermiştir. Fetevâsında ibâresi şöyledir: «Tercih edilen müftâbih kavle göre pelteğin peltek olmayana imamlığı sahih değildir.
«Daimî şekilde farz olarak gücünü sarf» etmekten murad: Sabah akşam o harfi düzeltmeğe çalışmasıdır. Bu suretle sahih şeklini öğrenmeğe çalışırken kıldığı namazı câizdir. Velev ki düzeltememiş olsun. Çalışmayı terk ederse namazı fâsid olur. Muhit ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir.
Zahire sahibi diyor ki: «Bu bence müşkildir. Çünkü yaradılışından olan bir şeyi kul değiştiremez.» Tamamı Münye şerhindedir. Peltek ancak kendisi gibisine imam olabilir. Bu söz mutlak surette pelteklikte misli olmasına ihtimallidir. Bu takdirde râyı gayın okuyan bir kimse râyı lâme çevirene uyabilir. Hususî bir harfi söyleyemeğe de ihtimallidir. O halde râyı gayn söyleyen kimse ancak onu kendisi gibi gayn okuyana uyabilir. Anlaşılan budur. Nasıl ki özrün muhtelif olması da böyledir, Mürâcâat buyurula! H.
«Güzel okuyan birine uymak mümkünse..» ifâdesinden murad: Kendisinin peltek söylediğini doğru söyleyebilen yahud Kur'an'ı güzel okuyan demektir. Bu söz «ümmi imama uymak imkânı bulursa ona uyması lâzımdır.» Kavline binâendir. Bu hususta söz edilecektir. Bir de gücünü sarf etmezse o zaman namazı sahih olmaz. Zira gördün ki peltek söylediği harfi düzeltmeğe çalışıp da beceremediği müddetçe namazı sahihtir. Düzeltmeğe çalışmazsa namazı fâsittir. Şu kayıtda mutlaka lazımdır: Farz miktarı peltek okumadığı bir yer bulamazsa başkasına uyması lazımdır. Bulur da okursa şübhesiz uyması lazım gelmediği gibi gücünü sarf etmeside lazım değildir.»
«Yahud gücünü sarf etmezse...» yani imama uymadan kılarda farz miktarı pelteksiz okuyamazsa namazı sahih olmaz. Fakat imama uyar veya dürüst okuyabildiği bir yer bulursa gücünü sarf etmese bile namazı sahihtir. Farz miktarı peltek okumadığı yer bulurda okumaz ve başkasına uymazsa namazı sahih değildir. Aksi halde sahihtir. Valvalciye'de şöyle deniliyor: « O kimse Kur'an'dan söyleyemediği harfler bulunmayan âyetlere rastlarsa onları seçer. Yalnız Fâtiha müstesnâdır. Zira namazda Fâtiha'yı terk edemez.»
«Yalnız bir harfi söyleyemeyen de böyledir.» Cümlesini yukarıya da atif etmesi peltekliğin sin ile râya mahsus olduğuna binâendir. Harflerden birini söyleyememeğe misâl: Eşşeytanirracîm - Errahmânirrahîm - Essirât - Ve iyyakenestaîn - İyyâkena'budü - Rabb-ül Alemîn şekillerinde okumaktır. Bütün bunların hükmü yukarıda geçtiği gibi daimî şekilde gücünü sarf etmektir. Etmezse namazı sahih olmaz.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...