İMAMLIK BÂBI
METİN
İmamlık,
kübrâ ve suğra nâmiyle iki kısımdır.
İmamet-i
Kübrâ (büyük imamlık) kullar üzerinde umumî tasarrufa hak kazanmaktır. Bunun
tahkiki kelâm ilmindedir. Büyük imamı nasb ve tayin etmek vaciblerin en
mühimlerindendir. Onun içindir ki Ashabı kiram onu mucizeler sahibini defîn
etmezden önce ele almışlardır.
İmamın
müslüman, hür, erkek, âkıl baliğ, muktedir, kureyş kabilesine mensup olması
şarttır. Hâşimî ulvî ve mâsum olması şarttır. Fâsık birini İmam tayin etmek
mekruhtur. Fısk sebebiyle İmam azl edilir. Ancak bir fitne çıkacaksa azl
edilmez. İmamın selâhı için dua etmek vaciptir. Zaruretten dolayı zorbanın
sultanlığı sahihtir.
İZAH
İmâmet
kelimesi «emme» fiilinin masdarıdır. Emm-en-nâse insanlara İmam oldu. Ona yalnız
kıldırdığı namazda tâbı olurlar; manasına geldiği gibi hem namazında hem de emir
ve yasaklarında ona tâbi olurlar manasına da gelir.
Namazdaki
imamlığa imamet-i suğrâ (küçük imamlık)
İkinciye
imamet-i kübrâ (büyük imamlık) derler. Bu bap imamet-i suğrâ için tahsis
edilmiştir. İmamet-i Kübrâ hakikatta fıkıh bahislerinden olduğu zirâ onu ifâ
farz-ı kifâye sayıldığı. imamet-i suğrâ da ona tâbi olup onun üzerine kurulduğu
için Şârih onun bahislerinden bir nebzesine temâs etmiştir. Mezkûr bahisler
kelâm ilminde gerektiği şekilde izah olunmuştur. Velev ki kelâmdan değil onun
tamamlayıcıları olsunlar. Çünkü Hulefâ-i Râşidin'e sögmek ve benzeri fâsid
inançlar bid'atçılar tarafından ortaya atılmıştır.
İmamet-i
Kübrâyı Makâsıd sâhibi: «Din ve dünya hususunda Peygamber (s.a.v.)e halife
olarak umumî bir riyasettir.» diye tarif etmiş; Peygamberliği tarifden hâriç
bırakmak istemişse de hakikatta peygamberlik tarifde dahil değildir. Çünkü o
şeriatla gönderilmedir. Nitekim peygamberin tarifinden de anlaşılır. Peygamberin
umumî tasarrufa hak kazanması peygamberlik üzerine terettüp eden bir imamlıktır.
Bu tarifte dahildir. Umum kaydiyle hakimlik, emîrlik gibi şeyler tarifden hâriç
kalır. Riyâset tahkik edilince tasarrufa hak kazanmaktan başka birşey olmadığı
anlaşılınca şârihde: «Umumi tasarrufa hak kazanmaktır» şeklinde ifâde etmiştir.
Bunu Allâme Kemâl b. ebî Şerîf, üstâdı Kemâl bin Hümâm'ın «el-Mü-sâyere»
nâmındaki kitabının şerhinde böyle söylemiştir.
Büyük
imamı (yani halifeyi) tayin etmek en mühim vazifelerden biridir. Çünkü şer'î
vacîblerden bir çoğu buna bağlıdır. Onun için Akâid-i Nesefiye'de şöyle
denilmiştir: «Müslümanların hükümlerini tenfiz edecek, şer'i cezâlarını tatbik
ve sınırlarını muhafaza ile ordularını hazırlayacak, zekâtlarını alacak, yol
kesici zorba ve hırsızları kahr edecek, cuma ve bayramları kıldıracak, hukuki
isbât eden şâhidleri kabul edecek, velîleri olmayan küçük kız ve oğlanları
evlendirecek ve ganimetleri taksim edecek bir halîfeleri bulunması mutlaka
lazımdır.»
Mucizeler
sahibinden murad bittabî Peygamberimiz (s.a.v.)dir. Pazartesi günü vefât etmiş
salı günü yahud çarşamba akşamı veya çarşamba günü defin edilmiştir. (bu arada
eshabı kiram herşeyden evvel müslümanların başına bir halife seçmekle meşgul
olmuşlardır.) Bu sünnet bugüne kadar devam edegelmiştir. Bir halife vefat etti
mi, yerine başkası seçilmedikçe defin edilmez. T.
Halifenin
müslüman hür olması şarttır. Zira kâfir müslüman üzerine veli olamaz. Köleden de
halife olmaz. Çünkü onun kendine veli olmağa hakkı yoktur. Başkasına nasıl veli
olabilir? Sabi ile deli de köle gibidirler. Kadından da halife olmaz. Çünkü
kadınlar evlerinde oturmakla memurdurlar. Onların hâli tesettüre mebnidir.
Peygamber (s.a.v.) buna işaretle: «Hükümdarları kadın olan bir kavim nasıl felâh
bulur!» buyurmuştur.
Halîfe
muktedir yani hükümleri yürütebilir; mazlumun hakkını zâlim'den almağa,
sınırları ve memleketi korumağa, asker sevkine vesâireye gücü yeter olmalıdır.
Halifenin Kureyş kabilesinden olması Peygamber (s.a.v.): «imamlar kureyşden
olur.» Buyurdukları içindir. Bu hadis sebebiyle ensâr hilâfeti kureyşlilere
teslim etmişlerdir. Dırâriye fırkasının: «Kureyş'den başkasıda imam olabilir:»
iddiaları bu hadisle batıl olduğu gibi Ke'biye fırkasının: «Kureyşli imam olmaya
daha münâsibtir:» sözüde bâtıldır. Bu satırları Halebî Ömdet-ün-Nesefî şerhinden
nakletmiştir.
Halifenin
Hâşimî yani Hâşim bin Abdi Menâf oğullarından olması şart değildir. Şia fırkası
Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a.) hazerâtının hilâfetlerini kabul etmemek için bu
şartı öne sürerler. Halifenin alevi ve mâsum olması da şart değildir. Alevîden
murad: Hazreti ALİ (r.a.) evlâdından olmaktır. Şiadan bazıları Abbasîlerin
hilâfetini kabul etmemek için bu şartı öne sürmüşlerdir. Halifenin masum
olmasını şart koşanlarda İsmailiye ve imamiye fırkalarıdır. Makâsıd şerhinde
böyle denilmiştir.
«Fâsık
birini imam tayin etmek mekruhtur.» Sözü ile şârih halifenin adaleti şart
olmadığına işaret etmiştir. Müsâyere nâm eserde adâlet şart koşulmuş; imam
Gazaliye uyarak adâlet yerine «verâ» kelimesi kullanılmıştır. Mezkûr eserde
şartlara ilim ve yeterlilik de ziyâde edilmiş ve şöyle devam edilmiştir:
«Anlaşılıyor ki yeterlilik cesurluğuda şâmildir. Bu kelime isâbetli görüşlü ve
cesûr manalarına da uymaktadır. Tâ ki halife kısasdan, şer'î cezaları tatbikten,
farz olan harpleri yapmaktan, orduları hazırlamaktan korkmasın.
Bunu
yani cesurluğu cumhur-u ulema şart koşmuşlardır. Bir çokları usul ve furu'da
içtihâda müktedir olmak şartını da ziyâde etmişlerdir. Bazıları bunun ve
cesurluğun şart olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bu gibi şeylerin bir kişide
toplanması nâdir rastlanan hallerdendir. Cesâretin iktizâ ettiği şeylerle
hâkimliği başkasına havâle etmek veya ulemadan fetvâ almak suretiyle de bu işi
yürütmek mümkündür. Hanefî'lere göre adalet halifeliğin sahih olması için şart
değildir. Mekruh olmakla beraber fâsıkı halife seçmek sahihtir. Bir kimse âdil
iken halife seçilirde sonra yoldan çıkarak fâsık olursa azl edilmiş sayılmaz,
ama bir fitneye sebep olmayacaksa azl edilmeğe layıktır, böyle halifeye de dua
etmek vâciptir. Aleyhine baş kaldırmak vâcip değildir. Ebu Hanîfe'den böyle
rivayet olunmuştur. Bunu izah hususunda bütün ulemanın sözü şudur: Eshab-ı kiram
beni ümeyyeden bazılarının arkasında namaz kılmış; ve onlardan velâyeti kabul
etmişlerdir. Ama bu söz götürür. Çünkü bu adamların zorba bir takım kırallar
olduğu herkesin malumudur. Zorbadan sadır olan bu işler zaruretten dolayı sahih
olur.
Bir
imamın arkasında namaz sahih olmak için adâleti şart değildir. Zorbalık
zamanında hal halifeliğe ehil kimse bulunmamış yahud bulunmuşda zâlimlerin
galebesi sebebiyle tâyinine imkân olmamış gibidir.» Bu satırlar Kemal b.
Hümâm'ın müsâyire'sinden alınmıştır.
Halife
sonradan fâsık olursa fıskı sebebiyle azl edilir. Maksad yukarda arz ettiğimiz
vecihle azlî hak eder demektir. Onun için şârih «azledilmiş olur» dememiştir.
«Zaruretten
dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir» bu ifâdeden murad: Söz sahibleri bey'at
edip seçmeden zorla iş başına geçendir. Velev ki yukardaki şartlar kendisinde
mevcud olsun. şunu da ifâde eder ki, hilâfet meselesinde asıl, tâyindir.
Musayire'de şöyle denilmiştir: «İmamlık akdı ya halifenin kendi yerine birini
seçmesiyle olur. Nitekim Ebu Bekir (r.a.) böyle yapmıştır. Yahud ulemadan veya
söz sahiplerinden bir cemâatın bey'atiyle olur. İmam Eş'ariye göre Şâhidler
huzurunda olmak şartiyle söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey'atı kâfidir.
Şahidler huzurunda olması şâyed inkâr vâki olursa onu def içindir.
Mu'tezile
tâifesi beş kişinin bey'atını, hanefîlerden bazıları da bir cemaatın bey'atını
şart koşmuş; hususî sayıya itibar etmemişlerdir.» Zaruretten maksad fitneyi
önlemektir. Bir de Peygamber (s.a.v.): «Dinleyin ve itaât edin velev ki; size
burnu kesik Habeşli bir köle hükümdâr olsun!» buyurmuştur. H.
METİN
Sabî
de öyledir. Tâyininden beklenen işleri çocuk halîfeye bağlı bir vâliye havâle
etmek gerekir. Resmen sultan çocuk, hakikatta ise vâlidir. Çünkü Hakemlik ve
cuma için çocuğun izin vermesi sahih değildir. Nitekim Eşbah'da Bezzaziye'den
naklen böyle denilmiştir. Yine Eşbah'da bildirildiğine göre sultan veya vâli
bülûğa ererse yeni tâyine ihtiyaç olur.
İmamet-i
suğra (küçük imamlık): On şartla cemaatın namazını imamın namazına bağlamaktır.
İZAH
Sabinin
halifeliği dahi zaruretten dolayı sahihdir. Ama bu görünüşte böyledir; hakikatte
değildir.
Eşbah'da:
«Sabinin sultanlığı görünüşde sahihdir.» denilmiştir. Bezzaziye'de şu satırlar
vardır. Sultan ölür de ehali küçük olan oğlunu sultan yapmak için ittifak
ederlerse tâyinden beklenen işleri bir vâliye havale etmek gerekir. Bu vâli
kendini sultanın oğluna tabi sayar; çünkü onun şerefi vardır. Resmen sultan
çocuktur. Hakikatta ise vâlidir. Zira velâyet hakkı olmayan bir kimsenin
Hakemliğe ve cuma kaldırmaya izin vermesi sahih değildir.» Yanı bu vâli
hakikatta sultan olmasa hakemlik ve cuma namazı için izin vermesi sahih olmazdı:
Ancak bu vali (nâip) bir müddete kadar sultandır. Bu müddette çocuğun bülûğa
ermesidir, demelidir ki çocuk bülûğa erdiği zaman idâreyi ele alırken vâlinin
azline hacet kalmasın.
İmamet-i
suğra: «Cemâatın namazını imamın namazına bağlamaktır.» diye tarif edilmiştir.
Bu tarifi Nehir sâhibi, kardeşi olan Bahır sahibinden nakil etmiştir. Ama bunun
yalnız imama uymanın tarifiolduğu anlaşılıyor.
Ben
derim ki İmamlık: Cemaatın namazının imamın namaziyle bağlanmasıdır. Böyle
denilirse itiraz kalmaz. Tarifimin izâhı şudur: İmam ancak cemaat namazını onun
namazına bağlarsa imam olur. İşte bizzat bu bağlantı imamlığın hakikatıdır.
İmama uymaktan gâye budur. Çünkü cemaat olan kimse namazını imamının namazına
bağladığında kendisine imama uymak sıfatı hâsıl olmuştur. İmamına da imamlık
sıfatı hâsıl olmuştur ki, o da bağlantıdır. Benim kâsır aklımın anladığı budur.
Allah-u âlem.
İmamlık
için şârih on şart zikir etmiştir. Fakat bu şartlar hakikatte imama uymanın
şartlarıdır. İmam olmanın şartlarını Şurunbulâli Nur-ul-İzah'da ayrıca saymış ve
şöyle demiştir: «Sağlam erkeklere imam olmanın şartları altıdır. Bunlar: İslâm,
bülûğ, akıl, erkeklik, kıraat ve burun kanaması, pepelik pelteklik kezâ bir
şartın bulunmaması gibi özürlerden sâlim olmaktır.» Şurunbulâli.
«Sağlam
erkeklere» ifâdesiyle sağlam kadınlardan ihtiraz etmiştir. Onlara imam olmak
için erkeklik şart değildir. Kezâ çocuklardan da ihtiraz etmiştir. Zira onlara
imam olmak için bülûğ şart değildir. «Sağlam» kaydı sağlam olmayanlardan ihtiraz
içindir. Onlara imam olmak için sağlamlık şart değildir. Ancak imamın hâli
cemaat olanın hâlinden daha kuvvetli veya ona müsavî olması şarttır. H.
Ben
derim ki:Yukarda arz ettiklerimizden imamlığın imama uymak için gâye olduğunu
anladın İmama uymak sahih olmadıkça imamlık do sahih olmaz. Binaenaleyh şârih'in
söylediği on şart imamlığında şartı olur. Zira imam olmak bunlara bağlıdır.
Nitekim Şurunbulâlî'nin söylediği altı şart imama uymanın da şartları olabilir.
Çünkü bu şartlar bulunmaksızın imama uymak sahih olamaz. Şu halde bu on altı
şart hem imam olmanın hem de ona uymanın şartlarıdır. Lâkin on şart imama uyan
kimse ile, altı şart do imamla hâsıl olduğu için on şartı imama uymanın
şartları, altıyı da imam olmanın şartları diye ayırmak güzel bir iş olmuştur.
Anla! Bu makâmın tesbitini ganimet bil! Ben bu şartları şu şekilde nazma çekdim.
Dedim ki:
«İmama
uymanın şartları ondur. Ben onları nazma çekdim. Şiirle anlattım; muntazam inci
dizisi gibi oldu. İmama uyanın geri kalması; uyduğu imamın intikâl hallerini
bilmesi; Her ikisinin yerlerinin bir olması; İmamın şart ve rükünlerde cemaattan
aşağı kalmaması; İmama uymaya niyet etmesi; Her rükünde ortak olmaları, cemaatın
imam mukim mi uzaklara sefer mi etmiş olduğunu bilmesi; Cemaatla ayni namazı
kılan bir kadının bir hizâya durmaması; imamın kıldığı namazın baştan sona sahih
olması; kezâ kıldıkları farzın aynı namaz olmasıdır. On şartın tamamı budur.
İmamlığın da altı şartı vardır: Bülüğ, islâm, akıl, erkeklik, kâfi kıraat, ve
görünür bir özrü bulunmamaktır.»
METİN
Bu
on şart: Cemâat olan kimsenin imama uymaya niyet etmesi, imamla ikisinin durduğu
yerin, namazın bir olması, imamının namazı sahih olması, kadınla bir hizada
bulunmaması, ökçesi imamın ökçesinden ileri geçmemesi, imamın intikallerini
bilmesi imamın mükîm mı müsafir mi olduğunu bilmesi, rükünlerde imama ortak
olması, ve rükünlerle şartlarda imam gibi yahud ondan aşağıhalde olmasıdır.
Nitekim Bahır'da izah edilmiştir.
Bu
şartların: «rükü edenlerle beraber rükû edin!» âyeti kerimesiyle sabit olduğu
söylenir. İmamlığın hükümlerinden biri ünsiyet ve imtizacın nizama konması ve
câhilin âlimden bir şey öğrenmesidir.
Bizim
mezhebimize göre imamlık ezan okumaktan efdaldir. Şafii buna muhaliftir. Bunu
Aynî söylemiştir. Hazreti Ömer'in: «Hilâfet olmasa idi ben ezan okurdum.» sözü
«imamlıkla beraber ezan okurdum.» manasınadır. Çünkü bunların ikisini birden
yapmak efdaldır.
Ulemadan
biri: «Fatiha'yı bıraksam Şâfiî'nin azarlayacağından korkarım; okumuş olsam ebu
Hanîfe'nin azarlayacağından korkarım. Ben de imamlığı seçtim.» demiştir.
İZAH
Cemaat
olan kimsenin: imama uymaya niyet etmesi yahud kıldığı namazda imama uymaya
niyet etmesi; veya o namaza başlamağa yahud o namaza girmeğe diye niyetlenmesi
gerekir. «İmamın namazına» diye niyet etmek bunun hilâfınadır. Niyetin şartı
iftitah tekbiri ile birlikte veya ondan önce yapılmaktır. Ama iftitah tekbiri
ile niyetin arasına ecnebi bir fiil girmemek şarttır. Nitekim niyet bâbında
geçmişti. H.
İmamla
cemaatın durdukları yerin bir olması şarttır. Yerde olan bir kimse hayvan
üzerindeki imama yahud hayvan üzerindeki yerde bulunan imama veyahud hayvan
üzerindeki bir kimse başka bir hayvan üzerindeki imama uymuş olsa namaz sahih
olmaz. Çünkü yer bir değildir. Cemaatla imamın ikisi de bir hayvan üzerinde
bulunurlarsa yer bir olduğu için namaz sahih olur. Nitekim imdâd nâm eserde
böyle denilmiştir. Aşağıda da gelecektir.
Cemaatla
imamın arasında divar bulunursa ileride görüleceği vecihle itimada şâyan kavil
yerin bir olması değil şaşırmayı itibara almaktır. Bu meselenin söz götürmeyecek
şekilde tahkiki ileride gelecektir.
İmamla
cemaatın namazlarının bir olması da şarttır. Bahır sahibi diyor ki: «Birlik,
imamın namazına niyetle onun namazına girmenin mümkün olmasıdır. Bu suretle
imamın namazı, ona uyan kimsenin namazını da şümulüne almış o!ur.» Binaenaleyh
nâfile kılan kimsenin farz kılana uyması buraya dahildir. Çünkü üzerinde Tarz
borcu olmayan bir kimse Tarz kılan imamın namazına niyetlense kıldığı namaz
nâfile olarak sahih olur. Bir de nâfile mutlaktır. farz ise mukayyettir. Mutlak
mukayyedin bir cüzüdür; ona zıd olamaz. Nitekim Münye şerhinde de böyledir.
Nur-ul-İzah' da burada: «imamın kıldığı farzdan başka b[r namaz kılmamalıdır.»
ifadesi kullanılmıştır. Bu ifâde şârihin ibâresinden evlâdır. anla!
İmamın
namazının sahih olması şarttır. İmamın fâsıklığı sebebiyle yahud mest üzerine
mesh müddetinin geçtiğini unutmakla veyahud hades bulunmakla namazının bozulduğu
anlaşılırsa ona uyan kimsenin namazı da sahih olmaz. Çünkü o namazın üzerine
binâ sahih değildir.
Kezâ
imamın zannıca namaz sahih, cemaatın zannınca fâsid ise yine sahih değildir.
Zira kendi zannınca namazını fâsid namaz üzerine binâ etmiştir. Onun için sahih
olmaz. Ama bu meselede hilaf vardır. Ve her iki kavil sahih bulunmuştur. İmamın
zannınca namaz bozulurda imam bunubilmez; cemâat olan bilirse ekser ulemaya göre
namaz sahih olur. Esah kavilde budur. Zira imama uyan kimse burada imamının
namazını câiz görmektedir. Onun hakkında muteber olan da kendi reyidir. Rahmeti.
Kadınla
bir hizâda durmanın şartları aşağıda görülecektir.
Cemâatın
ökçesi imamın ökçesinden ileri geçmemek şarttır. Onunla bir hizada olursa
câizdir. Kezâ cemâat olanın ayakları büyük olduğu için parmakları imamın
ayaklarını geçerse ayaklarını ekserisini geçmedikçe câizdir. Nitekim gelecektir.
İmdâd-ül-fettah nâm eserde şöyle denilmektedir. «İmama uymak sahih olmak için
imamın ökçesinin cemaat olan kimsenin ökçesini geçmesi şarttır. Hatta cemaat
olanın ökçesi imamın ökçesinden ileride değil fakat ayağı uzun olduğu için
parmakları imamın parmaklarını geçerse câizdir. Nitekim imama uyan kimse ondan
daha uzun olurda önüne secde ederse hüküm yine budur.»
İmamın
intikallerini (yani rükû ve secdelere gitmesini) bilmesi şarttır.
Bu
ya imamı görmek ya işitmek yahud cemaattan bazılarının yatıp kalktığını görmekle
olur. Bunu Rahmetî söylemiştir. Velev ki yer bir olmasın. T.
İmamın
halini yani mukîm mı müsafir mi olduğunu namaz bitmeden yahud bittikten sonra
bilmesi şarttır, ama bu dört rekatlı bir namazı şehirde veya köyde iki rekat
kıldığına göredir. Şehir dışında iki rekat kılarsa namaz bozulmaz. Çünkü
görünüşe göre o imam müsafirdir; binaenaleyh yanıldığına hamledilmez. Mutlak
olarak tamamlarsa hüküm yine budur. Meselenin tamamı inşallah yolcu namazında
gelecektir.
Rükünlerde
imama ortak olması şarttır. Maksad bunların aslında ortak olmaktır ki, beraberce
yapmaya ve imamdan sonraya kalmaya şâmildir. îmamdan önce yapmaya şâmil
değildir, meğer ki imamı o kimseye namaz kılarken yetişmiş olsun. Rüknü imamla
beraber yapmak açıktır. Sonraya kalmaya misâl: İmam rükû edip doğruluktan sonra
cemâatın rükû etmesidir. Bu sahihdir. Üçüncüsü bunun aksidir. (yani cemaatın
imamdan evvel rükû etmesidir.) Bu da sahih değildir. Ancak rükû ederde imamı
yetişinceye kadar rükûda beklerse sahih olur. Çünkü hakiki uyma olan mütâbeat
mevcuttur. Biz imama tabi olma hususunda namazın vacipleri bahsinin sonunda
tahkikat yaptık. Oraya müracâat et!
Rükünlerle
şartlarda imam gibi yahud ondan aşağı halde bulunmak şarttır. Rükünlerde imam
gibi olmanın misâli: Rükû ve secdeleri yapan kimsenin kendi gibisine uymasıdır.
İmamdan aşağı olmanın misâli de: İmâ ile kılanın rükû ve secde ederek kılana
uymasıdır. Şârih bu sözle cemaat olanın hal itibariyle imamdan kuvvetli
olmasından ihtiraz etmiştir. Meselâ: Rükû ve secde eden kimsenin imâ ile kılana
uyması böyledir (ki câiz değildir.) H.
Şartlarda
imam gibi olmanın misâli: Namazı bütün şartlarına riâyetle kılan kimsenin kendi
gibisine; çıplak kılanın çıplak kılana uymasıdır. İmamdan aşağı olmanın misâli:
çıplağın giyimliye uymasıdır. Bu sözle de hali imamın halinden daha kuvvetli
olandan ihtiraz etmiştir. Meselâ: Giyimli kimsenin çıplağa uyması böyledir. H.
Ben
derim ki: Kınye'de Te'sis-ün-Nazar'dan naklen şöyle demiştir: «Hür kadının başı
açık namaz kıldıran cariyeye uyması caiz olmak gerektir. Çünkü baş cariye
hakkında avret değildir. Erkeğin başı gibidir.
«Rükû
edenlerle beraber rükû edin!» âyeti kerimesinin «tevâzu gösterenlerle beraber
tevâzu gösterin!» Mânâsına geldiğini söyleyenler vardır. Nitekim Beyzavî
tefsirinde beyan olunmuştur. H.
Mutemed
kavle göre imamlık ezan okumaktan efdaldir. Ama bunun aksini söyleyenler olduğu
gibi ikisi de birdir diyenler dahi vardır.
İmam
Şafiî buna muhaliftir. Ezan bahsinde gördük ki, Şâfiî'nin mezhebinde bu hususta
sahih kabul edilen iki kavil vardır. Birinci kavle göre bizimle beraberdir.
İkinci kavil bunun aksinedir. Hazreti Ömer'in sözünde ezanın imamlıktan efdal
olduğuna delâlet yoktur. Onun maksadı imamlıkla ezanın ikisini birden yapmak
istemektir. Ancak halife amme işleriyle meşgul olduğundan vakitleri takibe imkân
bulamamıştır. Onun için de imamlıkla iktifa etmiştir.
Burada
ulemadan birinden nakledilen sözü. Fahr'ur Râzi mü'minîn sûresinin tefsirinde
zikir etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Ben de bu nakli duymazdan önce aynen bu
manadan dolayı imamlığı seçmiştim. Tevfik Allah'dandır.»
Ben
derim ki: Bunun ifâde ettiği mânâ imamlığın cemaat olmaktan efdal olmasıdır.
METİN
Cemaat
erkekler için sünnet-i müekkededir. Zâhidî şöyle diyor: «Ulema müekked sözüyle
vacip olduğunu kastetmişlerdir. Yalnız cuma ile bayram namazları müstesnâ! Onlar
da cemâat şarttır. Terâvihde sünnet-i kifâye, ramazanda vitir namazı için bir
kavle göre müstehap, başka namazlarda vitir ve tedâi yani birbirlerini çağırmak)
suretiyle kılınan nâfile namazıda mekruhtur, biz bunu tahkik edeceğiz.
İZAH
Zâhidî'nin
sözü cemaat sünnettir diyenlerle vaciptir diyenlerin sözlerini birleştirmek ve
bu iki sözden maksad bir olduğunu anlatmaktadır. Bunu ulemanın cemaatı terk
edenlere şiddetli tehdit bildiren haberlerle yaptıkları istidlâlden almıştır.
Nehir'de
Müfid'den naklen: «Cemâat vacip ve sünnettir. Çünkü sünnetle vacip olmuştur.»
denilmiştir. Bu söz ulemanın «Vitir namazı .sünnettir.» rivayetine verdikleri
cevap gibidir. O rivayete cevaben: «Vitirin vücûbu sünnete sabit olmuştur.»
demişlerdi.
Nehir
sahibi diyor ki: «Ancak bu söz cemaatı özürsüz bir defa bırakmanın bil'ittifak
günah sayılmasını iktiza eder. Halbuki bu Irak ulemasının kavlidir.
Horasan'lılara göre ise terk etmeyi âdet haline getirirse o zaman günahkâr olur.
Nitekim Kınye'de bildirilmiştir.» Münye şerhinde de şöyle denilmektedir:
«Verilen hükümler Vacip olduğunu gösteriyor. Cemaatı özürsüz terk eden ta'zir
olunuyor, şehadeti kabul edilmiyor. Bunu görüp söylemeyen komşular günahkâr
oluyor. Ama bunların şöyle arasını bulmak mümkündür: Günaha girmek cemaatı terke
devam etmekle kayıtlıdır. Nitekim Peygamber (s.a.v)in: Namaza gelmezler
hadisinden anlaşılan da budur. Başka birhadisde: Evlerinde kılarlar
buyurulmuştur.
Binaenaleyh
vacip olan bazan cemaata gitmektir. Vacibe yakın olan sünnet-i müekkede ise
devamdır.» Buna yukarıda naklettiğimiz Nehir'in sözüyle itiraz olunabilir.
Yalnız şöyle cevap verilirse ne alâ!
Irak'lıların
«cemaatı bir defa terk eden günahkâr olur.» sözü cemaata devamın farz-ı ayın
olduğunu bildiren kavle göredir. Ulemamızdan bazıları cemâata devamın farz-ı
ayın olduğunu söylemişlerdir. Nasıl ki bunu Zeyleî ve başkaları nakletmişlerdir.
Yahud cemâata devamın farz-ı kifâye olduğunu bildiren kavle göredir. Nitekim
bunu da kınye sahibi tahâvî ile Kerhî'den ve bir cemaattan nakletmiştir. Bu
takdirde onu özürsüz bir defa terk eden herkes günahkar olur.
Cuma
ve bayram namazlarında cemaatın şart olması «bayram namazı vaciptir.» Kavline
göredir. Sünnettir diyenlere göre onun cemaatle kılınması da sünnettir. Hılye
ile Bahır'da da böyle denilmiştir. Bahır sahibi bundan sonra: «Şübhesiz cemâat
her iki kavle göre sıhhatinin şartıdır.» demektedir. Yani vacip veya sünnet
olması sahih olmak için şarttır, demek istemiştir
Teravihde
cemâat sünneti kifâyedir. Yani her mahallenin halkına sünnettir. Çünkü
Münyet-ül-Musallî'nin teravih bahsinde: «Teravihi cemaatla kılmak kifâyet yolu
ile sünnettir. Hatta bir mahalle halkının hepsi cemâatı terk etse. sünneti terk
etmiş ve bu hususda isâet etmiş olurlar. Bir kimse halk arasına karışmayıp
evinde kılarsa fazîleti terk etmiş olur.» denilmektedir.
Bir
kavle göre ramazanda vitir namazını cemaata kılmak müstehap, başka bir kavle
göre mütehap değildir. Onun evinde yalnız başına kılar. Bu iki kavlin ikisi de
sahih kabul edilmiştir. Farza yetişme babından önce geleceği vecihle mezhep
yalnız kılmanın tercih edilmesidir. Ramazandan başka zamanlarda vitir namazını
cemaatla kılmak mekruhtur. Meşhur olan budur. Bunu Kudûrî Muhtasarında zikir
etmiştir. Başka kitablarda mekruh olmadığı bildirilmiştir. Hılye'de bu iki
kavlin araları bulunmuş; mekruh olması devam edildiği surete, mekruh olmaması da
bazan cemaatla kılınmaya hami edilmiştir. Bunun tamamı da inşallah gelecektir.
TEDÂİ:
Bir birini çağırmaktır. Birbirlerini dâvet ederek mesela: dört kişinin bir imama
uyması mekruhtur. Şârih bu meseleyi farza yetişme babının önüne tahkik
edecektir.
TETİMME:
Hılye sahibi diyor ki: «Ay tutulduğu zaman cemaatle namaz kılmaya gelince:
Mezhebimiz ulemasından büyük bir cemaatın sözleri bunun mekruh olduğunu
göstermektedir. Zâhidî şerhinde bildirildiğine göre mezhebimizce câiz fakat
sünnet değildir.»
METİN
Mahalle
mescidinde ezan ve ikamet ile cemaatın tekrarı mekruhtur. Yol mescidinde veya
imamı müezzini olmayan mescidde ise tekrar mekruh değildir. Cemaatın en azı iki
kişidir. Yani imamla birlikte velev sabîi mümeyyiz, melek veya cinnî olsun,
mescidde veya başka bir yerde kılınsın bir kişi bulunmaktır. Eşbah'da
bildirildiğine göre Cinnînin imam olması sahihdir.
İZAH
Şârih'in
Hazâin'deki ibâresi buradakinden daha derli topludur, Ve şöyledir: «Mahalle
mescidinde ezan ve ikâmetle cemâatın tekrarı mekruhtur. Ancak o mescidde evvelâ
mahalle halkından başkaları yahud mahalle halkı cemaatla namaz kılar fakat ezanı
gizli okurlarsa cemaatın tekrarı mekruh olmaz. Mahalle halkı ezan ve ikâmetsiz
olarak o mescidde cemaatı tekrarlar; yahud yol mescidi olursa bil'ittifak
caizdir. Nitekim imam ve müezzini olmayan mescidde de öyledir. Böyle bir
mescidde insanlar takım takım namaz kılarlar. Efdal olan, her takımın ezan ve
ikâmetle yalnız başına kılmasıdır. Nitekim Kâdıhân'ın Emâlisinde de böyle
denilmiştir.»
Dürer'de
dahi buna benzer izâhat vardır. Mahalle mescidinden murad: Mâlum imamı ve
cemaatı olan mesciddir. Nasıl ki Dürer ve başkalarında da böyle denilmiştir.
Menbâ
nâm eserde şöyle deniliyor: «Mahalleye mahsus olan mescidle kayıtlanması cadde
mescidinden, ikinci ezan ile kayıtlaması da mahalle mescidinde ezansız olarak
cemaatla kılınan namazdan ihtiraz etmiştir. Bunlarda cemâat bil'ittifak
mubahtır.» Sonra keraheti kabul etmeyen imam Şâfii aleyhine istidlâl ederken
şunları söylemiştir: «Bizim delilimiz şudur: Peygamber (s.a.v.) bir kavmi
barıştırmak için çıkmıştı.
Mescide
döndüğünde mescid cemaatının namazı kıldığını gördü. Bunun üzerine evine döndü
ve aile efradını toplayarak namaz kıldı. Tekrar etmek câiz olsa idi, evinde
namaz kılmayı mesciddeki cemaata tercih etmezdi.
Birde
Şâfiî'nin dediği gibi mutlak olarak kerahet yoktur demekte mânen cemâatı
azaltmak vardır. Zirâ mahalle halkı cemâatın elden kaçmayacağını bilirlerse
toplanmazlar. Ama yol üzerindeki mescid hususunda bütün insanlar müsavidirler. O
ayrıca bir fıkraya mahsus değildir.» Bu ibârenin misli Bedâi ve diğer kitablarda
mevcuttur. Bu istidlâlin müktezâsı ezansız bile olsa mahalle mescidinde. cemâat
tekrarının mekruh olmasıdır. Zahiriye'nin şu ifâdesi de bunu te'yid eder: «Bir
cemâat mahalle halkı kıldıktan sonra mescide girerseler yalnız başlarına
kılarlar. Zâhir rivaye budur.» Bu söz yukarıda geçen ittifak hikâyesine
aykırıdır.
Bundan
dolayıdır ki muhakkıkinden Kemâl ibn Hümâm'ın Tilmîzi Al-lâme Rahmetullah Sindî
risâlesinde şunları söylemiştir: «Harameyn (Mekke ile Medîne) halkının
yaptıkları gibi muhtelif imamlar ve tertipli cemaatlarla namaz kılma işi
bil'ittifak mekruhtur. Ulemamızın bazılarından nakledildiğine göre (551)
tarihinde hac mevsiminde Mekke'ye vardığında bu hâli protesto etmişlerdir.
Bunlardan biri de Şerif Gaznevî'dir. Ve Mâlikî'lerden birinin bu dört mezhep
ulemasına göre câiz değildir.» diye fetva verdiğini söylemiştir. Kezâ (551)
yılında hacca giden hanefîlerden, Şafiîlerden ve Malikilerden bir cemaatın bunu
protesto ettiklerini nakletmiştir.» Remlî Bahır hâşiyesinde bunu tasdik
etmiştir. Lâkin bu kavle göre Mekke ve Medine mescidi gibi mâlûm cemâatı olmayan
mescidler müşkil kalır. Böyle bir mescidde mahalle mescidi denilemez. Bilâkis o
yol mescidi gibidir. Yukarıda gördük ki böyle bir mescidde cemaatın tekrar
edilmesi bil'ittifak mekruh değildir. Teemmül buyurula.
Şu
da var ki: Ezan bâbında Münye şerhinin sonunda naklen imam ebu Yusuf'a göre
ikinci cemaatolmasın? Nitekim Peygamber (s.a.v.) eshabına imam olduğu zaman
böyle yapardı. Kabul etsek bile şübhesiz Cibrîl'in imamlığı Allah'ın emriyle
idi. Emir vücûp ifâde eder. Ve bu namaz ona farz olur. Peygamberimize imam
olması da farz kılanın farz kılana imam olması kabilindendir. Nâfile kılanın
Peygamber (s.a.v.)in o namazı sonra tekrar kılmış olması ihtimali de vardır.
Bunu Tahtavî söylemiştir.
Cinlerin
ahkâmı bahsinde Eşbah'ın ibâresi şöyledir: «Bu hükümlerden biri de cinlerle
cemaat olmaktır. Bunu Suyûtî ulemamızdan «Akâm'ül-Mercan» adlı eserin sahibinden
naklen söylemiştir. O da İmam Ahmed' in ibn-i Mes'ud'dan rivayet ettiği cin
hadisiyle istidlâl etmiştir.
Bu
hadiste şöyle denilmektedir: «Rasûlüllah (s.a.v.) namaza kalkınca cinlerden iki
şahıs gelerek: Yarasûlellah, biz ancak ve ancak namazımızda bize imam olmanı
istiyoruz, dediler. Bunun üzerine onları arkasına saf yaptı. Sonra bize namaz
kıldırdı.» Bunun benzeri Sübkî'nin: «Cemaat meleklerle de olur.» sözüdür. Bunun
üzerine fer'î meseleyi zikir etmiştir: Bir kimse odada ezan ve ikametle yalnız
başına namaz kılarda sonra cemâatla kıldığına yemin ederse yemini bozulmaz.
Diğer bir hüküm de Cinnî'nin arkasında namazın sahih olmasıdır. Bunu
Âkâm-üI-Mercan sahibi söylemiştir.»
Ben
derim ki: Sübkî'den naklettiği hüküm şu hadisden alınmıştır: «Yolcu ezan okuyup
ikamet getirdiği vakit arkasında Allah'ın ordularından gözlerinin görmediği
kimseler namaz kılar.» Bu hadisi Abdürrezzâk rivayet etmiştir. Hadisi şerif
imamın âşikâre okumasının vâcip olduğunu iktiza ediyor. Lâkin ezan babında
Tatarhâniye'den naklen o kimsenin gizli ve âşikar okunan namazlarda yalnız kılan
hükümünde olduğunu söylemiştir. Bundan anlaşılır ki, cemaatla namaz kıldığına
farz kılana imam olması kabilinden değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)in o namazı
tekrar kılması ise son derece uzak bir ihtimaldir. Hemen hemen evham
kabilindendir. Halbuki mezhebimizin usulu avâm tabakasının ibâdetlerini bile
mümkün olduğu kadar sahihe hamletmeyi gerektirmektedir. Şu halde mücerred bir
tevehhümle Peygamberimizin fiili fesâda nasıl hamledilir. Derkenar. Yemin ederse
bize göre yemini bozulur. Bilhassa yeminler bize göre örfe mebnidir. O kimse
örfen ve şer'an yalnız kılmıştır. Böyle olmasa İmam hükümlerim alırdı. Şu da var
ki, geçen fasılda görüldüğü vecihle o kimseye âşikâre okumak lazım gelmez. Meğer
ki imam olmağa niyet etsin. Kezâ namazın şartları bâbında geçtiği vecihle bir
kimse imam olmağa niyet etmedikçe: «Kimseye imam olmam» diye yemin etmekle
yemini bozulmaz. Hadiste «ona uyarsa» diye bir sarahat yoktur. Murad bu ise
ihtimal meleklerle cinlerin uymasiyle cemaatın teşekkül etmesi ancak görünür
surette oldukları zaman cemaat hükümlerini gerektirir. Onun için de cinlerden
biri bir kadınla cimâ eder de kadın lezzet duyarsa yıkanması lazım gelmez.
Nitekim Hâniye'de de böyle denilmiştir. Meğer ki menisi gelsin. Yahud Hılye'de
bildirildiği gibi insan suretinde görünsün. Cinninin İmamlığı hakkında da bu
söylenir. Allah-u âlem,
METİN
Cemâatın
vâcip olduğunu söyleyenler de vardır. Amme yani ulemamızın ekserisi bunu tercih
etmişlerdir. Tühfe ve diğer kitablarda buna cezm edilmiştir.
Bahır
sâhibi: «Mezhep ulemasının tercih ettikleri kavil budur, demiştir. Binaenaleyh
âkıl, bâliğ hürzahmetsiz cemâatle namaz kılmağa muktedir erkeklere cemâat sünnet
veya vaciptir. Bu hilâfın semeresi cemâatı terk etmekle günâha girme meselesinde
meydana çıkar. Cemâatı kaçıran kimsenin başka bir mescidde cemaat araması
menduptur. Bundan yalnız mescid-i Harâm ve benzeri müstesnâdır.
İZAH
Ulemamızın
tercih ettikleri kavil cemaatın vacip olmasıdır. Nehir sahibi: «Bu kavil bütün
kavillerin en âdili ve en kuvvetlisidir. Onun için Ecnâs nâm eserde:
Küçümseyerek ve aldırış etmeyerek cemâatı terk eden kimsenin şâhidliği kabul
edilmez. Ama yanılarak veya te'vil yoluyla terk ederse meselâ: İmam hevâ ve
hevesine uyanlardan yahud cemaatın mezhebine riâyet etmeyenlerden olursa kabul
ederiz.» denilmiştir. T.
Cemaatla
mükellef olacak erkeğin bâlîğ diye kayıtlanması bazan adam deyince baliğ olsun
olmasın erkek kasd edildiği içindir. Nitekim: «Eğer erkek kardeşlerse...» âyeti
kerimesinde ve: «Ferâiz hisselerini sahiplerine verin! Kalanını erkek kişiye
vermek evlâdır.» hadisi şerifinde bu mânâ kasd edilmiştir. Onun için «kişi»yi
erkek diye kayıtlamış; baliğ olan kişi kasd edilmesini önlemiştir. Zirâ
câhiliyet devrinde Araplar küçüklere mirâs vermez: mirâsı yalnız harbe hazır
delikanlılara tahsis ederlerdi.
Cemâat
hür erkeklere vaciptir. Köleye vacip değildir. Cuma bâbında görüleceği vecihle
köleye sahibi izin verirse cemaata gitmesi vacip olur. Bâzıları muhayyer
olduğunu söylemişlerdir. Bahır sahibi bu kavli tercih etmiştir.
Ben
derim ki: Hilâfın burada geçerli olması gerekir. «Zahmetsiz» kaydı cemâat
sünnet-i müekkede veya vâcip olduğu içindir. Güçlük ve zahmetle günah ortadan
kalkar. Ve terkine ruhsat verilir. Lâkin efdali kaçırmış olur. Buna delil
Peygamber (s.a.v.)in âmâ Abdullah ümmü Mektûm evinde namaz kılmak için ruhsat
istediği zaman: «Senin için ruhsat bulamıyorum.» buyurmasıdır.
Fetih
sahibi diyor ki: «Yâni senin için cemaata gitmeden onun sevâbı verilir;
demektir. Yoksa amâya da cemaat vaciptir manasına değildir. Zira Peygamber
(s.a.v.) Itbân bin Mâlik'e cemaatı terk için ruhsat vermiştir.» Lâkin
Nur-ul-İzah'da bildirildiğine göre bir kimse bir özür dolayısiyle cemaattan
kesilirse o özür olmasa gitmek niyetinde olduğu takdirde cemâat sevabını
kazanır. Bundan anlaşılıyor ki, özürden murad hastalık ihtiyarlık ve felç gibi
mani özürlerdir. Yağmur çamur soğuk ve körlük gibi.
Şârih'in
bahsettiği hilâfın semeresi. hilâf tahakkuk ettiğine göredir. Zâhidî'den yukarda
naklettiğimiz söze göre ise ortada hilâf yoktur. Bir defa cemaatı özürsüz olarak
terk etmekle günahkâr olmak Irak ulemasına göredir. Horasan'lılara göre ise
ancak devâm üzere terk ederse o zaman günahkar olur. Nitekim Kınye'de de böyle
denilmiştir. Bu mesele az yukarda geçmişti. Cemâatı kaçıran kimsenin başka bir
mescidde cemâat araması menduptur. Ama mescid mescid dolaşarak cemaat araması
vâcip değildir. Bu hususta ulemamız arasında hilâf yoktur. Cemâat için başka
mescide giderse iyi olur. Ama mahallesinin mescidinde yalnız başına kılarsa bu
da iyi olur. Kudûrî, ev halkını toplayarak namazı onlara kıldıracağını ve
bununla cemâat sevabını kazanacağını söylemiştir. Fetih'de dahi böyle
denilmiştir. Şurunbulâlî buna itiraz etmiş; bunun cemâatın vücûbuna aykırı
olduğunu söylemiştir. Halebî'de ona cevap vererek şunları söylemiştir: «Cemaatın
vacip olması güçlük olmadığı zamandır. Uzak yerlerde cemâat aramakta ise âşikar
bir güçlük vardır. Bununla beraber mahalle mescidini geçmekte Rasûlüllah
(s.a.v.): Mescide komşu olan kimsenin namazı ancak mescidde câiz olur! hadisine
muhâlefet vardır.» Burada şöyle denilebilir: Bu mutlak sözün zâhir olan mânâsı
aramanın mendup olmasıdır. Velev ki yakın bir yere gitmekle olsun. «Mahalle
mescidini geçmekte ilh...» sözünün yeri cemâat içinde bulunduğu zamandır.
denilebilir. Görmüyormusun, mahalle mescidinde cemâat olmadığı zaman başka
mescidde cemâat teşekkül ederse cemâatlı mescide gitmenin efdal olduğunda kimse
şübhe etmiyor. Şu da var ki. ulema mahalle mescidinin cemaatı mı yoksa camiînin
cemaatı mı efdal olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Nitekim Bahır'da da böyle
denilmiştir. T.
Ben
derim ki; Lâkin Haniyye'de bildirildiğine göre mahalle mescidinde müezzin yoksa
oraya giderek ezan okur; namaz kıldırır. Velev ki bir kişi olsun. Çünkü
mahallesi mescidinin onun üzerinde hakkı vardır; o hakkı öder. Ulemânın beyanına
göre bir mescidin müezzini bulunur fakat mescide kimse gelmezse müezzin ezan
okuyup ikâmet getirir ve namazı yalnız başına kılar. Böyle yapması başka mescide
gitmekten efdaldir. Hâniyye sahibi bundan sonra yukarıda Fetih'den
naklettiğimizi söylemiştir. ihtimal yukarda geçen içersinde cemâatın namaz
kıldığı mesciddir. Bu takdirde muhayyer olur. İçinde kimse namaz kılmamışsa iş
değişir. Zira hak o kimsenin üzerine taayyün etmiştir. Ne olursa olsun
Tahtavî'nin: «Mahalle mescidini geçmekte ilh... sözünün yeri cemaat içinde
bulunduğu zamandır denilebilir.» Şeklindeki ifâdesi teslim edilemez. Allah-u
âlem.
Mescid-i
harâm'ın benzeri, mescid-i Nebeviye ile mescid-i Aksâdır. Kınye sahibi: «Ancak
mescid-i Harâm ile mescid-i Nebî (s.a.v.) müstesnâdır.» demiştir. Bu sözü Münye
şârihi Bahır'ın muhtasarına nisbet etmiş sonra şunu söylemiştir: «Mescid-i Aksâ
dahi istisnâ edilmek gerekir. Çünkü sevabı mescid-i Haram'da (Kâbede) bire
yüzbin; Peygamberimiz (s.a.v.)in mescidinde bire bin; mescid-i Aksâda bire
beşyüzdür.» Az yukarda beyan ettiğimize göre mahalle mescidini dahi istisnâ
etmek gerekir.
METİN
Hasta,
âciz, kötürüm, el ve ayağı çapraz kesilmiş; yahud Haddâdî'nin beyanına göre
yalnız bir ayağı kesilmiş, felçli, âciz ihtiyar kimselere ve âmâya - götürecek
bulunsa bile - cemâata gitmek vacip olmadığı gibi kendisini yağmur, çamur,
şiddetli soğuk ve kezâ karanlık ve geceleyin rüzgar cemâattan ayıran kimseye de
vacip değildir. Gündüzün esen rüzgar cemâata mâni değildir. Malının zâyi
olacağından, veya alacaklıdan yahud zalimden korkan, kendini büyük veya küçük
abdest sıkıştıran, yola çıkmak isteyen, hastaya bakan kimselere ve sofra gelipte
üzerinde canının çektiği yemekler bulunan kimseye dahi cemâata gitmek vacip
değildir.
Bunları
Haddadî söylemiştir. Fıkıhla - başka ilimle değil - meş9ul olması da böyledir.
Bakânî'de Behensi'ye uyarak buna cezm etmiştir. Yani ancak tenbellikten devam
üzere cemaatı terk ederse müstesnâ demektir. Böylesi mâzur olamaz. Malını
almakla yani bir müddet kendisine vermemekle de olsa tâzir olunur. Şâhidliği
kabul edilemez. Meğer ki imam bid'atcıdır yahud mezhebime riayetkâr değildir
diye te'vilde bulunsun.
İZAH
Âmâya
ve kezâ kötürüm kimseye, binecek vasıtaları ve götürecek kimseleri bulunsa bile
İmam-A'zam'a göre cemâata gitmek vacip değildir. İmameyn buna muhaliftir.
Feth-ul-kadîr'in beyanına göre bu söz muttefekun aleyhdir. Hilâf cemâatta değil,
cuma namazı hakkındadır. Lâkin meşhur kitablarda yazılan bunun hilâfınadır.
Hılye.
Musannıf
«kendisi yağmur, çamur ilh... Cemaattan ayıran kimseye» demekle çok yağmura,
işaret etmiştir. Nitekim cuma namazı hakkında da bununla kayıtlamıştır.
Hılye'de
şöyle deniliyor: «Ebu Yusuf'tan rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: Ebu
Hanîfe'ye çamurda, balçıkda cemâat meselesini sordum: Cemâatın terk edilmesini
hoş görmem! dedi. İmam Muhammed muvattâ'da: hadis ruhsattır demiş bununla
Peygamber (s.a.v.)in: «na'ller ıstandı mı namaz evlerde kılınır.» hadisini kast
etmiştir. Buradaki «na'ller» tabirinden murad: Sert arazidir. Zahidî şerhinde,
Timurtâşî şerhinden naklen şöyle deniliyor: «Yağmur, kâr, çamur ve şiddetli
soğukların özür olup olmayacağında ihtilaf edilmiştir.
Ebu
Hanîfe'den bir rivayete göre eziyet şiddetlenirse özürdür. Hasan diyor ki: Bu
rivayet bu hususta cuma ile cemâatın müsâvi olduğunu gösterir. Bazılarının
zannettiği gibi (bu cemâat için özürdür. Çünkü cemâatta devâm sünnettir. Cuma'da
özür değildir. Zira cuma en kuvvetli farzlardandır.) denilemez.»
Şeyh-ul-İsmail'in
şerhinde Şâfiî'lerden ibn Mülekkan'dan naklen şöyle denilmiştir: «Meşhur olan
kavle göre neâl na'lin cemidir. Naal: yerin sert kısmıdır. Burada hassatan zikir
edilmesi en az yaşlıktan ıslandığı içindir. Kaba yer böyle değildir. O suyu
içer. Neâl: ayak kablarıdır diyenlerde olmuştur.»
Musannıf
şiddetli soğuktan bahis etmiş; şiddetli sıcak hakkında bir şey dememiştir.
Ulemamızdan da ondan bahis eden görmedim. Herhalde bunun vechi şu olsa gerektir.
Şiddetli sıcak ekseriyetle öğle namazında olur. Öğlenin sünnet vecihle kılınması
serinlik zamanına bırakılmakla bize onun meşakkatı ödenmiştir. Evet, şöyle
denilebilir: İmam bu sünneti bırakırda öğleyi vaktin evvelinde kılarsa şiddetli
sıcak özür olur.
Karanlıkta
şiddetli olursa özürdür. Anlaşılan kandil gibi bir şey yakmak - imkânı olsa bile
- teklif edilemez.
Şiddetli
karanlıktan murad: Mescidin yolunu göremeyip âmâ gibi olmaktır. Gece rüzgarının
daha şiddetli olması gerekir. Rüzgarın yalnız gece özür sayılması, geceleyin
meşakkatı büyük olduğundandır. Gündüzün öyle değildir.
Malının
zayi olacağından korkmak, evinin veya dükkânının kapısına kilit vurmak mümkün
olamamak sebebiyle hırsızdan olduğu gibi çömlekdeki yemeğin veya fırındaki
ekmeğin telef olması endişesinden de ileri gelebilir.
«Malı»
diye kayıtlaması başkasının malından ihtiraz içinmidir bir düşün! Zâhire göre
ihtiraz için değildir. Çünkü malı için namazı bozabilir. Bâhusus emânet ve rehin
gibi muhâfazası vacip olan şeylerden ise çok dikkatli olması gerekir.
Alacaklıdan
korkan kimse fakir ise mazurdur. Fakir değilse ödemediği için zâlim olur.
Zâlimden korkmak malı ve canı hususlarına şâmildir.
Büyük
ve küçük abdest sıkıştırmakta yellenmekde danildir. Yola çıkmaktan murad: Tam
yola revan olacağı sırada namaz için ikamet getirilmektir. Bu takdirde kâfileden
ayrılacağından korkarsa cemâata gitmemekte mazur olur. Ama bizzat yolculuk özür
değildir. Nitekim Kınye'de bildirilmiştir.
İşteha
veren yemeklerin gelmesi nasıl özür ise içecek şeylerin gelmeside öyledir. Çünkü
bunlar o kimsenin kalbini meşgul ederler. Ve huzuruna getirilmeleri ne ise
yakınında bulunmaları da ayni hükümde olduğu anlaşılmaktadır. Zira illet
mevcuttur. Şâfi'lerde bunu söylemişlerdir.
Fıkıhla
meşgul olmak dahi özürdür. Nur-ul-İzah'ın bu hususdaki ibâresi şöyledir: «Fıkıh
ilmini okumayacak bir cemaata fıkıh tekrarı da özürdür.» Ben bu kaydı başka bir
yerde görmedim. Kınye'de işaret edildiğine göre bütün vakitlerini fıkıh
tekrariyle geçiren kimse mazur sayılamaz. Onun şâhidliği de kabul edilmez. Sonra
ikinci defa mazur sayılacağına işaret edilmiştir. Dil bilgisi tekrarlayan böyle
değildir. Sonra bu iki kavlin arası bulunmuş; birincisi tenbellik ederek devam
üzere cemaatı terk edene, ikincisi böyle olmayanlara hami edilmiştir. Şârih'in
tercih ettiği de budur.
Şârih:
«Yani bir müddet kendisine vermemekle de olsa tazir olunur.» sözünü Bahır sahibi
Bezzâziye'den nakletmiştir.
Rahmeti
diyor ki: «Ulema: Bu bilinip söylenmeyen şeylerdendir; demiştir. Çünkü zâlimler
mal avcılarıdır. Onların ağına düşen kurtulamaz. Çok defa insana işlemediği bir
suç uydururlar. Bununla onun malını elde etmeğe çalışırlar. Buraya kadar metin
ve şerhde geçen özürlerin mecmuu yirmidir.
METİN
İmamlığa
geçirmek hatta Mecme-ul-Enhur'de bildirildiğine göre imam tayin etmek için en
ayık kimse sâdece namaz hükümlerini sıhhat ve fesâd itibariyle en iyi bilendir.
Şu şartla ki görünür kötülüklerden sakınacak; ve farz miktarını bilecektir.
Bazıları vacip miktarını, bir takımları da sünnet miktarını bilmesinin şart
olduğunu söylemişlerdir. Ondan sonra Kur'an'ı tilavet ve tecvidi en güzel olan
ondan sonra da en ziyade verâ sahibi olan yanı şübhelerden en fazla korunan
gelir.
TAKVA:
Haram olan şeylerden korunmaktır. Sonra en yaşlı olan yani en evvel müslüman
olan tercih edilir. Binaenaleyh genç biri yeni müslüman olmuş ihtiyara tercih
olunur. Ulema verâ ve tekvâca ileri olanın tercih edileceğini söylemişlerdir.
Nehir'de Zad-el-Fakir'den naklen: «Diğer hasletler buna kıyâs edilir de: Bilgi
itibariyle en ileri olan ve benzeri tercih edilir denilir. Ve o zaman kur'ayaçok
az muhtaç olunur.» denilmiştir. Sonra ahlakça en güzeli yani insanlarla en iyi
geçineni, sonra yüzü en güzel olanı yani en çok teheccüd namazı kılanı gelir.
Zad-el-fakir
de: «Sonra en güzeli yani en güler yüzlü olanı, sonra hasebi en çok olanı tercih
edilir.» denilmektedir. Sonra nesebi en şerefli olan gelir.
Burhan'da:
«Sonra sesi en güzel olan gelir.» denilmiştir: Eşbah'ın misl fiyâtı bâbından az
önce şöyle denilmiştir: «Sonra karısı en güzel olan, sonra malı en çok olan,
sonra itibarı en çok olan gelir. Sonra elbisesi en güzel olan, sonra başı en
büyük uzvu en küçük olan gelir, sonra mukîm müsâfire. aslı hür olan aslı köle
olana, sonra hadesden dolayı teyemmüm eden cünüblükten dolayı teyemmüm edene
tercih edilir.
İZAH
Bir
yerde imamlığa geçirmek hatta maaşlı tayin etmek için en lâyık kimse yalnız
namaz hükümlerini en iyi bilendir. Velev ki sâir ilimlerde bilgisi az olsun.
Böylesi o ilimlerde derin bilgisi olana tercih edilir. İrşâd şerhinden naklen
Zad-el-Fakir'de böyle denilmiştir. Şu şartla ki görünür kötülüklerden
sakınacaktır.» Müçtebâ'dan naklen Dirâye'de böyle denilmiştir. Kâfi ve
diğerlerinin ibâreleri şöyledir: «Sünneti en iyi bilen imamlık için evlâdır.
Meğer ki dîni hususunda kendisine dil uzatıla! Çünkü insanlar böylesine uymaya
rağbet göstermezler.
Bir
takımları imamın, namazın sünnetlerini de bilmesinin şart olduğunu
söylemişlerdir. Bunu söyleyen Zeyleî'dir. Mebsût'tan anlaşılan da budur.
Nehir'de de böyle olduğu gibi feth-ul-kadîr'de dahî bu kavil tercih edilmiştir.
Tahtavî bu kavlin daha akla yatkın olduğunu söylemiştir. Çünkü imamlığa geçirme
işi evleviyet suretiyle olur. Binaenaleyh en münasibi sünnete riâyetkâr
olanıdır.
«Ondan
sonra tilâvet ve tecvidi en güzel olan gelir.» Bununla şunu anlatmış oluyor ki:
Ulemanın (en okuyanı gelir) sözlerinin mânâsı en hâfız olanı değil, en iyi
okuyanıdır. Velev ki Bahır sahibi en hâfız olanı mânâsına almış olsun. Tilâvette
güzel olmanın manası, harflerin nasıl okunacağını nerede durulacağını ve buna
bağlı meseleleri bilmesidir. T.
«Ondan
sonra şübhelerden en fazla korunan gelir.» Şübheden murad: Haram ve helâlı
hususundaki şübhedir. Verâdan takva lazım gelir. Aksi yani takvadan vera lazım
gelmez.
ZÜHD:
Şübheye düşmek korkusuyla helâldan bir şey terk etmektir. Ve verâdan daha hususi
bir mânâ ifâde eder. Sünnette verâ zikir edilmemiş, vatandan hicret zikir
edilmiştir. Bu nesh edilince hicret kelimesinden verâ suretiyle günahlardan
hicret mânâsı kast edilmeğe başlanmıştır. Hicret ancak dâr-ı harpde müslüman
olana vacip olur. Nitekim Mi'rac' da beyân olunmuştur. T.
Ondan
sonra en yaşlı olan yani en evvel müslüman olan tercih edilir.» Bu mânayı Bahır
sahibi Bedâyi'in talilinden çıkarmış; Nehir sahibi de ona uymuştur. Bedâyi
sahibinin talili: «Müslüman olarak uzun ömür geçiren kimsenin taatı daha çok
olur.» sözüdür.
Ben
derim ki: Bilakis en yaşlı tâbirinden anlaşılan. yaşca daha büyük olandır.
Nitekim hadisin bazı rivayetlerinde: «Ondan sonra yaşça en büyük olanı gelir.»
denilmiştir. Ekseriyetle kitablardan anlaşılan da budur. Binaenaleyh burada söz
aslî müslüman hakkındadır. Evet, Buharî müstesnâdiğer sahih sahiplerinin rivayet
ettikleri bir hadisde: «En önce müslüman olan gelir.» buyurulmuştur. Bu rivayete
göre önce müslüman olmak yeni müslüman olana ayrı bir tercih sebebidir. Ve
müslüman olarak yetişen bir genç yeni müslüman olan ihtiyara tercih edilir. Ama
ikisi de asıldan müslüman yahud beraberce müslüman olmuşlarsa yaşca büyük olanı
tercih edilir. Çünkü Zeyleî'de: «Yaşca büyük olanın kalbi âdeten Allah'dan daha
çok korkar. Ona hürmet daha çoktur. Halkın kendisine uymak hususunda gösterdiği
rağbet daha fazladır. Binaenaleyh onu tercih etmek cemâatı çoğaltır.»
denilmektedir.
Şu
da var ki musannıfın tuttuğu yol yani daha ziyâde verâ sahibi olanı yaşlıya
tercih meselesi metinlerde ve bir çok kitablarda zikir edilenin aynıdır.
Muhit'te bunun aksi beyân edilmiştir.
«Sonra
yüzü en güzel olanı yani en çok teheccüd namazı kılanı gelir» İfâdesindeki
tefsir manzum itibariyle yapılmıştır. Çünkü çok teheccüd namazı kılmaktan yüzün
güzel olması lazım gelir. Bir hadisde: «Bir kimsenin geceleyin namazı çok olursa
gündüzün yüzü güzel olur.» buyurulmuştur. Velev ki hadis ulemasınca zaif olsun.
Bedâyi sahibi şöyle demiştir: «Bu tekellüfe hâcet yoktur. Bilakis söz zâhir
manası üzerine kalmalıdır. Zirâ yüzün güzelliği cemâatın çoğalmasına sebep olur.
Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. H.
Hasebden
murad: Kişinin saydığı babalarının iyilikleri, malı mülkü, dini, cömertliği,
şerefi vesairedir.
«Sonra
karısı en güzel olan gelir.» İfâdesinin izahı şudur: Çünkü ekseriyetle karısı
kendisini çok sever. Buna sebep kocasının başkasına gönül vermemesidir. Bu hal
eş dost, hısım akraba ve komşular arasında bilinen şeylerdendir. Zira maksad her
birinin karısının vasıflarından bahsetmesi değildir ki, hangisinin karısı daha
güzel olduğu bilinsin!
«Sonra
başı en büyük, uzvu en küçük olan gelir.» İfâdesinden murad: Başının büyük
olması aklının çokluğunu delâlet eder, demektir. Ama âzânın mütenâsip olması
şarttır. Yoksa başı pek büyük, diğer uzuvları pek küçük olursa bu hal mizac
terkibinin bozukluğuna delâlet eder ki normal akıllı olmamasını gerektirir. H.
Ebu-s-Suud
hâşiyesinde şöyle denilmektedir: «Bu makâmda bazılarından öyle bir şey
nakledilmiştir ki, yazılmak şöyle dursun ağza alınması bile layık değildir!»
Galiba bazılarının: «uzuvdan murad tenâsül âletidir.» sözüne işâret ediyor.
«Sonra
mukîm müsâfire tercih edilir.» Mukîm ile müsâfirin müsâvi olduklarını
söyleyenler vardır. Bunu Bahır sahibi bildirmiştir. Anlaşılıyor ki cemâatda
müsâfir iseler bu tercihe gidilir. Bu da vakit çıkmamış olmak şartıyledir. Aksi
halde müsâfirin dört rekatlı namazda mu'kîme uyması sahih olmaz. Nitekim
gelecektir.
«Sonra
hadesten dolayı teyemmüm eden cünüblükten teyemmüm edene tercih edilir.» Tetimme
nâm eserde beyan edildiğine göre Hulvâni böyle cevap vermiştir. Feyz ve cami-i
Fetevâ sahibleri buna cezm etmiş; Kezâ Şeyh İsmâil el-Ahkâm'da katiyetle buna
kâil olmuştur. Tatarhâniye' de de böyle denilmiştir. Bunun vechi her halde
hadesin cünüblükten daha hafif olmasıdır. Lâkin Münyet-ül-Müftî'de: «Cünüblükten
teyemmüm eden imam olmağa hadesden teyemmüm edenden daha layıktır.» denilmiştir.
Bu kavli Nehir sahibi Münye'den nakletmiş ve başka bir şey söylemeyiponunla
yetinmiştir. İhtimal bunun da vechi cünüblükten dolayı yapılan teyemmümün
temizlik cihetinden daha kuvvetli olmasıdır. Çünkü yıkanma mesabesindedir. Hades
onu bozmaz.
METİN
FÂİDE:
İmamlık namzedleri çok olursa tercihe sebep bulunmadıkça hiç biri tercih
edilemez. Tercih sebeplerinden biri derse, fetvâ istemeye ve dâvâya evvel
gitmektir. Hep beraber gelirlerse aralarında kur'a çekilir.» Eşbah'ın sözü
burada sona erer. Tatarhâniye'nin haram bahsinin (32)nci faslında da şu satırlar
vardır: «Öğrencilerde sınıfı ileri olan tercih edilir. İhtilâf ederler de ortada
beyyine bulunursa ne âlâ! Bulunmazsa beraber geldiklerinde olduğu gibi kur'a
çekilir. Nitekim yananlarla boğulanlar meselesinde ilk ölen bilinmeyince hepsi
beraber ölmüş gibi tutulur.»
İbn-i
Vehban'ın Mehâsin-ül-Kurrâ adlı eserinde de şöyle deniliyor: «Bazılarına göre
hocanın mâlu maaşı yoksa dilediğini tercih etmesi câizdir. Ekser ulemamıza göre
ise kıdemli olan talebe tercih edilir. Bu çığırı ilk açan İbn-i Kesîr'dir.»
Namzedler
müsâvi gelirlerse aralarında kura çekilir. Yahud cemaat muhayyer kalır. Cemaat
ihtilâf ederlerse ekseriyete bakılır. Bunlar evlâ olmayan birini tercih
ederlerse günaha girmeksizin isâet etmiş olurlar. Bilmiş ol ki. hâne sahibi - ki
mescidin maaşlı imamı da öyledir - imamlık hususunda başkalarından mutlak
surette evlâdır. Meğer ki yanında sultan veya hâkim bulunsun. Bu takdirde sultan
veya hâkim ona tercih edilirler. Çünkü onların hakimiyetleri umumidir. Haddâdî
vâlinin resmi imam üzerine tercih edileceğini söylemiştir.
Ödünç
ve ücret alan kimseler mal sahibinden daha haklıdırlar. Sebebi yukarda geçendir.
Bir kimse kendisinden hoşlanmadıkları halde bir cemâata imam olsa bakılır: Eğer
hoşlanmamaları o şahısdaki bir bozukluktan yahud kendileri imamlığa ondan daha
lâyık olduklarından ise imamlığı kerahat ile mekruhtur. Çünkü Ebu Dâvud'un
rivayet ettiği bir hadisde: «Kendisini sevmedikleri halde bir cemaata imam olan
kimse"in namazını Allah kabul etmez.» buyurmuştur. O kimse haklı ise kerahet
yoktur. Kerahet cemâatın üzerinedir.
İZAH
«Derse,
fetvâ istemeye veya dâvaya beraber gelirlerse aralarında kura çekilir.»
cümlesinden murad: Arılaşamazlarsa kur'a çekilir demektir. Anlaşılıyor ki bu
kur'a çekimi evleviyet yolu iledir. (yani çekilmesi evlâ olur.) Bazılarına göre
hocanın vakıf yahud talebe tarafından tayin olunmuş mâaşı yoksa dilediğini
tercih etmesi câizdir. Çünkü isterse hiç birini okutmaz. Ekser ulemamıza göre
ise hoca kıdemli olan talebeyi tercih eder. Bu çığırı i!k açan ibn-i Kesîr'dir.
Semhudî
Cevher-ul-lkdeyn adlı eserinde şöyle diyor: «Rivayete göre Ensardan biri
Rasûlüllah (s.a.v.)a bir şey sormaya gelmiş, Sakit kabilesinden de bir adam
gelmiş. Peygamber (s.a.v.): Ey Sakîfin kardeşi! Ensari senden önce geldi. Oturda
sendîn önce Ensâri'nin hâcetinden başlaya buyurmuşlar.» Bundan anlaşılıyor ki,
önce gelenden başlamak Peygamber (s.a.v.)in sünnetidir. İbn-i Kesîr bu hususta
tâbidir. Bir de maaşlı olanla olmayan arasında fark bulunmadığı anlaşılıyor.
Evet, beraber gelirlerse maaşlı ile maaşsız arasında fark olabilir. Bunu Rahmetî
söylemiştir. Yanimaaşı varsa kur'a çeker; yoksa dilediğini tercih eder.
Cemâat
evlâ olmayan birini imamlığa tercih ederlerse günâha girmeksizin isâet etmiş
olurlar. Tatarhâniye'de şöyle deniliyor: «İki adam fıkıh ve salahda müsâvi
olurlarda biri daha güzel okur fakat cemaat ötekini imam yaparlarsa isâet etmiş;
sünneti bırakmışlardır. Ama günahkâr olmazlar. Çünkü elverişli birini
geçirmişlerdir. Vâlilik ve hükümet meselelerinde de hüküm böyledir. Hilâfete
gelince: O büyük imamlıktır. (onu seçerken) efdal olanı bırakmaları câiz
değildir. Bunun üzerine îcma-ı ümmet vardır.»
Hâne
sahibi imamlık hususunda başkalarından mutlak surette evlâdır. Yani mevcutlar
arasında ondan daha bilgili ve daha iyi okuyan bulunsa bile onun imam olması
evlâdır. Tatarhâniye'de şöyle deniliyor: «Bir hânede bir çok ziyaretçiler
bulunurda biri imam olmak isterse hâne sahibinin geçmesi icap eder. İlminden ve
büyüklüğünden dolayı ziyaretçilerden birini geçirirse daha iyi olur. Ama biri
kendiliğinden geçerse câizdir. Çünkü zâhire göre hâne sahibi müsâfirine ikram
için imam olmasına izin verir.»
«Haddâdî
vâlinin resmi imam üzerine tercih edileceğini söylemiştir.» Bunun ifâde ettiği
mânâ şudur ki bu tercih işi yalnız umumi velâyeti olan sultana mahsus olmadığı
gibi velâyeti olan hâkime de mahsus değildir. Vali de onlar gibidir. Bu hususta
maaşlı imam da ev sahibi gibidir.
İmdâd
sahibi şöyle diyor: «Ama bunlar bir araya gelirlerse sultan hepsinden
ileridedir. Ondan sonra vâli, sonra hâkim, sonra hâne sahibi gelir - velev
kirâcı olsun - Kezâ hâkim mescidin imamına tercih edilir.»
«Ödünç
ve ücret alan kimse mal sahibinden daha layıktır.» Çünkü iâre (ödünç verme)
menfâatı temliktir. Her ne kadar ödünç veren kimse dönebilir; kirâya veren
dönemezse de dönmedikçe ödünç alan daha lâyık ve haklı kalır. Zira döndüğü vakit
ödünç kalmaz. Ve mesele mevzuattan çıkmış olur.
«Sebebi
yukarda geçendir.» İfadesinden murad: İkisininde umumi velâyeti olmasıdır. Lâkin
bu söz münâsip değildir. Çünkü umumi velâyetten murad: Herkese veli olmasıdır.
Bunlar öyle değildir. Şârih'in: «Çünkü ödünç alanla ücretlinin bu halde ki
velâyetleri mal sahibinden daha aşağıdır.» demesi lazım gelirdi. H.
«Kerâhet
cemaatadır.» İfâdesinden kerahet-i tahrimiye mi, kerahet-i tenzihiye mi kasd
edildiği hususunda Halebî tereddüde düşmüştür. Halbuki Hılye'de bundan önceki
kerahetin kerahet-i tahrimiye olduğunu kati lisanla söylemişti. Çünkü ona
delâlet eden hadis vardı.
METİN
Kölenin
- Velev âzâd edilmiş olsun - imamlığı tenzihen mekruhtur.
Bunu
Kuhistâni Hulâsâdan naklen söylemiştir. Bu ihtimal yukarıda beyan ettiğimiz
«aslı hür olan tercih olunur.» kaziyesinden dolayıdır. Çünkü kerahet-i
tenzihiyedir.
Bedevînin
- ki Türkmenlerle kürdler ve avâmdan olanlarda onun gibidir. Fâsıkın ve âmânın
imamlıkları da mekruhtur. Gözleri zaif olan kimse de âmâ gibidir. Nehir. Şu
kadar var ki bunlarınfâsıktan mâadası cemaatın en âlimi iseler imam olmaları
evlâdır.
İZAH
Kölenin
imamlığı tenzihen mekruhtur. Çünkü imam Muhammed asıl nâmındaki kitabında:
«Başkalarının imam olması bence daha makbuldur.» demiştir. Bunu Bahır sâhibi
Müctebâ ve Mi'rac'tan nakletmiş; sonra şöyle demiştir; «Bu adamların ileri
geçmeleri mekruh olduğu gibi onlara uymakta tenzihen mekruhtur. Başkalarının
arkasında kılmak mümkün olursa bu efdaldir. Mümkün olmazsa onlara uymak da
yalnız kılmaktan efdaldir.»
Bedevi:
Arap olsun olmasın çölde yaşayan kimsedir. Misbah'da bu kelime çölde yaşayan
Arablara tahsis edilmiştir.
FÂSIK;
doğru yoldan çıkan manasınadır. İhtimal ondan murad: İçki içen, zina eden ve
fâiz yiyen gibi büyük günahları irtikâp edendir. Bercendî'de dahi böyle
denilmiştir. Mi'rac'ta şu satırlar vardır: «Ulemâmızın söylediklerine göre
cumadan başka hiç bir namazda fâsika uymamak gerekir. Çünkü cumadan başka
namazda fâsıktan başka imam bulur.»
Fetih
sahibi diyor ki: «Bu izâha göre cuma namazı şehirde birkaç yerde kılındığı zaman
imam Muhammed'in müftâbih olan kavli gereğince cumada uymakta mekruh olur. Çünkü
başka yere gitmek elindedir.» «Şu kadar var ki, bunların fâsıktan maadaları
cemaatın en âlimi iseler imam olmaları evlâdır.» Bu ibârede musannıf, Bahır
sâhibine tâbi olmuştur. Bahır sahibi şöyle demiştir: «Muhit ve diğer kitablarda
âmanın imamlığının mekruh olması, cemaatın en fazîletlisi olmamakla
kayıtlanmıştır. Şâyed cemaatın en fazîletlisi ise evlâ olan odur.» Bahır sahibi
bundan sonra bu kaydın köle, bedevi ve veledi zina da dahi geçerli olması lazım
geldiğini söylemiştir.
Nehir
sahibi kendisine itiraz etmiş şöyle demiştir: «Hidâye'de mekruh olmanın sebebi
bu adamların ekseriyetle câhil olmaları gösterilmiştir. İmamlığa geçirilmeleri
cemâatı nefret ettirecektir. Bu ise cahil olmasa bile kerahetin sübûtunu iktiza
eder. Ancak âmâ hakkında hususi nâs vârid olmuştur. Bu nâs Peygamber (s.a.v.)in
ibn-i ümmü Mektûm ile Utbanı Medine'ye kendi yerine halîfe bırakmasıdır. Bu iki
zât âma idiler. Çünkü erkeklerden bunlardan başka işe yarar kimse kalmamıştı.
İşte ulemânın mutlak ifâdelerine ve sâdece âmayı istisnâ etmelerine münâsip olan
budur.» Bu sözün hulâsası şudur: Musannıfın «cemâatın en âlimi» sözü âmaya
mahsustur. Âmâdan başkası âlim de olsa kerahet ortadan kalkmaz. Lâkin Bahır
sahibinin bahis ettiğini ihtiyar sahibide söylemiş ve şöyle demiştir: «Kerâhetin
illeti yoksa meselâ: Bedevî şehirliden, köle hürden, veled-i zinâ helâl-zâdeden,
âma görenden üstün olurlarsa zıddiyle hüküm olunur.» Bu ifâdenin benzeri
Behensî'nin Mültekâ şerhinde ve Dürer-ül-bihâr şerhinde de mevcuttur. Galiba bu
kavlin vechi şu olacaktır: Böyle biri başkalarından üstün olunca cemâatın
nefreti kalmaz. Hatta başkasını imam yapmaktan nefret ederler.
Fâsıka
gelince; Onu imamlığa geçirmenin mekruh oluşunu ulema dini hususuna ehemmiyet
vermemekle ta'lil etmişlerdir. Bir de onu imam yapmak ona ta'zimde bulunmaktır.
Halbukicemâatın onu şer'an hafife almaları vaciptir. Şübhesiz ki başkalarından
âlim olmakla illet ortadan kalkacak değildir. Çünkü onlara abdestsiz namaz
kıldırmadığından kimse emin olamaz. Binaenaleyh fâsık bid'atcı gibidir. İmamlığı
herhalde mekruhtur. Hatta Münye şerhinde Halebî onu imam yapmanın keraheti
tahrimiye ile mekruh olduğunu tercih etmiştir. Halebî: «Onun içindir ki. imam
Malik'e göre onun arkasında namaz asla câiz olamaz. Bu kavil imam Ahmed'den de
bir rivayettir, diyor. Bundan dolayı şârih musannıfın ibâresine çâre aramış ve
istisnâyı fâsıktan başkasına hamletmiştir. Allah-u âlem.
METİN
Bid'atcının
yani bid'atı sebebiyle kâfir sayılmayan bid'at sahibinin imamlığı da mekruhtur.
Bid'at:
Peygamber (s.a,v.)den malum ve meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat
bu inad sebebiyle değil bir nevi şübhe iledir. Bizim kıblemize dönenlerden hiç
biri bid'at sebebiyle tekfir edilemez. Bu hükümde bizim kanlarımızı canlarımızı
helâl ve Rasûlüllah (s.a.v.) söğmeyi reva gören, Allah Teâlânın sıfatlarını ve
görülmesini inkâr eden hariciler bile dahildir. Çünkü bu yaptıkları bir te'vil
ve şübhe neticesidir. Tekfir edilmemelerinin delili şâhidliklerinin kabul
edilmesidir. Yalnız Hattâbiye fırkasının şâhidliği müstesnâdır. Bizden
hâricileri tekfir edenler de vardır.
İZAH
Bid'atcıdan
murad: Haram olan bid'atı irtikâp edendir. Aksi takdirde bazı bid'atlar
vaciptirler. Meselâ: Delâlet fırkalarına red cevabı vermek için delil getirmek,
kitap ve sünneti anlatan nahiv ilmini öğrenmek bu kabildendir. Kışla ve medrese
yapmak ve islâmın ilk zamanlarında olmayan her hayrı meydana getirmek gibi
şeyler mendup bid'at; mescidleri süslemek gibi şeyler mekruh bid'at; lezzetli
yemeklerle meşrubat ve elbiselerde bolca davranmak gibi şeyler mubah bid'attır.
(yani bid'at beş kısımdır) Nitekim Münâvi'nin cami-i sağîr şerhinde Nevevî'nin
tenzibinden naklen böyle denilmiştir. Bunun benzeri de Birgivî'nin tarikat-ı
Muhammediye'sindedir.
Bid'atın
kitabımızdaki tarifi Hazâin derkenarında Hâfız ibn-i Hacer'e nisbet edilmiştir.
O da bunu Nuhbe şerhinde yapmıştır. Şübhesiz itikâd: Beraberinde amel olan ve
olmayan inanca şâmildir. Çünkü bir ameli âdet edinen kimse onu mutlaka itikad
edecektir. Meselâ: Şia tâifesinin çıplak ayaklara mesh etmesi, mest üzerine
meshi inkârda bulunması gibi şeyler bu kabildendir. O zaman bu söylediğimiz
Şumunnî'nin târifine müsâvi olur.
Şumunnî
bid'atı: «Rasülûllah (s.a.v.)den alınan ilim. amel veya hâlden ibâret hakkın
hilâfına bir nevl şübhe ve istihsan ile sonradan çıkarılan ve din kavim, sırat-ı
müstakîm yapılan şeydir.» diye tarif etmiştir
Fakat
bid'atcı asla şübhe götürmeyen kati delillere karşı inad ederek bid'ata inanır.
Meselâ: Haşrı veya bu kâinâtın sonradan var edildiğini kabul etmezse katiyetle
kâfir olur. Bir nevi şübhe fâsid bile olsa bid'atcının tekfirine mânidir.
Meselâ: Allah teâlayı görmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin: «O azamet ve
celâlinden dolayı görülmez» demeleri bu kabildendir.
Bizim
kıblemize dönenlerden hiç biri şübhe kurulan bu bid'attan dolayı tekfir
edilmezler. Ama zarurâtı diniye hususunda muhâlefet edenin küfründe hilaf
yoktur. Meselâ: Bu âlemin sonradanmeydana getirildiğine ve cesedlerin haşr
edileceğine inanmayan, cüz'i şeyleri Allah'ın bildiğini kabul etmeyen bir kimse
ehli kıbleden olup ömrü boyunca ibâdetlerle meşgul olsa kâfirdir. Nitekim Tahrir
şerhinde böyle denilmiştir.
Burada
hâricilerden murad: Ehli sünnetin itikadından çıkanlardır. Hâssaten hazreti Ali
(r.a.)ın aleyhine kıyâm edenler ve onu küfre nisbet edenler değildir.
Binaenaleyh hâriciler tâbiri mutezile, şia ve diğer fırkalara şâmildir.
«Rasûlüllah (s.a.v.)e söğmeyi revâ gören ilh...» ifâdesi ekseri nushalarda
böyledir. Ben bunu Hazâin'de de şârihin el yazısı ile bu şekilde gördüm. Orada:
«Rasülullah (s.a.v.)e sövmek kat'i olarak küfürdür.» deniliyor. Doğrusu
«Rasulullah'ın eshabına söğmekde» şeklinde olacaktır. Hâşiyeyi yazan zât eshabı
Ebu Bekir'le Ömer (r.a.)'ya dan başkaları diye kayıtlamıştır. Zira mürted
bâbında geleceği vecihle ebu Bekir'le Ömer (r.a.)ya yahud birine söven kâfir
olur.
Ben
derim ki: Mürted bâbında gelecek olan ebu Bekir'le Ömer (r.a.) ya şübhesiz
şekilde sövenlere hamledilmiştir. Zirâ Münye şerhinde açıklandığına göre onlara
söven veya hilâfetlerini inkâr eden kimse bu yaptığını elindeki bir şübheye
binaen yaparsa kâfir sayılmaz. Velev ki söylediği söz haddi zatında küfür olsun.
Onlar eshab-ı kirâmı ithâm etmekle icmâın hüccet olduğunu İnkâr ediyorlar. Bu
bir nevl şübhedir velev ki batıl olsun.
Hazreti
Ali'nin Allah olduğunu ve Cibrîl'in hata ettiğini iddia edenler böyle değildir.
Zira bu iddia bir şübheden ve ictihaddan ileri gelmiş değil. sırf hevâ ve
hevesden ibârettir. Meselenin tamamı Münye şerhindedir. Oraya müracaat et! Ben
bu makamı «Tenbih-ül-ûlât vel huttâm...» adlı eserimde izah ettim.
«Çünkü
bu yaptıkları bir te'vil ve şübhe neticesidir.» Cümlesi tekfir edilmemenin
illetidir. Kemal ibn Hümâm tahrir nâm eserinin sonunda şunları söylemiştir:
«Allah'ın sıfatlarının zatı üzerine zâid manalar olduğunu kabul etmeyen kabir
azâbını, şefâatı, büyük günah işleyenin cehennemden çıkacağını ve Allah'ı
görmeyi inkâr eden mûtezile tâifesi gibi Cahil bid'atcıların cehli özür
sayılamaz. Çünkü kitap ve sünnet sahihadan müteşekkil deliller açıktır. Ama
tekfir edilemezler. Çünkü bunlar Kur'an veya hadis yahud akılla istidlâl
ederler. Bir de Ehl-i kıblenin tekfir edilmesi yasaktır. Onların şâhidlikleri
kabul edileceğine icmâ vaki olmuştur. Halbuki bir kâfirin müslüman aleyhine
şahidliği câiz değildir. Hattabiye fırkasının şâhidliğinin kabul edilmemesi
kâfir olduklarından değil. kendi fikirlerinde olan kimse için yalancı
şâhidliğini meşru gördükleri içindir. Bu söze: «Günâhı mubah saymak küfürdür.»
diyen itiraz olunmuş. Bu itiraza da: «Şâyed inaddan dolayı ve delilsiz ise
küfürdür. Şer'î delilden dolayı ise küfür değildir. Bid'atcı istidlâlinde
hatâlıdır. İnatçı değildir. Kullarının kalplerini Allah bilir!» diye cevap
verilmiştir.
METİN
Eğer
dinden olduğu bizzarura bilinen bir şeyi inkâr ederse bundan dolayı tekfir
edilir. Allah Teâlânın sâir cisimler gibi bir cisim olduğunu söylemesi ve ebu
Bekir Sıddîkın sahabî olduğunu inkâr etmesi bu kabildendir. Böyle birine uymak
aslâ sahih değildir. Bu bellenmelidir.
Veled-i
zinânın imamlığı dahi mekruhtur. Bu kerahat onlardan daha münâsip başkaları
bulunduğuna göredir. Başkaları bulunmasa kerahet yoktur. Bunu inceleyerek Bahır
sahibi söylemiştir, Nehir nam eserde Muhit'ten naklen: «Bir kimse fâsıkın veya
bid'atçının arkasında namaz kılarsa cemâat fazîletine nail olur.» denilmiştir.
Kezâ emredin (tüysüzün) sefihin, felclinin, abraşlığı şuyu bulmuş kimsenin içki
içenin, fâiz yiyenin, kouculuk yapanın, riyakârın, tasannuğ yapanın (kendine
fazla çeki düzen verenin) ücretle imamlık yapanın arkasında namaz kılmak
mekruhtur. Kuhistânî.
İZAH
Ebu
Bekir (r.a.) sahabi olduğunu inkâr etmek Teâlâ hazretlerinin: «Hâni arkadaşına
mahzun olma! diyordu...» Ayeti kerimesini yalanlamaktır. H.
Fetih'de
Hulâsa'dan naklen: «Ebu Bekir'in veya Ömer'in hilâfetini inkâr eden kâfir olur.»
denilmektedir. İhtimal murad: Hilâfeti Hak ettiklerini inkârdır. Bu eshabın
icmâına muhaliftir. Fiilen halifelik yaptıklarını inkâr etmek murad değildir.
Bahır.
«Ebu
Bekir'le Ömer'in hilâfetlerini inkâr eden kâfir olur.» sözünü «Şübheden neş'et
etmiyorsa» diye kayıtlamak icap eder. Nitekim Münye şerhinden naklen yukarıda
görmüştük. Hazreti ebu Bekir'in sahabî olduğunu inkâr böyle değildir.
«Böylesine
uymak aslâ sahih değildir.» Cümlesindeki «aslâ» sözü te'kiddir. Maksad şu halde
olursa şöyle olur, bu halde olursa böyle olur demek değildir. Çünkü burada
muhtelif holler yoktur. H.
Veled-i
Zinânin imamlığı dahi mekruhtur. Çünkü onu terbiye edecek öğretecek babası
yoktur. Bu sebeple ekseriyetle câhil yetişir. Bahır. Yahud cemaat kendisinden
nefret ettiği için mekruhtur.
«Bir
kimse fâsıkın veya bid'atçının arkasında namaz kılarsa cemaat fazîletine nâil
olur.» Sözü, bunların arkasında namaz kılmanın yalnız kılmaktan evlâ olduğunu
gösterir. Lâkin verâ ve takvâ sahibi bir imamın arkasında nâil olduğu sevaba
nâil olamaz. Çünkü bir hadisi şerifte: «Bir kimse takva sahibi bir âlimin
arkasında namaz kılarsa bir Peygamberin arkasında kılmış gibi olur.»
buyurulmuştur.
Hılye
sahibi: «Hadis tahric edenler bu hadisi bulamamışlardır.» diyor. Evet, Hâkim
Müstedrekinde merfu olarak şu hadisi tahric etmiştir: «Eğer Allah'ın namazınızı
kabul etmesini dilerseniz size hayırlılarınız İmam olsun. Çünkü onlar sizinle
rabbiniz arasında sizin (gönderilmiş) heyetinizdir.»
Anlaşıldığına
göre emredin yani sakalı bıyığı bitmemiş gencin arkasında namaz kılmanın
keraheti dahi kerahet-i tenzihiyedir. Kezâ Rahmetî'nin dediği gibi anlaşılan
emirden murad güzel yüzlü oğlandır. Çünkü fitneye mahaldır. Acaba burada da
«cemâatın en âlimi ise kerahet kalmaz.» denilir mi? kerahetin sebebi şehvet
korkusu ise -ki daha ziyâde anlaşılan budur- kerahet kalmaz denilemez. Sebep
cehlinin fazlalığı veya cemaatın nefreti ise evet kerahet kalmaz, denilir.
Anlaşıldığına göre güzel yanaklı ve şehveti uyandıran herkes emred gibidir.
Şu
da var ki, Medenî'nin haşiyesinde fetevâi afifiye'den nakledildiğine göre Allâme
Abdurrahman bin İsâ el-Mürşidî'ye sormuşlar: «Bir kimse yirmi yaşına varırda sac
bitme zamanı geçdiği haldeyanağında saç bitmezse bununla emred olmaktan çıkar
mı? bilhâssa çenesinde sakalsız olmadığını gösteren kıllar çıkmışsa bu kimsenin
imam olmak hususunda hükmü kâmil erkekler gibimidir; değilmidir?» demişlerdir.
Mürşidî şu cevabı vermiş: «İbn-i Şiblî nâmıyla maruf müteehhirîn hanefiye
ulemasından allâme Ahmed Bin Yunus'a bunun gibi sual sormuşlar da kerahetsiz
câizdir diye cevap vermiş; bu sana örnek almaya yeterde artar da! demiş. Allah-u
âlem. Bu mesele müftî Muhammed tâceddin Kaleî'ye de sorulmuş o da ayni şekilde
cevap vermiştir.
SEFİH:
Şeriatın veya aklın gerektirdiği şekilde güzel tasarrufda bulunamayan akılsız
kişidir. Şârih hacr bahsinde bundan söz edecektir. T.
Bir
ayağı ile yürüyen topal da felcli ve abraşlığı şuyû bulan kimse gibidir. Ondan
başkasına uymak evlâdır. Tatarhâniye, Bercendî'nin bildirdiğine göre cüzamlıda
böyle olduğu gibi Fetevâyı Sofiye'nin Tühfe" den nakline göre tenasül âleti
kesik olan (mecbup) şiddetli çişi gelip toplanan ve bir eli olmayan kimselerde
öyledir. Bunlarda anlaşılan illet ve sebep cemaatın nefretidir. Onun için abraşı
«şuyu» bulmakla kayıtlamıştır. Tâki anlaşılmış olsun. Bir de felcli ve mecbup
gibi kimseler tahareti mükemmel yapamazlar. Çişi birikmiş ve emsâli kimselerin o
halde namaz kılmaları zaten mekruhtur.
Şârih'in:
«içki içenin ilh...» den tasannu yapana kadar söyledikleri metindeki Fâsıkın
imamlığı da mekruhtur.» Sözünün yanında tekrardan ibâret kalır. H.
KOĞUCU:
Fesadlık çıkarmak için insanlar arasında laf taşıyan kimsedir. Koğuculuk büyük
günahlardandır. Koğucunun sözünü kabul etmek haramdır.
Riyakâr:
Yaptığını başkaları görsün diye yapan gösterişcidir. Bunun ibâdetleri güzel
yapar görünmeye özenmesiyle müsavidir.
Tasannucu.
ibâdetleri güzel yapmağa özenendir. Bu ötekilerden daha hususidir. T.
Ücretli
imamdan murad: Bir sene yahud altı ay gibi bir müddet zarfında namaz kıldırmak
için ücretle tutulan imamdır. Vakfın şart koştuğu maaş bu kabilden değildir,
çünkü o sadaka ve nafakadır. Rahmetî. Yanı hem sadakaya hem ücrete benzer.
Nitekim Allah'ın izniyle vakıf bahsinde gelecektir.
Halbuki
bu hususta müftâbih kavl Müteehhirîn ulemanın mezhebidir ki, o da ücretle kur'an
okutmanın ve ücretle imamlık müezzinlik yapmanın câiz olmasıdır. Çünkü zaruret
vardır. Sırf Kur'an okumak için ücret vermek ve zarurî olmayan sair ibâdetler
için ücretle adam tutmak bunun hilâfınadır. Bu aslâ câiz değildir. Nitekim
inşallah icâre bahsinde gelecektir.
METİN
İbn-i
Melek: «Şâfiî gibi muhalif mezhepten birinin arkasında namaz kılmak da
mekruhtur.» İbâresini ziyâde etmiştir. Lâkin Bahır nâm kitabın vitir bahsinde:
«Riâyetkâr olduğunu yüzde yüz bilirse mekruh olmaz; riayetkâr olmadığını bilirse
sahih olmaz, şübhe ederse mekruh olur.» denilmiştir.
İZAH
Mutemed
olan kavil Bahır'ın söylediğidir. Çünkü muhakkık ulema bu kavle meyletmişlerdir.
Mezhebimizin kâideleri de buna şâhiddir, Ulemâdan bir çokları: «İmamın âdeti
hilâf yerlerine riâyetise câizdir. Değilse caiz değildir.» demişlerdir. Bunu
yukarıda adı geçen Sindî söylemiştir. H.
Ben
derim ki: Bu söz, itibar uyan kimsenin reyine olduğuna binaendir ki. esah olan
da budur. Bazıları imamın reyine itibar edileceğini söylemişlerdir. Bir cemaat
da bu kavli tercih etmişlerdir. Nihâye sahibi: «Bu kavl kıyasa daha uygundur.»
demiştir. Buna göre imam hilâf yerlerine dikkat etmese bile uymak sahihtir.
Nitekim vitir bâbında gelecektir.
«Riayetkâr
olduğunu yüzde yüz bilirse mekruh olmaz.» ifâdesinden murad: O namazın şart ve
rükün gibi farzlarında hilâfa riâyet etmesidir. Velev ki vacip ve sünnetlerde
riâyet etmesin. Nitekim Bahır ve Münye şerhinden anlaşılan da budur. Münye
şerhinde şöyle denilmiştir: Fer'î meselelerde bize muhalif olan Şâfiî gibi
birine uymaya gelince: Uyan kimsenin itikadına göre imâmın namazı bozacak bir
hâli bilinmedikçe bu caizdir. Bunun üzerine icma vardır. Yalnız keraheti olup
olmadığında ihtilaf edilmiştir.»
Görülüyor
ki: «Namazı bozacak bir şey» diye kayıtlamış başka bir şeyle kayıtlamamıştır.
Molla Aliyyül-Kârî'nin «el-ihtidâ fi-l-iktidâ» adlı risâlesinde şu izahat
vardır: «Umumiyetle ulemamıza göre imam hilâf yerlerine dikkat ve ihtiyat
gösterirse ona uymak câiz; dikkat etmezse câiz değildir. Mânâ şudur: Dikkat
ederse kendisine uymak kerahetsiz câizdir. Dikkat etmezse kerahetle câiz olur.
Sonra dikkatli gereken mühim yerler şunlardır: Kan aldırmak; veya kusmak yahud
burunu kanamak gibi bir hâl başına gelmişse abdest almış olmalıdır. İmamın
mezhebine göre sünnet bize göre müstehap olan rükû ve secdeler arasında el
kaldırmak, besmeleyi âşikâra ve gizli çekmek gibi hususatta hilâfa riâyet lazım
değildir. Bu ve emsâli yerlerde hilâftan kurtulmak mümkün değildir. Binaenaleyh
herkes, mezhebine Tâbi olur kimse âdetinden men edilemez.»
Hayreddîn
Remlî'nin Eşbah hâşiyesinde: «İmamdan namazı bozacak bir şey tahakkuk etmedikçe
benim kalbim kerahet bulunmadığına yatıyor.» deniliyor. Hâşiye sahibinin
incelemesine göre imamın farzlarda vaciplerde ve sünnetlerde hilâfa riâyet
ettiğini bilirse kerahet yoktur. Üçünde de riâyet etmediğini bilirse sahih
olmaz. Hiç bir şey bilmezse mekruh olmaz. Çünkü bize göre bazı terki vacip olan
şeylerin ona göre fiilî sünnettir. Zâhire göre o bunları yapar. Yalnız son
ikisinde terk ettiğini bilirse mekruh olmamak gerekir. Zira vâcibin terki
ihtimalinde mekruh olursa tahakkuku halinde evleviyetle mekruh olur. Yalnız
üçüncüde terk ettiğini bilirse ona uymaması gerekir. Çünkü cemaat vaciptir.
Binaenaleyh kerahet-i tenzihiyeyi terk etmeye tercih olunur.» Allâme Bîri bu
hususta hâşiye sahibinin geçmiş; ondan önce risâlesinde bunun benzerini
yazmıştır. Hatta o kimsenin yalnız başına kılmasının ona uymaktan efdal olduğunu
iddia ile şöyle demiştir: «Çünkü şübhesiz o imam namazında bize göre iâdesi
vacip veya müstehap olan bir şey yapacaktır.»
Lâkin
bu sözü bir başkası yine risâle yazarak red etmiştir. Bu reddiyeyi te'yid eden
sözleri sana duyurduk. Evet, Şeyh Hayreddin'in, Şâfiî Remlî'den naklettiğine
göre başkasına uymak imkanı varken o da muhalif mezhepden birine uymanın mekruh
olduğuna kâil imiş, Bununla beraber ona göre dahi muhalif imama uymak yalnız
kılmaktan efdaldir: cemâat fazîletim kazanır. Büyük Remlî'debununla fetva
vermiş, Supkî ve diğerleri de buna itimad etmişlerdir.
Şeyh
Hayreddîn şöyle demiştir: «Hâsılı bu hususta ulemanın ihtilafı vardır. Bize
uymanın sahih, fâsid veya efdal olması hakkında onlar bir illet olursa bizde
onlar aleyhinde aynı şekilde illet bulunur. Remlî'nin itimad ettiği ve fetvâ
verdiği kavli sen duydun. Fakirde hanefî'nin Şâfiî'ye uyması meselesinde onun
dediğini derim. İnsaflı fakîh bunu teslim eder.» Kısaltarak alınmıştır.
Yani
iki mezhebin iki âlimi - ki biri Hanefî Remlî, diğeri Şâfiî remlî'dir - ittifak
ettikten sonra söyleyecek söz kalmaz. Ve şu netice hasıl olur: Başkası
bulunmayınca farzlarda muhâlif mezhebe riâyet eden muhalifin arkasında namaz
kılmak efdaldir. Kendi mezhebinden bir başkası bulunursa mezhebine muvâfık imama
uymak efdal olur.
Şimdi
şu mesele kalır: Bir mescidde bir kaç cemâat olur da o kimse mescide vardığında
önce Şâfiîler cemaat olurlarsa Tahtavî'nin ibn-i Nüceymin risâlesinden nakline
göre Şâfiî'ye uymak efdaldir. Hatta geciktirmek mekruhtur. Çünkü bir mescidde
cemaatın tekrarı bize göre mekruhtur. Mutemed olan kavil budur. Meğer ki ilk
cemaat o mescidin cemaatından olmasın; yahud cemaatla kılınan namaz mekruh
vecihle edâ edilmiş olsun. Bir de şu var ki, Şâfiî namaz kıldırırken o Hanefî
iki şıktan hâli değildir. Ya Hanefî imamı beklemek için sünnet kılacaktır, ki bu
yasak edilmiştir. Zira Peygamber (s.a.v.): «Namaza duruldu mu farz namazdan
başka namaz yoktur.» buyurmuştur. Yahud oturacaktır; bu da mekruhtur. Çünkü
muhtar kavle göre Şâfii'lerin cemâatında bir kerahat olmadığı halde cemâattan
kaçınmıştır.»
Bu
ifâdenin bir benzeri de Medenî'nin hâşiyesindedir. O bu sözü babası Muhammed
Ekrem ile Muhakkıkîn ulemanın sonuncusu Seyyid Muhammed Emin Pîr padişahdan ve
şeyh İsmail Sirvânî'den nakletmiştir. Bu zevât dahi namazı ilk cemaatla kılmanın
efdal olduğunu tercih etmişlerdir. Şeyh Abdullah el-Afîf. Fetevây-ı Afîfiye adlı
eserinde Abdurrahman Mürşidî'den naklen şöyle demiştir: «Üstâdımız Şeyh-ul-İslâm
ve Mekke'nin müftüsü Hanefî Ali bin Cârullah. Zahire Kâbe'de ilk cemâatı
Şâfiiler teşkil ettiklerinde dâima onlarla namaz kılardı. Onlara uymakda ben de
ona uyardım.»
Allâme
İbrâhim Bîrî bunlara muhalefet etmiş; Şâfiîler vâcip ve sünnetlere riâyet
etmedikleri için onlara uymanın mekruh olduğunu, mezhebinin imamı yetişmezse
yalnız başına kılmanın efdal olduğunu söylemiştir. Bu zevâta Kemal b. Hümâm'ın
Tilmîzi allâme Rahmetullah Sindî dahi muhâlefet etmiş: «İhtiyat Şâfiî imama
uymamaktadır. Velev ki mezhebine riâyet etsin.» demiştir. Molla Aliyyülkârî'de
muhaliftir Aliyyülkârî'nin Şâfiîlere uymanın mekruh olmadığını söylediğini
evvelce bildirmiştik. Sonradan şunları söylemiştir: «Zamanımızda olduğu gibi her
mezhebin imamı bulunursa geciksin gecikmesin efdal olan mezhebin imamına
uymaktır. Müslümanların âmmesi ve kavli beğenmiş; Haremeyn, Kudüs, Mısır ve Şam
halkından mü'minlerin cumhuru bununla amel etmişlerdir. Şâz olanlarına itibar
yoktur.»
Kalbin
meyl ettiği taraf şudur ki: Forzlara riâyetsizlik göstermedikçe muhâlif mezhebin
imamınauymakta kerahet yoktur. Çünkü sahabe ve tâbiinden bir çokları müctehid
imamlardı. Halbuki mezhebleri muhtelif olmasına rağmen bir imamın arkasında
namaz kılarlardı. Bir kimse namaz saflarından uzakta mezhebinin imamını beklese
cemaattan yüz çevirmiş olamaz. Çünkü o kimsenin bu cemaattan daha mükemmel bir
cemâat arzu ettiği malumdur. Bir mescidde bir kaç cemaat teşkil etmenin mekruh
olduğu ise bâbın başında bahis mevzuu etmiştik. Allah-u alem.
METİN
Cemâat
razı olsun olmasın kıraat ve zikirlerde namazı cemaata sünnet miktarından fazla
uzatmak kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur, Çünkü hafif tutma emri mutlaktır.
Nehir.
Şurunbulâliye'de:
«Muâz hadisinin zâhiri cemâatın mutlak surette en zaif olanının namazından uzun
tutmayacağını gösteriyor.» denilmiştir. Onun için Kemâl: «Ancak zaruretten
dolayı olursa o başka!» demiştir. Sahih rivayetle sâbit olmuştur ki Peygamber
(s.a.v.) bir çocuğun ağladığını işitince sabah namazında muavvezeteyni
okumuştur.
Kadınların
cenâze namazından başka namazlarda - Velev teravihde olsun - cemaat teşkil
etmeleri keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Çünkü cenâze namazının tekrarı meşru
olmamıştır. Kadınlar yalnız başlarına kılsalar birinin namazı bitirmesiyle
fırsat ötekilerin elinden gitmiş olur. Cenâze namazında kadın erkeklere imam
olursa namaz tekrar kılınmaz. Çünkü kadının kılması ile farz sâkıt olmuştur.
Ancak (abdesti bozulan) imam kendi yerine kadını çekerde arkasında erkek ve
kadınlar bulunursa hepsinin namazları bozulur.
İZAH
Kırâat
ve zikirleri sünnet miktarından fazla uzatmanın kerahati tahrimiye ile mekruh
olduğunu Bahır sahibi aşağıdaki hadisdeki hafif tutma emrinden almış ve şöyle
demiştir: Bu emir vücûp ifâde eder, meğer ki değiştiren bir şey buluna bir de
uzun tutmakta başkasına zarar vardır. Nehir sâhibi de buna cezm etmiştir. Sünnet
miktarından fazla ifâdesini Bahır sahibi Sirâc ile muzmerata nisbet etmiş ve:
Bunu Fetih sahibi inceleyerek beyan etmiştir. Bazı imamların vehme kapılarak
sabah namazında başka namazlarda olduğu gibi az bir miktar okumaları doğru
değildir, demiştir.
Makul
olan hafif tutma emri sahihayndaki şu hadistir: Biriniz cemâata namaz kıldırırsa
hafif tutsun. Çünkü içlerinde zaif, hasta ve ihtiyarları vardır. Yalnız başına
kılarsa istediği kadar uzatsın. Şârih bu hususta Bahır sâhibine tâbi olmuştur.
Şeyh İsmâil kendisine itiraz etmiş:
Emri
bu şekilde Ta'lil cemâat olduğu yani birkaç kişiden ibâret bulunduğu vakit
kerahet kalmayacağını ifâde eder. Bahır'ın sözünü sayısız
cemâata
hamletmekde mümkündür.
Şurunbulâliye'nin
sözü sünnet miktarından fazla ifâdesine mukâbildir. Hasılı şudur: İmam mutlak
surette cemâatın haline göre okur. Yani velev ki sünnet miktarından az olsunlar
demektir. Ama söz götürür: Evvelâ bu söz yukarda geçtiği gibi Sirac ve
Muzmerat'tan nakledilene aykırıdır.
İkincisi:
Sünnet miktarı cemâatın en zaif olanının namazından fazla değildir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) kendisine zaif ve hastaların uyduğunu bildiği halde bunu
yapardı ve ancak zaruretzamanında bırakırdı.
Üçüncüsü:
Hazreti Muâz'ın - kavmi kendisini Peygamber (s.a.v.) şikâyet edip de: Sen
fitnebazmısın yâ Muâz? buyurdukları vakit - kırâatı ancak sünnet miktarından
fazla idi. Kemâl feth-ul Kadîr'de şöyle diyor: Araştırdığımıza göre uzatma,
sünnet miktarından ziyâde okumaktır. Zira Peygamber (s.a.v.) bunu yasak
etmiştir. Sünnet miktarı onun okuduğudur. Binaenaleyh onun yasak ettiğinin âdet
edindiğinden başka olması mutlaka lazımdır. Meğer ki zaruret buluna.
Müslim'in
rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)in söylediklerini söylediği vakit Muâz bakara
suresinden okumuştu. O rivayette şöyle denilmektedir: Muâz bakaraya başlamıştı.
Derken bir adam safdan ayrılarak selâm verdi. Sonra yalnız başına kılarak gitti.
Peygamber (s.a.v.)in: Cemaata imam olduğun vakit Veş Şems ile Seb Bih'i (E'lâ
sûresini) ikrâ ile Vel Leyli'yi oku. Buyurması namaz yatsı namazı olduğu
içindir. Mu'az'ın kavmi muhakkak surette mazur idi. Tenbellik ettikleri yoktur.
Onlara bunu bu özürden dolayı emir buyurdu. Nitekim bildirildiğine göre
Peygamber (s.a.v.) sabah namazında muavvezeteyni okumuş namaz bitince Eshab:
«Kısa kestin demişler, o da: Bir çocuğun ağladığını işittim de annesinin aklı
gider diye korkdum.» buyurmuşlar. Kısaltılarak alınmıştır.
Kemâl'in
sözünden anlaşılıyor ki, sünnet miktarı kıraattan ancak zaruret dolayısıyle az
okunabilir. Nitekim çocuğun ağlaması sebebiyle muavvezeteyn surelerini okuması
böyle olmuştur. Muâz hadisinden de anlaşılıyor ki, cemâatın zaifliğinden dolayı
sünnet miktardan azaltma yapılmaz. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Muâz'a yatsı
namazında sünnet miktarından az bir şey tâyin etmemiştir. Kavminin özrü tahakkuk
ettiği halde ona sünnet miktardan fazla okumamasını tenbih etmiştir.
Binaenaleyh
Şurunbulâlî'nin hadisden anladığı ve Kemâl'in sözünü de hamlettiği mana açık
değildir. Evet Bahır'ın vitir ve nâfileler babında terâvih hakkında söz ederken
Müctebâ'ya nisbet edilerek şöyle denilmiştir: İmam Hasan'ın İmam-A'zam'dan
rivayetine göre bir kimse farz namazda Fâtiha'dan sonra üç âyet okursa iyi
etmiş, isâet işlememiş olur. Lâkin bu söz bizim söylediklerimize aykırı
değildir. Çünkü bu adam vacip miktarı okumakla iyi etmiş olur. Ama isâet
işlememiştir. Yani şiddetli kerahet derecesine varmamıştır. Çünkü cenâze
namazının tekrarı meşru olmamıştır.
Feth'ul
Kadîr'de şöyle denilmiştir: Bilmiş ol ki, kadınların cenâze namazında cemaat
olmaları mekruh değildir. Zira bu namaz farzdır. öne geçmeyi terk etmek
mekruhtur. Binaenaleyh mesele farzı yapmak için mekruhu terk için farzı terk
arasında devretmektedir. Ve birincisi vâcip olur. Kadınların başka namazlarda
cemaat olmaları bunun hilâfınadır. Yalnız kılarlarsa içlerinden biri önce
kılacaktır ve ötekilerin namazları nâfile olacaktır. Halbuki cenâze namazını
nâfile olarak kılmak mekruhtur. Şu halde o kadının namazını bitirmesi kalanların
namazlarının farziyet sıfatının bozulmasını icap eder. Nasıl ki son oturuşu terk
eden kimsenin beşinci rekatı secde ile kayıtlaması da namazın farz sıfatının
bozulmasını icap eder. Bu izahın bir misli de Bahır ve diğer kitablardadır.
Bunun ifâde ettiği mânâ şudur: Cenâze namazında kadınların cemâat olması,
başkaları bulunmamak şartiyle vaciptir. Bunun vechi kadınlardan biri evvela
kılınca kalanlarının namazlarının farziyeti bozulmasından korunmak olsa
gerektir. Burada şöyle denilebilir: Erkeklerayrı ayrı kılarlarsa bu namaz
hakkında da ayni şey lâzım gelir. Şu halde erkeklerin cenâze namazında cemâat
olmaları vacip olmak lazım gelir. Halbuki açıkça bildirildiğine göre cenâze
namazında cemaat vacip değildir.
Cenâze
namazında kadın erkeklere imam olursa namaz tekrarlanmaz. Çünkü tekrar kılınsa
mekruh nâfile namaz olur. T. Çünkü kadının kılması ile farz sâkıt olmuştur.
Kadının kılması diye kayıtlanması, erkeklerin namazı namaz olmadığı içindir. H.
İmam
kendi yerine kadını çekerde arkasında erkek ve kadınlar bulunursa hepsinin
namazları bozulur. Bu hüküm cenâzeye mahsus değildir. Diğer namazlarda böyledir.
Erkeklerle imamın namazlarının bozulması, erkeklerin kadına uymaları sahih
olmadığı içindir. Öne geçen kadınla diğer kadınların namazlarının bozulması ise
evvelâ kâmil bir tahrimeye girdikleri içindir. Kâmil tahrimeden nâkıs tahrimiye
geçmişlerdir. ki, bir farzdan başka bir farza intikal etmiş gibi olurlar.
Nitekim Bahır da da böyle denilmiştir. Ta'lilin zâhiri sırf kadın olsalar yine
namazının bozulmasını iktiza eder. Bunu Ebu's-Suûd söylemiştir. T.
Daha
açık ta'lil şöyle olur: İmam kendi yerine geçene uymakla arkasındakilerin namazı
bozulur. Hatta imamlığa elverişli olmayan birini kendi yerine geçirmekle kendi
namazı bozulur, arkasındakilerinde böyledir. Rahmetî.
METİN
Kadınlar
cemâat olurlarsa kadın imam, ara yerlerine durur. öne geçerse günahkâr olur.
Yalnız hunsâ müstesnâdır. O kadınlardan ileri, geçer. Çıplaklar gibi ki onların
imamı da ortalarına durur. Ve cemaat olmaları keraheti tahrimiye ile mekruhtur.
Fetih.
Kadınların
cemaatlara gitmeleri cuma, bayram ve vaaz için bile olsa mutlak surette
mekruhtur. Velev ki ihtiyar olsun ve geceleyin gitsin! Müftabih mezhep budur.
Çünkü zaman bozulmuştur. Kemâl inceleme yaparak pek ihtiyar kadınları istisnâ
etmiştir.
Nitekim
bir evde kadınların orasında yalnız bir erkek bulunurda başkası hatta o erkeğin
kızkardeşi gibi bir mahremi kansı veya cariyesi bulunmazsa kadınlara imam olması
da mekruhtur. Ama yanlarında bu söylenenlerden biri bulunursa yahud kadınlara
mescidde imam olursa mekruh olmaz.
İZAH
Kadınlar
cemaat olurlarsa kadın imam aralarına durur. Tam ortalarına dahi durabilir. Öne
geçerse günahkâr olur. Bundan anlaşılır ki aralarına durması vâciptir. Nitekim
Fetih'de bu açıkca ifâde edilmiştir. Namaz sahihdir. Ama imam aralarına durmakla
kerahet kalkmaz. Ortalarına duracağının gösterilmesi bu şeklin öne geçmekten
daha az mekruh olmasındandır. Nitekim Sırâc'da beyan edilmiştir. Hunsânın
istisnâ edilmesi, aralarına durduğu takdirde hem kendisinin hem kadınların
namazı bozulacağı içindir. Çünkü hunsâ erkek olduğu takdirde kadınla bir hizâya
gelince namazı bozulur. Onun namazı bozulunca bittabi kadınların namazı da
bozulur.
«Çıplaklar
gibi ki onların imamı da aralarına durur.» Musannıf bununla yapılan teşbihin her
cihettenolmadığına işaret etmiştir. Benzerlik sadece yalnız kılmak lazım
geldiğinde ve cemaatla kılarlarsa imamın ortaya durması hususundadır. Yoksa sâir
yerlerde ayrılırlar. Çıplaklar oturarak namaz kılarlar. Bu onlar hakkında
efdaldir. Kadınlar ise ayakta kılarlar. Nasıl ki Bahır'da beyan edilmiştir.
«Velev ki ihtiyar olsun ve geceleyin gitsin.» ifâdesi mutlak beyândır. Yani genç
olsun İhtiyar olsun. gündüz olsun gece olsun kadının cemâata gitmesi mekruhtur.
Müftabih mezhep budur. Maksad müteehhirîn ulemanın mezhebidir.
Bahır
sahibi diyor ki: «Müteehhirîn ulemanın itimad ettikleri bu fetva İmam- A'zam'la
imameynin mezheplerine muhaliftir denilebilir. Zira naklettiklerine göre genç
kadın cemaata gitmekten bil'ittifak ve mutlak surette men edilir. İhtiyar kadın
ise İmam-A'zam'a göre öğle ikindi ve cumadan başka namazlarda cemâata gidebilir.
Yani imameyne göre mutlak surette cemaata devam eder. Şu halde ihtiyar kadın
bütün namazlarda cemaata gidemez diye fetva vermek hepsinin kavillerine
aykırıdır. İtimad İmam-A'zam'ın mezhebinedir.» Nehir sâhibi buna itirazla şunu
söylemiştir: «Bu da söz götürür. Bilakis bu hüküm İmam-A'zam'ın kavlinden
alınmıştır. Şöyle ki: İmam-A'zam ihtiyar kadını bir sebepden dolayı cemaatten
men etmiştir. O sebep de fazla şehvettir hüküm şuna binaen ki fâsıklar akşam
namazında her tarafa dağılmazlar. Çünkü yemekle meşguldürler. Yatsı ile sabah
namazlarında ise uyurlar. Fisk ve fücurleri galebe çalarak zamanımızda olduğu
gibi bu vakitlerde de dağıldıklarını hatta onları aradıklarını farz edersek
onlarda da men edileceği gün gibi meydandadır.» Kemâl inceleme yaparak
müteehhirînin verdiği fetvâdan pek fazla ihtiyar kadınları istisnâ etmiştir.
Çünkü zikri geçen illet yoktur. Binaenaleyh bu hususta hüküm İmam-A'zam'ın
kavline göre kalır.
Kadınların
arasında yalnız bir erkek bulunursa ilh... ifâdesinden anlaşılıyor ki. ecnebi
bir kadınla halvet (yani baş başa kalmak) başka bir ecnebi kadının bulunmasiyle
ortadan kalkmaz. Başka bir adamın bulunmasiyle ortadan kalkar.
«Kızkardeşi
gibi tâbiri şârihin sözüdür. Bunu bir çok nushalarda gördüğüm gibi Hazâin nâm
eserinde de kendi yazısı ile okudum. Siyah mürekkeble yazmış. Bu gösteriyor ki
mahremden murad rahimden (yani akrabalıktan) meydana gelen haramlıktır. Zira
ulema sütkızkardeşle ve genç üvey ana ile başbaşa kalmanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir.
Kadınlara
mescidde imam olmak mekruh değildir. Çünkü orada halvet tahakkuk etmez. Onun
için bir kimse karısiyle mescidde baş başa kalsa halvet sayılmaz. Nitekim
gelecektir. Rahmeti.
METİN
Bir
kişi - çocuk bile olsa - imamın sağına ve onun tam hizasına durur. Kadın olursa
arkasına durur. Mezhep budur. Başa itibar yoktur. İtibar küçük bile olsa
ayağadır. Esah kavle göre imama uyanın ayağının çoğu imamdan ileriye geçmedikçe
namaz bozulmaz. Tek kişi imamın soluna durursa bil'ittifak mekruh olur. Kezâ
arkasına durursa esah kavle göre mekruhtur. Çünkü sünnete muhâlefet etmiştir.
Birden fazla olan cemaat imamın arkasına dururlar. İmam iki kişinin ortasına
durursa tenzihen mekruh ikiden fazla cemaatın ortasına durursa tahrimen mekruh
olur.
İZAH
Cemâat
bir kadından ibâret olursa imamın arkasına durur. Kadınla birlikte bir de adam
bulunursa imam adamı kendi sağına, kadını arkalarına alır. Erkekler iki olursa
onları arkasına, kadını da onların arkasına durdurur. H.
Bir
kadının imamın arkasına durması erkeğe uyduğu takdirdedir. Kendisi gibi bir
kadına uyarsa arkasına durmaz. Bunu Bercendî'den naklen Tahtavî söylemiştir.
«Mezhep budur.» İmam Muhammed'den rivâyet olunan «parmaklarını imamın ökçesi
hizâsına koyar.» sözü buna muhaliftir. Bahır.
Sağ
tarafına durmasını bir kişiye imam emir eder. Namaza durduktan sonra gelmişse
eli ile işaret eder. Çünkü ibn-i Abbâs'dan rivayet olunduğuna göre kendisi
Peygamber (s.a.v.)in soluna durmuş, o da sağ tarafına çekmiştir. Sirac.
İtibar
başa değil ayağadır. İmama uyan kîmsenin ayağı tamamiyle imamın ayağı hizasına
gelirde boyu uzun olduğu için secdede onun önüne geçerse zarar etmez. Ayağı ile
hizâsına durmaktan murad ökçesinin hizasıdır. Ökçesi imamın ökçesi hizâsında
bulunduktan sonra parmaklarının imanınkilerden öne geçmesi, ayakları arasında
pek fazla fark bulunmamak şartiyle zarar etmez. Hatta fazla fark bulunurda
ayakları büyük olduğu için ekseri kısmı imamın ökçesini geçerse sahih olmaz.
Bahır
sahibi diyor ki: «Musannıf itibarın başa değil, yalnız ayağa olduğuna işaret
etmiştir. İmam cemâat olandan daha kısa boylu olurda cemaat olanın başı imamın
önüne geçerse câizdir. Elverir ki ayağı ile imamın hizasında bulunsun yahud
ondan biraz geri durmuş olsun. Kadınla bir hizada bulunmakda böyledir. Nitekim
gelecektir. Ayaklar büyüklüğün küçüklüğün yönünden birbirinden farklı olurlarsa
itibar baldır ve topuğadır. Esah kavle göre cemaat olanın ayağının fazlası öne
geçmezse namazı bozulmaz. Nitekim Müçtebâ'da da böyle denilmiştir.» Bahır
sahibinin sözü burada sona erer. Binaenaleyh Rahmetî'nin tevehhüm ettiği gibi
şârihin söyledikleri yukarda zikir edilenlere aykırı değildir.
Kuhistânî'de
şöyle denilmiştir: «Bu söyleyenler îmâ ile kılmayan hakkındadır. îmâ ile kılanda
itibar başadır. Hatta başı imamın başının arkasında, ayakları onun ayaklarının
ilerisinde olsa namaz sahih olur. Aksi sahih değildir. Nası! ki Zâhidî ve diğer
kitablarda da böyle denilmiştir.»
Ben
derim ki: «Başı imamın arkasında olursa» sözünün bir kayd olmaması icap eder.
Geçenlere kıyâsen onunla bir hizâda bulunduğu zaman da sahih olması gerekir.
Kezâ bu hükmün sağlam imama uyan imacı yahud kendi gibi îmâ, ile kılan birine
uyan ve her ikisi oturarak yahud yatarak ayakları kıbleye gelenler hakkında
olması gerekir. Yani başında olursa imama uyanın onun arkasına yatması şarttır.
Başın aslâ itibarı yoktur.
T
E N B İ H : Şârih'inde başkaları gibi ayak kelimesini müfred kullanması
gösteriyor ki, muhâzî olmakta nazar itibara alınan bir ayaktır. Ama ben bunu
açık olarak bir yerde görmedim. Anlaşıldığına göre o kimse bir ayağı üzerine
basmışsa itibar onadır. İki ayağının üzerine basmışsa biri imamın ayağı
hizasında diğeri arkada olduğu takdirde sahih olacağında söz yoktur. Öteki
ayağıinamınkinden önce ise mühâzata bakarak sahih olur mu yoksa önde bulunana
bakarak sahih olmaz mı düşünecek yerdir. Anlaşılan sahih olmamasıdır. Bu da men
eden delili mubah kılan delile tercih etmekle olur. Nitekim avlanan hayvanın bir
ayağı harem-i şerif içinde bir ayağı dışarda olsa ulema avlanmasının câiz
olmayacağını söylemişlerdir. Ben bu hususta Şâfiî kitablarında tercih ihtilâfı
olduğunu görmedim.
Fer'î
bir mesele: Münyet-ül-Müftî sahibi diyor ki: «Bir kimse imama terasda uysa ve
imamın başı hizasına dursa Hulvanî bu namazın câiz olmadığını; Serahsî ise câiz
olduğunu söylemiştir.»
Tek
kişi imamın soluna durursa bil'ittifak mekruh olur. Anlaşılan bu kerahat,
kerahat, tenzihiyedir. Çünkü Hidâye ve diğer kitablarda sünnete muhâlefet
etmekle ta'lil edilmiştir. Birde kâfi'de: «Câizdir; İsâet etmiş olur.»
denilmiştir. Kezâ bu kavli Zeyleî imam Muhammed'den nakletmiştir. Lâkin namazın
sünnetleri bahsinin başında arzetmiştik ki ulema isâetin kerahetten aşağı mı
yahud ondan çirkin mi olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Biz bu muhtelif
görüşlerin arasını bulmuş; isâet kerahet-ı tahrimiyeden aşağı, keraheti
tenzihiyeden daha çirkindir; demiştik. Oraya müracâat edebilirsin!
«Birden
fazla olan cemaat imamın arkasına dururlar.» Musannıf burada Vikâye sahibine
uyarak Kenz'in ibâresinden ayrılmıştır. Kenz'de: «İki kişi olurlarsa imamın
arkasına dururlar.» denilmiştir. Çünkü namaz iki kişiye mahsus değildir. Maksad
birin üzerinde iki olsun fazla olsun kimse bulunmaktır. Evet, fazlanın hükmü
evleviyetle anlaşılır.
Kuhistânî'de
şöyle deniliyor: «Durmanın şekli: İki kişi olursa birini kendi hizâsına
(arkasına) diğerini onun sağına durdurur. Üçüncü biri gelirse onu birincinin
soluna, dördüncüyü ikincinin sağına, beşinciyi üçüncünün soluna durdurur ve
böylece devam eder.»
Bu
sözde namaza başlandıktan sonra gelenin imamın arkasına duracağına ve ilk imama
uyandan geri kalacağına işaret vardır. Tamamı yakında gelecektir.
İmam
iki kişinin arasına durursa tenzihen mekruh olur. Bir rivayette hiç mekruh
olmaz. Ama birinci kavil esahtır. Nitekim İmdâd nâm eserde de böyle denilmiştir.
İkiden fazla cemaatın ortasına durursa tahrimen mekruh olur. Bundan anlaşılır
ki, imamın safdan îleri geçmesi vaciptir. Nitekim Hidâye'de ve feth-ul-kadîr'de
dahi böyle denilmiştir.
METİN
İmamın
arkasında saf varken bir kişinin onun yanı başına durması bilittifak mekruhtur.
Cemâat saf olurlar. Yani imam bunu emir etmek suretiyle onları sof yapar.
Şumunnî
diyor ki: «İmamı cemâata: Sıkışın; aralıkları tıkayın: omuzlarınızı dümdüz
tutun! diye emir eder.» İmam ortaya durur.
İZAH
İmamın
arkasında saf varken bir kişinin onu yanı taşına durmasından meydana gelen
kerahet imamâ uyana aittir. Bundan imama bir şey yoktur. Yer dar değilse o kimse
gerisin geriye gitmeklezâhire göre kerahetten kurtulur. Ulemânın: «İmamla
birlikte mihrabın yüksek yerinde bir kişi bulunurda kalanları ondan aşağıda
kılarlarsa mekruh olmaz.» Sözleriyle birlikte buna bir bak! Tahtavî'nin beyanına
göre bu ikinci meselenin mevzuu imama uyan onun arkasında bulunduğu zamana
mahsustur demekle mehâlefet ortadan kalkabilir.
Ben
derim ki: Ben bir kişiyi diye tasrih edildiğini görmedim. Ancak imamın yüksek
yerde yalnız kalmasının mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onunla birlikte
cemaattan bazı kimseler bulunursa mekruh değildir. Buradaki bazı kimseleri
cemaattan bir kısmına hamletmek suretiyle ara bulmakta mümkündür. Böylece
buradakine zıd olmaz. Kezâ aralık bulamasa da bir kişin yalnız başına durmasının
mekruh olduğunu söylemişlerdir.
T
E T İ M M E: Bir kimse imama uyarda başka biri gelirse imam secde ettiği yerde
ilerler. Muhtarat-ün-Nevâzil'de böyle denilmiştir. Kuhistanî'de Cellâbî'den
naklen: «Başka biri geldiğinde imamın sağ tarafındaki cemaat geri çekilir.»
denilmektedir. Feth-ul-kadîr'de ise şöyle denilmiştir: «Bir kimse diğer birine
uyarda üçüncü biri gelirse tekbirden sonra imama uyanı geri çeker; tekbirden
önce çekse de zarar etmez. Bazıları imam ilerler demişlerdir.» Bu sözün
müktezası üçüncü şahıs sonradan imama uyar. İmamın ilerleyeceğini bildiren sözün
müktezası ise imama ilk uyanın yanı başına durmasıdır.
Anlaşılan
şudur ki üçüncü şahsa gelince imama uyanın gerilemesi icap eder. Bunu yaparsa ne
âtâ! yapmazsa üçüncü şahıs namazını bozacağından korkmazsa onu geri çeker. Gelen
şahıs imamın sol tarafına durursa imam ikisinin de geri çekilmelerini işaret
eder. Bu onun ilerlemesinden evlâdır. Çünkü o matbu'dur. Bir de imamın arkasında
saf olmak imamın değil, cemaatın işidir. Onun için imamın yerinde durması,
cemaatın geri çekilmesi daha iyidir. Bunu Feth-ul-Kadîr'de sahihi Müslim'den
nakledilen şu hadis te'yid eder:
«Câbir
demiştir ki: Bir gazâda peygamber (s.a.v.) ile birlikte yürüdüm. Bir ara namaz
kılmağa kalktı. Ben de gelerek soluna durdum. Hemen elimden tutarak beni sağına
döndürdü. Derken ibn Sahr geldi, ve soluna durdu. Bunun üzerine her iki eliyle
tutarak bizi arkasına durdurdu.»
Bütün
bunlar imkan bulunduğuna göredir. İmkan bulunmazsa mümkün olanı yapmak tayin
eder.
Yine
anlaşılıyor ki. bunlar son oturuşta olmadığına göredir. Son oturuşta ise üçüncü
şahıs imamın sol tarafına durarak uyar. İlerlese geri!eme olmaz.
«İmam
ortada durur. «Mi'râc sahibi diyor ki: Bekr'in Mebsut'unda beyan olunduğuna göre
sünnet vecih imamın mihrabda durmasıdır. Tâ ki iki taraf denk olsun! İmam safın
bir tarafına durursa mekruh olur. Yaz mescidi kış mescidinin yanı başında olurda
mescid dolarsa iki tarafta cemaat denk gelsin diye imam ortadaki divarın yanında
durur. Esah olan ebu Hanîfe'den rivayet olunan kavildir ki, «Ben imamın iki
direk arasına yahud bir köşeye veya mescidin bir tarafına yahud bir direğe karşı
durmasını kerih görürdüm. Çünkü bu, ümmetin ameline muhaliftir. Peygamber
(s.a.v.): îmamı ortaya alın! Aralıkları tıkayın! buyurmuştur. «İmamın iki tarafı
denkleşti mi imkân bulursa imamın sağ tarafına durur. Safda aralık varsa onu
tıkar. Yoksa başka biri gelinceye kadar bekler. Gelince ikisi arkaya dururlar.
İmam rükû edinceye kadar kimse gelmezse bu meseleyi eniyi bilen birini safdan
çeker. Ve ikisi arkaya dururlar. Bilen kimse bulamazsa biz zarura safın arkasına
imamın hizâsına durur. Özürsüz yalnız başına dursa bize göre namazı sahihdir.
İmam Ahmed buna muhaliftir.
T
E N B İ H: İmam-A'zam'ın yahud bir direğe karşı» demesinden anlaşılıyor ki.
imamın mihrabdan başka bir yerde durması mekruhtur. Bunu daha önceki «sünnet
vecih imamın mihraba durmasıdır.» sözü de te'yid eder. Başka yerde: Sünnet vecih
imamın safın ortası hizasında durmasıdır. Görmüyormusun ki, mihrablar ancak
mescidlerin ortalarına yapılmıştır. Bunlara imamın yeri olduğu için dikkat
gösterilmiştir. Şeklindeki beyanıda böyledir. Anlaşılan bu kalabalık cemaat için
tâyin edilmiş imam hakkındadır. Tâ ki ortaya durmaması lazım gelmesin. Bu lazım
gelmezse mekruh olmaz.
FER'İ
MESELE: Bedâyi'in kâbede namaz bahsinde bildirildiğine göre omdaki imamın
makam-ı İbrahim'e durması efdaldir.
METİN
Erkek
saflarının en hayırlısı - Cenâzeden başka namazlarda - ilk safdır. Ondan sonra
sıra ile diğer saflar gelir. Mescidin içinde yer varken raflarında namaz kılmak
mekruhtur. Ve bir safda yer varken arkadaki safa durmak gibi olur.
Ben
derim ki: Keraheti şâfiilerde söylemişlerdir. Suyûtî «Basu'l-keffifi itmâmi saf»
nâm eserinde: «Bu iş cemâatın asıl bereketini değil, fazîletini yani
katlanmasını kaçırır. (sevabının) katlanması başka, bereketi başkadır. Bereketi,
cemaattan kâmil olanın bereketinin nâkıs olana dönmesidir» demektir. Bir kimse
ikinci safda değil de birinci safda yer bulsa ikinci safı yararak oraya geçer.
Çünkü (boşluğu doldurmayanlar) kusur etmişlerdir. Hadisi şerifde: «Bir aralığı
dolduran kimsenin günahları afv olunur.» buyurulmuştur. «Sizin hayırlılarınız
namazda omuzları en yumuşak olanlarınızdır. Hadisi de sahihdir.
Bundan
anlaşılır ki safda biri yanıbaşındaki yere girmek istediği vakit bedenini
sertleştiren ve bunu riyâ zan eden kimsenin bu yaptığı cehâlettir. Nitekim
Bahır'da yeterince izah edilmiştir. Lâkin musannıf ve başkaları Kınye ile diğer
kitablardan buna aykırı sözler nakletmişlerdir. Sonra safdan birini çekip de
gerileyen kimse meselesinde namazın bozulmadığının sahih kabul edildiğini
nakletmiştir. Ortada bir fark varmı dır? Düzeltilmelidir!
İZAH
Erkek
saflarının en hayırlısı ilk saftır. Çünkü hadislerde rivayet olunduğuna göre
Allah Teâlâ cemâat üzerine rahmetini indirdiği vakit evvelâ imamdan başlar;
ondan sonra rahmet ilk safda onun hizasında bulunana geçer. Ondan da sağında
bulunanlara sonra solundakilere, daha sonra ikinci safdakilere geçer. Meselenin
tamamı Bahır'dadır.
TENBİH
Mi'raç
sahibi şunları söylemiştir: «Bir kimseye eziyet vereceğinden korkarsa efdal olan
son safa durmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bir kimse bir müslümana eziyet veririm
korkusuyla ilk safı terkederse o kimseye ilk safın ecri katlanarak verilir.»
buyurmuştur. Ebu Hanîfe ile imam Muhammed bu hadisle amel etmişlerdir. İlk safa
geçmek imkânı varken geçmemenin mekruh olup olmadığında hilâf vardır.» Yani
eziyet verme korkusu yokken geçmezse demek istemiştir. Ama bu namaza başlamazdan
önce ise böyledir. Namaza dururlarda ilk safda yer kalırsa safları yarabilir.
Nitekim yakında gelecektir.
Hamavî'nin
Eşbah hâşiyesinde Muzmerat'tan o da Nisab'dan naklen şöyle denilmiştir: «İlk
safa evvela biri dururda ondan sonra daha yaşlı veya âlim bir zat gelirse ilk
gelen ona ta'zim için geri çekilip onu ileri geçirmesi gerekir.» Bu söz tâat
sebebiyle tercihin kerahetsiz câiz olduğunu gösterir. Şâfiîler buna muhaliftir.
Eşbah sahibi: «Ben bunu bizim ulemamızdan kimsenin söylediğini görmedim.»
demiştir. AIIâme Bîrî kerahet olmadığına delâlet eden bir takım fer'î meseleler
nakletmiştir.
Teâlâ
hazretlerinin: «Kendilerinin ihtiyacı otsa bile başkalarını nefislerine tercih
ederler.» âyeti kelimesiyle sahih-i Müslim'de ki şu hadisde buna delâlet
ederler: «Peygamber (s.a.v.)e içecek su getirdiler. Ondan içti. Sağında cemaatın
en küçüğü olan ibn-i Abbâs, solunda do yaşlılar oturuyordu. Rasûlüllah (s.a.v.)
çocuğa: Müsaade edermisin bunu şu zevata vereyim? dedi. Çocuk: Hayır Vallah!
cevabını verdi. Bunun üzerine suyu çocuğa verdi.» Şübhesiz siz izin istemenin
müktezası bunun kerahetsiz meşru olmasıdır. Velev ki hilâfı efdal olsun.»
Ben
derim ki: Meseleyi «bu tâata ondan daha faziletli olan ulemaya ve ihtiyarlara
hürmet gibi bir şey ârız olmazsa» diye kayıtlamak gerekir. Nitekim yukardaki
fer'î mesele ile hadis de bunu ifâde etmektedirler. Çünkü ikisi de çekilmenin
ilk safda durmaktan ve su kaybını haklıya - ki sağında oturandır - vermekten
efdal olduğuna delâlet ederler. Böylece tâat sebebiyle tercih bir tâattan daha
fazîletlisine intikal olur ki o da mezkûr hürmettir. Ama safdaki yerine meselâ:
Âlim ve yaşlı olmayan birini geçirirse tâattan sebepsiz olarak yüz çevirmiş
olur. Bu hareket şer'an matlubun zıddıdır.
Nehirde
ki sözü de buna hamletmek gerekir. Orada şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki;
Şâfiiler tâat yoluyla tercihin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Mesela bir kimse
ilk safda bulunurda namaza kalkınca başkasını geçirirse taat yoluyla geçirmiş
olur. Bizim kâidelerimiz buna aykırı değildir.»
Diğer
bir TENBİH: Bahır sahibi cuma bâbının sonunda şunları söylemiştir: «Ulema ilk
saf hakkında söz etmişlerdir. Bazıları ilk safın maksura da arkasındaki saf
olduğunu, diğer bazıları da maksuranın arkasındaki saf olduğunu söylemişlerdir.
Fakih ebu-l-Leys bu kavli tercih etmiştir. Çünkü maksuraya girmek memnudur. Amme
ilk safın sevâbına nâil olmak için oraya ulaşamazlar.»
Ben
derim ki: Anlaşılan onların zamanında maksura mescidin kıble divarının içine
yapılmış oda demek imiş, Ümerâ cuma namazlarını bu oda da kılar; düşmandan
korktuklarından halkı bu odaya sokmazlarmış. İlk saf hakkında buna göre ihtilaf
edilmiş; bazıları; maksuranın içinde imamın arkasındaki safdır, demişler;
diğerleri ise maksuranın dışındaki saf olduğunu söylemişlerdir. Fakih Ebu-l-Leys
umuma kolaylık olsunda fazîleti kaçırmasınlar diye bu kavli tercih etmiştir.
Bundanevleviyetle anlaşılır ki. Dımeşk mescidinin ortasındaki ve kıble divarının
dışındaki maksura gibilerde ilk saf içeride imamın arkasındaki ve dışarıdan iki
taraftan ona bitişen safdır. Maksuranın divarları ile saf kesilmiş olmaz.
Nitekim onun içindeki minberle dahi kesilmediği anlaşılmaktadır. Şâfiîler bunu
sarahaten beyan etmişlerdir. Buna göre bir kimse maksuranın dışındaki ilk saf
tamamlanmadan içindeki ikinci safa durursa mekruh işlemiş olur. İlk safın
«imamın arkasındaki safdır.» Yani başka birinin arkasındaki değildir, diye
tarifinden şu mana çıkar: Bir kimse ikinci safda minberin karşısına durursa ilk
safa durmuş sayılır. Çünkü başka birinin arkasında değildir. Allah-u âlem!
En
hayırlı safın ilk saf olması cenâze namazından başkalarına mahsustur. Cenaze
namazında ise tevazu göstermek için en hayırlı saf sonuncusudur. Çünkü ölenler
şefaatcıdırlar. En arkada duran kimse onların şefâatlarının kabulüne daha
layıktır. Bir de cenâze namazında arzu edilen, safların çokluğudur. İlk safı
tercih ederse cemaat az olduğu zaman geriye durmazlar. Bunu Rahmetî söylemiştir.
«Ondan sonra hayırlılık sıra ile diğer saflara geçer. Yani ilk safdan sonra en
hayırlı saf ikinci safdır. Ondan sonra üçüncü ilh... gelir. Cenâze de ise bunun
aksine olarak en hayırlı saf sonuncusu. ondan sonra onun önündeki, ondan sonra
onun önündeki ilh... gelir.
Mescidin
içinde yer varken raflarında namaz kılmak mekruhtur. Çünkü bunda safları
tamamlamak vardır. Anlaşılıyor ki, cuma günü olduğu gibi mubelliğ (imamın sesini
cemaata duyuran müezzin) sesi her tarafa duyurmak için orada kılarsa mekruh
olmaz. «Ve bir safda yer varken arkadaki safa durmak gibi olur.» İfâdesinde ki
kerahetin tenzihiye mi yoksa tahrimiye mi olduğu hatıra gelir. Tahrimiye
olduğuna Peygamber (s.a.v.)in: «Onu kim keserse Allah da onu keser.» Hadisi
şerifi delâlet etmektedir. T.
Şimdi
şu mesele kalır: Safdaki aralığı namaza niyetlendikten sonra görürse onu
kapatmak için yürüyecek midir? bunu acık olarak bir yerde görmedim. Mutlak
ifâdeden anlaşıldığına göre evet yürüyecektir, bunu safdan birini geri çekme
meseleside ifâde etmektedir. Nasıl ki yukarda arzetmiştik. Çeken kimseden
kerahet gitsin diye çekilenin icabet etmesi gerekir; Şu halde kerahet kendinden
gitsin diye yürümesi evleviyetle la7ım olur.
Sonra
Hılye'nin namazı bozan şeyler bahsinde Zâhire'den naklen şöyle denildiğini
gördüm: «Bir kimse ikinci safda bulunurda birinci safda aralık olduğunu görerek
oraya yürürse namazı bozulmaz. Zira safı sıklaştırmakla me'murdur. Peygamber
(s.a.v.): «Safları sıklaştırın!» buyurmuştur. Üçüncü safda bulunurda yürürse
namazı bozulur.» Çünkü amel-i kesîrdir. (fazla meşgul olmak demektir) Me'murdur
diye ta'lilde bulunduğundan anlaşılıyor ki, aralığı kapatmak için oraya yürümesi
emir olunur.
FAİDE:
Eşbah'da şöyle deniliyor: «Bir kimse imama rükû halinde iken yetişirse o rekata
yetişmek için son safda namaza başlaması yer bulunan safa ulaşmasından daha
efdaldir.» Ama son safa yetişemezse yalnız başına durmaz. Safda yer varsa oraya
yürür. Velev ki bir rekatı kaçırmış olsun. Nitekim Münye şerhinin sonunda beyan
edilmiş ve: «Mekruhu terk etmek fazîlete yetişmektenevlâdır.» diye ta'lilde
bulunulmuştur. Buna şu da şâhiddir ki: Ebu Bekir (r.a.) safa varmadan rükû
etmiş. Sonra o halde safa yürümüş; bunun üzerine peygamber (s.a.v.) kendisine:
«Allah hırsını artırsın! Bir daha yapma!» duyurmuştur.
«Bu
iş cemaatın asıl bereketini değil fazîletini kaçırır ilh...» İfâdesi Şâfii
mezhebini anlatmaktadır. Çünkü onlara göre cemaat fazîletin şartı kerahetsiz edâ
edilmektir. Bize göre cemaat sevaba nâil olur ve kendisine kerahetin veya
hürmetin muktezâsı lazım gelir. Nitekim namazı gasb edilen yerde kılmakta
böyledir. Rahmeti. Tahtavî'de de bunun benzeri vardır. «Çünkü boşluğu
doldurmayanlar kusur etmişlerdir.» İfâdesi sözün namaza durulduktan sonraya aid
olduğunu gösteriyor.
Kınye'de
şöyle deniliyor: «Bir kimse son safa dururda önündeki diğer saflar da boş yerler
bulunursa dışarıdan giren saflara gitmek için önünden geçebilir. Çünkü bu adam
kendi hürmetini yitirmiştir. Binaenaleyh önünden geçen günahkar olmaz.
Firdevs'de ibn-i Abbâs (r.a.) rivayet edilen şu hadis buna delâlet eder: «Bir
kimse bir safda boş yer görürse onu bizzat tıkasın. Bunu yapmazda biri geçerse
onun boynuna basıversin. Çünkü onun hürmeti yoktur.» Yani gecen kimse aralığı
tıkamayanın boynuna bassın demektir.
«Omuzları
en yumuşak olanlarınızdır.» İfadesinden murad: Safa girmek isteyen kimse elini
namaz kılanın omuzuna koyarsa ona yumuşaklık gösterir demektir. Bunu Tahtavî
Münâdî'den nakletmiştir. «Nitekim Bahır'da yeterince izah edilmiştir.» Yani
Feth-ul-kadîr'den nakledilmiştir. Orada şöyle denilmiştir: «Zanneder ki ona yol
vermek riyâdır. Halbuki bu fazîlete ulaşmak için bir yardım ve safdaki
boşlukları doldurma emrini yerine getirmektir. Bu husustaki hadisler meşhur ve
çoktur.» Lâkin musannıf ve başkaları Kınye ile diğer kitablardan buna aykırı
sözler nakletmişlerdir. Bu ifâde bahır ve fetih sahiplerinin hadisden
çıkardıkları hükmü menkule muhalefettir diye düzeltmedir. Musannıfın Mineh'deki
ibâresi şöyledir: «Birini safdan başkası çekerde gerilerse esah kavle göre
namazı bozulmaz.»
Kınye'de
deniliyor ki: Yalnız kılan birine ileriye denilirde o emre uyarak ilerlerse
yahud safdaki boşluğa bir adam girerde namaz kılan kimse ilerleyerek ona yeri
genişletirse namazı bozulur. Biraz durarak kendi reyi ile ilerlemesi gerekir.
Kudûri şârihi bunu Allah'ın emrinden başkasına imtisaldir diye
illetlendirmiştir.
Ben
derim ki yukarda geçen gerisi geriye gidenin namazının sahih kabul edilmesi
câizdir. Kınye meselesinde namazın bozulmadığını sahihlemeyi ifâde etsin. Çünkü
o kimsenin çekmesiyle gerilediği halde namazı bozulmaz. Bunu onun emri ile mi
yapmıştır; emirsiz mi yapmıştır bu ciheti ayırmamıştır. Ancak emri olmaksızın
gerilediğine hamledilirse iş değişir ve başka bir mesele olur.
Musannıfın
sözü burada biter. Bunun hulâsası şudur; İki mesele arasında fark yoktur. Meğer
ki birincinin emirsiz mücerred çekmekle gerilediğine. ikincinin de emri ile yer
açdığına hamledildiği iddia oluna! Bu takdirde ikincide namaz bozulur. Çünkü
mahlukun emrine imtisal etmiştir. Bu emir namaza aykırı bir fiildir. Birinci
öyle değildir. «Ortada bir fark varmı dır?» cevap: Musannıfınsözünden anladın ki
her iki meselede emirsiz gerilerse aralarında fark yoktur. Ve sahihleme ikisinde
de variddir. Birinde emirle gerilerse fark vardır. O da mahlukun emrine
uymaktır. Ve iki meselenin mevzuu ayrı ayrıdır. Şu da var ki Şurunbulâlî
Vehbâniye şerhinde Kınye'den ve Kudurî şerhinden naklettiğimizi bahis mevzuu
etmiş sonra: «Onun emsâli ancak Rasûlüllah (s.a.v.)in emrinedir. Binaenaleyh
zarar vermez.» diyerek bunu red etmiştir. Lâkin âşikardır ki iki fer'î mesele
arasındaki muhalefet açık olarak kalmaktadır. Her halde şârih musannıfın
gösterdiği farkın sahih olduğuna katı hükmünü verememiştir. Onun için de
düzeltilmelidir demiştir. Namazın mekruhları ve müfsidleri bahsinde Münye
şarihine uyarak Kınye'nin sözüne kati hüküm vermiştir. Tahtavi: «Tafsilata
gidilerek şâriin emrine imtisal etti ise bozulmaz; içeri girenin emriyle yaptı
ve onun hatırını kollayarak şâriin emrine kulak asmadı ise bozulur denilse iyi
olurdu.» demiştir.
METİN
Evvelâ
erkekler - ki zâhiri kölelere de şâmildir - sonra çocuklar sonra ihtiyarlar daha
sonra kadınlar saf olurlar. Musannıfın sözünden çocukların çok olduğu
anlaşılıyor. Bir tane ise safa girer. Ulema mümkün olan safların on iki olduğunu
söylemişlerdir. Lâkin hepsinin sahih olması lazım gelmez. Çünkü hunsalar
zararına muamele görürler.
İZAH
«Zâhiri
kölelere de şâmildir.» sözü ile şârih bülûğun hürriyetten önce geldiğine işaret
etmiştir. Zira Peygamber (s.a.v.): «Benim arkama aklı başında olanlar dursun!»
buyurmuştur. Bundan murad bülûğa ermiş olanlardır. İbn-i Emîr Hâcc'ın naklettiği
buna muhaliftir. O hür çocukları, baliğ kölelerden öne almıştır. Bunu Halebî
Bahır'dan nakletmiştir. Evet. hür olan bâliğ bir kimse, bâliğ köleye, hür olan
çocuk köle olan çocuğa, bâliğ olan hür kadın. bâliğ câriyeye. hür kız çocuğu,
câriye kız çocuğuna nisbetle öne alınırlar. Çocuk bir tane olursa safa girer.
Bunu Bahır sahibi inceleme yaparak beyan etmiş ve şöyle demiştir: «Kezâ imama
uyan bir erkekle bir çocuk olursa onları arkasına saf yapar. Çünkü Enes
hadisinde: Ben ve yetim arkasına sof olduk. Koca karıda arkamıza durdu.
denilmiştir. Bu bir kadının hilâfınadır. Çünkü kadın mutlak surette geri durur.
Nitekim çok da olsalar geri dururlar. Delil mezkûr hadistir.
Ulema
mümkün olan safların on iki olduğunu söylemişlerdir. Çünkü imama uyan kimse ya
erkek, ya kadın yahud hunsadır. Bunların her biri ya bâliğdir yahud değildir.
Kezâ her biri ya hürdür yahud değildir. H. (Böylece on iki sınıf meydana gelir.)
en öne bâliğ olan hürler, sonra onların çocukları, sonra bâliğ köleler, sonra
onların çocukları, sonra hür hunsâların büyükleri, sonra küçükleri, sonra köle
hunsaların büyükleri, sonra küçükleri, sonra hür kadınların büyükleri, sonra
küçükleri. sonra büyük cariyeler, sonra küçükleri saf olurlar. Nitekim Hılye'de
de böyle denilmiştir. «Lâkin hepsinin sahih olması lazım gelmez.» Bu söz
Hılye'nin hunsâları dört safa ayırmasına cevaptır. Çünkü maksad mümkün olan
safları tertip üzere beyân etmektir. Velev ki hepsi sahih olmasın. Zira İmdâd
nâm eserde bildirildiğine göre hunsâ kendisi gibi bir hunsânın hizâsına
duramadığı gibi onun arkasına da duramaz. Çünkü önde olanın ve bir hizada
bulunan iki hunsâdan birinin kadın olmasıihtimali vardır.
İmdâd
sâhibi bundan sonra şöyle demiştir: «Binaenaleyh hunsaların bir saf olmaları ve
her iki hunsa arasında bir hizada sayılmayı önleyecek bir aralık veya mani
bulunması şarttır. Bu dikkat Allah'ın lütuf buyurduğu ihsanlardandır. Şu halde
şârihin sözü itiraz değil, cevaptır.
Bu
surette sahih safların dokuz olduğu meydana çıkar. Lâkin Halebî'nin beyanına
göre hizâsına kadın duran kimsenin namazı bozulmak için kadının mükellef olması
şart kılındığı ileride görülecektir. Hunsâda kadın gibidir. Nitekim İmdâd'ta da
beyân edilmiştir. İlerlemekte hizâsına durmak gibidir. Hatta mumazatın
fertleridir. O halde hunsâları bir saf yapmak şart değildir. Meğer ki bâliğ
olsunlar. Bu takdirde onları bir saf yapar. Aralarında boşluk veya perde
bulunmak şartiyle hür veya köle olmaları fark etmeksizin bir safd dururlar.
Çocuklarına
gelince: Onların hür olanlarını ayrı bir saf. sonra köle olanlarını üçüncü bir
saf yapar. Hürriyet köleliğe tercih edilir. Çocuklarda bir hizâya durmakla namaz
bozulmaz. öne geçmeklede öyledir. Bâliğ olanları öyle değildir. Bu izâha göre
saflar onbir olur. Hâşiye yazarının söylediklerinin hulâsası budur.
Ben
derim ki: Kınye'de bildirildiğine göre hunsânın hunsâya uyması hakkında iki
rivayet vardır. Câizdir rivayeti kıyas değil, istihsandır. Bu rivayet bir hizâya
durmakla ve önüne geçmekle bâliğ olsun olmasın namazının bozulmamasını iktiza
eder. Şu halde yukarıda İmdât'tan naklettiğimize hacet yoktur. Evet şârih
ileride Bahır sahibine uyarak caiz değildir rivayetini kati olarak kabul
etmiştir.
METİN
Tahrime
ve edâsında müşterek oldukları mutlak bir namazda aralarında mâni bulunmayarak
hâlen veya geçmişte müştehât (şehvet çeken) bir kadın velev - Cariye olsun - hiç
olmazsa bir uzvu ile erkeğin hizâsında durursa, aynı tarafa dönmüş olmaları
şartiyle erkeğin namazı bozulur. Uzvu, Zeyleî baldırda topuğa tahsis etmiştir.
Tahrime namazın bir kısmı kılındıktan sonra da olabilir.
Halen
müştehad olmaktan murad: Mutlak surette dokuz yaşındaki kız!a, iri olmak
şartiyle yedi sekiz yaşlarındaki kızdır. Geçmişteki müştehât kocakarıdır.
Aralarındaki mani en az parmak kalınlığında bir arşın miktarı yer yahud bir adam
sığacak kadar boşluk olacaktır. Namaz ayni olmasa bile meselâ: Kadın öğleye
niyet ederek ikindi kılan erkeğe uysa bile sahih kavle göre her ikisinin
namazları bozulur. Sirac. Zirâ mezhebe göre kadının namazı nâfile olarak
sahihdir. Bahır. Ve ileride gelecektir. «Mutlak» Tâbiri ile cenaze namazı hâriç
kalır. Binaenaleyh bir kadının başka bir namaz kılan erkek hizâsına durması
mekruh ise de namazı bozmaz. Edâ hükmende olabilir. İmam namazını bitirdikten
sonra lâhık olan bir erkekle kadının namazları bu kabildendir. Mesbûk olurlarsa
yahud yolda birbirlerinin hizâsına dururlarsa iş değişir. Kâbe'nin içinde ve
karanlık gecede kılınan namazda olduğu gibi muhtelif istikametlere dönerlerse
namaz bozulmaz.
İZAH
Tahrimede
müşterek olmak kadının namazını. hizâsına durduğu erkeğin namazına yahud
onunimamının namazına binâ etmesidir. Bahır.
Edâda
müşterek olmak ise biri diğerine imam olmak yahud her ikisi bir imama uymaktır.
Bu ya hakikaten edâ ettikleri namazdadır. Nitekim imama yetişen kimsenin namazı
böyledir. Yahud hükmen edâ ettiklerindendir. Lâhık böyledir. H. En iyisi edâ
yerine te'diye kelimesini kullanmaktır. Ta ki kazâ için mukabili tevehhüm
olunmasın. Halbuki muhâzat (bir hizâya durmaları) her namazı bozar. Nehir.
Sadr-ış-Şeria
burada iki itiraz ileri sürmüştür.
Birincisi:
Edâ tabirini kullanmak tahrime demeye hâcet bırakmaz. Çünkü tahrimede ortak
olmadıkça namazın edâsında ortaklık bulunmaz.
İkincisi:
Tahrimede ortak olmak şart değildir. Zira imam, yerine bir erkeği geçirdiği
vakit o halifeye bir kadın uyarda ayni namazı kılmakta olan bir erkeğin hizâsına
durursa adamın namazı bozulur. Halbuki tahrimeleri ortak değildir.
Nehir
sahibi birinci itiraza şöyle cevap vermiştir: Ulema tahrimede ortak olmayı
söylemişlerdir. Çünkü edâda ortak olmak ona bağlıdır. Bir şeyi sözle bildirmekle
o şeye lazım gelmek arasında fark vardır.
Münye
şârihi dahi buna şöyle cevap vermiştir: Bu söz bir namazda her ikisinin başka
başka imamlara uymasından ihtirazdır. Zira edâ olmakta müşterektirler. Her ikisi
için: İmamla edâ etti denilebilir. Lâkın tahrimede müşterek değillerdir.
Ben
derim ki: Bu söz götürür. Çünkü maksad ikisinin imamı bir olmaktır.
İkinci
itirazda şöyle cevap verilmiştir: İmamla cemâat arasında takdiren ortaklık
sâbittir. Şuna binaen ki, halîfenin tahrimesi birinci imamın tahrîmesine
bağlanmıştır. Bu suretle tahrime itibariyle aralarında ortaklık hâsıl olur.
«Mutlak
namaz»dan murad: Allah teâlâya münacaat için söz verdiği rükûlu, sücûdlu veya
özürden dolayı imalı namazdır. Bahır.
Zeyleî
uzvu baldırla topuğa tahsis etmiş ve şöyle demiştir: «Esah kavle göre muhâzât
meselesinde mutaber olan baldır ve topuktur. Bazıları ayağı itibara almışlardır.
Binaenaleyh bazılarının kavline göre kadın ayağının bir kısmiyle erkekten geri
dursa baldırı ile topuğu erkeğinkinden geride bile olsa namaz bozulur. Esah
kavle göre ise bozulmaz. Velev ki ayağının bir kısmı erkek ayağının bir kısmı
ile bir hizâda olsun. Meselâ: Ayak parmakları erkeğin topuğunda olsun.
Şu
da var ki: Şârih'in: «Zeyleî tahsis etmiştir.» Sözünün muktezâsı «hiç olmazsa
bir uzvu ile» ifâdesinin Zeyleî'nin sözünden hâriç olmasıdır. Şu halde o bu
meselede üçüncü bir kavil olur. Nitekim Bahr sahibi de öyle anlamıştır.
Zeyleî'nin sözünden anlaşılan ise meselede üç kavil olmamasıdır. Olsa üçüncüyü
de zikir ederdi. Onun uzuvdan muradı kadının bacağı, erkeğin ise herhangi bir
uzvudur. Bunu Nihâye sahibi açıklamıştır. İbâresi şudur: «Muhazat bütün âzaya
yahud bazı uzuvlara şâmil olsun diye onu mutlak olarak şart koştuk Çünkü
Hulâsa'da Kâdı Nesefi'ye havâle edilerek bildirildiğine göre muhâzat: Kadının
bir uzvunun erkeğin bir uzvu hizâsınagelmesidir. Hatta kadın çardakta olurda
erkeğin ayağı ondan aşağıda ve hizasında bulunursa ayağı kadının bir uzvu
hizâsına geldiği takdirde namazı bozulur. Bu suretin tâyîn edilmesi kadının
ayağı erkeğin hizasına gelsin diyedir. Çünkü kadının bir uzvunun hizâda
bulunmasından maksat kadının ayağıdır; Başka değildir. Zira ayağından başka bir
yerinin erkeğin bir yeri hizâsına gelmesi onu namazının bozulmasını icap etmez.
İmam
Kâdıhân'ın Fetâvâsinin «kendisine uymak sahih olanlar ve olmayanlar» faslının
ortalarında bu nassan bildirilmiştir. Kâdıhan şöyle demektedir: Kadın evde
kocasiyle birlikte namaz kıldığı vakit ayağı kocasının ayağı hizâsında olursa
cemâatla namazları câiz değildir. İki ayağı kocasının ayaklarından geride olup
kadın uzun ve başı secdeye kocasının başından önce kapanıyorsa her ikisinin
namazları câizdir. Zira itibar ayağadır.
Görmüyor
musun harem-i şerifin avının iki ayağı haremin dışında, başı içinde olursa o avı
almak helâl olur. Bunun aksine olursa helâl olmaz.» Nihâye'nin sözü burada sona
erer. Bunu Sirâc sahibi nakl ve tasdik etmiştir.
Kuhistâni'de
de şöyle deniliyor: «Muhâzat, kadının ayağı erkeğin uzuvlarından birinin
hizâsına gelmektir. Ayak bunun manasında dahildir. Bu Mutarrizî'den
nakledilmiştir. Binaenaleyh ayağından başka bir uzvunun erkeğin bir uzvuna denk
gelmesi namazı bozmaz.» Bu anlattıklarımızla mezkûr çardak meselesinde ayakla
muhazât bulunduğu sabit olmuştur. Bahır sahibinin söyledikleri buna muhaliftir.
Ve uzuv ile ayak tabirleri arasında fark yoktur. Bahır sahibinin söyledikleri
bunada muhâliftir. Kadın ayağı ile geri çekilerek uyarsa ikisinin namazıda
sahihdir. Velev ki bundan rükû ve sücûd hâlinde bazı uzuvlarının erkeğin
ayağının veya başka bir uzvunun hizasına gelmesi icap etsin. Çünkü mâni kadının
herhangi bir uzvunun erkeğin herhangi bir uzvunun hizâsına gelmesi değildir.
Erkeğin ayağının kadının herhangi bir uzvunun hizâsına gelmeside değildir. Mâni
yalnız kadının ayağının erkeğin herhangi bir uzvunun hizâsına gelmesidir.
TENBÎH:
Bahır sahibi muhâzatı (hizaya durmayı) Zeyleî'nin tefsir ettiği gibi tefsire
itiraz etmiş; ve şunları söylemiştir: «Bu tefsir noksandır. Zira ileri yürümeye
şâmildir. Ulemanın açıkladıklarına göre bir kadın safa durursa biri sağından
biri solundan biri de arkasından olmak üzere üç erkeğin namazını bozar.
Binaenaleyh muhazâtın doğru tefsiri Müctebâ'da bildirilendir. Orada: Namazı
bozan muhâzât kadının arada bir mâni olmaksızın erkeğin yanı başına veya önüne
durmasıdır, denilmektedir.
Nehir
sahibi buna şöyle cevap vermiştir: «Kadın Zeyleî'nin kaydettiği gibi ancak
arkasındaki adam hizâsında ise onun namazını bozar. Bunu Sirâc sahibi de
söylemiş; Hâkim Şehîd de kafi nâmındaki eserinde açıklamıştır.» Tamamı yakında
gelecektir.
Metinde
«şehvet çeken kadın» denildiğine göre hunsay-ı Müşkilin erkek hizâsına durması
namazını bozmayacağı hatıra gelîr. Hakikaten Tatarhâniye'de bozmayacağı
açıklanmıştır. Kadın câriye bile olsa bozar. İmdâd nâm eserden naklettiğimize
göre hunsâda kadın gibidir. H. Cariye bilediyerek mübâlaaya hâcet yoktur.
İhtimal ki (bu bir kalem hatasıdır, doğrusu velev annesi olsun) demek
gerekecektir. .Şârih'in Hazâin adlı eserindeki ibâresi: «Velev ki mahremi yahud
karısı olsun. Bununla emred hâriç kalır.» şeklindedir.
Şârih
şehvet çeken kadını «mutlak surette dokuz yaşındaki kız ilh...» diye izah
ediyorsa da Bahır sahibi şöyle demiştir: «Ulema şehvet çeken kadının tarifinde
ihtilaf etmişlerdir. Zeyleî ve başkaları bazılarının söylediği yedi veya dokuz
yaşa itibar olmadığını, itibar cimaa olduğunu yani iri yarı ve azâsı tam olmak
suretiyle cinsi münâsebete elverişli olmasına bakılacağını söylemişlerdir.»
Binaenaleyh Şârih'in söylediği mutemed kavil değildir. Zirâ bazan bilhassa bu
zamanda dokuz yaşında cinsi münasebete yaramayan kız bulunur. T.
«Yahud
bir adam sığacak kadar boşluk olacaktır.» İbâresinin yerinde Mi'rac-üd-Dirâye'de
şöyle denilmiştir: «Aralarında bir adam sığacak kadar boşluk veya direk varsa
namazın bozulmayacağı söylenmiştir. Kadın öne dururda aralarında bu kadar boşluk
bulunursa hüküm yine budur.» Bahır sahibi bunu müşkil saymıştır. Çünkü
ulemamızın bil'ittifak imamlarımızdan rivayetlerine göre kadın sağından solundan
iki adamın namazını bozar. İki ve üç kadında öyledir. Kadının arkasındaki
erkeğin namazı da bozulur. Bir kadın arkasındaki bir erkeğin. iki kadın iki
erkeğin namazını bozarlar. Kadınlar üç olursa son safa kadar arkalarından üçer
erkeğin namazını bozarlar. imamla erkeklerin arasında bir saf teşkil ederlerse
erkeklerin imama uyması sahih olmaz. Eşkâlin izâhı şudur: Kadının arkasındaki
erkek yahud kadınların arkasındaki saf ile kadın arasında bir adam duracak kadar
aralık vardır. Ulema aralığı kadının yanı başındaki veya arkasındaki erkek
hakkında perde gibi saymışlardır. Binaenaleyh kadının arkasında aralık
bulunmaksızın onunla bir hizada olmasını aralarında bir erkek duracak kadar
boşluk bulunmaması haline hamletmek alettâyin icap eder. Onun için Sirâc'da:
Kadın safın ortasına durursa sağından bir kişinin, solundan bir kişinin ve
arkasından hizâsından bir kişinin namazı bozulur. Diğerlerinin bozulmaz.
Denilmiştir ki gerçekten arkasındakinin onun hizâsında bulunması şart
koşulmuştur. Bu da boşluk bulunmasından ihtiraz içindir. Bunu Zeyleî ile Hâkim
Şehîd de söylemişlerdir. Kısaltılarak alınmıştır.
Bunun
benzerini az yukarda nehirden nakletmiştik. Yine Nehir'de bildirildiğine göre
namazın bozulması için bir hizâya durmanın şart kılınması yalnız bir kadının öne
geçmesine mahsus değildir. Bütün kadın safı da öyledir. Yani hizâlarına erkek
safları durmadıkça namaz bozulmaz.
Hâsılı
kadının arkasındaki erkeğin namazını bozmasından murad: Arkadan ona muhazî (bir
hizada) olmaktır. Yanı bir adam duracak kadar sağa sola yanlamadan tam uğuruna
durmasıdır. Mutlak surette kadının arkasında durması değildir. Bahır sahibinin:
«Bir hizâda olması hâline alet-Tâyin hamletmek gerekir.» Sözünden muradı bizim
söylediğimizdir. Onun bir hizâya durmaktan muradı hâşiye yazanın anladığı gibi
erkeğin kadına yakın olarak arkasına durması, yüzü kadının sırtına bakması,
aralarında bir erkek duracak kadar boşluk bulunmaması değildir. Çünkü ulemanın
muradı: Kadın arkasındaki safdan bir erkeğin namazını bozar ama iki saf arasında
'bir adam sığacak kadardan daha fazla bir boşluk mutlakâ bulunacaktır, demektir.
Eşkâl buradan çıkar. Bahır sahibiverdiği cevaba Sirâc'ın ve diğer kitabların
ibâresini şâhid tutmuştur.
Bu
ibârelerde saflar sarahaten zikir edilmiştir. Bundan anlaşılır ki onun muradı
kadının arkasındaki safda olanların hizasına durması şarttır demektir. Bu
sebeple onun ibâresini bizim söylediğimize hamletmek alettayin lâzım gelir. Aksi
takdirde erkeklerden bir safdan başka safın namazı bozulmamak, kadınların
arkasındaki safdan yalnız üç kişiden başka kimsenin namazı bozulmamak, diğer
saflardakilerin namazı sahih olmak lazım gelir.
«Namaz
aynı olmasa bile ilh...» ifâdesiyle şârih kuhistânî'nin umum ifâde eden sözüne
işaret etmiştir. Kuhistânî: «Farz veya nâfile yahud vâcip veya sünnet olsun»
demiş; Yani imam hakkında nâfile veya farz, ona uyanlar hakkında nâfile demek
istemiş. «Bunda deli bir kadının erkek hizâsına durmakla onun namazını
bozmayacağına işaret vardır. Çünkü onun namazı hakikatta namaz değildir.»
demiştir.
Buradaki
«sahih kavle göre» ifadesi imam-A'zam'la ebu Yusuf'un kavline binâendir. Onlara
göre namazın vasfı bozulmakla aslı bâtıl olmaz. Kadının namazı öğlenin farzı
yerine geçmese bile nâfile olarak sahihdir. Binaenaleyh namazın aslına bakarak
iki namaz birdir. Velev ki imam bu namaza farz vasfını ziyâde etmiş olsun. Şu
halde Şârih'in «kıldıkları namaz ayni olmasa bile» sözü kadının niyetine bakarak
suret itibariyle bir olmasa bile» demektir. İmam Muhammed'in kavline göre ise
vasfın bozulmasiyle asıl bâtıl olur. O halde kadın hizasına durduğu erkeğin
namazını bozmaz. Zira namaz kılmış sayılmaz. Bahır sahibi bu kavli mezhebe
muhâlif saymıştır. Bu hususta ileride söz edilecektir.
Mineh
nâm eserde: «Bu mesele imama uymak bozulduğu vakit namazın aslı baki olmasına
teferrü eder.» Denilmişse de her halde kalem hatası olacaktır. Çünkü imama uymak
sahihdir. Fâsid olan farza niyetlenmesidir. Kadının asıl namaz hakkında imama
uyması bakidir. Ve bu namaz nâfiledir. Velev ki imam farziyet vasfını ziyâde
etmiş olsun. Bunu Rahmeti söylemiştir. «İleride gelecektir.» Yani «imama uymak
fâsid olunca kendi namazına başlaması doğru olmaz.» dediği yerde gelecektir.
«Mutlak
tabiri ile cenâze namazı hariç kaldığı gibi tilâvet secdesi de hâriç kalır.
Nitekim Münye şerhi ile diğer kitablarda beyan edilmiştir. Secde-i Şükür ile
secde-i sehvi de buna katmak gerekir. Zira bunlarda da kıyâm halindeki ayak ve
baldırla bir hizâda bulunma tahakkuk etmez.
Bir
kadının, başka bir namaz kılan meselâ: Başka bir imama uymuş bulunan yahud
yalnız başına kılan bir erkeğin 'hizâsına durması mekruh ise de namazını bozmaz.
Anlaşılan buradaki kerahet kerahet-i tahrimedir.
Ben
derim ki: Mi'rac-üd-Dirâye'de şöyle denilmektedir: «şeyh-ul-islâm kerahet yerine
isâet demiştir. Halbuki kerahet daha çirkindir. «Mesbûk olursa iş değişir» (yani
erkekle kadının her ikisi imama sonradan yetişirlerse hüküm değişir demek
istiyor.) Çünkü tahrimede ortak olsalar da namazın edâsında ortak değillerdir.
Mesbûk, kaza ettiği rekatta yalnız kılan hükmündedir. Bundan bir kaç mesele
müstesnâdır. Fakat bu mesele onlardan değildir. Nitekim gelecektir.
Biri
Mesbûk diğeri lâhık olursa hüküm yine böyledir. Nitekim Halebî izah etmiştir.
Ama erkeklekadın hem mesbûk hem lâhık olurlarsa bu hususta Fethul-Kadîr sahibi
şunları söylemiştir: «Burada tafsilât vardır. Çünkü ikiside üçüncü rekatta imama
uyarda abdestleri bozulur ve gidip abdest aldıktan sonra kaza ederken kadın
erkeğin hizâsına durursa: imamın üçüncü veya dördüncü rekatı olan bu cüzü
onların birinci veya ikinci rekatı olduğu takdirde namaz bozulur. Çünkü bu iki
rekatta ortaklık mevcuttur. Bu rekatlarda her ikisi lahıktır. Üçüncü veya
dördüncü rekatta erkeğin hizasına durursa bozulmaz. Zira ortaklık yoktur, her
ikisi mesbuktur. Bu hüküm masbuk hem lâhık olan kimsenin evvelâ lâhık olduğu
cüzü sonra mesbuk olduğunu kaza etmesi vacip olduğuna binaendir. Bu itibarla
bize göre namaz bozulur. Velev ki aksi sahih olsun Züfer buna muhaliftir.»
Nehir
sahibi diyor ki: «Evvela yetişemediği rekatı kazaya niyet ederse, meselenin
hükmü bunun aksine olmak gerekir.
Yolda
birbirlerinin hizâsına durmaktan maksad: Namazda abdestleri bozulup tâzelemeğe
giderken yan yana gelmeleridir. Esah kavle göre bununla do namaz bozulmaz. Çünkü
o halde namazın kazası ile değil, namazı ıslah ile meşguldürler. Namazın hürmeti
içinde de olsalar onun hakikatı ile meşgul sayılmazlar. Namazın hakikatı kıyâm,
kıraat ve sâireden ibârettir. Abdest tazelemeğe gidende bunların hiç biri sabit
değildir. Binaenaleyh Edâ itibariyle ortaklık mevcud değildir. Tamamı
Fetihtedir.
«Kâbenin
içinde» diye kayıtla.ması, dışında olurda muhtelif cihetlere dönerlerse hizâya
durma meselesi mümkün olmaz.
METİN
Erkeğin
namazının bozulması mükellef olduğuna göredir. Mükellef değilse hizasına kadın
durmakla namazı bozulmaz. Birde namazının bozulması için imamın namaza dururken
-sonra değil- kadına imam olmağa niyet etmesi şarttır. Zâhire göre velev ki
namaza dururken kadın orada bulunmasın. Muayyen bir kadına yahud kadınlara imam
olmayı niyet ederse niyeti geçerlidir. Kadına imam olmağa niyet etmezse kadının
namazı bozulur. Nasıl ki kadına geri çekil diye işâret ederde çekilmezse hüküm
yine budur. Çünkü makam farzını terk etmiştir. Fetih. Ulema kadının aklı başında
olmasını, erkekle tam bir rükünde bir yerde bulunmalarını da şart koşmuşlardır.
Böylece şartlar on olmuş hatta geçmiştir.
İZAH
Erkek
mükellef.ise hizâsına kadın durmakla namazı bozulur. İmam değilse kadının namazı
bozulmaz. Nehir. İmam ise bütün cemâatın namazları bozulur. Meğer ki kadına geri
çekil diye işaret etmiş olsun. Nasıl ki gelecektir.
Bahır
sahibi diyor ki: «Erkeğin namazı bozulur. Sözü ile, kadın imama tekbir alırken
hizâsına durarak uyar; imamda ona imam olmağa niyet ederse tahrimesi mün'akid
olmayacağına işaret etmiştir ki, sahih olan da budur. Nitekim Hâniye'de de böyle
denilmiştir. Çünkü namazı bozan bir şey ona başlarken bulunursa mün'akit
olmasını önler.» Erkeğin mükellef olması lazımdır. Çünkü namazının bozulması,
kadını geri bırakmaya kendisi memur olduğu içindir. Kadını geri çekmezsemakamın
farzını terk etmiş olur.
Fetih
sahibi şunları söylemiştir: «Bu ta'lilde akıl ve bülûğun şart olduğuna işaret
vardır. Zira hitap (ALLAH'ın emri) ancak mükellef olanların fiillerine taalluk
eder. Câmi şerhlerinin bazılarında da böyle denilmiştir. Binaenaleyh bu kavle
göre hizâsına kadın durmakla sabinin namazı bozulmaz.»
«Sonra
değil» ifâdesinden anlaşılıyor ki bu surette kadının erkekle bir hizada namaz
kılması sâhihdir. Çünkü ibtidâda müsâade edilmeyen bir şeye sonunda müsâade
edilir. T.
Ben
derim ki: Kınye'de imamların şerefine işâretle şöyle denilmektedir: İmamın
kadınlara imam olmağa niyet etmesi namaza başlarken muteberdir. Başladıktan
sonra muteber değildir.» Bu sözden anlaşıldığına göre kadınların uyması sahih
olabilmek için bu şarttır. Namaza başladıktan sonra kadına imam olmaya niyet
ederse uyması sahih değildir. Hizâsında duranın namazıda bozulmaz.
«Zâhire
göre ilh...» buradaki zâhir mânâ Bahır sahibinin anlayışıdır. O bu meseledeki
iki rivayeti naklettikten sonra namaza başlarken kadın orada bulunmasa da kadına
imam olmağa niyeti daha muvafık görmüştür. Fasî'nin telhîs şerhinde şart
olduğunu «deniliyor» sigasiyle ifâde etmeside bunu te'yid eder. (buna temrîz
sigası derler ki rivayet edilen sözün zaif olduğuna
işarettir.)
İmam
muayyen bir kadına yahud kadınlara imam olmayı niyet ederse niyeti geçerlidir.
Yani kime namaz kıldırmak istemezse o kadınla muayyen olmayan kadın bir erkeğin
hizâsına durmakla onun namazını bozmazlar. Çünkü onların imama uyması sahih
değildir. İmam kadına imamlığı niyet etmezse kadının namazı bozulur.
Anlaşıldığına göre o kadın farza başlamış sayılmadığı gibi nâfileye dahi
başlamış olmaz. Kınye'de rivayet edildiğine göre nâfile hakkında iki kavil
vardır. Bu, imama uyması fâsid olunca kendi kendine namaza başlamış olur mu
olmaz mı meselesine binaendir ki, ileride ondan söz edilecektir.
TENBİH
Musannıfın
mutlak olan sözünden anlaşılıyor ki, imam bu kadına imam olmağa niyet etmedikçe
cuma ve bayram namazlarında dahi namazı sahih olmaz. Niyet etmesi onlarda da
şarttır.
Nehir
sahibi diyor ki: «Bir çok ulema buna kail olmuşlardır. Ancak ekseriyet cuma ve
bayramlarda niyetin şart olmadığını söylemişlerdir. Esah olan da budur. Nitekim
Hulâsada da böyle denilmiştir. Zeyleî ekseriyetin şarttır dediğini söylemiştir.
Cenâze namazında kadına imam olmağa niyetin şart olmadığına ulema ittifak
etmişlerdir.» kezâ kadının namazı bozulur. îfâdesinden anlaşıldığına göre bu
kadın hiç bir kimsenin hizasına durmazsa imama uyması sahih olur. Velev ki imam
ona imam olacağına niyet etmesin. O halde kadının imama uyması sahih olmak için
imamın ona imam olmağa niyet etmesi şart değildir. Ancak birinin hizâsına
durursa o başka. Durmazsa şart değildir. Musannıf niyet bahsinde bu meselede
ihtilaf olduğunu söylemişti. Biz de orada Hılye'den naklen: Kadının öne geçip
imam veya cemaattan birinin hizâsına durmamasının şort olduğunu, öne geçerde
birinin hizâsına durursa imama uyması bozulacağını, namazının tamamlanmayacağını
söylemiştik. Nihâye nâm eserde burada bu kavlin imam-A'zam'ın ilk kavli olduğu
bildirilmiştir. Bundan anlaşılan, son kavlinin mutlak surette niyeti şart
koşmasıdır. Amelin son kavle göre olduğuâşikardır. Onun için Muhtarın metninde
mutlak olarak: «Kadın erkeklerin namazına giremez. Meğer ki imam ona da niyet
etmiş olsun.» denilmiştir. Bu ibârenin bir benzeride Mecmâ metnindedir. «Nasıl
ki kadına geri çekil diye işaret ederse çekilmezse hüküm yine budur.» (yani
kadının namazı bozulur.)
Fetih
sahibi diyor ki: «Zâhire ve Muhit'te bildirildiğine göre kadın, imam namaza
başlamayıp kadına imam olmağa niyet ettikten sonra imamın hizâsına durursa bir
veya iki adım ilerlemek suretiyle onu geri almak mümkün değildir. Çünkü bundan
kerahet vardır. Şu halde onu geri almak işaretle ve benzeri bir şeyle olur. Bunu
yaparsa onu geri almış sayılır. Kadına da gerilemek lazım gelir, gerilemezse
makamın farzını terk etmiş olur ki, onun namazı bozulur, imamın namazı bozulmaz.
Fetih
sahibinin «namaza başlayıp» demesinden anlaşılıyor ki. kadın imam namaza
başlamadan gelirde imamın hizasına durduğunda imam ona imam olmağa niyet eder ve
geri çekilmesini işaret etmiş bulunursa imamın namazı bozulur. Şu halde gerileme
işareti ancak kadına imam olmağa niyet ederek namaza başladıktan sonra gelirse o
zaman fayda verir. Tahtavî: «Anlaşılan imam kelimesi bir kayd değildir.»
demiştir. Yani namaza başladıktan sonra bir erkeğin hizâsına durur; o da
kendisine geri çekilmesini işaret ederde çekilmezse kadının namazı bozulur;
erkeğin namazı bozulmaz. Demek istemiştir. Bunun şartlardan sayılması ve:
«Erkeğin namaza başladıktan sonra geldiğinde ona geri çekil diye işaret
etmemişse» denilmesi gerekir. Bir de bunun bâliğ kadın hakkında olması icap
eder. Bülûğa ermeyen kız çocuğu makamın farziyeti ile mükellef değildir.
Ulema
erkekle kadının tam bir rükünda bir yerde bulunmalarını da şart koşmuşlardır.
Hatta biri yüksek bir yerin üstünde diğeri yerde olursa erkeğin namazı bozulmaz.
Bunu Münye şârihi söylemiştir. Bu mesele birbirlerinin hizâsına durmalarından
biliniyorsa da ulema yine de ayrıca zikir etmişlerdir.
Fiilen
tam bir rükün edâ edinceye kadar bir yerde bulunmaları imam Muhammed'e göredir.
Ebu Yusuf'a göre bir rükün miktarı bulunmaları şarttır. Haniye'de: «Birbirinin
hizasında bulunmak az olsun çok olsun namazı bozar.» denilmiştir. Bahır sahibi:
«Musannıfın mutlak olan sözünden bunu tercih ettiği anlaşılıyor.» demiştir.
METİN
Kendisinden
şehvetlenilen yakışıklı tüysüz delikanlı ile bir hizâda namaza durmak mezhebe
göre namazı bozmaz. Bu söz Mahbubî'nin câmiinde ve Dürer-ül-Bıhar'da beyan
edilen bozulur iddiasını zayıflatır. Çünkü namazın bozulması kadında şehvetle
illetlendirilmemiş; ibn-i Hümâm'ın tahkikine göre makamın farzını terk etmekle
illetlendirilmiştir. Erkeğin kadına, hunsâya ve çocuğa uyması mutlak surette
sahih değildir. Esah kavle göre velev ki cenâze ve nâfile namazında olsun.
İZAH
Şârih
tüysüz delikanlıyı (ki buna emred derler) kendisinden şehvetlenilen diye
kayıtlamıştır. Çünkü hilâfın biri burasıdır. Yoksa başkası bil'ittifak namazı
bozmaz. «Çünkü namazın bozulması kadındaşehvetle illetlendirilmemişti.» Yani
namazın bozulmasına sebep şehvet değildir. Onun için ihtiyar nene ile anne ve
kızı gibi mahreminin namazı bozduklarını söyledik, yedi yaşındaki küçük kız gibi
şehvet haddine ulaşmamış kimselerde namazın bozulmaması ise kadınlar derecesine
ulaşamadığı içindir. Bu sebeple kadınların geri bırakılması emri zâhirde ona
şâmil değildir. Benim anladığım budur.
«Erkeğin
kadına, hunsaya ve çocuğa uyması mutlak surette sahih değildir.» Buradaki kadın
tabiri bâliğ olan ve olmayan bütün kadınlara şâmil olduğu gibi, hunsâ dahi
şâmildir.
Erkeğe
gelince: Bundan bâliğ olan kasdedilirse, mefhumu ile çocuğun kadına ve hunsâya
uyması sahih olduğunu iktiza eder. Yalnız erkekliği kasdedilirse çocuğun çocuğa
uymasının sahih olmadığını iktiza eder ki bunların ikisi de vâki değildir.
İbârenin doğru şekli şöyle olmalı idi: «Erkeğin kadına ve hunsaya. adamın çocuğa
uyması sahih değildir.» Bunu Halebî, üstâdı Seyid Ali el Basîr'den nakletmiştir.
Ben
derim ki: Hâsılı imamla cemaattan her biri yâ erkek yâ kadın yahud hunsâdır.
Bunların herbiri ya bâliğtir yahud değildir. Baliğ erkeğin imamlığı hepsine
sahihdir. Ama kendisi yalnız misline uyabilir. Bâliğ kadının mutlak olarak
yalnız kadına imamlığı kerahetle sahihtir. Erkeğe, kendi misline ve bâliğ
hunsâya uyması sahihtir; fakat mekruhtur. Zira hunsânın kadın olmak ihtimali
vardır. Bâliğ hunsânın yalnız hunsâya mutlak surette imamlığı sahihtir. Erkeğe
imam olamadığı gibi kendi misline de imam olamaz. Çünkü kendisinin kadın, cemaat
olan hunsânın erkek olması ihtimali vardır. Erkeğe uyması sahihtir. Kendi
misline ve mutlak surette kadına uyması sahih değildir. Zira erkek olması
ihtimali vardır.
Bâliğ
olmayan hunsâya gelince: Şâyed erkek ise kendi misline erkek, kadın ve hunsâ
olsun imam olması sahihdir. Erkeğe uyması mutlak surette sahihdir. Kadın ise
yalnız kendi misline imam olması sahihtir. Sabinin imam olması ihtimallidir.
Kendisinin bunların hepsine uyması sahihtir. Hunsâ ise kendi gibi bir kadına
imam olması sahihtir, Baliğ kadına imam olamadığı gibi erkek veya hunsaya da
mutlak surette imam olamaz. Kendisinin yalnız erkeğe uyması mutlak olarak
sahihtir. Kâidelerden alarak benim anladığım budur.
«Velev
ki cenâze ve nâfile namazında olsun.» İfâdesi çocuğa uymaya râci olan mutlak
sözün beyânıdır.
Usturuşnî
diyor ki: «Cenaze namazında çocuğun imam olması câiz olmamak gerekdir. Anlaşılan
budur. Çünkü bu namaz farz-ı kifâyelerdendir. Çocuk ise farzı edâya ehil
değildir. Lâkin bu söz selam almakla müşkilleşir. Bir kimse bir cemaata selam
verirde selamı bir çocuk alırsa caizdir.»
Ben
derim ki: Usturuş'nînin ta'liline göre çocuğun imam olması şöyle dursun yalnız
başına cenâze namazı kılarsa baliğ kimselerden borç sâkıt olmaz. Tahrir şârihi
bunu mezhebin kitablarında bulamadığını söylemiştir; «mezhebin temel
kitaplarından anlaşılan sâkıt olmamasıdır.» demiştir. Yani Ulema: «Çocuk vücûbe
ehil değildir.» Dedikleri için borcun sâkıt olmadığı anlaşılmıştır.
Ben
derim ki: Buna göre yukarıda geçen selam meselesi müşkil kaldığı gibi ulemanın
açıkladıklarıbülûğa yaklaşan çocuğun ezanı kerahetsiz câizdir.» Sözü de müşkil
kalır. Halbuki ezanın vacip olduğunu söyleyenler vardır. Meşhur kavle göre ezan
okumak günahın lâhık olması hususunda vâcibe yakın bir sünnet-i müekkededir.
Kezâ ulemanın beyan ettikleri: «Beraetli bir çocuk cuma günü hutbe okurda namazı
bâliğ biri kıldırırsa câizdir.» Sözü ve: «Çocuk hayvan kesmeyi akıl eder ve
besmeleyi bilirse yani besmele çekmenin emir olunduğunu bilirse câizdir.»
Sözleri karşısında da müşkil kalır. Usturuşnî'nin: «Çocuk cenaze yıkarsa câiz
olur.» ifâdesi de böyledir. Yani bununla vücûp sâkıt olur. Binaenaleyh. onun
cenaze namazı kılmasiyle vücûbun sâkıt olması evleviyette kalır. Çünkü cenaze
namazı duadır. Çocuğun duası meleklerin duasından daha makbuldür.
Ulemanın:
«Çocuk vüçûbe ehil değildir.» Sözü her halde vücûbe mükellef değildir manasına
olsa gerektir. Bu, ise çocuğun fiiliyle mükelleflerden sâkıt olmasına ve çocuğun
fiilinin vâcip yerine geçmesine aykırı değildir. Feth-ul-kadîr sahibinin mürted
bâbında yaptığı şu açıklama bunu te'yid eder: «Çocuk iman için iki şehadeti
getirirse farz yerine geçer. Bülûğa erdikten sonra başka bir ikrarla imanını
tazelemesi lazım gelmez. Hatta çocuğa iman farz değildir; diyenlerin kavline
göre de lazım gelmez. Binaenaleyh müsâfir gibi olur. Müsâfire cuma namazı farz
değildir. Fakat kılarsa farz sâkıt olur.» Bu söylediklerin müslüman olurken
geçerlidir. Çünkü müslümanlığı kabulün nâfilesi yoktur. Getirilen şehâdet ancak
farz yerine geçer.» Denilirse şöyle cevap verilir: Maksad o kimsenin farzı edâya
ehil olduğunu isbâttır. Ve bununla sâbit de olmuştur. Bu söz cenâze hakkında da
söylenebilir. Zira onun da nâfilesi yoktur. Ama çocuğun ezanı, hutbesi,
besmelesi ve selam alması ile yetinmek onun kıldığı cenâze namaziyle iktifa
edileceğine delildir. Evet, çocuk vakit içinde namaz kılarda sonra yine vakit
içinde bulûğa ererse mesele müşkil olur. Zira ilk kıldığı nâfile olduğu için o
namazı tekrar kılar. Buna şöyle cevap verilebilir: Mûteber olan vaktin sonudur.
Çocuk o anda bâliğ bulunmaktadır. Vücûbe sebep olan vakit mevcud olduğu için
namazı tekrar kılması icap eder. İlk kıldığında vakit, sebep vücûp değildi. Ve
sanki o kimse kendi hakkında sebep,vücûp bulunmaksızın namaz kılmış gibi olur.
Bu sebeple o namazı forz yerine geçirmek mümkün olmaz. Cenaze namazı öyle
değildir. Onun sebebi cenazenin gelmesidir. Bu sebep baliğ olmazdan önce •de
mevcuttur. Onun için farz yerine geçmesi mümkündür.
Bütün
bu söylediklerimiz ifâsı için bulûğ şart olmayan şeyler hakkındadır.
Binaenaleyh: «Çocuk hac ederse bulûğa erdikten sonra tekrar hac etmesi tazım
gelir.» Şeklinde bir itiraz varid olamaz. Çünkü farz olan haccın şartlarından
biri de bülûğ ve hürriyettir. Nâfile hac böyle değildir. bundan anlaşılır ki,
çocuğun cenaze de dahi imam olması sahih değildir. Velev ki «o çocuğun namazı
sahihdir; bununla mükelleflerden borç sâkıttır.» demiş olalım. Çünkü bâliğ
kimselere imam olmanın şartlarından biri bülûğdur. Bu yeri izah ederken benim
hatır;ma gelen budur. Sen bunu ganimet bil! Çünkü bundan başka hiç bir kitabda
bulamayacaksın! Hamd Allah'a mahsustur.
«Esah
kavle göre velev ki nâfilede olsun.» Burada Hidâye sahibi şunları söylemiştir:
«Teravih ile mutlak sünnetlerde Belh uleması bunu câiz görmüş; bizim ulemamız
câiz görmemişlerdir. Bazıları mutlak nâfilede İmam Ebu Yusuf'la İmam Muhammed
arasında hilâf olduğunu tahkik etmişlerdir. Muhtar kavle göre bütün namazlarda
caiz değildir.» Mutlak sünnetlerden murad, beş vaktin sünnet-i müekkedeleriyle
bir rivayete göre bayram namazlarıdır. Vitir, husûf, küsûf namazlarıyle yağmur
duasında kılınan namazlarda imameyne göre böyledir.» Fetih.
METİN
Kezâ
deliliği daimi yahud bazan kesilen deliye kendine geldiği haller dışında uymak,
sarhoş ve bunağa uymak da sahih değildir. Bunu Halebî söylemiştir. Temiz bir
kimse özür sahibine uyamaz. Bu abdesti hadesle birlikte aldığına yahud hades
abdest üzerine ârız olduğuna göredir. Özrü kesildikçe abdest alırda o halde
kılarsa sahihdir. Nitekim kan aldıran bir kimse kanın kesildiğinden emin olursa
ona uymak, kadının kendi misline, çocuğun kendi misline, özürlünün kendi
misline, iki özürlünün bir özürlüye uyması da böyledir. Aksi câiz değildir.
Meselâ: Daimî yellenen kimsenin sidiğini tutamayana uyması böyledir. çünkü
imamda hem hades hem necâset vardır.
Müçtebâ'da
ki: «Mumasile uymak sahihdir. Yalnız üç kişi müstesnâdır ki onlar da hunsay-ı
müşkil, hayzını şaşıran ve istihâza kanı gören kadındır.» İbâresi yeni hayz
ihtimalinden dolayı diye tefsir edilmiştir. İhtimal ortadan kalkarsa uyması
sahih olur.
İZAH
Deliliği
daimî olan kimseye uymanın sahih olmaması da delinin namazı olmadığındandır.
Çünkü niyeti tahakkuk etmez bir de temizliği yoktur. Ama deli kendine gelir ve
ayılırsa o halde kendisine uymak sahihtir. Nitekim Bahır'da Hulâsadan naklen
böyle denilmiştir. Zâhirine bakılırsa namazdan önce ayıldığı tahakkuk etmedikçe
kendisine uymak sahih olmaz. Hatta bir kimsenin delirip ayıldığını bilirde namaz
vaktinde ne halde olduğunu bilmezse ona uymak sahih olmaz. Delirdikten sonra
ayıldığı bilinirse sahih olmak gerekir. Asıl ile yani sağlamlıkla istihap ederek
deliliğin yeniden gelmesi ihtimaline itibar yoktur. Zira delilik ârızî bir
hastalıktır.
BUNAK:
Aklı az olan kimsedir. Bazıları: «Delilikten başka bir şaşkınlıktır.»
demişlerdir. Muğrib'te böyle denilmiştir. UIema bunağı çocuk hükmünde
saymışlardır.
Özürlünün
özürlüye uyması özürleri bir cinsden olduğuna göre sahihtir. Özürleri bir
cinsden değilse uymak sahih olmaz. Nitekim Zeyleî'de, fetih'de ve diğer
kitablarda böyle denilmiştir. Sirâc'ın ibâresi şöyledir: Sidiğini tutamayan
kimse kendi gibisinin arkasında namaz kılabilir. Ama hem sidiğini tutamayan hem
de daimî yellenen birinin arkasında kılarsa câiz değildir. Çünkü bu takdirde
imam iki özür sahibi cemaat olan ise bir özürlüdür.» Cevhere'de dahi böyle
denilmiştir. Mezkûr ta'lilden anlaşıldığına göre özrün bir olmasından murad
eserin birliğidir. Aynın birliği değildir. Aksı takdirde temsilde: «Ama daimî
surette yellenen birinin arkasında kılarsa...» demesi yeterdi. Ta'lilde de:
«Özürleri değişik olduğu için» demeli idi. Onun için bahır sahibi: «Bundan
anlaşıldığına göre sidiğini tutamamakda yara ile birleşenler kabilindendir.
Sidiğini tutamamakla büyük çişini tutamamak da öyledir.» demiştir. Yani eser
hususunda birleştikleri için demek istemiştir. Zira her biri hades ve
necâsettir. Velev ki sidik tutamamak yaranın ayni olmasın.
Lâkin
Nehir sahibi buna itiraz etmiş; bunun sidiğini tutamayan kimsenin daimî
yellenene uymasının câiz olmasını gerektirdiğini söylemiş: «bu vaki değildir,
zira özürleri başka başkadır» demiştir.
Bu
söz birleşmeden murad aynin birleşmesi olmasına binaendir. El-münyet-ül-kebîr
şerhinde bildirilenin ifâde ettiği mânâ budur. Hılye sahibi dahi: «Sidiğini
tutamayan kimsenin pekinmeyen yara sahibine uyması yahud bunun aksi sahih
değildir. Nitekim mezhep budur. Çünkü özürlünün kendisi gibi özürlüye uyması
özürleri bir ise sahihtir. Başka başka ise sahih değildir.» demiştir.
Bundan
anlaşılıyor ki, en güzeli Nehir'in ibâresidir. şârih'in de âdeti vechile onu
takip etmesi gerekirdi. Buradaki sözünde şârih Bahır sahibine tabi olmuştur.
Hazâin nâm eserinde de öyle yapmış: «Özürleri birleşirse özürlünün kendisi gibi
bir özürlüye uyması sahihdir». Meselâ Sidiğini tutamayan kendi gibi birine yahud
yara sahibine yahud daimî surette yellenene uyması böyledir. Özürleri
birleşmezse sahih değildir. Meselâ: Daimî yellenen, sidiğim tutamayana uyamaz.
Çünkü imamda hades ve necaset vardır.» demiştir. Gördüğün gibi bu söz mezhebe
muhaliftir. «Yani hayz ihtimalinden dolayı» bir de uyan hunsânın erkek, imam
olanın kadın olması ihtimalinden dolayıdır. Sonra bu hüküm hayzını şaşıran
hakkında acıktır. Kınye sahibi bunu şöyle açıklamıştır: «Hayzını şaşıranın
hayzını şaşırana uyması caizdir. Diyen fena halde yanlıştır. Çünkü hayızlıya
uymuş olması ihtimali vardır.» İstihaza kanı gelen kadın hakkında ise müşkildir.
Zira hakikatta istihazalı kadının hayzlı olması ihtimali yoktur. Meselâ: Kan
görmesi on günü, nifas kırk günü aşan kadın böyledir. Meğer ki bu kadından üç
gün tamam olmadan evvel başlayan gibi biri kasd edilmiş ola!
Böylesi
mücerred kanı görmekle namazı bırakır. Üç günü tamamlarsa ne âlâ! Tamamlamazsa
kaza eder. Bu kadının üç gece önceki hâlı hayzada istihazayada ihtimallidir.
Hayzında âdet sahibi olan kadın da öyledir. Adetinden fazla kan görürse ihtimal
kanı on günde kesilmiştir. Bu takdirde hayızlı sayılır. İhtimal ki on günden
fazla müddette kesilmiştir. O zaman istihazalı olur. Ve kendisi gibi bir kadının
ona uyması câiz olmaz.
Rahmeti
diyor ki: «Benim Müçtebâ'da gördüğüm şudur: İstihazalının iztihazalıya uyması
caizdir. Şaşıranın şaşırana uyması ise câiz değildir. Nasıl ki hunsay-ı müşkile
uymasıda câiz değildir.» Bunda bir işkâl yoktur. İhtimal bahır sahibinin nüshası
tahrif edilmiştir. Diğerleride ona tabi olmuşlardır.
Lâkin
Kuhistanî'nin ibâresi buradakine uygundur. Şu da var ki, Kınye'de hunsây-ı
müşkil hakkında iki rivayet olduğu bildirilmiştir.
METİN
Kur'an'dan
bir âyet ezber e.den kimsenin hiç bir âyet ezber etmeyene, Avreti örtülü olanın
çıplak kimseye, rükû ve secdeye iktidarı olanın bunlara iktidarı olmayana, farz
kılanın nafile ve başka bir farz kılana, nezir edenin nezir edene ye nezir
edenin yemin edene uyması sahih değildir.
Kur'an'dan
hiçbir şey ezber etmeyen kimse ümmidir. Ümmî dahi dilsize uyamaz. Çünkü ümmi
tahrimeye muktedirdir. Binaenaleyh aksi sahihtir.
Çıplak
bir kimse bir çıplak ile iki giyimliye imam olsa imamın ve onun gibi olanın
namazları bil'ittifak câizdir. Yaralının bir yaralı ile bir sağlama imam olması
da böyledir.
Rükû
ve secdeye iktidarı olanın bunlardan âciz olana uyamaması kuvvetli zaif üzerine
binâ edileceğiiçindir.
Farz
kılanın nâfile ve başka farz kılana uyamaması, bize göre iki namazın bir olması
şart olduğundan, hazreti Muaz'ın peygamber (s.a.v.)'le nâfile kıldığı. kavmine
ise farz kıldırdığı sahihdir. Nezir eden kimse nâfile kılana ve kezâ farz kılana
uyamaz. Çünkü bunların her bir başka bir farz kılan gibidir. Meğer ki biri aynen
diğerinin nezir ettiğini adamış olsun. Çünkü bunda namazlar birdir. Nezir eden
kimse yemin edenede uyamaz. Zira nezir edilen daha kuvvetlidir. Bunun aksi
sahihtir. Yani yemin eden kimse nezir edene, yemin edene ve nâfile kılana
uyabilir.
İki
rekat tavaf namazını kılan iki kişi nezir eden iki kişi gibidirler. Müştereken
bir nâfile namaz kılarda sonra onu bozarlarsa birinin diğerine uyması sahih
olur. Ama o namazı ayrı ayrı bozarlarsa uyması sahih olmaz Öğleyi kılarda her
biri diğerine imam olmayı niyet ederse sahih olur. İkiside imama uymayı niyet
ederlerse sahih olmaz. Aradaki fark açıktır.
İZAH
«Hiç
bir âyet ezber etmeyen» İfadesi bütün Kur'an'ı yahud ekserisini ezber bilen
fakat manayı bozacak şekilde yanlış okuyan kimseyede şâmildir. Zira Bahır'da:
«Bize göre ümmi (okuyup yazma bilmeyen kimse) farz olan kıraatı iyi
okuyamayandır. Şâfii'ye göre ise Fâtiha'yı iyi okuyamayandır.» denilmiştir.
Ümmi
olan kimse dilsize uyamaz. Ama dilsiz dilsize yahud ümmi ümmiye uyabilir. Bunu
Ebu-s-Süûd'dan naklen Tahtavî söylemiştir. «Aksi sahihtir.» Ta'lil üzerine
getirilmiş fer'î bir meseledir. Zira ümminin tahrimeye muktedir olması hâlinin
dilsizden daha kuvvetli olduğuna delildir. Onun için dilsizin ona uyması sahih,
aksi sahih değildir. Bunun mefhumu şunu ifâde eder ki, kudreti yoksa
birbirlerine uymaları sahihtir.
Çıplak
bir kimse, bir çıplak ile giyimliye imam olsa imamın ve onun gibi olanın
namazları bilittifak câizdir. Fakat ümminin bir ümmi ile bir okuyana imam olması
böyle değildir. Çünkü İmam-A'zam'a göre hepsinin namazları bozulur. Ümminin
okuyan birine uymak şartiyle namazı kıraatlı sayılabilir. Zira imamın okuması
onun da okuması demektir. Ama imamın abdesti ve tesettürü hükmen cemâat olanın
abdest ve tesettürü yerine geçemez. Böylece ayrılırlar. Bahır.
Rükû
ve sücûdden âciz kalan kimse bunları imâ ile ayakta veya oturarak yapandır.
Oturarak rükû ve secde yapabilirse ona uyması câizdir. Nitekim gelecektir.
Tahtavî
diyor ki: «İtibar secdeden âciz kalmayadır. Hatta secdeden âciz kalırda rükûa
kudreti olursa imâ ile kılar.»
«Farz
kılanın nâfile ve başka bir farz kılana uyması sahih değildir.» Farzların isim
veya sıfat itibariyle değişik olması musavidir. Meselâ dünkü öğleyi kılan
bugünkü öğleyi kılana uyamaz. Ama bu kimseler bir günün namazlarında birim
kılmamışlarsa câizdir. Keza bir kimse ikindinin iki rekatını kıldıktan sonra
güneş batar da son rekatlarında başka bin ona uyarsa câizdir. Çünkü namaz
birdir. Velev ki uyan kimse için kaza olsun. Cevhere.
«Hazreti
Muaz'ın Peygamber (s.a.v.)le nafile kıldığı, kavmine ise farz kıldırdığı
sahihtir.» Yanı bizim imamlarımıza g6re bu hadis sahih ve başka rivayete
müreccehtir.
Bu
ifâde İmam Şafiî'nin istidlaline cevaptır. Şâfiî farz kılanın nâfile kılana
uyabileceğine Buharı ile Müslim'in sahihlerindeki Muâz hadisiyle istidlâl
etmiştir. Mezkûr hadîste: «Muaz Rasülullah (s.a.v.) yatsıyı kılar, sonra
kavminin yanına dönerek ayni namazı onlarada kıldırırdı denilmektedir. Cevap
şudur. Hz. Muazı kavmi şikayet edince Rasulullah (s.a.v.) ona «Yâ Muaz, fitneci
olma! Yâ benimle kıl; yahud kavmine kıldırırken hafif tut!» buyurmuştur. Bunu
imam Ahmed rivayet etmiştir. Hafız İbn-i Teymiye: «Bu hadisde farz kılanın
nâfile kılana uyamayacağına delil vardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)le birlikte
kılınca başkasına imamlık yapamayacağını gösteriyor. Onunla birlikte nâfile
kılması başkalarına imam olmasına bil icmâ mâni değildir. Bundan anlaşılıyor ki,
Rasûlüllah (s.a.v.) le birlikte kıldığı yatsı namazları nâfiledir.» diyor.
İmam
Kurtubî dahi «el-müfhim» adlı eserinde: «Bu hadis hazreti Muaz'ın peygamber
(s.a.v.)le birlikte kıldığı namazın nâfile olduğuna delildir. Kavmine kıldırdığı
ise farzdır.» demiştir. Tamamı Nuh efendi haşiyesiyle feth-ul-Kadîr'dedir. Nezir
eden kimse nâfile kılana uyamaz. Çünkü nezir vaciptir. Kaviyi zaif üzerine bina
etmek lazım gelir. (ki câiz değildir.) H. Birinin aynen diğerinin nezir ettiği
namazı nezir ettim.» demekle olur. «Çünkü bunda namazlar birdir.» Arkadaşının
nezir ettiği namazı nezir edince ikisi aynı namazı nezir etmiş gibi olurlar. Her
biri ayrı ayrı namaz nezir ederlerse iş değişir. Çünkü birinin nezri ile vacip
olan namaz diğerininki gibi değildir. Ve birinin neziri diğerinin nezirinden
daha kuvvetli değildir. Nezir edilen namaz yemin edilen namazdan daha
kuvvetlidir. Zira yemin etmekle namaz nâfile olmaktan çıkmaz. Görmüyor musun o
kimse muhayyer kahr. İsterse namazı kılar ve yemininde sâdık olur. Dilerse
kılmaz; kefaret verir. Onun için yemin edenin yemin edene ve nâfile kılana
uyması caizdir. Mineh'de Bahır'a uyarak: «Bundaki vücüp ârızidir.» denilmişsede
doğru değildir. Onun için Şârih onu söylemekten vaz geçmiştir. Rahmeti.
Ben
derim ki: Bunu ulemanın yeminler bahsinde söyledikleri şu söz te'yid eder:
«Üzerine yemin edilen şey farz ise yemininde durmak vacibtir. Mâasiyet üzerine
yemin etmişse o yemininden dönmek vaciptir. Yemin etmediği ettiğinden daha
hayırlı ise yeminden dönmesi tercih olunur. Her ikisi müsâvî iseler yemininde
sadık kalmak tercih edilir.
Hulâsa'da
bildirildiği vecihle namaz için yemin...» Vallah iki rekat namaz kılacağım!»
demekle yapılır. Yemin edenin yemin edene uymasının câiz olması yemin etmekle
namaz nâfile olmaktan çıkmadığı içindir. Ve nâfile kılan nâfile kılana uymuş
olur. Münye şerhinde bu şöyle ta'lil edilmiştir: «Çünkü vacip olan yeminin de
durmaktır. Her iki namaz haddizatında nâfile olarak kalırlar.» Yemin edenin
nâfile kılana uyması sahihtir. Zira üzerine yemin edilen şey nâfiledir. H.
Bahır'da: «Bunun Vacip olduğu da söylenir. Çünkü yeminde durmak tahakkuk
etmiştir. Binaenaleyh nâfile kılanın arkasında namazı caiz olmamak lazım gelir.»
Denilmişse de buna verilen cevabı gördün!
«İki
rekat tavaf namazını kılan iki kişi nezir eden iki kişi gibidirler. Yani
birbirlerine uymaları câizdeğildir. Çünkü sebep değişiktir. Birinin tavafı
diğerinin tavafından başkadır. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Gerçi
Hâniye'de: «Bu câizdir. Ve nâfile kılanın nâfile kılana uyması kabilindendir.»
Denilmişse de anlaşılan bu söz tavaf namazının sünnet olduğunu bildiren kavle
göredir. Bahır sahibinin incelemesi de bunu te'yid eder. O: «Tavaf namazının
sünnet olduğunu bildiren kavle göre uymanın câiz olması gerekir.» demiştir.
«Müşterek
bir nâfile namaz kılar da sonra onu bozarlarsa birinin diğerine uyması sahih
olur. Çünkü namaz birdir. Biri diğerinin nezir ettiğini adamış gibi olur. H. Ama
o namazı ayrı ayrı bozarlarsa uyması sahih olmaz. Zira sebep değişiktir. Nezir
edenler gibi olmuşlardır. «Aradaki fark açıktır.» Ve şudur: İmam kendi nefsi
hakkında yalnız kılan hükmündedir. O ancak başkası kendisine uymak şartiyle imam
olur. Binaenaleyh ikiside yalnız kalmışlardır. Uyan kimsenin ise namazı ancak
uymaya niyet etmekle sahih olur. Halbuki namazını başkasının namazı üzerine binâ
etmeğe niyet eden kimseye uymak sahih değildir.
METİN
Lâhık
ile Mesbûk da kendileri gibilere uyamazlar. Çünkü yalnız kılınacak yerde imama
uymanın namazı bozduğu takarrur etmiştir. Aksi de böyledir. öğle namazı gibi
seferle değişen namazlarda vakit çıktıktan sonra müsâfirin mukîme uyması câiz
değildir. Mukîm ister vakit çıktıktan sonra iftitah tekbiri alsın; ister vakit
içinde olup da vakit çıktıktan sonra müsâfir ona uysun (hüküm değişmez.) Ama
müsâfir vakit içinde tekbir alırda sonra vakit çıkarsa sahih olur. Ve imamına
tâbi olarak namazını tamamlar. Vakit çıktıktan sonra tekbir alırsa farzı
değişmez; ve ilk iki rekatta yahud ikincide imama uymakla ka'de (oturuş) veya
kıraat hakkında nâfile kılana uymuş olur.
Yerde
olan vâsıta üzerindekine uyamadığı gibi bir hayvan üzerinde bulunan diğer hayvan
üzerindekine de uyamaz. Ama onunla beraber bulunursa uyması sahih olur.
Esah
kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyamaz. Nitekim Müçteba'dan naklen
Bahır'da da böyle denilmiştir. Halebî ile ibn-i Şıhne bunun ümmi gibi dâimî
şekilde farz olmak üzere gücünü sarf ettikten sonra câiz olmayacağını
kaydetmişlerdir. Böylesi ancak kendi gibisine imam olabilir. Güzel okuyan birine
uymak mümkün ise yahud gücünü sarf etmezse veya farz miktarı peltek okumadığı
bir yerde bulursa namazı sahih olmaz. Peltek hakkında sahih ve muhtar kavil
budur yalnız bir harfi söyleyemeyen yahud fâyı tekrarlamadan çıkaramayanda
böyledir.
İZAH
Lâhık
ile masbûk kendileri gibilere uyamadıkları gibi lâhık mesbûka, mesbûk lâhıka
dahi uyamaz. H. «Çünkü yalnız kılınacak yerde imama uymanın namazı bozduğu
takarrur etmiştir.» Sözü mesbûk mesbûka yahud mesbuk lâhika uyulacak yerde
yalnız kılmak sözü lâhik lâhika yahud mesbûka uyduğu zaman yerindedir. Şarihin
«Akside böyledir.» yani imama uyulacak yerde yalnız kılmak. Zira lâhık,
imamından başka birine uymak isterse evvelâ imamından ayrılmışda sonra uymuş
gibi olur. Ve imama uyulacak yerde yalnız kıldı denilebilir. H.
«Müsâfirin
mukime uyması câiz değildir.» İfâdesinin izâhı şudur: Vakit çıkmadıkça müsâfir
namazı tamamlamayı kabul eder. Mükîm olmayı niyet eder yahud mukim olan imama
uyarda ona tâbiolursa namazını tamam kılar. Çünkü sebep yani vakit bâkidir.
Fakat vakit çıkarsa artık zimmetinde namaz iki rekat olarak takarrur etmiştir.
Mukim olmakIa yahud başka bir sebeple tamam kılmasına imkân yoktur. Hatta o
namazı memleketinde bile olsa iki rekat olarak kazâ eder. Vakit çıktıktan sonra
mukîm bir imama uyarsa ister vakit çıktıktan sonra ister vakit içinde iftitah
tekbiri alsın söylediğimiz ve söyleyeceğimiz sebepten dolayı sahih olmaz. Vakit
içinde uyarsa böyle değildir. Zira o namazı tamam kılar. Sebebini beyân ettik.
Musannıfın:
«Seterle değişen» demesi sabah ve akşam namazlarından ihtiraz içindir. Çünkü
bunlar değişmediği için vakit içinde ve vakit dışında uyması sahih olur.
Şârih'in «imama uyarsa» demeyip «vakit içinde tekbir alırsa» ifadesini
kullanması, imama uymak ve namazı tamam kılmak icap etmek için mücerred iftitah
tekbirine vakit cinde yetişmenin kâfi olduğuna tenbih içindir.
«İlk
iki rekâtta yahut ikincide ilh...» cümlesinde leff ve neşir-i müretteb vardır.
Yani ilk iki rekatta müsâfir mukîme uyarsa ilk oturuş hakkında farz kılan nâfile
kılana uymuş olur. Çünkü ilk oturuş müsâfire farzdır; onun namazının sonudur.
Mukim hakkında ise nâfiledir. Zira onun hakkında ilk oturuştur. Ulema burada
nâfile tabirini farz olmayan manâsında kullanmışlardır ki, maksad vaciptir. Zira
nâfile ziyade demektir. Vâcibde farz üzerine ziyâdedir. İkinci iki rekatta
uyarsa kıraat hakkında yine farz kılan nâfile kılana uymuş olur. Çünkü kırâat
müsâfirin namazına nisbetle farz, mukim için nâfiledir. İster mukim ilk
rekatlarda okusun - ki bu meydandadır - isterse yalnız son iki rekatta okusun.
Kırâatın yeri ilk iki rekattır. Binaenaleyh oraya iltihak eder. Ve hükmen son
iki rekat kırâatından hâli kalır. Burada: «Nâfile kılan farz kılana uymuştur.»
Şeklinde bir itiraz vârid değildir. Çünkü Nihâye nâm eserde bildirildiğine göre
bu namaz imamın namazına tabi olduğu için farz hükmünü almıştır. Onun için de
imama uyduktan sonra onu bozarsa dört rekat olarak kaza eder.
TENBİH:
Bundan şu hüküm alınır: Mukim kimseler müsâfir imama uyarda imam mukim olmağa
niyet etmeksizin onlara namazı tamam kıldırır; ve cemâat ona tabi olurlarsa
namazları bozulur. Çünkü imam son iki rekatı nâfile olarak kılmıştır. Allame
Şurunbulâli on iki mesele hakkındaki risalesinde buna tenbih etmiş; bu meselenin
kendi başına geldiğini fakat onu hiç bir kitabta görmediğini söylemiştir.
Ben
derim ki: Bu meseleyi Remlî müsâfir bâbında Zahiriye'den nakletmiştir. Biz de o
bâbta beyân edeceğiz.
«Yerde
olan vasıta üzerindekine uyamadığı gibi bunun akside câiz değildir. Bu
meselelerde illet yerin ayrı ayrı olmasıdır. Her ikisi bir hayvan üzerinde
bulunurlarsa yer bir olduğu için cemâat olmaları câizdir. İmdâd nâm eserde dahi
böyle denilmiştir. Kezâ yerde olanın hayvan üzerindekine uymasına başka bir mâni
daha vardır ki, o da rükû ve sücûdle kılanın bunları imâ, ile yapana uymasıdır.
Meğer ki yerde olan da imâ ile kılsın. Sonra bu, yerin başka başka olmasının
imama uymaya mâni olduğuna delildir. Velev ki bunda imamın hâlini şaşırmak
olmasın. Zira şaşırmak ancak arada perde olduğu zaman muteberdir. Verin
değişmesinde muteber değildir. NitekimAllah'ın inâyetiyle tahkiki ileride
gelecektir.
(Peltek
diye terceme ettiğimiz) elsağ muğrip sahibinin beyânına göre dili sîni «se»
söyleyendir. Bazıları «reyi gayn, lam veyahud ya söyleyendir» demişlerdir.
Kamûsda: «yahud bir harfden başkasına geçendir.» denilmiştir. «Esah kavle göre»
demekle musannıf Hulâsa sâhibinin fazlî'den rivayet ettiği kavle işaret
etmiştir. O kavle göre peltek olmayan bir kimse pelteğe uyabilir. Çünkü onun
söylediği kendisine lügat (dii) olmuştur. Tatarhâniye'de de böyle denilmiştir.
Zâhiriye'de şu satırlar vardır: «Pelteğin başkasına imam olması câizdir.
Bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Hâniye'de de Fazlî'den naklen böyle
denilmiştir. Anlaşılan bu zevât sahih olduğuna itimâd etmişlerdir. Hılye sahibi
dahi buna itimad etmiş; ve şöyle demiştir: «Çünkü bunu ulemadan bir çokları
mutlak söylemiş; başkasına imam olmaması lâyıktır demişlerdir. Bir de
Hızânet-ül-ekmel'de: «Pepenin imamlığı mekruhtur.» denilmiştir. Lâkin ihtiyat
sahih olmamasıdır. Nitekim musannıf da bunu tercih etmiştir. Hayreddin Remlî
dahi bununla fetvâ vermiştir. Fetevâsında ibâresi şöyledir: «Tercih edilen
müftâbih kavle göre pelteğin peltek olmayana imamlığı sahih değildir.
«Daimî
şekilde farz olarak gücünü sarf» etmekten murad: Sabah akşam o harfi düzeltmeğe
çalışmasıdır. Bu suretle sahih şeklini öğrenmeğe çalışırken kıldığı namazı
câizdir. Velev ki düzeltememiş olsun. Çalışmayı terk ederse namazı fâsid olur.
Muhit ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir.
Zahire
sahibi diyor ki: «Bu bence müşkildir. Çünkü yaradılışından olan bir şeyi kul
değiştiremez.» Tamamı Münye şerhindedir. Peltek ancak kendisi gibisine imam
olabilir. Bu söz mutlak surette pelteklikte misli olmasına ihtimallidir. Bu
takdirde râyı gayın okuyan bir kimse râyı lâme çevirene uyabilir. Hususî bir
harfi söyleyemeğe de ihtimallidir. O halde râyı gayn söyleyen kimse ancak onu
kendisi gibi gayn okuyana uyabilir. Anlaşılan budur. Nasıl ki özrün muhtelif
olması da böyledir, Mürâcâat buyurula! H.
«Güzel
okuyan birine uymak mümkünse..» ifâdesinden murad: Kendisinin peltek söylediğini
doğru söyleyebilen yahud Kur'an'ı güzel okuyan demektir. Bu söz «ümmi imama
uymak imkânı bulursa ona uyması lâzımdır.» Kavline binâendir. Bu hususta söz
edilecektir. Bir de gücünü sarf etmezse o zaman namazı sahih olmaz. Zira gördün
ki peltek söylediği harfi düzeltmeğe çalışıp da beceremediği müddetçe namazı
sahihtir. Düzeltmeğe çalışmazsa namazı fâsittir. Şu kayıtda mutlaka lazımdır:
Farz miktarı peltek okumadığı bir yer bulamazsa başkasına uyması lazımdır. Bulur
da okursa şübhesiz uyması lazım gelmediği gibi gücünü sarf etmeside lazım
değildir.»
«Yahud
gücünü sarf etmezse...» yani imama uymadan kılarda farz miktarı pelteksiz
okuyamazsa namazı sahih olmaz. Fakat imama uyar veya dürüst okuyabildiği bir yer
bulursa gücünü sarf etmese bile namazı sahihtir. Farz miktarı peltek okumadığı
yer bulurda okumaz ve başkasına uymazsa namazı sahih değildir. Aksi halde
sahihtir. Valvalciye'de şöyle deniliyor: « O kimse Kur'an'dan söyleyemediği
harfler bulunmayan âyetlere rastlarsa onları seçer. Yalnız Fâtiha müstesnâdır.
Zira namazda Fâtiha'yı terk edemez.»
«Yalnız
bir harfi söyleyemeyen de böyledir.» Cümlesini yukarıya da atif etmesi
peltekliğin sin ile râya mahsus olduğuna binâendir. Harflerden birini
söyleyememeğe misâl: Eşşeytanirracîm - Errahmânirrahîm - Essirât - Ve
iyyakenestaîn - İyyâkena'budü - Rabb-ül Alemîn şekillerinde okumaktır. Bütün
bunların hükmü yukarıda geçtiği gibi daimî şekilde gücünü sarf etmektir. Etmezse
namazı sahih olmaz.