İHRAM
VE ÎFRAD HACCI YAPMANIN SIFATI HAKKINDA BİR FASIL
METİN
İhrama girmek
isteyen kimse abdest alır; yıkanması daha makbuldür. Hacc ibadetlerinin sahih
olması için ihram şarttır; iftitah tekbiri gibidir. Namazla haccın, tahrîm ve
tahlilleri vardır. Oruçla zekât böyle değildir. Sonra hacc iki vecihten daha
kuvvetlidir. Birincisi; o mutlak surette kaza olunur; velev ki zanlı olsun.
Namaz öyle değildir. İkincisi; hacc veya umrede ihramı tamamladığında, ondan
ancak ihrama girdiği amel ile çıkar. Velev ki bozmuş olsun. Ancak vaktini
geçirirse, ondan umre ile; ihsar vuku bulursa, ondan da hedy kurbanını kesmekle
çıkar.
Yıkanmak temizlik
içindir; abdestli bulunmak için değildir. Binaenaleyh hayızlı ile nifaslı ve
çocuk hakkında da müstehap görülür.
İZAH
İhramı mikâtlardan
sonra getirmenin munasebeti açıktır. Hiçbir kimsenin onları ihramsız geçmesi
caiz değildir. Lügatta İhram; "Ayaklar altına alınamayan bir hürmete girdi"
mânâsına gelen "ahreme" fiilinin mastarıdır. İhrama girene "harâm" denir ki,
"ihrama girmiş" mânâsınadır. Sıhâh'ta böyle denilmiştir.
Şer'an ihram;
hususi birtakım hürmetlere girmek, yani onları iltizam etmektir. Ancak ihram
şer'an zikirle veya hususiyetle birlikte niyet olmazsa, tahakkuk etmez. Fetih'te
böyle denilmiştir. Şu halde ihramın tahakkuku için bu iki şey şarttır; Bahır
sahibinin tevehhüm ettiği gibi, hakikatının cüz'ü değillerdir. O İhramı, "Hacc
veya umre ibadetlerini zikir veya hususiyetle birlikte yapmaya niyet etmektir."
diye tarif etmiştir. Nehir. Zikir'den murad, telbiye ve benzeridir.
Hususiyet'ten, murad ise; bunun yerini tutan hedy kurbanı göndermek veya deveye
gerdanlık takmak gibi şeylerdir. Binaenaleyh telbiye veya onun yerini tutan bir
şey mutlaka lâzımdır. Niyet eder de telbiye yapmazsa; yahut aksini yaparsa (yani
telbiye yapar niyet etmezse) ihrama girmiş olmaz. Acaba bir kimse niyet ve
telbiye ile; yahut bunlardan birini diğerini de yapmak şartı ile yaparsa, ihrama
girmiş olur mu? Burada mutemet olan kavil, Husâm-ı şehid'in kavlidir ki şudur:
"İhrama niyetle girilir. Ama bu, telbiye ederek olur. Nasıl ki namaza niyetle
girilir, ama tekbir almak şartı iledir. Sadece tekbirle girilmez. Nitekim Lübab
Şerhi'nde böyledir. Onun sahih olması için, zaman, mekân, hey'et ve hal şart
değildir. Dikişli elbise giyerek veya cima ederek ihrama girse, birincide ihram
sahih olarak; ikincide ise fâsit olarak münakit sayılır. Nitekim Lubab'da beyan
olunmuştur."
«İhram için
yıkanmak daha makbuldür.» Çünkü sünnet-i müekkededir. Abdest onun yerini,
müstehap olan sünnetin yapılması hususunda tutar; fazilet hususunda tutamaz.
Lübab ve Şerhi. Lakin Kuhistânî'de her ikisinin müstehap olduğu bildirilmiştir.
«İfrad haccı
yapmanın sıfatı» Yani ifrad haccı yapan kimsenin, ona başladığı tahakkukettikten
sonra yapacağı vasıflar demektir. Musannıf'ın işe kırân ve temettudan önce
ifraddan başlaması, bunun mürekkebe nisbetle müfred hükmünde olmasındandır.
'Nüsük'; 'ibadet demektir. Sonra bu kelime ekseriyetle hacc veya umre ibadetleri
mânâsında "kullanılmaya başlanmıştır.
«İftitah tekbiri
gibidir.» Bundan murad, duasız zikirdir. Çünkü tekbir lâfzı şart değil,
vâciptir.
«Tahrîm ve
tahlilleri vardır.» Burada Şârih, benzerliği te'kîd için 'tahlîl' kelimesini
ziyade etmiştir. Namazın tahlîli (yani çıkmanın helal olması), selâm ve benzeri
şeylerle olur. Haccın tahlîli ise ileride geleceği vecihle tıraş ve tavafladır.
«Hacc iki vecihten
daha kuvvetlidir.» Yani hacc namazdan daha kuvvetlidir. "Efdaldir" demedi. Çünkü
zekât bahsinin başında Tahrîr ve şerhinden naklen arz etmiştik ki, efdal olan
namazdır. Sonra zekât, sonra oruç, sonra hacc, sonra umre, cihâd ve îtikaf
gelir.
«Velev ki zanlı
olsun.» cümlesi, mutlakın beyanıdır. Bir kimse, üzerime farzdır zannı ile hacc
için ihrama girer de, sonra farz olmadığı anlaşılırsa, o hacca devamı vâcip
olur. Bozarsa kazası lâzımdır. Namaz hakkındaki zan böyle değildir. Zira onu
bozarsa kaza lâzım gelmez. Bahır. Mahsur olan hacıya, kaza vâcip olup
olmadığında ihtilâf edilmiştir. Esah kavle göre ona da vaciptir. Nitekim bâbında
söyleyeceğiz.
«İhrama girdiği
amel ile çıkar.» Namaz böyle değildir. Ondan, namaza
zıt her fiille
çıkar. Bir de bozulan namaza devam etmek haramdır. Haccda ise, sahihinde olduğu
gibi, bozulanında da vakfeden önce cima ederek devam vâcip olur.
«Vaktini geçirirse,
ondan umre ile» çıkar. Çünkü vakti geçmiştir. Gelecek sene haccetmesi gerekir.
"İhsar vuku
bulursa" ondan da hedy kurbanını Harem'de kesmekle çıkar.
«Hayızlı ile
nifaslı ve çocuk hakkında da müstehap görülür.» Yani bu kadınların kanları
kesilmezden evvel demektir. Buna karîne, meselenin tefri edilişidir. Çünkü kan
kesildikten sonra yıkanmak, hem temlik, hem de abdest olur. Tefri'den murad ise,
abdest bulunmayan temizlik suretidir. Tâ ki yalnız onun için meşru olmadığı
bilinsin. Bu ibare, Kuhistânî'nin sözünü te'yîd eder. Ancak hayızlı ile nifaslı
ve başkaları arasında fark görülür; yahut "müstehap görülür" 'sözünden
"sünnettir" mânası kastedilirse o başka! Çünkü sünnet olan bir şey, şâriin
sevdiği iştir.
"Çocuğu" Fetih
sahibi ve başkaları açıkça kaydetmişlerdir. Lakin çocuk aklı erer yaşta ise,
onun yıkanması, abdest olur. Zira bundan murad, cünüplükten temizlenmek değil,
namaz için temizliktir. Çünkü cuma ve bayramlar için yıkanmak, hem temizlik, hem
abdest içindir. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. Halbuki bu gusül, cünüp
olmayana da sünnettir. O zaman çocuğu hayızlının üzerine atfetmek, yıkanmasının
sadece temizlik için olduğu zannını verir; ve burada ondan, aklı ermeyen çocuk
kastedilmesi taayyün eder. Binaenaleyh onu zikretmek, Nehir sahibinin şu sözüne
işaret olur: «Bilmiş ol ki, yıkanmak, arkadaşı namına niyetlenen kimseye; yahut
küçük olduğu için çocuğu namına niyetlenen babaya da mendup olmak gerekir. Çünkü
ulema ihramın, bayılan ve küçük olan kimse ile kaim olduğunu; ihrama girenle
kaim olmadığını söylemişlerdir. Zira başkası namına ihram, kendisi için yaptığı
ihramla birlikte yapılabilir. Bunun her ihramlı için mendup olduğu tekerrür
etmiştir.» Anla!
METİN
Sudan âciz
kaldığında, ihram için teyemmüm etmek meşru değildir. Çünkü teyemmüm
kirleticidir. Cuma ve bayram bunun hilâfınadır. Bunu Zeylâî ve başkaları
söylemişlerdir. Lâkin Kâfî sahibi, cuma ve bayramla ihramı bir tutmuştur. Nehir
sahibi bu kavli tercih etmiştir. Sünnet sevabına nail olmak için, abdestli
olarak ihrama girmesi şart kılınmıştır. Keza ihrama girmek isteyen kimsenin
tırnaklarını kesmesi, bıyıklarını alması, koltuk altlarını temizlemesi ve âdeti
ise başını tıraş etmesi, değilse taraması; beraberinde olup hayız gibi bir mâni
yoksa, karısı veya câriyesi ile cima etmesi; göbeğinden diz kapağına kadar bir
peştamal ve sırtına bir örtü alması da müstehaptır. Bu örtüyü sağ koltuğunun
altından geçirerek sol omuzunun üstüne koyması sünnettir. Şayet ilikler veya
açar; yahut düğümlerse, kötü bir iş yapmış olur; ama ceza kurbanı icap etmez.
Örtü ile peştemalın yeni veya yıkanmış, temiz ve kefeni kifâyet gibi beyaz
olmaları gerekir. Bu, sünnetin beyanıdır. Yoksa avret yerini örtmesi kâfidir.
İZAH
«İhram için
teyemmüm meşru değildir.» Bunu, Zeylâî, Bahır, Nehir ve Fetih sahipleri gibi
birçok ulema kesinlikle beyan etmişlerdir. Bu, İmâdî'nin Menâsik'indeki, "Eğer
bunlardan âciz kalırsa, teyemmüm eder." sözünü reddeder. Meğer ki bu söz ihram
namazını kılmak isteyene yorumlana!
"Cuma ve bayram
bunun hilâfınadır." Bahır sahibi diyor ki: «Yani bunlarda yıkanmak, abdest
içindir; temizlik için değildir. Onun için âciz halinde bunlar için teyemmüm
meşrudur.»
«Lâkin Kâfî
sahibi...» teyemmümün meşru olmaması hususunda, bunlarla ihramı bir tutmuştur.
«Nehir sahibi bu
kavlî tercih etmiştir.» Nehir sahibi şöyle demiştir: «Tahkik budur. Keza Bahır
sahibi Zeylâî'ye itiraz etmiş; âciz halinde cuma ve bayram için cünüplük ve
benzerinden temiz olan kimseye teyemmüm meşru kılınmamıştır. Sözümüz ise
teyemmümdedir. Çünkü o kirletici ve tozlayıcıdır. Lâkin namazın edası
zaruretinden dolayı abdest sayılmıştır. Bunlarda zaruret yoktur. Onun için
Musannıf, Kâfî'de ihramla cuma ve bayramları bir saymıştır, demiştir.»
«Sünnet sevabına
nail olmak için, abdestli ihrama girmek şarttır.» yani o ancak ihram içinmeşru
kılınmıştır. Hattâ yıkanıp sonra abdestini bozsa, sonra ihrama girip abdest
alsa, sevabına nail olamaz. Cevâmiul-Fıkh'a nisbet edilerek, Binaye'de böyle
denilmiştir. Nehir.
«Keza ihrama girmek
isteyen kimsenin tırnaklarını kesmesi ilh...» 'Yıkanmazdan önce' mânâsınadır.
Nitekim Kuhistânî, Lübab ve Sirâc'da böyle denilmektedir. Zeylâi'de ise,
«Yıkandıktan sonra» denilmiştir. 'Düşün!
«Temizlenmesi»
tabiri, tırnak kesmeye, bıyık almaya, kasık tıraş etmeye veya yolmaya yahut ağda
kullanmaya şâmildir. Koltuk altı yolmak da öyledir. 'Kasık'tan murad, kadın ve
erkeğin avret yerindeki kıllardır. Makattaki kıllar da bunun gibidir. Hattâ yok
edilmeye daha lâyıktır. Tâ ki taşla taharetlenirken, çıkan pislikten bir şey
yapışmasın.
«Âdeti ise başını
tıraş etmesi» ifadesi Bahır, Nehir ve diğer kitaplarda hep böyledir. Lübab
Şerhi'nde buna muhalif olarak, bu iş avamın fiilierinden sayılmıştır.
«Peştamal ve
sırtına örtü» almak erkeğe mahsustur. «Göbeğinden diz kapağına kadar» ifadesi,
peştamalın tefsiridir. Burada gaye, yani diz kapaklar örtülmekte dahildir; çünkü
diz avrettendir.
«Örtü» hakkında
Bahır'da şöyle denilmiştir: "Örtü, sırtla omuzlara ve göğüse örtülür."
«Şayet
iliklerse...» keza ip ve benzeri bir şeyle bağlarsa, kötülük etmiş olur. Çünkü o
zaman korumaya ihtiyacı kalmamasına bakarak, dikişli elbise giymişe benzer.
Beline kemer bağlamak bunun gibi değildir. Çünkü o âdeten peştamalın üzerine
bağlanır. Bunu Fethu'l-Kadir sahibi söylemiştir. Yani ondan maksat peştamalı
korumak değildir; velev ki onun üzerine bağlasın.
«Sol omuzunun
üstüne koyması sünnettir.» Buna iztiba derler; Bu, Bahır'ın, "Örtü sırtla
omuzlara ve göğüse örtülür." sözüne aykırıdır. Buradaki sözü, Kuhistânî
Nihâye'ye; Lübab şârihi ise Hizâne'den naklen Bercendî'ye nisbet etmiş; sonra
şunları söylemiştir. «Bu söz, iztibaın ihrama ilk girişten itibaren müstehap
olduğu zannını verir; avam böyle yaparlar. Halbuki öyle değildir. Çünkü sünnet
olduğu yer, sadece tavaftan az önce başlayıp, tavafın sonuna kadardır.» Hâşiye
yazanlardan biri diyor ki: "Menâsik-i Kenz üzerine yazılan Mürşidî Şerhi'nde
beyan edildiğine göre, esah olan da budur ve sünnettir." Bunu Sindî, Mensik-i
Kebîr'inde, Gâye, Menâsik-i Tarablusî ve Fetih'ten nakletmiş ve şöyle demiştir:
«Mezhebin ekseri kitaplarının beyanına göre, iztiba tavafta sünnettir. Ondan
önceki ihram halinde sünnet değildir. Hadisler bunu göstermektedir. Şâfiî de
buna kaildir.» Keza Kuhistânî'nin Hidâye sahibine ait Uddetü'l-Menâsik adlı
kitabından naklettiğine göre, bunu yapmamak evlâdır.
«Örtü ile
peştamalın yeni... olması gerekir.» Musannıf yeni olmalarını önce zikretmekle,
bunun efdal olduğuna: beyazın, başkalarından daha makbul sayıldığına işaret
etmiştir. Eskiolanları yıkamamak müstehabbı terk sayılır. Bahır.
«Kefen-i kifâyet
gibi» ifadesindeki benzetme, sayı ve sıfattadır. T. "Bu" yani bu şekilde örtü ve
peştamal kullanmak sünnetin beyanıdır. Yoksa avret yerini örten her şey kafidir;
ve bir elbise caiz olduğu gibi, ikiden fazlası da, siyah olanları da, yamalıları
da caizdir. Efdal olan, elbisede dikiş bulunmamaktır. Lübab. Hattâ dikişsiz
kısımdan hâlî olmasa, yine ihramı münakit olur. Nitekim yine Lübab'dan naklen
arz etmiştik. Velev ki ceza kurbanı lâzım gelsin. Bu kurban özürden dolayı ise
bir gün bir gece geçtikten sonra lâzım gelir. Özürden dolayı değilse sadaka
gerekir. Nitekim cinayetler bâbında gelecektir.
METİN
İhrama giren kimse,
yanında koku varsa onunla bedenini kokular. Ama aynı bâkî kalan bir şeyi
elbisesine süremez. Esah olan budur. Bundan sonra, mendup olarak çift rekat yani
mekruh vakitte olmamak şart» ile iki rekat namaz kılar. Farz namazı kılması da
bunun için kâfidir. Ve yalnız hacca niyet eden kimse, dili kalbine uyarak,
"Allahım! Ben haccetmek istiyorum; onu bana müyesser kıl! Yani zorluğunu ve
müddetinin uzunluğunu kolaylaştır. Onu benden kabul eyle" der. Çünkü İbrahim ve
İsmail (aleyhisselâm), "Ey Rabbimiz! Bizden kabul eyle!" demişlerdi. Umre ve
kırân haccı yapan da böyle der. Namaz bunun hilâfınadır. Çünkü onun müddeti
azdır. Hidâye'de böyle denilmiştir. Bir kavle göre namaz kılan da böyle der.
Zeylâî bunu bütün ibadetlere teşmîl etmiştir. Ama Hidaye'nin dediği evlâdır.
İZAH
«Bedenini kokular.»
Yani ihrama girerken bu müstehaptır. Zeylâi. Velev ki misk ve gâliye gibi aynı
kalan kokulardan olsun. Meşhur olan kavil budur. Nehir.
«Yanında varsa»
demesinden anlaşılıyor ki, yoksa başkasından istemez. Nitekim İnâye'de böyle
denilmiştir. Bir de koku sürünmek sünen-i zevaiddendir; sünen-i hüdâdan
değildir. Nasıl ki Sirâc'da beyan olunmuştur. Elbise ile beden arasında fark
şudur: Bedende koku ona tâbi sayılır. Elbiseye bulaşan ise bedenden ayrıdır. Bir
de koku memnu iken, bedendeki kokudan istifade ile onun sünnet kılınmasından
maksat hâsıl olur. Bu da onun elbisede caiz görülmesine hacet bırakmaz. Nehir.
«Mendup olarak iki
rekat namaz kılar.» Gâye adlı kitapta, bu namazın sünnet olduğu bildirilmiştir.
Nehir. Bahır ve Sirâc sahipleri kesinlikle buna kail olmuşlardır.
"Bundan sonran"dan
murad, ihramı giyip, kokuyu süründükten sonra demektir.
Bahır.
«İki rekat namaz
kılar.» demekle Şârih, böyle demenin daha doğru olacağına işaret etmiştir. Çünkü
"çift" tabiri dörde de şâmildir.
«Farz namazı
kılması da bunun için kâfidir.» Zeylaî, Fetih, Bahır, Nehir, Lübab ve diğer
kitaplarda böyle denilmiştir. Bunu Tahiyye-i Mescid namazına benzetirler. Lübab
şerhi'ndeşöyle denilmektedir: «Bu kıyas maalfârıktır. Çünkü ihram namazı
müstakil bir sünnettir. O istihare namazı ile diğer namazlara benzer ki, farz
onların yerini tutamaz. Tahiyye-i Mescid ve abdeste şükür böyle değildir. Çünkü
bunlar için ayrıca namaz yoktur. Nitekim Fetevelhucce'de tahkik edilmiştir. Onun
için başkasının zımnında da eda edilmiş olur.» Bazıları bu sözün, Şeyh
Hanifeddin el-Mürşidî'ye ret cevabı olduğunu nakletmişlerdir.
«Dili kalbine
uyarak» Yani kemâl-i samimiyetle Allah'a teveccüh ederek kabul olunmasını dua
eder. Çünkü sırf dille yapılan dua fayda vermez. Kalpten gelmeyen böyle bir
sözle hacca niyet olamaz. Nitekim yakında anlatacağız. Anla!
«Yani zorluğunu ve
müddetinin uzunluğunu kolaylaştır.» Çünkü haccının edası, ayrı zamanlarda ve
aynı yerlerde olur. Bu sebeple, ekseriye meşakkattan hâli değildir. Onun için
Allah'tan kolaylık diler. Zira her güçlüğü kolaylaştıran Allah'tır. Zeylâi.
"Çünkü İbrahim ve
İsmail (as.)," Kâbe'yi bina ederken böyle dua etmişlerdir. Binaenaleyh hacca
niyet eden kimsenin de aynı şekilde duada bulunması münasiptir. Zira mescitlerde
yapılan ibadet, onları mamur etmek olur. Anla!
«Umre yapan da aynı
şekilde dua eder.» Çünkü hacc meşakkatinden daha az olmakla beraber, umrede de
meşakkat vardır.
«Kırân haccına
niyet eden kimse» "Allah'ım! Ben hacc ve umre yapmak istiyorum ilh..." diye dua
eder. Halebî diyor ki: «Şârih temettuya niyet edenin ne diyeceğini
söylememiştir. Çünkü o hacc ve umre için ayrı ayrı ihrama girer. Binaenaleyh
evvelce zikredilenlerde dahildir.»
«Bir kavle göre»
sözünü, Tûhfe ve Kınye sahipleri imam Muhammed'e nisbet etmişlerdir. Nitekim
Nehir'de de böyledir.
«Ama Hidâye'nin
dediği evlâdır.» Nehir'de de böyle denilmiştir. Rahmetî diyor ki: «Lâkin namaz
pek büyüktür. Onu lâzım geldiği gibi eda etmek pek güçtür. Allah'tan onu
kolaylaştırmasını istemek pek yerindedir. Onun için Zeylâî başka imamlara uyarak
bunu bütün ibadetlere teşmil etmiştir.»
METİN
Sonra her namazın
ardından telbiye getirir, bununla haccı niyet eder. Bu söz, en mükemmel şeklini
beyandır. Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur. Velev ki kalbiyle olsun.
Lâkin bu niyetin tesbih ve tehlil gibi tazim için söylenen bir zikirle beraber
olması şarttır. Mezhebe göre, velev ki Arapçayı ve telbiyeyi güzelce bildiği
halde Farsça söylesin. Telbiye şudur:
Lebbeyk allahümme
lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde venni'mete leke vel mülk la şerike
lek.
"İnne" kelimesinin
hemzesi "esre" ve "üstün" okunabilir. "Venni'mete" kelimesi de "fetha" ile
okunur. Yahut, müpteda ve haberdir.
İZAH
«Bununla haccı
niyet eder.» Nehir'de şöyle denilmiştir: «Burada, niyetin "Allahım! Ben
haccetmek istiyorum ilh..." cümlesi ile tamam olmadığına işaret vardır. Çünkü
niyet, istekten ötede ayrı bir şeydir. İstek, bir şeyi yapmaya azmetmektir.
Nitekim Bezzazî böyle demiştir. Râgıb'ın sözü bunu açıklamıştır. O şöyle
demiştir: "Şüphesiz ki, insanı bir şeyi yapmaya teşvik eden sebepler, derece
derecedir. Evvelâ sanîh, sonra hatır, sonra fikir, sonra irade, sonra himmet,
sonra azim gelir. Bir kimse dili ile ' Hacca niyet ettim ve ona ihrama girdim
Lebbeyk ilh...' derse iyi olur. Çünkü kalple dil bir araya gelir." Zeylâî'de
böyle denilmiştir.» Fetih sahibi, «Namazın şartlarında arz ettiklerimize kıyasen
en iyisi, sözü ile azimeti bir araya gelmemektir; bir araya gelmek değildir.
Peygamber (s.a.v.)'in hacc ibadetlerini rivayet edenlerden hiç birinin, "Ben onu
umreye veya hacca niyet ettim' derken işittim" dediğini bilmiyoruz. Onun için
ulemamız dille söylemek iyidir, tâ ki kalbe uysun demişlerdir.» diyor.
Bahır sahibi
şunları söylemiştir: «Hâsılı niyeti dille söylemek, bütün ibadetlerde mutlak
surette bidattır.» Lâkin kendisine Rahmetî, Sahih-i Buhârî'de Enes (r.a.)'den
rivayet olunan şu hadisle itiraz etmiştir: «Ben Ashab'ı her ikisini açık
söylerken işittim.» Yine Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, «Sonra hacc ve
umreye niyetlendi. Cemaat da bunların ikisine niyetlendiler.» demiştir. Bunun
gibi daha birçok hadislerde, niyet mânâsını ifade eden sözler söylediği
bildirilmiştir. Ama niyetin hususi bir sözle, alettayin yapılmasının vâcip veya
mendup olduğunu söyleyen yoktur. O halde nasıl olur da niyet râvîlerden
hiçbirinin rivayetinde bulunmamıştır denilebilir.
Ben derim ki: Şöyle
cevap verilebilir: Murad, hacca niyet ettim sözü ile açıklama bulunmadığıdır.
Zikredilen niyet hususunda rivayet edilen kolaylık ve kabul duasının
zımnındakidır. Biliyorsun ki bu niyet değildir. Niyet ancak Musannıf'ın da
işaret ettiği gibi, telbiye zamanındaki sözdür. Yahut telbiyedeki sözlerdir. Şu
halde Lübab ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Niyet ederken, yani yüksek sesle
telbiye yaparken, hacca mı, yoksa umreye mi niyetlendiğini söylemesi
müstehaptır. Hacc için ' Lebbeyk ' demelidir.» Bedâyi'de de böyle denilmiştir;
Düşün!
«Yoksa hacc mutlak
niyetle de sahih olur.» Yani ' hacc ' veya ' umreye' demeden hacc ibadetlerine
niyet etmekle de olur. Sonra tavaf etmeden tayin ederse ne âlâ; etmezse umre
mânâsına alınır. Nitekim gelecektir. Lübab'da şöyle denilmektedir: «Hacc
ibadetlerini tayin şart değildir. Binaenaleyh müphem niyetlenmek ve başkalarının
niyetlendiğine niyetlenmek de sahihtir.» Lübab'ın başka bir yerinde de şöyle
denilmiştir: «Başkasının niyetlendiğine niyet etse, bu müphem olur ve kendisine
bir hacc veya umre lâzım gelir. Lübab şârihi bunu, "Başkasının niyetlendiğini
bilmediği zaman" diye kayıtlamıştır.»
Hacc niyetini
mutlak söylerse; keza farz hacc anlaşılır. Tamamı az ileride gelecektir.
«Velev ki kalbiyle
olsun.» Çünkü ' hacca ' veya ' umreye ' diye niyeti dille söylemek şart
değildir. Nitekim namazda da öyledir. Zeylâî.
«Tâzim için
söylenen...» Yani sahih rivayete göre, velev dua ile karışık zikirle olsun,
yapılması şarttır. Lübab şerhi. Hâniyye'de şöyle denilmektedir: « 'Allahım '
dese de, başka bir şey söylemese, İmam İbn-i Fadıl bunun namaza başlamaktaki
ihtilâf gibi ihtitâflı olduğunu söylemiştir. Hâsılı niyetin hâssaten telbiye ile
beraber yapılması şart değil sünnettir. Şart olan, niyetin herhangi bir zikirle
beraber yapılmasıdır. Telbiye getirirse, bunun dille olması lâbuttur.» Lübab'da,
"Telbiyeyi kalbi ile yaparsa bu sayılmaz. Dilsizin de dilini kıpırdatması
lâzımdır. Bazıları bunun, lâzım değil, müstehap olduğunu söylemişlerdir."
denilmiştir. Lübab şârihi ikinci kavle meyletmiştir. Çünkü esah olan, dilsize
namazda kıraat için dilini kıpırdatmanın lâzım gelmemesidir. Haccda lâzım
gelmemesi evleviyette kalır. Çünkü hacc daha geniştir. Bir de namazda kıraat
kesin bir farzdır. Müttefekun aleyhtir. Telbiye böyle değildir.
«Velev ki Farsça
söylesin.» Yani Arapçadan başka Türkçe ve Hintçe gibi bir dille söylesin.
Nitekim Lübab'da böyle denilmiştir. Şârih burada Arapça söylemenin efdal
olduğuna işaret etmiştir. Nitekim Hâniyye'de de böyle denilmiştir.
«Velev ki Arapçayı
ve telbiyeyi iyi bilsin.» Yani namaz bunun hilâfınadır. Çünkü hacc bâbı daha
geniştir. Hattâ onda, deveye gerdan takmak gibi zikir olmayan şey zikir yerine
geçmiştir. Bunu Şurunbulâliyye'den naklen Halebî söylemiştir. Yine orada beyan
edildiğine göre, namaza Arapçaya kudreti olduğu, halde Farsça başlamak sahihtir.
Şârih orada bu meseleyi öne almış; Şurunbulâlî ve diğer zevatın şüpheye
düştüklerine işaret etmiştir. Zira başlamayı kıraat gibi saymışlardır. T.
«Telbiye şudur.»
Yani "AIIahım! Senin kapına tekrar tekrar geldim, senin davetine tekrar tekrar
icabettim. Senin şerikin yoktur, Hamd sana mahsustur. Nîmet senindir. Mülk de
senindir. Senin şerikin yoktur" demektir. Bu cümlelerdeki ' Lebbeyk ' sözü,
tekrarı ifade etmek için tesniye sîgası ile söylenir. Nitekim Mülk Sûresinde,
"Gözü iki defa çevir," buyrulmuştur. Yani "çok defalar bak" demektir. Sözün
tekrar edilmesi, bu işi te'kîd içindir. Bazı nüshalarda "Allahümme Lebbeyk"ten
sonra ikinci bir defa ' Lebbeyk ' söylenmiştir. Münasip olan da budur. Çünkü
Kenz, Hidâye, Cevhere, Lübab ve diğer kitaplarda hep böyledir. Binaenaleyh '
Lebbeyk ' sözünü üçüncü defa tekrarlamak, te'kîdi mubalâğa içindir. Hâşiye
yazarlarından biri diyor ki: «Şâfiîler, cümledeki üçüncü ' Lebbeyk ' üzerinde
durulmasının güzel olduğunu söylemişlerdir. Ama ben bunun bizim imamlarımızdan
naklini görmedim. İmdi araştır!»
Ben derim ki:
Kuhistânî'nin sözü, ikinci 'Lebbeyk' üzerinde durulmasını gerektirmektedir.
Çünkü o ' Lebbeyk', "Allahümme Lebbeyk" cümlesi üzerinde söz etmiş, sonra yeni
bir cümle olmak üzere "Lebbeyk lâ şerîke lek" demiştir. Bu sözün ifade ettiği
mânâ, üçüncü lebbeyk ile yeni cümleye başlamasıdır. Lübab Şerhi'nde ifade edilen
de budur.
«İnne kelimesinin
hemzesi esre ve üstün okunabilir.» Efdal olan, esre ile ' inne ' okumaktır.
Muhit sahibi, "Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle okumuştur." demiş, fakat Binaye
sahibi bunu reddederek, "Bu belli değildir." demiştir. Evet ekseri ulema efdal
oluşunu; çünkü senaya yeniden başlamaktır diye illetlendirmişlerdir. Şu halde
telbiye zât için olur. Kelime fetha ile okunursa, bunun hilâfınadır. Çünkü
telbiyenin ta'lîli olur. Yani "Sana iki defa icabet ederim. Çünkü hamd sanadır.
Nîmet ve mülk senindir" demek olur. Sonu olmayan icabeti zâta tâlik etmek, sıfat
itibariyle bundan evlâdır. Fakat bu söze itiraz edilmiş; «İnne okunursa, cümle
yine söz başı diye ta'lîl edilebilir. "Hem onlara dua eyle, çünkü senin duan
onlar için rahatlıktır." âyeti ile "Oğluna ilmi öğret, çünkü ilim faydalıdır."
sözleri de bu kabildendir.» denilmiştir. Buna da şöyle cevap verilmiştir: Burada
bunların ikisi de caiz olmakla beraber, evleviyetinden dolayı istinaf mânâsına
hamledilir. Fetha ile okumak bunun hilâfınadır. Çünkü onda ta'lîlden başka bir
şey yoktur. Şârihler İmam-ı Âzam'dan bu kelimenin ' enne ' okunduğunu; İmam
Muhammed ile Kisâ-i ve Ferra'dan 'inne' okunduğunu rivayet etmişlerdir. Şu kadar
var ki, Keşşafta zikredilen, İmam-ı Âzam'ın ' inne '; Şâfiî'nin ise ' enne '
okuduğudur. Sözlerinin zâhiri bunu göstermektedir. Nehir.
«Venni'mete
kelimesi de fetha ile okunur.» Doğrusu budur. Çünkü bu kelime mebni değil,
mu'rebdir. Nehir'in ibaresi, "Meşhura göre mensup okunur. Ama merfu okunması da
caizdir." şeklindedir.
«Velmülke» kelimesi
mansup okunmalıdır. Ama ' velmülku ' şeklinde merfu okunması da caizdir. Her iki
takdire göre haberi atılmıştır. Bu kelimenin üzerinde durmak iyi görülmüştür. Tâ
ki ondan sonra gelenin haberi sanılmasın. Lübab Şerhi. Bazıları, bunun üzerinde
durmanın, dört mezhebin imamlarına göre müstehap olduğunu nakletmişlerdir.
TEMBİH: Lübab ve
şerhinde beyan olunduğuna göre, telbiyeyi evvekî yüksek sesle yaparak, sonra
alçaltmak ve Peygamber (s.a.v.)'e salâvat getirmek; daha sonra dilediği duayı
okumak müstehaptır. Burada rivayet olunan dua şudur:
"Allahım! Ben
senden rızanı ve Cennet'i dilerim; gazabından ve Cehennemden sana sığınırım."
Yine Lübab'da beyan edildiğine göre, telbîyeyi ilk mecliste tekrarlamak
sünnettir. Başka meclislerde tekrarlamak da öyledir. Haller değiştikçe,
tekrarlamak ise müekket şekilde müstehaptır. Mutlak surette çok telbiye getirmek
menduptur. Bir defa başlayınca, telbiyeyi üç defa tekrarlamak ve dünya sözüyle
aralarını kesmemek de müstehaptır.
METİN
Telbiyeye mendup
olarak ziyade yap. Yani kelimelerinin arasına değil de sonuna, dilediğin duayı
ilave et. Ama bu telbiyeyi noksan bırakma. Çünkü kerahet-i tahrimiyye ile
mekruhtur. Ulema onun bir defa şart olduğunu söylemişlerdir. Fazlası sünnettir.
Gerek telbiyeyi, gerekse onu yüksek sesle söylemeyi terk eden kötülük işlemiş
olur.
İZAH
«Telbiyeye mendup
olarak ziyade yap.» Ama rivayet edilmemiş duaları ziyade etmen müstehap olmaz.
Nitekim İnâye'de bildirilmiştir. Nehir'in ifadesi bunun hilâfınadır. Evet, Lübab
Şerhi'nde şöyle denilmiştir; "Rivayet edilmiş bir duayı okumak müstehaptır.
Mesela ......................denilebilir. Rivayet edilmeyen bir duayı okumak,
caiz yahut iyidir.»
«Ziyade etmen
müstehap olmaz.» Nehir sahibi diyor ki: «Çünkü ziyade ancak bütününü söyledikten
sonra olur. Cümle arasına getirilmez. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir.» şu
halde yukarıda gösterilen ziyade - ki bunu Nehir sahibi ibn-i Ömer'den
nakletmiştir. - telbiye bittikten» sonra söylenir. Telbiye esnasında söylenmez.
«Ulema onun bir
defa şart olduğunu söylemişlerdir.» Şârih burada Nehir sahibine tâbi olmuştur.
Bu söz Bahır'ın ifadesine muhaliftir. Söz götürdüğü de meydandadır. Çünkü
şarttır" sözüyle hâssaten geçen sîgayı kastederse şöyle itiraz olunur: Fetih'te
beyan edildiği üzere, zâhir-i mezhep, o kimsenin her türlü sena ve tesbih ile
Hırama girmiş sayılmasıdır. Bu evvelce geçti. Bu sözle mutlak zikri kastederse,
iddiasını ifade edemez. İddiası bu sîgadan az olursa, kerahet-i tahrimiyye lâzım
gelmesidir. Hak olan Bahır'ın sözüdür ki şudur: Hâssaten telbiye sünnettir. Bunu
tamamen terkederse, kerahet-i tenzihiyye işlemiş olur. Noksan bırakırsa,
evleviyetle kerahet-i tenzihiyye ile mekruh olur. El-Kâfî Nesefî'nin "Caiz
değildir" demesi de söz götürür. Bir de şarttır diyenin muradı, hâssaten
telbiyeyi söylemek değil; tâzim kastiyle söylenen sözdür.
"Fazlası
sünnettir." Yani tekrarı sünnettir. Nitekim Lübab'dan naklen arzettik. Zikri
geçen sîga üzerine ziyadeye gelince; yukarıda gördük ki bu menduptur. Kâfî ve
diğer kitaplarda, "Bu müstehaptır." diye geçen sözün mânâsı
budur.
«Kötülük işlemiş
olur.» Bu sözün muktezası şudur: Yüksek sesle telbiye sünnettir. Bunu Nehir
sahibi Muhit'ten naklen açıklamıştır. Bu bizim yukarıda arzettiğimize
muhaliftir. Müstehap olduğunu Bahır ve Fetih sahipleri açıklamışlardır. Lâkin
Bahır'ın başka bir yerinde, kötülük işleme sözünün kerahetten aşağı olduğu
zikredilmiştir. Binaenaleyh Şârih'in Muhit'e uyarak, "Kötülük işlemiş olur."
demesinden, sünnet-i müekkede olması lâzım gelmez.