03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..İHRAM VE ÎFRAD HACCI YAPMANIN SIFATI HAKKINDA BİR FASIL


İHRAM VE ÎFRAD HACCI YAPMANIN SIFATI HAKKINDA BİR FASIL


METİN
İhrama girmek isteyen kimse abdest alır; yıkanması daha makbuldür. Hacc ibadetlerinin sahih olması için ihram şarttır; iftitah tekbiri gibidir. Namazla haccın, tahrîm ve tahlilleri vardır. Oruçla zekât böyle değildir. Sonra hacc iki vecihten daha kuvvetlidir. Birincisi; o mutlak surette kaza olunur; velev ki zanlı olsun. Namaz öyle değildir. İkincisi; hacc veya umrede ihramı tamamladığında, ondan ancak ihrama girdiği amel ile çıkar. Velev ki bozmuş olsun. Ancak vaktini geçirirse, ondan umre ile; ihsar vuku bulursa, ondan da hedy kurbanını kesmekle çıkar.
Yıkanmak temizlik içindir; abdestli bulunmak için değildir. Binaenaleyh hayızlı ile nifaslı ve çocuk hakkında da müstehap görülür.
İZAH
İhramı mikâtlardan sonra getirmenin munasebeti açıktır. Hiçbir kimsenin onları ihramsız geçmesi caiz değildir. Lügatta İhram; "Ayaklar altına alınamayan bir hürmete girdi" mânâsına gelen "ahreme" fiilinin mastarıdır. İhrama girene "harâm" denir ki, "ihrama girmiş" mânâsınadır. Sıhâh'ta böyle denilmiştir.
Şer'an ihram; hususi birtakım hürmetlere girmek, yani onları iltizam etmektir. Ancak ihram şer'an zikirle veya hususiyetle birlikte niyet olmazsa, tahakkuk etmez. Fetih'te böyle denilmiştir. Şu halde ihramın tahakkuku için bu iki şey şarttır; Bahır sahibinin tevehhüm ettiği gibi, hakikatının cüz'ü değillerdir. O İhramı, "Hacc veya umre ibadetlerini zikir veya hususiyetle birlikte yapmaya niyet etmektir." diye tarif etmiştir. Nehir. Zikir'den murad, telbiye ve benzeridir. Hususiyet'ten, murad ise; bunun yerini tutan hedy kurbanı göndermek veya deveye gerdanlık takmak gibi şeylerdir. Binaenaleyh telbiye veya onun yerini tutan bir şey mutlaka lâzımdır. Niyet eder de telbiye yapmazsa; yahut aksini yaparsa (yani telbiye yapar niyet etmezse) ihrama girmiş olmaz. Acaba bir kimse niyet ve telbiye ile; yahut bunlardan birini diğerini de yapmak şartı ile yaparsa, ihrama girmiş olur mu? Burada mutemet olan kavil, Husâm-ı şehid'in kavlidir ki şudur: "İhrama niyetle girilir. Ama bu, telbiye ederek olur. Nasıl ki namaza niyetle girilir, ama tekbir almak şartı iledir. Sadece tekbirle girilmez. Nitekim Lübab Şerhi'nde böyledir. Onun sahih olması için, zaman, mekân, hey'et ve hal şart değildir. Dikişli elbise giyerek veya cima ederek ihrama girse, birincide ihram sahih olarak; ikincide ise fâsit olarak münakit sayılır. Nitekim Lubab'da beyan olunmuştur."
«İhram için yıkanmak daha makbuldür.» Çünkü sünnet-i müekkededir. Abdest onun yerini, müstehap olan sünnetin yapılması hususunda tutar; fazilet hususunda tutamaz. Lübab ve Şerhi. Lakin Kuhistânî'de her ikisinin müstehap olduğu bildirilmiştir.
«İfrad haccı yapmanın sıfatı» Yani ifrad haccı yapan kimsenin, ona başladığı tahakkukettikten sonra yapacağı vasıflar demektir. Musannıf'ın işe kırân ve temettudan önce ifraddan başlaması, bunun mürekkebe nisbetle müfred hükmünde olmasındandır. 'Nüsük'; 'ibadet demektir. Sonra bu kelime ekseriyetle hacc veya umre ibadetleri mânâsında "kullanılmaya başlanmıştır.
«İftitah tekbiri gibidir.» Bundan murad, duasız zikirdir. Çünkü tekbir lâfzı şart değil, vâciptir.
«Tahrîm ve tahlilleri vardır.» Burada Şârih, benzerliği te'kîd için 'tahlîl' kelimesini ziyade etmiştir. Namazın tahlîli (yani çıkmanın helal olması), selâm ve benzeri şeylerle olur. Haccın tahlîli ise ileride geleceği vecihle tıraş ve tavafladır.
«Hacc iki vecihten daha kuvvetlidir.» Yani hacc namazdan daha kuvvetlidir. "Efdaldir" demedi. Çünkü zekât bahsinin başında Tahrîr ve şerhinden naklen arz etmiştik ki, efdal olan namazdır. Sonra zekât, sonra oruç, sonra hacc, sonra umre, cihâd ve îtikaf gelir.
«Velev ki zanlı olsun.» cümlesi, mutlakın beyanıdır. Bir kimse, üzerime farzdır zannı ile hacc için ihrama girer de, sonra farz olmadığı anlaşılırsa, o hacca devamı vâcip olur. Bozarsa kazası lâzımdır. Namaz hakkındaki zan böyle değildir. Zira onu bozarsa kaza lâzım gelmez. Bahır. Mahsur olan hacıya, kaza vâcip olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Esah kavle göre ona da vaciptir. Nitekim bâbında söyleyeceğiz.
«İhrama girdiği amel ile çıkar.» Namaz böyle değildir. Ondan, namaza
zıt her fiille çıkar. Bir de bozulan namaza devam etmek haramdır. Haccda ise, sahihinde olduğu gibi, bozulanında da vakfeden önce cima ederek devam vâcip olur.
«Vaktini geçirirse, ondan umre ile» çıkar. Çünkü vakti geçmiştir. Gelecek sene haccetmesi gerekir.
"İhsar vuku bulursa" ondan da hedy kurbanını Harem'de kesmekle çıkar.
«Hayızlı ile nifaslı ve çocuk hakkında da müstehap görülür.» Yani bu kadınların kanları kesilmezden evvel demektir. Buna karîne, meselenin tefri edilişidir. Çünkü kan kesildikten sonra yıkanmak, hem temlik, hem de abdest olur. Tefri'den murad ise, abdest bulunmayan temizlik suretidir. Tâ ki yalnız onun için meşru olmadığı bilinsin. Bu ibare, Kuhistânî'nin sözünü te'yîd eder. Ancak hayızlı ile nifaslı ve başkaları arasında fark görülür; yahut "müstehap görülür" 'sözünden "sünnettir" mânası kastedilirse o başka! Çünkü sünnet olan bir şey, şâriin sevdiği iştir.
"Çocuğu" Fetih sahibi ve başkaları açıkça kaydetmişlerdir. Lakin çocuk aklı erer yaşta ise, onun yıkanması, abdest olur. Zira bundan murad, cünüplükten temizlenmek değil, namaz için temizliktir. Çünkü cuma ve bayramlar için yıkanmak, hem temizlik, hem abdest içindir. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. Halbuki bu gusül, cünüp olmayana da sünnettir. O zaman çocuğu hayızlının üzerine atfetmek, yıkanmasının sadece temizlik için olduğu zannını verir; ve burada ondan, aklı ermeyen çocuk kastedilmesi taayyün eder. Binaenaleyh onu zikretmek, Nehir sahibinin şu sözüne işaret olur: «Bilmiş ol ki, yıkanmak, arkadaşı namına niyetlenen kimseye; yahut küçük olduğu için çocuğu namına niyetlenen babaya da mendup olmak gerekir. Çünkü ulema ihramın, bayılan ve küçük olan kimse ile kaim olduğunu; ihrama girenle kaim olmadığını söylemişlerdir. Zira başkası namına ihram, kendisi için yaptığı ihramla birlikte yapılabilir. Bunun her ihramlı için mendup olduğu tekerrür etmiştir.» Anla!
METİN
Sudan âciz kaldığında, ihram için teyemmüm etmek meşru değildir. Çünkü teyemmüm kirleticidir. Cuma ve bayram bunun hilâfınadır. Bunu Zeylâî ve başkaları söylemişlerdir. Lâkin Kâfî sahibi, cuma ve bayramla ihramı bir tutmuştur. Nehir sahibi bu kavli tercih etmiştir. Sünnet sevabına nail olmak için, abdestli olarak ihrama girmesi şart kılınmıştır. Keza ihrama girmek isteyen kimsenin tırnaklarını kesmesi, bıyıklarını alması, koltuk altlarını temizlemesi ve âdeti ise başını tıraş etmesi, değilse taraması; beraberinde olup hayız gibi bir mâni yoksa, karısı veya câriyesi ile cima etmesi; göbeğinden diz kapağına kadar bir peştamal ve sırtına bir örtü alması da müstehaptır. Bu örtüyü sağ koltuğunun altından geçirerek sol omuzunun üstüne koyması sünnettir. Şayet ilikler veya açar; yahut düğümlerse, kötü bir iş yapmış olur; ama ceza kurbanı icap etmez. Örtü ile peştemalın yeni veya yıkanmış, temiz ve kefeni kifâyet gibi beyaz olmaları gerekir. Bu, sünnetin beyanıdır. Yoksa avret yerini örtmesi kâfidir.
İZAH
«İhram için teyemmüm meşru değildir.» Bunu, Zeylâî, Bahır, Nehir ve Fetih sahipleri gibi birçok ulema kesinlikle beyan etmişlerdir. Bu, İmâdî'nin Menâsik'indeki, "Eğer bunlardan âciz kalırsa, teyemmüm eder." sözünü reddeder. Meğer ki bu söz ihram namazını kılmak isteyene yorumlana!
"Cuma ve bayram bunun hilâfınadır." Bahır sahibi diyor ki: «Yani bunlarda yıkanmak, abdest içindir; temizlik için değildir. Onun için âciz halinde bunlar için teyemmüm meşrudur.»
«Lâkin Kâfî sahibi...» teyemmümün meşru olmaması hususunda, bunlarla ihramı bir tutmuştur.
«Nehir sahibi bu kavlî tercih etmiştir.» Nehir sahibi şöyle demiştir: «Tahkik budur. Keza Bahır sahibi Zeylâî'ye itiraz etmiş; âciz halinde cuma ve bayram için cünüplük ve benzerinden temiz olan kimseye teyemmüm meşru kılınmamıştır. Sözümüz ise teyemmümdedir. Çünkü o kirletici ve tozlayıcıdır. Lâkin namazın edası zaruretinden dolayı abdest sayılmıştır. Bunlarda zaruret yoktur. Onun için Musannıf, Kâfî'de ihramla cuma ve bayramları bir saymıştır, demiştir.»
«Sünnet sevabına nail olmak için, abdestli ihrama girmek şarttır.» yani o ancak ihram içinmeşru kılınmıştır. Hattâ yıkanıp sonra abdestini bozsa, sonra ihrama girip abdest alsa, sevabına nail olamaz. Cevâmiul-Fıkh'a nisbet edilerek, Binaye'de böyle denilmiştir. Nehir.
«Keza ihrama girmek isteyen kimsenin tırnaklarını kesmesi ilh...» 'Yıkanmazdan önce' mânâsınadır. Nitekim Kuhistânî, Lübab ve Sirâc'da böyle denilmektedir. Zeylâi'de ise, «Yıkandıktan sonra» denilmiştir. 'Düşün!
«Temizlenmesi» tabiri, tırnak kesmeye, bıyık almaya, kasık tıraş etmeye veya yolmaya yahut ağda kullanmaya şâmildir. Koltuk altı yolmak da öyledir. 'Kasık'tan murad, kadın ve erkeğin avret yerindeki kıllardır. Makattaki kıllar da bunun gibidir. Hattâ yok edilmeye daha lâyıktır. Tâ ki taşla taharetlenirken, çıkan pislikten bir şey yapışmasın.
«Âdeti ise başını tıraş etmesi» ifadesi Bahır, Nehir ve diğer kitaplarda hep böyledir. Lübab Şerhi'nde buna muhalif olarak, bu iş avamın fiilierinden sayılmıştır.
«Peştamal ve sırtına örtü» almak erkeğe mahsustur. «Göbeğinden diz kapağına kadar» ifadesi, peştamalın tefsiridir. Burada gaye, yani diz kapaklar örtülmekte dahildir; çünkü diz avrettendir.
«Örtü» hakkında Bahır'da şöyle denilmiştir: "Örtü, sırtla omuzlara ve göğüse örtülür."
«Şayet iliklerse...» keza ip ve benzeri bir şeyle bağlarsa, kötülük etmiş olur. Çünkü o zaman korumaya ihtiyacı kalmamasına bakarak, dikişli elbise giymişe benzer. Beline kemer bağlamak bunun gibi değildir. Çünkü o âdeten peştamalın üzerine bağlanır. Bunu Fethu'l-Kadir sahibi söylemiştir. Yani ondan maksat peştamalı korumak değildir; velev ki onun üzerine bağlasın.
«Sol omuzunun üstüne koyması sünnettir.» Buna iztiba derler; Bu, Bahır'ın, "Örtü sırtla omuzlara ve göğüse örtülür." sözüne aykırıdır. Buradaki sözü, Kuhistânî Nihâye'ye; Lübab şârihi ise Hizâne'den naklen Bercendî'ye nisbet etmiş; sonra şunları söylemiştir. «Bu söz, iztibaın ihrama ilk girişten itibaren müstehap olduğu zannını verir; avam böyle yaparlar. Halbuki öyle değildir. Çünkü sünnet olduğu yer, sadece tavaftan az önce başlayıp, tavafın sonuna kadardır.» Hâşiye yazanlardan biri diyor ki: "Menâsik-i Kenz üzerine yazılan Mürşidî Şerhi'nde beyan edildiğine göre, esah olan da budur ve sünnettir." Bunu Sindî, Mensik-i Kebîr'inde, Gâye, Menâsik-i Tarablusî ve Fetih'ten nakletmiş ve şöyle demiştir: «Mezhebin ekseri kitaplarının beyanına göre, iztiba tavafta sünnettir. Ondan önceki ihram halinde sünnet değildir. Hadisler bunu göstermektedir. Şâfiî de buna kaildir.» Keza Kuhistânî'nin Hidâye sahibine ait Uddetü'l-Menâsik adlı kitabından naklettiğine göre, bunu yapmamak evlâdır.
«Örtü ile peştamalın yeni... olması gerekir.» Musannıf yeni olmalarını önce zikretmekle, bunun efdal olduğuna: beyazın, başkalarından daha makbul sayıldığına işaret etmiştir. Eskiolanları yıkamamak müstehabbı terk sayılır. Bahır.
«Kefen-i kifâyet gibi» ifadesindeki benzetme, sayı ve sıfattadır. T. "Bu" yani bu şekilde örtü ve peştamal kullanmak sünnetin beyanıdır. Yoksa avret yerini örten her şey kafidir; ve bir elbise caiz olduğu gibi, ikiden fazlası da, siyah olanları da, yamalıları da caizdir. Efdal olan, elbisede dikiş bulunmamaktır. Lübab. Hattâ dikişsiz kısımdan hâlî olmasa, yine ihramı münakit olur. Nitekim yine Lübab'dan naklen arz etmiştik. Velev ki ceza kurbanı lâzım gelsin. Bu kurban özürden dolayı ise bir gün bir gece geçtikten sonra lâzım gelir. Özürden dolayı değilse sadaka gerekir. Nitekim cinayetler bâbında gelecektir.
METİN
İhrama giren kimse, yanında koku varsa onunla bedenini kokular. Ama aynı bâkî kalan bir şeyi elbisesine süremez. Esah olan budur. Bundan sonra, mendup olarak çift rekat yani mekruh vakitte olmamak şart» ile iki rekat namaz kılar. Farz namazı kılması da bunun için kâfidir. Ve yalnız hacca niyet eden kimse, dili kalbine uyarak, "Allahım! Ben haccetmek istiyorum; onu bana müyesser kıl! Yani zorluğunu ve müddetinin uzunluğunu kolaylaştır. Onu benden kabul eyle" der. Çünkü İbrahim ve İsmail (aleyhisselâm), "Ey Rabbimiz! Bizden kabul eyle!" demişlerdi. Umre ve kırân haccı yapan da böyle der. Namaz bunun hilâfınadır. Çünkü onun müddeti azdır. Hidâye'de böyle denilmiştir. Bir kavle göre namaz kılan da böyle der. Zeylâî bunu bütün ibadetlere teşmîl etmiştir. Ama Hidaye'nin dediği evlâdır.
İZAH
«Bedenini kokular.» Yani ihrama girerken bu müstehaptır. Zeylâi. Velev ki misk ve gâliye gibi aynı kalan kokulardan olsun. Meşhur olan kavil budur. Nehir.
«Yanında varsa» demesinden anlaşılıyor ki, yoksa başkasından istemez. Nitekim İnâye'de böyle denilmiştir. Bir de koku sürünmek sünen-i zevaiddendir; sünen-i hüdâdan değildir. Nasıl ki Sirâc'da beyan olunmuştur. Elbise ile beden arasında fark şudur: Bedende koku ona tâbi sayılır. Elbiseye bulaşan ise bedenden ayrıdır. Bir de koku memnu iken, bedendeki kokudan istifade ile onun sünnet kılınmasından maksat hâsıl olur. Bu da onun elbisede caiz görülmesine hacet bırakmaz. Nehir.
«Mendup olarak iki rekat namaz kılar.» Gâye adlı kitapta, bu namazın sünnet olduğu bildirilmiştir. Nehir. Bahır ve Sirâc sahipleri kesinlikle buna kail olmuşlardır.
"Bundan sonran"dan murad, ihramı giyip, kokuyu süründükten sonra demektir. Bahır.
«İki rekat namaz kılar.» demekle Şârih, böyle demenin daha doğru olacağına işaret etmiştir. Çünkü "çift" tabiri dörde de şâmildir.
«Farz namazı kılması da bunun için kâfidir.» Zeylaî, Fetih, Bahır, Nehir, Lübab ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Bunu Tahiyye-i Mescid namazına benzetirler. Lübab şerhi'ndeşöyle denilmektedir: «Bu kıyas maalfârıktır. Çünkü ihram namazı müstakil bir sünnettir. O istihare namazı ile diğer namazlara benzer ki, farz onların yerini tutamaz. Tahiyye-i Mescid ve abdeste şükür böyle değildir. Çünkü bunlar için ayrıca namaz yoktur. Nitekim Fetevelhucce'de tahkik edilmiştir. Onun için başkasının zımnında da eda edilmiş olur.» Bazıları bu sözün, Şeyh Hanifeddin el-Mürşidî'ye ret cevabı olduğunu nakletmişlerdir.
«Dili kalbine uyarak» Yani kemâl-i samimiyetle Allah'a teveccüh ederek kabul olunmasını dua eder. Çünkü sırf dille yapılan dua fayda vermez. Kalpten gelmeyen böyle bir sözle hacca niyet olamaz. Nitekim yakında anlatacağız. Anla!
«Yani zorluğunu ve müddetinin uzunluğunu kolaylaştır.» Çünkü haccının edası, ayrı zamanlarda ve aynı yerlerde olur. Bu sebeple, ekseriye meşakkattan hâli değildir. Onun için Allah'tan kolaylık diler. Zira her güçlüğü kolaylaştıran Allah'tır. Zeylâi.
"Çünkü İbrahim ve İsmail (as.)," Kâbe'yi bina ederken böyle dua etmişlerdir. Binaenaleyh hacca niyet eden kimsenin de aynı şekilde duada bulunması münasiptir. Zira mescitlerde yapılan ibadet, onları mamur etmek olur. Anla!
«Umre yapan da aynı şekilde dua eder.» Çünkü hacc meşakkatinden daha az olmakla beraber, umrede de meşakkat vardır.
«Kırân haccına niyet eden kimse» "Allah'ım! Ben hacc ve umre yapmak istiyorum ilh..." diye dua eder. Halebî diyor ki: «Şârih temettuya niyet edenin ne diyeceğini söylememiştir. Çünkü o hacc ve umre için ayrı ayrı ihrama girer. Binaenaleyh evvelce zikredilenlerde dahildir.»
«Bir kavle göre» sözünü, Tûhfe ve Kınye sahipleri imam Muhammed'e nisbet etmişlerdir. Nitekim Nehir'de de böyledir.
«Ama Hidâye'nin dediği evlâdır.» Nehir'de de böyle denilmiştir. Rahmetî diyor ki: «Lâkin namaz pek büyüktür. Onu lâzım geldiği gibi eda etmek pek güçtür. Allah'tan onu kolaylaştırmasını istemek pek yerindedir. Onun için Zeylâî başka imamlara uyarak bunu bütün ibadetlere teşmil etmiştir.»
METİN
Sonra her namazın ardından telbiye getirir, bununla haccı niyet eder. Bu söz, en mükemmel şeklini beyandır. Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur. Velev ki kalbiyle olsun. Lâkin bu niyetin tesbih ve tehlil gibi tazim için söylenen bir zikirle beraber olması şarttır. Mezhebe göre, velev ki Arapçayı ve telbiyeyi güzelce bildiği halde Farsça söylesin. Telbiye şudur:
Lebbeyk allahümme lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde venni'mete leke vel mülk la şerike lek.
"İnne" kelimesinin hemzesi "esre" ve "üstün" okunabilir. "Venni'mete" kelimesi de "fetha" ile okunur. Yahut, müpteda ve haberdir.
İZAH
«Bununla haccı niyet eder.» Nehir'de şöyle denilmiştir: «Burada, niyetin "Allahım! Ben haccetmek istiyorum ilh..." cümlesi ile tamam olmadığına işaret vardır. Çünkü niyet, istekten ötede ayrı bir şeydir. İstek, bir şeyi yapmaya azmetmektir. Nitekim Bezzazî böyle demiştir. Râgıb'ın sözü bunu açıklamıştır. O şöyle demiştir: "Şüphesiz ki, insanı bir şeyi yapmaya teşvik eden sebepler, derece derecedir. Evvelâ sanîh, sonra hatır, sonra fikir, sonra irade, sonra himmet, sonra azim gelir. Bir kimse dili ile ' Hacca niyet ettim ve ona ihrama girdim Lebbeyk ilh...' derse iyi olur. Çünkü kalple dil bir araya gelir." Zeylâî'de böyle denilmiştir.» Fetih sahibi, «Namazın şartlarında arz ettiklerimize kıyasen en iyisi, sözü ile azimeti bir araya gelmemektir; bir araya gelmek değildir. Peygamber (s.a.v.)'in hacc ibadetlerini rivayet edenlerden hiç birinin, "Ben onu umreye veya hacca niyet ettim' derken işittim" dediğini bilmiyoruz. Onun için ulemamız dille söylemek iyidir, tâ ki kalbe uysun demişlerdir.» diyor.
Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Hâsılı niyeti dille söylemek, bütün ibadetlerde mutlak surette bidattır.» Lâkin kendisine Rahmetî, Sahih-i Buhârî'de Enes (r.a.)'den rivayet olunan şu hadisle itiraz etmiştir: «Ben Ashab'ı her ikisini açık söylerken işittim.» Yine Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, «Sonra hacc ve umreye niyetlendi. Cemaat da bunların ikisine niyetlendiler.» demiştir. Bunun gibi daha birçok hadislerde, niyet mânâsını ifade eden sözler söylediği bildirilmiştir. Ama niyetin hususi bir sözle, alettayin yapılmasının vâcip veya mendup olduğunu söyleyen yoktur. O halde nasıl olur da niyet râvîlerden hiçbirinin rivayetinde bulunmamıştır denilebilir.
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir: Murad, hacca niyet ettim sözü ile açıklama bulunmadığıdır. Zikredilen niyet hususunda rivayet edilen kolaylık ve kabul duasının zımnındakidır. Biliyorsun ki bu niyet değildir. Niyet ancak Musannıf'ın da işaret ettiği gibi, telbiye zamanındaki sözdür. Yahut telbiyedeki sözlerdir. Şu halde Lübab ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Niyet ederken, yani yüksek sesle telbiye yaparken, hacca mı, yoksa umreye mi niyetlendiğini söylemesi müstehaptır. Hacc için ' Lebbeyk ' demelidir.» Bedâyi'de de böyle denilmiştir; Düşün!
«Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur.» Yani ' hacc ' veya ' umreye' demeden hacc ibadetlerine niyet etmekle de olur. Sonra tavaf etmeden tayin ederse ne âlâ; etmezse umre mânâsına alınır. Nitekim gelecektir. Lübab'da şöyle denilmektedir: «Hacc ibadetlerini tayin şart değildir. Binaenaleyh müphem niyetlenmek ve başkalarının niyetlendiğine niyetlenmek de sahihtir.» Lübab'ın başka bir yerinde de şöyle denilmiştir: «Başkasının niyetlendiğine niyet etse, bu müphem olur ve kendisine bir hacc veya umre lâzım gelir. Lübab şârihi bunu, "Başkasının niyetlendiğini bilmediği zaman" diye kayıtlamıştır.»
Hacc niyetini mutlak söylerse; keza farz hacc anlaşılır. Tamamı az ileride gelecektir.
«Velev ki kalbiyle olsun.» Çünkü ' hacca ' veya ' umreye ' diye niyeti dille söylemek şart değildir. Nitekim namazda da öyledir. Zeylâî.
«Tâzim için söylenen...» Yani sahih rivayete göre, velev dua ile karışık zikirle olsun, yapılması şarttır. Lübab şerhi. Hâniyye'de şöyle denilmektedir: « 'Allahım ' dese de, başka bir şey söylemese, İmam İbn-i Fadıl bunun namaza başlamaktaki ihtilâf gibi ihtitâflı olduğunu söylemiştir. Hâsılı niyetin hâssaten telbiye ile beraber yapılması şart değil sünnettir. Şart olan, niyetin herhangi bir zikirle beraber yapılmasıdır. Telbiye getirirse, bunun dille olması lâbuttur.» Lübab'da, "Telbiyeyi kalbi ile yaparsa bu sayılmaz. Dilsizin de dilini kıpırdatması lâzımdır. Bazıları bunun, lâzım değil, müstehap olduğunu söylemişlerdir." denilmiştir. Lübab şârihi ikinci kavle meyletmiştir. Çünkü esah olan, dilsize namazda kıraat için dilini kıpırdatmanın lâzım gelmemesidir. Haccda lâzım gelmemesi evleviyette kalır. Çünkü hacc daha geniştir. Bir de namazda kıraat kesin bir farzdır. Müttefekun aleyhtir. Telbiye böyle değildir.
«Velev ki Farsça söylesin.» Yani Arapçadan başka Türkçe ve Hintçe gibi bir dille söylesin. Nitekim Lübab'da böyle denilmiştir. Şârih burada Arapça söylemenin efdal olduğuna işaret etmiştir. Nitekim Hâniyye'de de böyle denilmiştir.
«Velev ki Arapçayı ve telbiyeyi iyi bilsin.» Yani namaz bunun hilâfınadır. Çünkü hacc bâbı daha geniştir. Hattâ onda, deveye gerdan takmak gibi zikir olmayan şey zikir yerine geçmiştir. Bunu Şurunbulâliyye'den naklen Halebî söylemiştir. Yine orada beyan edildiğine göre, namaza Arapçaya kudreti olduğu, halde Farsça başlamak sahihtir. Şârih orada bu meseleyi öne almış; Şurunbulâlî ve diğer zevatın şüpheye düştüklerine işaret etmiştir. Zira başlamayı kıraat gibi saymışlardır. T.
«Telbiye şudur.» Yani "AIIahım! Senin kapına tekrar tekrar geldim, senin davetine tekrar tekrar icabettim. Senin şerikin yoktur, Hamd sana mahsustur. Nîmet senindir. Mülk de senindir. Senin şerikin yoktur" demektir. Bu cümlelerdeki ' Lebbeyk ' sözü, tekrarı ifade etmek için tesniye sîgası ile söylenir. Nitekim Mülk Sûresinde, "Gözü iki defa çevir," buyrulmuştur. Yani "çok defalar bak" demektir. Sözün tekrar edilmesi, bu işi te'kîd içindir. Bazı nüshalarda "Allahümme Lebbeyk"ten sonra ikinci bir defa ' Lebbeyk ' söylenmiştir. Münasip olan da budur. Çünkü Kenz, Hidâye, Cevhere, Lübab ve diğer kitaplarda hep böyledir. Binaenaleyh ' Lebbeyk ' sözünü üçüncü defa tekrarlamak, te'kîdi mubalâğa içindir. Hâşiye yazarlarından biri diyor ki: «Şâfiîler, cümledeki üçüncü ' Lebbeyk ' üzerinde durulmasının güzel olduğunu söylemişlerdir. Ama ben bunun bizim imamlarımızdan naklini görmedim. İmdi araştır!»
Ben derim ki: Kuhistânî'nin sözü, ikinci 'Lebbeyk' üzerinde durulmasını gerektirmektedir. Çünkü o ' Lebbeyk', "Allahümme Lebbeyk" cümlesi üzerinde söz etmiş, sonra yeni bir cümle olmak üzere "Lebbeyk lâ şerîke lek" demiştir. Bu sözün ifade ettiği mânâ, üçüncü lebbeyk ile yeni cümleye başlamasıdır. Lübab Şerhi'nde ifade edilen de budur.
«İnne kelimesinin hemzesi esre ve üstün okunabilir.» Efdal olan, esre ile ' inne ' okumaktır. Muhit sahibi, "Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle okumuştur." demiş, fakat Binaye sahibi bunu reddederek, "Bu belli değildir." demiştir. Evet ekseri ulema efdal oluşunu; çünkü senaya yeniden başlamaktır diye illetlendirmişlerdir. Şu halde telbiye zât için olur. Kelime fetha ile okunursa, bunun hilâfınadır. Çünkü telbiyenin ta'lîli olur. Yani "Sana iki defa icabet ederim. Çünkü hamd sanadır. Nîmet ve mülk senindir" demek olur. Sonu olmayan icabeti zâta tâlik etmek, sıfat itibariyle bundan evlâdır. Fakat bu söze itiraz edilmiş; «İnne okunursa, cümle yine söz başı diye ta'lîl edilebilir. "Hem onlara dua eyle, çünkü senin duan onlar için rahatlıktır." âyeti ile "Oğluna ilmi öğret, çünkü ilim faydalıdır." sözleri de bu kabildendir.» denilmiştir. Buna da şöyle cevap verilmiştir: Burada bunların ikisi de caiz olmakla beraber, evleviyetinden dolayı istinaf mânâsına hamledilir. Fetha ile okumak bunun hilâfınadır. Çünkü onda ta'lîlden başka bir şey yoktur. Şârihler İmam-ı Âzam'dan bu kelimenin ' enne ' okunduğunu; İmam Muhammed ile Kisâ-i ve Ferra'dan 'inne' okunduğunu rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Keşşafta zikredilen, İmam-ı Âzam'ın ' inne '; Şâfiî'nin ise ' enne ' okuduğudur. Sözlerinin zâhiri bunu göstermektedir. Nehir.
«Venni'mete kelimesi de fetha ile okunur.» Doğrusu budur. Çünkü bu kelime mebni değil, mu'rebdir. Nehir'in ibaresi, "Meşhura göre mensup okunur. Ama merfu okunması da caizdir." şeklindedir.
«Velmülke» kelimesi mansup okunmalıdır. Ama ' velmülku ' şeklinde merfu okunması da caizdir. Her iki takdire göre haberi atılmıştır. Bu kelimenin üzerinde durmak iyi görülmüştür. Tâ ki ondan sonra gelenin haberi sanılmasın. Lübab Şerhi. Bazıları, bunun üzerinde durmanın, dört mezhebin imamlarına göre müstehap olduğunu nakletmişlerdir.
TEMBİH: Lübab ve şerhinde beyan olunduğuna göre, telbiyeyi evvekî yüksek sesle yaparak, sonra alçaltmak ve Peygamber (s.a.v.)'e salâvat getirmek; daha sonra dilediği duayı okumak müstehaptır. Burada rivayet olunan dua şudur:
"Allahım! Ben senden rızanı ve Cennet'i dilerim; gazabından ve Cehennemden sana sığınırım." Yine Lübab'da beyan edildiğine göre, telbîyeyi ilk mecliste tekrarlamak sünnettir. Başka meclislerde tekrarlamak da öyledir. Haller değiştikçe, tekrarlamak ise müekket şekilde müstehaptır. Mutlak surette çok telbiye getirmek menduptur. Bir defa başlayınca, telbiyeyi üç defa tekrarlamak ve dünya sözüyle aralarını kesmemek de müstehaptır.
METİN
Telbiyeye mendup olarak ziyade yap. Yani kelimelerinin arasına değil de sonuna, dilediğin duayı ilave et. Ama bu telbiyeyi noksan bırakma. Çünkü kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Ulema onun bir defa şart olduğunu söylemişlerdir. Fazlası sünnettir. Gerek telbiyeyi, gerekse onu yüksek sesle söylemeyi terk eden kötülük işlemiş olur.
İZAH
«Telbiyeye mendup olarak ziyade yap.» Ama rivayet edilmemiş duaları ziyade etmen müstehap olmaz. Nitekim İnâye'de bildirilmiştir. Nehir'in ifadesi bunun hilâfınadır. Evet, Lübab Şerhi'nde şöyle denilmiştir; "Rivayet edilmiş bir duayı okumak müstehaptır. Mesela ......................denilebilir. Rivayet edilmeyen bir duayı okumak, caiz yahut iyidir.»
«Ziyade etmen müstehap olmaz.» Nehir sahibi diyor ki: «Çünkü ziyade ancak bütününü söyledikten sonra olur. Cümle arasına getirilmez. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir.» şu halde yukarıda gösterilen ziyade - ki bunu Nehir sahibi ibn-i Ömer'den nakletmiştir. - telbiye bittikten» sonra söylenir. Telbiye esnasında söylenmez.
«Ulema onun bir defa şart olduğunu söylemişlerdir.» Şârih burada Nehir sahibine tâbi olmuştur. Bu söz Bahır'ın ifadesine muhaliftir. Söz götürdüğü de meydandadır. Çünkü şarttır" sözüyle hâssaten geçen sîgayı kastederse şöyle itiraz olunur: Fetih'te beyan edildiği üzere, zâhir-i mezhep, o kimsenin her türlü sena ve tesbih ile Hırama girmiş sayılmasıdır. Bu evvelce geçti. Bu sözle mutlak zikri kastederse, iddiasını ifade edemez. İddiası bu sîgadan az olursa, kerahet-i tahrimiyye lâzım gelmesidir. Hak olan Bahır'ın sözüdür ki şudur: Hâssaten telbiye sünnettir. Bunu tamamen terkederse, kerahet-i tenzihiyye işlemiş olur. Noksan bırakırsa, evleviyetle kerahet-i tenzihiyye ile mekruh olur. El-Kâfî Nesefî'nin "Caiz değildir" demesi de söz götürür. Bir de şarttır diyenin muradı, hâssaten telbiyeyi söylemek değil; tâzim kastiyle söylenen sözdür.
"Fazlası sünnettir." Yani tekrarı sünnettir. Nitekim Lübab'dan naklen arzettik. Zikri geçen sîga üzerine ziyadeye gelince; yukarıda gördük ki bu menduptur. Kâfî ve diğer kitaplarda, "Bu müstehaptır." diye geçen sözün mânâsı budur.
«Kötülük işlemiş olur.» Bu sözün muktezası şudur: Yüksek sesle telbiye sünnettir. Bunu Nehir sahibi Muhit'ten naklen açıklamıştır. Bu bizim yukarıda arzettiğimize muhaliftir. Müstehap olduğunu Bahır ve Fetih sahipleri açıklamışlardır. Lâkin Bahır'ın başka bir yerinde, kötülük işleme sözünün kerahetten aşağı olduğu zikredilmiştir. Binaenaleyh Şârih'in Muhit'e uyarak, "Kötülük işlemiş olur." demesinden, sünnet-i müekkede olması lâzım gelmez.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...