02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR....HAYIZ BÂBI


HAYIZ BÂBI 

METİN
Musannıfın buna hayız bâbı adını vermesi çokluğu ve asaleti sebebiyledir. Yoksa burada üç şeyden yani hayız, nifas ve istihazadan bahsedilecektir.
Hayız lügatta; akıntı mânasına gelir. Şeriatta ise hayız hadeslerdendir, diyen kavle göre mezkûr olan sebebiyle meydana gelen şer'i bir mâni olma sıfatıdır.
Pisliklerdendir diyen kavle göre de, doğum sebebiyle olmayarak rahimden çıkan kandır. «Rahimden çıkan» kaydı ile istihaza (hastalık) kanı hariç kalır. Küçük kızın, hayızdan kesilen kadının ve hünsa-i müşkilin gördükleri kan da istihazadan sayılır. «Doğum sebebiyle olmayarak» kaydıyla dahi nifas hariç kalmıştır. Hayzın ilk sebebi, yasak edilen ağaçtan yediği için Havva'yı Allah'ın ibtilâ etmesidir.
Rüknü: Kanın rahimden çıkmasıdır.
Şartı: Velev hükmen olsun temizlik devresi nisabının evvela geçmiş olması ve kanın en az müddetinden noksan olmamasıdır. Hayzın zamanı dokuz yaşından sonra başlar.
Sübûtunun vakti, kanın çıkışıdır. Kadın hayzını yeni görse bile esah kavle göre kanın zuhur ettiği o halde namazını bırakır. Çünkü asıl plan sağlamlıktır. Hayız, da sıhhat kanıdır. Bunu Şumunnî söylemiştir.
İZAH
Bilmelisinki Hayız Bâbı en çetin ve kapalı bâblardandır. Bâhusus âdet zamanını unutan kadınla ona teferru eden meseleler pek müşkildir. Onun için muhakkik denilen ulema buna çok dikkat etmişlerdir. İmam Muhammed hayız hakkında müstakil bir kitap yazmıştır. Hayız meselelerini öğrenmek en mühim vazifelerden biridir. Çünkü temizlik, namaz, Kur'an okumak, oruç tutmak, itikâf, hac, bülûğ, cimâ, boşama, iddet, istibra ve saire gibi birçok hükümler bu meseleler üzerine terettüb eder. Bu sebeble hayız meselelerini öğrenmek en büyük vazife ve farzlardan biri olmuştur. Zira bir şeyi öğrenmek mertebesinin büyüklüğü, onu öğrenmeme zararının derecesine göredir. Hayız meselelerini bilmemenin zararı, başkalarını bilmemekten daha büyüktür. Şu halde söz uzun sürse bile onları öğrenmeye dikkat göstermek icab eder. Gerçekten ilim tahsilinde bulunan kimse bunları öğrenmeye şevk duyar. Tembellerin hoşuna gitmemesine kulak asılmaz! Sonra hayız hakkında on yerde söz edilecektir. Bunlar hayzın lügaten ve şer'an izahı, sebebî, rüknü, şartı, mikdarı, renkleri, zamanı, sübûtunun vakti ve hayza mütaallik hükümlerdir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
H A Y I Z, nifasla istihazaya nisbetle daha çok vukubulduğu ve bu hususta asıl olduğu için musannıf bu bâbta anlatılacak meselelere hayız bâbı adını vermiştir. Çok vukubulan şeye asıl derler. Şârihin hayızla nifastan başka kanlara istihaza adını tahsis etmesi. «Küçük kızın gördüğü kan istihaza değil, fesat kanıdır.» diyenlerin sözünü red içindir.
Hayız, hadeslerdendir diyenlerin muradı; o kandan meydana gelen bir hadestir. Nasılki cünüblük hususî bîr hadesîn ismidir. Hususî suyun adı değildir; demektir. Bunu Bahr sahibi kaydetmiştir. Onlara göre hayız, mezkûr kan sebebiyle meydana gelen şer'î bir maniîyettir. Yani şer'î bîr sıfat olup, namaz, mushafa dokunmak, oruç tutmak, mescide girmek ve kadına cima etmek gibi temizlik şartiyle câiz olan şeylere mânidir. Metin sahibleri ikinciyi yani hayız pislîklerdendir kavlini tercih etmişlerdir. Bu ihtilâfın bir semeresi olmadığı söylenîr.
«Kan» tâbiri hakiki ve hükmi kana şamildir. Bunu Bahr kaydetmiştir. Hükmî kan, hayız günlerinde araya giren kansız geçen zamandır. Binaenaleyh; «Bu takdirde kan gelmediği günlerde kadına hayızlı dememek lâzım gelir.» şeklinde bir itiraz varid olamaz. Anla!
«Rahimden çıkan» kaydiyle istihaza kanı hariç kalmıştır. Şuna binaenki, rahimden murad ferc değil, döl yatağıdır. Bahr'ın ifadesi buna muhâliftir. Aynı kayıdla burun kanı, yara kanı, kadının dübründen çıkan kan da hariç kalır. Velev ki dübründen kan gelen kadına kocasının yaklaşmaması ve kadının o kandan dolayı yıkanması mendûb olsun. Tavşan, sırtlan ve yarasa gibi hayvanlardan gelen kan dahi hariçtir. Bunlardan başka hayvanların hayız görmediği söylenir. Bunu Nehir sahibi kaydetmiştir. Bu sonuncuları çıkarmak için Kenz sahibinin yaptığı gibi musannıfın da «kadının rahminden çıkan» demesi daha iyi olurdu.
«Küçük kızdan murad; mutemed kavle göre dokuz yaşına varmayandır. (Erkekliği kadınlığı müsavî olan) hünsâ-i müşkil hakkında Zahiriy-ye'de şöyle denilmiştir: «Hünsâ-i müşkilden kan ve menî gelirse menîye itibar edilir; kana bakılmaz.» Bu söz galiba menî şübhe edilerek başkasiyle karıştırılmadığı içindir. Hayız öyle değildir. O istihaza kanına benzer (ve istihaza zannedilebilir). Bunu Halebî söylemiştir. Acaba menînin itibara alınması müşkilliği gidermek hususunda mıdır, yoksa yalnız yıkanmak lâzım gelmesi için midir? Çünkü hünsa-i müşkilde erkeklik kadınlık müsavîdir. Bu erkek olduğuna delâlet etmez. Bu ciheti araştırmalıdır! Yalnız yıkanmak için itibar edilirse şârihin bu kana istihaza demesi anlaşılıyor, fakat müşkilliğin giderilmesi için itibara alınırsa anlaşılmıyor. Teemmül et!
Hazret-ı Havva'yı Cenab-ı Hak hayızla mübtelâ kılmış ve kızlarında bu hal kıyâmet gününe kadar devam etmek üzere kalmıştır. Bazıları: «Hayız ilk defa İsrâil oğullarına gönderilmiştir.» demişlerse de bu sözü Buhâri:«Peygamber (s.a.v.)'in hadîsi daha büyüktür.» diyerek reddetmiştir. Hadîsi Buhârî, Hazret-i Âişe (r.a.)'dan şu lâfızla rivayet etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.) hayız hakkında: Bu, Allah'ın Adem kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir, buyurdular.»
Nevevi: «Yani hayız bütün benat-ı Âdem'e âmm ve şâmildir.» demiştir.
HAYZIN RÜKNÜ: Kanın rahimden dahilî fercin dışına çıkmasıdır. Dahilî fercin içinde kalırsa zâhir rivâyete göre hayız değildir. Kuhistânî'nin beyanına göre fetva bununla verilir. İmam Muhammed'den bir rivâyete göre ise hayız kanın dahilî ferce indiğini hissetmekle bilinir.
Bu hilâfın semeresi şurada kendini gösterir: Kadın abdest alarak hayız bezini koyar da sonra güneş batmadan kanın indiğini hisseder ve bezi kaldırırsa, İmam Muhammet'e göre o günün orucunu kaza eder. Şeyhayn'a göre kaza etmez. Yani kan dahlî fercin kenarına inmemişse kaza etmez. Bezin ıslaklığı dahlî fercin kenarına bulaşmışsa bilittifak hayızdır yahut nifastır. Sidik inmekleabdestin bozulması da böyledir. Bunu Bahr sahibi bildirmiştir.
Temizlik devresinin nisabı onbeş gün veya fazlasıdır. Hükmen temizlik devresi, iki hayız arasında kadından devam üzere hastalık kanı gelmesidir. Böyle bir kan hükmen temiz sayılır. Bunu Halebî kaydetmiştir. Kanın en az müddeti üç gündür. Nitekim gelecektir. Hayız kanı görünür görünmez kadın namazı terk eder. Diğer hükümlerde sâbit olur. Lâkin bu hüküm kan devam etmek şartiyledir. Aşağıda görüleceği vecihle kan üç günden evvel kesilirse abdest alıp namazını kılar.
Muhtar olan kavle göre kadının bülûğ yaşının en azı dokuzdur. Fetva buna göredir. Buhârâ ulemasının ekserisine göre dokuz yaşına varıp ilk hayzını gören bir kız, kanı gördüğü ondan itibaren namazını orucunu bırakır. Ebû Hanife'den bir rivayete göre ise kan üç gün devam etmedikçe bırakmaz. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
Bedende asıl olan sağlamlıktır. İstihaza kanını iktiza eden hastalık ârızîdir. Şârih bu cümleyi: «Kanın zuhur ettiği o halde namazını bırakır.» sözünü ta'lil için getirmiştir.
METİN
Hayzın en az müddeti geceleriyle birlikte üç.gündür. «Geceleriyle» tâbirindeki izafet, ihtisas için değil, felekî saatlerle mukadder olan sayıyı beyan içindir. Binaenaleyh gecelerin o günlerin geceleri olması lâzım gelmez. Günlerdeki izâfet de öyledir. En çok müddeti gecelerle birlikte on gündür. Bunu Dârekutnî ve başkaları böyle rivâyet etmişlerdir. Azından noksan, çoğundan fazla veya nifasın yahut âdetin çoğundan fazla olup bunların ekser müddetini geçen kanla mutemed kavle göre dokuz yaşından küçük ve zâhir rivâyete göre hayızdan kesilen kadının ve hâmilenin - Velev ki çocuğun ekserisi çıkmazdan evvel olsun - gördüğü kan istihazadır.
İZAH
Geceleriyle tabirindeki izâfet ihtisas için değil, beyan içindir. Ve mücerred üç gece olduğunu bildirir. Bundan gecelerin mutlaka o günlerin geceleri olması lâzım gelmez. Binaenaleyh bir kadın günün evvelinde hayzını görse her günü sonraki gece ile tamamlar. (Halbuki her günün gecesi kendinden önce gelirdi.) Felekî saatlerle mukadder olan sayı yetmiş iki saattir.
Felekî saatten murad; her saati on beş derece olan saattir. Buna mutedil saat de derler. Şârih bununla lügavi ve zamanî saatlardan ihtiraz etmiştir.
Lügatta saat, az zaman mânasına gelir.
Zamanî saat - ki buna muâvecceh de derler - Bir günün veya bir gecenin on iki cüz'ünden biridir. Bir gün, güneşin doğmasından batmasına kadar; bir gece güneşin batmasından doğmasına kadar olan zamandır.
Binaenaleyh bu saat bazen felekî saate müsavi olur. Nitekim hamel ve mizan burçları günlerinde böyledir. (Hamel burcu kuzu burcudur. Güneş Martta bunda bulunur. Mizân, terazî burcudur. Sonbaharın başında güneş bunda bulunur.) Bazen ondan fazla olur. Nitekim kuzey burçları günleriyle güney burçları gecelerinde böyledir. Bazen de ondan noksan olur. Kuzey burçlarıgeceleriyle güney burçları günlerinde hal böyledir. Bunu Halebî beyan etmiştir.
Sonra bilmelisin ki, hayız müddetinde kanın devam üzere akması şart değildir. Çünkü hiç kesilmeden akması nadir görülen hallerdendir. Kanın bir veya birkaç saat kesilmesi hayzı bozmaz.
el-Müstesfa nam eserde de böyle denilmiştir. Yani itibar kanın evveline ve sonunadır. Nitekim gelecektir.
Dârekutnî'nin rivâyet ettiği hadis, hayzın en az ve en çok müddetini tâyin etmiştir. Bu hâdis muhtelif tariklerle altı sahabiden rivâyet olunmuştur. Bu tarikler hakkında söz edilmişse de birbirlerini takviye ettikleri için hadîs hasen derecesine yükselmiştir. Nitekim bunu Kemâl ile Aynî izah etmişler; Bahr sahibi de kısaltmıştır.
Hayzın en az müddetinden noksan görülen kan istihaza (hastalık) kanıdır. Velev ki noksanlığı pek az, olsun.
Kuhistânî diyor ki: «İlk defa hayız gören bir kız, kanı güneşin yarısı doğduğu vakit görür de kan dördüncü gün güneşin dörtte biri doğduğunda kesilirse bu kan istihaza kanıdır. Güneşin yarısı doğmadıkça hayız sayılmaz. Yarısı doğmuşsa o zaman hayız olur. Meselâ; adeti beş gün olan bir kadın kanı güneşin yarısı doğduğu zaman görür de on birinci gün güneşin üçte ikisi doğduğunda kesilirse beş günden ziyadesi istihazadır. Çünkü on günden altıda bir (yani güneşin altıda biri) mikdarı fazladır».
Yeni hayız gören hakkında hayzın çok müddetinden fazla görülen kan istihazadır. Âdeti olsun kadın hakkında ise âdetinden fazla gelen kanla on günden fazla gelen kon ve nifasta kırk günden fazla gelen kan istihazadır. Ama âdet sahibi olan kadınla nifaslının gördükleri kon bunların ekser müddetini geçmezse âdetlerine intikal sayılır; hayız ve nifas olur. Bunu Rahmetî söylemiştir. Hayızdan kesilen kadının gördüğü akıntı hâlis kan olmamak şartiyle istihaza olur. Bu gelecektir.
M E T İ N
İki hayız yahut bir hayızla bir nifas arasındaki eri az tuhur (yani temizlik) müddeti bilittifak on beş gün on beş gecedir. Tuhurun ekserisi için sınır yoktur. Velev ki ömür boyunca devam etsin. Ancak kadının kanı devam eder de kendisine adet zamanı tayinine ihtiyaç görülürse bu takdirde iddet için kendisine iki ay sınır konur. Bununla fetva verilir. Musannıfın sözü hayzını yeni görene, adet sahibine ve âdetini unutana âmm ve şâmildir. Âdetini unutan kadına muhayyire ve mudalline denir - ki, hayzını şaşıran mânâsına gelir -
İ Z A H
İki hayzın arasını ayıran en az temizlik müddeti geceleriyle birlikte onbeş göndür. Şârih iki nifasın arasını ayıran en az tuhurun ne kadar olacağını söylemiştir. Bu altı aydır. Nitekim gelecektir. Hayızla nifasın arasını ayıran en az tuhurun da onbeş gün olması, kadının nifas müddetinde bulunmadığına göredir. Zira nifas müddetindeki tuhur, az olsun çok olsun İmam A'zam'a göre fasıla teşkil etmez. Binaenaleyh ikinci kan hayız sayılmaz. Nitekim ileride izah edeceğiz.
«Velev ki ömür boyunca devam etsin.» sözü üç surete şâmildir:
Birincisi: Yaşla baliğ olup ömrü boyunca kan görmemektir. Böyle bir kadın ömrü boyunca orucunututar, namazını kılar ve zevciyle cimâ eder. (Boşanırsa) iddetini aylarla bekler.
İkincisi: Bülûğ zamanında veya daha sonra üç günden az kan görüp bir daha ömrü boyunca görmemektir. Bunun hükmü de birincinin hükmü gibidir.
Üçüncüsü: Hayız sayılacak kadar kan görüp bir daha ömrü boyunca görmemektir. Bunun hükmü dahi birinci gibi ise de hayızdan kesilme yaşına varmadan hayız görürse iddetini ancak hayızla bekler. Hayız görmezse kesilme yaşının başından itibaren aylarla bekler. Bunu Halebî söylemiştir. Âdet tâyininin iddetle kayıdlanması muhayyereye mahsustur. İki ayla kayıdlanması hem muhayyereye hem bazı suretlerde âdet sahibine mahsustur. Nitekim az ileride gelecektir. «Bununla fetva verilir.» sözünün mukabilinde birkaç kavil vardır.
Şöyle ki:
en-Nihâye nam eserde Muhit'ten naklen: «İlk hayız gören bir kadın on gün kan gördükten sonra bir sene de tuhur görerek bilâhare kanı devam etse Ebû isme bu kadının hayzının da tuhurunun da gördüklerinden ibâret olduğunu söylemiştir. Hatta boşanırsa iddeti üç sene otuz gün beklemekle biter. İmam Meydanî on dokuz aydan üç saat noksan beklemekle biteceğini söylemiştir. Çünkü hayız halinde boşanmış olması mümkündür. Bu takdirde her biri altı aydan bir saat noksan olmak üzere üç tuhur ve hayız için on gün beklemeye muhtaçtır.
Bazıları bu kadının tuhuru dört aydan bir saat noksandır demişlerdir. Hâkimi Şehîd ise onu iki ayla takdir etmiştir. Fetva buna göredir: çünkü daha kolaydır.» denilmektedir.
Ben derim ki: İnâye'de ekser ulemanın Meydanî'nin kavlini tercih ettikleri bildiriliyor. Tatarhûniyye'de: «Muhtar olan kavil budur.» denilmiştir. Sonra âşikârdır ki, bu hilâf mutlak değil, yalnız âdet sahibi olan kadının tuhuru altı ay veya daha fazla devam ettiği surete mahsustur. Yeni hayzını görüp de kanı devam eden ve kendisine âdet tâyinine ihtiyaç görülen kadın hakkında değildir. Aşağıda görüleceği vecihle onun hakkında hilâf yoktur. Şârihin sözü bunun hilâfını ifade etmektedir.
«Musannıfın sözü hayzını yeni görene, âdet sahibine ve âdetini unutana âmm ve şâmildir.» Allâme Birgivî hayız hakkında telif ettiği risâlesinde şöyle diyor: «Yeni hayız görenden murad, ilk hayzını veya nifasını gören kadındır. Âdet sahibi ise evvelce her ikisi yahut birisi sahih olan hayız ve tuhur görmüş kadındır. Mudılle - ki, buna dâlle ve mutehayyere de denir - âdetini unutan kadındır:» Birgivî bundan sonra risâlesinin dördüncü faslında kanın devamı hakkında şunları söylemektedir:
«İlk hayzını gören kadının kanı devam üzere akarsa onun hayzı devamın başından itibaren on gün, tuhuru da yirmi gündür. Bundan sonra bu, o kadının âdeti olur. Nifâsı kırk gündür. Ondan sonraki tuhuru yirmi gündür. Çünkü nifasla hayız arka arkaya gelmez, sonra hayzı on gündür ve bu onun âdeti olur. Kanın devam üzere akması âdet sahibinin başına gelirse tuhuru altı aydan az olduğu takdirde onun tuhuru ve hayzı bütün hükümlerde âdeti üzere gördükleridir. Tuhuru altı aydan az değilse altı aydan bir saat noksana çevrilir; hayzı hâli üzere kalır. Yeni hayız gören bir kız her ikisisahih olan bir hayızla bir tuhur görür de sonra devam üzere kan gelirse, âdet sahibi olur. Onun hükmünü gördün.
Misâl şudur: Mürâhika (yani bülûğa yaklaşmış bir kız) beş gün kan, kırk gün de tuhur görerek sonra kendisinden devam üzere kan gelse, devamın başından itibaren beş günü hayız olur. Namaz kılamaz; oruç tutamaz, cinsî münasebette de bulunamaz. Hayzın sâir hükümleri de öyledir. Sonra kırk gün onun tuhurudur. Bu üç şeyi ve sâir temizlik hükümlerini yapabilir.»
Birgivî Mütehayyere Faslında da şöyle demektedir: «Mütehayyerenin tuhuru ve hayzı için ancak boşama iddetinde mikdar tâyin edilir. Hayzı için on gün, tuhuru için altı aydan bir saat noksan bir zaman tâyin olunur. Ve iddeti on dokuz ay on günden dört saat noksan olur.»
Hâsılı yeni hayız gören bir kızın kanı devam üzere akarsa onun hayzı her ay on gün, tuhuru yirmi gündür. Umumiyetle kitablarda böyle denilmiştir. Hatta Nûh Efendi buna ittifak edildiğini söylemiştir. el-İmdât'ın ibâresi buna muhâliftir. Orada şöyle deniliyor: Bu kızın tuhuru on beş gündür. Âdet sahibi olan kadın tuhuru altı ayı doldurmadıkça tuhuru hakkında âdetine havale edilir. Tuhuru altı ayı doldurmuşsa altı aydan bir saat noksan yapılır. Nitekim yalnız iddet hakkında mütehayyere de böyledir.»
Bu hüküm Meydanî'nin kavline göredir. Evvelce arzettiğimiz vecihle ekser ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Hakim-i Şehid'in kavline göre ise bu kadın şârihin dediği gibi iki aya çevrilir. Bu suretle anlaşılıyor ki iki ay yahut altı aydan bir saat noksan iddet tâyini mütehayyereye mahsustur.
Âdet sahibi, altı ay olan kadındır. Yeni hayız görenle tuhuru altı aydan noksan âdet sahibi böyle değildirler. Ve mütehayyerede tuhur tayini yalnız iddet için yapılır. Mütehayyereden başka kadınların tuhurunu ulema iddet için diye kayıdlamamışlardır. Bilakis âdet sahibi hakkında sarahaten söyledikleri, onun tuhurunun bütün hükümlere âmm ve şamil olmasıdır. Nitekim yukarıda geçti. Bu ise şârihin söylediğine muhâliftir. Anla!
T E T İ M M E: - Mütehayyere bir kadın hayız günlerinin sayısını ve yerini unutur da tuhurun en az müddetinde kan görür: sonra devam üzere kendisinden kan gelirse ne hüküm verileceğini görmedim. Zâhire bakılırsa kanın devamı hususunda bunun hükmü de yeni hayız görenin hükmü gibi olacaktır.
METİN
Kadının hayzını şaşırması ya günlerinin sayısında yahut hayzının yerinde veya her ikisinde olur. Nitekim bunu Bahr ve Hâvî sahibleri izah etmişlerdir.
Hâsılı şudur: Bu kadın araştırır; hayızlı olduğunda, hayız haline girdiğinde ve temiz olduğunda tereddüt ederse her zaman için abdest alır. Hayızla tuhur arasında ve tuhura girip girmediğinde tereddüt ederse her namaz için yıkanır. Gayr-ı müekkede sünnetleri, mescide girmeyi ve cinsî münasebeti terk eder. Ramazan orucunu tutar. Sonra kanın geceleyin boşladığını bilirse yirmi günün orucunu kaza eder. Aksi halde yirmi iki gün kaza eder. Rükün tavâfını yapar; sonra on gün geçince onu tekrarlar. Sader tavâfını da yapar fakat onu tekrarlamaz. Boşanma için müftâbih kavlegöre yedi ay iddet bekler.
İZAH
Hayzını şaşıran kadın günlerinin sayısını unutur da yerini meselâ, ayın başında veya sonunda olduğunu bilirse bu hususta Tatarhâniyye'de şöyle denilmiştir: «Bu kadın ayın sonunda temizlendiğini bilir de günlerinin sayısını bilemezse yirmi güne kadar her namaz vakti için abdest alır. Çünkü bu müddet zarfında temiz bulunduğunu yüzde yüz bilir. Ondan sonra yedi gün içinde yine bu şekilde abdest alır; zira hayızda mı tuhurda mı olduğu şübhelidir. Son üç günde namazı terk eder. Çünkü bu günlerde hayızlı olduğunu yüzde yüz bilir. Ayın sonunda yıkanır. Zira o zaman hayızdan çıktığını bilir. Yirmi günü geçtikten sonra kan geldiğini bilir de kaç gün olduğunu bilemezse yirmiden sonra üç gün namazı terk eder. Sonra yıkanarak ayın sonuna kadar namazını kılar.»
Bu izahatın bir misli de Birgivî'nin risalesinde mevcuddur. Anla!
Hayzın yerini şaşırmaktan murad, günlerinin sayısını bilip de yerinin muayyen olarak nerede olduğunu unutmaktır. Asıl şudur: Kadın günlerinin iki mislinde veya daha fazlasında şaşırırsa o günlerin hiç biri hakkında yüzde yüz hayız hükmü verilemez. Ama günlerinin iki mislinden azında şaşırırsa iş değişir. Meselâ. beş günün üçünde şaşırırsa üçüncü günün hayız olduğunu yüzde yüz bilir. Zira o gün hayzının ya evveli ya sonudur.
İmdi deriz ki: Kadın hayız günlerinin üç olduğunu bilir de bunları ayın son on gününde şaşırır ve bu on günün neresinde olduğunu bilemezse, bu hususta hiç bir fikri olmadığına göre her namaz vakti için abdest almak şartiyle on günün başından üç gün namaz kılar. Çünkü tuhurla hayız orasında tereddüt etmiştir.
Ondan sonra ayın nihayetine kadar her namaz vakti için yıkanarak namaz kılar. Zira tuhurla hayızdan çıkmak arasında tereddüt etmiştir. şayet on günün dördünde şaşırırsa on günün başından dört günü abdestle, geriye kalan altı günün namazlarını yıkanarak kılar. Beş gün meselesini buna kıyas et! On günün altısında şaşırırsa beşinci ve altıncı günlerde hayızlı olduğunu yüzde yüz bilir ve o günlerde namazını terk eder. Bunlardan önceki dört günde namazlarını abdestle kılar. Bu iki günden sonraki namazlarım ise gusül ile kılar. On günün yedisinde şaşırırsa ilk üç günden sonraki dört günün hayız olduğunu yüzde yüz bilir. On günün sekizinde şaşırırsa, ilk iki günden sonraki altı günün hayız olduğunu yüzde yüz bilir. On günün dokuzunda şaşırırsa, ilk günden sonraki sekiz günün hayız olduğunu yüzde yüz bilir ve bildiği günlerde namazını terk eder. O günlerden önceki namazlarını abdestle, onlardan sonraki namazlarını gusül ile kılar. Sebebini yukarıda arz ettik. Bunu Birgivî ve Tatarhâniyye kaydetmiştir.
«Veya her ikisinde olur.» cümlesinden murad; şaşırmak, hem günlerinin sayısında hem de hayzın o ayın içindeki yerinde olur demektir.
Hâsılı muhayyerenin bütün nevileriyle hükmünü araştırma yapmasıdır. Araştırma neticesinde kendinin temiz olduğuna kalbi yatarsa ona temiz hükmü, hayızlı olduğuna kalbi yatarsa hayızlıhükmü verilir. Bunu Halebî söylemiştir. Ve, çünkü zannı galip şer'î delillerindendir. demek istemiştir. Bunu Dürer sahibi kaydediyor. Kadın tereddüt ediyor, yani hiç bir tarafı kestiremezse Birgivî'nin beyanına göre ihtiyat olanla amel eder.
Hayızlı mıdır, hayza yeni mi girmiştir, yoksa temiz midir bu üç şık kadının nazarında müsavî olursa her namaz vakti için abdest alır. Zâhire bakılırsa «Hayza yeni mi girmiştir?» cümlesi faydasızdır. Bu sebeble Bahr sahibi onu zikretmemiştir.
Kadının her namaz vakti için abdest alması hem temiz, hem hayızlı olması ihtimali içindir. Bu takdirde namazı kılmakla kılmamak helâl ve haram hususunda müsavî olur. Bahis mevzuu bâb ise ibâdettir. Binaenaleyh onun hakkında ihtiyad riayet olunur. Ve kadın namazını kılar. Çünkü üzerine farz değil de kılarsa, farz iken terk etmekten daha hayırlı olur. Bunu Tatarhâniyye kaydetmiştir. Sonra Bahr, Tatarhâniyye ve Birgivîye' nin ibâreleri: «Her namaz vakti için abdest alır.» şeklindedir. Dikkat et!
Kadın hayızla tuhur orasında ve tuhura girip girmediğinde tereddüt ederse her namaz için yıkanır. Bunu Bahr sahibi söylemiş ve «Tuhura: girip girmediği» yerine «Hayızdan çıkıp çıkmadığında» ifadesini kullanmıştır. Bu da aynı mânâdadır. Bu kâide ile ondan öncekinin misâli şudur: Bir kadın hayzının ayda bir olduğunu ve ayın ikinci yarısında kesildiğini hatırlar da, bundan başka bir şey bilemezse ayın birinci yarısı hakkında hayızla tuhur arasında, ikinci yarısı hakkında ise hayızla tuhur ve tuhura giriş hakkında tereddüt etmiş olûr. Hiçbir şey hatırlayamazsa her zaman için tuhurla hayız arasında tereddüt etmiş sayılır ve hükmü tuhurla hayız ve tuhura giriş hakkında tereddüt olur.
Kadının her namaz için yıkanması o anda hayızdan çıkıp tuhura girmesi câiz olduğundandır. Nitekim Bahr'da da böyledir. Tatarhâniyye'de şöyle deniliyor: «Fakih Ebû Sehl'den rivâyet olunduğuna göre kadın namaz vaktinde yıkanır da namazını kılarsa sonra ikinci namaz vaktinde yıkandığında vakit namazını kılmadan birinci namazı tekrarlar. İhtiyaten her namaz vaktinde böyle yapar. Zira ihtimal birinci namazın vaktinde hayızlıdır. Ve vakit çıkmazdan önce temizlenmiştir. Bu takdirde ihtiyaten o namazı kaza etmesi lâzım gelir. Birgivî bunu tercih etmiştir.
T E N B İ H: - Şârihin «her namaz için» tâbiri Bahr ve Fethü'l-Kadir'in ibârelerine muvafıktır. Birgivî ise risalesinde «her namaz vakti için» ifadesini kullanmış; aynı risalenin derkenarlarında: «Bu istihsandır. Kıyasa göre kadının her saat yıkanması gerekir. Çünkü hiç bir saat yoktur ki, o saatte kadının hayızdan çıkması ihtimali olmasın.»
Nesefî ve El-Muhît namındaki eserinde Serahsî: «Sahih olan, kadının her namaz için yıkanmasıdır.» demektedirler. "Ama onların sözünde güçlük olduğu âşikârdır. Halbuki onların söylediklerinde de ihtimal bâkidir. Zira namazda iken yahut yıkandıktan sonra namaza başlamadan hayzın kesilmesi câizdir. Bu sebeble biz istihsanı tercih ettik. Ulemadan bazıları da buna kâil olmuştur. Burhaneddin el-Muhit'te bu kavil öne almıştır. Biz Ebû Sehl'in: «Kadın her namazı ikinci namazın vaktinde o vaktin namazını kılmadan kaza eder. Bu suretle iki vakitten birinde temizlendiğini yüzde yüz bilir, sözünü tercih ederek bu ihtimali düzelttik.» demiştir.
Ben derim ki: Bu tahkik kabule şâyândır. Halebî ile Tahlâvi'nin beyanına göre şârihin: «Gayr-ı müekkede sünnetleri ilah... terk eder.» sözü, «Hayızla tuhur arasında ve tuhura girip girmediğinde tereddüt ederse» cümlesine bağlıdır.
Ben derim ki: Bu söz muhassıs bulunmadan tahsisdir. Çünkü anlaşılacak bir fark yoktur. Bu nakle muhtaçtır, araştırmalıdır. Yalnız sünnet-i müekkedeler terk edilmez. Vacibler de eyleviyetle bunlar gibidir. Zira sünneti müekkedeler farzlarda yapılması mümkün kusurları tamamlamak için meşrû olmuşlardır. Binaenaleyh onların hükmü de farzların hükmü gibidir. Sonra bilmelisin ki, bu kadın her rekâtta Fatiha ile kısa bir sûre okuyacaktır. Sahih kavle göre farzın son iki rekâtında yalnız Fatiha'yı okur. Kunutu ve diğer dûaları da okur. Bunu Birgivîye ve diğer kitablar kaydetmişlerdir. Böyle bir kadın mescide giremez, cinsî münasebet için kocasına müsaade edemez, Mushaf'a dokunamaz; nâfile oruç da tutamaz. Tilâvet secdesini işiterek secde ederse borcu sakıt olur. Çünkü kendisi temiz ise secdeyi edâsı sahihtir. Temiz değilse zaten vâcib değildir. Secdeyi sonraya bırakırsa on gün sonra yapar. Tâ ki yüzde yüz tuhurda edâ ettiği belli olsun.
Üzerinde kaza namazı olup da kaza ederse on günden sonra - on beş günü geçmedikçe - onu tekrar kılar. On beş günü geçerse hayzının gelmesi ihtimali vardır. Bunu Tatarhâniyye, Birgivîye ve Bahr kaydetmişlerdir.
Kadın, hayzının geceleyin başladığını bilirse yirmi günün orucunu kaza eder. Çünkü hayzın ramazan günlerinde on gün olması muhtemel bulunduğu gibi, kaza ettiği yirmi günün içinde on gün olması ihtimali de vardır. Hayız gece başlarsa geceleyin 'biter. İki gecenin arasında on gün vardır. Şu halde kadının bozulan orucu on günü ramazandan, on günü de kazadan olmak üzere yirmi gündür. Hayzının gündüz başladığını bilirse yirmi iki gün kaza eder. Zira hayız gündüz başlarsa gündüzleyin biter. Ve bittiği gün ramazanın on birinci günüdür.
Böylece ramazandan onbir gün, kaza ettiklerinden de onbir gün orucu bozulmuş olur. Bunu Halebî beyan etmiştir. Kadının hiç bir şey hatırlayamaması da aynı hükümdedir. Nitekim Hazâin nâm kitabta da böyle denilmiştir.
Sonra malûmun olsun ki, bu söylediklerimiz kadının her ay bir defa hayız gördüğünü bildiğine göredir. Aksi halde hayzının gece mi gündüz mü başladığını bilemezse yahut gündüz başladığını bilir de ramazan tam olursa aralıksız ramazana eklemek, yani şevvalin ikinci gününden başlamak suretiyle kaza ettiği takdirde otuz iki gün. oralıklı kaza ettiği takdirde otuz sekiz gün oruç tutar .
Çünkü hayzının ramazanın başında gündüzleyin gelmiş olması câizdir. Bu takdirde onbir gün orucu fâsid olur. Sonunda gelmiş olması da câizdir. Bu takdirde beş gün orucu fâsid olur. Bayram günü hayız günlerinin altıncısıdır. O gün oruç tutamaz. Sonra beş gün daha tutamaz. Daha sonra ondört gün oruç tutar; sonra ikî gün daha tutar. Bunlarm mecmuu otuz ili gün olur. Aralıklı kaza ettiği takdîrde ramazanda tuttuğu onbir gün oruç geçersizdir. Ondan sonra tuttıığu ondört gün geçerlidir. Daha sonraki onbir günde orucu geçersizdir. Daha sonraki iki gündeki orucu geçerlidir. Bunların mecmuu da otuzsekiz olur. Tahriç ve izah buna göredir.
Ramazan noksan olursa aralıksız kaza ettiğinde otuz iki gün, aralıklı kaza ettiğinde otuz yedi gün oruç tutar. Kadın, hayzının geceleyin başladığını bilir, ramazan ayı da tam olursa aralıklı tutsun aralıksız tutsun yirmi beş gün kaza eder. Ramazan ayı noksan olursa aralıksız tuttuğunda yirmi, aralıklı tuttuğunda yirmi dört gün kaza eder. Bu meselelerin tamamı Birgivîye'de. izahları da bizim Birgivîye üzerine yazdığımız şerhdedir. Bahr nam eserde de varsa da onda değiştirme ve düşüklük yapılmıştır. Buna dikkat etmelidir!
S A D E R, veda tavâfı demektir. Bu tavâf Mekkelilerden başkasına vâcibtir. Şârih tahiyye tavafından bahsetmemiştir. Çünkü o sünnettir; kadın onu terk eder. Tavâf-ı saderi kaza etmez; çünkü kadın temiz idi ise borç sâkıt olmuştur. Değil ise hayızlıya zaten vâcib değildir. Bunu Bahr kaydetmiştir. Müftâbih kavle göre kadın boşandığı takdirde yedi ay iddet bekler. Bazılarına göre bu kadının iddeti için temizlik müddeti tayin edilmez ve ebedî olarak iddet bekler. Fakat fetva birinci kavle göredir. Yani temizlik müddeti iddet için iki ay tâyin edilir. Bu suretle iddeti yedi ayda biter. Zira kadının üç tuhur (temizlik müddeti) için altı aya, üç hayız için de bir aya ihtiyacı vardır.
Şârih, el-Hazâin hâşiyesinde : «Fetva buna göredir. Nihâye, İnâye, Kifâye ve Fethü'l-Kadîr'de de böyle denilmiştir. Bahr sahibi bunu tercih etmiş. Nehir sahibi ise kat'î olarak buna cezm eylemiştir.» diyor. Lâkin es-Sirâc nam kitabta Sayrafî'den naklen: «Bu kadının iddeti ancak yedi ay on günden bir saat noksan beklemekle biter. Çünkü olabilir kocası onu hayzının başında boşamıştır. Şu halde bu hayız hesaba katılmaz. Ve kadın üç tuhur beklemeye muhtaç olur ki, bu da altı ay on günden bir saat noksandır. Bu bir saat, boşandığı hayızdan geçen müddettir.» denilmiştir.
METİN
Kadının mutad müddeti içinde halis beyazdan maada bulanık ve toprak rengi gibi akıntılar görmesi hayızdır. Velev ki iki kan arasına tuhur girmiş olsun. Çünkü itibar hayzın başına ve sonunadır. Kitap metinleri buna göre yazılmıştır. Bellenmelidir. Hâlis beyazdan murad; beyaz ipliğe benzer bir şeydir, denilmiştir.
İZAH
Malûmun olsun ki, kanlar altı çeşittir. İkisi burada zikredilen bulanıklık ile toprak rengi, geri kalanları da siyah, kırmızı, sarı ve yeşil renkte olanlardır.
Bulanık renkten murad, bulanık suya benzeyendir. Toprak rengi de toprağa benzeyen bir nevi bulanık akıntıdır. Sarı renk hakkında muhtelif sözler söylenmiş; bazıları ipek kozası sarılığında, birtakımları saman renginde, daha başkaları sarı diş gibi olduğunu bildirmişlerdir. Sonra bu hususta itibar ilk gördüğü andaki rengedir; değişme haline bakılmaz. Mesela, kadın beyaz renkte bir akıntı görür de sonra kuruyarak sararabilir. Yahut kırmızı veya sarı görür de kuruyarak beyazlaşabilir. (Sonraki haline bakılmaz.) İmam Ebû Yusuf hayzın başında bulanık renk geleceğini kabul etmemiş; sonunda gelebileceğini kabul etmiştir. Bazıları yeşil renkte hayız olacağını kabul etmemişlerdir.
Sahih olan şudur ki: Yeşil renk hayızdan kesilenlerde değil, hayız gören kadınlarda hayız sayılır. Ulemadan bazıları da: «Siyah ve kızıl renkten başkasını yaşlı kadın, hayız bezinde görürse bez yakında konulduğu takdirde hayızdır. Yakında konulmamışsa hâyız değildir.» demişlerdir. el-Mirâc nâm eserde Fahru'I-Eimme'den' naklen: «Bir müftü zaruret zamanlarında kolaylık arayarak bu kavillerden biri ile fetva verirse iyi olur.» deniliyor.
Fetvayı zaruret zamanına tahsis etmesi, hayız günlerinde görülen bu renklerdeki akıntıların hepsi hayız sayıldığı içindir. Zira İmam Mâlik'in Muvattâ'sında şu hadîs vardır: «Kadınlar, içinde hayız kanından sarılık bulaşmış pamuk bulunan bezi Hazreti Âişe görsün diye ona gönderirlerdi. O da kendilerine: Beyaz kireci görmedikçe acele etmeyin, diye cevap verir, bununla hayızdan temizlenmeyi kasdederdi.» Beyaz kireçten maksad hayız bezinin sarı veya bulanık bir renk karışmaksızın kireç gibi bembeyaz çıkmasıdır. Bu söz hayzın kesilmesinden mecazdır.
Vikâye şerhinde: «Bâkire için hayız günlerinde, bâkire olmayan kadın için her zaman pamuk kullanmak müstehabtır. Pamuk, bekâret yerine konur; fercin içine koymak mekrûhtur.» deniliyor. Başka kitablarda ise: «Bâkire olmayan kadını hayız zamanında pamuk kullanması sünnet, temiz zamanlarda kullanması müstehabtır. Bâkirenin olsun, kadının olsun pamuk kullanmaksızın namaz kılmaları câizdir.» denilmektedir. Bu cümleler Bahr ve diğer kitablardan kısaltılarak alınmıştır.
Kitabımızın metnindeki «müddet» kelimesi küçük kızla hayızdan kesilen kadının mutlak surette gördükleri her renk kandan yahut hâlis kandan başka gördükleri renklerden ihtiraz içindir. Bunlar aşağıda gelecektir.
«Mutâd» kelimesi de âdetinden fazla gördüğü kanla on günden fazla devam eden kandan ihtiraz içindir. Bunlar hayız değildir.
Ulemanın iki kan arasına giren tuhurdan maksadları, temizlik, yani kan görmemektir. Sonra bilmelisin ki, iki kan arasına giren tuhur onbeş gün veya daha fazla devam ederse hayızda bilittifak iki kanın arasını ayırmış sayılır. İki kandan hangisi hayız nisabını doldurursa hayız kabul edilir. Tuhur üç günden az olursa fasıla teşkil etmez. Velev ki her iki kandan ziyade olsun. Bu cihet de ittifakîdir. Tuhur, bu iki haddin arasında olursa fâsıla sayılıp sayılmayacağı hususunda ihtilâf edilmiştir. Bu bâbta altı kavil olup her biri İmam A'zam'dan rivâyet edilmiştir. En meşhurları üçtür:
Birincisi: Ebû Yusuf'un kavlidir. Ona göre iki kan arasına giren tuhur fâsıla teşkil etmez. İki tarafın da kan görmüş olmak şartı ile bu tuhur devam eden kan hükmündedir. Bianenaleyh hayzın tuhurla başlayıp tuhurla bitmesi câizdir. Hayzını yeni gören bir kız bir gün kan, ondört gün tuhur ve bir gün kan görse ilk on gün hayızdır. Âdeti olan bir kadın âdetinden önce bir gün kan, on gün tuhur ve bir gün kan görse, âdeti on gün olduğu takdirde kan gelmeyen on gün hayızdır. Âdeti on gün değilse kadın âdeti günlerine havale olunur.
İkincisi: Hayız müddetinin iki tarafını kanın ihatası şarttır. Binaenaleyh hayzın tuhurla başlayıp tuhurla bitmesi câiz değildir. İlk defa hayız gören bir kadın bir gün kan, sekiz gün tuhur ve bir gün kan görürse bu on gün hayızdır. Âdeti olan kadın âdetînden önce bir gün kan, dokuz gün tuhur ve bir gün kan görse bu günlerin hiç biri hayız değildir. Nifas da bu itibara göredir.
Üçüncüsü : İmam Muhammed'in kavlidir. Ona göre hayız müddetindeki tuhur, her iki kanın miktarınca yahut daha az olmalıdır. İki kanın mikdarından fazla olursa fâsıla teşkil eder. Lâkin bakılır: İki taraftaki kanın her biri hayız sayılacak kadarsa birinci kan hayızdır. Yalnız biri hayız sayılacak kadarsa o hayız, öteki istihazadır. Hiç biri hayız sayılacak mikdarda değilse hepsi istihazadır. Bu kavle göre de hayzın tuhurla başlayıp tuhurla bitmesi câiz değildir. İlk defa hayız gören bir kadın bir gün kan, iki gün tuhur ve bir gün kan görse bu dört günün hepsi hayızdır. Zira araya giren tuhur üç günden azdır. Bu mikdar bilittifak fasıla teşkil etmez. Nitekim yukarıda geçti.
Bir gün kan, üç gün tuhur ve iki gün kan görürse altı günün hepsi hayız olur. Çünkü burada hayızla tuhur günleri müsavîdir. Üç gün kan, beş gün tuhur ve bir gün kan görürse üç günü hayızdır. Zira tuhur galebe çalmıştır; fasıla teşkil eder. Önceki üç günü hayız saymak mümkündür. Hidâye ve diğer kitabların şerhlerinde izah edilenlerin hülâsası budur. Mebsût'ta İmam Muhammed'in kavli sahih kabul edilmiş; Muhît'te: «Fetva buna göredir.» denilmiştir. Hidâye'de ise: «İmam Ebû Yusuf'un kavliyle amel etmek daha kolaydır.» denilmiştir. Müteehhirîn ulemadan birçokları bununla fetva vermişlerdir. Çünkü müftü için de, soran için de daha kolaydır. Bunu Sirâc sahibi söylemiştir. Fethü'l-Kadîr'de dahi; «Evlâ olan budur.» denilmektedir. Nihâye'de bu kavlin İmam A'zam'ın son kavli olduğu bildiriliyor. İkinci rivayet için el-Bahr'da: «Bu kavli metin sahibleri tercih etmişse de şerhlerde sahih kabul edilmemiştir.» deniliyor.
T E T İ M M E : - Nifasta kırk günün orasına giren tuhur İmam A'zam'a göre ister on beş gün, ister daha az veya daha çok olsun fâsıla teşkil etmez. Tuhurun iki tarafındaki kan devam üzere akan kan gibi sayılır. Fetva da buna göredir. İmameyn'e göre ise on beş gün fâsıla teşkil eder. Kadın doğurduktan sonra bir gün kan. otuz sekiz gün tuhur ve bir gün kon görürse İmam A'zam'a göre bu kırk gün nifastır. İmameyn'e göre yalnız ilk gün gördüğü kan nifas olur. Gebe olarak bülûğa eren bir kadın doğurduktan sonra beş gün kan, onbeş gün tuhur, sonra beş gün kan, sonra onbeş gün tuhur görürse de sonra kan devam ederse imam A'zam'a göre bu kadının nifası yirmi beş gündür. İmameyn'e göre ise nifası ilk beş gün, hayzı da ikinci beş gündür. Meselenin tamamı Tatarhâniyye'dedir.
«Kitap metinleri buna göre yazılmıştır.» cümlesinden murad, iki kan arasına giren tuhurun hayız sayılması için şart, tuhurun iki tarafından gelen kanın tuhur müddetinde değil, hayız müddetinde gelmesidir; demektir.
Şârih; «Bellenmelidir.» demekle metin sahiblerinin bunu ihtiyar etmesi bir tercih olduğuna işaret etmiştir.
Ben derim ki: Lâkin bu iltizamî bir tashihtir. Allâme Kâsım sarih tashihin iltizamî tashihten makbul olduğunu açıklamıştır.
METİN
Bundan sonra musannıf hayzın hükümlerini şu sözlerle bildirmiştir: Hayız namaza mutlak surettemânidir. Velev ki şükür secdesi olsun. Oruca ve cinsî münasebete de mânidir. Orucu farz olarak kaza eder. Namazı kaza etmez. Çünkü bunda güçlük vardır. Namazla oruca nafile olarak başlar da hayız görürse ikisini de kaza eder. Sadrı'ş-Şeria'nın söyledikleri buna muhâliftir. Bunu Bahr sahibi kaydetmiştir. el-Feyz nâm eserde: «Kadın temiz olarak uyur da hayızlı olarak kalkarsa ihtiyaten kalktığı andan itibaren hayızlı olduğuna hükmedilir. Aksi halde ise yattığı andan itibaren hayızlı sayılır.» denilmiştir.
Hayız mescide girmenin ve tavâfın helâl olmasına da mânidir. Velev ki kadın Mescid-i Harâm'a girip tavâfa başladıktan sonra hayzını görmüş olsun.
Gömleğinin altındaki yere yani göbekle diz orasına şehvetsiz bile olsa yaklaşmaya dahi mânidir. Geri kalan yerlerine yaklaşması mutlak surette helâldır. Acaba bakmak ve kadının mubaşerette bulunması da helal mıdır? Bu hususta tereddüt vardır.
İZAH
«Musannıf hayzın hükümlerini şu sözleriyle bildirmiştir.» cümlesinden murad, hayız hükümlerinin bazılarıdır. Yoksa (onlar burada bildirilenlerden ibâret değildir.) Bahr sahibi onları yirmi ikiye çıkarmıştır. Bazıları şunlardır:
Hayız temizliğin sahih olmasına mânidir. Meğer ki kadın bununla sırf nezafeti kasdetmiş olsun. Nitekim hac esnasındaki yıkanmalar böyledir. Bunlar ona haram değildir. Çünkü ulema: «Hayızlı kadının her namaz vakti için abdest alarak namaz yerinde o namazı kılacak kadar oturması, âdetinı unutmamak için tesbih ve tehlil ile meşgul olması müstehabtır.» demişlerdir. Bu rivâyette: «Bu kadına evvelce kıldığı namazların en güzelinin sevâbı verilir.» buyurulmuştur.
Hayız itikâfa mânidir. itikâfın sıhhatine mâni olduğu gibi, itikâf halinde gelirse onu ifsat da eder. Vedâ tavâfının vâcib olmasına da mânidir. Boşamayı haram kılar. Hayızla sabi kız bülûğa erer. İddetin bitmesi ve istibra hayza bağlıdır. Hayız bitince yıkanmak farz olur. Hayız katil ve oruç keffaretinde orucun aralıksız devamını kesmiş sayılmaz. Ama yemin keffâreti ve benzerlerinde böyle değildir. Hayzın bütün hükümleri -beş veya yedisi müstesnâ olmak üzere- nifasa da uygulanır. Nitekim gelecektir.
Hayız namaza mutlak surette mânidir. Yani namazın sahih olmasına mânidir; onu haram kılar. Acaba faydası olmadığı için namazın vâcib olmasına mı mânidir -ki bu fayda edâ veya kazadır-, yoksa böyle değil de güçlükten dolayı mı sâkıt olmuştur? Bu cihet ihtilâflıdır. Umumiyetle ulema birinci kavli benimsemişlerdir. Biz Bahr nâm eser üzerine yazdığımız derkenarda bundan uzun uzadıya bahsettik. Hayız, namazın bütününe olduğu gibi cüz'üne de mânidir. Çünkü bir şeye mâni olan, o şeyin cüz'lerine de mânidir. Bunu Nehir sahibi söylemiştir. Kezâ hayız, şükür secdesine mâni olduğu gibi, tilâvet secdesine de mânidir. İkisini de haram kılar. Bunu da Bahr beyan etmiştir.
Orucu haram kılar; onun sahih olmasına mânidir, fakat vâcib olmasına mâni değildir. Onun için kadın orucunu koza eder. Cinsî münasebeti ve o mânâdaki her şeyi haram kılar. Nitekim gelecektir. Namazını kaza etmez. Çünkü bunda güçlük vardır. Namaz her gün tekerrür eder; hayız da her ay tekerrür eder. Oruç öyle değildir. O senede yalnız bir ay farz olur. Bunun üzerine icma-iümmet mün'akid olmuştur. Zira Kütübü Sitte'de bu bâbta Hazret-i Âişe'den hadîs rivâyet edilmiştir. Meselenin tamamı Bahr nâm eserdedir. Aynı eserde; acaba kadının namazlarını kaza etmesi mekrûh mudur? Bunu açık olarak bir yerde görmedim. Koza etmesi evlânın hilâfına bir hareket olmalıdır.
Nehir sahibi: «Ulemanın, bir kimse başına mesh edeceği yerde onu yıkasa mekrûh olur, demeleri bunu gösterir.» diyor. Teemmül et!
Acaba kadının kendini oruçluya benzetmesi de mekrûh mudur, değil midir? Bazı muhakkıklar mekrûh olduğuna meyletmişlerdir. Çünkü oruç tutması haramdır.
Binaenaleyh oruçluya benzemesi de onun gibidir. Bazıları buna itiraz ederek: «Bu kadının abdest alarak namaz kılacağı yerde oturması müstehabtır. Bu da namaz kılanlara benzemektir.» demişlerdir. Teemmül et!
Kadın nafile namaza yahut nafile oruca niyet ettikten sonra hayzını görürse ikisini de kaza eder. Çünkü bunlar şer'an lâzım olmuşlardır. Farz namaza veya farz oruca niyet ettikten sonra hayzını görürse, orucu kaza eder; namazı kaza etmez. Velev ki namazını edâ edecek kadar vakit geçmiş olsun. Zira bize göre vaktin sonu muteberdir. Nitekim el-Menba adlı eserde de böyle denilmiştir. Sadrı'ş-Şeria'nın söylediği buna muhâliftir. O: «Nafile namazı kaza etmesi lâzımdır. Nafile orucun kazası gerekmez.» demiştir. Bunu Tahtâvî bildirmiştir.
Şârihin «ihtiyatan» sözü her iki surette. yani hem temiz yatıp hayızlı kalktığı, hem de hayızlı yatıp temiz kalktığı suretlere şâmildir. Binaenaleyh kadın yatsı namazını kılmamışsa her iki surette onu kaza eder. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir. Hatta vakit geçmezden önce uyur da çıktıktan sonra hayızlı olarak uyanırsa o namazı kaza etmesi icab eder. Çünkü biz bu kadının hayızlı olduğuna ancak vakit çıktıktan sonra hüküm ettiğimize göre vaktin sonunda onu temiz kabul etmiş oluyoruz.
Kadın hayızlı olarak uyur da vakit çıktıktan sonra temizlenmiş olarak uyanırsa, uyuyarak bıraktığı o namazı kaza etmesi gerekir. Zira uyuduğu zamandan itibaren temiz olduğunu kabul ettik. Vaktin sonunda temiz olduğuna hüküm verdiğimize göre kaza lâzım gelir. Bir de kan gelmesi yeni bir şeydir. Bunda asıl olan kaide en yakın vaktine izafe edilmektir. Binaenaleyh kadın uykudan kalktığı zamandan itibaren hayızlı sayılır.
İnkitâ (hayzın kesilmesi) bir yokluktur. Asıl olan budur. Şu halde delil olmaksızın hilâfına hüküm verilemez. Kadın uyurken kanın aktığı malûm değildir. Binaenaleyh uyuduğu andan itibaren temiz sayılır. Bu suretle anlaşılır ki ihtiyat her iki surete şâmildir. Yalnız birine mahsus değildir. Bunu Rahmetî söylemiştir. Anla!
Evet, şârihin: «Aksi halde ise yattığı andan itibaren hayızlı sayılır.» sözünde îhâm (şübheye düşürme) vardır.
Maksad şudur: Bu kadının uyku halinde hayızlı olduğuna, fakat vakit çıkmadan temizlendiğine hüküm olunur. «Kadının uyuduğu andan itibaren temizlendiğine hüküm olunur. Aksi halde de böyledir.» dese daha açık olurdu.
Hayız, mescide girmenin ve Kâbe'yi tavâfın helâl olmasına mânidir. Burada helâl kelimesinin kullanılması yukarıkilerde hem sahih olmasına hem de helâllığına mâni olduğu içindir. Bu sebebten onları şârih mutlak zikretmiştir.
Mescid medresenin veya evinde olsa giremez. Elverir ki halka namaz kılmak için kapıları açık olsun. Kapıları kapandığı takdirde dahi içeridekiler orada cemaatle namaz kılsınlar. Böyle olmazsa medrese ve evin mescidlerine sair mescidlerin hükmü verilemez. Netekim bunu Gusül Bahsinde Hâniyye ve Kınye'den naklen beyan etmiştik. Bayram ve cenâze kılınan yerler bundan hariçtir. Velev ki saflar birbirine eklenmediği halde imama uymanın sıhhati hususunda onlara da mescid hükmü verilmiş olsun. Mescide içinden geçmek için dahi giremez.
Gusül bahsinde bunun «zaruret yoksa» diye kayıdlandığını görmüştük. Meselâ; evinin kapısı mescide açılır da değiştirmesi veya başka bir yerde oturması mümkün olmazsa geçmekte zaruret vardır. Yine orada söylemiştik ki. bu takdirde zâhire göre geçmek için teyemmüm etmesi vâcib olur. Bunu, inâye'nin Mebsût'tan naklen zikrettiği şu meseleden almıştık:
Cünüb olan bir yolcu, içerisinde su bulunan bir mescide gelir de başka su bulamazsa bizim mezhebimize göre mescide girmek için teyemmüm eder. Çıkmaktan korkarak mescidde kalırsa hüküm yine budur. Ama mescidde ihtilam olur da acele çıkmak imkânı bulursa iş değişir. Bu takdirde teyemmüm etmesi (sadece) mendûb olur. Bunu girişle çıkışın farkı anlaşılsın diye arzettik.
Kâbe'yi tavâf için temiz bulunmak vâcibtir. Bu sebeble hayızlı kadının tavâfı -haddizâtında sahih olsa bile- keraheti tahrimiyye ile mekrûhtur. Nitekim Bahr ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir.
Hayızlı kadına kocası, göbekle dizlerinin orasına gömleğinin altından dahi yaklaşamaz, geri kalan yerlerine şehvetli veya şehvetsiz mutlak surette yaklaşabilir. Yani göbekten ve ondan yukarıdaki uzuvlarından, dizinden ve ondan aşağıdaki uzuvlarından orada mâni bulunmasa bile istifade edebilir. Kezâ arada mani bulunmak şartiyle cima'sız olarak göbek ile diz arasından da istifade edebilir. Velev ki kana bulanmış olsun. Hayızlı kadının yemek pişirmesi ve elinin dokunduğu hamur ve su gibi şeyleri kullanmak mekrûh değildir. Meğer ki suyu ibâdet niyetiyle kullanarak abdest almış olsun, ki zaten bu müstehabtır. Bu takdirde su müsta'mel olur. Valvalciyye nâm kitabda: «Kocasının, hayızlı karısının yatağından uzaklaşması gerekmez. Çünkü bu Yahûdîlerin yaptıklarına benzer.» denilmiştir. Bunu Bahr sahibi nakletmiştir. Sir'âc'ta: «Karısıyle cimâ' etmediği yerde ondan uzak durması mekrûhtur.» deniliyor.
Bundan sonra şunu da bilmelisin ki, bizim mezhebimize göre haram ve mubah bahsinde dizin avret yeri sayıldığı açıkça bildirilmiştir. Rahmetî'nin beyan ettiği vecihle bunun muktezası dizden istifadenin haram olmasıdır. Zira ulema burada Peygamber (s.a.v.) 'in: «Gömleğin altındaki yer» sözü ile istidlal etmişlerdir. Gömleğin altındaki yer dizler de dahil olmak üzere avrettir. Düşün!
«Acaba bakmak ilah...» cümlesindeki bakmaktan murad şehvetle bakmaktır. Bu cümle cimâ'dan başka her şeyin helâl olmasının umumundan istisnâ gibidir.
Buradaki tereddüdü gösteren Bahr sahibidir. Bahr sahibi bazı ulemanın «istifade edebilir» dediklerini, bunun şehvetle bakmaya şâmil olduğunu, bazılarının «mubaşeret» tabirini kullandıklarını, bunun bakmaya şumûlü olmadığını söyleyerek tereddüt göstermiş; kendisi ikincilerin sözüne meyletmiştir. Kardeşi ise Nehir nâmındaki eserinde birinci kavle meyletmiştir.
Allâme Halebî dahi birinci kavle taraftar olmuştur.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü mübaşeret tâbirini kullanan zat bakmaktan bahsetmemiştir. Mübaşeret; çıplak olarak teni tene değdirmektir. İstifade tâbirini kullanan ise bakmayı menetmiştir. Binaenaleyh onunla amel edilir. Çünkü mantık mefhumdan mukaddemdir. (Yani söylenen şey, söylenmeden mânâdan anlaşılan şeye tercih edilir.) Şu da var ki, Hakâik adlı eserin İstihsan Bâbında Tûhfe ve Hâniyye'den naklen: «Erkek, hayızlı karısının gömlek altı yerlerinden İmam A'zam'a göre sakınmalıdır. İmam Muhammed yalnız kan yerinden yani cinsî münasebetten sakınacağını söylemiştir. Sonra ulema imam A'zam'ın sözünü tefsirde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları göbeğinden dizine kadar olan yerlerine bakmak ve ona benzer şeylerle istifadenin mubah olmayacağını, sair yerlerinin mubah olduğunu söylemiş; birtakımları gömlekle olursa mubah sayılacağını bildirmişlerdir.» deniliyor. Şübhesiz birinci tefsir gömlek altındaki yere bakmanın helâl olmadığını açıkça göstermektedir. ikinci de ona yakındır. Artık bu nakilden sonra ona dönmekten başka çare kalmaz. Anla!
Şârihin mübaşeret hususundaki tereddüdünün sebebi Bahr sahibinin tereddüd göstermesidir. Bahr sahibi şöyle demiştir: «Kadın, kocasına mübaşerette bulunursa ulemanın ne hüküm verdiklerini görmedim. Biri çıkar: «Kadına kocasının kendisinden istifade etmesine imkân vermesi haram olunca bunu kendisinin fiilen yapması evleviyetle haram olur.» diyebilir. Diğer biri de: «Bunu câiz görerek istifadenin erkeğe haram olması kadının hayızlı bulunmasındandır. Erkek hakkında bu yoktur. Binaenaleyh kadının kocasından istifadesi heIâldir.»Bir de «Kocasının tenasül uzvunu tutması olsa olsa eliyle istifadeden ibarettir. Bu ise kat'î surette câizdir.» diyebilir. Nehir sahibi ikinci vechi makûl görmüştür. Lâkin bu, kadın erkeğin göbeği ile dizi arasına mübaşerette bulunduğuna göre câizdir. Nitekim elini kocasının cinsî uzvu üzerine koyması böyledir. Bahr'ın sözü de bunu iktiza eder. Mübaşeret, kadının göbeği ile dizi arasına yapılırsa câiz değildir. Kadının fercini kocasının eline koyması böyledir. Görüyorsun ki bu söz Bahr sahibinin sözünü doğrulamaktadır. Ona itiraz değildir. Anla! Bu söz güzel bir tahkîktir.
Zira erkeğin bütün bedeniyle hatta tenasül uzvu ile karısının gömlek altından maada bütün bedenine dokunmaya hakkı vardır. Kadın da böyledir. Onun da gömleğinin altındaki yerler müstesnâ olmak üzere bütün bedeniyle kocasının bütün bedenine hatta tenasül uzvuna dokunmaya hakkı vardır. Yoksa kocasının tenasül uzvuna dokunması haram olsa idi o zaman onun gömlek altındakinden başka yerlerine tenasül uzvu ile dokunmasına müsaade etmesi de haram olurdu.
Erkeğe gömlek altındaki yerlere mübaşeret haram olunca, kadına da buna müsaade etmek haram olur. Binaenaleyh kadının gömlek altındaki yerleri ile erkeğe mübaşerette bulunması (ona çıplak olarak sarılması) evleviyetle haram olur.
METİN
Kur'an niyetiyle Kur'an okumak ve esah kavle göre Farsça yazılmış bile olsa Mushaf'a dokunmak da hayızlı kadına memnu'dur. Ancak ayrı kılıfı ile tutmak câizdir. Nitekim evvelce geçmişti. Keza hayız, üzerinde âyet yazılı levha ve kâğıt yaprağı gibi şeyleri taşımaya da mânidir.
Hayızlı kadınla cünüb kimsenin dûa okumasında, yazılı dûaya dokunmasında ve taşımasında, Allah Teâlâ'yı zikir ve tesbih etmesinde, kabirleri ziyarette bulunmasında, bayram namazgâhına girmesinde ve elini ağzını yıkadıktan sonra yiyip içmesinde bir beis yoktur. Fakat elini ağzını yıkamadan yiyip içmek cünüb kimseye mekrûh, hayızlıya yıkanmakla muhatab olmadıkça mekrûh değildir. Bunu Halebî söylemiştir. Cumhura göre kolaylık olmak üzere Kur'an-ı Kerîm'i yenle tutmak keraheti tahrîmiyye ile mekrûh değildir, Hidâye sahibi mekrûh olduğunu sahih kabul etmiştir ki bu kavil daha ihtiyatlıdır.
İZAH
Kur'an niyetiyle bir âyetten az bile okumak hayızlı kadına memnu'dur. Tek tek kelime halinde okumak ise câizdir. Çünkü önce söylediğimiz vecihle muallime bir kadının Kur'an-ı Kerîm'i kelime kelime öğretmesi caiz görülmüştür.
Tevrât. Zebur ve İncil de Kur'an gibidir. Nitekim musannıf bildirmişti. Dûa niyetiyle Fâtiha'yı yahut içinde dûa mânâsı bulunan bir ayeti okusa zarar etmez. Bunu Ebu'l-Leys'in el-Uyûn adlı eserinden nakletmiştik. Ve yine bildirmiştik ki. Leheb sûresi gibi içinde dûa mânâsı bulunmayan ayetlerde Kur'an'dan başkasını kasdetmenin bir tesiri yoktur. Kur'an'a el sürmek levhada, parada veya duvarda yazılı bile olsa câiz değildir. Ancak bunların yalnız yazısına el sürülmez. Mushaf böyle değildir. Onun kabına ve beyaz yerine dokunmak da memnu'dur. Bazıları câiz olduğunu söylemişlerdir. Bu kıyasa daha yakındır. Memnu' olması ise ta'zime daha lâyıktır. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir. Yani sahih olan «memnu'» olmasıdır. Bunu aşağıda beyan edeceğiz.
Evvelce Kuhistânî'den naklen bildirmiştik ki, semavî kitablar da Kur'an gibidir. Tefsir ile şer'î kitabları eline alıp olamayacağı hususunda hilâf vardır. Bu da evvelce geçmişti. Kur'an-ı Kerîm, ancak torba ve çanta gibi ayrı kılıflar içinde ele alınabilir. Şirazeli deri gibi bitişik kılıfla alınamaz. Sahih olan budur. Fetva da buna göredir. Çünkü deri Mushaf'a tâbidir. Bunu Sirâc sahibi bildiriyor.
Ben derim ki: Levazım kutusu da torba gibidir. Acaba Mushaf kürsüsü Mushaf'a çivilenirse aynı hükümde midir? Araştırılmalıdır. Hayız, üzerinde âyet yazılı levha ve kâğıt yaprağı gibi şeyleri taşımaya da mânidir. Musannıf burada Bahr sahibine uymuştur. Bahr sahibi bunu hayız hükümlerini sıralarken söylemiştir. Kendisine itiraz edilmiş ve: «Bu sözle müstakilen taşımayı kastediyorsa Kur'an'a el sürmek buna hâcet bırakmamıştır. Tâbi olarak taşımayı kasdediyorsa buna mâni yoktur.» denilmiştir.
Hilye'de Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: «Mushaf sandıkta olursa cünüb kimsenin onu taşımasında bir beis yoktur... Ulema cünüb kimsenin içersinde Mushaf bulunan tağarcığı taşımasında beis olmadığını söylemişlerdir Bazıları mekrûh görmüş; birtakımları: Üzerinde Mushaf bulunan devenin yedeğinden tutmak mekrûhtur, demişlerdir.»
Mahbûbî: «Lâkin bu ihtimalden uzaktır.» demişlerdir ki, doğrudur.
Ben derim ki: EIe almadan ve başkasına tâbi olmadan taşımak tasavvur olunabilir. Meselâ; iple bağlayarak taşıyabilir. Lâkin zâhire göre bu câizdir. Teemmül et!
Şârih levha ve kâğıt parçasını«üzerinde âyet yazılı» diye kayıdlamıştır. Çünkü âyetten az yazılı ise ona dokunmak mekrûh değildir. Halebî'nin nakline göre Kuhistânî de böyle söylemiştir.
«Beis yoktur.» ifadesiyle musannıf cünüb kimsenin dûa okumak ve saire için abdest almasının müstehab olduğuna işaret etmiştir. Nitekim abdestsiz kimsenin de bunlar için abdest alması müstehabtır. Evvelce geçmişti. Bunu Halebî söylüyor. Yani yapılmasında beis görülmeyen şeyin zıddını yapmak müstehab olur; demek istiyor. Lâkin Tahtâvî bundan el ağız yıkadıktan sonra yiyip içmeyi istisnâ etmiştir. Delili, şârihin: «Fakat elini ağzını yıkamadan yiyip içmek cünüb kimseye mekrûhtur...» sözüdür. Bunun mekrûh olması müsta'mel suyu içtiği içindir. Yani müsta'mel suyu içmek tenzihen mekrûhtur. Cünübün eli ise pislikten hâli değildir.
Binaenaleyh ellerini yıkayıp sonra yemesi gerekir. Bunu Bedâyi' kaydetmiştir. Tâlik zâhiri şunu gösterir: Ağzın çalkalanması içmek için, ellerin yıkanması da yemek içindir. Şu halde el yıkamadan su içmek, ağız çalkalanmadan yemek yemek mekrûh değildir. Lâkin Hulâsa sahibi:
«Cünüb bir kimse yemek yemek isterse ellerini yıkayıp ağzını çalkalaması müstehab olur.» demiştir. Teemmül et!
Hilye nâm eserde Ebû Dâvûd'dan ve başkalarından şu hadîs rivâyet edilmiştir: «Peygamber (s.a.v.), cünüb iken yemek yemek isterse ellerini yıkardı.». Müslim'in rivâyetinde: «Cünüb iken yemek yemek isterse namaz için aldığı abdest gibi abdest alırdı.» denilmiştir. Hayızlı kadın yıkanmakla muhatab olmadıkça elini-ağzını yıkamadan yiyip içmesi mekrûh değildir. Hâniyye'de bildirildiğine göre bazıları bu kadının cünüb gibi olduğunu, bazıları da yıkamasının müstehab olmadığını söylemişlerdir. Çünkü yıkamak el ve ağızdan hayız pisliğini gideremez. Cünüblük böyle değildir.
Ben derim ki: Yemek için ellerini yıkaması bilittifak müstehab olmak gerekir. Zira el yıkamak temiz kimseye de müstehabtır. Bu, kadına müstehab olması evleviyette kalır. Onun için el-Hulâsa'da: «Yemek yemek isterse ellerini yıkar; ağzını çalkalaması hususunda hilâf vardır.» denilmiştir. Hayızlı kadının yıkanmakla muhatab olması kendisine yıkanmak emir edilmesidir. Bu da ancak hayızdan temizlendikten sonra olur. Hidâye sahibi Mushaf'ı yenle tutmanın kerahet-i tahrimiyye ile mekrûh olduğunu sahih kabul etmiştir ki, bu kavil daha ihtiyatlıdır. Hâniyye'den naklen evvelce bu kavlin zâhir rivâye olduğunu söylemiştik. Hulâsa sahibi onu umumiyetle ulemaya nisbet etmiştir. Bahr sahibi: «Bundan dolayı evlâ olan odur.» diyor, Fethü'l-Kadîr'den naklen yenle kayıdlamanın bilittifak lazım olduğunu söylemiştik. Çünkü Mushaf'ı elbisenin yenden başka bir kısmiyle tutmak da câiz değildir.
METİN
Kadının hayzı, müddetin çoğunda kesilirse yıkanmak vâcib olmaksızın cinsî münasebette bulunması helâldır. Yıkanması (sadece) mendûbtur. Müddetin azından daha azda kesilirse abdest alarak vaktin sonunda namazını kılar. Hayzı müddetin azında kesilirse âdetinden daha azda kesildiği takdirde cinsî münasebet helâl olmaz. ihtiyaten yıkanarak namazını kılar; orucunu tutar. Âdetinde kesilirse kadın kitabî olduğu takdirde cinsî münasebet derhal helal olur. Kitabîye değilse yıkanmadıkça veya şartınca teyemmüm etmedikçe yahut üzerinden yıkanıp giyinecek ve namaza niyetlenecek kadar vakit geçmedikçe cinsî münasebette bulunması helâl olmaz.
Vaktinden murad; namaz vaktinin sonudur. Çünkü ulema namazın boynuna borç olmasını bununla ta'lil etmişlerdir. Hatta bayram vaktinde temizlenirse mutlaka öğle vaktinin geçmesi lâzımdır. Nitekim Sirâc'da da böyle denilmiştir. Acaba niyetlenme oruçda da muteber midir? Esah kavle göre mu'teberdir. Niyetlenme mutlak surette temizlik müddetindendir. Hayız, müddetin çoğunda kesilirse yıkanmak da böyledir. Aksi takdirde hayızdan sayılır. Binaenaleyh yıkanıp niyetlenecek kadar vakti kalırsa namazını kaza eder. Hayız on günde kesilirse günleri ondan fazla olmasın diye sadece niyetlenmeye yetecek kadar vakit kalırsa namazını kaza eder. Bu bellenmelidir.
İZAH
Cinsî münasebet meselesinde nifas da hayız gibidir. Çok müddeti geçtikten sonra cinsî münasebetin helâl olması kanın kesilmesine bağlı değildir. Bunu İnâye, Nihâye ve diğer kitablar açıklamışlardır. Musannıfın onu zikretmesi sonraki sözlerini ona bina etmek içindir.
Tahtâvî diyor ki: «Bundan istihaza kanı akarken münasebette bulunmanın câiz olduğu hükmü çıkarılır.» Az yukarıda Bahr'dan naklen bildirmiştik ki, göbekle diz arasından cimâ' olmamak ve arada mâni bulunmak şartiyle kana bulalı bile olsa istifade etmek câizdir. Bu hüküm hayızlı hakkındadır. Ve istihazalı kadının kana bulalı bile olsa cimâ edilebileceğine delâlet eder. İleride bunu te'yid eden sözler gelecektir. Anla!
Hayız müddetin azından yani üç günden daha azda kesilirse kadın abdest alarak müstehab vaktin sonunda namazını kılar. Birgivî'nin beyanına göre bu vâcibtir. Vaktin sonundan murad mekrûh vaktin değil, müstehab vaktin sonudur. Nitekim Dürer ve Sadrı'ş-Şeria'nın zâhir olan sözleri bunu ifade etmektedir. Tahtâvî diyor ki: «Şârih, cinsî münasebetin hükmünü ihmal etmiştir. Bunun helal olmadığı anlaşılıyor. Delili hayzın az müddetinde kesilmesi ve âdetten az olması meselesidir.»
Ben derim ki: Bazen hayzın tehakkuk edip etmemesi fark gösterir. «İkiz doğuran kadının nifası» sözünden az önce anlattıklarımıza bak!
Kadının hayzı, âdetinden daha azda kesilirse yıkanmış bile olsa cinsî münasebet helâl olmaz. Zira âdet günlerinde hayzın tekrar gelmesi ihtimali fazladır. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Yıkanarak namazını müstehab vaktin sonunda kılar. Burada namazı müstehab vakte bırakması vâcibtir. Ama hayız âdetinin tamamında kesilirse müstehab vakte geciktirmesi müstehab olur. Nitekim Nihâye, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Âdetinde kesilirse kadın ehl-i kitabtan olduğutakdirde cinsî münasebet derhal helâl olur. Velev ki yeni hayız görenlerden olsun. Çünkü kitabîye muhatab olmadığı için yıkanması gerekmez. Hayız kesildikten sonra müslüman olursa hükümler değişmez. Meselenin tamamı Bahr'dadır. Kadın, ehl-i kitabtan değilse, yıkanmadıkça veya şartınca teyemmüm etmedikçe yahut yıkanıp giyinecek ve namaza niyetlenecek kadar vakit geçmedikçe münasebette bulunması helâl olmaz. Bu kadının namazını müstehab vaktin sonuna bırakmasının müstehab olduğunu az yukarıda gördün.
Mebsût sahibi şöyle diyor: «İmam Muhammed Asıl nâmındaki eserinde bunu nassan bildirmiş ve: Hayız yatsı vakti kesilirse namazını gece yarısından önce yıkanıp kılacak kadar geciktirir. Gece yarısından sonraya geciktirmesi mekrûhtur, demiştir.» Bunu Bahr sahibi nakletmiştir
Şartınca teyemmümden maksad, su bulamayarak teyemmümle namaz kılmaktır. Sahih kavil budur. Nitekim Nehir ve diğer kitablardan da anlaşılmaktadır. Bu gösterir ki teyemmümden murad, namazı mubah kılan kâmil teyemmüm ve bu teyemmümle kılınan namazdır. Ulemanın bu teyemmümle namaz kılmayı şart koşmalarının vechi şu olsa gerektir: Teyemmümün şartlarından biri hayızlı olmamaktır. Kadın bu teyemmümle namaz kılınca şeriatın onun namazını sahih kabul etmesi teyemmümünün de sahih olduğuna hükümdür. Bir de kadın bu teyemmümle hayızdan çıkar. Nitekim hayız on günde kesildiği yahut namaz boynuna borç olduğu surette şeriat kendisine temiz kadınların hükümlerinden birini verdiği için hayızdan çıkıp cünüb mevkiinde kaldığına hükmolunur. Onun için yıkanmasa bile kocasının onunla cinsi münasebette bulunması helâl olur. İzahı ileride gelecektir. Bu izahatımızdan Zahiriyye sahibinin söylediklerinin sahih olduğu anlaşılır. O şöyle demiştir: «Kadının hayzı on günde kesilirse hayzından temizlendikten sonra cenaze ve bayram namazları için teyemmüm etmesi câizdir. On günden daha azda kesilirse câiz değildir.» Görülüyor ki cenaze ve bayram namazları için teyemmümün câiz olması hususunda hayzının on gün olmasını şart koşmuştur. On günden az olursa câiz değildir. Çünkü bu teyemmümünden murad; nâkıs teyemmümüdür. Nâkıs teyemmüm bedeli olmayan bir namazı kaçırmak korkusuyle su bulunduğu halde yapılan teyemmümdür. Nâkıs olması, onunla farz namaz kılınamadığındandır. Hatta kıldığı cenaze namazından sonra bu teyemmüm bâtıl olur. Başka bir cenaze gelse bu teyemmümle onun namazını kılamaz. Nitekim yerinde izah edilmişti.
Bu tevemmüm nâkıs olunca kadın onunla hayızdan çıkmaz. Zira teyemmümle namaz kılmak için mu'teber şartının ne olduğunu biliyorsun. Ama kadının hayzı tam on günde kesilirse cenaze ve bayram namazları için teyemmüm etmesi câiz olur. Çünkü on günde kesilmekle hayızdan çıkmıştır. On günden daha azda kesilirse su varken cenaze ve bayram namazları için teyemmümü câiz değildir. O teyemmümle namazı sahih olmaz. Zira nâkıstır. Onunla kadın hayızdan çıkmaz. Teyemmümün sahih olmasının şartlarından biri münâfi (zıd) bulunmamaktır. Hayız ise teyemmümün sahih olmasına münâfidir. Hayzın tam on günde kesilmesi halinde ise kadın hayızdan çıkmış; cünüb gibi olmuştur.
Bundan dolayı mezkûr teyemmümü câiz olur. Nitekim cünüb kimsenin teyemmümü de câiz olur. Nitekim cünüb kimsenin teyemmümü de câizdir. Binaenaleyh Zahîriyye'nin sözü doğrudur. itiraz götürmez. Bunu burada olduğu gibi Teyemmüm Bahsinde de izah etmiştik. Lâkin Zahîriyye'nin: «On günden daha azda kesilirse câiz değildir.» sözünü «On günden azda kesilir de namaz boynuna borç olmazsa» diye kayıdlamak gerekir. Çünkü on günden azda fakat âdetinin tamamında kesilir de üzerinden bir namaz vakti geçerse hayızdan çıkar. Kocasının ona yakınlık etmesi de câiz olur. Binaenaleyh cenaze için teyemmümü sahih olmak gerekir. Teemmül et!
Yıkanıp giyinmekte yıkanmanın mukaddimeleri olan su çekmek, elbise çıkarmak ve örtünmek gibi şeyler dahildir. Pezdevî şerhinde şöyle deniliyor: «Ulema yıkanmaktan sünnet vecihle güslü mü yoksa farz mikdarı guslü mü murad edildiğini söylememişlerdir. Zâhire göre murad farz mikdarı gusüldür. Çünkü temizlik tarafı onunla sâbit olur.»
İbn Emîr Hâcc'ın Tahrîr şerhinde de böyle denilmektedir. Namaza niyetlenmek (tahrime) Ebu Hanife'ye göre «A L L A H» demekle. Ebû Yusuf'a göre ise «A L L A H U E K B E R» cümlesini söylemekle olur. Fetva Ebû Hanife'nin kavline göredir. Nitekim Muzmerât'ta da böyledir.
Vakitten murad, namaz vaktinin sonudur. Malumun olsun ki, hayızlının kanı on günden daha azda, fakat tam âdetinde kesilirse yukarıda beyan edildiği gibi yıkanmadıkça veya şartınca teyemmüm etmedikçe onunla cinsî münasebette bulunulması helâl değildir. Çünkü kadın hakikatta temiz olmuştur. Yahut namaz boynuna borç olduktan sonra cimâ edilir. Bu da hayız kesildikten sonra vaktin sonunda en az bir namaz vakti kalmakla olur. Bundan murad yıkanıp giyinecek ve tahrime sığacak kadar bir zamandır. Hayzın vakitten önce veya vaktin evvelinde yahut bir namaz kılacak kadar sonunda kesilmesi hükmen müsavidîr. Meselâ; öğleden önce veya öğle vaktinin başında kesilirse ikindinin vakti girmedikçe cimâ'ı helâl olmaz. Çünkü öğle vaktinin sonunda bir namaz mikdarı geçince namaz kadının boynuna borç olur. Borç olma hususunda vaktin sonu mu'teberdir. Namaz boynuna borç olunca kadın hükmen temiz sayılır. Zira kadının temiz olduğuna hüküm gelmedikçe namaz boynuna borç olmaz. Kezâ vaktin sonunda kesilir de hayzın kesilmesiyle ikindinin vakti arasında bir namazlık zaman kalırsa ikindinin vakti girdikten sonra - arz ettiğimiz sebebten dolayı - cinsî münasebette bulunması câizdir. İki vakit arasında bundan daha az zaman kalırsa güneş batmadıkça cinsî münasebet helâl olmaz. Çünkü ikindi namazı kadının boynuna borç olmuştur. Öğle namazı borç olmamıştır. Zira öğlenin vaktinden namaza niyet edecek kadarına yetişememiştir. Bunu bildikten sonra anlarsın ki, musannıfın ibâresi vehim verecek şekildedir. Mesele onun dediği gibi mutlak değildir.
Musannıfın ifadesi: «Bir namaz kılacak kadar vakit geçti mi bu mikdar ister mühmel vakitte, yani güneş doğduktan zevale kadar. ister vaktin evvelinde veya sonunda olsun, cinsî münasebet helâldir.» vehmini veriyor. Halbuki mühmel vakte itibar olmadığı gibi namaz vaktinin evveline de itibar yoktur. Nitekim bunu İbn Kemâl açıklamış, kadının boynuna borç olmasiyle yapılan tâ'lil de bunu göstermiştir. Zira kadının boynuna borç olması ancak namaz vaktinin çıkmasiyledir. Bazılarıbuna muhâlif sözler söyleyerek hata etmişlerdir.
Nitekim Fethü'l-Kadîr' ile Bahr'da buna tenbih edilmiştir. Onun için şârih bu iki vakitten ihtiraz maksadiyle: «Vakitten murad namaz vaktinin sonudur.» demiş; bahsettiğimiz vehim meselesinden dolayı anlaşılamayan yerlerde gösterdiği dikkati burada da göstermiştir. Musannıf, Birgivî'nin yaptığı gibi: «Yahut namaz kadının boynuna borç olmadıkça» dese daha kısa ve daha açık olurdu. Lâkin o, namazın ne ile kadına borç olacağına tenbihte bulunmak istemiştir. O da vaktin sonundan bu mikdar zamanın geçmesidir.
Sonra bütün bu anlattıklarımız kadın yıkanmazdan önce hayzın ekser müddeti tamamlanmadığına göredir. Nitekim Birgivîye'de de böyle denilmiştir. Vakit çıkmadan ve yıkanmadan on günlük hayız müddeti tamam olursa bu zamanın geçmesine hâcet yoktur.
T E N B İ H: - Hayızlı kadının ancak namaz boynuna borç olmakla temizliğine hükmedildikten sonra cima'ı helâl olmuştur. Çünkü cünüb olmuş ve hükmen hayızdan çıkmıştır. Bununla bilinir ki Kur'an okuması câiz değildir. Nitekim bunu Bercendî'den naklen Tahtâvi söylemiştir. Yıkanırsa hüküm değişir. Bu kadın cünüb gibi olduğuna göre cenâze ve bayram gibi namazları kaçıracağından korkarsa onlar için de teyemmüm câiz olmak gerekir. Nasıl ki az yukarıda anlattığımız vecihle cünüb kimseye bu câizdir.
Esah kavle göre niyetlenme (tahrime) oruçta mu'teber değildir. Yani hayız ramazanda sabah olmazdan evvel yalnız yıkanacak kadar müddet kesilse o günün orucunu tutması tâzım gelir. Fakat yatsının tahrimesi de sığacak kadar vaktine yetişemezse kazası lâzım gelmez. Müctebâ sahibinin sahih kabul ettiği kavil de budur. Ondan sonra Bahr'da Tevşih ve Sirâc'dan naklen: «Yıkanıp niyetlenecek kadar vakit kalmazsa kadının o gün tuttuğu oruç kâfi gelmez. Çünkü onun temizlendiğine ancak bununla hüküm olunur. Yıkanıp niyetlenecek kadar vakit kalırsa tuttuğu oruç kâfi gelir. Zira yatsı namazı boynuna borç olmuştur. Bu ise temiz kadınların hükümlerindendir. Binaenaleyh bizzarure kadının temizlendiğine hükmedilir.» denilmiştir. Zeylaî'nin ibâresi de buna benzer. Bahr sahibi: «Görünüre göre hak budur.» demiştir. Nehir sahibi: «Bu, söz götürür.» demiş fakat vechini bildirmemiştir.
Ben derim ki: İhtimal vechi şudur: Oruca gündüz niyetlenmek mümkündür. Şu halde onun vâcib olması yıkanacak kadar zamandan fazlasına yetişmeye bağlı değildir. Namaz öyle değildir. Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir: Sadece yıkanacak kadar vakte yetişmekle bu kadının tuttuğu oruç kâfi gelirse hayızdan da temizlendiğine hükmetmek gerekir. Çünkü hayızlı kadının oruç tutması câiz değildir.
Karıkoca ramazanda yolcu bulunurlarsa cimâ'ı da helâl olmak icab eder. Halbuki bu ulemanın ittifaklarına aykırıdır. Onlar kadına namaz borç olmadıkça cinsî münasebetin helâl olmadığını ittifak etmişlerdir. Namaz ise ancak yıkanıp niyetlenecek kadar vakte yetişirse borç olur. Anlaşılıyor ki Bahr sahibinin: «Hak budur.» sözü doğrudur. Sonra elbise giymenin de tahrime gibi olduğu meydandadır. Zira yukarıda geçtiği vecihle elbisesiz namaz vâcib olmaz. Lâkin bu, tahrime şarttırHayızlı kadınla cinsi münasebette bulunmayı helâl gören kimse kâfir sayılır. Nitekim birçok ulema buna cezmen kâil olmuşlardır. Cumhura göre dübürden cima etmek de böyledir. Bunu Mücteba kaydetmiştir. Bazıları her iki meselede kâfir sayılmayacağını söylemişlerdir ki sahih olan da budur. Bunu Hulâsa kaydetmiştir. İtimad edilecek kavil budur. Zira haram ligayrihidir. İIeride mürted bahsinde görüleceği vecihle küfrü hakkında velev zaif bir rivâyetle ihtilâf edildiği bildirilen bir müslümanın kâfir olduğuna fetva verilmez. Sonra bu fiil, haram olduğunu bilerek kasden ve isteyerek yapılırsa büyük günâhtır. Bilmeyerek veya mecbur edilerek yahut unutarak yapılırsa günah değildir. Yapana tövbe lâzım gelir. Bir veya yarım altın sadaka vermesi mendûp olur. Sadakasının verileceği kimseler zekâttakiler gibidir. Acaba kadına da sadaka lâzım mıdır? Ziya sahibi: «Zâhire göre lâzım değildir.» demiştir.
İ Z A H
Şürunbulâliyye sahibi: «Tekfir yönünden nifaslı kadınla cinsi münasebette bulunmanın hükmünü görmedim. Ama haram olduğu açıkça bildirilmiştir.» demişse de şârih Hazâin'in derkenarında kendisine itirazda bulunmuş ve şunları söylemiştir:
Ben derim ki: Bundan önce nifaslının bütün hükümlerde hayızlı gibi olduğunu anlattı. Cevhere Sirâcü'l-Vehhâc, Ziyaü'l-Mânevî ve diğer kitablarda da istisna edilenlerden maadâ her şeyde nifasın hükmü hayız gibidir; denilmiştir. Bu meselenin hükmünü anlatmak için bu söz açıktır. Çünkü mesele istisna edilenlerden değildir. Nitekim araştırana aşikârdır. Dikkatli ol!
Ben derim ki: İstisna edilenler yedidir; ileride gelecektir. Hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmayı helal gören kimseyi birçok âlimler kâfir saymışlardır ki Mebsût, İhtiyar ve Fethü'l-Kadîr sahibleri bunlardandır. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir.
Dübürden murad karısının dübürüdür. Zâhire göre erkeğin dübürüne cimâ'ı helâl gören kimsenin kâfir sayılacağında hilâf yoktur. Velev ki aşağıdaki ta'Iil onun hakkında da zâhir olsun. Bunu Tahtavi söylemiştir ve: «Çünkü haram ligayrihidir.» sözünü kasdetmiştir.
Ben derim ki: İkrah bahsinde görüleceği vecihle livata (oğlancılık) zinâdan daha şiddetli haramdır. Zira livata hiç bir suretle mubah kılınmamıştır. Bir de onun çirkinliği aklen bellidir. Onun için sahih kavle göre cennette livata olmayacaktır. Haram ligayrihiden murad; başka bir sebeble haram kılınan şeydir. (Meselâ : Cimâ'ın kendisi haram değildir. Hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmak başka bir sebeble haram kılınmıştır ki, o da eziyettir.) Bahr sahibi Hulâsa'dan naklen şöyle diyor:«Bir kimse haramı helâl yahut helâlı haram itikad ederse haram liaynihi olduğu takdirde o şeyin haram olduğu kafî delil ile sâbit bulunduğundan kâfir olur. Ama kat'î delil ile sâbit olan şey haram ligayrihi ise yahut haberi vâhidle sübût bulmuş haram liaynihi olursa helâl itikad ettiğinde kâfir olmaz.» Bu izahatın bir misli de Akaidi Nesefîye şerhinde mevcuddur.
Sonra bu fiil yani hayızlı kadınla cinsî münasebette bulunmak bilerek kasden yapılırsa büyük günâhtır. Mecbur edilerek veya unutarak yapılırsa günâh değildir, tövbe lâzım gelir. Bir veya yarım altın sadaka vermesi mendûb olur. Şârih burada bilmemeyi de karıştırmıştır. Zâhire göre bilmeden cinsî münasebette bulunmak yalnız büyük günâh olmasını önler. Asıl itibariyle haram olmasınıönlemez. Çünkü İslâm memleketinde şer'î hükümleri bilmemek özür değildir. Bunu Tahtâvî beyan etmiştir.
Sadaka vermenin mendûb olması İmam Ahmed'le Ebu Dâvûd'un, Tirmizi ve Nesâi'nin İbn-i Abbâs'tan merfû olarak rivâyet ettikleri şu hâdisle sabittir: «Karısına hayızlı halinde yakınlık eden kimse hakkında; Bir veya yarım altın sadaka verir, dedi. Sonra: Cimâ hayzın evvelinde olursa bir altın, sonunda olursa yarım altın verilir.» denilmiştir.
«Kanın rengi siyah ise bir altın, sarı ise yarım altın verilir.» diyenler de olmuştur. Bahr sahibi diyor ki: Ebû Dâvûd'un ve Hâkim'in rivayet ettikleri. Hâkim'in sahihdir dediği şu hadîs de buna delildir: «Erkek karısına hayızlı halinde yakınlık ederse kan kırmızı geldiği takdirde bir altın, sarı ise yarım altın sadaka versin!».
Ziya'dan murad: Gaznevî mukaddimesinin şerhi ez-Ziyaü'l-Manevî'dir. Bahsin aslı Haddâdi'nin es-Sirâc nâmındaki eserindedir. Hadîslerim zahiri de onu te'yid etmekte ve aynı zamanda hayızlı olduğunu bilip bilmemenin fark etmediğini göstermektedir.
T E T İ M M E: - Kadına yakınlık etmek hayızlı olduğunu haberi vermesiyle haram olur. Velev ki kocası kendisini tekzip etsin. Bunu Fetih ve Birgivî kaydetmişlerdir. Bahr sahibi ise şunları söylemiştir: «Bu hüküm kadın iffetli olduğuna, yahut doğru söylediğine kocasının kalb yattığına göredir. Kadın fâsık olur, yahut hayzın zamanı gelmediği için kocasının kalbi yatmazsa kadının sözü bilittifak kabul edilmez.»
METİN
İstihaza kanının hükmü tam bir namaz vaktinde daimî surette akan burun kanı gibidir. Oruca, namaza - velev nafile olsun - ve cinsî münasebete mâni değildir. Delîli: «Kan hasırın üzerine damlasa bile abdest al namazını kıl!» hadîsi şerifidir.
İZAH
Şârih burada «devam» kaydını zikretmese daha iyi olurdu. Çünkü kan devam etse de etmese de devam hükmündedir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. İstihaza kanı oruca, namaza mâni olmadığı gibi Kur'an okumaya, Mushaf'a dokunmaya ve mescide girmeye dahi mâni değildir. Kezâ pislik bulaşacağından emin olmak şartiyle Kâbe'yi tavâfa da mâni değildir. Tahtâvî'nin beyanına göre bunu Hızâne'den naklen Kuhistânî söylemiştir.
«Cinsî münasebete mâni değildir.» sözünün zâhiri kan akarken bulaşmak lâzım gelse bile cimâ'ın câiz olmasıdır. Başka metin ve şerhlerini zâhirlerinden anlaşılan da budur. Ulemanın: «Hayızlı kadına gömlek üzerinden mübaşerette bulunmak câizdir. Velev ki bundan kana bulanmak lazım gelsin.» sözleri de böyledir. Meselenin tamamı Tahtâvî'dedir. Gerçi Münye şerhinin necâsetler bahsinde, «Pisliğe bulanmak mekrûhtur.» denilmişse de anlaşılan bu, özür bulunmadığı hale hamledilmiştir. Cimâ özürdür. Görmüyor musun «Fercin rutubeti pistir.» diyen kavle göre de cimâ' helâldır. Halbuki bunda da pisliğe bulanmak vardır. Binaenaleyh helâl olmasını kanın akmadığı zamana tahsis etmek açık nakle muhtaçtır. Böyle bir nakil yoktur. Bilakis Hidâye şerhlerinden şu açıklamayı nakletmiştik: Hayzın ekseri müddeti geçtikten sonra cimâ'ın helâl olması kanın dinmesine bağlı değildir. Anla!
T E N B İ H - : Şâfiî ulemasından bazıları tenasül uzvu pis olan erkeğin onu yıkamadan cinsî münasebette bulunmasının haram olduğuna fetva vermiştir. Meğer ki sidiğini tutamasın. Bu takdirde istihaza (hastalık) kanı akan kadınla cinsî münasebet helâl olduğu gibi bunun cimâ'ı da helal olur. Anlaşılıyor ki bu, bize göre de böyledir. Çünkü bunda zaruret bulunmadığı halde pisliğe bulanmak vardır. Tenasül uzvunu yıkamak mümkündür. İstihazalı kadına yakınlık ve sidiğinı tutamayanın cimâ'ı böyle değildir. Teemmül et.
Şimdi sudan başka bir şeyle istinca eden (kurulanan) kimsenin hükmü kalır.
İbni Hâcer'in Fetâvâ'sında: «Doğrusu tafsilâta gitmektir ki, o da şudur: O odam su bulamadığı için başka bir şeyle kurulanmışsa cinsî münasebette bulunması câizdir. Zira ihtiyacı vardır. Su varken başka şeyle istinca yapmışsa câiz değildir.» denilmiştir. İbni Hacer şunu da söylemiştir: «İmam Ahmed'in zaif bir senedle rivayet ettiğine göre bir adam:ya Rasüllallah' Sefere çıkan ve su bulamayan erkek karısıyla cimâ' edebilir mi? diye sormuş. Rasûlüllah (s.a.v.): Evet! buyurmuşlar. Hülâsa olarak alınmıştır.»
«Kan hasırın üzerine damlasa bile abdest al, namazını kıl!» hadîsi ibâresiyle namazın hükmünü, delâletiyle de oruç ve cima'ın hükmünü isbat etmiştir. Bunu Fetih ve Dürer bildirmektedir. Delâleti işaretle değiştirmenin ne demek olduğunu usul-i fıkıh ilminden malûmatı olanlar bilirler. Anla!
İbn-i Abidin buradaki «Delâleti işaretle değiştirmenin ilah... » ifadesiyle Halebi'ye târizde bulunmaktadır. Halebi: «Hadis, namaza ibâresiyle, oruç ve cima'a da işaretiyle delalet ediyor.. » demiştir. Bu hususta şunlar söylenebilir: Usul-i fıkıh ilminde beyan edildiği vecihle nassın işaretiyle istidlal, lügaten lafızla sâbit olan şeyle ameldir. Lâkin bu mânâ maksad olmadığı gibi nass onun için de getirilmiş değildir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin: Kendisi için çocuk doğurulana (babaya) anaların rızk ve kisvelerini vermek düşer... ayet-i kerimesinde hal böyledir. Âyet, doğuran kadınların nafakası için sevk edilmiştir. Ama «kendisi için çocuk doğurulan, buyurulmakla çocuğun nesebinin babaya aid olduğuna işaret edilmiştir.
Nassın delâleliyle istidlâl ise, nassın lügaten anlatılan manâsiyle sâbit olan şeydir. Anaya babaya üf demenin yasak edilmesi gibi ki bundan içtihada lüzum kalmaksızın onları düğmenin de haram olduğu anlaşılır. Zira döğme evleviyetle haramdır. Burada dahi öyledir. Çünkü hadîs bu özürle birlikte namazın sahih olacağını beyan için söylenmiştir. Halbuki namaz için temizlik şarttır. Bundan oruç ve cimâ'ın hükmü evleviyetle anlatılır. Çünkü bunlarda hadesten temizlik şart değildir.
Sonra bu hadis Hidâye'de zikredilmiştir. Fethü'l-Kadir sahibinin ifadesinden onu bu lafızla bulamadığı anlaşılıyor. O İbni Mâce'nin Sünen'inden şunu nakletmiştir: «Peygamber (s.a.v.) Fâtıma binti Ebi Hubeyş'e: Hayız günlerinde namazdan uzaklaş. Sonra yıkan Ve her namaz için abdest al! Velev ki kan hasırın üzerine damlasın buyurdular.»
Fethü'l-Kadîr sahibi bundan sonra hadîsin senedi üzerinde söz etmiş: «Bu hadisin Buhârî'deki rivâyetinde: Velev ki kan hasırın üzerine damlasın, ibâresi yoktur.» demiştir.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...