02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...MESTLER ÜZERİNE MESH BÂBI


MESTLER ÜZERİNE MESH BÂBI

METİN
Musannıfın bu bahsi geri bırakması sünnetle sâbit olmasındandır.
Lügatta mesh: Eli bir şeyin üzerinden geçirmektir.
Şeriatta ise: Islaklığın hususî bir zamanda hususî meste isabet etmesidir.
Şer'an mest, deri ve benzerinden yapılıp topukları ve fazlasını örten ayakkabıdır.
Mest üzerine meshin üç şartı vardır:
Birincisi: Ayağın topukla beraber yıkanması farz olan yerini örtmesi, yahut noksanı, meshe mâni yırtıktan az olmasıdır. Binaenaleyh bağlı olmak şartı ile potin üzerine mesh câizdir. Meğer ki üç parmak mikdarı açık kala!
Semerkant uleması, topukların sargı ile örtülmesini câiz görmüşlerdir.
İkincisi: Hadesin sirâyetine mâni olmak için mestin ayakla doldurulmuş olmasıdır. Mest geniş olur da artan kısmına mesh eder; ayağını bu kısma uzatmazsa câiz olmaz. Mestin yukarısından ayağının görülmesi zarar etmez.
Üçüncüsü: Mestin, içinde mutad yürüyüşle her fersah veya daha fazla bir yer yürünecek şeylerden olmasıdır. Cam, odun ve demir gibi şeylerden mest olmaz.
İZAH
Musannıf bu bahse mestler üzerine mesh bâbı adını vermiştir. Halbuki sargı üzerine meshi de burada anlatacaktır. Ama bu bir kusur değildir. Bir şeye ad verip de ondan noksan bıraksa, o zaman kusur etmiş olurdu.
Mestleri tesniye (yani ikiyi bildiren) sîgasıyle zikretmesi özürsüz bir tek mest üzerine mesh câiz olmadığındandır. Nitekim aşağıda gelecektir. Bahr ve diğer kitablarda: «Meste (Arabçada) huf denilmesi onunla verilen hüküm, hafif olduğu içindir. Yıkamaktan meshe geçilmiştir.» deniliyor.
Bu hususta ben derim ki: Bu kelime şeriat gelmezden önce Ara diline konulmuş bir sözdür. Remlî'nin nakline göre mesh bu ümmetin hususiyetlerinden biridir. Şu halde İslam'dan önce konulmuş bir kelime bu şekilde nasıl ta'lil edilebilir! Ancak: Eşari'nin dediği gibi dili vâz eden AIIah'tır. O Peygamberi (s.a.v.)'ın dilinden ileride meşru kılacağı şeyleri bilir.» diye cevap verilirse o başka! Düşün!
Musannıfın bu bahsi teyemmümden sonraya bırakması sahih kavle göre yalnız sünnetle sabit olduğu içindir. Nitekim gelecektir. Teyemmüm ise yukarıda geçtiği vecihle hem kitap hem sünnetle sâbit olmuştur. Binaenaleyh evvel zikredilmeye daha lâyıktır. Velev ki ruhsat hususunda ortak olsunlar. Bir de teyemmüm, bütün bir şeyin bedelidir. Bu ise abdestin bir kısmının bedelidir. Sonra şârihin bu bahsi geri bırakmanın inceliğini göstermesi hatırlatmak içindir. Yoksa evvelce söyledikleri kâfi idi. Zira teyemmümü niçin önceki bahisten geri bıraktığını anlatmıştı Meshi ne için geri bıraktığı ondan anlaşılırdı. Tedebbür et!
Evet, neden fâsıla vermeden teyemmümün arkasından meshi getirdiği izaha muhtaçtır. İzahı şudur: Teyemmümle meshin ikisi de ruhsat, muvakkat, mesh ve bedel olarak meşru olmuşlardır.
(Ard arda zikredilmeleri bundandır.)
Islaklık tâbiri elin ıslaklığına ve yağmur gibi başkasına şâmildir. el-Münye'de Mûhît'ten naklen: «Bir kimse abdest alırken a'zayı yıkadıktan sonra avuçlarında kalan ıslaklıkla mestleri üzerine mesh ederse câiz olur. Ama başına mesh eder de sonra ondan kalan ıslaklıkla mestleri üzerine mesh ederse câiz olmaz.» deniliyor. Yani birincide müsta'mel su, uzvun üzerinden akıp ayrılandır. İkincide ise mesh edilen yere isabet edendir ki, avuçtan ayrılmamıştır; denilmek isteniyor.
Hususî zamandan murad: mukîm olanlar için bir gün bir gece, yolcular için üç gün üç gecedir. Bazı nüshalarda «hususî bir yere» ifadesi ziyade edilmiştir. Bundan maksad; mestlerin üzeridir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Mest topukları örten hususi ayakkabıdır, fazlasını demeye lüzum yoktur. Çünkü fazlası şer'î mestin müsemmasından hariçtir. Teemmül eyle!
Musannıf mest üzerine meshin üç şartını bildirmişse de Şürunbulâlî şunları da ilâve etmiştir: mestlerin abdestle giyilmesi, her bir mestin mâni yırtıktan hâli olması, mestlerin bağlamadan ayakta durmaları, suyun ayağa işlemesine mâni olmaları, ayağın (hiç olmazsa) üç parmak mikdarı yerinin mevcud olması şarttır.
Ben derim ki: Bu temizliğin teyemmüm olmaması ve mesh eden kimsenin cünüb olmaması da ilave edilir. Bunların hepsi yerinde beyan edilecektir.
Potinin bağlanması lâzımdır. Çünkü bağlamak dikmek yerine geçer. Bağlandıktan sonra mest gibi kendi kendine ayakta durur. Bahr'da Mirâc'tan naklen şöyle deniliyor: «Ayağın üzerinden yarılıp üstünde iliklenen düğmeleri bulunan câruka da mesh etmek câizdir. Çünkü iliklenince yarılmamış gibi olur. Ayağın üstünden bir kısmı görünürse bu mestin yırtıkları gibidir.»
Ben derim ki: Anlaşılan câruk zamanımızda Türklerin giydiği mesttir. el-Bahr'da Hulâsa'dan naklen bildirildiğine göre câruk ayağı örter de, ayak ve topuktan ancak bir veya iki parmak mikdarı görünürse, üzerine mesh câizdir. Böyle olmaz da ayağın üzerini deri ile örterse deri câruka dikişle tutturulduğu takdirde yine câiz olur. Bir şeyle bağlanırsa câiz değildir.
Semerkant uleması ayaklara topukları örtecek derecede sarılan sargı üzerine meshin câiz olduğunu söylemişlerdir.
Buharcı uleması buna cevaz vermemişlerdir. Halebî: «Buhara uleması haklıdır. Zira mezheb, topukları örtmeyen mestin üzerine mesh câiz olmamasıdır. Meğer ki ona çuha gibi kalın bir şey dikilmiş ola! Nitekim bunu İmdâd sahibi de söylemiştir. Şârihin naklettiği zaiftir.» diyor.
Ben derim ki: Halebî şunu demek istiyor: Sargı denilince meste dikilmeden ayağa sarılan şey anlaşılır. Binaenaleyh onun hükmü ayağın hükmü gibidir. Ama meste bitişik olursa iş değişir. Bu takdirde meste tâbi ve onun astarı gibi olur. Semerkant ulemasının sözleri bitişik sargı mânâsına alınırsa, zaif olduğunu kabul edemeyiz. Çünkü Bahr ve Zeylaî'de beyan olunduğuna göre mestin yüzü açılırsa içinde deriden veya meste dikilmiş bezden astarı bulunduğu takdirde meshe mâni değildir. Bittabi bu hüküm üç parmak mikdarı olduğundadır. Bunu kaydetmemeleri her haldebilindiği içindir. Hilye ve Müctebâ sahibleri: «Mestin astarından üç parmak mikdarı görünür de ayak görünmezse...» demişlerdir. Fakîh Ebû Cafer: «Esah olan şudur ki, mesh bu takdirde bütün ulemaya göre câizdir. Zira altına pençe vurulmuş çorap gibidir.» diyor. el-Münyetü'l-Kebîr şerhinde uzun sözlerden sonra şöyle denilmiştir: «Bundan anlaşılır ki, çuhadan yapılan mesh, deri kaplamadan veya pençe vurulmadan içinde bir fersah yürümek mümkün olacak kadar kalın olursa üzerine mesh câizdir. İnce sesi deri kaplamak veya pençe vurmak şartiyle câiz olur. Velev ki, deri ile keten bezi arasında fark olduğu için bazı ulema deri bütün mesti koncuna kadar kaplamadıkça üzerine meshi câiz görmemiş olsunlar...». Münye şârihi bu meseleyi tahkîk hususunda uzun beyanatta bulunmuştur. Ona müracaat et!
TENBİH: - Bundan şu manâ çıkarılır: Bir kimsenin mesti bitişik astarından yırtılırsa kalın olması şart değildir. Buna delil ulemanın bez parçasını zikir etmeleridir. Çünkü bez parçası ekseriyetle ince olur. şu mânâ da çıkarılır: Zamanımızda kalçın adı verilen ayakkabı, ayağı örten ince çorap üzerine dikilirse kalçının derisi topuklara ermese bile üzerine mesh câizdir. Nitekim Münye şerhinden naklettiğimiz ibârede bu cihet açıktır. Naklettiğimiz sözden şu mânâ da çıkarılır: Kısa konçlu Hanefî mestinin üst kısmına topukları örtünceye kadar çakışır gibi kaytan örtülürse mesh câiz olur. Nitekim bunu Seyyidi Abdülganî de söylemiştir. Onun bu bâbta bir risalesi de vardır, şârih merhumun bir risâlesini gördüm. Orada cevaz verenlerin sözünü reddediyor. Delili, ulemanın ince ve pençeli çoraplara mesh câiz olacağını zikretmemeleridir. Zira ulema mesle yürüme imkânı bulunmasını şart koşmuşlardır. İnce çorapla yürümek mümkün değildir.
Anlaşılan bununla Seyyidî Abdülganî'ye red cevabı vermiştir. Çünkü kendisi onun muassırıdır. Abdülganî, şârihin vefâtından (38) sene evvel doğmuştur. Altına pençe vurulmuş ince çorap ile topuğa ermeyen, fakat üstüne bitişik ince çuha kaplanarak topuğu örten kısa mest arasındaki açık farkı sen bilirsin. Çünkü bu mest kısa da olsa içinde yürümek mümkündür. Mezkûr çorap böyle değildir. Halbuki Münye şerhinin: «Çorap ince olursa deri kaplamak veya pençe vurmakla caiz olur...» sözü deri veya pençe yürünebilecek kadar kuvvetli ise böyle çorabın üzerine dahi mesh câiz olduğu hususunda açıktır.
Bundan anlaşılır ki zikri gecen Hanefî mesti üzerine mesh evleviyetle câizdir. Gürdün ki Semerkant ulemasının mezhebi ancak sargı dikilmemiş olursa zaif kabul edilir. Dikilmişse zaif değildir. Bu takdirde meselede iki kavil var demektir. Ulemadan bu iki kavilden birini tercih edeni görmedim. Bilâkis bildiğin gibi Semerkantlıların kavlini te'yid eden fer'î meseleler bulduk. Daha da bulacağız. Bilâhare Seyyîdî Abdülganî'nin bir risâlesini gördüm. Orada şârihimizin risâlesine red cevabı veriyor. Kendi ilk risâlesinde söylediklerinin hakikat olduğunu, şârihin risâlesinde istidlâl ettiği delilin yetersizliğini bildiriyor... Lâkin şübhe yoktur ki vera've takva ihtiyattadır. Ancak sözümüz esas itibariyle câiz olamamak hususundadır. Allahu a'lem.
Mest üzerine meshin ikinci şartı mesh edilecek ayakla meşgul olması, yani altının boş olmamasıdır. Çünkü boş yerini mesti ederse mesh yerini bulmamış olur. Meshin yeri ayağınüstüdür. Binaenaleyh altı boş olursa mest hadesin ayağa sirâyet etmesine mâni olamaz. Ama ayağını boş yere uzatır da üzerine mesh ederse câiz olur. Nitekim Hulâsa'da da böyle denilmiştir. Orada şu da vardır: Ayağını boş yerden çekerse meshi tekrarlar. Bunu. Tecnîs sahibi Ebû Âli Dekkak'tan nakletmiştir. Sonra: «Ama bu söz götürür.» demiş; fakat ne suretle olduğunu anlatmamıştır.
Halebî diyor ki: «Üstadımız Seyyidî (R.) bunun ne suretle olduğunu şöyle anlatmıştır: Söz götürmesi şudur: Ulema (meshin bozulması için) ayağın ekserisinin mesh edilebilecek yerden çıkmasını itibara almışlardır. Burada ise mesh ettiği yerden çıksa da mesh edilmesi mümkün olan yerden çıkmamıştır.»
Mestin yukarısından ayağın görülmesi zarar etmez. Şârih bunu birinci şartta söylese daha iyi olurdu. Nitekim Dürerü'l-Bihâr ile Nûru'l-İzâh'da böyle yapılmıştır. Tâ ki murad, topukların üstten değil, etraftan örtülmesi olduğuna işaret sayılsın, Buna tenbihte bulunması, mesetede İmam Ahmed muhâlif olduğu içindir. Dürer'ül-Bihâr'da: «İmam Ahmed'e göre mest geniş olur da topuklar görünürse mesh câiz değildir.» denilmektedir.
Mutad yürüyüşten maksad; fazla süratli ve fazla yavaş gitmeyip orta hızla yürümektir. Ulemanın namazı kasır için tâyin edilen sefer mesafesi hakkında söyledikleri mutad yürüyüş de bunun gibidir. Evvelce geçtiği vecihle bir fersah, on iki bin adımdır. Sirâc'da el-İzâh'a nisbet edilerek mestin sefer mesafesi yere gidilecek şekilde dayanıklı olması kaydedilmiştir. Nikâye sahibi buna cezmen kâil olmuştur. Kuhistânî seferi şer'î sefer diye tefsir etmiştir ki, hatıra gelen de budur. Muhît'in sözü dahi buna delâlet eder. Fakat Hidâye hâşiyesinin sözü buna muhâliftir. Orada: «Mest bir fersah veya daha fazla yere gidilebilecek şekilde olmalıdır» denilmiştir.
Ben derim ki: Bu iki kavli iki ayrı hale hamletmek mümkündür. Evinde oturan hakkında fersah itibar edilir. Çünkü evinde olan kimse ödeten bir günle bir gecelik yoldan fazla yürümez. Yani ekseriyetle insanların hâcetleri için yürüdükleri yol bu mikdarı geçmez. Sefer halinde ise sefer mesafesi itibar olunur. Şâfiîlerin itibara aldıkları mesafe de buna yakındır. Onlar evinde olan için mestin bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gece yürüyüşe dayanıklı olmasını şart koşmuş; bunu meshin müddetine kıyas etmişlerdir. Lâkin şöyle denilebilir:
Bu mestin mukîm (evinde olan) için elverişli olduğu anlaşılınca sefer haline bakılmamıştır. Zira yolcu ekseriyetle vasıta üzerinde bulunur. Onun yürüyüşü ekseriya bir fersahı geçmez. En iyisi her ikisi hakkında da bir fersah itibara almaktır. Bu takdirde «sefer mesafesidir» diyenlerin sözü lügaten sefer mânâsına alınır. Şer'î sefer mânasına alınmaz. Nitekim Kuhistânî'nin yukarıdaki sözü de buna işaret eder. Teemmül et!
T E N B İ H : - UIemanın «yürümeye elverişli» sözlerinden anlaşılan mânâ. mestin bizzat yani üzerine ayakkabı giymeden yürümeye elverişli olmasıdır. Çünkü bazen mestin attı incelir, fakat ayakkabı içinde onuncu günlerce yürünebilir. Böyle bir mestle ayakkabısız yürünse bir fersahda meshe mâni olacak kadar yeri yırtılır. Binaenaleyh mest giyen kimsenin buna dikkat etmesi ve zann-ıgâlibine göre amel etmesi lazımdır. Bu meselede zamanımız ulemasından bazıları arasında münakaşa olmuştur.
Zâhir olan mânâ benim arzettiğimdir. İhtiyât olan da odur. Benim için bu mânâ, gördüğüm bir rüya ile te'yid edilmiştir. Ben burasını yazdıktan birkaç gün sonra rüyamda Peygamber (s.a.v.)i gördüm, Kendisine bu meseleyi sordum: «Mestin üç parmak mikdarı incelirse meshe mânidir.» buyurdular. Bu rüya (1234) yılının zilkade'sinde görülmüştü.
Hamd Allah'a mahsustur. Sonra Şâfiîlerin kitablarında bunun sarahaten beyan edildiğini gördüm. Camdan, odundan ve demirden yapılan mest üzerine mesh câiz olmadığı gibi, ayak üzerine sarılan hafif beze de mesh edilemez. Zira onunla sefer mesafesi yürünemez. Bunu Sirâc sahibi el-İzah'tan nakletmiştir.
METİN
Mest üzerine mesh, câizdir. Ama ayakları yıkamak daha faziletlidir. Meğer ki töhmetten dolayı yapıla. Bu takdirde mesh efdaldir. Hatta yanında ancak mesh ederek abdest almaya yetecek kadar suyu bulunan veya vaktin geçeceğinden yahut Arafât'ta vakfe zamanının geçeceğinden korkan kimsenin mestleri üzerine mesh etmesi vâcib olmak gerekir. Bunu Bahr sahibi beyan etmiştir. Kuhistânî'de şöyle deniliyor: «Mest üzerine mesh, azimeti iskat eden bir ruhsattır. Bundan dolayıdır ki, bir kimse ayağını yıkamak niyetiyle mestinin içine su dökse günâhkâr olması icab eder.»
İZAH
Ayakları yıkamanın daha faziletli olması şöyle izah edilir: Mesh daha faziletli olsa idi müstehabtır, denilmesi münâsib olurdu. Musannıfın böyle demeyip «câizdir» ifâdesini kullanması gösteriyor ki yıkamak mestten efdaldir. Çünkü yıkamak bedene daha meşakkatli gelir. (Meşakkatli ibâdet ise daha makbuldür.)
Töhmetten murad: Başkalarının, bu adam mest üzerine meshi câiz görmüyor; demelerinden korkmaktır. Böyle bir ithamı kendinden defetmek için mesh etmek efdaldir. Çünkü Rafızîlerle Haricîler mest üzerine meshi meşru saymazlar. Onlar çıplak ayak üzerine meshi meşru görürler. Binaenaleyh bir kimse mestleri üzerine mesh ederse töhmet kalkar; ayaklarını yıkamakla töhmet kalkmaz. Zira Rafızîler de bazen takva niyetiyle ayaklarını yıkar; bunu meshin bedeli sayarlar. Böylece hal şübheye müncer olur ve o kimse itham edilir. Bunu Halebî söylemiştir: Şârihin: «Bu takdirde mesh daha faziletlidir.» sözünü Kuhistânî Kirmanî'den nakletmiş. Sonra şunları söylemiştir:
«Lâkin Muzmerât» ve diğer kitablarda yıkamanın efdal olduğu bildirilmiştir ki, sahih olan da budur. Nitekim Zâhidî'de dahi böyledir.» el-Bahr'da Tevşîh'ten naklen: «Bizim mezhebimiz budur. Şâfiî ile Mâlik de buna kâildirler. Ulemamızdan Rusteğfenî meshin efdal olduğunu söylemiştir. İmam Ahmed'den nakledilen iki rivâyetin esah olanı da budur. Bu, ya töhmeti def yahut cer kıraatiyle amel içindir.» denilmiştir. Tamamı Bahr'dadır. Şârihin «Hatta yanında...» diye başlayarak anlattığı meseleyi Bahr sahibi Şâfiî kitablarından nakletmiş; sonra: «Bizim kâidelerimiz de buna aykırı değildir.» yıkayamaz. Hatta özenerek mestlerini çıkarmadan yıkamaya çalışsa günâhkâr olur; velev ki yıkama yerini tutsun. Mestlerini çıkarıp ruhsat kalktıktan sonra ayaklarını yıkamak meşru otur; sevâb da kazanır.» demiştir. Burhan Halebî Münye şerhinde İmam Zeylaî tarafını tutmuş: Fethü'l-Kadîr'le Dürer'deki beyânâta cevap vermiştir...
Hâsılı Zeylaî'nin umumiyetle kitablardakine tâbi olarak söylediği fer'î mesele makbuldür. Şârihin de meshi bozan şeyler meyanında beyan edeceği vecihle onu birçok ulema sahih bulmuşlardır. Fethü'l-Kadîr'de zikredilen sahih olamama meselesi Zahidî ve başkalarının naklettiklerine uygundur. Sirâc sahibi de onu muvafık görmüş, musannıf dahi az ilerde aynı aynı yoldan yürümüştür. Ondan biz de söz edeceğiz. Anla!
M E T İ N :
Mesh meşhur sünnetle meşru olmuştur. Binaenaleyh onu inkâr eden bid'atçı, ikinci re'ye göre kafir olur. et-Tûhfe nâm eserde meshin icma' ile hatta tevatürle sabit olduğu bildirilmiştir. Râvileri seksenden fazla olup içlerinde cennetle müjdelenen on sahabî de vardır. Bunu Kuhistânî beyan etmiştir. Bazıları meshin kitabla sâbit olduğunu söylemişlerse de bu kavil reddedilerek: «Mesh, bil'icma topuklarla sınırlanmamıştır; âyetteki cer kıraatı civar dolayısıyledir.» denilmiştir.
Mesh cünüb ve hayızlı kimselere değil, abdestsiz olanlara câizdir. Bundan anlaşıldığına göre abdestini tazeleyene de câiz olmaz. Meğer ki abdest tazeleyen kimseye bundan dolayı sevâb verildiğine göre o da abdestsizmiş gibi olur denile. Menfinin tasviri lâzım gelmez. Burada; şer'î nefi aklî isbata muhtaçtır denilmiştir. Sonra «cünüb kimseye değil» tâbirinin zâhir mânâsına bakılırsa cuma ve emsali için yıkanan kimseye de mesh câizdir. Halbuki Mebsût'ta beyan olunduğuna göre öyle değildir. Ama onun hükmüne katılması da uzak görülmez. En iyisi «Yıkanan kimseye değil, abdest alana câizdir.» demektir.
İZAH
Sünnet lügatta : Yol ve âdet mânâlarına gelir.
Istılahan : İbâdetlerde nâfile, delillerde -ki burada murad onlardır- Peygamber (s.a.v.)'den kavlen veya fiilen yahut gördüğü bir şeyi takrir sureti ile rivayet olunan şeylerdir. Mesh, kavlen ve fiilen rivâyet olunmuştur. Usuli hadîs ilmine göre meşhur râvilerin her tabakasında ikiden fazla kimselerin rivâyet ettiği, fakat tevatür derecesine ulaşmayan hadîstir.
Usul-i fıkıh ilmine göre ise; birinci asırda yani sahabe devrinde haberi vâhid iken sonraki asırlarda yalan üzerine ittifakları düşünülemeyen bir cemaat tarafından nakledilen hadîstir. Birinci asırda da böyle bir cemaat tarafından rivâyet olunursa o hadîs mütevatirdir. Birinci ve ikinci asırlarda da bu şekilde rivâyet edilmezse haber-i vahiddir. Bundan anlaşılır ki usul ulemasına göre meşhur, haber-i vâhidlerle mütevatirleri taksim eden bir asıldır.
Hadîs ulemasına göre ise haber-i vâhidlerin bir kısmıdır ve tevatür derecesine varmayan hadîstir. İnkârcısının bid'atcı mı yoksa kâfir mi sayılacağı hususunda ihtilâf edilen meşhur usulcülerin ıstılahına göre olan meşhurdur. Hadis ulemasına göre olan değildir. Anla!
«İkinci reye göre kâfir olur.» ifadesinden murad; meşhur, tevatürün bir kısmı sayıldığına göredir. Lâkin et-Tahrir'de: «Hak şudur ki, meşhurun aslı haber-i vâhid olduğu için onu inkâr eden bilittifak tekfir edilemez. Onu inkâr -Peygamber (s.a.v.)'i yalanlamak' değil-, müctehidlere hata isnât olduğu için dalâlettir.» denilmiştir.
Tuhfe; İmam Muhammed Semerkandî'nin eseridir. Bu eseri tilmizi (ve damadı) Kâşânî muazzam bir şekilde şerh etmiş ve Bedâyi' adını vermiştir. Tûhfe'de meshin icmai ümmetle sâbit olduğu bildirilmiştir. Râfizîlerin muhalefetine itibar yoktur. Gerçi sahabeden İbni Abbas, Ebû Hüreyre ve Âişe (r.a.) (bir müddet) meshe kâil olmamışlarsa da sonra bundan döndükleri sahih rivâyetle nakledilmiştir. Bunu Halebî bildiriyor. Tûhfe'nin ibâresinde meshin tevatürle sâbit olduğu kaydı yoktur. Bunu Kuhistânî İbni Hacer'e nisbet etmiştir. Sonra anlaşılıyor ki, bu sözü mezkûr sayının yakın ve ilim zaruri ifade ettiğine, yalan töhmeti tamamen ortadan kaldırdığına binaen söylemiştir. Galiba İmam A'zam onun bu mânâyı ifade ettiğine tevakkuf etmiş; yahut ona göre mezkûr sayı sübût bulmamıştır. Onun için de: «Mestler üzerine meshi meşru' görmeyenin küfründen korkarım. Zira onun hakkında vârid olan eserler tevatür derecesindedir.» demiştir.
Bazıları meshin kitabla sâbit olduğunu söylemişlerdir. Bunlar âyetteki Ercüleküm kelimesinin mecrur (esere) kıraatiyle istidlâl etmişlerdir. Bu takdirde kelime mesh edilen baş üzerine âtıf edildiğinden ondan da mesh mânâsı anlaşılır. Böylelikle nasb (üstün) kıraatiyle ikisinin arası bulunmuş olur. Nasb kıraatinde bu kelime yıkanan uzuvlar üzerine âtıf edilmiştir ve ayakların da yıkanacağını ifade eder. (Yani iki kıraata göre iki değişik mânâ hâsıl olur. Cer kıraatına göre abdest âyetinin mânâsı: «Ey imân edenler! Namaza kalkacağınız vakit yüzlerinizi ve dirseklerinizle beraber ellerinizi yıkayın! Başlarınıza ve topuklarınızla beraber ayaklarınıza da mesh edin.» şeklindedir.
Nasb kıraatına göre ise: «Ey imân edenler! Namaza kalkacağınız vakit yüzlerinizi ve dirseklerinizle beraber ellerinizi yıkayın: Başlarınıza mesh edin. Ayaklarınızı da topuklarınızla beraber yıkayın!» demek olur). Fakat metinde bildirildiği vecihle bu kavil reddedilmiştir. Zira âyetteki cer kırâatı civar dolayısiyledir. (Yani üst tarafındaki «biruûsiküm» kelimesi cerle okunduğu için «ercüliküm» kelimesi de cerle okunmuştur. Buna nahiv ilminde cerr-i cevarî derler). Bu câizdir ve gerek Kur'an-ı Kerîm'de gerekse Arap şiirlerinde örnekleri çoktur. Ama kelime mânâ itibariyle yine mansublar (yani yıkanan uzuvlar) üzerine mâtuftur. Burada nasib bırakılarak cerre dönülmesi ayakları yıkarken iktisada riayet edilmesi lâzım geldiğinde, onları meshe benzer şekilde hafif yıkamak gerektiğine tenbih içindir. Nitekim Dürer ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. «Bundan anlaşıldığına göre abdestini tâzeleyene de câiz olmaz.» ifadesi ve cevabı Kuhistânî'ye aiddir.
Ben derim ki: Şöyle denilebilir: Abdest tazeleyene meshin câiz olması evleviyetle anlaşılır. Çünkü hakikî hadesi gideren şeyle abdestin yenilenmesi evleviyetle hâsıl olur. Şu da var ki, musannıfın: «cünüb kimselere değil» sözü, mukabele (karşılaştırma) suretiyle abdestsiz kelimesinin yalnız cünübden ihtiraz olduğunu gösterir. Teemmül et!
«Menfinin tasviri lâzım gelmez.» ifadesinden murad; onu zihinde canlandırmak için suretgöstermeye lüzum yoktur, demektir. «Şer'î nefi, aklî isbata muhtaçtır.» ifadesi de Kuhistânî'nindir. Bu cümle şöyle izah olunur: Şeriattan alınan şer'î nefi (yani red) aklen nefi edilen şeyin tasavvuru mümkün olmasına bağlıdır. Böyle olmazsa şeriattan alınmış olmaz, akıldan alınmış olur. Meselâ; hareketle sükûn bir arada bulunamaz, dersek buradaki nefi aklidir. Ulema şer'î nefi için birtakım suretler göstermişlerdir ki, bazıları şunlardır:
Cünüb bir kimse teyemmüm eder de mestlerini giyer, sonra abdestini bozarak yalnız abdestine yetecek kadar su bulursa mestleri üzerine mesh edemez. Çünkü cünüblük ayaklarına sirayet etmiştir. Teyemmüm kâmil taharet değildir. Hayızlı kadının kanı kesilirse o da bunun gibidir. Müctebâ sahibi buna itiraz ederek: «Bu söylenen doğru değildir. Çünkü esah kavle göre cünüblük avdet etmez.» demiştir.
Ben derim ki: Cünüblük ne abdest uzuvlarına avdet eder, ne de diğer a'zâya. Çünkü o şahıs yetecek kadar su bulmamıştır. Cünüblük parçalanmayı kabul etmez. O kimse hakikatta cünüb değil, abdestsizdir. Bizim sözümüz bunda değildir. Binaenaleyh Bahr sahibinin: «Bu adam suyu görmekle tekrar cünüblüğe avdet etmiştir.» diyerek Müctebâ'ya tiirazda bulunması vârid değildir. Bu meydandadır. Doğrusu Müctebâ'nın tasvir ettiğidir. Yani abdest alır da mestlerini giyer, sonra cünüb olursa mestlerini topuklarının üzerinden bağlayarak yıkanamaz; mestlerinin üzerine mesh edemez, yahut ayaklarını yüksek bir şey üstüne koyarak yıkanamaz; mesh edemez. Hayızlı da bunun gibidir. Lâkin bu mesele ancak İmam Ebû Yusuf'un kavline göre tasavvur olunabilir. Ona göre hayzın en az müddeti iki bütün günle üçüncü günün ekserisidir. Kadın yolcu olup sefere çıkarken abdest alır da mestlerini giyer, sonra bu miktar hayız görürse hayız müddetinden beş saat kadar bir zamanı kalır ki, bu zaman içinde mesh etmesi câiz değildir. Tarafeyn'in kavline göre ise tasavvur edilemez. Çünkü anlara göre hayız müddetinin en azı üç gündür. Bu müddet zarfında meshin müddeti geçer.
Nitekim bunu Müctebâ sahibi izah etmiş, fakat nifaslıyı zikretmemiştir. Bahr'da beyan edildiğine göre nifaslının şekli şöyledir:
Mestlerini temiz iken giyer, sonra nifasını görür ve yolcu ise üç günden önce. mukîm ise bir gün bir geceden önce kanı kesilir.
«Cünüb kimseye değil, tâbirinin zâhirine bakılırsa ilah...» ibâresi Kuhistâni'nindir. Kuhistâni: «Mebsût'taki beyana göre câiz olmaması icabeder.» demiştir ki, şunu ifade eder: «Mebsût'ta bu mesele «cezm» sîgası ile değil de «gerekir» sözü ile zikredilmiştir. Onun için de şârih: Ama onun hükmüne katılması da uzak gördüğümüz» diyerek takviyede bulunmuştur. Aksi takdirde buna hâcet kalmazdı.
«Ama onun hükmüne katılması da uzak görülmez» cümlesinden murad: cuma için yıkanmak cünüblük sebebiyle yıkanma hükmünde sayılabilir; demektir. Yani «Mebsût'un sözü ihtimalden uzak değildir. Bunun izahı şudur: Sünnet vechiyle yıkanmanın hakikatı da odur. Yani bedenin yıkanması mümkün olan her yerini yıkamaktır. Binaenaleyh «cünüb kimseye değil» ifadesi gusülde meshin meşru olmadığını beyandır. Guslün cünüblükteki veya başka bir sebebten yapılması farketmez. Nitekim hadesli kimseye meshin meşru olması da abdestte meşru olduğunu isbat eder. Abdestin hadesten veya başka bir sebebten dolayı alınması fark etmez. Zira bunların her biri hakkında gerek erkân, gerekse sünnetleri yönünden abdestin hakikatı birdir. Bunu gusül bâbında söylemiştik.
«En iyisi, yıkanan kimseye değil, abdest alana câizdir, demektir.» Yani musannıf böyle demeli idi. Tâ ki abdest sözü abdest tazeleyene, yıkanan sözü de cuma ve bayram için yapılan gusüllere ibârede te'vile hâcet kalmaksızın şâmil olsun.
METİN
Sünnet vechiyle mesh biraz açık olan parmaklariyle ayak parmaklarından başlayarak baldırların başına doğru çizgi çekmekle yapılır. Meshin yeri, mestlerinin üzeridir ve parmaklarının uçlarından boşlayarak potin bağlanan yere kadar devam eder. Mestlerin üstünü ve temiz olan altlarını beraberce mesh etmek müstehabtır. Bir kimse mest veya sargı üzerine giyse bile çamurluklarının üstüne mesh edebilir. Fetâvâyı Şaziye'de bildirilene itibar yoktur. Çünkü bu zat meçhüldür. Nakillere muhâlif sözlerinde ona tabi olunamaz.
İZAH
Şârih «sünnet vechile» diyerek çizgileri belirtmenin şart olmadığını anlatmak istemiştir. Zahir rivâyet de budur. Meshi bu şekilde yapmak onun sünnetinin şartıdır. Kâdihân'ın Câmi-i Sağir şerhinde beyan ettiği vecihle mesh şöyle yapılır: Mesh edecek kimse sağ elinin parmaklarını sağ ayağının, sol elinin parmaklarını da sol ayağındaki mestin parmak uçları üzerine koyar, parmaklar yerleştikten sonra onları topukların üzerindeki baldır kemiğinin başına varıncaya kadar çeker. Çünkü topukları yıkamak farzda dahil olunca sünnet üzere yapılan meshde de dahildir. Parmakları ile birlikte avuçlarını da yatırırsa daha iyi olur. İmam Muhammed'den böyle rivâyet olunmuştur. Bunu Bahr sahibi beyan ediyor.
Ben derim ki: Bundan anlaşılan mânâ meshde sağdan başlamanın sünnet olmamasıdır. Nitekim kulakları mesh meselesinde de böyledir. Hilye'de bildirildiğine göre meshin müstehab şekli elin dışı ile değil, içi ile yapmaktır.
Şârihin «meshin yeri» sözünü metne ilave etmesi bunun şart olduğu bilinsin diyedir. Musannıf meshin yerini «mestlerinin üzeri» diye kayıdlamıştır. Çünkü mestin altına, ökçesine ve koncuna mesh câiz değildir. Bunu Dürer sahibi söylemiştir.
«Parmaklarının uçlarından...» denildiğine göre meshin mahallinde parmakların dahil olduğu anlaşılıyor. Hatta bir kimse parmaklarının üzerine mesh etse farz mikdarını bulduğu takdirde sahih olur. Bahr sahibi, Kenz ve diğer metinlerle şerhlerde anlatılanın da bu olduğunu söylemiştir. Ekseriyetle fetva kitablarında ise câiz olmadığı bildirilmiştir. Çünkü ulema: «Mestiin tefsiri, parmak kenarlarından baldıra kadar ayaklarının üzerine mesh etmektir.» demişlerdir. Bu gösterir ki meshin yeri hususun da parmakların dahli yoktur. Hâniyye sahibi bunu açıklamıştır. Dikkatli olunsun!
Nehir sahibi buna şöyle itiraz etmiştir: «Fetva kitablarındaki beyanat parmakların dahil olduğunu gösterir. Çünkü parmak kenarları onların sonları yani uçlarıdır. Mübtega'nın sözü de buna uymaktadır. Orada: Parmakların uçlarından potin bağının yerine kadar ayağın üzeridir, denilmiştir».
Ben derim ki: Nehir'deki beyanat Hilye sahibinin fetva kitablarından anladığının aynıdır. Hilye sahibi şöyle demiştir: «Parmak uçları ile parmak kenarlarının arcısı tâbirleri mânâ itibariyle birdir. Zira parmak kenarları parmak uçlarıdır. Evet, Zahire'de: «Mestler üzerine meshin tefsiri, parmaklarla baldır orasında ayaklarının üzerine mesh etmesidir; denilmiştir. İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den rivâyetin'e göre mesh, parmakların kenarlarından baldıra doğru ayakların üzerine yapılır.» Şu halde Zahîre sahibini evvelâ bildirdiğine göre parmaklar meshin yerinde dahil değildir. Tahâvî şerhindeki: «Parmak yerlerini mesh ederse câiz olmaz. » sözü, buna göre söylenmiştir. Hâniyye sahibi bunu açık söylemiştir. İmam Hasan'ın rivâyetine göre ise dahildir. Bu kavlin evlâ olduğu anlaşılıyor. Taberâni'nin «el'Vusta» nâm eserinde Hazreti Câbir'den rivâyet ettiği hadîs de buna şâhiddir. Mezkûr hadîste; «Peygamber (s.a.v.) mestlerinin ön tarafına baldır kemiğinin başına kadar bir defa mesh etti. Parmaklarını da araladı.» denilmektedir. Fetva sahibleri bu sebebten bu rivâyeti tutmuşlardır.
Ben derim ki: Hâsılı bu meselede rivâyet ihtilafı vardır. Metin ve şerhlerin ve kezâ ekseri fetva kitablarının ifadesine göre parmak mesh yerinde dahil olunca onlara itimad evladır. Onun için şârih, Nehir ve Hilye sahiblerine uyarak bu kavli ihtiyar etmiştir. Anla!
Potin bağlanan yerden murad: Ayağın üstünde ve ortasındaki mafsaldır. Buna topuk da denir. «Meshin yeri parmakların uçlarından başlayarak potin bağlanan yere kadardır.» sözü meshin farz olan yerini beyandır. Yoksa sünneti, boyan ettiğimiz gibi baldıra kadar varmaktır. Binaenaleyh iki beyan arasında muhalefet yoktur. Bu açıktır. Anla!
Şârih Nehir sahibine uyarak: «Mestlerin üstünü ve temiz olan altlarını beraberce mesh etmek müstehabtır.» demiştir.
Ben derim ki: Benim gördüğüm iki Bedâyi' nüshasında bu söz Şafiî'den nakledilmiştir. Bedâyî'de şöyle deniliyor:
«Şafiî'den rivâyet olunduğuna göre bir kimse sadece mestin altına mesh etse câiz olmaz. Ona göre müstehab olan, hem üstüne hem altına mesh etmektir.» Buradaki gaib zamiri Şâfiî'ye râcidir. Tatarhâniyye'de de böyle olduğunu gördüm. Hilye sahibi diyor ki: «Bizim ulemamıza göre mezheb şudur: Mestin üstünden başka hiçbir yeri ne farz ne de sünnet mezheb şudur: Mestin üstünden başka hiçbir yeri ne farz ne de sünnet olarak meshe mahal değildir. İmam Ahmed'in kavli de budur. Şafiî üst ve altını mesh etmek sünnettir demiştir. Bahr sahibi şunu söylemiştir: Muhît'te beyan edildiğine göre mestin üstü ile beraber altına da mesh etmek sünnet değildir. Şâfiî buna muhâliftir. Zira sünnet farzları ikmal için meşrû olmuştur. İkmal ancak farz yerinde tahakkuk eder; başka yerde tahakkuk edemez. Başka yerde müstehab olduğu reddedilmiştir ki, murad olan da budur.» Bahr'in sözü burada biter. Yani Muhît'ten başka kitabta müstehab değildir, denilmiştir. Muhît sahibinin: «Sünnet değildir.» sözünden murad da budur. Mirâcü'd-Dirâye adlı eserde şöyle deniliyor:
«Şâfiî ile Mâlik'e göre sünnet, mestin üstüne ve altına mesh etmektir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in mestlerinin üstüne ve altına mesh ettiği rivâyet olunmuştur. Bize ve İmam Ahmed'e göre mestin alt kısmının meshde dahli yoktur. Zira Hazretî Ali (r.a.): «Din görüşle olsa idi mesh edilmek için mestin altı üstünden daha münâsib olurdu. Ben Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemi mestlerinin üzerine mesh ederken gördüm, demiştir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd, İmam Ahmed ve Tirmizi rivayet etmişlerdir. Tirmizi onun hakkında: «Hasen sahih bir hadîsdir» demiştir. İmam Şâfiî'nin rivâyet ettiği hadîs Şâz'dır. Bu hadîse muaraza edemez. Hem onu hadîs uleması zaif bulmuşlardır. Onun için, sâbit olsa müstehab mânâsına alınır, denilmiştir. Bazı ulemamızın: «Üst ve altına beraberce mesh edilir» dedikleri rivâyet olunmuştur. Anlaşılıyor ki ikisine birden mesh etmek müstehabtır sözü Nehir sahibinin naklettiği gibi mezheb değil, ulemamızdan bazılarına aiddir. Buna dikkat et! Hamd Allah'a mahsustur.
Şârihin «mest üzerine giyse bile» sözü çamurluklar yalnız başına giyilse de üzerlerine mesh câiz olduğunu ifade eder. Ama bu hüküm çamurluklar deriden yapıldığına göredir. Pamuk bezinden yapılırsa mest üzerine bile giyilse mesh câiz değildir. Meğer ki meshin ıslaklığı meste geçmiş ola. Sonra bunlara meshin şartı yalnız giyilmiş olsalar üzerlerine meshin câiz olmasıdır. Mânî derecede yırtıkları bulunursa üzerlerine mesh câiz değildir. Bunu Sirâc sahibi söylemiştir. Mestler üzerine mesh etmeden ve abdest bozmadan giyilmiş olmaları da şarttır. Bir kimse mestleri üzerine mesh eder yahut mestlerini giydikten sonra abdest bozar da sonra çamurluklarını giyerse üzerlerine mesh etmesi biittifak câiz olmaz. Çünkü bu takdirde çamurluklar meste tâbi sayılamazlar. Bu şartı Sirâc, Mecma' şerhleri, Münyetü'l-Musallî ve başkaları açıklamışlardır. Bunun muktezası şudur:
Bir kimse abdest alarak mestlerini giyer de sonra abdest bozmadan abdestini tazeler ve mestleri üzerine mesh ettikten sonra çamurluklarını giyerse mesh etmesi câiz değildir. Zira hüküm mestte karar kılmıştır. Artık çamurluk ona tâbi olamaz. Şu da var ki, Bahr'da beyan edildiğine göre mezhebimizce mest üzerine mest giymek sair hükümleri hususunda çamurluk gibidir. Sargı, ister mestin altında ayağa sarılı, ister dikilmiş de giyilmiş olsun üzerindeki çamurluğa mesh edilebilir. Nitekim bunu Münye şârihi de beyan etmiştir.
Şâzi kelimesinin nüshalarda gördüğüm şekli buradaki gibidir. Lâkin Hazâinü'l-Esrar'da şârihin el yazısiyle bunun Şâdi olduğunu gördüm. Sonra bu fetevâda bildirilen şeyler Mecma' şerhinde ondan nakledilen tafsilattır ki, şundan ibarettir: Sırf pamuk bezinden yapılıp mestin altına giyilen sargı mest üzerine meshe mânidir. Çünkü ayrıdır. Ayağa sarılan bez parçası ise mâni değildir. Çünkü o giymek için maksud değildir. Buna red cevabı hususunda Münye şerhinde. Dürer ve Bahr'da uzun ifadeler vardır. Zira Rumeli fukahâsı bununla amel etmişlerdir.
Halebî diyor ki: «Sultan Selim Han bu meseleyi Yakup Paşa'ya sormuş, o da meselenin tahkikine ehemmiyet vererek câiz olduğunu bildiren bir cüz'ü eser yazmıştır.»
Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Zâhir rivayet budur. İmam Hasan'ın rivâyetine göre sadece mestin üzerine mesh eder. Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre ise öteki botu da çıkararak mestleri üzerine mesh eder. Bunu Hâniyye kaydetmiştir.
Ellerini botlarının altına sokarak mestlerine meshin câiz olmaması botlarda meshe mâni yırtık olmadığına göredir. Yırtık olursa Mübtegâ'da: «Mestin veya kaluşun üzerine mesh câizdir.» deniliyor. Lâkin Hilye'de ve ona uyarak Bahr'da beyan edildiğine göre bu mesele incelenerek: «Ancak mestin üzerine câiz olması gerekir. Çünkü meshe mâni yırtığı bulunan botun varlığı yokluğu müsavîdir. Binaenaleyh vazife meste kalmıştır. Ondan başkasına mesh câiz olamaz.» denilmiştir.
Yukarıda arzettiğimiz vecihle Sirâc sahibi de bunu tasrih etmiştir. Altına yeniden pençe vurulan çorap ayakkabı gibidir. Zâhir rivâyet budur. İmam Hasan'ın rivayetine göre ise pençeli çorap topuğa kadar deri kaplanandır. Bunu İbni Kemal beyan etmiştir. Kitabımızdaki deri kaplı çoraptan murad, altı üstü deri ile kaplanmış olandır.
T E N B İ H: Musannıfın beyan ettiği pençeli ve deri kaplı çorapların üzerine meshin câiz olması ile İmameyn'e göredir. İmam A'zam'ın da bu kavle döndüğü rivâyet olunur. Fetva buna göredir. Bahr sahibinin beyanına göre Hidâye ve diğer kitabların ekserisinde böyle denilmiştir. Şu da var ki: Ehî Çelebi'nin Sadru'ş-Şeria üzerine yazdığı derkenarda: «Çorapları kalın diye kayıdlamak kalın olmayanları pençeli olsalar bile hükümden çıkarır. Bundan kimse bahis etmemiştir. Bence bu işin hülâsası şudur: İnce çorabın yalnız altına deri pençe vurulursa yahut altı ile parmak yerlerine vurulur da farz yeri olan ayağın üstü tamamiyle deriden hâli kalırsa üzerine mesh câiz değildir. Çünkü İmameyn'le İmam A'zam arasındaki ihtilâfın menşei, İmameyn'in sadece kalınlıkla yetinmeleri, İmam A'zam'ın bununla yetinmeyip kalınlıkla beraber pençe veya deri kaplamanın mutlaka lâzım olmasıdır.» denilmektedir. Ehî Çelebî bu hususta sözü hayli uzatmıştır.
Ben derim ki: Hayır, bu hüküm musannıfın, kezâ Kenz'in ve başkalarının: «Deri kaplı, pençeli ve kalın çorapların üzerine mesh câizdir.» sözlerinden alınmıştır. Zira bu sözün ifade ettiği mânâ deri kaplı çorabın kalın olmakla kayıdlanmamasıdır.
Müriye şerhinden naklen yukarıda arzetmiştik ki, bazı kimselerin iddiaları hilâfına derinin bütün ayağı saran çorabı kaplaması şart değildir. Yine Münye şerhinde bildirildiği göre Hulâsa sahibi, pamuk bezinden yapılan deri kaplı çoraplara meshin câiz olduğunu açıkça söylemiştir.
Bundan ve daha öncekilerden şu mânâ çıkar: Meshin yeri olan ayağın üstü altı ile birlikte deri kaplı olursa üzerine mesh câizdir. Nitekim bunu Seyyidî Abdülganî'den naklen kaytanla dikilen Hanefî mesti meselesinde söylemiştik. Ulemanın çorabın bacakta kendiliğinden durmasını şart koşmaları buna zarar etmez. Çünkü o şart deri kaplanmayan ve pençe vurulmayan kalın çoraplara aiddir. Nitekim Nehir ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Başa yapılan meshte olduğu gibi burada da mesh bir defa yapılır. Tekrarı sünnet değildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
M ETİ N
Mestlerin hades zamanında tam abdestle giyilmiş bulunmaları lâzımdır. Bir kimse abdest bozar da mestleri üzerine mesh eder, yahut mesh etmeden botlarını giyerse onların üzerine mesh edemez. Tam abdest kaydiyle yıkanırken kuru kalan yer gibi hakikaten nâkıs ve teyemmüm gibi mânen nâkıs olan temizlik hariç kaldığı gibi, özürlü kimsenin temizliği de hariç kalır. Zira özürlü yalnız vakit içinde mesh eder. Meğer ki özrü kesilerek abdest almış da giymiş olsun. Bu takdirde sağlam kimse gibi olur. Abdestsiz bir kimse mestlerini giyer de suya dalar ve ayakları ıslandıktan sonra abdestini tamamlarsa, sonra abdestini bozduğunda mesh etmesi câizdir.
İZAH
Tam abdest kaydı ile şu da hariç kalır: Cünüb bir kimse abdest alarak mestlerini giyer de sonra abdestini bozar ve bedeninin kalan yerlerini yıkarsa mestleri üzerine mesh edemez. Sahih kavle göre mesh edemez. Çünkü hades varlığı yokluğu itibariyle parçalanmayı kabul etmez. Bu açıktır. Sahihin mukabili olan kavle göre de mesh edemez. Çünkü gusül tamam olmamıştır. İmamlarımızdan bu meseleye temas eden görmedim. Teemmül et! Ama bunu «kuru kalan yer gibi» sözünden evleviyetle anlarsın.
Kuru kalan yerden murad; mestlerini giymezden önce yıkanıp da su isabet etmeden kalan yerdir. «Teyemmüm gibi mânen nâkıs» ifadesinden murad dahi; mestlerini teyemmüm ettikten sonra giyer de sonra suyu bulursa mestlerinin üzerine mesh câiz olmaz; yıkaması icap eder; demektir. Özürlü kimsenin temizliği noksandır. Sonra bu temizlik dört şıktan hâli değildir. Ya abdest alıp mestlerini giyerken özür kesilmiştir; yahut her ikisinde (yani hem abdest alırken hem mestlerini giyerken) özür mevcuddur. Yahut abdest alırken kesilmiş, mestlerini giyerken mevcuddur veya bunun aksidir. Birinci şıkta o kimsenin hükmü sağlamlar gibidir. Çünkü mestlerini tam abdestle giymiştir. Bu, hadesin ayaklara sirayetine mânidir. Kalan üç surette yalnız vakit içinde mesh eder. Vakit çıkınca mestlerim çıkararak ayaklarını yıkar. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir. Lâkin şârih teyemmüm ile özürlünün temizliklerini noksan saymakta Zeylaî'ye tâbi olmuştur.
Nehir sahibi diyor ki: «Buna itiraz olunmuş ve şartları mevcud oldukça bunların ikisinde de noksanlık yoktur. Teyemmümlü ancak suyu gördükten sonra, özürlü de vakit çıktıktan sonra mesh edemezler.
Çünkü o zaman sabık hades ayakta kendini gösterir. Mesh ancak mesh edilene sirayet edeni giderir; ayağa sirayet edeni gidermez. Onun için özür sahibine vakit içinde meshi câiz görmüşüzdür. O da özründen başka bir sebeble abdesti bozularak abdest alması, özrünün abdest alırken ve mestlerini giyerken akması şartiyledir.
Mestlerin tam abdestle giyilmiş olmaları lâzımdır ki, abdest bozulduğu zaman üzerlerine mesh câiz olsun. Çünkü mest hadesin ayağa sirayet etmesine mâni olur. Binaenaleyh temizliğin tamam olup olmadığı mâni olma zamanında itibara alınır. Ayağa giydiği anda itibara alınmaz. Şâfii buna muhâliftir. Abdestsiz bir kimse mestlerini giyer de suya dalarak ayaklarını ıslatır ve sonra abdestini tamamlarsa abdestini bozduktan sonra mesh edebilir. Çünkü şart mevcuddur. Şart mestlerin hades zamanında tam abdestle giyilmiş bulunmalarıdır. (Bundan maksad abdest bozarken giymekdeğildir, ondan önce tam abdest alıp mestlerini giymiş bulunmaktır.) Ayaklarını yıkadıktan sonra mestlerini giyerek sonra abdestini tamamlasa yahut ayağının birini yıkayıp mestini giyse, sonra ayağını da yıkayarak mestini giyse, hüküm yine böyledir. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir. Ama abdest alır da su mest içindeki ayağa ulaşmadan abdestini bozarsa hüküm değişir. Bu surette Şâfiî'nin dediği gibi mesh edemez. Bu açıktır.
METİN
Meshin müddeti evinde olan için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Bu müddet abdest bozma zamanından başlar. Evinde olan kimse bazen altı vakit mesh eder.
Bazen dört vakitten fazlasına imkân bulamaz. Nitekim fecir doğmadan abdest alıp mestlerim giyer de fecir doğduktan sonra sabah namazını kılar ve teşehhütte abdesti bozulursa hüküm budur. Sarık, külah, peçe ve eldiven üzerine mesh câiz değildir. Çünkü bunlarda güçlük yoktur.
Meshin amel cihetinden farzı el parmaklarının küçükleriyle uzunluğuna ve genişliğine her ayakta üç parmak mikdarıdır. Bu mikdar mestte itibar edilmez. Binaenaleyh ulema meshde bir parmağı çekmeyi menetmişlerdir. Parmaklarının uçlariyle mesh eder de köklerini boş bırakırsa mesh câiz olmaz. Meğer ki parmaklarını koyarken mestin farz mikdarı ıslanmış olsun. Bunu musannıf söylemiş, sonra: «Zahîre'de su damlarsa câiz, damlamazsa câiz olmadığı bildirilmiştir.» demiştir. Bir kimsenin ayağı kesilirse ayağının üzerinde farz mikdarı yeri kaldığı takdirde üzerine mesh eder. Kalmamışsa ayağını yıkar. Nitekim ayağı topuğundan kesilen de yıkar. Yalnız bir ayağı mevcud olan kimse onun üzerine mesh eder. Gasp edilen mestin üzerine mesh câizdir. Hanbelîler buna muhâliftir. Nasılki gasp edilen ayağı yıkamak da bilittifak câizdir.
İZAH
Meshin müddeti abdest bozma zamanından başlar. İlk mesh ettiği zamandan başlamaz. Bir rivâyette İmam Ahmed'in kavli budur. Mestlerin giyildiği zamandan da başlamaz. Bu kavil de Hasan-ı Basrî'den rivâyet olunmuştur. Tamamı Bahr nâm eserdedir. Remlî'nin beyânına göre Bahr'ın sözü şöyledir: «Müddet, hades zamanının başından itibar olunur. Şâfiîlerin dediği gibi sonundan itibar edilmez. Bizim söylediğimiz daha muvafıktır. Çünkü mestin amel ettiği zamandır. Bizim mezhebimizde bu hususta hilâf olduğunu söyleyen görmedim». Şu halde bir kimsenin abdesti uyku ile bozulmuşsa meshin müddeti uyandıktan sonra değil, ilk uyuduğu andan başlar. Hatta bütün mesh müddetince uyur veya delirir yahut baygın bulunursa meshi bâtıl olur.
Evinde olan kimse bazen altı vakit mesh eder. Bu şöyle olur: Tam abdestle mestlerini giyer. Sonra ortalık aydınlanınca abdest bozar. Sonra abdest olarak mestleri üzerine mesh eder. Ve güneş doğmazdan az önce sabah namazını kılar. Ertesi gün sabah namazını fecir doğar doğmaz kılar. Bunu Halebî beyan etmiştir. el-Bahr'da bildirildiğine göre bazen yedi vakitte mesh eder. Yalnız bu, İmam A'zam'la İmameyn arasında ihtilâflıdır. Meselâ bir kimse öğleden sonra gölge iki mislini bulmadan birle iki misli arasında abdestini bozar ve birinci gün öğle namazını İmam A'zam'ın kavline göre gölge, eşyanın bir misli olduktan sonra, ikindiyi de iki misli olduktan sonra kılar, ikincigün öğleyi gölge bir misli olmadan kılar.
Birinci gün sabah namazının teşehhüdünde abdesti bozulan kimse ayağındaki mestlerle ikinci günün sabah namazını kılamaz. Çünkü ka'de halinde iken mesh müddeti sona ereceğinden namazı bâtıl olur. Nitekim onikilik meselesinde gelecektir.
Sarık, külah, peçe ve eldiven gibi şeylerin üzerine mesh câiz değildir. Çünkü bunları çıkarıp altlarını yıkamakta güçlük yoktur. Bir de bunlara meshin câiz olduğunu bildiren hadîs şâzdır. Abdest uzuvlarını yıkamayı ve başa meshi emreden kitabullaha onunla ziyade yapılamaz. Mest hakkındaki hadîs ise öyle değildir. İmam Muhammed Muvattâ' nâmındaki kitabında: «Duyduğumuza göre sarık üzerine mesh câizmiş: sonra terk edilmiş.» demiştir. Hilye'de böyle denilmiştir.
«Meshin amel cihetinden farzı» ifadesi ile itikad cihetinden değil denilmek istenmiştir. Abdest bahsinde izah ettiğimiz vecihle farz, biri itikadi diğeri amelî olmak üzere iki kısımdır. Bu ileride gelecektir.
«Musannıf üç parmak mikdarı» sözü ile parmakların değil, o mikdarın şart olduğuna işaret etmiştir. Bunu Şurunbulâliyye kaydediyor. Binaenaleyh mesh edilecek yere üç parmak mikdarı su ve yağmur isabet etse câiz olur. Keza bir kimse yağmurla ıslanmış çimende yürüse mesh namına kâfidir. Esah kavle göre çiğden ıslanan çimende yürümek de böyledir. Bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü Bahr nâm eserde bildirildiğine göre çiğ bir deniz hayvanının nefesidir, onu hava çekip alır.
Münye şerhinde de beyan edilmiştir ki, meshin farz olan mikdarı uzunluğuna ve genişliğine üç parmak mikdarıdır. Bahr sahibi Bedâyi'den naklen. Bir kimse üç parmağını yatırmayıp dik tutarak çekmeden mesh ederse ulemamızın ittifakiyle câiz olmaz.» demiştir. Üç parmak mikdarı her ayakta muteberdir. Dürer sahibi: «Bir kimse bir ayağının üzerine iki parmak mikdarı, diğerine beş parmak mikdarı mesh etse câiz olmaz.» diyor. Bu mikdarın mestte itibar edilmemesi, mesh geniş olur da boş kısmına mesh ederse câiz olmadığı içindir. Bunu evvelce görmüştük.
Ulema meshde bir parmağı çekmeyi men etmişlerdir. Yani bir parmağını mestin üzerinden çekerek üç parmak mikdarını mesh ederse câiz olmaz. Zâhirine bakılırsa velevki parmak ıslak olsun. Çünkü parmaktaki ıslaklık müsta'mel olur. Düşün!
Hilye'de beyan olunduğuna göre iki parmakla meshin hükmü de öyledir. Ama baş parmağı ile şehâdet parmağını açarak kullanır ve aralarındaki avuç kısmını batırır da mesh eder yahut her defasında ayrı ayrı ıslatmak şartiyle bir parmağı ile üç ayrı yere mesh ederse câiz olur. Çünkü bu, üç parmak yerini tutar. Kezâ bir parmağın dört kenarı ile mesh ederse sahih kavle göre câizdir. Zâhir olan bunun da dört yere yapılır diye kayıdlanması gerekir.
«Meğerki parmaklarını koyarken mestin farz mikdarı ıslanmış olsun.» ifadesi Münye'den alınmıştır. Zahidî: «Ben derim ki: yahut parmaklarını çekerken ıslaklık o yere inerse..» şeklinde izahta bulunmuştur. Hilye sahibi: «Damlar olmasından murad zâten budur.» diyor ve bununla şunuanlatmış oluyor: Şart ya zikredilen ıslaklık yahut damlamaktır.
Münye şerhinde: «Çünkü ıslaklık evvela mücerret isabet etmekle müstâ'mel olur. Sonra farz yerinde kullanılmakla ikinci defa müsta'mel olur. Ama damlarsa böyle değildir. Zira ikinci defa mesh ettiği damla birincinin aynı değildir. Sünneti ifâ meselesi de böyle değildir. Meselâ parmaklarını yatırır da çekerse damlamadığı halde câizdir. Çünkü farzda gösterilmeyen müsamaha nâfilede gösterilir. Nâfile, farzda tâbidir. Binaenaleyh meshde tekrarın meşru olmaması zaruretinden dolayı farzda tabean onun ıslaklığı ile sünnet edâ edilir. Meselenin tamamı Münye şerhindedir. Musannıfın kendi sözü ile Zahîre'den naklettiği ibare arasında zıddiyet yoktur. Çünkü şart iki şeyden biridir. Bunu gördün.
Esas, meshin müsta'mel ıslaklıkla yapılmamasıdır. Zahîre'de: «Su damlarsa câiz; damlamazsa câiz değildir.» denilerek tafsilâta gidilmiş; Hulâsa'da ise mutlak surette câiz olduğu bildirilmiş ise de tafsilâta gitmek evlâdır. Nitekim Hilye ile Bahr'da da böyle denilmiştir. Kesilen ayaktan farz mikdarı mesh edecek yer kalmamışsa yıkamakla mesh bir araya gelmemek için hem kesileni hem sağlamı yıkar. Ayağı topuktan kesilen kimse de öteki ayağını yıkar; üzerine mesh edemez. Yalnız bir ayağı mevcud yani bir ayağı topuktan yukarı kesilen kimse sağlam ayağına mesh edebilir. Zira burada yıkamakla mesh bir araya gelmez.
Şarih «gasp edilen mest» tâbiriyle haram olarak kullanılan mânâsını kasdetmiştir. Bu hususta çalınmış, gasp edilmiş veya aşırılmış olmanın bir farkı yoktur. Bunu Tahtâvî söylemiştir. «Gasb edilen ayak» tâbirinde de müsamaha vardır. Mesele şöyle tasvir olunur: Hırsızlık veya kısas sebebiyle ayağı kesilecek bir adam kaçar da o ayakla abdest almaya devam ederse abdesti câizdir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
METİN
Büyük yahut çok yırtık - ki ayak parmaklarının küçüklerinden tam olanlarının üç tanesi mikdarıdır - meshe mânidir. Kesilmiş parmaklar o şahsın dengi bir kimsenin parmaklariyle ölçülürler. Ancak yırtık mestin üzerinde başka bir mest veya bot bulunursa onun üzerine mesh edebilir. Fakat bu hüküm yırtığın parmaklarla ökçe üzerinde olmadığını ve altı göründüğüne göredir. Parmakların üzerinde olursa üç parmak nazarı itibara alınır. Velev ki parmaklar büyük olsun. Ökçenin üzerinde olursa, ekserisinin görünmesine itibar edilir. Mest sert olur da yürürken mâni mikdar görünmezse meshe mâni değildir. Velev ki çok olsun.
Nitekim yüzü yırtılır da astarı yırtılmazsa hüküm yine budur. Bir mestteki yırtıklar toplanır; iki mesttekiler toplanmaz. Bu da farz olan meshin görünen az yırtığın üzerine değil, bizzat mestin üzerine yapılması şartiyledir.
İZAH
Mestteki yırtıktan murad; topuktan aşağısında bulunandır. Topuktan yukarıdakine bakılmaz; o meshe mâni değildir. Bunu Zeylaî söylemiştir.
Büyük yırtık, uzunluğuna ve genişliğine üç parmak mikdarı olandır. Yani mestin üzerinden üç parmak uzunluğunda ve üç parmak genişliğinde deri parçası düşmüş olmalıdır. Yakup PaşaSadru'ş-Şeria üzerine yazdığı derkenarda böyle söylemiştir: Bellenmelidir. Nazarı itibara alınacak küçük parmaklar ayak parmaklarıdır. Bunu Hidâye ve diğer kitablar sahih bulmuşlardır. Küçük parmaklar ihtiyat için itibara alınmıştır. Bahr'da bildirildiğine göre İmam A'zam'dan el parmaklarının itibara alınacağı rivâyet olunmuştur. Musannıfın parmakları mutlak zikretmesi parmakların toplu şekilde mi yoksa açarak mı kullanılacağı hususunda ihtilaf bulunduğu içindir. Bunu Kuhistânî zikretmiştir. Parmaklar bütünüvle itibar edilecektir. Sahih olan budur. Serahsî, bunun hilâfını tercih etmiş ve «Sadece parmak uçlarının görünmesi meshe mânidir.» demiştir. Bunu Münye şerhi kaydediyor.
Parmak uçları, parmakların başlarıdır. Bu tâbir parmakların yırtıktan tamamiyle çıktığı, fakat yırtığın uzunluğuna ve genişliğine bu mikdarı bulmadığı hale de şâmildir. Kesilmiş parmaklar o şahsın dengi bir kimsenin parmaklarıyle ölçülürler. Dengi kaydını Nehir sahibi söylemiştir. Nehir sahibi bununla Bahr'ın sözünü reddetmiştir. Bahr'da kesilmiş parmakların - varsa - kendi parmaklarıyle ölçülmesi tercih edilmiş: «Çünkü başkasının parmakları büyüklük ve küçüklükte farklı olur.» denilmiştir. Buna mukabil Nehir sahibi şunları söylemiştir: «Zeylaî'nin birinci kavli öne alması, onun muteber olduğunu gösterir. Denklik itibara alındıktan sonra fark kalmaz. Bir de mevcud olanı itibara almak daha münasibtir. Halebî'nin beyanına göre Nehir sahibinin söyledikleri de düşünülünce Bahr'ın sözüne râci olur.
«Bu hüküm» yani üç küçük parmak mikdarı, yırtık parmakların üzerinde olmadığına göredir. Parmakların üzerinde ise parmakların kendileri itibara alınır. Çünkü her parmak kendi yerinde esastır; başkasiyle ölçülmez. Hatta baş parmakla yanındaki parmak açılsa da üç küçük parmak mikdarını bulsalar, mesh câiz olur. Fakat baş parmakla yanındaki iki parmak açılırsa mesh câiz değildir. Bunu Zeylaî, Dürer ve diğer kitablar beyan etmiş; Tetimme ve Bahr sahibleri de sahih olduğunu söylemişlerdir. Yırtık ökçenin üzerinde bulunursa ökçenin ekserisinin görünmesi nazar-ı itibara alınır. Bunu Kâdîhân ve başkaları da söylemişlerdir.
Yırtık ayağın altında olursa yine ekserisinin görünmesine bakılır. Nitekim el-İhtiyar'da da böyle denilmiş; Zeylaî ise bunu Gâye nâm eserden «demliyor» lafziyle (zaifliğine işaret ederek) nakletmiştir. Bahr sahibi diyor ki: «Fethül-Kadîr'den anlaşılan, mutlak surette üç parmağın itibar edilmesidir. Metinlerden anlaşılan da budur. Hatta ökçede de böyledir. Nitekim meydandadır. Serahsî de bunu tercih etmiştir. Bacağın ayak kısmı insanın topuktan aşağı üzerine bastığı uzuvdur. Ökçe ayağın arkasıdır. «Yürürken» tâbirinden murad; ayağını kaldırdığı zamandır. Nitekim el-Münyeü's-Sağîr şerhinde de böyle denilmiştir. Yere bastığı zaman da görünmemesi yahut kaldırdığı zaman görünmeyip bastığı zaman görünmesi hükmen müsavîdir. Ama her iki halde bunun aksi olursa (yani bastığında görünmez kaldırdığında görünürse) meshe mânidir. Bunu Halebî söylemiştir. Yürüyüş halinin nazar-ı itibara alınıp yere basmanın alınmaması mest yürümek için giyildiğindendir. Dürer'de de böyle denilmiştir. Mestin içinde deriden veya bezden dikişli astarıbulunursa yüz kısmındaki yırtık meshe mani olmaz. Bunu Zeylaî'den naklen bildirmiştik. Bir mestteki yırtıklar toplanarak hesap edilir. Fethü'l-Kadir'de bu mesele incelenerek toplanmayacağı tercih edilmiştir. Fethü'l-Kadir sahibi Kemâl bin Hümâm'ın Tilmizi de Hilye nâmındaki eserinde ona muvafakat ederek takviyede bulunmuştur. Çünkü İmam Ebû Yusuf'tan mutlak surette toplanmayacağı rivâyet olunmuştur. Bahr sahibi dahi bu kavli muvafık görmüştür. Lâkin daha önce toplanacağını bildiren kavlin mezhebde meşhur olduğunu söylemiştir.
Nehir sahibi: «Bütün metin ve şerhlerin bunda ittifak etmeleri tercih edildiğini gösterir.» diyor.
İki mestteki yırtıklar toplanmaz. Yani mestlerin her birinde meshe mâni olmayacak ufak tefek yırtıklar bulunursa bunlar toplandığında mâni olacak mikdarı bulsalar bile mâni teşkil etmezler; mesh sahihtir. Bunu Halebi bildirmiştir. Yalnız meshin yırtık yere değil, bizzat mestin farz mikdarı yerine yapılması şarttır. Farz mikdarı mesh, üç parmaktır. Çünkü mesh ancak mest üzerine yapılmak icab eder, Ayağa mesh câiz değildir. Gerçi şârih yukarıda: «Meshin farzı her ayakta üç parmak mikdarıdır; bu mikdar mestte itibar edilmez.» demişti. Fakat bu söz ona aykırı değildir. Zira oradaki sözün mânâsı; mesh mutlaka mestin ayağı dolduran yerine yapılacaktır. Ayağın ermediği boş yerine câiz olmaz demektir.
METİN
Şimdiki ve gelecekteki meshe mâni yırtıkların toplanacak en az mikdarı çuvaldız girecek kadar olanıdır. Daha azı toplanmaz; bunlar dikiş yerleri hükmündedir. Kuhistânî'nin beyânına göre geçen yırtıklar dahi meshi bozar.
Ben derim ki: Yukarıda geçtiği vecihle teyemmümü bozan şeyler de hem meshe mâni hem meshi bozarlar. Nasılki pislik ve avret yerinin açılması da öyledir. Hatta namazın başlamasına mânidir. Nitekim ileride gelecektir. Bu bellenmelidir. Fakat dağınık pislikler, avret yerinin muhtelif yerlerden açılması, ihramlı kimsenin ayrı ayrı uzuvlarındaki koku ve elbisenin ipekten dokunmuş damgaları böyle değildir. Onlar mutlak surette toplanır. Kurbanlık hayvanın iki kulağındaki yırtıkların toplanıp toplanmayacağında ihtilâf edilmiştir. İhtiyaten toplanması tercih edilmelidir.
İZAH
«Şimdiki meshden» murad; halen yapılmak istenendir. Geçen yırtıklar meshden sonra meydana gelenlerdir. Şârih: «Yukarıda geçtiği vecihle» sözü ile teyemmüm bahsindeki: «Varlığı teyemmüme mâni olan her şey mevcud olursa teyemmümü bozar.» ifadesine işaret etmiştir. Bunlar hem meshe mâni, hem meshi bozarlar. Yani hemen şimdi veya ileride meshin yapılmasına mâni hem de daha evvelce yapılan meshin hükmünü kaldırırlar. Hükmünü kaldırmak mevcud olmayı iktiza eder. Mâni olmak mevcud olmayı gerektirmez. Hâsılı mânâ şudur: Teyemmümü bozan şeyler, başında mâni olmak sonunda hükmünü kaldırmak hususunda meshi yırtık gibidirler. Halebî'nin beyânına göre pislik meselesi misâl değil, bu meselenin benzeridir. Yani namaza mâni olan pislik namaza başlamaya engel olduğu gibi namaz içinde bulaşırsa onun hükmünü kaldırır.
Avret yerinin açılması da öyledir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Mesele. namazın şartları bahsinde gelecek, «Namaz için şart olan tahrime için de şarttır.» denilecektir.
Dağınık pislikler bir mestte, bir elbisede, bir bedende veya bir mekânda olsun yahut bunların hepsinde bulunsun, hüküm birdir. Avret yerinin açılması dahi birkaç yerden olur da en az mikdarının dörtte birini bulursa mâni sayılır. Nitekim gelecektir. Bunu Halebî söylemiştir.
İhramlının kokusu bir uzuvdan fazlasında ise bir uzvu dolduruncaya kadar cüz' hesabiyle toplanır. Bu da ileride gelecektir. Elbisenin yüzünde ipekten çizgileri bulunursa bunlar toplanır. Dört parmaktan fazla oldukları takdirde giyilmesi haramdır. Lâkin şârih, Hazır ve İbâhâ Bahsinin Giyim Faslında zâhir mezhebe göre dağınık çizgilerin toplanmayacağını söyleyecektir. Şu halde elbise çizgilerini burada zikretmesi zâhir mezhebin hilâfına mebnîdir. Evet, bu dört şey mutlak surette, yani ister bir yerde dağınık bulunsun ister muhtelif yerlerde olsun toplanırlar. Bunun sebebi mâni mikdarın bulunmasıdır. Mestteki yırtık yol yürümeye mâni olduğu için meshe engeldir. Her bir mestte üç parmak mikdarı yırtık yoksa bu mânâ mevcud değil demektir. Nitekim Hidâye'de buna işaret edilmiştir.
Kurbanlık hayvanın iki kulağındaki yırlıkların toplanıp toplanmayacağında ihtilâf edilmiştir. Bazıları: «Bir kulağın ekserisini buluncaya kadar toplanır ve mâni olur.» demişler, bir takımları: «Mestte olduğu gibi yalnız bir kulaktaki yırtıkların toplanacağını» söylemişlerdir. Bunu Halebî, İhtiyaten, toplanmayı ise Minah sahibi söylemişlerdir.
METİN
Abdesti bozan şeyler meshi de bozar. Çünkü mesh abdestin bir cüz'ü dür. Mestlerden velev birini çıkarmak, zann-ı galible soğuktan ayağının mahvolacağından korkmazsa mesh etmese bile müddetin geçmesi de meshi bozar. Ayağının mahvolacağından korkarsa bozmaz. Ve sargı gibi olur. Onu kaplayarak mesh eder. Muayyen bir müddeti de yoktur. Bundan dolayıdır ki, ulema: «Bir kimse namazda iken müddet tamam olur, su da bulunmazsa esah kavle göre devam eder.» demişlerdir. Bazıları namazın bozulacağını, o kimsenin teyemmüm etmesi lâzım geleceğini söylemişlerdir. En münasibi de budur.
İZAH
Mestlerini çıkarmak tâbiri kendiliğinden çıkmalarına da şâmildir. Burada meshin bozulması, hades ayağa sirayet ettiği içindir. Mestlerin birinin çıkması dahi meshi bozar. Çünkü bozulmak parçalanmayı kabul etmez. Etmiş olsa yıkamakla meshin bir araya gelmesi iktiza eder (ki caiz değildir). Musannıf mest sözüyle cinsi kasdettiğine işarette bulunmuştur. Cins bire de ikiye de şâmildir. Müddetin geçmesi de meshi bozar. Zirâ hadîsler meshin muayyen bir vakitle tahdid edildiğini göstermektedir. Sonra gerek bu meselede gerekse öncekinde hakikaten meshi bozan şey evvelki hadestir. Lâkin hades bunlarla meydana çıktığı için meshin bozulması mecazen bunlara izâfe edilmiştir. Bunu Bahr sahibi beyan etmiştir.
«Mesh etmese bile» ifadesinden murad şudur: Bir kimse mestlerini giyer de sonra abdestini bozar ve bir daha müddet geçinceye kadar üzerlerine mesh etmezse artık mesh etmeye hakkı yoktur. Soğuktan ayağının mahvolacağından korkan kimse yolcudur. Seferde iken mesh müddetibiter de mestlerini çıkardığı takdirde soğuktan ayağının mahvolacağından korkarsa mesh câizdir. Dürer, Kâfî ve Uyûnü'l-Mezâhib adlı kitablarda da böyle denilmiştir.
Halebi diyor ki: «Bunun mefhumu şudur: Ayağının mahvolacağından korkarsa devam etmekle mesh bozulmaz. Müddet geçtikten sonra abdest bozarak yeniden abdest tazeler. Sargı üzerine yaptığı gibi mestlerine kaplama mesh eder, bu meselede korku bulunduğu takdirde meshe devam etmekle meshin bozulmaması, esah kavle göre su bulunmadığı halde namaz içinde müddetin geçmesiyle namazın bozulmaması meselesi gibidir.»
Ben derim ki: Zâhire göre müddet geçer de abdestini bozmazsa önceki meshin hükmü bâkidir. Meshi yenilemesi lâzım gelmez. Aşağıda gelecek namaz meselesi de bunu te'yid eder. Onda da namaza devam eder. Kezâ Veciz'den naklen. Sirâc'daki şu ibâre de öyledir: «Müddet geçer de çıkardığı takdirde soğuğun zarar vermesinden korkarsa onunla namaz kılması câizdir.» Zira bundan yeni meshe hâcet kalmaksızın namaz kılacağı anlaşılmaktadır. Lâkin el-Mi'râc'ta şöyle deniliyor: Ayağının soğuktan donmasından korkarak meshe devam ederse, sargılar üzerine meshde olduğu gibi bütün mesti kaplayarak mesh eder ve namazını kılar.» Şu hale göre metinden anlaşılan bozulmamanın mânası, yıkamak lâzım gelmeyip ondan sonra meshin câiz olmasıdır. Binaenaleyh önceki meshin hükmen bâtıl olmasına aykırı değildir. Dürer'in yukarıda gecen ibâresinden anlaşılan da budur.
Hâsılı bu mesele, abdestli iken mesh müddeti geçip de mestlerini çıkardığı takdirde soğuktan ayaklarının donacağından korkan kimse hakkında tasavvur olunmuştur. Aksi takdirde meselenin tasviri müşkil olurdu. Çünkü bu şahıs ayaklarının donacağından korkarsa, diğer uzuvlarının donmasından da korkması lâzım gelir. Zira diğer uzuvlar ayaklardan daha naziktir. Bundan da korkarsa suyu kullanmaktan âciz olur ve teyemmüme başvurması gerekir. Teyemmüm tamamen abdestin bedelidir. Onunla birlikte mest üzerine meshe asla ihtiyacı yoktur. Elverir ki teyemmümü mubah kılan zaruret tehakkuk etsin. Meğer ki işgale şöyle cevap verile: Bu zevat söylediklerini; «Abdest için teyemmüm sahih olmaz.» sözüne bina etmişlerdir. Biz bu hususta söylenenleri bâbında arzetmiştik. Oraya müracaat et!
Kaldı ki Halebî şunu da söylemiştir: «Bu meselede müddetin geçmesiyle meshin bozulmasına fetva vermek gerekir. O şahıs sargılarda olduğu gibi bütün mesti kaplayan yeni bir mesh yapmalıdır. Fethü'l-Kadîr' de yapılan tahkîk de budur.»
Ben derim ki: Fethü'l-Kadir'de inceleyerek yapılan tahkîk, meshin değil teyemmümün lüzumudur. Zira Fethü'I-Kadir sahibi Cevâmi'ul-Fıkıh ve Muhît'ten naklen: «Soğuktan korkarsa mutlak surette yani bir vakitle sınırlanmayarak mesh edebilir.» dedikten sonra şunları söylemiştir: «Bu, söz götürür. Çünkü soğuktan korkmanın sirayeti men etmek hususunda bir tesiri yoktur. Nitekim suyun bulunmaması da sirayete mâni değildir. Olup olacağı bu adam mestlerini çıkarmayacak, fakat mesh etmeyip soğuktan korktuğu için teyemmüm yapacaktır.» Münye şerhinde bu söz kabuledilmiş; güzel olduğunu beyan bâbında uzun ifadeler kullanılmıştır. Fethü'l-Kadîr sahibinin sözü meshin bozulacağını açık olarak göstermektedir. Çünkü hades sirayet etmiştir. Binaenaleyh artık onunla ancak teyemmüm ettikten sonra namaz kılınır. Meshle namaz kılınmaz.
Lâkin bize nakledilen teyemmüm değil, meshtir. Nitekim bunun Kâfî, Uyûnü'l-Mezâhib, Cevâmi' ve Muhit'ten nakledildiğini yukarıda gördük. Zeylaî, Kâdîhân ve Hulâsa'dan naklen Kuhistânî de bunu açıklamıştır. Kezâ Tâtarhâniyye. Valvalciyye ve Müşkil'den naklen Sirâc, Muhtaratü'n-Nevâzil adlı eserinde Hidâye sahibi, Mi'rac ve el-Hâvî'l-Kudsî dahi sarahaten bildirmişlerdir. Hatta el-Havî'l-Kudsî sahibi «onu sargı gibi yapar» ibâresini de ziyade etmiştir. İmdâd sahibi de aynı yoldan yürümüştür. Allâme Kâsım: «Üstadımızın yani Kemâl bin Hümâm'ın bahisleri nakillere muhalif olunca onlara itibar yoktur.» demiştir. Anla!
Bu meselede mestler sargı hükmünde olunca evlâ olan kavle göre üzerlerine kaplama mesh yapar. (Yani hem üstlerine hem altlarına mesh eder.) Yahut yarıdan fazla yerlerine mesh eder. Ama bu ancak o meste sargı denilebilecekse olur. Bunu Fethü'l-Kadir kaydetmiştir. Bahr sahibi mezkûr söze cevap vermiş: «Mi'râc'tan anlaşılan kaplamadır. Ve mest hakikatta değil, hükmen sargılara katılmıştır:» demiştir. Yani «Kaplama hususunda sargıya benzetmesinden murad, mest üzerine mesh ettiğini men etmektir. Yoksa mestin hakikî sargı olduğunu kasdetmemiştir ki, ekserisinin üzerine mesh câiz olsun.» demek istemiştir.
Namazda iken müddet tamam olur da su bulunmazsa esah kavle göre namazına devam eder. Bunu Hâniyye sahibi de kaydetmiş ve: «Çünkü mesti çıkarmakta bir fayda yoktur. Çıkarmak yıkamak içindir.» diye ta'lil yapmıştır. Şu halde müddetin geçmesiyle meshin bozulmasından iki mesele istisna edilmiş oluyor. Biri soğuktan korktuğu, diğeri namazda olup su bulunmadığı surettir. Nitekim Sirâc'da da böyle denilmiştir. Bazıları bu surette namazın bozulacağını, o kimsenin teyemmüm etmesi gerekeceğini söylemişlerdir.
Zeylaî: «En münasibi de budur.» demiş: Fethu'l-Kadir sahibi de bu kavli beğenerek şunları söylemiştir: «Zira suyun bulunmaması müddet tamam olduktan sonra hadesin (abdestsizliğin) sirayetine mâni teşkil edemez. Hatta yalnız ayaklara değil, bütün bedene sirayetine mâni olamaz. Çünkü hades parçalanmaz. Meselâ Bir kimse evvelâ ayaklarından maada abdest uzuvlarını yıkar da su biter ve üzerindeki hades için teyemmüm ederse, bütün uzuvları tamamen yıkamadıkça hâli üzeredir.» Meselenin tamamı Fethü'l-Kadîr'dedir. Bu tahkîk güzeldir. Fethü'l-Kadîr sahibi birinci mesele hakkında söylediklerini bunun bir fer'i olarak zikretmiştir. Lâkin aralarındaki farkı gördün. Fark şudur: Abdestte teyemmüm sahih olmak için soğuktan donma korkusu bulunmak lâzımdır. Burada ise su bulunmadığı içindir. Bu câizdir. Oradaki böyle değildir.
M E T İ N
Mestleri çıkardıktan ve bir müddet geçtikden sonra abdestli olan kimse sadece ayaklarını yıkar. Çünkü eski hades ayaklara sirayet eder. Ancak soğuk gibi bir mâni bulunursa o zaman teyemmüm eder. Ayakların yarıdan fazlasının şer'î mestten çıkması ve kezâ çıkarılması esah kavle göremestleri çıkarmak hükmündedir. Ekseriyete itibar olunur. Ökçesinin çıkmasına girmesine itibar yoktur. Gerçi ökçenin çıkmasıyla meshin bozulacağı rivâyet olunmuşsa da bu, çıkarmak niyetiyte olursa diye kayıdlanmıştır. Böyle değilse, mesti çıkarmak niyetiyle olmaz da ayağına büyük geldiği için veya başka bir sebeble çıkarsa bilittifak meshi bozmaz. Nitekim Nihâye'den naklen Bercendî'nin beyanından da bu anlaşılır. Kuhistanî dahi aynı şeyi yapmıştır. Lâkin kısaltmıştır. Hatta bazıları ulemanın ittifakını bozduğunu sanmışlardır. Dikkatli ol!
Su, mestin içine girerse mestteki ayağın yarıdan fazlasını yıkamakla dahi mesh bozulur. Birçokları bunu sahih bulmuşlardır. Bazıları su dize bile varsa bozulmayacağını söylemişlerdir. Bu kavil daha ma'kuldur. Nitekim Sirac'tan naklen Bahr'da da böyle denilmiştir. Çünkü ayağın mestle örtülmesi hadesin bacağa sirayetine mânı olur. Binaenaleyh bu yaptığı mu'teber bir yıkama sayılamaz; meshin bozulmasını da gerektirmez. Bunu Nehir sahibi söylemiştir. Şu halde müddet geçtikten yahut mestlerini çıkardıktan sonra ayaklarını tekrar yıkar. Bu, yukarıda da geçmişti. Mesti bozan şeylerden yırtık ve özürlü hakkında vaktin çıkması kalır.
İZAH
Mestler çıkarıldıktan yahut müddeti geçtikten sonra yalnız ayakları yıkamak kâfi ise de müstehab olan velâya (yani peşi peşine yıkamaya) riayet ve İmam Mâlik'in hilâfından çıkmak için diğer abdest uzuvlarının yıkanması da müstehab olmak gerekir. Nitekim bunu Seyyidi Abdülgani söylediği gibi, ondan önce Ya'kubiyye sahibi de beyan etmiştir. Sonra bunun Hulâsa'dan naklen Dürr-ü Münteka'da bahis mevzuu edildiğini ve açıkça «Abdesti tazelemek velâdır.» denildiğini gördüm.
Şârihin: .«Ancak soğuk gibi bir mâni bulunursa o zaman teyemmüm eder.» sözü evvelce Fethü'l-Kadir'den naklen arzettiğimiz mütâlâaya ibtina eder. Bunun itiraz götürdüğünü görmüştük. Halbuki şârih evvelâ onun hilâfına hareket etmiş ve onu sargıya ilhak etmişti.
ŞER' AN MU'TEBER OLAN MEST, sadece topukları örtendir. İbni Kemâl diyor ki: «O halde konu bu bâbta mu'teber olan mestin tarifinden hariçtir. Ayağın konca kadar çıkması mestten çıkmak demektir.» Ayağın kendiliğinden mestten çıkması mesti çıkarmak hükmünde olunca çıkarılması evleviyetle aynı hükümde olur. Çünkü çıkarmakta çıkmak olduğu gibi fazlası da vardır. Bu fazlalık kasddır. Esah kavil budur. Hidâye ve diğer kitablarda bu kavil sahih bulunmuş; Kenz ve Mültekâ sahibleri bunu kat'i olarak kabul etmişlerdir. İmam Muhammed'den bir rivâyete göre ise farz mikdarından daha az bir yer kaldığı takdirde mesh bozulur. Aksi halde bozulmaz. Ekser ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Kâfî ve Mi'râc sahibleri bunu kabul ettikleri gibi Bahr'da bildirildiğine göre Nisab sahibi de bu kavlin sahih olduğunu söylemiştir.
Ökçenin çıkmasiyle meshin bozulacağı İmam A'zam'dan rivâyet olunmuştur. Bundan murad; ökçenin yarıdan fazlasının mestin koncuna çıkmasıdır. Nitekim bunu Münye ve Bahr sahibleriyle başkaları açıklamış ve: «Bu takdirde o mestle mutad yürüyüşü yapmak mümkün değildir.» diyerek illetim göstermişlerdir. Bedâyı', Fethü'l-Kadîr, Hilye ve Bahr sahibleri bunu tercih etmişler; Vikâye ve Nikâye sahibleri dahi aynı yoldan yürümüşlerdir. Mezkûr rivâyete göre ökçenin çıkmasındanmaksad, kasden çıkarılmasıdır. Şu halde şârihin: «ökçesinin girmesine çıkmasına itibar yoktur.» sözüne aykırı düşmez. Zira şârih «Kasden değil de kendiliğinden çıkarsa» demek istemiştir. Mestin büyük gelmekten başka bir sebeble ayaktan çıkmasından murad, ihtimal ki başkasının çıkarması yahut uyurken çıkmasıdır. Bu takdirde mesh bilittifak bozulmaz. Bozulsa insanlar apaçık bir güçlüğe düçâr olurlardı. Bunu Nihâye sahibi söylemiştir.
Kuhistânî'in kısalttığı ibâre şudur: «Bütün bunlar mestini çıkarmak ve çıkarmak niyetiyle hareket ettirmek istediğine göredir. Ama ayağına büyük geldiği için veya başka bir sebeble çıkarsa bilittifak meshi bozulmaz.» Nitekim Nihâye'de de böyledir. Tahtavi'nin beyânına göre Kuhistânî'nin icma'ı bozduğu zanna varılması kısaltma yapması sebebiyledir. Çünkü sırf mesti hareket ettirmesi meshi bozar, zannını vermektedir. Halbuki ökçe veya ökçenin yarıdan fazlası - çıkarmak niyetiyle - konca kadar çıkmadıkça mesh bozulmaz.
Şârihin Mültekâ şerhindeki ibâresi şöyledir: «Hatta bazıları icma'ı bozduğunu sanmışlardır. Halbuki öyle değildir. Bilakis Kuhistânî'nin sözü son derece güzel ve ihtiyatlıdır. Zira hülâsası şudur: Ayağın yarıdan fazlasının çıkması kasden çıkarılması gibi meshi bozar. Ökçenin ise yarıdan fazlasının çıkarılması bozar, kendiliğinden çıkması bozmaz. Bozar denilirse bu meshi bozan ayrı bir şey olur. Tedebbür eyle!»
Su, mestin içine kendiliğinden girer veya kasden dökülürse içindeki ayağın yarıdan fazlasını yıkamakla dahi mesh bozulur. Zahîre ve Zahîriyye sahibleri gibi birçok ulema bu kavli sahih bulmuşlardır. Evvelce arzettiğimiz vecihle Zeylaî umumiyetle kitablarda yazılanın bu olduğunu söylemiş; Nûru'l-İzah ve Münye şerhinde dahi bu yoldan yürünmüştür. Musannıfın: «Bu kavil daha makûldür.» sözü zaiftir. O bu hususta Bahr sahibine uymuştur. Halebî: «Biz onu bâbın başında reddetmiştik.» diyor. Şürunbulaliyye'de de zaif olduğu bildirilmiştir. Bazıları: «Metin sahibleri onu tercih etmişlerdir, çünkü meshi bozan şeyler arasında ondan bahsetmemişlerdir.» demişlerse de bu iddia söz götürür. Çünkü metinlerde ancak mezhebin aslı beyan edilir. Bu mesele ise ulemanın tahric ettiklerindendir. Muhtelif rivâyetlerden ileri gelmesi ihtimali onu metin meselelerinden saymaya kâfi değildir.
Evet, şarihin gösterdiği illetten dolayı Fethü'l-Kadir sahibi onu tercih etmiş, Tilmizi İbn Emîr Hâcc da Hilye nâm eserinde ona tâbi olmuş ve: «Bu mesele elini kaluşlarının altına sokarak mestlerinin üzerine mesh etmeye benzer. Bu mesh câiz değildir Çünkü hades yerine yapılmamıştır.» diyerek üstadını takviye etmiştir. Şârihin: «Şu halde müddet geçtikten sonra ayaklarını tekrar yıkar.» sözü bu ikinci kavle göredir. Ve hilâfın semeresini bildirir.
Fethü'l-Kadir sahibi bu kavli tercih etmişse de ayakları tekrar yıkamanın lüzumsuzluğu meselesinde birinci kavle uymuştur. Hilye sahibi buna muhalefet ederek: «Çünkü müddet geçince veya mestlerini çıkarınca eski hades geçerli olur ve o kimse bu hadesi giderecek bir şeye muhtaç kalır. Evvelce ayaklarını yıkaması, ondan sonra ârız olacak hadese tesir etmez.» demiştir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Evvelki yıkama hadesten (abdesti bozduktan) sonra hakikaten mevcuddur. daha kuvvetlidir.
İZAH
Nehir'de bildirildiğine göre sefer, yolculuğuna niyet ederek şehrin mâmur yerlerini geçmekle başlar. Aynı eserde garib bir mesele vardır. Ona müracaat et!
Mukîm bir kimse mestlerini giydikten bir gün bir gece sonra sefere çıkarsa, mestlerini çıkarır. Ve abdesti yoksa abdest alır; varsa yalnız ayaklarını yıkar. Bunu Tahtâvî kaydetmiştir. Bir gün bir gece geçmeden sefere çıkarsa sefer müddetini yani üç gün üç geceyi tamamlar. Çünkü muvakkat hükümde vaktin sonu itibara alınır. Mültekâ ve şerhinde böyle denilmiştir.
Şârihin «Başında bile olsa» diyerek hassaten baş sargısını zikretmesi Mübtegâ nâm eserde: «Baştaki sargıya mesh vâcib değildir. Zira mesh, yıkamanın bedelidir, meshin ise bedeli yoktur.» denildiği içindir. Doğru olan bunun aksidir. Çünkü başa mesh bedel değil, bizzat asıldır. Ancak baştan mesh edilecek kadar yer kaldı ise onun üzerine mesh eder. Kalmamışsa sargının üzerine mesh eder. Bahr'ın ifadesine göre Bedâyi'de de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: «Doğru olan bunun aksidir.» sözü Mübtegâ sahibinin hata ettiğini gösterir. Yani Mübtegâ sahibi bedelin mânâsını yanlış anlamıştır. Halbuki bu, ihtimalden uzaktır. Mübtegâ sahibinin «Mesh yıkamanın bedelidir ilah...» sözünden anlaşılan şudur: Sargı üzerine mesh. yıkamanın bedelidir. Meshin yeri olan boştaki sargıya mesh etmek vâcib olunca sargı üzerine mesh, yıkamanın değil, meshin bedeli olur. Halbuki meshin bedeli yoktur. O zaman munasib olan Nehir'in sözüdür. Nehir'de: «Bedâyi'deki beyan, vücûbun tercihini gösterir ki, itimada lâyık olan da odur.» denilmektedir. Yani meshin yıkamaktan bedel olmadığı esas tutulmuştur. Bahr sahibi meshin bedel olmadığını izah etmiştir. Ona müracaat eyle!
Sargı üzerine mesh, zarar vermediği yerde amelen farz olur. Nitekim az ileride gelecektir. Şârihin bu farzı amelen diye kayıdlaması, teşbihin iktiza ettiği kat'î farz mânâsı anlaşılmasın diyedir. Çünkü yıkamak kat'î farzdır. (Mesh etmek altındakini yıkamak gibidir, denilince meshin de kat'î farz olduğu anlaşılabilir. Onun için şârih amelen farz olur demiştir.)
Ameli farz: Öyle bir şeydir ki o bulunmazsa cevaz da bulunmaz. Başın dörtte birine mesh böyledir. Amelî farz vacibin iki nevinden biri ve en kuvvetli olanıdır. O amel cihetinden farzdır ve farzın terkinden dolayı ne lâzım gelirse bunun terkinden dolayı da o lâzım gelir. Yani her ikisinden dolayı ibâdetin bozulması lâzım gelir. Ama ilim ve itikad cihetinden farz değildir.
Binaenaleyh kat'î farzı inkâr eden kâfir olur, ama bunu inkâr eden kâfir olmaz. Vâcibin diğer nevi meselâ Fâtiha'yı okumak böyle değildir. Onun terkinden dolayı namaz bozulmadığı gibi inkâr edeni de küfre nisbet olunmaz. Sargı üzerine mesh zannî delil ile sâbit olmuştur. Bundan maksad, İbni Mâce'nin rivayet ettiği Hazreti Ali hadisidir. Ali (r.a.): «İki bileğimden biri kırıldı da Rasulüllah (s.a.v.)'e sordum. Bana sargılar üzerine mesh etmemi emir buyurdular.» demiştir. Bu hadîs zaiftir, fakat rivayet yollarının çokluğu ile kuvvet bulmuştur. İbni Ömer (r.a.)in, sargı üzerine mesh ettiği sahih rivayetle sâbit olmuştur ki, bu kâfidir. Çünkü merfu hadîs gibidir. Zira bedel olan şeylerikendi görüşüyle tayin etmek mümkün değildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
Sargı üzerine meshin amelen farz olması İmameyn'in kavli ise de İmam A'zam dahi bu kavle dönmüştür. Bilmiş ol ki, Mecma' sahibi şerhinde şunları söylemiştir: «Sargı üzerine mesh İmam A'zam'a göre müstehab, İmameyn'e göre vâcibtir. Bazıları İmam A'zam'a göre vâcib, İmameyn'e göre farz olduğunu söylemişlerdir. Vâcib olması müttefekun aleyhtir, diyenler de vardır ki, esah olan budur. Fetva da buna göredir.»
El-Muhît nam eser de: «İmameyn'e göre bu meshi terk etmek ve onu yapmaksızın namaz kılmak câiz değildir. Sahih olan şudur ki, bu mesh İmam A'zam'a göre farz değil, vâcibtir. Binaenaleyh o yapılmadan da namaz câizdir.» denilmektedir. Bu kavli Tecrid. Gâye, Tecnis ve diğer kitabların sahibleri sahih bulmuşlardır. Şübhesiz bunun açık mânası İmameyn'e göre farz, yani amelî farz, İmam A'zam'a göre ise vâcib olmasıdır. Demek oluyor ki, İmam A'zam'la İmameyn terki câiz değil mânasındaki vücûbta ittifak etmişlerdir. Yalnız İmameyn'e göre mesh olmazsa cevaz da yoktur. Onsuz namaz da sahih olmaz. İmam A'zam'a göre terkinden dolayı sadece günâhkâr olur. Onsuz namaz sahihtir. İadesi lazım gelmez.
Şu halde İmam A'zam vücûbun alt derecesini, İmameyn üst derecesini murad etmiş oluyorlar. Hulâsa'nın sözü de buna delâlet eder. Orada: «Ebû Hanife, İmameyn'in terki câiz değildir, sözlerine rücû etmiştir.» deniliyor. Burada «Terki câiz değildir.» diye kayıdlanması İmam A'zam namazın sahih olması hususunda dahi onların kavline dönmediği içindir. Binaenaleyh yukarıda geçen: «Sahih olan şudur ki, bu mesh İmam A'zam'a göre farz değil, vâcibtir.» ifadesine aykırı düşmez. Şu izaha göre Mecma' şerhindeki: «Vâcib olması müttefekunaleyhtir diyenler de vardır.» ifadesinin mânâsı terkin câiz olmamasıdır. Çünkü İmam A'zam evvelce müstehabtır demiş; sonra bu kavle dönmüştür. Maksad bir mânâya vücûbta ittifakları değildir. Benim anladığım budur. Bilahare Nûh Efendi'nin Mecma' şerhi üzerine yazdığı derken orda bunu AIIame Kâsım'dan şu sözlerle naklettiğini gördüm: «Vücubun mânâsı ihtilâflıdır. İmam A'zam'a göre meshsiz abdest sahihtir. İmameyn'e göre ise sargı üzerine mesh amelen farzdır.» Hamd ALLAH'A mahsustur. Bu yegâne izahı ganimet bil!
Bunu şârih ve Minah adlı eserinde musannıf, Bahr ve Nehir sahibleri ile diğer ulema anlayamamışlardır. Bunu Anla!
Fethü'I-Kadir sahibi, İmam A'zam'ın kavlini tercih etmiş ve: «Bunun ifade ettiği mânâ nihayet sargı üzerine meshin lüzumunu bildiren delilin gösterdiğidir. Binaenaleyh terkinden dolayı fesad lâzım gelmemesi kaideleri daha uygundur.» demiştir. Lâkin Tilmizi AIIâme Kâsım, yazdığı derkenarlarda şunu söylemektedir: «Ebû Hanife'nin sözü kaidelere daha uygun, fakat İmameyn'in sözleri daha ihtiyatlıdır.»
el'Uyûn nâm kitabta: «Fetva, İmameyn'in kavline göredir» denilmiştir. Şârih «Fetva sözü, muhtar, esah ve sahih tâbirlerinden daha kuvvetlidir.» diyerek Muhit ve diğer kitablara cevap vermiştir. O eserlerde: Sargı üzerine mesh İmam A'zam'a göre farz değil, vâcibtir. Hatta yapılmasa namaz câiz olur. Sahih olan budur.» denilmiştir. Şârih de buna cevaben «Fetva sözü sahih tâbirinden dahakuvvetlidir. Sahih tâbiri ona muaraza edemez.» demektedir. Ama bu söz onun da diğerleri gibi vücûb mânâsının birleşmesinden bütün imamlarımıza göre meshin amelen farz olduğunu anladığına göredir. Halbuki sen böyle olmadığını ve imamlarımızın sözleri arasında çatışma bulunmadığını gördün.
METİN
Sonra bu mesele birçok cihetlerden mest üzerine meshe uymaz. Musannıf on üçünü zikrederek demiştir ki: Sargı üzerine mesh muayyen bir vakitle mukayyet değildir. Çünkü o yıkamak gibidir. Hatta sargı üzerine mesh eden kimse sağlamlara imam olabilir. Sargıyı değiştirirse veya üstteki sargı düşse meshi tekrarlamak vâcib olmaz. sadece müstehab olur. Bir ayaktaki sargıya mesh ile diğer ayağı yıkamak bir oraya gelebilir. Ama bir ayaktaki sargı ile diğer ayaktaki mest üzerine mesh bir araya gelemez. İki mestin üzerine mesh etmek için ikisinin de giyilmiş olması lâzımdır.
Sargı abdestsiz veya gusülsüz sarılmış bile olsa güçlüğü def için üzerine mesh câiz, yani sahih olur. Zarar verirse yıkamak terk edildiği gibi mesh de terk edilir. Zarar vermezse terk edilmez. Sargı üzerine mesh sahih olabilmek için bizzat sargının yerine mesh etmekten âciz kalmak şarttır. Yerine mesh edebilirse sargıya mesh câiz değildir.
Hâsılı o yeri velev sıcak su ile olsun yıkamak lâzım olur. Yıkamak zarar verirse üzerine mesh eder. Bu da zarar verirse sargının üzerine mesh eder. Bu da zarar verirse mesh aslından sâkıt olur. Kan aldıran ve yaralı olan kimselerle benzerleri su yahut sargıyı çözmek zarar verdiği takdirde esah kavle göre her sargıya aralığı ile birlikte mesh ederler, sargıyı bizzat bağlayamamak ve bağlatacak kimse bulamamak da zarardan maduttur.
İ Z A H
Sargı üzerine mesh muayyen bir vakitle mukayyet değildir; fakat iyileşmekle sınırlıdır. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Sargı üzerine mesh eden kimse sağlamlara imam olabilir. Tahtâvî: «Çünkü o özür sahibi değildir.» diyor. Ben bu meselenin buradaki vechini anlayamadım. Sonra Hazâinü'l-Esrar'da gördüm. «Bir ayaktaki sargı ile diğer ayaktaki mest üzerine mesh bir araya gelemez.» dedikten sonra şunları söylemiştir: «Çünkü bu adamın temizliği kamildir. Hatta sağlamlara imam olabilir.» Bu ibâre açıktır. Zira.sargı üzerine mesh ile mest üzerine meshin bir araya gelememesi sargı üzerine mesh, altındakini yıkamak gibi olduğundandır. Nitekim izah edeceğiz.
Sargıyı değiştirse veya üstteki sargı düşse meshi tekrarlamak vâcib olmaz... Bu iki vechi şarih, metindeki on üç vecihe ilave etmiştir. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre kalan sargının üzerine mesh etmek vâcibtir. Bunu Nehir sahibi kaydetmiştir.
Bir ayaktaki sargı ile diğer sağlam ayaktaki mest üzerine beraberce mesh edilemez. Çünkü sargı üzerine mesh altındakini yıkamak gibi olduğundan beraberce yapılırlarsa yıkamakta mesh bir araya gelmiş olur. Yaranın da hafiflemiş olması lâzım gelir ki iki meste birden mesh edebilsin. Lâkinsargının üzerine mesh edemiyorsa sağlam meste mesh edebilir. Buna Tatarhâniyye sahibi açıklamıştır. Yani o kimse bir ayağı olmayan gibidir. Sargı abdest almadan ve gûsül etmeden bile sarılmış olsa üzerine mesh câizdir. Bu mesele onüç vechin üçüncüsüdür. Gerçi musann'f bahsin sonuna doğru: «Sargı üzerine mesh hususunda abdestsiz ve cünüb müsavidir.» diyecektir. Ama bundan tekrar lâzım gelmeyecektir. Çünkü burada bahsettiği husus sargıyı abdestsiz veya cünüb iken sarması, orada bahsedeceği ise sargıyı abdestini bozduktan veya cünüb olduktan sonra sarmasıdır. Bunu Halebî söylemiştir. Yine Halebî'nin beyanına göre zarar verirse yarayı yıkamak terk edildiği gibi sargının üzerine mesh de terk edilir. Bu dördüncü vecihtir. Zarardan murad, muteber sayılan zarardır. Mutlak surette her zarar değildir. Çünkü bu iş az çok zarardan hâli değildir. Az zarar ise terk etmeyi mubah kılmaz. Bunu Mecmû' şerhinden naklen Tahtâvî söylemiştir. Mesh etmek zarar vermezse terk edilemez. Sahih ve müftabih olan kavil budur. Nitekim yukarıda da geçmişti. Meshten âciz kalmanın şart olması beşinci vecihtir.
Sargının yerine mesh etmekten âciz kalmak şart olduğu gibi yıkamaktan âciz kalmak da şarttır. Musannıfın bundan bahsetmemesi söylemeden anlaşılacağı içindir. Zira meshten âciz kalmak yıkamaktan da âciz kalmayı iktiza eder. Bunu Halebi kaydetmiştir. Yarayı velev sıcak su ile olsun yıkamak lâzım geldiğini Kâdîhân Câmi' şerhinde beyan etmiştir. Fethu'I-Kadir'de ise yalnız bu zikredilmiş, «Sıcak su ile yıkamaya kudreti varsa» diye kayıdlanmıştır. Sirâc'ta bunun vâcib olmadığı bildirilmiştir. Ama akla yatan birinci kavildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Yine aynı eserde bildirildiğine göre yara ile dağlama, kırık ve diğer benzerleri arasında fark yoktur. Çünkü zaruret hepsine şâmildir.
Her sargıdan murad; sargının ferdleridir. Yani sargı ister altındaki yara kadar olsun. İster daha büyük olsun - ki, kan aldıranın sargısı böyledir. - yahut altında yara değil, kırık veya dağlama yeri bulunsun üzerine mesh câizdir. Kenz sahibinin: «Altında yara bulunsun bulunmasın» sözünün mânâsı da budur. Lâkin sargı yaradan büyük olursa çözerek yıkamak zarar verdiği takdirde yaraya tabean bütün sargının üzerine mesh eder. Yıkamak zarar vermezse mesh edemez. Yaranın etrafını yıkar ve mesh zarar vermezse yaranın üzerine mesh eder. Bezin üzerine mesh edemez. Yaraya mesh zarar verirse üzerindeki beze mesh eder; etrafını ve bezin yaradan artan kısmının altını yıkar. Çünkü zaruret icabı sâbit olan bir şey zaruret mikdarınca yapılır. Nitekim bunu Bahr sahibi Muhît ile Fethü'l-Kadîr'den naklen izah etmiştir.
Musannıfın burada sargının bütününü kasdetmiş olması da bir ihtimaldir. Yani sargının yarıdan fazlasına mesh kâfi değildir; bütün sargıyı kaplayarak mesh etmek lâzımdır, demek istemiş olabilir. Lâkin az aşağıda. «Esah kavle göre sargıya kaplama mesh şart değildir.» demesi buna aykırıdır. Ve tenakuza düşmüş olur. Bu takdirde evlâ olan iş sargıyı mârufe (belirli) olarak kullanmaktı. Çünkü (her diye tercüme ettiğimiz) «Küllü» kelimesi belirsiz bir ismin başında bulunursa karine olmadığı zaman ekseriyetle o isim bütün ferdlerini ifade eder. Belirli bir ismin başında bulunursa ismin bütün cüzlerini bildirir. Onun için Arabça'da; «Küllü rummanin me'külün» «Her nar yenilir» denir. «Küllü'r-rumani me'külün» «Narın her cüz'ü yenir» denilmez. Zira kabuğuyenmez. Ama karine bulunursa bazen belirsiz ismin başında olduğu halde onun bütün cüzlerini, bazen de belirli ismin başında olduğu halde bütün ferdlerini ifade eder. Anla!
Sargının aralığından murad; örtülmeden kalan yerdir. Bu yeri yıkamak icab etmez. Hulâsa'da buna muhâlif sözler vardır. Bilakis. Zahîre ve diğer kitablarda sahih kabul edilen kavil meshin kâfi gelmesidir. Zira aralık yeri yıkamış olsa çok defa bütün sargı ıslanır ve ıslaklık yaraya nüfuz eder. Nehir sahibinin beyanına göre bu ifade son derece güzeldir.
«Su zarar verdiği takdirde» ifadesinden maksad yıkamak yahut yaranın üzerine mesh etmek zarar verirse demektir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. «Yahut sargıyı çözmek.» cümlesi hakkında da: «Yani velev ki iyileştikten sonra olsun. Meselâ; sargı yara üzerine yapışır da koparılması güç olur.» demiştir.
Lâkin o zaman sargının yapışan yeri üzerine mesh eder. Etrafından yıkayabileceği yerleri yıkar. Nitekim yukarıda geçmişti. Sonra bu mesele Hazâin'de işaret edildiği vecihle dörtlüdür. Zira sargıyı çözmek zarar verirse altındaki yere mesh zarar versin vermesin sargıya mesh eder. Çözmek zarar vermezse ya mesh de zarar vermez yahut verir. Mesh zarar vermezse sargıyı çözer ve zarar vermeyen yerleri yıkar; zarar veren yere mesh eder. Mesh zarar verirse sargıyı çözerek aynı şekilde yıkar; sonra yaraya sargı üzerinden mesh eder. Çünkü zaruretle sâbit olan bir şey zaruret mikdarı câiz olur. Sargıyı bağlatacak kimse bulamazsa meselesini Fethü'l-Kadîr zikretmiş, Hâniyye almamıştır.
Şeyh İsmail diyor ki: «Anlaşılan Hâniyye'deki İmam A'zam'ın, Fethü'l-Kadîr'deki İmameyn'in kavillerine göredir. İmam A'zam'a göre başkasının gücü güç sayılmaz.»
METİN
Bir kimsenin tırnağı kırılır da üzerine ilâç sürer yahut ilâcı ayağının çatlaklarına koyarsa, mümkün olduğu takdirde üzerine suyu akıtır. Mümkün olmazsa mesh eder. Bu da olmazsa terk eder. Sargının yara iyileşmek sebebiyle düşmesi meshi bozar. Yara iyileşmeden düşerse mesh bozulmaz. Sargı namazda iken düşerse namazı yeniden kılar. İlâç düşer yahut sargının yeri iyileştiği halde sargı düşmezse hüküm yine bu tafsilâta göredir. Bunu Müctebâ söylemiştir. Ama meseleyi «Sargının atılması zarar vermezse» diye kayıdlamak gerekir. Zarar verirse bozulmaz. Bunu Bahr kaydetmiştir.
Sargı ve emsali üzerine mesh hususunda erkek-kadın, abdestsiz ve cünüb müsavidir. Bu mesele ittifakîdir. Sargı üzerine mesh için esah kavle göre kaplama ve tekrar şart değildir. Yarıdan fazlasına bir defa mesh etmek kâfidir. Bununla fetva verilir. Keza sargıda bilittifak niyet şart değildir. Bir kavle göre mest böyle değildir. Musannıf metin nüshalarındaki sözünden şerhinde dönmüştür.
İZAH
Kırılan tırnağına veya ayağının çatlaklarına sakız ve merhem gibi bir ilâç süren kimsenin imkânıvarsa bunların üzerine su dökmesi lâzım geldiğini Hulvanî şart koşmuş; Minah sahibi bu kavlin bilumum mutemed kitablarda mevcud olduğunu söylemiştir. Asıl nâm eserde böyle bir şarttan bahsedilmemiştir. Sargının yara iyileştiği içi düşmesi meshi bozar. Bu altıncı vecihtir.
Halebî: «Çünkü mestin düşmesi meshi şartsız olarak bozar.» diyor. Buradaki sargıdan murad; kırıkçıkık sargısı ve bez parçası gibi şeylerdir. İlâcın düşmesi de aynı hükümdedir. Bunu Hazâin sahibi söylemiştir. Hazâin hâmişinde ise Tatarhâniyye ile Sadrı'ş-Şeria'ya nisbet olunmuştur Sargı yara iyileşmeden düşerse mesh bozulmaz. Bu yedinci vecihtir. Sargı namazda iken düşerse yen yıkanarak namazı yeniden kılmak icab eder. Çünkü namaz başlamazdan önceki hadesin hükmü meydana çıkmıştır ve o yeri yıkamadan namaza başlamış gibi olur. Bu hüküm teşehhüd mikdarı oturmazdan evvel yara iyileşerek sargı düştüğüne göredir. İyileşmeden veya oturduktan sonra düşerse namazına devam eder. Bu mesele ileride gelecek oniki meseleden biridir. Nitekim Bahr'da da kaydedilmiştir.
Yeri iyileştiği halde sargı düşmezse mesh bozulur. Bu sekizinci vecihtir. Mest böyle değildir. Onun fiilen çıkmış olmasına bakılır. Sargıyı almak zarar verirse meselâ; şiddetle yapıştığı için koparılamıyorsa mesh bozulmaz.
FER'İ BİR MESELE: - Câmiu'l-Cevâmi' nâm eserde şöyle deniliyor: «Bir kimsenin gözü ağır da ilâç kullanır ve kendisine gözünü yıkamaması emir edilirse bu da sargı gibidir. Şürunbulâliyye'de böyle denilmiştir.»
Sargı ve yaraya, kan alınan yere, dağlanan uzva sarılan bezler gibi benzerleri üzerine mesh hususunda erkek-kadın, abdestsiz ve cünüb kimseler müsavîdir. Bu dokuzuncu vecihtir.
Sargı üzerine meshde kaplama ve tekrar, esah kavle göre şart değildir. Mestte böyle değildir. Onda kaplama ve tekrar bilittifak şart değildir. Bu onuncu ve onbirinci vecihtir.
Rahmetî diyor ki: «Tekrar kelimesini kaplama üzerine atfetmek Arabların (hayvana yem olarak saman ve soğuk su verdim) sözleri kabilindendir. (Bu sözde su, saman üzerine atfedilerek kısaltma yapılmıştır. Mânâ; hayvana yem olarak saman verdim ve onu suladım demektir.) Yani tekrar esah kavle göre sünnet değildir. Çünkü esahın mukabili, meshin tekrarı sünnet olmaktır. Zira mesh yıkamanın bedelidir. Yıkamanın tekrarı ise sünnettir. O halde bedeli de sünnet olur. el-Minah nâm eserde: Bazılarına göre yara başta değilse meshin üç defa yapılması sünnettir.» denilmiştir. Mesh üzerine mesh bunun hilafınadır. Onun tekrarı bilittifak sünnet değildir.
Sargının yarıdan fazlasına bir defa mesh etmek kâfidir. Kaplamak şart değildir, sözü sargının yansına ve daha azına da şamil olduğu için musannıf «yarıdan fazlasına» diyerek kifâyet mikdarını beyan etmiştir. Çünkü mestin hilâfına olarak sargıda yarısına ve daha azına mesh câiz değildir. Bu, on ikinci vecihtir.
Sargı üzerine mesh için niyet de şart değildir. Bu onüçüncü vecihtir.
Bilmiş ol ki, şârih bu on üç veche evvelce zikrettiğimiz iki vechi de ziyade etmiştir. Bahr nam kitabda altı vecih daha ilave edilmiştir. Bu altı vecih şunlardır:
1 - Sargı yara iyileştiği için düşmüşse abdestli bulunduğu takdirde yalnız sargının yerini yıkamakicab eder. Mest böyle değildir. Mestler çıkarsa ayakları yıkamak lâzım gelir.
2 - Bir kimse sargı üzerine mesh eder de sonra onun üzerine başka sargı sararsa üstteki sargıya mesh etmesi câiz olur. Mest böyle değildir. Ona mest ederse üzerindeki meste mesh edemez.
3 - Sargının altına su işlerse mesh bozulmaz.
4 - Sarılan uzvun geri kalan kısmı kesilmiş el gibi üç parmak mikdarından az olursa üzerine mesh câizdir. Mest böyle değildir.
5 - Sargı üzerine mesh bilittifak kitabla sabit değildir.
6 - Bir rivayete göre sargı üzerine mesh terk edilebilir. Mest böyle değildir. Nehir sahibi bir vecih daha ziyade etmiştir ki şudur: Sargı üzerine mesh, altındakini yıkamanın ne halefidir ne de bedeli. Mest böyle değildir. Mest halefdir.
Bedel: Aslı ifâya kudreti varken yapılması câiz olmayan şeydir. Teyemmüm böyledir. Halef ise asla kudreti varken dahi yapılabilen şeydir. Halebî diyor ki: «Ben de bir vecih ziyade ettim. O da sargı ayaklardan başka bir uzvun üzerinde bile olsa meshi câiz olmasıdır. Mest böyle değildir.» Rahmetî bunlara dört vecih daha ilâve etmiştir:
1 - Yaranın ve benzerinin üzerine mesh câizdir. Mest böyle değildir. O yalnız ayağa mahsustur.
2 - Mestin yırtığı üzerine -küçük bile olsa- mesh kâfi değildir. Halbuki yara üzerindeki aralığın iki tarafındaki mendilin üstüne mesh kâfidir.
3 - Mestin üzerindeki mesh yeri muayyendir. Ayağın üstüdür. Sargı böyle değildir.
4 - Mestte farz mikdarı üç parmaktır. Yarıdan fazlası veya bütünü değildir.
Ben derim ki: Bu suretle vecihlerin sayısı yirmi yediye yükselir. Ben on vecih daha ilâve ediyorum.
1 - Sıcak sargısında, içinde yürümek imkânı,
2 - Kalınlık.
3 - Deri ile kaplanmak,
4 - Ayağı örtmesi,
5 - Suyun işlemesine mâni olması,
6 - Kendiliğinden durması gibi şeyler şart değildir.
7 - Büyük yırtık sargıya mâni değildir.
8 - Sargının altındaki yeri yıkamak mesh etmekten efdal değildir.
9 - Sargı yara iyileştiği için düşerse ayağını yıkadığı takdirde soğuktan mahvolacağı korkusuyla teyemmüm eder. Mest böyle değildir.
10 - Üzerine mesh niyetiyle sargıyı su kabına daldırırsa câiz olmaz; su pislenir. Mesh ve başa mesh böyle değildir. Onlarda su pislenmez. Bu, İmam Ebû Yusuf'a göre câiz olur.
İmam Muhammed buna muhâliftir. Nitekim Manzume ile Manzume şerhi Hakâik'te de böyle denilmiştir. İmam Muhammed'e göre fark şudur: Mesh ıslaklıkla hasıl olmaz. Binaenaleyh su müsta'mel olmaz ve mesh câizdir. Sargı üzerine mesh ise altındaki yeri yıkamak gibidir. Allahu a'Iem 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...