MESTLER ÜZERİNE MESH BÂBI
METİN
Musannıfın
bu bahsi geri bırakması sünnetle sâbit olmasındandır.
Lügatta
mesh: Eli bir şeyin üzerinden geçirmektir.
Şeriatta
ise: Islaklığın hususî bir zamanda hususî meste isabet etmesidir.
Şer'an
mest, deri ve benzerinden yapılıp topukları ve fazlasını örten ayakkabıdır.
Mest
üzerine meshin üç şartı vardır:
Birincisi:
Ayağın topukla beraber yıkanması farz olan yerini örtmesi, yahut noksanı, meshe
mâni yırtıktan az olmasıdır. Binaenaleyh bağlı olmak şartı ile potin üzerine
mesh câizdir. Meğer ki üç parmak mikdarı açık kala!
Semerkant
uleması, topukların sargı ile örtülmesini câiz görmüşlerdir.
İkincisi:
Hadesin sirâyetine mâni olmak için mestin ayakla doldurulmuş olmasıdır. Mest
geniş olur da artan kısmına mesh eder; ayağını bu kısma uzatmazsa câiz olmaz.
Mestin yukarısından ayağının görülmesi zarar etmez.
Üçüncüsü:
Mestin, içinde mutad yürüyüşle her fersah veya daha fazla bir yer yürünecek
şeylerden olmasıdır. Cam, odun ve demir gibi şeylerden mest olmaz.
İZAH
Musannıf
bu bahse mestler üzerine mesh bâbı adını vermiştir. Halbuki sargı üzerine meshi
de burada anlatacaktır. Ama bu bir kusur değildir. Bir şeye ad verip de ondan
noksan bıraksa, o zaman kusur etmiş olurdu.
Mestleri
tesniye (yani ikiyi bildiren) sîgasıyle zikretmesi özürsüz bir tek mest üzerine
mesh câiz olmadığındandır. Nitekim aşağıda gelecektir. Bahr ve diğer kitablarda:
«Meste (Arabçada) huf denilmesi onunla verilen hüküm, hafif olduğu içindir.
Yıkamaktan meshe geçilmiştir.» deniliyor.
Bu
hususta ben derim ki: Bu kelime şeriat gelmezden önce Ara diline konulmuş bir
sözdür. Remlî'nin nakline göre mesh bu ümmetin hususiyetlerinden biridir. Şu
halde İslam'dan önce konulmuş bir kelime bu şekilde nasıl ta'lil edilebilir!
Ancak: Eşari'nin dediği gibi dili vâz eden AIIah'tır. O Peygamberi (s.a.v.)'ın
dilinden ileride meşru kılacağı şeyleri bilir.» diye cevap verilirse o başka!
Düşün!
Musannıfın
bu bahsi teyemmümden sonraya bırakması sahih kavle göre yalnız sünnetle sabit
olduğu içindir. Nitekim gelecektir. Teyemmüm ise yukarıda geçtiği vecihle hem
kitap hem sünnetle sâbit olmuştur. Binaenaleyh evvel zikredilmeye daha lâyıktır.
Velev ki ruhsat hususunda ortak olsunlar. Bir de teyemmüm, bütün bir şeyin
bedelidir. Bu ise abdestin bir kısmının bedelidir. Sonra şârihin bu bahsi geri
bırakmanın inceliğini göstermesi hatırlatmak içindir. Yoksa evvelce söyledikleri
kâfi idi. Zira teyemmümü niçin önceki bahisten geri bıraktığını anlatmıştı Meshi
ne için geri bıraktığı ondan anlaşılırdı. Tedebbür et!
Evet,
neden fâsıla vermeden teyemmümün arkasından meshi getirdiği izaha muhtaçtır.
İzahı şudur: Teyemmümle meshin ikisi de ruhsat, muvakkat, mesh ve bedel olarak
meşru olmuşlardır.
(Ard
arda zikredilmeleri bundandır.)
Islaklık
tâbiri elin ıslaklığına ve yağmur gibi başkasına şâmildir. el-Münye'de Mûhît'ten
naklen: «Bir kimse abdest alırken a'zayı yıkadıktan sonra avuçlarında kalan
ıslaklıkla mestleri üzerine mesh ederse câiz olur. Ama başına mesh eder de sonra
ondan kalan ıslaklıkla mestleri üzerine mesh ederse câiz olmaz.» deniliyor. Yani
birincide müsta'mel su, uzvun üzerinden akıp ayrılandır. İkincide ise mesh
edilen yere isabet edendir ki, avuçtan ayrılmamıştır; denilmek isteniyor.
Hususî
zamandan murad: mukîm olanlar için bir gün bir gece, yolcular için üç gün üç
gecedir. Bazı nüshalarda «hususî bir yere» ifadesi ziyade edilmiştir. Bundan
maksad; mestlerin üzeridir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Mest topukları örten
hususi ayakkabıdır, fazlasını demeye lüzum yoktur. Çünkü fazlası şer'î mestin
müsemmasından hariçtir. Teemmül eyle!
Musannıf
mest üzerine meshin üç şartını bildirmişse de Şürunbulâlî şunları da ilâve
etmiştir: mestlerin abdestle giyilmesi, her bir mestin mâni yırtıktan hâli
olması, mestlerin bağlamadan ayakta durmaları, suyun ayağa işlemesine mâni
olmaları, ayağın (hiç olmazsa) üç parmak mikdarı yerinin mevcud olması şarttır.
Ben
derim ki: Bu temizliğin teyemmüm olmaması ve mesh eden kimsenin cünüb olmaması
da ilave edilir. Bunların hepsi yerinde beyan edilecektir.
Potinin
bağlanması lâzımdır. Çünkü bağlamak dikmek yerine geçer. Bağlandıktan sonra mest
gibi kendi kendine ayakta durur. Bahr'da Mirâc'tan naklen şöyle deniliyor:
«Ayağın üzerinden yarılıp üstünde iliklenen düğmeleri bulunan câruka da mesh
etmek câizdir. Çünkü iliklenince yarılmamış gibi olur. Ayağın üstünden bir kısmı
görünürse bu mestin yırtıkları gibidir.»
Ben
derim ki: Anlaşılan câruk zamanımızda Türklerin giydiği mesttir. el-Bahr'da
Hulâsa'dan naklen bildirildiğine göre câruk ayağı örter de, ayak ve topuktan
ancak bir veya iki parmak mikdarı görünürse, üzerine mesh câizdir. Böyle olmaz
da ayağın üzerini deri ile örterse deri câruka dikişle tutturulduğu takdirde
yine câiz olur. Bir şeyle bağlanırsa câiz değildir.
Semerkant
uleması ayaklara topukları örtecek derecede sarılan sargı üzerine meshin câiz
olduğunu söylemişlerdir.
Buharcı
uleması buna cevaz vermemişlerdir. Halebî: «Buhara uleması haklıdır. Zira
mezheb, topukları örtmeyen mestin üzerine mesh câiz olmamasıdır. Meğer ki ona
çuha gibi kalın bir şey dikilmiş ola! Nitekim bunu İmdâd sahibi de söylemiştir.
Şârihin naklettiği zaiftir.» diyor.
Ben
derim ki: Halebî şunu demek istiyor: Sargı denilince meste dikilmeden ayağa
sarılan şey anlaşılır. Binaenaleyh onun hükmü ayağın hükmü gibidir. Ama meste
bitişik olursa iş değişir. Bu takdirde meste tâbi ve onun astarı gibi olur.
Semerkant ulemasının sözleri bitişik sargı mânâsına alınırsa, zaif olduğunu
kabul edemeyiz. Çünkü Bahr ve Zeylaî'de beyan olunduğuna göre mestin yüzü
açılırsa içinde deriden veya meste dikilmiş bezden astarı bulunduğu takdirde
meshe mâni değildir. Bittabi bu hüküm üç parmak mikdarı olduğundadır. Bunu
kaydetmemeleri her haldebilindiği içindir. Hilye ve Müctebâ sahibleri: «Mestin
astarından üç parmak mikdarı görünür de ayak görünmezse...» demişlerdir. Fakîh
Ebû Cafer: «Esah olan şudur ki, mesh bu takdirde bütün ulemaya göre câizdir.
Zira altına pençe vurulmuş çorap gibidir.» diyor. el-Münyetü'l-Kebîr şerhinde
uzun sözlerden sonra şöyle denilmiştir: «Bundan anlaşılır ki, çuhadan yapılan
mesh, deri kaplamadan veya pençe vurulmadan içinde bir fersah yürümek mümkün
olacak kadar kalın olursa üzerine mesh câizdir. İnce sesi deri kaplamak veya
pençe vurmak şartiyle câiz olur. Velev ki, deri ile keten bezi arasında fark
olduğu için bazı ulema deri bütün mesti koncuna kadar kaplamadıkça üzerine meshi
câiz görmemiş olsunlar...». Münye şârihi bu meseleyi tahkîk hususunda uzun
beyanatta bulunmuştur. Ona müracaat et!
TENBİH:
- Bundan şu manâ çıkarılır: Bir kimsenin mesti bitişik astarından yırtılırsa
kalın olması şart değildir. Buna delil ulemanın bez parçasını zikir etmeleridir.
Çünkü bez parçası ekseriyetle ince olur. şu mânâ da çıkarılır: Zamanımızda
kalçın adı verilen ayakkabı, ayağı örten ince çorap üzerine dikilirse kalçının
derisi topuklara ermese bile üzerine mesh câizdir. Nitekim Münye şerhinden
naklettiğimiz ibârede bu cihet açıktır. Naklettiğimiz sözden şu mânâ da
çıkarılır: Kısa konçlu Hanefî mestinin üst kısmına topukları örtünceye kadar
çakışır gibi kaytan örtülürse mesh câiz olur. Nitekim bunu Seyyidi Abdülganî de
söylemiştir. Onun bu bâbta bir risalesi de vardır, şârih merhumun bir risâlesini
gördüm. Orada cevaz verenlerin sözünü reddediyor. Delili, ulemanın ince ve
pençeli çoraplara mesh câiz olacağını zikretmemeleridir. Zira ulema mesle yürüme
imkânı bulunmasını şart koşmuşlardır. İnce çorapla yürümek mümkün değildir.
Anlaşılan
bununla Seyyidî Abdülganî'ye red cevabı vermiştir. Çünkü kendisi onun
muassırıdır. Abdülganî, şârihin vefâtından (38) sene evvel doğmuştur. Altına
pençe vurulmuş ince çorap ile topuğa ermeyen, fakat üstüne bitişik ince çuha
kaplanarak topuğu örten kısa mest arasındaki açık farkı sen bilirsin. Çünkü bu
mest kısa da olsa içinde yürümek mümkündür. Mezkûr çorap böyle değildir. Halbuki
Münye şerhinin: «Çorap ince olursa deri kaplamak veya pençe vurmakla caiz
olur...» sözü deri veya pençe yürünebilecek kadar kuvvetli ise böyle çorabın
üzerine dahi mesh câiz olduğu hususunda açıktır.
Bundan
anlaşılır ki zikri gecen Hanefî mesti üzerine mesh evleviyetle câizdir. Gürdün
ki Semerkant ulemasının mezhebi ancak sargı dikilmemiş olursa zaif kabul edilir.
Dikilmişse zaif değildir. Bu takdirde meselede iki kavil var demektir. Ulemadan
bu iki kavilden birini tercih edeni görmedim. Bilâkis bildiğin gibi
Semerkantlıların kavlini te'yid eden fer'î meseleler bulduk. Daha da bulacağız.
Bilâhare Seyyîdî Abdülganî'nin bir risâlesini gördüm. Orada şârihimizin
risâlesine red cevabı veriyor. Kendi ilk risâlesinde söylediklerinin hakikat
olduğunu, şârihin risâlesinde istidlâl ettiği delilin yetersizliğini
bildiriyor... Lâkin şübhe yoktur ki vera've takva ihtiyattadır. Ancak sözümüz
esas itibariyle câiz olamamak hususundadır. Allahu a'lem.
Mest
üzerine meshin ikinci şartı mesh edilecek ayakla meşgul olması, yani altının boş
olmamasıdır. Çünkü boş yerini mesti ederse mesh yerini bulmamış olur. Meshin
yeri ayağınüstüdür. Binaenaleyh altı boş olursa mest hadesin ayağa sirâyet
etmesine mâni olamaz. Ama ayağını boş yere uzatır da üzerine mesh ederse câiz
olur. Nitekim Hulâsa'da da böyle denilmiştir. Orada şu da vardır: Ayağını boş
yerden çekerse meshi tekrarlar. Bunu. Tecnîs sahibi Ebû Âli Dekkak'tan
nakletmiştir. Sonra: «Ama bu söz götürür.» demiş; fakat ne suretle olduğunu
anlatmamıştır.
Halebî
diyor ki: «Üstadımız Seyyidî (R.) bunun ne suretle olduğunu şöyle anlatmıştır:
Söz götürmesi şudur: Ulema (meshin bozulması için) ayağın ekserisinin mesh
edilebilecek yerden çıkmasını itibara almışlardır. Burada ise mesh ettiği yerden
çıksa da mesh edilmesi mümkün olan yerden çıkmamıştır.»
Mestin
yukarısından ayağın görülmesi zarar etmez. Şârih bunu birinci şartta söylese
daha iyi olurdu. Nitekim Dürerü'l-Bihâr ile Nûru'l-İzâh'da böyle yapılmıştır. Tâ
ki murad, topukların üstten değil, etraftan örtülmesi olduğuna işaret sayılsın,
Buna tenbihte bulunması, mesetede İmam Ahmed muhâlif olduğu içindir.
Dürer'ül-Bihâr'da: «İmam Ahmed'e göre mest geniş olur da topuklar görünürse mesh
câiz değildir.» denilmektedir.
Mutad
yürüyüşten maksad; fazla süratli ve fazla yavaş gitmeyip orta hızla yürümektir.
Ulemanın namazı kasır için tâyin edilen sefer mesafesi hakkında söyledikleri
mutad yürüyüş de bunun gibidir. Evvelce geçtiği vecihle bir fersah, on iki bin
adımdır. Sirâc'da el-İzâh'a nisbet edilerek mestin sefer mesafesi yere gidilecek
şekilde dayanıklı olması kaydedilmiştir. Nikâye sahibi buna cezmen kâil
olmuştur. Kuhistânî seferi şer'î sefer diye tefsir etmiştir ki, hatıra gelen de
budur. Muhît'in sözü dahi buna delâlet eder. Fakat Hidâye hâşiyesinin sözü buna
muhâliftir. Orada: «Mest bir fersah veya daha fazla yere gidilebilecek şekilde
olmalıdır» denilmiştir.
Ben
derim ki: Bu iki kavli iki ayrı hale hamletmek mümkündür. Evinde oturan hakkında
fersah itibar edilir. Çünkü evinde olan kimse ödeten bir günle bir gecelik
yoldan fazla yürümez. Yani ekseriyetle insanların hâcetleri için yürüdükleri yol
bu mikdarı geçmez. Sefer halinde ise sefer mesafesi itibar olunur. Şâfiîlerin
itibara aldıkları mesafe de buna yakındır. Onlar evinde olan için mestin bir gün
bir gece, yolcu için üç gün üç gece yürüyüşe dayanıklı olmasını şart koşmuş;
bunu meshin müddetine kıyas etmişlerdir. Lâkin şöyle denilebilir:
Bu
mestin mukîm (evinde olan) için elverişli olduğu anlaşılınca sefer haline
bakılmamıştır. Zira yolcu ekseriyetle vasıta üzerinde bulunur. Onun yürüyüşü
ekseriya bir fersahı geçmez. En iyisi her ikisi hakkında da bir fersah itibara
almaktır. Bu takdirde «sefer mesafesidir» diyenlerin sözü lügaten sefer mânâsına
alınır. Şer'î sefer mânasına alınmaz. Nitekim Kuhistânî'nin yukarıdaki sözü de
buna işaret eder. Teemmül et!
T
E N B İ H : - UIemanın «yürümeye elverişli» sözlerinden anlaşılan mânâ. mestin
bizzat yani üzerine ayakkabı giymeden yürümeye elverişli olmasıdır. Çünkü bazen
mestin attı incelir, fakat ayakkabı içinde onuncu günlerce yürünebilir. Böyle
bir mestle ayakkabısız yürünse bir fersahda meshe mâni olacak kadar yeri
yırtılır. Binaenaleyh mest giyen kimsenin buna dikkat etmesi ve zann-ıgâlibine
göre amel etmesi lazımdır. Bu meselede zamanımız ulemasından bazıları arasında
münakaşa olmuştur.
Zâhir
olan mânâ benim arzettiğimdir. İhtiyât olan da odur. Benim için bu mânâ,
gördüğüm bir rüya ile te'yid edilmiştir. Ben burasını yazdıktan birkaç gün sonra
rüyamda Peygamber (s.a.v.)i gördüm, Kendisine bu meseleyi sordum: «Mestin üç
parmak mikdarı incelirse meshe mânidir.» buyurdular. Bu rüya (1234) yılının
zilkade'sinde görülmüştü.
Hamd
Allah'a mahsustur. Sonra Şâfiîlerin kitablarında bunun sarahaten beyan
edildiğini gördüm. Camdan, odundan ve demirden yapılan mest üzerine mesh câiz
olmadığı gibi, ayak üzerine sarılan hafif beze de mesh edilemez. Zira onunla
sefer mesafesi yürünemez. Bunu Sirâc sahibi el-İzah'tan nakletmiştir.
METİN
Mest
üzerine mesh, câizdir. Ama ayakları yıkamak daha faziletlidir. Meğer ki
töhmetten dolayı yapıla. Bu takdirde mesh efdaldir. Hatta yanında ancak mesh
ederek abdest almaya yetecek kadar suyu bulunan veya vaktin geçeceğinden yahut
Arafât'ta vakfe zamanının geçeceğinden korkan kimsenin mestleri üzerine mesh
etmesi vâcib olmak gerekir. Bunu Bahr sahibi beyan etmiştir. Kuhistânî'de şöyle
deniliyor: «Mest üzerine mesh, azimeti iskat eden bir ruhsattır. Bundan
dolayıdır ki, bir kimse ayağını yıkamak niyetiyle mestinin içine su dökse
günâhkâr olması icab eder.»
İZAH
Ayakları
yıkamanın daha faziletli olması şöyle izah edilir: Mesh daha faziletli olsa idi
müstehabtır, denilmesi münâsib olurdu. Musannıfın böyle demeyip «câizdir»
ifâdesini kullanması gösteriyor ki yıkamak mestten efdaldir. Çünkü yıkamak
bedene daha meşakkatli gelir. (Meşakkatli ibâdet ise daha makbuldür.)
Töhmetten
murad: Başkalarının, bu adam mest üzerine meshi câiz görmüyor; demelerinden
korkmaktır. Böyle bir ithamı kendinden defetmek için mesh etmek efdaldir. Çünkü
Rafızîlerle Haricîler mest üzerine meshi meşru saymazlar. Onlar çıplak ayak
üzerine meshi meşru görürler. Binaenaleyh bir kimse mestleri üzerine mesh ederse
töhmet kalkar; ayaklarını yıkamakla töhmet kalkmaz. Zira Rafızîler de bazen
takva niyetiyle ayaklarını yıkar; bunu meshin bedeli sayarlar. Böylece hal
şübheye müncer olur ve o kimse itham edilir. Bunu Halebî söylemiştir: Şârihin:
«Bu takdirde mesh daha faziletlidir.» sözünü Kuhistânî Kirmanî'den nakletmiş.
Sonra şunları söylemiştir:
«Lâkin
Muzmerât» ve diğer kitablarda yıkamanın efdal olduğu bildirilmiştir ki, sahih
olan da budur. Nitekim Zâhidî'de dahi böyledir.» el-Bahr'da Tevşîh'ten naklen:
«Bizim mezhebimiz budur. Şâfiî ile Mâlik de buna kâildirler. Ulemamızdan
Rusteğfenî meshin efdal olduğunu söylemiştir. İmam Ahmed'den nakledilen iki
rivâyetin esah olanı da budur. Bu, ya töhmeti def yahut cer kıraatiyle amel
içindir.» denilmiştir. Tamamı Bahr'dadır. Şârihin «Hatta yanında...» diye
başlayarak anlattığı meseleyi Bahr sahibi Şâfiî kitablarından nakletmiş; sonra:
«Bizim kâidelerimiz de buna aykırı değildir.» yıkayamaz. Hatta özenerek
mestlerini çıkarmadan yıkamaya çalışsa günâhkâr olur; velev ki yıkama yerini
tutsun. Mestlerini çıkarıp ruhsat kalktıktan sonra ayaklarını yıkamak meşru
otur; sevâb da kazanır.» demiştir. Burhan Halebî Münye şerhinde İmam Zeylaî
tarafını tutmuş: Fethü'l-Kadîr'le Dürer'deki beyânâta cevap vermiştir...
Hâsılı
Zeylaî'nin umumiyetle kitablardakine tâbi olarak söylediği fer'î mesele
makbuldür. Şârihin de meshi bozan şeyler meyanında beyan edeceği vecihle onu
birçok ulema sahih bulmuşlardır. Fethü'l-Kadîr'de zikredilen sahih olamama
meselesi Zahidî ve başkalarının naklettiklerine uygundur. Sirâc sahibi de onu
muvafık görmüş, musannıf dahi az ilerde aynı aynı yoldan yürümüştür. Ondan biz
de söz edeceğiz. Anla!
M
E T İ N :
Mesh
meşhur sünnetle meşru olmuştur. Binaenaleyh onu inkâr eden bid'atçı, ikinci
re'ye göre kafir olur. et-Tûhfe nâm eserde meshin icma' ile hatta tevatürle
sabit olduğu bildirilmiştir. Râvileri seksenden fazla olup içlerinde cennetle
müjdelenen on sahabî de vardır. Bunu Kuhistânî beyan etmiştir. Bazıları meshin
kitabla sâbit olduğunu söylemişlerse de bu kavil reddedilerek: «Mesh, bil'icma
topuklarla sınırlanmamıştır; âyetteki cer kıraatı civar dolayısıyledir.»
denilmiştir.
Mesh
cünüb ve hayızlı kimselere değil, abdestsiz olanlara câizdir. Bundan
anlaşıldığına göre abdestini tazeleyene de câiz olmaz. Meğer ki abdest tazeleyen
kimseye bundan dolayı sevâb verildiğine göre o da abdestsizmiş gibi olur denile.
Menfinin tasviri lâzım gelmez. Burada; şer'î nefi aklî isbata muhtaçtır
denilmiştir. Sonra «cünüb kimseye değil» tâbirinin zâhir mânâsına bakılırsa cuma
ve emsali için yıkanan kimseye de mesh câizdir. Halbuki Mebsût'ta beyan
olunduğuna göre öyle değildir. Ama onun hükmüne katılması da uzak görülmez. En
iyisi «Yıkanan kimseye değil, abdest alana câizdir.» demektir.
İZAH
Sünnet
lügatta : Yol ve âdet mânâlarına gelir.
Istılahan
: İbâdetlerde nâfile, delillerde -ki burada murad onlardır- Peygamber
(s.a.v.)'den kavlen veya fiilen yahut gördüğü bir şeyi takrir sureti ile rivayet
olunan şeylerdir. Mesh, kavlen ve fiilen rivâyet olunmuştur. Usuli hadîs ilmine
göre meşhur râvilerin her tabakasında ikiden fazla kimselerin rivâyet ettiği,
fakat tevatür derecesine ulaşmayan hadîstir.
Usul-i
fıkıh ilmine göre ise; birinci asırda yani sahabe devrinde haberi vâhid iken
sonraki asırlarda yalan üzerine ittifakları düşünülemeyen bir cemaat tarafından
nakledilen hadîstir. Birinci asırda da böyle bir cemaat tarafından rivâyet
olunursa o hadîs mütevatirdir. Birinci ve ikinci asırlarda da bu şekilde rivâyet
edilmezse haber-i vahiddir. Bundan anlaşılır ki usul ulemasına göre meşhur,
haber-i vâhidlerle mütevatirleri taksim eden bir asıldır.
Hadîs
ulemasına göre ise haber-i vâhidlerin bir kısmıdır ve tevatür derecesine
varmayan hadîstir. İnkârcısının bid'atcı mı yoksa kâfir mi sayılacağı hususunda
ihtilâf edilen meşhur usulcülerin ıstılahına göre olan meşhurdur. Hadis
ulemasına göre olan değildir. Anla!
«İkinci
reye göre kâfir olur.» ifadesinden murad; meşhur, tevatürün bir kısmı
sayıldığına göredir. Lâkin et-Tahrir'de: «Hak şudur ki, meşhurun aslı haber-i
vâhid olduğu için onu inkâr eden bilittifak tekfir edilemez. Onu inkâr
-Peygamber (s.a.v.)'i yalanlamak' değil-, müctehidlere hata isnât olduğu için
dalâlettir.» denilmiştir.
Tuhfe;
İmam Muhammed Semerkandî'nin eseridir. Bu eseri tilmizi (ve damadı) Kâşânî
muazzam bir şekilde şerh etmiş ve Bedâyi' adını vermiştir. Tûhfe'de meshin icmai
ümmetle sâbit olduğu bildirilmiştir. Râfizîlerin muhalefetine itibar yoktur.
Gerçi sahabeden İbni Abbas, Ebû Hüreyre ve Âişe (r.a.) (bir müddet) meshe kâil
olmamışlarsa da sonra bundan döndükleri sahih rivâyetle nakledilmiştir. Bunu
Halebî bildiriyor. Tûhfe'nin ibâresinde meshin tevatürle sâbit olduğu kaydı
yoktur. Bunu Kuhistânî İbni Hacer'e nisbet etmiştir. Sonra anlaşılıyor ki, bu
sözü mezkûr sayının yakın ve ilim zaruri ifade ettiğine, yalan töhmeti tamamen
ortadan kaldırdığına binaen söylemiştir. Galiba İmam A'zam onun bu mânâyı ifade
ettiğine tevakkuf etmiş; yahut ona göre mezkûr sayı sübût bulmamıştır. Onun için
de: «Mestler üzerine meshi meşru' görmeyenin küfründen korkarım. Zira onun
hakkında vârid olan eserler tevatür derecesindedir.» demiştir.
Bazıları
meshin kitabla sâbit olduğunu söylemişlerdir. Bunlar âyetteki Ercüleküm
kelimesinin mecrur (esere) kıraatiyle istidlâl etmişlerdir. Bu takdirde kelime
mesh edilen baş üzerine âtıf edildiğinden ondan da mesh mânâsı anlaşılır.
Böylelikle nasb (üstün) kıraatiyle ikisinin arası bulunmuş olur. Nasb kıraatinde
bu kelime yıkanan uzuvlar üzerine âtıf edilmiştir ve ayakların da yıkanacağını
ifade eder. (Yani iki kıraata göre iki değişik mânâ hâsıl olur. Cer kıraatına
göre abdest âyetinin mânâsı: «Ey imân edenler! Namaza kalkacağınız vakit
yüzlerinizi ve dirseklerinizle beraber ellerinizi yıkayın! Başlarınıza ve
topuklarınızla beraber ayaklarınıza da mesh edin.» şeklindedir.
Nasb
kıraatına göre ise: «Ey imân edenler! Namaza kalkacağınız vakit yüzlerinizi ve
dirseklerinizle beraber ellerinizi yıkayın: Başlarınıza mesh edin. Ayaklarınızı
da topuklarınızla beraber yıkayın!» demek olur). Fakat metinde bildirildiği
vecihle bu kavil reddedilmiştir. Zira âyetteki cer kırâatı civar dolayısiyledir.
(Yani üst tarafındaki «biruûsiküm» kelimesi cerle okunduğu için «ercüliküm»
kelimesi de cerle okunmuştur. Buna nahiv ilminde cerr-i cevarî derler). Bu
câizdir ve gerek Kur'an-ı Kerîm'de gerekse Arap şiirlerinde örnekleri çoktur.
Ama kelime mânâ itibariyle yine mansublar (yani yıkanan uzuvlar) üzerine
mâtuftur. Burada nasib bırakılarak cerre dönülmesi ayakları yıkarken iktisada
riayet edilmesi lâzım geldiğinde, onları meshe benzer şekilde hafif yıkamak
gerektiğine tenbih içindir. Nitekim Dürer ve diğer kitablarda da böyle
denilmiştir. «Bundan anlaşıldığına göre abdestini tâzeleyene de câiz olmaz.»
ifadesi ve cevabı Kuhistânî'ye aiddir.
Ben
derim ki: Şöyle denilebilir: Abdest tazeleyene meshin câiz olması evleviyetle
anlaşılır. Çünkü hakikî hadesi gideren şeyle abdestin yenilenmesi evleviyetle
hâsıl olur. Şu da var ki, musannıfın: «cünüb kimselere değil» sözü, mukabele
(karşılaştırma) suretiyle abdestsiz kelimesinin yalnız cünübden ihtiraz olduğunu
gösterir. Teemmül et!
«Menfinin
tasviri lâzım gelmez.» ifadesinden murad; onu zihinde canlandırmak için
suretgöstermeye lüzum yoktur, demektir. «Şer'î nefi, aklî isbata muhtaçtır.»
ifadesi de Kuhistânî'nindir. Bu cümle şöyle izah olunur: Şeriattan alınan şer'î
nefi (yani red) aklen nefi edilen şeyin tasavvuru mümkün olmasına bağlıdır.
Böyle olmazsa şeriattan alınmış olmaz, akıldan alınmış olur. Meselâ; hareketle
sükûn bir arada bulunamaz, dersek buradaki nefi aklidir. Ulema şer'î nefi için
birtakım suretler göstermişlerdir ki, bazıları şunlardır:
Cünüb
bir kimse teyemmüm eder de mestlerini giyer, sonra abdestini bozarak yalnız
abdestine yetecek kadar su bulursa mestleri üzerine mesh edemez. Çünkü cünüblük
ayaklarına sirayet etmiştir. Teyemmüm kâmil taharet değildir. Hayızlı kadının
kanı kesilirse o da bunun gibidir. Müctebâ sahibi buna itiraz ederek: «Bu
söylenen doğru değildir. Çünkü esah kavle göre cünüblük avdet etmez.» demiştir.
Ben
derim ki: Cünüblük ne abdest uzuvlarına avdet eder, ne de diğer a'zâya. Çünkü o
şahıs yetecek kadar su bulmamıştır. Cünüblük parçalanmayı kabul etmez. O kimse
hakikatta cünüb değil, abdestsizdir. Bizim sözümüz bunda değildir. Binaenaleyh
Bahr sahibinin: «Bu adam suyu görmekle tekrar cünüblüğe avdet etmiştir.» diyerek
Müctebâ'ya tiirazda bulunması vârid değildir. Bu meydandadır. Doğrusu
Müctebâ'nın tasvir ettiğidir. Yani abdest alır da mestlerini giyer, sonra cünüb
olursa mestlerini topuklarının üzerinden bağlayarak yıkanamaz; mestlerinin
üzerine mesh edemez, yahut ayaklarını yüksek bir şey üstüne koyarak yıkanamaz;
mesh edemez. Hayızlı da bunun gibidir. Lâkin bu mesele ancak İmam Ebû Yusuf'un
kavline göre tasavvur olunabilir. Ona göre hayzın en az müddeti iki bütün günle
üçüncü günün ekserisidir. Kadın yolcu olup sefere çıkarken abdest alır da
mestlerini giyer, sonra bu miktar hayız görürse hayız müddetinden beş saat kadar
bir zamanı kalır ki, bu zaman içinde mesh etmesi câiz değildir. Tarafeyn'in
kavline göre ise tasavvur edilemez. Çünkü anlara göre hayız müddetinin en azı üç
gündür. Bu müddet zarfında meshin müddeti geçer.
Nitekim
bunu Müctebâ sahibi izah etmiş, fakat nifaslıyı zikretmemiştir. Bahr'da beyan
edildiğine göre nifaslının şekli şöyledir:
Mestlerini
temiz iken giyer, sonra nifasını görür ve yolcu ise üç günden önce. mukîm ise
bir gün bir geceden önce kanı kesilir.
«Cünüb
kimseye değil, tâbirinin zâhirine bakılırsa ilah...» ibâresi Kuhistâni'nindir.
Kuhistâni: «Mebsût'taki beyana göre câiz olmaması icabeder.» demiştir ki, şunu
ifade eder: «Mebsût'ta bu mesele «cezm» sîgası ile değil de «gerekir» sözü ile
zikredilmiştir. Onun için de şârih: Ama onun hükmüne katılması da uzak
gördüğümüz» diyerek takviyede bulunmuştur. Aksi takdirde buna hâcet kalmazdı.
«Ama
onun hükmüne katılması da uzak görülmez» cümlesinden murad: cuma için yıkanmak
cünüblük sebebiyle yıkanma hükmünde sayılabilir; demektir. Yani «Mebsût'un sözü
ihtimalden uzak değildir. Bunun izahı şudur: Sünnet vechiyle yıkanmanın hakikatı
da odur. Yani bedenin yıkanması mümkün olan her yerini yıkamaktır. Binaenaleyh
«cünüb kimseye değil» ifadesi gusülde meshin meşru olmadığını beyandır. Guslün
cünüblükteki veya başka bir sebebten yapılması farketmez. Nitekim hadesli
kimseye meshin meşru olması da abdestte meşru olduğunu isbat eder. Abdestin
hadesten veya başka bir sebebten dolayı alınması fark etmez. Zira bunların her
biri hakkında gerek erkân, gerekse sünnetleri yönünden abdestin hakikatı birdir.
Bunu gusül bâbında söylemiştik.
«En
iyisi, yıkanan kimseye değil, abdest alana câizdir, demektir.» Yani musannıf
böyle demeli idi. Tâ ki abdest sözü abdest tazeleyene, yıkanan sözü de cuma ve
bayram için yapılan gusüllere ibârede te'vile hâcet kalmaksızın şâmil olsun.
METİN
Sünnet
vechiyle mesh biraz açık olan parmaklariyle ayak parmaklarından başlayarak
baldırların başına doğru çizgi çekmekle yapılır. Meshin yeri, mestlerinin
üzeridir ve parmaklarının uçlarından boşlayarak potin bağlanan yere kadar devam
eder. Mestlerin üstünü ve temiz olan altlarını beraberce mesh etmek müstehabtır.
Bir kimse mest veya sargı üzerine giyse bile çamurluklarının üstüne mesh
edebilir. Fetâvâyı Şaziye'de bildirilene itibar yoktur. Çünkü bu zat meçhüldür.
Nakillere muhâlif sözlerinde ona tabi olunamaz.
İZAH
Şârih
«sünnet vechile» diyerek çizgileri belirtmenin şart olmadığını anlatmak
istemiştir. Zahir rivâyet de budur. Meshi bu şekilde yapmak onun sünnetinin
şartıdır. Kâdihân'ın Câmi-i Sağir şerhinde beyan ettiği vecihle mesh şöyle
yapılır: Mesh edecek kimse sağ elinin parmaklarını sağ ayağının, sol elinin
parmaklarını da sol ayağındaki mestin parmak uçları üzerine koyar, parmaklar
yerleştikten sonra onları topukların üzerindeki baldır kemiğinin başına
varıncaya kadar çeker. Çünkü topukları yıkamak farzda dahil olunca sünnet üzere
yapılan meshde de dahildir. Parmakları ile birlikte avuçlarını da yatırırsa daha
iyi olur. İmam Muhammed'den böyle rivâyet olunmuştur. Bunu Bahr sahibi beyan
ediyor.
Ben
derim ki: Bundan anlaşılan mânâ meshde sağdan başlamanın sünnet olmamasıdır.
Nitekim kulakları mesh meselesinde de böyledir. Hilye'de bildirildiğine göre
meshin müstehab şekli elin dışı ile değil, içi ile yapmaktır.
Şârihin
«meshin yeri» sözünü metne ilave etmesi bunun şart olduğu bilinsin diyedir.
Musannıf meshin yerini «mestlerinin üzeri» diye kayıdlamıştır. Çünkü mestin
altına, ökçesine ve koncuna mesh câiz değildir. Bunu Dürer sahibi söylemiştir.
«Parmaklarının
uçlarından...» denildiğine göre meshin mahallinde parmakların dahil olduğu
anlaşılıyor. Hatta bir kimse parmaklarının üzerine mesh etse farz mikdarını
bulduğu takdirde sahih olur. Bahr sahibi, Kenz ve diğer metinlerle şerhlerde
anlatılanın da bu olduğunu söylemiştir. Ekseriyetle fetva kitablarında ise câiz
olmadığı bildirilmiştir. Çünkü ulema: «Mestiin tefsiri, parmak kenarlarından
baldıra kadar ayaklarının üzerine mesh etmektir.» demişlerdir. Bu gösterir ki
meshin yeri hususun da parmakların dahli yoktur. Hâniyye sahibi bunu
açıklamıştır. Dikkatli olunsun!
Nehir
sahibi buna şöyle itiraz etmiştir: «Fetva kitablarındaki beyanat parmakların
dahil olduğunu gösterir. Çünkü parmak kenarları onların sonları yani uçlarıdır.
Mübtega'nın sözü de buna uymaktadır. Orada: Parmakların uçlarından potin bağının
yerine kadar ayağın üzeridir, denilmiştir».
Ben
derim ki: Nehir'deki beyanat Hilye sahibinin fetva kitablarından anladığının
aynıdır. Hilye sahibi şöyle demiştir: «Parmak uçları ile parmak kenarlarının
arcısı tâbirleri mânâ itibariyle birdir. Zira parmak kenarları parmak uçlarıdır.
Evet, Zahire'de: «Mestler üzerine meshin tefsiri, parmaklarla baldır orasında
ayaklarının üzerine mesh etmesidir; denilmiştir. İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den
rivâyetin'e göre mesh, parmakların kenarlarından baldıra doğru ayakların üzerine
yapılır.» Şu halde Zahîre sahibini evvelâ bildirdiğine göre parmaklar meshin
yerinde dahil değildir. Tahâvî şerhindeki: «Parmak yerlerini mesh ederse câiz
olmaz. » sözü, buna göre söylenmiştir. Hâniyye sahibi bunu açık söylemiştir.
İmam Hasan'ın rivâyetine göre ise dahildir. Bu kavlin evlâ olduğu anlaşılıyor.
Taberâni'nin «el'Vusta» nâm eserinde Hazreti Câbir'den rivâyet ettiği hadîs de
buna şâhiddir. Mezkûr hadîste; «Peygamber (s.a.v.) mestlerinin ön tarafına
baldır kemiğinin başına kadar bir defa mesh etti. Parmaklarını da araladı.»
denilmektedir. Fetva sahibleri bu sebebten bu rivâyeti tutmuşlardır.
Ben
derim ki: Hâsılı bu meselede rivâyet ihtilafı vardır. Metin ve şerhlerin ve kezâ
ekseri fetva kitablarının ifadesine göre parmak mesh yerinde dahil olunca onlara
itimad evladır. Onun için şârih, Nehir ve Hilye sahiblerine uyarak bu kavli
ihtiyar etmiştir. Anla!
Potin
bağlanan yerden murad: Ayağın üstünde ve ortasındaki mafsaldır. Buna topuk da
denir. «Meshin yeri parmakların uçlarından başlayarak potin bağlanan yere
kadardır.» sözü meshin farz olan yerini beyandır. Yoksa sünneti, boyan ettiğimiz
gibi baldıra kadar varmaktır. Binaenaleyh iki beyan arasında muhalefet yoktur.
Bu açıktır. Anla!
Şârih
Nehir sahibine uyarak: «Mestlerin üstünü ve temiz olan altlarını beraberce mesh
etmek müstehabtır.» demiştir.
Ben
derim ki: Benim gördüğüm iki Bedâyi' nüshasında bu söz Şafiî'den nakledilmiştir.
Bedâyî'de şöyle deniliyor:
«Şafiî'den
rivâyet olunduğuna göre bir kimse sadece mestin altına mesh etse câiz olmaz. Ona
göre müstehab olan, hem üstüne hem altına mesh etmektir.» Buradaki gaib zamiri
Şâfiî'ye râcidir. Tatarhâniyye'de de böyle olduğunu gördüm. Hilye sahibi diyor
ki: «Bizim ulemamıza göre mezheb şudur: Mestin üstünden başka hiçbir yeri ne
farz ne de sünnet mezheb şudur: Mestin üstünden başka hiçbir yeri ne farz ne de
sünnet olarak meshe mahal değildir. İmam Ahmed'in kavli de budur. Şafiî üst ve
altını mesh etmek sünnettir demiştir. Bahr sahibi şunu söylemiştir: Muhît'te
beyan edildiğine göre mestin üstü ile beraber altına da mesh etmek sünnet
değildir. Şâfiî buna muhâliftir. Zira sünnet farzları ikmal için meşrû olmuştur.
İkmal ancak farz yerinde tahakkuk eder; başka yerde tahakkuk edemez. Başka yerde
müstehab olduğu reddedilmiştir ki, murad olan da budur.» Bahr'in sözü burada
biter. Yani Muhît'ten başka kitabta müstehab değildir, denilmiştir. Muhît
sahibinin: «Sünnet değildir.» sözünden murad da budur. Mirâcü'd-Dirâye adlı
eserde şöyle deniliyor:
«Şâfiî
ile Mâlik'e göre sünnet, mestin üstüne ve altına mesh etmektir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.)'in mestlerinin üstüne ve altına mesh ettiği rivâyet olunmuştur. Bize ve
İmam Ahmed'e göre mestin alt kısmının meshde dahli yoktur. Zira Hazretî Ali
(r.a.): «Din görüşle olsa idi mesh edilmek için mestin altı üstünden daha
münâsib olurdu. Ben Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemi mestlerinin üzerine
mesh ederken gördüm, demiştir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd, İmam Ahmed ve Tirmizi
rivayet etmişlerdir. Tirmizi onun hakkında: «Hasen sahih bir hadîsdir» demiştir.
İmam Şâfiî'nin rivâyet ettiği hadîs Şâz'dır. Bu hadîse muaraza edemez. Hem onu
hadîs uleması zaif bulmuşlardır. Onun için, sâbit olsa müstehab mânâsına alınır,
denilmiştir. Bazı ulemamızın: «Üst ve altına beraberce mesh edilir» dedikleri
rivâyet olunmuştur. Anlaşılıyor ki ikisine birden mesh etmek müstehabtır sözü
Nehir sahibinin naklettiği gibi mezheb değil, ulemamızdan bazılarına aiddir.
Buna dikkat et! Hamd Allah'a mahsustur.
Şârihin
«mest üzerine giyse bile» sözü çamurluklar yalnız başına giyilse de üzerlerine
mesh câiz olduğunu ifade eder. Ama bu hüküm çamurluklar deriden yapıldığına
göredir. Pamuk bezinden yapılırsa mest üzerine bile giyilse mesh câiz değildir.
Meğer ki meshin ıslaklığı meste geçmiş ola. Sonra bunlara meshin şartı yalnız
giyilmiş olsalar üzerlerine meshin câiz olmasıdır. Mânî derecede yırtıkları
bulunursa üzerlerine mesh câiz değildir. Bunu Sirâc sahibi söylemiştir. Mestler
üzerine mesh etmeden ve abdest bozmadan giyilmiş olmaları da şarttır. Bir kimse
mestleri üzerine mesh eder yahut mestlerini giydikten sonra abdest bozar da
sonra çamurluklarını giyerse üzerlerine mesh etmesi biittifak câiz olmaz. Çünkü
bu takdirde çamurluklar meste tâbi sayılamazlar. Bu şartı Sirâc, Mecma'
şerhleri, Münyetü'l-Musallî ve başkaları açıklamışlardır. Bunun muktezası şudur:
Bir
kimse abdest alarak mestlerini giyer de sonra abdest bozmadan abdestini tazeler
ve mestleri üzerine mesh ettikten sonra çamurluklarını giyerse mesh etmesi câiz
değildir. Zira hüküm mestte karar kılmıştır. Artık çamurluk ona tâbi olamaz. Şu
da var ki, Bahr'da beyan edildiğine göre mezhebimizce mest üzerine mest giymek
sair hükümleri hususunda çamurluk gibidir. Sargı, ister mestin altında ayağa
sarılı, ister dikilmiş de giyilmiş olsun üzerindeki çamurluğa mesh edilebilir.
Nitekim bunu Münye şârihi de beyan etmiştir.
Şâzi
kelimesinin nüshalarda gördüğüm şekli buradaki gibidir. Lâkin Hazâinü'l-Esrar'da
şârihin el yazısiyle bunun Şâdi olduğunu gördüm. Sonra bu fetevâda bildirilen
şeyler Mecma' şerhinde ondan nakledilen tafsilattır ki, şundan ibarettir: Sırf
pamuk bezinden yapılıp mestin altına giyilen sargı mest üzerine meshe mânidir.
Çünkü ayrıdır. Ayağa sarılan bez parçası ise mâni değildir. Çünkü o giymek için
maksud değildir. Buna red cevabı hususunda Münye şerhinde. Dürer ve Bahr'da uzun
ifadeler vardır. Zira Rumeli fukahâsı bununla amel etmişlerdir.
Halebî
diyor ki: «Sultan Selim Han bu meseleyi Yakup Paşa'ya sormuş, o da meselenin
tahkikine ehemmiyet vererek câiz olduğunu bildiren bir cüz'ü eser yazmıştır.»
Bunu
Bahr sahibi söylemiştir. Zâhir rivayet budur. İmam Hasan'ın rivâyetine göre
sadece mestin üzerine mesh eder. Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre ise öteki botu
da çıkararak mestleri üzerine mesh eder. Bunu Hâniyye kaydetmiştir.
Ellerini
botlarının altına sokarak mestlerine meshin câiz olmaması botlarda meshe mâni
yırtık olmadığına göredir. Yırtık olursa Mübtegâ'da: «Mestin veya kaluşun
üzerine mesh câizdir.» deniliyor. Lâkin Hilye'de ve ona uyarak Bahr'da beyan
edildiğine göre bu mesele incelenerek: «Ancak mestin üzerine câiz olması
gerekir. Çünkü meshe mâni yırtığı bulunan botun varlığı yokluğu müsavîdir.
Binaenaleyh vazife meste kalmıştır. Ondan başkasına mesh câiz olamaz.»
denilmiştir.
Yukarıda
arzettiğimiz vecihle Sirâc sahibi de bunu tasrih etmiştir. Altına yeniden pençe
vurulan çorap ayakkabı gibidir. Zâhir rivâyet budur. İmam Hasan'ın rivayetine
göre ise pençeli çorap topuğa kadar deri kaplanandır. Bunu İbni Kemal beyan
etmiştir. Kitabımızdaki deri kaplı çoraptan murad, altı üstü deri ile kaplanmış
olandır.
T
E N B İ H: Musannıfın beyan ettiği pençeli ve deri kaplı çorapların üzerine
meshin câiz olması ile İmameyn'e göredir. İmam A'zam'ın da bu kavle döndüğü
rivâyet olunur. Fetva buna göredir. Bahr sahibinin beyanına göre Hidâye ve diğer
kitabların ekserisinde böyle denilmiştir. Şu da var ki: Ehî Çelebi'nin
Sadru'ş-Şeria üzerine yazdığı derkenarda: «Çorapları kalın diye kayıdlamak kalın
olmayanları pençeli olsalar bile hükümden çıkarır. Bundan kimse bahis
etmemiştir. Bence bu işin hülâsası şudur: İnce çorabın yalnız altına deri pençe
vurulursa yahut altı ile parmak yerlerine vurulur da farz yeri olan ayağın üstü
tamamiyle deriden hâli kalırsa üzerine mesh câiz değildir. Çünkü İmameyn'le İmam
A'zam arasındaki ihtilâfın menşei, İmameyn'in sadece kalınlıkla yetinmeleri,
İmam A'zam'ın bununla yetinmeyip kalınlıkla beraber pençe veya deri kaplamanın
mutlaka lâzım olmasıdır.» denilmektedir. Ehî Çelebî bu hususta sözü hayli
uzatmıştır.
Ben
derim ki: Hayır, bu hüküm musannıfın, kezâ Kenz'in ve başkalarının: «Deri kaplı,
pençeli ve kalın çorapların üzerine mesh câizdir.» sözlerinden alınmıştır. Zira
bu sözün ifade ettiği mânâ deri kaplı çorabın kalın olmakla kayıdlanmamasıdır.
Müriye
şerhinden naklen yukarıda arzetmiştik ki, bazı kimselerin iddiaları hilâfına
derinin bütün ayağı saran çorabı kaplaması şart değildir. Yine Münye şerhinde
bildirildiği göre Hulâsa sahibi, pamuk bezinden yapılan deri kaplı çoraplara
meshin câiz olduğunu açıkça söylemiştir.
Bundan
ve daha öncekilerden şu mânâ çıkar: Meshin yeri olan ayağın üstü altı ile
birlikte deri kaplı olursa üzerine mesh câizdir. Nitekim bunu Seyyidî
Abdülganî'den naklen kaytanla dikilen Hanefî mesti meselesinde söylemiştik.
Ulemanın çorabın bacakta kendiliğinden durmasını şart koşmaları buna zarar
etmez. Çünkü o şart deri kaplanmayan ve pençe vurulmayan kalın çoraplara aiddir.
Nitekim Nehir ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Başa yapılan meshte
olduğu gibi burada da mesh bir defa yapılır. Tekrarı sünnet değildir. Bunu Bahr
sahibi söylemiştir.
M
ETİ N
Mestlerin
hades zamanında tam abdestle giyilmiş bulunmaları lâzımdır. Bir kimse abdest
bozar da mestleri üzerine mesh eder, yahut mesh etmeden botlarını giyerse
onların üzerine mesh edemez. Tam abdest kaydiyle yıkanırken kuru kalan yer gibi
hakikaten nâkıs ve teyemmüm gibi mânen nâkıs olan temizlik hariç kaldığı gibi,
özürlü kimsenin temizliği de hariç kalır. Zira özürlü yalnız vakit içinde mesh
eder. Meğer ki özrü kesilerek abdest almış da giymiş olsun. Bu takdirde sağlam
kimse gibi olur. Abdestsiz bir kimse mestlerini giyer de suya dalar ve ayakları
ıslandıktan sonra abdestini tamamlarsa, sonra abdestini bozduğunda mesh etmesi
câizdir.
İZAH
Tam
abdest kaydı ile şu da hariç kalır: Cünüb bir kimse abdest alarak mestlerini
giyer de sonra abdestini bozar ve bedeninin kalan yerlerini yıkarsa mestleri
üzerine mesh edemez. Sahih kavle göre mesh edemez. Çünkü hades varlığı yokluğu
itibariyle parçalanmayı kabul etmez. Bu açıktır. Sahihin mukabili olan kavle
göre de mesh edemez. Çünkü gusül tamam olmamıştır. İmamlarımızdan bu meseleye
temas eden görmedim. Teemmül et! Ama bunu «kuru kalan yer gibi» sözünden
evleviyetle anlarsın.
Kuru
kalan yerden murad; mestlerini giymezden önce yıkanıp da su isabet etmeden kalan
yerdir. «Teyemmüm gibi mânen nâkıs» ifadesinden murad dahi; mestlerini teyemmüm
ettikten sonra giyer de sonra suyu bulursa mestlerinin üzerine mesh câiz olmaz;
yıkaması icap eder; demektir. Özürlü kimsenin temizliği noksandır. Sonra bu
temizlik dört şıktan hâli değildir. Ya abdest alıp mestlerini giyerken özür
kesilmiştir; yahut her ikisinde (yani hem abdest alırken hem mestlerini
giyerken) özür mevcuddur. Yahut abdest alırken kesilmiş, mestlerini giyerken
mevcuddur veya bunun aksidir. Birinci şıkta o kimsenin hükmü sağlamlar gibidir.
Çünkü mestlerini tam abdestle giymiştir. Bu, hadesin ayaklara sirayetine
mânidir. Kalan üç surette yalnız vakit içinde mesh eder. Vakit çıkınca mestlerim
çıkararak ayaklarını yıkar. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir. Lâkin şârih
teyemmüm ile özürlünün temizliklerini noksan saymakta Zeylaî'ye tâbi olmuştur.
Nehir
sahibi diyor ki: «Buna itiraz olunmuş ve şartları mevcud oldukça bunların
ikisinde de noksanlık yoktur. Teyemmümlü ancak suyu gördükten sonra, özürlü de
vakit çıktıktan sonra mesh edemezler.
Çünkü
o zaman sabık hades ayakta kendini gösterir. Mesh ancak mesh edilene sirayet
edeni giderir; ayağa sirayet edeni gidermez. Onun için özür sahibine vakit
içinde meshi câiz görmüşüzdür. O da özründen başka bir sebeble abdesti bozularak
abdest alması, özrünün abdest alırken ve mestlerini giyerken akması şartiyledir.
Mestlerin
tam abdestle giyilmiş olmaları lâzımdır ki, abdest bozulduğu zaman üzerlerine
mesh câiz olsun. Çünkü mest hadesin ayağa sirayet etmesine mâni olur.
Binaenaleyh temizliğin tamam olup olmadığı mâni olma zamanında itibara alınır.
Ayağa giydiği anda itibara alınmaz. Şâfii buna muhâliftir. Abdestsiz bir kimse
mestlerini giyer de suya dalarak ayaklarını ıslatır ve sonra abdestini
tamamlarsa abdestini bozduktan sonra mesh edebilir. Çünkü şart mevcuddur. Şart
mestlerin hades zamanında tam abdestle giyilmiş bulunmalarıdır. (Bundan maksad
abdest bozarken giymekdeğildir, ondan önce tam abdest alıp mestlerini giymiş
bulunmaktır.) Ayaklarını yıkadıktan sonra mestlerini giyerek sonra abdestini
tamamlasa yahut ayağının birini yıkayıp mestini giyse, sonra ayağını da
yıkayarak mestini giyse, hüküm yine böyledir. Nitekim Bahr'da da böyle
denilmiştir. Ama abdest alır da su mest içindeki ayağa ulaşmadan abdestini
bozarsa hüküm değişir. Bu surette Şâfiî'nin dediği gibi mesh edemez. Bu açıktır.
METİN
Meshin
müddeti evinde olan için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Bu
müddet abdest bozma zamanından başlar. Evinde olan kimse bazen altı vakit mesh
eder.
Bazen
dört vakitten fazlasına imkân bulamaz. Nitekim fecir doğmadan abdest alıp
mestlerim giyer de fecir doğduktan sonra sabah namazını kılar ve teşehhütte
abdesti bozulursa hüküm budur. Sarık, külah, peçe ve eldiven üzerine mesh câiz
değildir. Çünkü bunlarda güçlük yoktur.
Meshin
amel cihetinden farzı el parmaklarının küçükleriyle uzunluğuna ve genişliğine
her ayakta üç parmak mikdarıdır. Bu mikdar mestte itibar edilmez. Binaenaleyh
ulema meshde bir parmağı çekmeyi menetmişlerdir. Parmaklarının uçlariyle mesh
eder de köklerini boş bırakırsa mesh câiz olmaz. Meğer ki parmaklarını koyarken
mestin farz mikdarı ıslanmış olsun. Bunu musannıf söylemiş, sonra: «Zahîre'de su
damlarsa câiz, damlamazsa câiz olmadığı bildirilmiştir.» demiştir. Bir kimsenin
ayağı kesilirse ayağının üzerinde farz mikdarı yeri kaldığı takdirde üzerine
mesh eder. Kalmamışsa ayağını yıkar. Nitekim ayağı topuğundan kesilen de yıkar.
Yalnız bir ayağı mevcud olan kimse onun üzerine mesh eder. Gasp edilen mestin
üzerine mesh câizdir. Hanbelîler buna muhâliftir. Nasılki gasp edilen ayağı
yıkamak da bilittifak câizdir.
İZAH
Meshin
müddeti abdest bozma zamanından başlar. İlk mesh ettiği zamandan başlamaz. Bir
rivâyette İmam Ahmed'in kavli budur. Mestlerin giyildiği zamandan da başlamaz.
Bu kavil de Hasan-ı Basrî'den rivâyet olunmuştur. Tamamı Bahr nâm eserdedir.
Remlî'nin beyânına göre Bahr'ın sözü şöyledir: «Müddet, hades zamanının başından
itibar olunur. Şâfiîlerin dediği gibi sonundan itibar edilmez. Bizim
söylediğimiz daha muvafıktır. Çünkü mestin amel ettiği zamandır. Bizim
mezhebimizde bu hususta hilâf olduğunu söyleyen görmedim». Şu halde bir kimsenin
abdesti uyku ile bozulmuşsa meshin müddeti uyandıktan sonra değil, ilk uyuduğu
andan başlar. Hatta bütün mesh müddetince uyur veya delirir yahut baygın
bulunursa meshi bâtıl olur.
Evinde
olan kimse bazen altı vakit mesh eder. Bu şöyle olur: Tam abdestle mestlerini
giyer. Sonra ortalık aydınlanınca abdest bozar. Sonra abdest olarak mestleri
üzerine mesh eder. Ve güneş doğmazdan az önce sabah namazını kılar. Ertesi gün
sabah namazını fecir doğar doğmaz kılar. Bunu Halebî beyan etmiştir. el-Bahr'da
bildirildiğine göre bazen yedi vakitte mesh eder. Yalnız bu, İmam A'zam'la
İmameyn arasında ihtilâflıdır. Meselâ bir kimse öğleden sonra gölge iki mislini
bulmadan birle iki misli arasında abdestini bozar ve birinci gün öğle namazını
İmam A'zam'ın kavline göre gölge, eşyanın bir misli olduktan sonra, ikindiyi de
iki misli olduktan sonra kılar, ikincigün öğleyi gölge bir misli olmadan kılar.
Birinci
gün sabah namazının teşehhüdünde abdesti bozulan kimse ayağındaki mestlerle
ikinci günün sabah namazını kılamaz. Çünkü ka'de halinde iken mesh müddeti sona
ereceğinden namazı bâtıl olur. Nitekim onikilik meselesinde gelecektir.
Sarık,
külah, peçe ve eldiven gibi şeylerin üzerine mesh câiz değildir. Çünkü bunları
çıkarıp altlarını yıkamakta güçlük yoktur. Bir de bunlara meshin câiz olduğunu
bildiren hadîs şâzdır. Abdest uzuvlarını yıkamayı ve başa meshi emreden
kitabullaha onunla ziyade yapılamaz. Mest hakkındaki hadîs ise öyle değildir.
İmam Muhammed Muvattâ' nâmındaki kitabında: «Duyduğumuza göre sarık üzerine mesh
câizmiş: sonra terk edilmiş.» demiştir. Hilye'de böyle denilmiştir.
«Meshin
amel cihetinden farzı» ifadesi ile itikad cihetinden değil denilmek istenmiştir.
Abdest bahsinde izah ettiğimiz vecihle farz, biri itikadi diğeri amelî olmak
üzere iki kısımdır. Bu ileride gelecektir.
«Musannıf
üç parmak mikdarı» sözü ile parmakların değil, o mikdarın şart olduğuna işaret
etmiştir. Bunu Şurunbulâliyye kaydediyor. Binaenaleyh mesh edilecek yere üç
parmak mikdarı su ve yağmur isabet etse câiz olur. Keza bir kimse yağmurla
ıslanmış çimende yürüse mesh namına kâfidir. Esah kavle göre çiğden ıslanan
çimende yürümek de böyledir. Bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü Bahr
nâm eserde bildirildiğine göre çiğ bir deniz hayvanının nefesidir, onu hava
çekip alır.
Münye
şerhinde de beyan edilmiştir ki, meshin farz olan mikdarı uzunluğuna ve
genişliğine üç parmak mikdarıdır. Bahr sahibi Bedâyi'den naklen. Bir kimse üç
parmağını yatırmayıp dik tutarak çekmeden mesh ederse ulemamızın ittifakiyle
câiz olmaz.» demiştir. Üç parmak mikdarı her ayakta muteberdir. Dürer sahibi:
«Bir kimse bir ayağının üzerine iki parmak mikdarı, diğerine beş parmak mikdarı
mesh etse câiz olmaz.» diyor. Bu mikdarın mestte itibar edilmemesi, mesh geniş
olur da boş kısmına mesh ederse câiz olmadığı içindir. Bunu evvelce görmüştük.
Ulema
meshde bir parmağı çekmeyi men etmişlerdir. Yani bir parmağını mestin üzerinden
çekerek üç parmak mikdarını mesh ederse câiz olmaz. Zâhirine bakılırsa velevki
parmak ıslak olsun. Çünkü parmaktaki ıslaklık müsta'mel olur. Düşün!
Hilye'de
beyan olunduğuna göre iki parmakla meshin hükmü de öyledir. Ama baş parmağı ile
şehâdet parmağını açarak kullanır ve aralarındaki avuç kısmını batırır da mesh
eder yahut her defasında ayrı ayrı ıslatmak şartiyle bir parmağı ile üç ayrı
yere mesh ederse câiz olur. Çünkü bu, üç parmak yerini tutar. Kezâ bir parmağın
dört kenarı ile mesh ederse sahih kavle göre câizdir. Zâhir olan bunun da dört
yere yapılır diye kayıdlanması gerekir.
«Meğerki
parmaklarını koyarken mestin farz mikdarı ıslanmış olsun.» ifadesi Münye'den
alınmıştır. Zahidî: «Ben derim ki: yahut parmaklarını çekerken ıslaklık o yere
inerse..» şeklinde izahta bulunmuştur. Hilye sahibi: «Damlar olmasından murad
zâten budur.» diyor ve bununla şunuanlatmış oluyor: Şart ya zikredilen ıslaklık
yahut damlamaktır.
Münye
şerhinde: «Çünkü ıslaklık evvela mücerret isabet etmekle müstâ'mel olur. Sonra
farz yerinde kullanılmakla ikinci defa müsta'mel olur. Ama damlarsa böyle
değildir. Zira ikinci defa mesh ettiği damla birincinin aynı değildir. Sünneti
ifâ meselesi de böyle değildir. Meselâ parmaklarını yatırır da çekerse
damlamadığı halde câizdir. Çünkü farzda gösterilmeyen müsamaha nâfilede
gösterilir. Nâfile, farzda tâbidir. Binaenaleyh meshde tekrarın meşru olmaması
zaruretinden dolayı farzda tabean onun ıslaklığı ile sünnet edâ edilir.
Meselenin tamamı Münye şerhindedir. Musannıfın kendi sözü ile Zahîre'den
naklettiği ibare arasında zıddiyet yoktur. Çünkü şart iki şeyden biridir. Bunu
gördün.
Esas,
meshin müsta'mel ıslaklıkla yapılmamasıdır. Zahîre'de: «Su damlarsa câiz;
damlamazsa câiz değildir.» denilerek tafsilâta gidilmiş; Hulâsa'da ise mutlak
surette câiz olduğu bildirilmiş ise de tafsilâta gitmek evlâdır. Nitekim Hilye
ile Bahr'da da böyle denilmiştir. Kesilen ayaktan farz mikdarı mesh edecek yer
kalmamışsa yıkamakla mesh bir araya gelmemek için hem kesileni hem sağlamı
yıkar. Ayağı topuktan kesilen kimse de öteki ayağını yıkar; üzerine mesh edemez.
Yalnız bir ayağı mevcud yani bir ayağı topuktan yukarı kesilen kimse sağlam
ayağına mesh edebilir. Zira burada yıkamakla mesh bir araya gelmez.
Şarih
«gasp edilen mest» tâbiriyle haram olarak kullanılan mânâsını kasdetmiştir. Bu
hususta çalınmış, gasp edilmiş veya aşırılmış olmanın bir farkı yoktur. Bunu
Tahtâvî söylemiştir. «Gasb edilen ayak» tâbirinde de müsamaha vardır. Mesele
şöyle tasvir olunur: Hırsızlık veya kısas sebebiyle ayağı kesilecek bir adam
kaçar da o ayakla abdest almaya devam ederse abdesti câizdir. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
METİN
Büyük
yahut çok yırtık - ki ayak parmaklarının küçüklerinden tam olanlarının üç tanesi
mikdarıdır - meshe mânidir. Kesilmiş parmaklar o şahsın dengi bir kimsenin
parmaklariyle ölçülürler. Ancak yırtık mestin üzerinde başka bir mest veya bot
bulunursa onun üzerine mesh edebilir. Fakat bu hüküm yırtığın parmaklarla ökçe
üzerinde olmadığını ve altı göründüğüne göredir. Parmakların üzerinde olursa üç
parmak nazarı itibara alınır. Velev ki parmaklar büyük olsun. Ökçenin üzerinde
olursa, ekserisinin görünmesine itibar edilir. Mest sert olur da yürürken mâni
mikdar görünmezse meshe mâni değildir. Velev ki çok olsun.
Nitekim
yüzü yırtılır da astarı yırtılmazsa hüküm yine budur. Bir mestteki yırtıklar
toplanır; iki mesttekiler toplanmaz. Bu da farz olan meshin görünen az yırtığın
üzerine değil, bizzat mestin üzerine yapılması şartiyledir.
İZAH
Mestteki
yırtıktan murad; topuktan aşağısında bulunandır. Topuktan yukarıdakine bakılmaz;
o meshe mâni değildir. Bunu Zeylaî söylemiştir.
Büyük
yırtık, uzunluğuna ve genişliğine üç parmak mikdarı olandır. Yani mestin
üzerinden üç parmak uzunluğunda ve üç parmak genişliğinde deri parçası düşmüş
olmalıdır. Yakup PaşaSadru'ş-Şeria üzerine yazdığı derkenarda böyle söylemiştir:
Bellenmelidir. Nazarı itibara alınacak küçük parmaklar ayak parmaklarıdır. Bunu
Hidâye ve diğer kitablar sahih bulmuşlardır. Küçük parmaklar ihtiyat için
itibara alınmıştır. Bahr'da bildirildiğine göre İmam A'zam'dan el parmaklarının
itibara alınacağı rivâyet olunmuştur. Musannıfın parmakları mutlak zikretmesi
parmakların toplu şekilde mi yoksa açarak mı kullanılacağı hususunda ihtilaf
bulunduğu içindir. Bunu Kuhistânî zikretmiştir. Parmaklar bütünüvle itibar
edilecektir. Sahih olan budur. Serahsî, bunun hilâfını tercih etmiş ve «Sadece
parmak uçlarının görünmesi meshe mânidir.» demiştir. Bunu Münye şerhi
kaydediyor.
Parmak
uçları, parmakların başlarıdır. Bu tâbir parmakların yırtıktan tamamiyle
çıktığı, fakat yırtığın uzunluğuna ve genişliğine bu mikdarı bulmadığı hale de
şâmildir. Kesilmiş parmaklar o şahsın dengi bir kimsenin parmaklarıyle
ölçülürler. Dengi kaydını Nehir sahibi söylemiştir. Nehir sahibi bununla Bahr'ın
sözünü reddetmiştir. Bahr'da kesilmiş parmakların - varsa - kendi parmaklarıyle
ölçülmesi tercih edilmiş: «Çünkü başkasının parmakları büyüklük ve küçüklükte
farklı olur.» denilmiştir. Buna mukabil Nehir sahibi şunları söylemiştir:
«Zeylaî'nin birinci kavli öne alması, onun muteber olduğunu gösterir. Denklik
itibara alındıktan sonra fark kalmaz. Bir de mevcud olanı itibara almak daha
münasibtir. Halebî'nin beyanına göre Nehir sahibinin söyledikleri de düşünülünce
Bahr'ın sözüne râci olur.
«Bu
hüküm» yani üç küçük parmak mikdarı, yırtık parmakların üzerinde olmadığına
göredir. Parmakların üzerinde ise parmakların kendileri itibara alınır. Çünkü
her parmak kendi yerinde esastır; başkasiyle ölçülmez. Hatta baş parmakla
yanındaki parmak açılsa da üç küçük parmak mikdarını bulsalar, mesh câiz olur.
Fakat baş parmakla yanındaki iki parmak açılırsa mesh câiz değildir. Bunu
Zeylaî, Dürer ve diğer kitablar beyan etmiş; Tetimme ve Bahr sahibleri de sahih
olduğunu söylemişlerdir. Yırtık ökçenin üzerinde bulunursa ökçenin ekserisinin
görünmesi nazar-ı itibara alınır. Bunu Kâdîhân ve başkaları da söylemişlerdir.
Yırtık
ayağın altında olursa yine ekserisinin görünmesine bakılır. Nitekim
el-İhtiyar'da da böyle denilmiş; Zeylaî ise bunu Gâye nâm eserden «demliyor»
lafziyle (zaifliğine işaret ederek) nakletmiştir. Bahr sahibi diyor ki:
«Fethül-Kadîr'den anlaşılan, mutlak surette üç parmağın itibar edilmesidir.
Metinlerden anlaşılan da budur. Hatta ökçede de böyledir. Nitekim meydandadır.
Serahsî de bunu tercih etmiştir. Bacağın ayak kısmı insanın topuktan aşağı
üzerine bastığı uzuvdur. Ökçe ayağın arkasıdır. «Yürürken» tâbirinden murad;
ayağını kaldırdığı zamandır. Nitekim el-Münyeü's-Sağîr şerhinde de böyle
denilmiştir. Yere bastığı zaman da görünmemesi yahut kaldırdığı zaman görünmeyip
bastığı zaman görünmesi hükmen müsavîdir. Ama her iki halde bunun aksi olursa
(yani bastığında görünmez kaldırdığında görünürse) meshe mânidir. Bunu Halebî
söylemiştir. Yürüyüş halinin nazar-ı itibara alınıp yere basmanın alınmaması
mest yürümek için giyildiğindendir. Dürer'de de böyle denilmiştir. Mestin içinde
deriden veya bezden dikişli astarıbulunursa yüz kısmındaki yırtık meshe mani
olmaz. Bunu Zeylaî'den naklen bildirmiştik. Bir mestteki yırtıklar toplanarak
hesap edilir. Fethü'l-Kadir'de bu mesele incelenerek toplanmayacağı tercih
edilmiştir. Fethü'l-Kadir sahibi Kemâl bin Hümâm'ın Tilmizi de Hilye nâmındaki
eserinde ona muvafakat ederek takviyede bulunmuştur. Çünkü İmam Ebû Yusuf'tan
mutlak surette toplanmayacağı rivâyet olunmuştur. Bahr sahibi dahi bu kavli
muvafık görmüştür. Lâkin daha önce toplanacağını bildiren kavlin mezhebde meşhur
olduğunu söylemiştir.
Nehir
sahibi: «Bütün metin ve şerhlerin bunda ittifak etmeleri tercih edildiğini
gösterir.» diyor.
İki
mestteki yırtıklar toplanmaz. Yani mestlerin her birinde meshe mâni olmayacak
ufak tefek yırtıklar bulunursa bunlar toplandığında mâni olacak mikdarı bulsalar
bile mâni teşkil etmezler; mesh sahihtir. Bunu Halebi bildirmiştir. Yalnız
meshin yırtık yere değil, bizzat mestin farz mikdarı yerine yapılması şarttır.
Farz mikdarı mesh, üç parmaktır. Çünkü mesh ancak mest üzerine yapılmak icab
eder, Ayağa mesh câiz değildir. Gerçi şârih yukarıda: «Meshin farzı her ayakta
üç parmak mikdarıdır; bu mikdar mestte itibar edilmez.» demişti. Fakat bu söz
ona aykırı değildir. Zira oradaki sözün mânâsı; mesh mutlaka mestin ayağı
dolduran yerine yapılacaktır. Ayağın ermediği boş yerine câiz olmaz demektir.
METİN
Şimdiki
ve gelecekteki meshe mâni yırtıkların toplanacak en az mikdarı çuvaldız girecek
kadar olanıdır. Daha azı toplanmaz; bunlar dikiş yerleri hükmündedir.
Kuhistânî'nin beyânına göre geçen yırtıklar dahi meshi bozar.
Ben
derim ki: Yukarıda geçtiği vecihle teyemmümü bozan şeyler de hem meshe mâni hem
meshi bozarlar. Nasılki pislik ve avret yerinin açılması da öyledir. Hatta
namazın başlamasına mânidir. Nitekim ileride gelecektir. Bu bellenmelidir. Fakat
dağınık pislikler, avret yerinin muhtelif yerlerden açılması, ihramlı kimsenin
ayrı ayrı uzuvlarındaki koku ve elbisenin ipekten dokunmuş damgaları böyle
değildir. Onlar mutlak surette toplanır. Kurbanlık hayvanın iki kulağındaki
yırtıkların toplanıp toplanmayacağında ihtilâf edilmiştir. İhtiyaten toplanması
tercih edilmelidir.
İZAH
«Şimdiki
meshden» murad; halen yapılmak istenendir. Geçen yırtıklar meshden sonra meydana
gelenlerdir. Şârih: «Yukarıda geçtiği vecihle» sözü ile teyemmüm bahsindeki:
«Varlığı teyemmüme mâni olan her şey mevcud olursa teyemmümü bozar.» ifadesine
işaret etmiştir. Bunlar hem meshe mâni, hem meshi bozarlar. Yani hemen şimdi
veya ileride meshin yapılmasına mâni hem de daha evvelce yapılan meshin hükmünü
kaldırırlar. Hükmünü kaldırmak mevcud olmayı iktiza eder. Mâni olmak mevcud
olmayı gerektirmez. Hâsılı mânâ şudur: Teyemmümü bozan şeyler, başında mâni
olmak sonunda hükmünü kaldırmak hususunda meshi yırtık gibidirler. Halebî'nin
beyânına göre pislik meselesi misâl değil, bu meselenin benzeridir. Yani namaza
mâni olan pislik namaza başlamaya engel olduğu gibi namaz içinde bulaşırsa onun
hükmünü kaldırır.
Avret
yerinin açılması da öyledir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Mesele. namazın şartları
bahsinde gelecek, «Namaz için şart olan tahrime için de şarttır.» denilecektir.
Dağınık
pislikler bir mestte, bir elbisede, bir bedende veya bir mekânda olsun yahut
bunların hepsinde bulunsun, hüküm birdir. Avret yerinin açılması dahi birkaç
yerden olur da en az mikdarının dörtte birini bulursa mâni sayılır. Nitekim
gelecektir. Bunu Halebî söylemiştir.
İhramlının
kokusu bir uzuvdan fazlasında ise bir uzvu dolduruncaya kadar cüz' hesabiyle
toplanır. Bu da ileride gelecektir. Elbisenin yüzünde ipekten çizgileri
bulunursa bunlar toplanır. Dört parmaktan fazla oldukları takdirde giyilmesi
haramdır. Lâkin şârih, Hazır ve İbâhâ Bahsinin Giyim Faslında zâhir mezhebe göre
dağınık çizgilerin toplanmayacağını söyleyecektir. Şu halde elbise çizgilerini
burada zikretmesi zâhir mezhebin hilâfına mebnîdir. Evet, bu dört şey mutlak
surette, yani ister bir yerde dağınık bulunsun ister muhtelif yerlerde olsun
toplanırlar. Bunun sebebi mâni mikdarın bulunmasıdır. Mestteki yırtık yol
yürümeye mâni olduğu için meshe engeldir. Her bir mestte üç parmak mikdarı
yırtık yoksa bu mânâ mevcud değil demektir. Nitekim Hidâye'de buna işaret
edilmiştir.
Kurbanlık
hayvanın iki kulağındaki yırlıkların toplanıp toplanmayacağında ihtilâf
edilmiştir. Bazıları: «Bir kulağın ekserisini buluncaya kadar toplanır ve mâni
olur.» demişler, bir takımları: «Mestte olduğu gibi yalnız bir kulaktaki
yırtıkların toplanacağını» söylemişlerdir. Bunu Halebî, İhtiyaten, toplanmayı
ise Minah sahibi söylemişlerdir.
METİN
Abdesti
bozan şeyler meshi de bozar. Çünkü mesh abdestin bir cüz'ü dür. Mestlerden velev
birini çıkarmak, zann-ı galible soğuktan ayağının mahvolacağından korkmazsa mesh
etmese bile müddetin geçmesi de meshi bozar. Ayağının mahvolacağından korkarsa
bozmaz. Ve sargı gibi olur. Onu kaplayarak mesh eder. Muayyen bir müddeti de
yoktur. Bundan dolayıdır ki, ulema: «Bir kimse namazda iken müddet tamam olur,
su da bulunmazsa esah kavle göre devam eder.» demişlerdir. Bazıları namazın
bozulacağını, o kimsenin teyemmüm etmesi lâzım geleceğini söylemişlerdir. En
münasibi de budur.
İZAH
Mestlerini
çıkarmak tâbiri kendiliğinden çıkmalarına da şâmildir. Burada meshin bozulması,
hades ayağa sirayet ettiği içindir. Mestlerin birinin çıkması dahi meshi bozar.
Çünkü bozulmak parçalanmayı kabul etmez. Etmiş olsa yıkamakla meshin bir araya
gelmesi iktiza eder (ki caiz değildir). Musannıf mest sözüyle cinsi kasdettiğine
işarette bulunmuştur. Cins bire de ikiye de şâmildir. Müddetin geçmesi de meshi
bozar. Zirâ hadîsler meshin muayyen bir vakitle tahdid edildiğini
göstermektedir. Sonra gerek bu meselede gerekse öncekinde hakikaten meshi bozan
şey evvelki hadestir. Lâkin hades bunlarla meydana çıktığı için meshin bozulması
mecazen bunlara izâfe edilmiştir. Bunu Bahr sahibi beyan etmiştir.
«Mesh
etmese bile» ifadesinden murad şudur: Bir kimse mestlerini giyer de sonra
abdestini bozar ve bir daha müddet geçinceye kadar üzerlerine mesh etmezse artık
mesh etmeye hakkı yoktur. Soğuktan ayağının mahvolacağından korkan kimse
yolcudur. Seferde iken mesh müddetibiter de mestlerini çıkardığı takdirde
soğuktan ayağının mahvolacağından korkarsa mesh câizdir. Dürer, Kâfî ve
Uyûnü'l-Mezâhib adlı kitablarda da böyle denilmiştir.
Halebi
diyor ki: «Bunun mefhumu şudur: Ayağının mahvolacağından korkarsa devam etmekle
mesh bozulmaz. Müddet geçtikten sonra abdest bozarak yeniden abdest tazeler.
Sargı üzerine yaptığı gibi mestlerine kaplama mesh eder, bu meselede korku
bulunduğu takdirde meshe devam etmekle meshin bozulmaması, esah kavle göre su
bulunmadığı halde namaz içinde müddetin geçmesiyle namazın bozulmaması meselesi
gibidir.»
Ben
derim ki: Zâhire göre müddet geçer de abdestini bozmazsa önceki meshin hükmü
bâkidir. Meshi yenilemesi lâzım gelmez. Aşağıda gelecek namaz meselesi de bunu
te'yid eder. Onda da namaza devam eder. Kezâ Veciz'den naklen. Sirâc'daki şu
ibâre de öyledir: «Müddet geçer de çıkardığı takdirde soğuğun zarar vermesinden
korkarsa onunla namaz kılması câizdir.» Zira bundan yeni meshe hâcet kalmaksızın
namaz kılacağı anlaşılmaktadır. Lâkin el-Mi'râc'ta şöyle deniliyor: Ayağının
soğuktan donmasından korkarak meshe devam ederse, sargılar üzerine meshde olduğu
gibi bütün mesti kaplayarak mesh eder ve namazını kılar.» Şu hale göre metinden
anlaşılan bozulmamanın mânası, yıkamak lâzım gelmeyip ondan sonra meshin câiz
olmasıdır. Binaenaleyh önceki meshin hükmen bâtıl olmasına aykırı değildir.
Dürer'in yukarıda gecen ibâresinden anlaşılan da budur.
Hâsılı
bu mesele, abdestli iken mesh müddeti geçip de mestlerini çıkardığı takdirde
soğuktan ayaklarının donacağından korkan kimse hakkında tasavvur olunmuştur.
Aksi takdirde meselenin tasviri müşkil olurdu. Çünkü bu şahıs ayaklarının
donacağından korkarsa, diğer uzuvlarının donmasından da korkması lâzım gelir.
Zira diğer uzuvlar ayaklardan daha naziktir. Bundan da korkarsa suyu
kullanmaktan âciz olur ve teyemmüme başvurması gerekir. Teyemmüm tamamen
abdestin bedelidir. Onunla birlikte mest üzerine meshe asla ihtiyacı yoktur.
Elverir ki teyemmümü mubah kılan zaruret tehakkuk etsin. Meğer ki işgale şöyle
cevap verile: Bu zevat söylediklerini; «Abdest için teyemmüm sahih olmaz.»
sözüne bina etmişlerdir. Biz bu hususta söylenenleri bâbında arzetmiştik. Oraya
müracaat et!
Kaldı
ki Halebî şunu da söylemiştir: «Bu meselede müddetin geçmesiyle meshin
bozulmasına fetva vermek gerekir. O şahıs sargılarda olduğu gibi bütün mesti
kaplayan yeni bir mesh yapmalıdır. Fethü'l-Kadîr' de yapılan tahkîk de budur.»
Ben
derim ki: Fethü'l-Kadir'de inceleyerek yapılan tahkîk, meshin değil teyemmümün
lüzumudur. Zira Fethü'I-Kadir sahibi Cevâmi'ul-Fıkıh ve Muhît'ten naklen:
«Soğuktan korkarsa mutlak surette yani bir vakitle sınırlanmayarak mesh
edebilir.» dedikten sonra şunları söylemiştir: «Bu, söz götürür. Çünkü soğuktan
korkmanın sirayeti men etmek hususunda bir tesiri yoktur. Nitekim suyun
bulunmaması da sirayete mâni değildir. Olup olacağı bu adam mestlerini
çıkarmayacak, fakat mesh etmeyip soğuktan korktuğu için teyemmüm yapacaktır.»
Münye şerhinde bu söz kabuledilmiş; güzel olduğunu beyan bâbında uzun ifadeler
kullanılmıştır. Fethü'l-Kadîr sahibinin sözü meshin bozulacağını açık olarak
göstermektedir. Çünkü hades sirayet etmiştir. Binaenaleyh artık onunla ancak
teyemmüm ettikten sonra namaz kılınır. Meshle namaz kılınmaz.
Lâkin
bize nakledilen teyemmüm değil, meshtir. Nitekim bunun Kâfî, Uyûnü'l-Mezâhib,
Cevâmi' ve Muhit'ten nakledildiğini yukarıda gördük. Zeylaî, Kâdîhân ve
Hulâsa'dan naklen Kuhistânî de bunu açıklamıştır. Kezâ Tâtarhâniyye. Valvalciyye
ve Müşkil'den naklen Sirâc, Muhtaratü'n-Nevâzil adlı eserinde Hidâye sahibi,
Mi'rac ve el-Hâvî'l-Kudsî dahi sarahaten bildirmişlerdir. Hatta el-Havî'l-Kudsî
sahibi «onu sargı gibi yapar» ibâresini de ziyade etmiştir. İmdâd sahibi de aynı
yoldan yürümüştür. Allâme Kâsım: «Üstadımızın yani Kemâl bin Hümâm'ın bahisleri
nakillere muhalif olunca onlara itibar yoktur.» demiştir. Anla!
Bu
meselede mestler sargı hükmünde olunca evlâ olan kavle göre üzerlerine kaplama
mesh yapar. (Yani hem üstlerine hem altlarına mesh eder.) Yahut yarıdan fazla
yerlerine mesh eder. Ama bu ancak o meste sargı denilebilecekse olur. Bunu
Fethü'l-Kadir kaydetmiştir. Bahr sahibi mezkûr söze cevap vermiş: «Mi'râc'tan
anlaşılan kaplamadır. Ve mest hakikatta değil, hükmen sargılara katılmıştır:»
demiştir. Yani «Kaplama hususunda sargıya benzetmesinden murad, mest üzerine
mesh ettiğini men etmektir. Yoksa mestin hakikî sargı olduğunu kasdetmemiştir
ki, ekserisinin üzerine mesh câiz olsun.» demek istemiştir.
Namazda
iken müddet tamam olur da su bulunmazsa esah kavle göre namazına devam eder.
Bunu Hâniyye sahibi de kaydetmiş ve: «Çünkü mesti çıkarmakta bir fayda yoktur.
Çıkarmak yıkamak içindir.» diye ta'lil yapmıştır. Şu halde müddetin geçmesiyle
meshin bozulmasından iki mesele istisna edilmiş oluyor. Biri soğuktan korktuğu,
diğeri namazda olup su bulunmadığı surettir. Nitekim Sirâc'da da böyle
denilmiştir. Bazıları bu surette namazın bozulacağını, o kimsenin teyemmüm
etmesi gerekeceğini söylemişlerdir.
Zeylaî:
«En münasibi de budur.» demiş: Fethu'l-Kadir sahibi de bu kavli beğenerek
şunları söylemiştir: «Zira suyun bulunmaması müddet tamam olduktan sonra hadesin
(abdestsizliğin) sirayetine mâni teşkil edemez. Hatta yalnız ayaklara değil,
bütün bedene sirayetine mâni olamaz. Çünkü hades parçalanmaz. Meselâ Bir kimse
evvelâ ayaklarından maada abdest uzuvlarını yıkar da su biter ve üzerindeki
hades için teyemmüm ederse, bütün uzuvları tamamen yıkamadıkça hâli üzeredir.»
Meselenin tamamı Fethü'l-Kadîr'dedir. Bu tahkîk güzeldir. Fethü'l-Kadîr sahibi
birinci mesele hakkında söylediklerini bunun bir fer'i olarak zikretmiştir.
Lâkin aralarındaki farkı gördün. Fark şudur: Abdestte teyemmüm sahih olmak için
soğuktan donma korkusu bulunmak lâzımdır. Burada ise su bulunmadığı içindir. Bu
câizdir. Oradaki böyle değildir.
M
E T İ N
Mestleri
çıkardıktan ve bir müddet geçtikden sonra abdestli olan kimse sadece ayaklarını
yıkar. Çünkü eski hades ayaklara sirayet eder. Ancak soğuk gibi bir mâni
bulunursa o zaman teyemmüm eder. Ayakların yarıdan fazlasının şer'î mestten
çıkması ve kezâ çıkarılması esah kavle göremestleri çıkarmak hükmündedir.
Ekseriyete itibar olunur. Ökçesinin çıkmasına girmesine itibar yoktur. Gerçi
ökçenin çıkmasıyla meshin bozulacağı rivâyet olunmuşsa da bu, çıkarmak niyetiyte
olursa diye kayıdlanmıştır. Böyle değilse, mesti çıkarmak niyetiyle olmaz da
ayağına büyük geldiği için veya başka bir sebeble çıkarsa bilittifak meshi
bozmaz. Nitekim Nihâye'den naklen Bercendî'nin beyanından da bu anlaşılır.
Kuhistanî dahi aynı şeyi yapmıştır. Lâkin kısaltmıştır. Hatta bazıları ulemanın
ittifakını bozduğunu sanmışlardır. Dikkatli ol!
Su,
mestin içine girerse mestteki ayağın yarıdan fazlasını yıkamakla dahi mesh
bozulur. Birçokları bunu sahih bulmuşlardır. Bazıları su dize bile varsa
bozulmayacağını söylemişlerdir. Bu kavil daha ma'kuldur. Nitekim Sirac'tan
naklen Bahr'da da böyle denilmiştir. Çünkü ayağın mestle örtülmesi hadesin
bacağa sirayetine mânı olur. Binaenaleyh bu yaptığı mu'teber bir yıkama
sayılamaz; meshin bozulmasını da gerektirmez. Bunu Nehir sahibi söylemiştir. Şu
halde müddet geçtikten yahut mestlerini çıkardıktan sonra ayaklarını tekrar
yıkar. Bu, yukarıda da geçmişti. Mesti bozan şeylerden yırtık ve özürlü hakkında
vaktin çıkması kalır.
İZAH
Mestler
çıkarıldıktan yahut müddeti geçtikten sonra yalnız ayakları yıkamak kâfi ise de
müstehab olan velâya (yani peşi peşine yıkamaya) riayet ve İmam Mâlik'in
hilâfından çıkmak için diğer abdest uzuvlarının yıkanması da müstehab olmak
gerekir. Nitekim bunu Seyyidi Abdülgani söylediği gibi, ondan önce Ya'kubiyye
sahibi de beyan etmiştir. Sonra bunun Hulâsa'dan naklen Dürr-ü Münteka'da bahis
mevzuu edildiğini ve açıkça «Abdesti tazelemek velâdır.» denildiğini gördüm.
Şârihin:
.«Ancak soğuk gibi bir mâni bulunursa o zaman teyemmüm eder.» sözü evvelce
Fethü'l-Kadir'den naklen arzettiğimiz mütâlâaya ibtina eder. Bunun itiraz
götürdüğünü görmüştük. Halbuki şârih evvelâ onun hilâfına hareket etmiş ve onu
sargıya ilhak etmişti.
ŞER'
AN MU'TEBER OLAN MEST, sadece topukları örtendir. İbni Kemâl diyor ki: «O halde
konu bu bâbta mu'teber olan mestin tarifinden hariçtir. Ayağın konca kadar
çıkması mestten çıkmak demektir.» Ayağın kendiliğinden mestten çıkması mesti
çıkarmak hükmünde olunca çıkarılması evleviyetle aynı hükümde olur. Çünkü
çıkarmakta çıkmak olduğu gibi fazlası da vardır. Bu fazlalık kasddır. Esah kavil
budur. Hidâye ve diğer kitablarda bu kavil sahih bulunmuş; Kenz ve Mültekâ
sahibleri bunu kat'i olarak kabul etmişlerdir. İmam Muhammed'den bir rivâyete
göre ise farz mikdarından daha az bir yer kaldığı takdirde mesh bozulur. Aksi
halde bozulmaz. Ekser ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Kâfî ve Mi'râc
sahibleri bunu kabul ettikleri gibi Bahr'da bildirildiğine göre Nisab sahibi de
bu kavlin sahih olduğunu söylemiştir.
Ökçenin
çıkmasiyle meshin bozulacağı İmam A'zam'dan rivâyet olunmuştur. Bundan murad;
ökçenin yarıdan fazlasının mestin koncuna çıkmasıdır. Nitekim bunu Münye ve Bahr
sahibleriyle başkaları açıklamış ve: «Bu takdirde o mestle mutad yürüyüşü yapmak
mümkün değildir.» diyerek illetim göstermişlerdir. Bedâyı', Fethü'l-Kadîr, Hilye
ve Bahr sahibleri bunu tercih etmişler; Vikâye ve Nikâye sahibleri dahi aynı
yoldan yürümüşlerdir. Mezkûr rivâyete göre ökçenin çıkmasındanmaksad, kasden
çıkarılmasıdır. Şu halde şârihin: «ökçesinin girmesine çıkmasına itibar yoktur.»
sözüne aykırı düşmez. Zira şârih «Kasden değil de kendiliğinden çıkarsa» demek
istemiştir. Mestin büyük gelmekten başka bir sebeble ayaktan çıkmasından murad,
ihtimal ki başkasının çıkarması yahut uyurken çıkmasıdır. Bu takdirde mesh
bilittifak bozulmaz. Bozulsa insanlar apaçık bir güçlüğe düçâr olurlardı. Bunu
Nihâye sahibi söylemiştir.
Kuhistânî'in
kısalttığı ibâre şudur: «Bütün bunlar mestini çıkarmak ve çıkarmak niyetiyle
hareket ettirmek istediğine göredir. Ama ayağına büyük geldiği için veya başka
bir sebeble çıkarsa bilittifak meshi bozulmaz.» Nitekim Nihâye'de de böyledir.
Tahtavi'nin beyânına göre Kuhistânî'nin icma'ı bozduğu zanna varılması kısaltma
yapması sebebiyledir. Çünkü sırf mesti hareket ettirmesi meshi bozar, zannını
vermektedir. Halbuki ökçe veya ökçenin yarıdan fazlası - çıkarmak niyetiyle -
konca kadar çıkmadıkça mesh bozulmaz.
Şârihin
Mültekâ şerhindeki ibâresi şöyledir: «Hatta bazıları icma'ı bozduğunu
sanmışlardır. Halbuki öyle değildir. Bilakis Kuhistânî'nin sözü son derece güzel
ve ihtiyatlıdır. Zira hülâsası şudur: Ayağın yarıdan fazlasının çıkması kasden
çıkarılması gibi meshi bozar. Ökçenin ise yarıdan fazlasının çıkarılması bozar,
kendiliğinden çıkması bozmaz. Bozar denilirse bu meshi bozan ayrı bir şey olur.
Tedebbür eyle!»
Su,
mestin içine kendiliğinden girer veya kasden dökülürse içindeki ayağın yarıdan
fazlasını yıkamakla dahi mesh bozulur. Zahîre ve Zahîriyye sahibleri gibi birçok
ulema bu kavli sahih bulmuşlardır. Evvelce arzettiğimiz vecihle Zeylaî
umumiyetle kitablarda yazılanın bu olduğunu söylemiş; Nûru'l-İzah ve Münye
şerhinde dahi bu yoldan yürünmüştür. Musannıfın: «Bu kavil daha makûldür.» sözü
zaiftir. O bu hususta Bahr sahibine uymuştur. Halebî: «Biz onu bâbın başında
reddetmiştik.» diyor. Şürunbulaliyye'de de zaif olduğu bildirilmiştir. Bazıları:
«Metin sahibleri onu tercih etmişlerdir, çünkü meshi bozan şeyler arasında ondan
bahsetmemişlerdir.» demişlerse de bu iddia söz götürür. Çünkü metinlerde ancak
mezhebin aslı beyan edilir. Bu mesele ise ulemanın tahric ettiklerindendir.
Muhtelif rivâyetlerden ileri gelmesi ihtimali onu metin meselelerinden saymaya
kâfi değildir.
Evet,
şarihin gösterdiği illetten dolayı Fethü'l-Kadir sahibi onu tercih etmiş,
Tilmizi İbn Emîr Hâcc da Hilye nâm eserinde ona tâbi olmuş ve: «Bu mesele elini
kaluşlarının altına sokarak mestlerinin üzerine mesh etmeye benzer. Bu mesh câiz
değildir Çünkü hades yerine yapılmamıştır.» diyerek üstadını takviye etmiştir.
Şârihin: «Şu halde müddet geçtikten sonra ayaklarını tekrar yıkar.» sözü bu
ikinci kavle göredir. Ve hilâfın semeresini bildirir.
Fethü'l-Kadir
sahibi bu kavli tercih etmişse de ayakları tekrar yıkamanın lüzumsuzluğu
meselesinde birinci kavle uymuştur. Hilye sahibi buna muhalefet ederek: «Çünkü
müddet geçince veya mestlerini çıkarınca eski hades geçerli olur ve o kimse bu
hadesi giderecek bir şeye muhtaç kalır. Evvelce ayaklarını yıkaması, ondan sonra
ârız olacak hadese tesir etmez.» demiştir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Evvelki
yıkama hadesten (abdesti bozduktan) sonra hakikaten mevcuddur. daha kuvvetlidir.
İZAH
Nehir'de
bildirildiğine göre sefer, yolculuğuna niyet ederek şehrin mâmur yerlerini
geçmekle başlar. Aynı eserde garib bir mesele vardır. Ona müracaat et!
Mukîm
bir kimse mestlerini giydikten bir gün bir gece sonra sefere çıkarsa, mestlerini
çıkarır. Ve abdesti yoksa abdest alır; varsa yalnız ayaklarını yıkar. Bunu
Tahtâvî kaydetmiştir. Bir gün bir gece geçmeden sefere çıkarsa sefer müddetini
yani üç gün üç geceyi tamamlar. Çünkü muvakkat hükümde vaktin sonu itibara
alınır. Mültekâ ve şerhinde böyle denilmiştir.
Şârihin
«Başında bile olsa» diyerek hassaten baş sargısını zikretmesi Mübtegâ nâm
eserde: «Baştaki sargıya mesh vâcib değildir. Zira mesh, yıkamanın bedelidir,
meshin ise bedeli yoktur.» denildiği içindir. Doğru olan bunun aksidir. Çünkü
başa mesh bedel değil, bizzat asıldır. Ancak baştan mesh edilecek kadar yer
kaldı ise onun üzerine mesh eder. Kalmamışsa sargının üzerine mesh eder. Bahr'ın
ifadesine göre Bedâyi'de de böyle denilmiştir.
Ben
derim ki: «Doğru olan bunun aksidir.» sözü Mübtegâ sahibinin hata ettiğini
gösterir. Yani Mübtegâ sahibi bedelin mânâsını yanlış anlamıştır. Halbuki bu,
ihtimalden uzaktır. Mübtegâ sahibinin «Mesh yıkamanın bedelidir ilah...»
sözünden anlaşılan şudur: Sargı üzerine mesh. yıkamanın bedelidir. Meshin yeri
olan boştaki sargıya mesh etmek vâcib olunca sargı üzerine mesh, yıkamanın
değil, meshin bedeli olur. Halbuki meshin bedeli yoktur. O zaman munasib olan
Nehir'in sözüdür. Nehir'de: «Bedâyi'deki beyan, vücûbun tercihini gösterir ki,
itimada lâyık olan da odur.» denilmektedir. Yani meshin yıkamaktan bedel
olmadığı esas tutulmuştur. Bahr sahibi meshin bedel olmadığını izah etmiştir.
Ona müracaat eyle!
Sargı
üzerine mesh, zarar vermediği yerde amelen farz olur. Nitekim az ileride
gelecektir. Şârihin bu farzı amelen diye kayıdlaması, teşbihin iktiza ettiği
kat'î farz mânâsı anlaşılmasın diyedir. Çünkü yıkamak kat'î farzdır. (Mesh etmek
altındakini yıkamak gibidir, denilince meshin de kat'î farz olduğu
anlaşılabilir. Onun için şârih amelen farz olur demiştir.)
Ameli
farz: Öyle bir şeydir ki o bulunmazsa cevaz da bulunmaz. Başın dörtte birine
mesh böyledir. Amelî farz vacibin iki nevinden biri ve en kuvvetli olanıdır. O
amel cihetinden farzdır ve farzın terkinden dolayı ne lâzım gelirse bunun
terkinden dolayı da o lâzım gelir. Yani her ikisinden dolayı ibâdetin bozulması
lâzım gelir. Ama ilim ve itikad cihetinden farz değildir.
Binaenaleyh
kat'î farzı inkâr eden kâfir olur, ama bunu inkâr eden kâfir olmaz. Vâcibin
diğer nevi meselâ Fâtiha'yı okumak böyle değildir. Onun terkinden dolayı namaz
bozulmadığı gibi inkâr edeni de küfre nisbet olunmaz. Sargı üzerine mesh zannî
delil ile sâbit olmuştur. Bundan maksad, İbni Mâce'nin rivayet ettiği Hazreti
Ali hadisidir. Ali (r.a.): «İki bileğimden biri kırıldı da Rasulüllah (s.a.v.)'e
sordum. Bana sargılar üzerine mesh etmemi emir buyurdular.» demiştir. Bu hadîs
zaiftir, fakat rivayet yollarının çokluğu ile kuvvet bulmuştur. İbni Ömer
(r.a.)in, sargı üzerine mesh ettiği sahih rivayetle sâbit olmuştur ki, bu
kâfidir. Çünkü merfu hadîs gibidir. Zira bedel olan şeylerikendi görüşüyle tayin
etmek mümkün değildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
Sargı
üzerine meshin amelen farz olması İmameyn'in kavli ise de İmam A'zam dahi bu
kavle dönmüştür. Bilmiş ol ki, Mecma' sahibi şerhinde şunları söylemiştir:
«Sargı üzerine mesh İmam A'zam'a göre müstehab, İmameyn'e göre vâcibtir.
Bazıları İmam A'zam'a göre vâcib, İmameyn'e göre farz olduğunu söylemişlerdir.
Vâcib olması müttefekun aleyhtir, diyenler de vardır ki, esah olan budur. Fetva
da buna göredir.»
El-Muhît
nam eser de: «İmameyn'e göre bu meshi terk etmek ve onu yapmaksızın namaz kılmak
câiz değildir. Sahih olan şudur ki, bu mesh İmam A'zam'a göre farz değil,
vâcibtir. Binaenaleyh o yapılmadan da namaz câizdir.» denilmektedir. Bu kavli
Tecrid. Gâye, Tecnis ve diğer kitabların sahibleri sahih bulmuşlardır. Şübhesiz
bunun açık mânası İmameyn'e göre farz, yani amelî farz, İmam A'zam'a göre ise
vâcib olmasıdır. Demek oluyor ki, İmam A'zam'la İmameyn terki câiz değil
mânasındaki vücûbta ittifak etmişlerdir. Yalnız İmameyn'e göre mesh olmazsa
cevaz da yoktur. Onsuz namaz da sahih olmaz. İmam A'zam'a göre terkinden dolayı
sadece günâhkâr olur. Onsuz namaz sahihtir. İadesi lazım
gelmez.
Şu
halde İmam A'zam vücûbun alt derecesini, İmameyn üst derecesini murad etmiş
oluyorlar. Hulâsa'nın sözü de buna delâlet eder. Orada: «Ebû Hanife, İmameyn'in
terki câiz değildir, sözlerine rücû etmiştir.» deniliyor. Burada «Terki câiz
değildir.» diye kayıdlanması İmam A'zam namazın sahih olması hususunda dahi
onların kavline dönmediği içindir. Binaenaleyh yukarıda geçen: «Sahih olan şudur
ki, bu mesh İmam A'zam'a göre farz değil, vâcibtir.» ifadesine aykırı düşmez. Şu
izaha göre Mecma' şerhindeki: «Vâcib olması müttefekunaleyhtir diyenler de
vardır.» ifadesinin mânâsı terkin câiz olmamasıdır. Çünkü İmam A'zam evvelce
müstehabtır demiş; sonra bu kavle dönmüştür. Maksad bir mânâya vücûbta
ittifakları değildir. Benim anladığım budur. Bilahare Nûh Efendi'nin Mecma'
şerhi üzerine yazdığı derken orda bunu AIIame Kâsım'dan şu sözlerle naklettiğini
gördüm: «Vücubun mânâsı ihtilâflıdır. İmam A'zam'a göre meshsiz abdest sahihtir.
İmameyn'e göre ise sargı üzerine mesh amelen farzdır.» Hamd ALLAH'A mahsustur.
Bu yegâne izahı ganimet bil!
Bunu
şârih ve Minah adlı eserinde musannıf, Bahr ve Nehir sahibleri ile diğer ulema
anlayamamışlardır. Bunu Anla!
Fethü'I-Kadir
sahibi, İmam A'zam'ın kavlini tercih etmiş ve: «Bunun ifade ettiği mânâ nihayet
sargı üzerine meshin lüzumunu bildiren delilin gösterdiğidir. Binaenaleyh
terkinden dolayı fesad lâzım gelmemesi kaideleri daha uygundur.» demiştir. Lâkin
Tilmizi AIIâme Kâsım, yazdığı derkenarlarda şunu söylemektedir: «Ebû Hanife'nin
sözü kaidelere daha uygun, fakat İmameyn'in sözleri daha ihtiyatlıdır.»
el'Uyûn
nâm kitabta: «Fetva, İmameyn'in kavline göredir» denilmiştir. Şârih «Fetva sözü,
muhtar, esah ve sahih tâbirlerinden daha kuvvetlidir.» diyerek Muhit ve diğer
kitablara cevap vermiştir. O eserlerde: Sargı üzerine mesh İmam A'zam'a göre
farz değil, vâcibtir. Hatta yapılmasa namaz câiz olur. Sahih olan budur.»
denilmiştir. Şârih de buna cevaben «Fetva sözü sahih tâbirinden dahakuvvetlidir.
Sahih tâbiri ona muaraza edemez.» demektedir. Ama bu söz onun da diğerleri gibi
vücûb mânâsının birleşmesinden bütün imamlarımıza göre meshin amelen farz
olduğunu anladığına göredir. Halbuki sen böyle olmadığını ve imamlarımızın
sözleri arasında çatışma bulunmadığını gördün.
METİN
Sonra
bu mesele birçok cihetlerden mest üzerine meshe uymaz. Musannıf on üçünü
zikrederek demiştir ki: Sargı üzerine mesh muayyen bir vakitle mukayyet
değildir. Çünkü o yıkamak gibidir. Hatta sargı üzerine mesh eden kimse
sağlamlara imam olabilir. Sargıyı değiştirirse veya üstteki sargı düşse meshi
tekrarlamak vâcib olmaz. sadece müstehab olur. Bir ayaktaki sargıya mesh ile
diğer ayağı yıkamak bir oraya gelebilir. Ama bir ayaktaki sargı ile diğer
ayaktaki mest üzerine mesh bir araya gelemez. İki mestin üzerine mesh etmek için
ikisinin de giyilmiş olması lâzımdır.
Sargı
abdestsiz veya gusülsüz sarılmış bile olsa güçlüğü def için üzerine mesh câiz,
yani sahih olur. Zarar verirse yıkamak terk edildiği gibi mesh de terk edilir.
Zarar vermezse terk edilmez. Sargı üzerine mesh sahih olabilmek için bizzat
sargının yerine mesh etmekten âciz kalmak şarttır. Yerine mesh edebilirse
sargıya mesh câiz değildir.
Hâsılı
o yeri velev sıcak su ile olsun yıkamak lâzım olur. Yıkamak zarar verirse
üzerine mesh eder. Bu da zarar verirse sargının üzerine mesh eder. Bu da zarar
verirse mesh aslından sâkıt olur. Kan aldıran ve yaralı olan kimselerle
benzerleri su yahut sargıyı çözmek zarar verdiği takdirde esah kavle göre her
sargıya aralığı ile birlikte mesh ederler, sargıyı bizzat bağlayamamak ve
bağlatacak kimse bulamamak da zarardan maduttur.
İ
Z A H
Sargı
üzerine mesh muayyen bir vakitle mukayyet değildir; fakat iyileşmekle
sınırlıdır. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Sargı üzerine mesh eden kimse
sağlamlara imam olabilir. Tahtâvî: «Çünkü o özür sahibi değildir.» diyor. Ben bu
meselenin buradaki vechini anlayamadım. Sonra Hazâinü'l-Esrar'da gördüm. «Bir
ayaktaki sargı ile diğer ayaktaki mest üzerine mesh bir araya gelemez.» dedikten
sonra şunları söylemiştir: «Çünkü bu adamın temizliği kamildir. Hatta sağlamlara
imam olabilir.» Bu ibâre açıktır. Zira.sargı üzerine mesh ile mest üzerine
meshin bir araya gelememesi sargı üzerine mesh, altındakini yıkamak gibi
olduğundandır. Nitekim izah edeceğiz.
Sargıyı
değiştirse veya üstteki sargı düşse meshi tekrarlamak vâcib olmaz... Bu iki
vechi şarih, metindeki on üç vecihe ilave etmiştir. İmam Ebû Yusuf'tan bir
rivayete göre kalan sargının üzerine mesh etmek vâcibtir. Bunu Nehir sahibi
kaydetmiştir.
Bir
ayaktaki sargı ile diğer sağlam ayaktaki mest üzerine beraberce mesh edilemez.
Çünkü sargı üzerine mesh altındakini yıkamak gibi olduğundan beraberce
yapılırlarsa yıkamakta mesh bir araya gelmiş olur. Yaranın da hafiflemiş olması
lâzım gelir ki iki meste birden mesh edebilsin. Lâkinsargının üzerine mesh
edemiyorsa sağlam meste mesh edebilir. Buna Tatarhâniyye sahibi açıklamıştır.
Yani o kimse bir ayağı olmayan gibidir. Sargı abdest almadan ve gûsül etmeden
bile sarılmış olsa üzerine mesh câizdir. Bu mesele onüç vechin üçüncüsüdür.
Gerçi musann'f bahsin sonuna doğru: «Sargı üzerine mesh hususunda abdestsiz ve
cünüb müsavidir.» diyecektir. Ama bundan tekrar lâzım gelmeyecektir. Çünkü
burada bahsettiği husus sargıyı abdestsiz veya cünüb iken sarması, orada
bahsedeceği ise sargıyı abdestini bozduktan veya cünüb olduktan sonra
sarmasıdır. Bunu Halebî söylemiştir. Yine Halebî'nin beyanına göre zarar verirse
yarayı yıkamak terk edildiği gibi sargının üzerine mesh de terk edilir. Bu
dördüncü vecihtir. Zarardan murad, muteber sayılan zarardır. Mutlak surette her
zarar değildir. Çünkü bu iş az çok zarardan hâli değildir. Az zarar ise terk
etmeyi mubah kılmaz. Bunu Mecmû' şerhinden naklen Tahtâvî söylemiştir. Mesh
etmek zarar vermezse terk edilemez. Sahih ve müftabih olan kavil budur. Nitekim
yukarıda da geçmişti. Meshten âciz kalmanın şart olması beşinci vecihtir.
Sargının
yerine mesh etmekten âciz kalmak şart olduğu gibi yıkamaktan âciz kalmak da
şarttır. Musannıfın bundan bahsetmemesi söylemeden anlaşılacağı içindir. Zira
meshten âciz kalmak yıkamaktan da âciz kalmayı iktiza eder. Bunu Halebi
kaydetmiştir. Yarayı velev sıcak su ile olsun yıkamak lâzım geldiğini Kâdîhân
Câmi' şerhinde beyan etmiştir. Fethu'I-Kadir'de ise yalnız bu zikredilmiş,
«Sıcak su ile yıkamaya kudreti varsa» diye kayıdlanmıştır. Sirâc'ta bunun vâcib
olmadığı bildirilmiştir. Ama akla yatan birinci kavildir. Bunu Bahr sahibi
söylemiştir. Yine aynı eserde bildirildiğine göre yara ile dağlama, kırık ve
diğer benzerleri arasında fark yoktur. Çünkü zaruret hepsine şâmildir.
Her
sargıdan murad; sargının ferdleridir. Yani sargı ister altındaki yara kadar
olsun. İster daha büyük olsun - ki, kan aldıranın sargısı böyledir. - yahut
altında yara değil, kırık veya dağlama yeri bulunsun üzerine mesh câizdir. Kenz
sahibinin: «Altında yara bulunsun bulunmasın» sözünün mânâsı da budur. Lâkin
sargı yaradan büyük olursa çözerek yıkamak zarar verdiği takdirde yaraya tabean
bütün sargının üzerine mesh eder. Yıkamak zarar vermezse mesh edemez. Yaranın
etrafını yıkar ve mesh zarar vermezse yaranın üzerine mesh eder. Bezin üzerine
mesh edemez. Yaraya mesh zarar verirse üzerindeki beze mesh eder; etrafını ve
bezin yaradan artan kısmının altını yıkar. Çünkü zaruret icabı sâbit olan bir
şey zaruret mikdarınca yapılır. Nitekim bunu Bahr sahibi Muhît ile
Fethü'l-Kadîr'den naklen izah etmiştir.
Musannıfın
burada sargının bütününü kasdetmiş olması da bir ihtimaldir. Yani sargının
yarıdan fazlasına mesh kâfi değildir; bütün sargıyı kaplayarak mesh etmek
lâzımdır, demek istemiş olabilir. Lâkin az aşağıda. «Esah kavle göre sargıya
kaplama mesh şart değildir.» demesi buna aykırıdır. Ve tenakuza düşmüş olur. Bu
takdirde evlâ olan iş sargıyı mârufe (belirli) olarak kullanmaktı. Çünkü (her
diye tercüme ettiğimiz) «Küllü» kelimesi belirsiz bir ismin başında bulunursa
karine olmadığı zaman ekseriyetle o isim bütün ferdlerini ifade eder. Belirli
bir ismin başında bulunursa ismin bütün cüzlerini bildirir. Onun için Arabça'da;
«Küllü rummanin me'külün» «Her nar yenilir» denir. «Küllü'r-rumani me'külün»
«Narın her cüz'ü yenir» denilmez. Zira kabuğuyenmez. Ama karine bulunursa bazen
belirsiz ismin başında olduğu halde onun bütün cüzlerini, bazen de belirli ismin
başında olduğu halde bütün ferdlerini ifade eder. Anla!
Sargının
aralığından murad; örtülmeden kalan yerdir. Bu yeri yıkamak icab etmez.
Hulâsa'da buna muhâlif sözler vardır. Bilakis. Zahîre ve diğer kitablarda sahih
kabul edilen kavil meshin kâfi gelmesidir. Zira aralık yeri yıkamış olsa çok
defa bütün sargı ıslanır ve ıslaklık yaraya nüfuz eder. Nehir sahibinin beyanına
göre bu ifade son derece güzeldir.
«Su
zarar verdiği takdirde» ifadesinden maksad yıkamak yahut yaranın üzerine mesh
etmek zarar verirse demektir. Bunu Tahtâvî söylemiştir. «Yahut sargıyı çözmek.»
cümlesi hakkında da: «Yani velev ki iyileştikten sonra olsun. Meselâ; sargı yara
üzerine yapışır da koparılması güç olur.» demiştir.
Lâkin
o zaman sargının yapışan yeri üzerine mesh eder. Etrafından yıkayabileceği
yerleri yıkar. Nitekim yukarıda geçmişti. Sonra bu mesele Hazâin'de işaret
edildiği vecihle dörtlüdür. Zira sargıyı çözmek zarar verirse altındaki yere
mesh zarar versin vermesin sargıya mesh eder. Çözmek zarar vermezse ya mesh de
zarar vermez yahut verir. Mesh zarar vermezse sargıyı çözer ve zarar vermeyen
yerleri yıkar; zarar veren yere mesh eder. Mesh zarar verirse sargıyı çözerek
aynı şekilde yıkar; sonra yaraya sargı üzerinden mesh eder. Çünkü zaruretle
sâbit olan bir şey zaruret mikdarı câiz olur. Sargıyı bağlatacak kimse bulamazsa
meselesini Fethü'l-Kadîr zikretmiş, Hâniyye almamıştır.
Şeyh
İsmail diyor ki: «Anlaşılan Hâniyye'deki İmam A'zam'ın, Fethü'l-Kadîr'deki
İmameyn'in kavillerine göredir. İmam A'zam'a göre başkasının gücü güç sayılmaz.»
METİN
Bir
kimsenin tırnağı kırılır da üzerine ilâç sürer yahut ilâcı ayağının çatlaklarına
koyarsa, mümkün olduğu takdirde üzerine suyu akıtır. Mümkün olmazsa mesh eder.
Bu da olmazsa terk eder. Sargının yara iyileşmek sebebiyle düşmesi meshi bozar.
Yara iyileşmeden düşerse mesh bozulmaz. Sargı namazda iken düşerse namazı
yeniden kılar. İlâç düşer yahut sargının yeri iyileştiği halde sargı düşmezse
hüküm yine bu tafsilâta göredir. Bunu Müctebâ söylemiştir. Ama meseleyi
«Sargının atılması zarar vermezse» diye kayıdlamak gerekir. Zarar verirse
bozulmaz. Bunu Bahr kaydetmiştir.
Sargı
ve emsali üzerine mesh hususunda erkek-kadın, abdestsiz ve cünüb müsavidir. Bu
mesele ittifakîdir. Sargı üzerine mesh için esah kavle göre kaplama ve tekrar
şart değildir. Yarıdan fazlasına bir defa mesh etmek kâfidir. Bununla fetva
verilir. Keza sargıda bilittifak niyet şart değildir. Bir kavle göre mest böyle
değildir. Musannıf metin nüshalarındaki sözünden şerhinde dönmüştür.
İZAH
Kırılan
tırnağına veya ayağının çatlaklarına sakız ve merhem gibi bir ilâç süren
kimsenin imkânıvarsa bunların üzerine su dökmesi lâzım geldiğini Hulvanî şart
koşmuş; Minah sahibi bu kavlin bilumum mutemed kitablarda mevcud olduğunu
söylemiştir. Asıl nâm eserde böyle bir şarttan bahsedilmemiştir. Sargının yara
iyileştiği içi düşmesi meshi bozar. Bu altıncı vecihtir.
Halebî:
«Çünkü mestin düşmesi meshi şartsız olarak bozar.» diyor. Buradaki sargıdan
murad; kırıkçıkık sargısı ve bez parçası gibi şeylerdir. İlâcın düşmesi de aynı
hükümdedir. Bunu Hazâin sahibi söylemiştir. Hazâin hâmişinde ise Tatarhâniyye
ile Sadrı'ş-Şeria'ya nisbet olunmuştur Sargı yara iyileşmeden düşerse mesh
bozulmaz. Bu yedinci vecihtir. Sargı namazda iken düşerse yen yıkanarak namazı
yeniden kılmak icab eder. Çünkü namaz başlamazdan önceki hadesin hükmü meydana
çıkmıştır ve o yeri yıkamadan namaza başlamış gibi olur. Bu hüküm teşehhüd
mikdarı oturmazdan evvel yara iyileşerek sargı düştüğüne göredir. İyileşmeden
veya oturduktan sonra düşerse namazına devam eder. Bu mesele ileride gelecek
oniki meseleden biridir. Nitekim Bahr'da da kaydedilmiştir.
Yeri
iyileştiği halde sargı düşmezse mesh bozulur. Bu sekizinci vecihtir. Mest böyle
değildir. Onun fiilen çıkmış olmasına bakılır. Sargıyı almak zarar verirse
meselâ; şiddetle yapıştığı için koparılamıyorsa mesh bozulmaz.
FER'İ
BİR MESELE: - Câmiu'l-Cevâmi' nâm eserde şöyle deniliyor: «Bir kimsenin gözü
ağır da ilâç kullanır ve kendisine gözünü yıkamaması emir edilirse bu da sargı
gibidir. Şürunbulâliyye'de böyle denilmiştir.»
Sargı
ve yaraya, kan alınan yere, dağlanan uzva sarılan bezler gibi benzerleri üzerine
mesh hususunda erkek-kadın, abdestsiz ve cünüb kimseler müsavîdir. Bu dokuzuncu
vecihtir.
Sargı
üzerine meshde kaplama ve tekrar, esah kavle göre şart değildir. Mestte böyle
değildir. Onda kaplama ve tekrar bilittifak şart değildir. Bu onuncu ve
onbirinci vecihtir.
Rahmetî
diyor ki: «Tekrar kelimesini kaplama üzerine atfetmek Arabların (hayvana yem
olarak saman ve soğuk su verdim) sözleri kabilindendir. (Bu sözde su, saman
üzerine atfedilerek kısaltma yapılmıştır. Mânâ; hayvana yem olarak saman verdim
ve onu suladım demektir.) Yani tekrar esah kavle göre sünnet değildir. Çünkü
esahın mukabili, meshin tekrarı sünnet olmaktır. Zira mesh yıkamanın bedelidir.
Yıkamanın tekrarı ise sünnettir. O halde bedeli de sünnet olur. el-Minah nâm
eserde: Bazılarına göre yara başta değilse meshin üç defa yapılması sünnettir.»
denilmiştir. Mesh üzerine mesh bunun hilafınadır. Onun tekrarı bilittifak sünnet
değildir.
Sargının
yarıdan fazlasına bir defa mesh etmek kâfidir. Kaplamak şart değildir, sözü
sargının yansına ve daha azına da şamil olduğu için musannıf «yarıdan fazlasına»
diyerek kifâyet mikdarını beyan etmiştir. Çünkü mestin hilâfına olarak sargıda
yarısına ve daha azına mesh câiz değildir. Bu, on ikinci vecihtir.
Sargı
üzerine mesh için niyet de şart değildir. Bu onüçüncü vecihtir.
Bilmiş
ol ki, şârih bu on üç veche evvelce zikrettiğimiz iki vechi de ziyade etmiştir.
Bahr nam kitabda altı vecih daha ilave edilmiştir. Bu altı vecih şunlardır:
1
- Sargı yara iyileştiği için düşmüşse abdestli bulunduğu takdirde yalnız
sargının yerini yıkamakicab eder. Mest böyle değildir. Mestler çıkarsa ayakları
yıkamak lâzım gelir.
2
- Bir kimse sargı üzerine mesh eder de sonra onun üzerine başka sargı sararsa
üstteki sargıya mesh etmesi câiz olur. Mest böyle değildir. Ona mest ederse
üzerindeki meste mesh edemez.
3
- Sargının altına su işlerse mesh bozulmaz.
4
- Sarılan uzvun geri kalan kısmı kesilmiş el gibi üç parmak mikdarından az
olursa üzerine mesh câizdir. Mest böyle değildir.
5
- Sargı üzerine mesh bilittifak kitabla sabit değildir.
6
- Bir rivayete göre sargı üzerine mesh terk edilebilir. Mest böyle değildir.
Nehir sahibi bir vecih daha ziyade etmiştir ki şudur: Sargı üzerine mesh,
altındakini yıkamanın ne halefidir ne de bedeli. Mest böyle değildir. Mest
halefdir.
Bedel:
Aslı ifâya kudreti varken yapılması câiz olmayan şeydir. Teyemmüm böyledir.
Halef ise asla kudreti varken dahi yapılabilen şeydir. Halebî diyor ki: «Ben de
bir vecih ziyade ettim. O da sargı ayaklardan başka bir uzvun üzerinde bile olsa
meshi câiz olmasıdır. Mest böyle değildir.» Rahmetî bunlara dört vecih daha
ilâve etmiştir:
1
- Yaranın ve benzerinin üzerine mesh câizdir. Mest böyle değildir. O yalnız
ayağa mahsustur.
2
- Mestin yırtığı üzerine -küçük bile olsa- mesh kâfi değildir. Halbuki yara
üzerindeki aralığın iki tarafındaki mendilin üstüne mesh kâfidir.
3
- Mestin üzerindeki mesh yeri muayyendir. Ayağın üstüdür. Sargı böyle değildir.
4
- Mestte farz mikdarı üç parmaktır. Yarıdan fazlası veya bütünü değildir.
Ben
derim ki: Bu suretle vecihlerin sayısı yirmi yediye yükselir. Ben on vecih daha
ilâve ediyorum.
1
- Sıcak sargısında, içinde yürümek imkânı,
2
- Kalınlık.
3
- Deri ile kaplanmak,
4
- Ayağı örtmesi,
5
- Suyun işlemesine mâni olması,
6
- Kendiliğinden durması gibi şeyler şart değildir.
7
- Büyük yırtık sargıya mâni değildir.
8
- Sargının altındaki yeri yıkamak mesh etmekten efdal değildir.
9
- Sargı yara iyileştiği için düşerse ayağını yıkadığı takdirde soğuktan
mahvolacağı korkusuyla teyemmüm eder. Mest böyle değildir.
10
- Üzerine mesh niyetiyle sargıyı su kabına daldırırsa câiz olmaz; su pislenir.
Mesh ve başa mesh böyle değildir. Onlarda su pislenmez. Bu, İmam Ebû Yusuf'a
göre câiz olur.
İmam
Muhammed buna muhâliftir. Nitekim Manzume ile Manzume şerhi Hakâik'te de böyle
denilmiştir. İmam Muhammed'e göre fark şudur: Mesh ıslaklıkla hasıl olmaz.
Binaenaleyh su müsta'mel olmaz ve mesh câizdir. Sargı üzerine mesh ise altındaki
yeri yıkamak gibidir. Allahu a'Iem