02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...TEYEMMÜM BABI

TEYEMMÜM BÂBI 

METİN
Musannıf kitaba uyarak teyemmümü üçüncü bahis olmak üzere sıralamıştır. Teyemmüm hiç şüphesiz bu ümmetin hususiyetlerindendir. Lügatta «kast» mânâsına gelir.
Şeriatta ise; «kurbet yapmak için temizleyici yeri ve o yeri kullanmayı hususi bir sıfatla hakikaten veya hükmen kastetmektir. Kast, şart koşulmuştur. Çünkü kast niyettir. Temizleyici kaydı ile kurumuş pis yer tariften çıkmıştır. Zira böyle yer müsta'mel su gibidir. «Hükmen» kaydı yalabık (parlak) taş üzerine teyemmüm etmeye de şâmil olsun diye ziyade edilmiştir. «Hususî bir sıfatla» tâbiri elleri iki defa vuruşun rükün olduğunu ifade eder. En doğru ve en ihtiyatlı kavil de budur. «Kurbet yapmak için» kaydı ile öğretmek maksadı ile yapılan teyemmüm tariften hariç kalmıştır. Çünkü bu teyemmümle namaz kılınmaz. Teyemmümün rüknü iki şeydir: Elleri iki defa vurmak ve kaplamak.
İZAH
Musannıf kitaba yani Teâlâ Hazretleri'nin «Ey Mü'minler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi yıkayın ilah...» âyet-i kerîmesine uyarak abdest ve gusülden sonra üçüncü olmak üzere teyemmümden bahsetmiştir. Âyet-i kerîmede de aynı sıra tâkip edilmiştir. Bir de teyemmüm abdestle guslün halefidir. Halef asla tâbidir. Teyemmümün delîli; Peygamber (s.a.v.)'in: «Bana beş haslet verildi ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir:
a- Ben bir aylık mesafeden düşmana korku verilmek suretiyle mansur oldum.
b- Yer bana (bir rivâyette ve ümmetime) mescit ve temizileyici kılındı. Ümmetimden her kime namaz vakti gelirse namazını kılsın.
c- Bana ganimetler helâl kılındı. Benden önce kimseye helâl kılınmamıştı.
d- Bana şefaat verildi. Eskiden bir peygamber hassaten kendi kavmine gönderiliyordu.
e- Ben bütün insanlara umumi olarak gönderildim.» hadis-i şerifidir. Bu hâdisi Buharî ile Müslim ve diğer hadis imamları rivayet etmişlerdir. Hatta Suyûti onun mütevatır olduğunu söylemiştir. Onun için şârih : «hiç şüphesiz» demiştir. Yerinde de arzettiğimiz vecihle bu hadiste hu ümmetin abdestle hususiyet kazandığına işaret vardır.
Teyemmüm. lügattad «mutlak kast» demektir. Teâlâ Hazretleri'nin «Pis şeyleri teyemmüm etmeyin.» âyet-i kerîmesi bu kabildendir. Hac böyle değildir. O Bahr nâm eserde de belirtildiği gibi muazzam olan bir şeyi kasttır. el-Bahr'de teyemmüm şöyle tarif edilmiştir: «Istılahan Hidâye şerhlerinde de beyan edildiği vecihle; temizlemek için temiz yeri kastetmektir.» Bedâyi" ve diğer kitaplarda: «Hususi şartlar altında temizlenmek kasdı ile yeri iki hususi uzuvda kullanmaktır.» diye tarif edilmiştir.
Birinci tarif «Kast rükün değil, şarttır.» diye çürütülmüş; ikinciye dahi «Yer cüz'ünden bir şey kullanmak şart değildir: hatta yalabık taşa bile teyemmüm câizdir.» diye itiraz olunmuştur. Hak olan söz şudur ki «Teyemmüm temiz yerden yüz ve ellere yapılan meshin ismidir. Kast şarttır. Çünkü niyettir.» Fethü'l-Kadîr sahibinin tahkikatı budur. Şârih «kast gibi koşulmuştur» diyerek musannıfa çelme vurmuştur, çünkü onun terkibi teyemmümün hakikatı kasttan ibarettir mânâsını iktiza ederdi. Şârih bunun şart olduğuna tenbihte bulunmuştur. Halebî'nin ifadesine göre yer ve temizleyici olması da öyledir. Anlayıver!
Musannıfın: «O yeri kullanmayı hususî bir sıfatla hakikaten veya hükmen kasdetmektir.» sözü yukarıda Bedâyi'den naklettiğimiz ikinci tariftir. Hususî sıfat tabirinden ya ondan sonrakini yahut evvelkini kasdetmiştir. Evvelki hususi şartlarla hususi iki uzuvda yapılmasıdır. «Kurbet yapmak için» ifadesi Bedâyi'nın «temizlemek kasdı ile» sözü mânâsındadır. Şârihin «hakikaten veya hükmen» sözleri bu tarife yapıldığını söylediğimiz itiraza cevaptır. Zira aşikardır ki yalabık taş da yerden bir cüzdür. Temizlemek için iki uzuv da kullanılmıştır. Çünkü kullanmaktan murad; yerden bir cüzü almak değil, onu temizleme âleti yapmaktır. Şu halde bu hakikaten kullanmak olur. Nehir sahibinin sözünden anlaşılan budur. Binaenaleyh Tahtâvî'nin dediği gibi «yahut hükmen» demeye hâcet yoktur. Bu söylediklerimizden anlarsın ki musannıf, ulemadan nakledilen iki tarif zikretmiştir. Zâhire bakılırsa o bunlardan bir tarif yapmak istemiştir. Çünkü lügat mânâsından nakledilen ıstılahî sözlerde ekseriyetle lügat mânâsının bulunması lâzımdır. Ve ıstılah mânâsı, lügat mânâsından daha hususî olur. Onun içindir ki ulema, haccı: «Hususî vasıflar ziyadesiyle hususî kasddır.» diye tarif etmişlerdir. Yukarıda naklettiğimiz «kasd şarttır» şeklindeki itiraz bence vârid değil gibi geliyor.
Zira şart; maksud bir ibâdeti kasddır. Bizzat yeri kast değildir. Şu da var ki şer'i mânâlar şartları bulunmaksızın mevcud olamazlar. Meselâ bir kimse abdestsiz namaz kılsa şer'an namaz kılmış sayılmaz. Şartları mutlaka söylemek lâzımdır ki, şer'î mânâ tahakkuk edebilsin! Onun için ulema «hususî şartlarla» demişlerdir. Kullanmak-ki yüz ve elleri hususî şekilde meshetmektir- şer'i hakikatin tamamından olunca musannıf tarifi tamamlamak için onu kasidle beraber zikretmiştir. Bu faydalı izahı ganimet bil!
Yeri kullanmak hususî bir sıfatla olacaktır. Bundan murad: Bedâyi sahibinin İmam Ebû Yusuf'tan naklettiği şekildir. Ebû Yusuf şöyle demiştir: «Ebû Hanîfe'ye teyemmümü sordum: (Teyemmüm iki vuruştur. Biri yüz içindir. Diğeri eller için olup dirseklere kadardır.) cevabını verdi. (O nasıl yapılır?) dedim. Bunun üzerine iki elini yere vurdu ve ileri geri çekti. Sonra silkerek onlarla yüzüne meshetti. Sonra tekrar ellerini yere vurdu ve ileri geri çekti. Sonra silkerek bununla kollarının dışını ve içini dirseklerine kadar meshetti.»
Bundan sonra Bedayı'de şu izahat verilmiştir: «Ulemamızdan bazıları: (Sol elinin dört parmağının içleri ile sağ elinin parmak uçlarından başlayarak dirseğe kadar dış tarafını, sonra sol avucu ile -parmakları değdirmeksizin- sağ kolunun iç tarafını dirsekten başlayarak bileğe kadar meshetmektir. Sonra sol elinin baş parmağın içini sağ elinin baş parmağının dışından geçirir. Sol elinle de aynı şeyi yapar. Bu ihtiyata daha yakındır. Çünkü bunda mümkün mertebe kullanılmış toprağı kullanmaktan sakınmak vardır.) demişlerdir.»
Hilye'de dahi Tûhfe ve Muhît'ten naklen bunun misli söylenmiştir. Şârih elleri iki defa toprağa vurmanın rükün olduğunu söylüyor ve bunu en doğru, en ihtiyatlı kavil kabul ediyor. Seyyid Ebû Şuca'nın tercih ettiği de budur. Hulvânî bunu sahih bulmuştur. Nisâb sahibi: «Bu istihsandır, biz onunla amel ederiz; en ihtiyatlı kavil de odur.» demiştir. Fakat bazıları rükün olmadığını söylemişlerdir. İsbicâbî ile Kâdîhân bu kavli tercih ettikleri gibi Bahr' Bezzâziye ve İmdâd sahipleri de buna meyletmişlerdir. Fethü'l-Kadir'de: «Kıyas da bunu iktiza eder; çünkü âyette emredilen sadece meshdir. Peygamber (s.a.v.)'in: «Teyemmüm iki vuruştan ibarettir.» hadisi ya vuruşu kasdetmeye hamledilir ve bu hem yere hem uzva mesih suretiyle vurmaya şâmil olur; yahut ekseriyetle yapılış şeklini izahdır.» deniliyor. Hilye sahibi bunu tasdik ettiği gibi Vehbâniyye şerhinde dahi bu tercih edilmiştir. Allâme İbn Kemal: «Maksad iki vuruşun nasıl yapılacağını anlatmaktır, mutlaka iki vuruş lâzım geldiğini, anlatmak değildir. Nasıl olur? Kitabü's-Salat'da beyan edildiğine göre bir kimse evini süpürse yahut bir duvar yıksa veya buğday ölçse de yüzüne, kollarına toz yapışsa üzerinden elini geçirmedikçe teyemmüm namına kâfi gelmez, deniliyor!» şeklinde mütalâa yürütmüştür. Yani teyemmüm niyetiyle yüzünü ve ellerini hareket ettirir demek istiyor. Nitekim Hulâsa'dan naklen aşağıda geçecektir. en-Nehir'de: «Maksat vurmak yahut onu yerini tutacak bir şey yapmaktır.» denilmiştir. Şârih bundan sonraki söyledikleri hususunda bu yoldan yürümüştür. Hilâfın semeresi Bahr'da da beyan edildiği gibi şurada kendini gösterir: Bir kimse ellerini toprağa vurduktan sonra abdest bozarsa, bir de rüzgâr tozu yüzüne ve ellerine attığı suretle vurduktan sonra niyet ederek meshederse ikinci kavle göre kâfidir. Birinciye göre kâfi gelmez.
Bana öyle geliyor ki teyemmümün rüknü meshtir.Çünkü yukarıda geçtiği gibi teyemmümün hakikati ondan ibarettir. Kaplamak şarttır. Zira meshi tamamlamaktadır. Şârih bunu aksine,çevirmiştir. Sonra ulemanın benim söylediklerimi söylediklerine gördüm.
METİN
Teyemmümün şartları altıdır. Bunlar: 1. Niyet, 2. Mesh, 3. Meshin üç parmak veya daha fazlasiyle yapılması, 4. Yer, 5. Yerin temizleyici olması ve 6. Suyun bulunmamasıdır.
Sünnetleri sekizdir:
1 - Bunlarda yere avuçlarının içi ile vurmak. 2-3 Ellerini ileri geri çekmek, 4 - Silkmek. 5 - Parmaklarını aralamak, 6 - Besmele çekmek, 7 - Tertip. 8 - Ta'kibtir.
İbn Vehbân, şartlara İslam'ı da ziyade etmiştir. Ben de ziyade ettim. Ama teyemmümün sekiz sünnetine başka bir beyit de kattım. Ve birinci beytinin yarısını değiştirerek şöyle dedim:
«İslâm özrün şartıdır. Darp ve niyet; bir de mesh ve temizleyici yeri kaplamaktır» «Teyemmümün sünneti: Besmele çek, elinin içini toprağa vur ve parmaklarını arala! Silk, tertibe, ta'kibe riayet et, ellerini ileri geri sürt!»
Her kim halefi olan bir namaz için temizlenmeye yetecek mutlak suyu -bir mil azcık olduğundan yahut hastalıktan, soğuktan, düşman korkusundan veya susuz kalmaktan yahut âlet yokluğundan dolayı - kullanmaktan âciz kalırsa teyemmüm eder. Velev ki şehirde otursun.
Bir mil dört bin arşındır. Bir arşın yirmidört parmak, bir parmak iç içe yerleştirilmiş altı arpa, bir arpa da altı katır kılı miktarıdır. Hastalık -velev hareket sebebiyle olsun- şiddetlenen veya galebe-i zan ile yahut kâmil bir müslüman doktorun sözü ile uzayacağı bilinen cinsten olacaktır. Yahut hasta kendine abdest aldıracak kimse bulamayacaktır. Şayet bulursa velev ecr-i misli ile olsun -bu ücreti verebildiği takdirde zâhir mezhebe göre teyemmüm edemez. Nitekim el-Bahr'da da böyle denilmiştir. Aynı eserde: «Karı ile kocanın birbirine abdest aldırması veya bakması vâcib değildir. Memlükî hakkında bu vâcibtir.» deniliyor.
Soğuk, şehirde bile olsa hemen ücretini ödeyecek veya ısınacak parası olmayan cünüb kimseyi helâk edecek yahut hastalandıracak derecede olacaktır. Gerçi bazıları: «Bizim zamanımızda vaad etmek suretiyle hileye baş vurulur.» demişlerse de bu, şeriatın izin vermediği şeylerdendir. Evet, gaib malı varsa onu veresiye satması lâzım gelir. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez.
Düşman korkusu kendisi için ateş ve yılan gibi şeylerdir. Velev ki korku bir fâsıktan veya borçluyu hapis etmekten ileri gelsin. Yahut düşman korkusu, malı için olur. Velev ki mal emânet olsun. Sonra korku bir kulun tehdidinden ileri gelirse namazını kaza eder. Aksi halde kaza etmez, çünkü semâvidir.
Susuzluğu köpeği veya kafile arkadaşı bile çekse, kezâ halen mevcud yahut ileride başa gelecek olsa. yahut az ileride görüleceği vecihle su pislik gidermek için de lâzım olsa teyemmüm icab eder. Hamur için de öyledir. İbn Kemâl hayvanlarının susuzluğu meselesini, pislik yıkantısı suyu koyacak kap bulunmadığı için bu suyu muhafaza etmenin imkânsızlığı ile kayıdlamıştır. Es-Sirâc'da; muztar kalan kimsenin suyu başkasından zorla almaya ve çarpışmaya hakkı olduğu bildirilmektedir. Suyun sahibi öldürülürse kanı heder olur. Muztar kalan kişi ölür ise kısasını veya diyetini öder.
Yahut teyemmüm su çıkarılacak temiz bir âlet -velev pamuk bezi olsun- bulunmadığı zaman caiz olur. Kuyuya salmakla yahut bezi ikiye yarmakla kıymeti azalırsa suyun kıymeti takdir edilir. Nitekim ücretle suya inecek biri bulunursa ücreti vermek icab eder. Bu özürlerin hepsinden dolayı teyemmüm edilir. Hatta bir kimse su bulunmadığı için teyemmüm eder de sonra teyemmümü mubah kılan bir hastalığa yakalanırsa o teyemmümle namaz kılamaz. Çünkü ruhsat sebeblerinin muhtelif olması birinci ruhsalı hesaba katmaya mânidir. Ve birinci ruhsat yokmuş gibi olur. Bunu Câmiu'l-Fûsuleyn beyan etmiştir. Bellenmelidir.
İZAH
Teyemmümün şartları altı, hatta az sonra görüleceği vecihle dokuzdur. Bunlar meyanında meshin üç parmak veya daha fazlası ile yapılacağı da vardır. el-Bahr'da: «El ile yahut elin çok kısmı ile» denilmesinin mânâsı budur. Teyemmümde mesh iki parmakla câiz olmaz. Velev ki tekrarlayarak bütün uzvu kaplasın. Fakat başa mesh meselesi böyle değildir. Çünkü orada bir veya iki parmağını yeni yeni su ile ıslatarak başına tekrar tekrar mesheder. Ve böylece dörtte birini bulursa mesh sahihtir. Bunu İmdâd ve Bahr sahibleri beyan etmişlerdir.
Ben derîm ki: Lâkin Tatarhâniyye'de: «Bir kimse teyemmüm niyeti ile toprakta yuvarlanır da yüzüne ve kollarına toprak isabet ederse kâfi gelir. Zira maksad hasıl olmuştur.» deniliyor. Bundan anlaşılır ki parmakların ekserisi ile meshin şart kılındığı yer el ile meshedildiği zamandır. Düşün!
Suyun bulunmaması hükmen dahi olabilir. Bu suretle hastalık gibi şeylere de şâmil olur. Anlamalısın!
Teyemmümün sünnetleri sekiz, hatta göreceğizki on üçtür. Bunlardan biri avucunun içini toprağa vurmaktır.
Ben derim ki: Zahîre'de bildirildiğine göre İmam Muhammed buna işaret etmiş; fakat açık söylememiştir. Sonra Zahîre'de şöyle denilmiştir: «Esah olan kavle göre ellerinin hem içini hem dışını toprağa vurur. Bu, 'İmam Muhammed'in işaret ettiğinden başka bir rivâyet oluyor».
Hilye sahibi sadece Zahîre'nin ilk ibaresini, Şumunnî ise ikinci ibaresini nakil ile yetinmişlerdir. Bu sebeble Bahr sahibi Zahîre'den birbirine muhâlif nakillerde bulunulduğunu sanmıştır ki, her halde Zahîre'ye müracaat etmemiş olacaktır. Zira Zahîre'de ellerin hem içinin hem dışının toprağa vurulacağı ve esah kavle göre sünnetin bu olduğu açıkça beyan edilmiştir. Anlaşıldıki şârihin Nehir sahibine tâbi olarak yaptığı beyan esahın hilâfınadır. Tedebbür et!
EIIerin bir defa silkilmesi, bir rivâyette iki defa silkilmesi gerekmektedir. Fakat hakikatta bu mânâ itibariyle bir ihtilâf değildir. Bedâyi'de beyan edildiğine göre maksad toprağın saçılmasıdır. Bu bir defada hâsıl olursa birle, iki defada olursa iki ile yetinilir. Onun için Hidâye'de: «Ellerini toprak saçılacak kadar silker. Tâ ki suret gibi olmasın.» denilmiştir.
Remlî diyor ki: «O halde iki defada toprak saçılmazsa üç defa veya daha ziyade silkilir.» Bundan anlaşılır ki ellerde hiç toprak bulunmazsa silkmek de sünnet olmaz. Düşün!
Ulema parmakları aralamanın toz girsin diye sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bu ta'lil yalabık taşa teyemmüm yapıldığı zaman parmakları aralamak icab etmeyeceğini gösterir. Meğer ki «İllete cinste riayet edilir» denile! Bunu Halebî söylemiştir. Zahire göre teyemmümde besmele abdestteki gibi çekilecek, tertip dahi Kur'an'da zikredildiği şekilde yapılacaktır.
Ta'kibten murad; her uzvu birbiri arkasından hemen, yani su kullanmış olsa biri kurumadan diğerini yıkayacak şekilde, meshetmektir.
İbn Vehbân İslâm'ı da şart koşmuştur. Buna itiraz ile: «Niyetin şart kılınması bu kayda hâcet bırakmamıştır, Zira kâfirin niyeti sahih değildir.» denilebilirse de «İbn Vehbân bunu izah için tasrih etmiştir.» şeklinde cevap da verilebilir. İbn Vehbân meshin üç parmakla yapılmasını bırakarak onun yerine İslâm'ı şart koşmuş ve şartlar yine altı olmuştur. O iki vuruşu da şart saymıştır ki, her halde şart kelimesinden yapılması labüd mânâsını kasdetmiş olacaktır. Yoksa elleri iki defa toprağa vurmak şart değil, rükündür. Şu halde «Ben de ziyade ettim» ifadesi, şartların yedi olmasını iktiza ederse de İbn Vehbân'ın terk ettiği şartı hesaptan düşürünce mecmu yine altı olur. Şârih bu altıya vuruşla kaplamayı ziyade etmiş, bu suretle şartlar sekiz olmuştur.
TETİMME: Nuru'l-İzah'ta şartlara iki daha ilâve edilmiştir. Bunların birincisi teyemmüme zıt olan hayız, nifas ve hades gibi şeylerin bulunmaması, ikincisi cildin üzerinde meshetmeye mânibalmumu ve içyağı gibi şeylerin bulunmamasıdır. Lakin kaplamak ikinci şarta hâcet bırakmaz. Bu meydandadır.
el-Münye'de; aralarda su bulunduğuna kalbi yatarsa su aramanın da şart olduğu kaydedilmiştir: Musannıf: «Suyun yakında bulunduğunu zannederse bir ok atımı yerde onu arar.» diyerek bundan bahsedecektir.
Seyyidî Abdülgani sünnetlere üç sünnet daha ziyade etmiştir.
Birincisi: Câmiu'I-Fetâvâ ile Müctebâ'da olduğu gibi sağ taraflardan başlamaktır.
İkincisi: Yere vurma hususudur. Çünkü hadise uygundur. Hâniyye'de şöyle deniliyor; el-Asıl'da beyan edildiğini göre ellerini yerin üzerine koyacaktır. Rivayetlerin birinde ellerini yerin üzerine vurur, denilmiştir. Parmakların arasına toz girmesi için bu daha münasibtir.)»
Üçüncüsü : Meshin yukarıda Bedayı'den naklen beyan ettiğimiz keyfiyet-i mahsusa ile yapılmasıdır. El-Feyz nâm eserde: «Sakalını ve parmaklarını hilâller; yüzük ve küpesini abdest ve gusüldeki gibi oynatır.» deniliyor.
Ben derim ki: Lâkin Hâniyye'de bildirildiğine göre parmakları hilâllemek, kaplama tamamlanmak için behemehal lâzımdır. Bahr'da: «Kezâ yüzüğü çıkarmak veya oynatmak da öyledir.» denilmiştir. Şu halde sünnetlerden sakalı hilâllemek kalır. Ve ziyade edilenler dört olur. Beşinci bir sünnet daha ziyade edilir ki, o da toprağa vuruşun ellerinin dışı ile de yapılmasıdır. Nitekim bunun sahih kabul edildiğini yukarıda gördün. Ben teyemmümde misvakı sünnetlerden sayan görmedim. Halbuki ulema onu abdest ve gusülde zikretmişlerdir. Burada da zikredilmesi gerekirdi. Düşün!
Hâsılı teyemmümün rüknü iki şeydir: Birincisi toprağa vuruş yahut onun yerini tutacak bir şey; ikincisi iki uzvu meshetmektir. Şartları dokuzdur. Bunlar şârihin beytindeki altı şeyle birlikte meshin elin çok kısmı ile yapılması, teyemmüme zıt bir şeyin bulunmaması ve yakında su bulunacağını ümit ederse suyu aramaktır.
Sünnetleri on üçtür. Sekizi şârihin manzum olarak söyledikleridir. Beşi de yukarıda beyan ettiklerimizdir.
Suyu kullanmaktan aciz kalmak iki şekilde olur: Birincisi hem suret hem manâ itibariyle, ikincisi yalnız mâna itibariyledir. Musannıf bunların birincisine «uzak olduğundan» diyerek, ikincisine de «yahut hastalıktan» sözü ile işaret etmiştir. Bunu Bahr sahibi anlatmıştır. Aynı eserde el-Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «Yolcu, suyu bulamayacağını bilse bile cariyesiyle cinsi münasebette bulunabilir. Çünkü toprak, su bulunmadığı vakit temizleyici sayılmıştır. Su varken cünüblük mekrûh değildir: su yokken de böyledir. Şârihin: «Temizlenmeye yetecek mutlak su» ifadesindeki temizlikten murad; pislikten, hades-i asgardan ve hades-i ekberden temizlenmektir. Bir kimse yalnız pisliği yıkayacak veya hadesi giderecek kadar su bulursa onu yıkar veya giderir.
Ekser, ulemaya göre sonra teyemmüm eder. Bunun aksini yapar da pis elbise içinde namaz kılarsa câizdir. Fakat isâet (kötülük) etmiş olur. Bunu Hâniyye sahibi söylemiştir. Evvela teyemmüm eder de sonra pisliği yıkarsa teyemmümü tekrarlar. Çünkü abdest almaya kudreti varken teyemmümetmiştir. Bunu el-Muhit beyan etmiştir. Ama Bahr sahibi itiraz etmiştir. Mezkûr itiraz ve cevabını biraz ileride beyan edeceğiz. Kuhistânî'de şöyle deniliyor;
Cünüb bir kimsenin bazı uzuvlarına yahut abdestine yetecek kadar suyu bulunursa teyemmüm eder. Bu suyu oraya sarfetmesi gerekmez. Meğer ki cünüblükten dolayı teyemmüm etmiş de sonra abdesti bozulmuş olsun. Bu takdirde abdest alması icab eder. Zira yetecek kadar su bulmuştur. Teyemmüm etmesi vâcip değildir. Çünkü teyemmümle cünüblükten çıkmış; yıkanmaya kâfi su bulmuştur. Tahâvi şerhi ile diğer kitablarda da böyle denilmiştir.»
Halefî olan namazlar beş vaktin farzları ile cuma namazlarıdır. Beş vaktin halefî kaza edilmeleri, cumanın halefi ise öğle namazıdır. Bu söz cenaze, bayram, küsuf ve vakit sünnetleri gibi namazlardan ihtiraz içindir. İlerde görüleceği vecihle bunlarda acz şart değildir.
Musannıf, teyemmümün câiz olmasını uzaklıkla kayıdlamıştır. Çünkü sudan uzak olmazsa, halefî olan namazlar hususunda vaktin çıkacağından korksa bile teyemmüm edemez. İmam Züfer buna muhâliftir. Şârih teyemmüm edip namaz kılmanın, sonra o namazı kaza etmenin daha ihtiyat olacağını söyleyecektir. Bu ihtilâfa ait fer'î mesele şudur:
Bir kuyunun başında kalabalık insanlar toplansa da su çıkarmak nöbetleşmeden mümkün olmasa; yahut hepsi çıplak olsalar da bir tek elbiseleri bulunsa, onu nöbetle giyseler ve biri nöbetin kendisine ancak vakit çıktıktan sonra geleceğini bilse teyemmüm edemez: çıplak da kılamaz. Bize göre sabreder. Kezâ birçok kimseler dar bir yere toplansalar, orada yalnız bir kişi ayakta namaz kılacak kadar yer bulunsa sabreder; vakit çıktıktan sonra ayakta kılar. Nasıl ki vakit içinde abdest alıp ayakta namaz kılmaktan âciz olan kimse, vakit çıktıktan sonra bunu yapabileceğine kanaat getirirse, sabreder. Keza bir kimsenin yanında pis elbise ve su bulunursa elbiseyi yıkamak lâzım gelir. Velev ki vaki çıksın. Bunları Bahr sahibi Tevşih'den kısaltarak nakletmiştir.
Teyemmüm şehirde oturana bile câizdir. Çünkü şartı suyun yokluğudur. Bu şart nerede tahakkuk ederse teyemmüm câiz olur. Bunu Esrar sahibi bildirmiştir. Hidâye'de beyan olunduğuna göre mikdar hususunda kabul edilen kavil bir mildir. Bedâyi'de bunun akla en yakın olduğu söylenmiştir. İmdâd ve diğer kitaplarda: «Uzaklığın takdirinde kalbin kanaatına itibar olunur.» denilmiştir. Arap dilinde mil gözün görebildiği mesafedir. Mekke yolunda bina edilen nişanlara mil denilmesi bu ölçüde bina edildikleri içindir. Nitekim Sıhah ve Muğrib nâm lügat kitablarında da böyle denilmiştir. Burada murad; bir fersahın üçte biridir. Fersah bir berid'in (ulağın) dörtte biridir. (Bir berid on iki bin adım olduğuna göre bir fersah üç bin adımdır. Su aranacak mesafe bir fersahın üçte biri olunca bin adım mesafede aranacak demektir). Zeylaî, Nehir ve Cevhere'de bir milin dört bin arşın olduğu bildirilmiştir. Hilye'de: «Meşhur olan kavil budur.» denilmiştir. Nitekim bu kavli birçok kimseler rivayet etmiştir. Bunlardan biri de Surûcî olup Gâye nâmındaki eserinde nakletmiştir.
Aynî şerhi ile Miskin ve Bahr'da Yenâbi'den naklen dört bin adım olduğu bildirilmiştir. Remlî: «İtimad edilecek kavil birincisidir.» demiş. Şürunbulâliyye'de iki kavlin arası bulunarak: Zirâ'danmurad her tutamda bir dik parmak olan arşındır. Böylece o, halkın arşını ile bir buçuk arşın eder.» denilmiştir. Ama bu iddia söz götürür. Zira ulema, arşını şârihin dediği şekilde zabtetmişlerdir.
Abdest aldıracak kimse hakkında el-Bahr'da hulâsatan şöyle denilmiştir: «Kölesi, çocuğu ve çırağı gibi kendisine itaat mecbur biri bulunursa bilittifak teyemmüm edemez. Başkasını bulursa ve bulduğu kimse yardım istediği zaman edecek gibilerdense velev karısı olsun, zâhir mezhebe göre yine bilittifak teyemmüm edemez. Bazıları: (İmam A'zam'ın kavline göre teyemmüm eder, İmameyn'in kavline göre edemez. Nasılki kıbleye karşı duramayan veya pis yatağından başka tarafa dönemeyen bir hasta kendini döndürecek birini bulursa İmam A'zam'la İmameyn orasında aynı hilâf mevcuttur. Çünkü İmam A'zam'a göre bir mükellef başkasının kudreti ile kâdir sayılamaz) demişlerdir. Zâhir mezhebe göre fark şudur: Hastanın ayağa kalktığı takdirde ağrısının artacağından korkulur; ama abdestinde korkutmaz.»
Ben derim ki: Farkın hasılı şudur: Hastalığının artması ikinci ile değil, birinci ile olmuştur. Çünkü meseleyi şöyle farzediyoruz: Bu adam hastalığının şiddetlenmesinden ve uzamasından korkmuyor. Binaenaleyh hakikaten âciz değildir. Ve abdestine yardım istemesi lâzım gelir. Teyemmüm etmesi câiz değildir. Birinci böyle değildir. Zira hakikaten âcizdir. Şu halde yardım istemesi lâzım gelmez. Ama bu izah söz götürür.
Çünkü ikincide hastalığın ziyadeleşeceğinden korkmasa bile bizzat abdest almaya kâdir değildir. Öyle ise o da hakikaten âcizdir. Teyemmümü mubah kılan şey, hassaten hastalığının ziyadeleşmesi değildir. Düşün!
Bahr'da beyan edildiğine göre Tecnis'in ifadesinden anlaşılan şudur: O kimsenin çırak tutacak malı varsa ücret az olsun çok olsun teyemmüm edemez. Mübtega'da ise bunun aksi mevcuttur. Zâhire göre ücret az ise teyemmüm câiz değildir. Ücretin azlığından murad; misli ücretidir. Nitekim Nehir'de ve Hilye'de bahsedilmiştir. Şârih de buna cezmetmiştir.
Karıkocanın birbirlerine abdest aldırması hususunda el-Bahr'da şöyle deniliyor; «Köle hastalanınca sahibinin ona bakması lâzım geldiğinden, sahibi hastalandığı zaman kölenin de ona bakması icab etmiştir Karısı hastalanınca kocasının namaz hususunda ona bakması lâzım gelmediğinden, kocası hastalanınca karısına da ona bakmak lâzım gelmez. Binaenaleyh karısının fiili ile abdeste kâdir sayılamaz.» Lâkin yukarıda gördük ki zâhir mezhebe göre karısından yardım istemiş olsa, edecek halde ise yardım etmesi kendisine vâcib olmasa bile teyemmüm etmesi câiz değildir. Köle ile sahibinin birbirlerine abdest aldırmaları lâzımdır.
Soğuğun cünüb kimse hakkında bahis mevzuu olması sahih kavle göre abdestsizin soğuktan dolayı teyemmüm etmesi câiz olmadığındandır. Bazı ulema buna muhâliftirler. Nitekim el-Hâniyye, el-Hulâsa ve diğer kitablarda beyan edilmiştir. el-Musaffâ nam eserde: «Esah kavle göre bu bilittifaktır.» denilmiştir. Fethü'l-Kadir sahibi: «Galiba bu hüküm abdestte âdeten helâk tahakkuk etmediğinden olacaktır.» diyor. Ama Remli bunu müşkil saymıştır. Çünkü Fethü'l-Kadir'de ve diğer kitaplarda: «Bir kimse mesh müddeti geçtikten sonra ayağının soğuktan düşeceğinden korksa teyemmüm etmesi câizdir.» denilmektedir. Remlî: «Bu, hadesli bir kimsenin bir uzvunun helâkolacağından korkarak teyemmüm etmesinden başka bir şey değildir. O halde Esrar'da beyan edildiği vecihle bazı ulemanın tercih ettikleri haklıdır.» diyor.
Ben derim ki: Mesh meselesinde tercih edilen teyemmüm değil, meshetmektir. Nitekim inşallah yerinde görülecektir. Evet, abdestte âdeten zarar tahakkuk etmemiştir. diye yapılan ta'lilin ifade ettiği mânâ; tahakkuk etmiş olsa onda da ittifaken teyemmüm câiz olurdu, demektir. Onun için İmdâd nam kitabla bu yoldan yürünmüştür. Zira güçlük nâss ile kaldırılmıştır. Metinlerin mutlak olan sözlerinden anlaşılan budur. Hamam ücretini ödeyecek veya ısınacak parası olmayan kimse şehirde bile olsa teyemmüm edebilir. Teyemmûmün şehirde bile câiz olması İmam A'zam'a göredir. İmameyn buna muhâliftir. Burada ısınmaktan murad; giyecek elbise veya sığınacak yerdir. el-Bahr'da şöyle deniliyor: «Böylece kaide şu oluyor ki; her ne zaman bir vecihle yıkanmaya gücü yeterse o kimseye bilittifak teyemmüm mubah olmaz.»
Ulemadan bazıları: «Bu hilâfın aslı şudur: İmam A'zam zamanında hamam ücreti girmezden önce alınırdı. İmameyn zamanında yıkandıktan sonra alınmaya başlandı. Bir kimse ücreti ödemekten âciz kalırsa girip yıkanmalı, sonra fakir olduğunu söyleyerek ödeyeceğini vaad etmelidir.» demişlerdir. Fakat bu doğru değildir. Çünkü hamamcı o kimsenin halini bilse yıkanmasına müsaade etmezdi. Bunda aldatma vardır. Bu ise câiz değildir. el-Bahr sahibi Hilye'ye uyarak: «Her kim tâyin etmesinden geçip mubah olduğunu iddia ederse kendisine beyan düşer.» demiştir.
Fâsıktan gelecek korkuya misâl; fâsık suyun başında olup da bir kadının nefsi hakkında ondan korkmasıdır. Emredin dahi kadın hükmün de olduğu meydandadır. Borçlunun hapisten korkması alacaklı suyun basında olup verecekliyi hapsedeceğinden karkmakla olur. Bundan şu anlaşılır ki, verecekli fakir olmazsa teyemmüm etmesi câiz değildir. Çünkü borcunu geciktirmekle zâlim olmuştur. Teyemmüm mal korkusu ile de câizdir. Ama ben malın ne kadar olacağını söyleyen görmedim. İleride Tatarhâniyye'den naklen beyan edeceğimiz sözlerde bir dirhem olduğunu göreceğiz. Nitekim böylesinin namazını kesmesi de câizdir. Burada emânete malî denilmesi elinde bulunması itibariyledir.
Malûmun olsun ki, abdest almaya mâni olan şey kullar tarafından gelirse, mesela bir esiri kâfirler namaz kılmaktan men ediyorlarsa yahut hapishanede kapalı bulunuyorsa veya kendisine «Abdest alırsan seni öldürürüm» denilirse teyemmüm etmesi caizdir. Mâni kalktıktan sonra o namazı tekrar kılar. Dürer ve Vikâye nam eserlerde de böyle denilmiştir. Ama hastalık gibi Allah tarafından bir mani bulunursa o namazı tekrarlamaz. Hulâsa ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Bir esiri düşman abdest alıp namaz kılmaktan men ederse teyemmüm eder ve namazını imâ ile kılar, sonra koza eder.» imâ ile kayıdlanması namazdan da menedildiği içindir. Yalnız, abdesten men ederse namazını rükû ve sücudüyle kılar.
Sonra şunu da bilmelisin ki, düşman korkusu hususunda ihtilâf edilmiştir. Acaba bu korku Allah'tan mıdır ki namazı tekrar icab etmesin. Yoksa kuldan mı gelmiş sayılır ki, tekrar icab etsin? Mirâc sahibi birinci kavli, Nihâye sahibi ikinciyi tercih etmişlerdir. Bahr sahibi ise iki kavlin arasını bulmuştur. O ikinciyi kuldan tehdid vâki olup da korktuğuna hamletmiştir. Bu takdirde korku kullardan gelmiş olur. Birinciyi böyle bir şey asla vâki olmadığına, bilâkis korkunun kendinden geldiğine hamletmiştir. Bu takdirde Allah Teâla tarafından gelmiş olur. Zira bir sebebe mübaşeret yoktur. Velev ki her şey Allah Teâlâ'nın yaratması ile olsun. Bahr sahibi diyor ki: «Sonra Hilye'de gördüm. Benim anladığımı açıkça söylemiş, Nehir ve diğer kitapların sahibleri de kendisini tasdik etmişler.»
İşte şârih Rahimehullâhın işaret ettiği budur. Şârih gusülde anlatmıştır ki, erkekler arasında kalan birkadın teyemmüm eder. Biz erkeğin de böyle yapacağını söylemiştik. ve zâhire göre ne erkeğe ne de kadına namazı tekrarlamak lâzım gelmeyeceğini, çünkü mâni'in şer'i olduğunu bildirmiştik. Bunda maksad bakması helal olmayan kimsenin yanında avret yerini açmaktır. Buna mâni utanmak ve Allah korkusudur. Bunların ise kullardan değil. Allah'tân geldiğini bildirmiştik.
FER'İ BİR MESELE: Bahr'da Mübtegâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Ücretle çalışan bir kimse suyu ancak yarım mil aramakla bulursu teyemmüm hakkında özürlü sayılmaz. Çalıştıran kimse müsade etmezse teyemmüm eder: sonra tekrar kılar. Bu namazı hatırladığı halde; başka bir namaz kılarsa namazı fasid olur.»
Susuz kalmaktan dolayı teyemmüm edilir. Çünkü böyle insan kendi hâceti ile meşguldür. Bahr'da beyan edildiğine göre hâcetle meşgul olan yok hükmündedir. Yolculukta arkadaşının hayvanının susuz kalması da kendi hayvanı gibidir. Seyyidi Abdülganî diyor ki: «Hac yolunda veya başka bir seferde bir kimsenin yanında çok su bulunur da kâfilede bu suya muhtaç fakirler olursa teyemmüm etmesi câizdir. Hatta denilebilir ki fakirlerin ihtiyacı tahakkuk edince onların canlarını kurtarmak için suyu onlara vermesi vâcip olur.» Hamur için de öyledir. Fakat çorba yapmak için suya muhtaç olsa teyemmüm edemez. Çünkü yemek pişirme ihtiyacı susuzluk ihtiyacından aşağıdır. Su, pislik gidermek için de lazım olsa teyemmüm gerekir. Pislikten murad; dirhem mikdarından fazla olandır. el-Feyz nâm eserde şöyle deniliyor: «Bir kimsenin yanında pisliğin bir kısmını yıkayacak kadar su bulunsa teyemmüm lâzım gelmez.»
Ben derim ki: Bu sözü «dirhem mikdarından azını bulmayan pislik» diye kayıdlamak lazım gelir. Elbisesinin iki tarafında pislik bulunur da bir tarafındakini yıkadığı takdirde öteki taraftaki dirhem mikdarından az kalırsa teyemmüm lâzım gelir. Anla!
Suyun sahibi kendisi susuzluğunu gidermek için muhtaç olmadığı halde orada bu şekil muhtaç olan birine su verilmezse, muhtacın zorla almaya hakkı vardır. Hatta onunla çarpışmaya da hakkı vardır. Bunu Sirâc sahibi söylemiştir.
Ben derim ki: Bu sözü «parasız vermezse» yahut «para ile verir de muztar kalanın parası bulunduğu halde vermezse» diye kayıdlamak gerekir. Nitekim ilerde Sulama Bahsinde görüleceği vecihle silahla çarpışmaya da hakkı vardır. Şârih orada el-Minah ve Zeylaî'ye uyarak: «Bu hüküm kaplarcı alınmamış su hakkındadır. Aksi halde hacetten fazlası varsa onunla silâhsız çarpışır. Zira o suyu kaba almakla sahibi olmuştur. Artık su yemek mesabesinde olmuştur. Kuyu ve emsalihakkında dahi; evlâ olan silahsız çarpışmaktır. Çünkü o şahıs bir günah işlemiştir. Binaenaleyh bu ta'zir gibi olur. Nitekim Kâfî'de böyledir.» diyecektir.
Çarpışma esnasında su sahibi öldürülürse kanı heder olur. Yani kıyas, diyet ve keffaret lâzım gelmez. Ama Şürunbulaliyye'de bildirildiğine göre muztarın suyu ödemesi icab eder. Muztar ölürse ölüm kasden yapıldığı takdirde öldüren kısas olunur. Yarı kast yahut hata suretiyle vuku bulur veya hata yerine geçer bir şeyle olursa âkılesi diyet öder; kâtıl de keffâret verir. Bunu Bahr sahibi ifade etmiştir. Sirâc'da şöyle denilmiştir: «Eğer suyun sahibi susuzluğunu gidermek için ona muhtaç olursa başkasından daha haklıdır. Suya ecnebi birisi abdest olmak için muhtaç olursa vermesi lazım gelmez. O ecnebinin de zorla olmaya hakkı yoktur.»
«Kuyuya salmakla yahut bezi ikiye yarmakla kıymeti azalırsa suyun kıymeti takdir edilir. Nitekim ücretle suya inecek biri bulunursa ücretini vermek icab eder.» Bu cümleleri Tevşih sahibi, Şâfiî kitablarından nakletmiştir. Sonra da: «Bütün bunlar bizim kaidelerimize uygundur.» demiştir. Bahr ve Nehir sahibleri ile başkaları da onu tasdik etmişlerdir. Bu açıktır. Lâkin ben Tatarhâniyye'de buna uymayan bir ibâre gördüm. Orada şöyle deniliyor: «Kâdı İmam Fahreddin; mendilin kıymeti bir dirhem azalırsa teyemmüm eder; onu salmaya hakkı yoktur. Dirhemden az ise teyemmüm edemez. Nitekim namaz kılan bir kimse malını çalan bir hırsız görürse malı bir dirhem kıymetinde olduğu takdirde namazı keser, aksi takdirde kesemez. Burada da öyledir.»
Bilirsin ki Şâfiîlerin söyledikleri kaidelere daha yakındır. Çünkü bu adam suyun satıldığını görse emsalinin fiyatıyla satın alması lâzım gelir. Velev ki kıymeti bir dirhemden fazla olsun. Lâkin mezhebte naklî söz bulunduktan sonra ona dönmek evlâdır. İhtimal farkın vechi satın almaya -fiyatı yüksek bile olsa- itlâf denilmemesidir. Çünkü satın almak ivez karşılığında değişmektir. Mendil ve benzerlerinin kuyuya salmakla veya yarmakla itlâfı bunun hilâfınadır. Ve karşılıksız itlâftır. Bu şer'an yasak edilmiştir. Başlanmış bir namazı bir dirhem için bozmak câiz olunca anlaşılır ki dirhem, ehemmiyeti haiz bir miktardır. Binaenaleyh imkânı varken onu itlâf câiz değildir. Zira bu adam şer'an su bulamamıştır; teyemmüm eder. Kıymetin noksanlığı suyun kıymetinden fazla olduğu zaman o kimseye teyemmüm câiz olur ve hakkını gözetmek için suyu bulamamış sayılırsa burada da hem onun hakkını gözetmek, hem de memnu' olan itlâftan çekinmek hususunda şeriatın hakkını gözetmek için suyu bulamamış sayılır. Benim âcizane anladığım budur. Allah bilir!
Suyun kıymeti ile birlikte, çıkaran âletin de kıymeti takdir edilir. Nitekim el-Bahr'da mendilin yarıldığı surette bu da zikredilmiştir. Zahire yöre kuyuya sarkıtma sureti de öyledir. Düşün!
Kuyuya ücret mukabilinde inen kimseye ecr-i misil verilir. Bunu vermek lâzımdır; teyemmüm câiz değildir. Şârih: «Hatta bir kimse su bulunmadığı için teyemmüm eder de... ilah» diyerek her özrün özür sayılması mevcud olduğu müddetçe mu'teber tutulacağına işaret etmiştir. Özür kalmamışsa hükmü de batıl olmuştur. Velev ki ondan sonra başka bir özür bulunsun. Zira göreceğiz ki teyemmümü mubah kılan ,özrün kalkması teyemmümü bozar. Anla!
Hastalığa yakalanma meselesi üç surete şâmildir: Ya hastalanmazdan önce suyu bulmuştur; yahastalandıktan sonra bulmuştur, yahut bulamamakta devam etmiştir. Şübhesiz birinci suretle teyemmüm bâtıl olur. Üçüncü surette zâhire bakılırsa teyemmümü bâtıl olmamak gerekir. Zira teyemmümü mubah kılan özür kalkmış değildir. Bir de sebebin ihtilâfı ancak birinci özür kalktığı zaman meydana çıkar. Anlaşılıyor ki murad sadece ikincidir. Suyu bulamadığı için teyemmüm eder de sonra hastalanır; sonra suyu bulursa geçmiş teyemmümle namaz kılamaz. Çünkü o teyemmüm, suyu bulamadığı için yapılmıştı. Şimdi suyu bulmuştur. Teyemmümü de bâtıl olmuştur. Zira onu mubah kılan özür kalkınıştır. Velev ki halen teyemmümü mubah kılan başka bir özür bulunsun. Bunun nazîri Bahr sahibinin Abdesti Bozan Şeyler Bahsinde söylediği şu meseledir:
«Bir kimse su varken hastalık veya soğuk sebebi ile teyemmüm eder de sonra su bulamazsa, hastalık veya soğuk da geçerse teyemmümü bozulur. Çünkü suyu kullanmaya kudret kazanmıştır. Velev ki su bulunmasın!» Bunun misli Nehir'de de mevcuddur.
Ben derim ki: Bedâyı'deki şu mesele bunun karşısında müşkil kalır: «Teyemmümlü bir kimse su başına uğrasa da düşman veya yırtıcı hayvan korkusundan vasıtadan inemese teyemmümü bozulmaz. Bunu Muhammed b. Mukatil Râzî de söylemiş ve: «Ulemamızın kavline kıyasen söylenecek söz budur. Çünkü o adam mânen suyu bulmuş değildir. Binaenaleyh yokluğa karışmıştır..» demiştir. Bu sözün bir örneği de el-Münye'dedir.
Zira şübhesiz düşman korkusu teyemmümü ilk mubah kılandan başka bir sebebtir. Zâhire göre mesele o kimsenin evvela suyu bulamadığı için teyemmüm ettiği farzedilerek kurulmuştur. Meğer ki: «Burada ilk sebep bâkîdir.» diye cevap verile. Fakat bu da söz götürür. Teemmül buyurulsun!
Buradaki ruhsat teyemmümdür. Sebebleri de zikrettiğimiz özürlerdir. Biz bu kaideyi «Îlâ'» babında tahkik edeceğiz. Câmiu'l-Fûsuleyn: «Mu'teber bir kitabtır. Kaadı Semâve'nin eseridir. Bu eserde Fûsul-i İmâdî ile Fûsul-i Esteruşnî'yi biraraya toplamıştır. Bu meseleyi otuzdördüncü fasılda hastaların hükümleri meyanında beyan etmiştir.
METİN
Teyemmüm, yüzünü ve dirseklerle beraber kollarını kaplamak suretiyle yapılır. Hatta bir kıl veya burnunun kenarını bıraksa câiz olmaz. Elindeki yüzüğü ve bileziği ya çıkarır yahut oynatır. Bununla fetva verilir. Kollar dirseklerle beraber mülâhaza edildiği için kolu kesik olan kimse dirseğine mesh eder.
Teyemmüm iki vuruşla yapılır. Velev ki başkası tarafından yaptırılsın! Yahut iki vuruşun yerini tutan bir şeyle olur. Zira Hulâsa ve diğer kitablarda: «Bir kimse teyemmüm niyetiyle başını oynatsa yahut tozlu yere soksa câizdir. Şart, fiilin o kimseden hâsıl olmasıdır.» denilmiştir.
Teyemmüm velev cünüb yahut âdetinden temizlenmiş hayızlı veya nifaslılar Teyemmüm iki vuruşla yapılır. Velev ki başkası tarafından yaptırılsın! Yahut iki için olsun yer cinsinden bir temizleyici kullanmakla câizdir. İsterse üzerinde toz bulunmasın. Parmakların arasına toz girmezse hilâllamak için üçüncü bir vuruşa hâcet yoktur.
İmam Muhammed'den bir rivâyete göre hâcet vardır. Evet, başkasına teyemmüm ettirirse yüz, sağve sol kol için üç defa ellerini yere vurur, bunu Kuhistânî beyan etmiştir. Tozla mutlak surette yani topraktan âciz kalsın kalmasın teyemmüm câizdir. Çünkü toz ince toprak demektir.
İZAH
Fethü'l-Kadîr'de beyan edildiğine göre teyemmüm eden kimse yüzünün görünen yerlerini ve sakalını mesh eder. Sahih olan budur. Şakaklarla kulaklar arasındaki beyaz yeri de mesh etmek lâzımdır. Müctebâ'da: «İnsanlar bundan gafildirler.» denilmiş; Muhît ve Bahr'da gözlerin üzerleri, kaşların altları dahi mesh edileceği bildirilmiştir. el-Hâniyye'nin beyanına göre bir kimse sıkı olan yüzüğünü, kadın da bileziğini oynatmazsa câiz değildir. Vechi şudur ki: oynatmak, altındakini mesh sayılır. Zira şart toprağın işlemesi değil, meshtir. Anla! Lâkin yüzüğü sıkı diye kayıdlamasından anlaşılıyor ki, geniş olsa oynatmak icab etmez. Fakat zâhir olan, hilâllama hususunda söyleyeceklerimizin bunun hakkında da söylenmesidir.
«Bununla fetva verilir.» sözünden maksad kaplamanın lüzumudur. Nitekim Vikâye şerhinde beyan olunmuştur. Hâniyye ve diğer kitablarda: «Sahih olan budur» denildiği gibi Zeylaî: «Zâhir rivâye de budur.» demiştir. Bu rivâyetin mukabili; kaplamanın lâzım gelmemesi. ekser için kül hükmü verilmesidir. (Yani mesh edilecek yerlerin ekserisi mesh edildimi kâfi gelmesidir.) Kolları dirseklerden kesilen kimsenin dirsekten bir şey -velev bazunun başı- kalmış olmak şartı ile mesh etmesi lâzımdır. Çünkü dirsek iki kemiğin başlarının mecmuudur. Bunu Rahmetî söylemiştir. Şâyet kolları dirseklerden yukarı kesilmişse bilittifak mesh vâcib olmaz. Elleri toprağa behemehal vurmak şart değildir. Toprağa koymak da kâfidir. Musannıfın vuruş tâbirini tercih etmesi rivâyetlerde bu kelime kullanılmış olduğu içindir. Yoksa bu vuruş sâbit değildir.
Bazı rivâyetlerde İmam Muhammed elleri toprağa koymanın kâfi geldiğine tenbihte bulunmuştur. Maksad iki vuruşun kâfi geldiğini anlatmaktır. İki vuruş teyemmümde mutlaka lâzım demek değildir, bunu İbn-i Kemâl söylemiştir. Onun tam ibâresini evvelce görmüştük.
İbn-i Kemâl, bir de adedin faidesi üçüncü bir vuruşa hâcet kalmadığını anlatmak olduğuna tenbih etmiştir. el-Bahr'da beyan olunduğuna göre bir kimse kendisine teyemmüm ettirmesini başkasına emir etse, emir edenin niyet etmesi şartı ile teyemmüm câizdir. Tahtâvî: «Zâhiri, başkasının da iki vuruşla iktifa derse câiz olacağını gösteriyorsa da, bu aşağıda Kuhistânî'den nakledilecek kavle uymamaktadır.» diyor.
Bilmîş ol ki; «Zahîriyye»'de şöyle denilmektedir:
«Cünüb kimsenin cenaze ve bayram namazları için teyemmüm etmesi câiz olduğu gibi hayızlı kadının da on günde hayızdan temizlenirse teyemmüm etmesi caiz olur. Daha azda temizlenirse câiz değildir.» el-Bahr'da: «Öyle anlaşılıyor ki, bu tafsilât doğru değildir. Delili de şudur: Kadının hayzı on günden daha azda kesilir de su bulamadığı için teyemmüm ederek namaz kılarsa, kocasının onunla cimâ' etmesinin câiz olacağına ulema ittifak eylemişlerdir.» deniliyor. Nehir sahibi: «Zahiriyye'deki beyanatı hayzın kadının âdetinden daha az da kesildiğine hamletmek suretiyle cevap vermiştir. Zira Hayız Bahsinde göreceğiz ki, o zaman kocasının o kadına yaklaşmasıteyemmüm şöyle dursun, yıkansa bile helâl olmaz.
Ben derim ki: Kadının hayız günleri on gün ise şübhesiz Zahirîyye'nin sözü bu onun âdeti olduğu mânâsında açıktır. Binaenaleyh bu haml ihtimalden uzaktır. Sonra Allah'ın yardımı ile anladım ki Zahirîyye'nin sözü sahih imiş. Onda hiçbir işkâl yoktur.
İzah edelim: Cenaze veya bayram namazını kaçırmak korkusu ile teyemmüm, su bulunsa bile sahihtir. Çünkü bu namazların kazaları yoktur. Bu abdestsiz hakkında açık olduğu gibi cünüb hakkında da zahirdir.
Hayızlıya gelince: Kadın tam on günde temizlendi ise hayızdan çıkmıştır. Üzerinde cünüblükten başka bir şey kalmamıştır ve cünüb gibidir. Ama kanı on günden azda kesilirse ona temiz kadınlar hükmü verilip, namaz boynuna borç olmadıkça veya yıkanmadıkça yahut şartına uygun olarak teyemmüm etmedikçe hayızdan çıkamaz. Nitekim Hayız Bahsinde görülecektir. Şartına uygun teyemmümden ulema farz namazları mubah kılan kâmil teyemmümü kasdetmişlerdir. Bu, teyemmüm suyu kullanmaktan âciz kalındığı zaman yapılır.
Cenaze ile bayram namazlarını kaçırmaktan korkarak alınan teyemmüm kâmil değildir. Çünkü su varken de yapılır. Onun için bu teyemmümle farz namaz kılınamadığı için bir sonraki cenaze namazı da kılınamaz. Bundan anlıyoruz ki, kadın farz kılmak için teyemmüm etse bile hayızdan çıkamaz. Zira bu teyemmüm kâmil değildir; sahih de değildir. Çünkü henüz ona münâfi olan hayız mevcuddur. Teyemmümün şartı olan suyun bulunmaması da yoktur.
Evet kadın su bulamayarak farz namaz kılmak için teyemmüm etse temizlendiğine hükmolunur. Ve o teyemmümle farz namazlarla başkalarını kılabilir. Zira kâmil teyemmümdür. Zahirîyye sahibinin muradı nâkıs olan teyemmümdür ki, su varken de yapılabilir. Onun hayızlı kadın hakkındaki izahatı doğrudur. Bunda hiç şüphe yoktur. Galiba Bahr sahibi onun muradının kâmil teyemmüm olduğunu sanmış olacak. Halbuki öyle olmadığı âşikârdır.
Şimdi gelelim şârihin ibâresine: «Yahut âdetinden temizlenmiş» sözü yerinde değildir. Çünkü musannıfın «Velev cünüb yahut âdetinden temizlenmiş hayızlı ilah... olsun» ifadesi su bulunmadığı zaman câiz olan kâmil teyemmüm hakkında farzedilir. Hayızlının su bulunmadığında tam on günde de temizlense, daha azda da temizlense teyemmüm etmesi sahihtir. Bu kadının hayız kanı, ister âdetinin tamamında, ister daha azda kesilsin, yıkanması yahut su bulamazsa teyemmüm etmesi gerekir. Nitekim bâbında görülecektir. Yine o bâbta görüleceği vecihle kanı âdetinin tamamında kesilirse kocasının ona yakınlık etmesi helâl olur. Nasılki on günün tamamında kesilse hüküm yine budur. Fakat âdetinden azda kesilirse kocasının yakınlık etmesi helâl olmaz. Binaenaleyh şârihin sözündeki «âdet» kaydı sadece yakınlık etmeye bakarak faidelidir. Şârihe gereken bunu atmaktı. Çünkü «Kan âdetinden azda kesilirse teyemmüm etmesi sahih olmaz.» ihâmını veriyor. Halbuki su bulamazsa kendisine namaz farz olmak için teyemmüm etmesi vâcibtir.
Musannıfın «Yer cinsinden bir temizleyici» tâbirini kullanması bazılarının «temiz yer» tâbirindendaha güzeldir. Çünkü şârihin de beyan ettiği vecihle temizleyici tâbiri pislenip kuruyan yeri bahsimizden hariç bırakır. Ama bir yerden bir cemaat teyemmüm ederlerse câizdir. Nitekim fer'î meselelerde gelecektir. Çünkü yer müsta'mel olmamıştır. Teyemmüm ancak ellerine yapışanla edâ edilir, artanla değil. Tıpkı birinci abdesti aldıktan sonra kapta artan suya benzer. Şayet yalabık taş üstüne yapılırsa evleviyetle câiz olur. Bunu Nehir sahibi söylemiştir.
Üzerine teyemmüm edilecek şeyin yer cinsinden olup olmadığı şöyle ayrılır: Ateşte yanarak kül olan ağaç ve at gibi yahut demir, pirinç, altın, cam ve benzerleri yumuşatılıp mühür yapılmayı kabul eden şeyler yer cinsinden değildir. Bunu İbn-i Kemâl Tûhfe'den nakletmiştir.
«Üçüncü bir vuruşa hâcet yoktur.» sözünden hiç hilâllamaz mânâsı çıkarılmamalıdır. Ellerini toprağa vurmaksızın parmaklarını hilâllar. Çünkü âzâyı kaplamak hakikatın tamamındandır. Zeylaî: «Parmakların arasına toz girmezse hilâllamak icab eder.» demiştir.
Hindiyye'de beyan edildiğine göre sahih olan elin içini meshetmemektir. Eli toprağa vurmak kâfidir. Bunu Tahtâvî ifade etmiştir.
Ben derim ki: Zâhire göre geniş yüzüğün altına toz işlerse oynatmak lâzım gelmez. Toz işlemezse adı geçen hilâllamak gibi oynatmak lâzım gelir. İmam Muhammed'e göre tozsuz teyemmüm câiz değildir. Onun kavline göre parmakların arasına toz girmezse üçüncü bir toprağa vuruşla onları hilâllamak lâzım gelir. Başkasına teyemmüm ettiren kimsenin ellerini üç defa, yani her uzuv için bir defa toprağa vuracağım Kuhistânî Umman'dan nakletmiştir. Bu kitap garip bir eserdir. Eldeki kitablarda meşhur olan kavil mutlaktır.
«Teyemmüm iki vuruştur.» hadîs-i şerifine uygun olan da, budur. Ancak maksad: «Hastanın koluna iki eliyle birden meshederse ellerim üç defa toprağa vurur.» demek ise o başka! Bu takdirde şübhesiz öteki eli meshetmek için üçüncü bir vuruşa muhtaç olur. Tozla mutlak surette teyemmüm câizdir. Buna Ebû Yusuf muhâliftir. Ona göre tozla teyemmüm ancak zarurette (yani başkası bulunmadığı zaman) câiz olur. Nehir'de bildirildiğine göre İmam Ebû Yusuf toprakla kumdan başkasıyla teyemmümü câiz görmemiştir. Gerçi el-Hâvi'l-Kudsî sahibi: «Muhtar olan budur.» demişse de bu söz gariptir. Metin sahiblerinin itimad ettikleri kavle muhâliftir. Bunu Remlî bildirmiştir.
METİN
Binaenaleyh ezilmiş bile olsa inci ile teyemmüm câiz değildir. Çünkü inci deniz hayvanından meydana gelir. Nebâta benzemesi sebebi ile mercanla da câiz değildir. Zira musannıfın yazdığı vecihle mercan, denizin dibinde ağaçlar gibi biter. Kezâ döküm kabul eden gümüş ve cam gibi şeylerle, yanıp kül olanlarla teyemmüm câiz olmaz. Bunlardan yalnız taş külü müstesnadır. Onunla teyemmüm caizdir. Bu tıpkı un haline getirilmiş veya yıkanmış taşa, toprakla veya kireçle sıvanmış duvara, sırlanmamış toprak kaplara, suyu galebe çalmamış çamura teyemmüm etmek gibidir.
Lâkin vakit geçeceğinden korkmadıkça bununla teyemmüm etmemelidir.. Tâ ki zaruret yokken âleme ibret bir şekil almasın. Yerlerindeki madenlere de teyemmüm câiz değildir. Ama üzerlerindeki toprağa teyemmüm edilebilir.
İsbicâbî bunu «üzerinden elini geçirmekle toprağın eseri belli olursa» diye kayıdlamıştır. Belli olmazsa câiz değildir. Buğday ve çuha gibi üzerine teyemmüm câiz olmayan her şey de böyledir. Bu bellenmelidir.
Toprak başkası ile karışırsa hüküm çokluğa göredir. Meselâ; eritilmiş bile olsalar altın, gümüş ve yanmış yer böyledir toprak fazla ise câiz, değilse câiz değildir. Bunu Hâniyye sahibi nakletmiştir. Müsavî olurlarsa ne hüküm verileceği bundan anlaşılır. Zira toprağın fazla olmaması müsavî ve daha az olmasına şamildir. Anla!
İZAH
Fethü'l-Kadîr'de mercanla teyemmüm câiz olmadığı bildirilmiştir. Fakat Bahr ve Nehir sahibleri bunun hata olduğunu kesin olarak ifade etmişlerdir. Doğrusu câiz olmasıdır. Nitekim bilumum kitabların kaydettikleri de budur. Musannıf Minah'ında şunları söylemiştir
«Ben derim ki: Zâhire bakılırsa bu hata değildir. Çünkü Fethü'l-Kadîr sahibi sadece onunla teyemmümü menetmiştir. Çünkü onun inci gibi sudan meydana geldiğine delili vardır. Mesele böyle ise câiz olmayacağı hususunda hilâf yoktur. Câiz olduğunu söyleyen, mercanın yer cüzleri cinsinden olduğuna delil bulduğu için buna kâil olmuştur. Eğer böyle ise câiz olacağında söz yoktur. Cevâhir'den anlayan bilir kişilerin sözleri gösteriyorki mercan hem nebâta hem madenlere benzemektedir. İbn-i Cevzî de bunu söylemiş: «Mercan nebât âlemi ile cemâd âlemi arasındadır. Taşlaşarak cemâda benzediği gibi denizin dibinde biten damarlı ve dallı budaklı yeşil ağaçlar olması itibariyle nebâta benzer.» demiştir.
Ben derim ki: Bu sözün hâsılı şudur: Musannıf Fethü'l-Kadîr sahibinin söylediklerine meylediyor. Çünkü mercanın yer cüzlerinden olduğu tehakkuk etmemiştir.
Aynı esere hâşiye yazan Remli ise bilumum kitablarda yazılan cevâza meyletmiştir. Cevazın vechi şu olacaktır: Mercanın deniz dibinde ağaçlar gibi üremesi yer cinsinden olmasına aykırı değildir. Çünkü üzerlerine teyemmüm câiz olmayan ağaçlar yanıp kül olan ağaçlardır. Bu ise sair taşlar gibi bir taştır. Denizde ağaç şeklinde yetişir. Onun için de ümumiyetle kitablarda «caizdir» diye kesin beyan edilmemiştir. Binaenaleyh onutercih gerekir. Fethü'l-Kadir'dekini ise başka mânâya hamletmek lâzımdır ki, o da Kâmus'ta bildirildiği vecihle mercanın küçük küçük inciler mânâsına alınmasıdır. Sonra bunu Allâme Makdisi'den nakledilmiş olarak gördüm: «Fethü'l-Kadîr sahibinin muradı küçük incilerdir. Nitekim Rahman sûresindeki âyette de böyle tefsir edilmiştir. Umumiyetle kitablarda murad edilen bu değildir.» diyor. Böylelikle anlaşılır ki, şarihin: «Nebata benzediği için ilah...» sözü yerinde değildir. Bilâkis illet, deniz hayvanından doğmuş olmasıdır. Denizin dibinden çıkan ise nebâta da benzese teyemmüm câizdir. Bu izahatı ganimet bil!
Taş külünden murad, kireç ve kireç taşı gibi şeylerdir. Suyu galebe çalmayan çamura teyemmüm edilirse de suyu galebe eden çamurla teyemmüm câiz değildir. Uzvun üzerinden ancak derecede berrak ve seyyal olursa onunla abdest alınır. Şârih müsavînin de galebe çalınmış hükmündeolduğunu söyleyecektir «Lâkin vakit geçeceğinden korkmadıkça bununla teyemmüm etmemelidir.» Bu ibâreyi Remlî ile Nehir sahibi Valvaciyye'den nakletmişlerdir. Ama, Bahr sahibi bunun hilâfına olarak aynı ibâreden: «Vakit geçeceğinden korkmadıkça teyemmüm câiz değildir.» mânâsını anlamıştır. Ve anlaşılan bununla teyemmümün sahih olmadığını kasdetmiştir. Valvalciyye'nin sözü şöyle hulâsa edilir:
«Bir kimse çamurdan başka bir şey bulamazsa elbisesini o çamurla bulaştırır ve kuruyunca ondan teyemmüm eder. Elbise kuruyuncaya kadar vakit çıkarsa Ebû Yusuf'a göre ondan teyemmüm etmez. Çünkü ona göre teyemmüm sadece toprak veya kumla olur. Ebu Hanîfe'ye göre vakit çıkacağından korkarsa onunla teyemmüm eder. Zira ona göre çamurla teyemmüm câizdir. Vakit çıkacağından korkmazsa teyemmüm etmez. Tâ ki yüzüne bulaştırıp da maskara olmasın.» Bu izahatla şârihin söylediklerinin mânâsı daha iyi anlaşılır. Madenin kendisine teyemmüm câiz değildir. Bahr sahibi: «Çünkü maden yalnız suya tâbi değildir ki onun yerini tutsun; yalnız toprağa da tâbi değildir. O dört unsurdan mürekkeptir. Ve bunların hiçbirine mahsus olmadığından birinin yerini tutamaz.» demiştir. Bahr'da şöyle denilmiştir:
«Bununla üzerinde toz bulunan çuha ve yaygıya teyemmüm etmenin hükmü anlaşılır. Bu şart çuha gibi şeylerde az bulunduğu için zahire göre teyemmüm câiz değildir. Buna dikkat etmelidir.» Aynı eserin üzerine hâşiye yazan Remlî ise: «Bilâkis zâhire göre tafsilâta gitmek lâzım gelir. Eseri beli olursa teyemmüm câizdir. Belli olmazsa câiz değildir. Zira şart, bilhassa işçi elbiselerinde mevcuddur.» demiştir. Bu söz güzeldir. Onun için şârih onu katiyetle ifade etmiştir. Tatarhâniyye'de beyan olduğuna göre toz üzerine teyemmüm şöyle yapılır: Üzerinde toz bulunan elbise gibi temiz bir şeyin üzerine eller vurulur. Üzerlerine toz çöktüğü vakit teyemmüm edilir. Yahut bir kimse elbisesini silker; tozu havaya kalktığında ellerini havadaki tozun içine kaldırır. Elleri tozlandığında teyemmüm eder.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'de: «Temiz bir şeyin üzerine» diye kayıdlanması aynı eserde: «Pis bir elbisenin tozu ile teyemmüm ederse câiz olmaz; meğer ki elbise kuruduktan sonra tozlanmış olsun.» denildiği içindir.
«Erimiş bile olsalar altınla gümüş böyledir.» ifadesi ancak altınla gümüş madenleri toprağı ile birlikte eritilip toprağı galebe çaldığı takdirde bir mâna ifade eder. Halbuki zâhire göre bu mümkün değildir. Onun için Zeylaî: «Eritildikten sonra teyemmüm câiz değildir» demiştir. Bahr'da dahi Muhit'ten naklen: «Bir kimse altın ve gümüşle teyemmüm etse eritilmiş oldukları takdirde câiz değildir. Eritilmiş değillerse toprakla karışık bulundukları takdirde toprak daha fazla olursa câizdir » denilmiştir. Evet altın, gümüş eritilmiş olurlarsa üzerlerinde toz bulunduğu takdirde o tozla teyemmüm câizdir. Nitekim Zahiriyye'de de böyle denilmiştir. Lâkin burada galebeye bakılmaz. Binaenaleyh şârihin sözü bu ulemanın sözlerine uygun düşmek için «eritilmemiş iseler» demesi lâzım gelirdi.
Yanmış yerden maksad; üzerindeki nebât yanarak külün toprağa karışmasıdır. Galebeye (yani hangisinin fazla olduğuna) o zaman bakılır. Ama hiçbir şey karışmaksızın sırf toprak yanar dasimsiyah olursa teyemmüm câizdir. Çünkü değişen, toprağın kendisi değil, sadece rengidir. Bunu Tahtâvî ifade etmiştir.
METİN
Teyemmüm, vaktinden önce câiz olduğu gibi bir farzdan daha fazla namazlar için ve nafile gibi farz olmayan namazlar için de câizdir. Çünkü bize göre teyemmüm zarûri bedel değil, mutlak bedeldir. Cenaze namazını kaçırmak korkusu ile de câiz olur. Bundan murad, bütün tekbirlerini kaçırmaktır. Velev ki cünüb veya hayızlı olsun. Başka bir cenaze getirilirse ikisinin arasında abdest almak mümkün olur da sonra bu imkân kalkarsa teyemmümü tekrarlar. Mümkün olmazsa tekrar teyemmüm etmez. Bununla fetva verilir.
Bayram namazında imam namazı bitirmek yahut güneş zevâle ermek suretiyle namaza yetişemeyeceğinden korkan için teyemmüm câizdir. Esah kavle göre velev ki abdestli iken başlayıp da abdesti bozularak namazını sonradan tamamlarken olsun, bu hususta imam olup olmamanın bir farkı yoktur. Zira illet bedeli olmayan namaza yetişememek korkusudur. Binaenaleyh güneş tutulması için, vaktin geçmesinden korkulan sünnet namazlar için -velev ki yalnız sabah namazının sünneti olsun- teyemmüm câizdir. Uyumak, selâm vermek, selâm almak için de teyemmüm câizdir. Velev ki bu teyemmümle namaz câiz olmasın. el-Bahr'da: «Kezâ îfâsı için temizlik şart koşulmayan her şey için de teyemmüm câizdir. Çünkü El-Mübtegâ'da beyan edildiğine göre su varken mescide girmek ve orada uyumak için teyemmüm câizdir.» denilmiş; bu sözü musannıf da tasdik etmiştir. Lâkin en-Nehir'de: «Anlaşılan Mübtegâ sahibinin maksadı sadece cünüb kimse için teyemmümün câiz olmasıdır.» deniliyor. Şu halde delil sâkıt olur.
Ben derim ki: El-Münye ile şerhinde: «Su varken mescide girmek ve Mushaf'a dokunmak için teyemmüm etmek bir şey değildir. Bu bir hiçten ibarettir. Çünkü kaçırılacağından korkulan bir ibâdet değildir.» denilmektedir. Lâkin Muhtar'dan naklen Kuhistânî'de bildirildiğine göre tercih edilen kavil, su varken tilâvet secdesi için teyemmümün câiz olmasıdır. Ama bunun evinde iken değil, sefer haliyle kayıdlandığı ileride gelecektir. Sonra Şir'a'da ve şerhlerinde Bahr sahibinin sözlerini te'yid eden ibâreler gördüm. Şöyle deniliyor: «Bezzâziye'nin zâhirinden anlaşıldığına göre su varken dokuz şey için teyemmüm câiz olur. Velev ki bu teyemmümle namaz câiz olmasın.»
Ben derim ki: Hatta on, hatta daha fazla şey için teyemmüm câizdir. Zira yukarıda geçen kaideye göre teyemmüm taharetle yapılması şart olmayan her şey için su varken dahi câizdir. Taharetle yapılması şart olan şeylerde ise suyun bulunmaması şarttır. Meselâ: Mushaf'a dokunmak için yapılan teyemmüm bu kabîldendir ki, suyu bulana câiz değildir. Kur'an okumak için teyemmüm ederse abdestsiz olduğu takdirde birinci gibi, cünüb olduğu takdirde ikinci gibidir. Ulema: «Bir kimse mescide girmek velev ki Mushaf'tan olsun Kur'an okumak, Kur'an'a dokunmak, Kur'an'ı yazmak veya öğretmek, kabristanı ziyaret, hastayı ziyaret, cenazeyi defin, ezan, ikamet, müslüman olmak, selâm vermek veya almak için teyemmüm ederse ekser ulemaya göre o teyemmümle namaz câiz değildir. Ama cenaze namazı veya tilâvet secdesi böyle değildir.» demişlerdir. Bunuüstadımız Hayrettin Remlî Fetâvâ'sında nakletmiştir.
Ben derim ki: Bu sözden anlaşılan mânâ bu işi yapmanın câiz olmasıdır. Teemmül et!
İZAH
Vakit girmezden önce teyemmüm etmek câiz, hatta mendubdur. Nitekim El-Bahr'da açıkça beyan edilmiştir. Bize göre teyemmüm su bulunmadığı zaman mutlak surette bedeldir. Su bulununcaya kadar hades onunla giderilir. Hakikatta hades varken bir fiili mubah kılan zarurî bedel kabîlinden değildir. Nitekim İmam Şafiî buna kâil olmuştur. Binaenaleyh ona göre vakitten önce teyemmüm câiz olmadığı gibidir teyemmümle bir farzdan ziyade farz kılmak da câiz değildir.
Lâkin bize göre bedel oluşunun vechi ihtilâflıdır. Şeyhayn'a göre iki âletin yani su ile toprağın arasında bedeldir. İmam Muhammed iki fiilin yani teyemmümle abdest almanın arasında bedel olduğunu söylemiştir. Bu ihtilâfa ait fer'î mesele; Şeyhayn'a göre abdestli bir kimsenin teyemmümüyle uymasının câiz olması, İmam Muhammed'e göre câiz olmamasıdır. Meselenin izahı inşaallah İmamlık Bahsinde gelecektir. Tamamı Bahr nâm eserdedir.
Cenaze namazına yetişemeyeceğinden korkan kimse yakınında su olsa bile teyemmüm edebilir. Sonra bilmelisin ki, cenaze namazını kıldırmaya hakkı olan kimse için teyemmümün câiz olup olmaması ihtilâflıdır. İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den rivâyetine göre velinin teyemmüm etmesi câiz değildir. Çünkü o beklenir. Hatta o gelmeden cemaat cenaze namazını kılmış olsalar tekrar kıldırmaya hakkı vardır. Bu kavli Hidâye, Hâniyye ve Kâfî sahibleri sahih kabul etmişlerdir. Zahir rivâyeye göre ise velînin de teyemmüm etmesi câizdir. Zira cenaze namazında beklemek mekrûhtur.
Bu kavli Şemsü'l-Eimme Hülvânî sahih bulmuştur. Buna göre cemaat beklesin beklemesin veli teyemmüm edebilir. el-Bürhan sahibi: «Gerçekten Hasan'ın rivâyeti burada daha güzeldir. Çünkü mücerret mekrûh olmak, teyemmümün câiz olmasını gerektiren aczi aktiza etmez. Cenaze namazı, cuma ve vakit namazını kaçırmaktan daha kuvvetli değildir. Halbuki bu namazlar için teyemmüm câiz değildir. Üstadlarımızın şeyhi Makdisî dahi Nazmü'l-Kenz'in şerhinde Bürhan sahibine tâbi olmuştur.
Cenaze namazının bazı tekbirlerine yetişebileceğini ümit eden kimse teyemmüm edemez. Zira kolan tekbirleri yalnız başına edâ etmesi mümkündür. Bunu Bahr sahibi Bedâyi" ve Kınye'den naklediyor. Hayızlı ve kezâ nifaslı kadınlar kanları âdet günlerinde kesilmek şartı ile cenaze namazı için teyemmüm ederler.
Ben derim ki: Hayızlı kadının kanı hayız günlerinin ekserisini tamamladığı için kesilmiş olması lâzımdır. Âdet günlerini tamamladığı için kesilirse ya namazın boynuna borç olması yahut yıkanması mutlaka lâzımdır. Yahut teyemmümü kâmil olmalıdır. Bu da suyu bulamamakla olur. Cenaze veya bayram namazını kaçırmak korkusuyla yapılan teyemmüm kâmil teyemmüm değildir. Bu meselenin tam tahkîkini az yukarıda yapmıştık. Anla!
Başka bir cenaze getirildiği takdirde iki cenaze arasında abdest alarak mümkün olur da sonra bu imkân ortadan kalkarsa teyemmümü tekrarlar. Mümkün olmazsa teyemmümü tekrarlamaz. Fetva bu tafsilâta göre verilir. Nitekim Muzmerât'ta da böyle denilmiştir. İmam Muhammed'e göre ise her iki halde teyemmüm edilir. Bunu Kuhistânî nakletmiştir.
Bilmiş ol ki, ileride görüleceği vecihle bayram namazı bir özürden dolayı ramazanda ikinci güne, kurbanda üçüncü güne tehir edilir. Birinci gün cemaat güneş zevale ermeden toplanır da imam abdestsiz bulunursa ve abdest aldığı takdirde güneş zevâle erecekse bu bir özür sayılır mı? Yoksa teyemmüm etmeyip bayram namazını tehir mi eder? Yahut tehir etmeyip teyemmüm mü eder? Bu meseleler orada beyan edilecektir. Lâkin şârihin: «Zira illet, bedeli olmayan namaza yetişememek korkusudur» sözü tehiri iktiza ediyor. Araştırmalıdır.
Ben derim ki: Şârih orada ikinci gün kılınan bayram namazının kaza olduğunu açıklayacaktır. UIema burada bayram namazını, kazası olan vakit namazı gibi saymamış, bilâkis vakit namazına muhâlif olduğunu ve güneşin zevale ermesiyle vaktinin geçtiğini söylemişlerdir. Bundan anlaşılır ki bayram namazı şârihin gösterdiği sebepten dolayı tehir edilmez. Benim anladığım budur. Bunu düşün! El-Bahr üzerine yazdığım derkenara da bak.
Derkenar şudur: Denilebilir ki, bayram namazı büyük bir cemaatla kılındığı için şarihin gösterdiği özürden dolayı tehîr edilirse çok defa hiç kılınmadan kalır. Ama fitne özründen dolayı yahut ay ancak zevalden sonra görüldüğü için tehir edilirse böyle değildir. Çünkü herkes ikinci gün bayram namazı kılmaya hazırlanmıştır. Şarihin gösterdiği sebebi ulemanın tehir için özür göstermemeleri de onun özür sayılmadığına delildir. Düşün!
Metindeki «Velev ki abdestli iken boşlayıp da abdesti bozularak namazını sonradan tamamlarken olsun!» sözü hususunda Mebsût'ta tafsilât vardır. Bahr'da şöyle deniliyor: «Bunun hülâsasını Kuhistânî şöyle anlatmıştır: Namaz kılacak kimsenin namazdan önce abdesti bozulursa, abdest alarak namazın bir cüz'üne yetişebileceğini ümit ettiği takdirde teyemmüm edemez. Namaza başladıktan sonra abdesti bozulursa güneşin zevale ermesinden korktuğu takdirde bilittifak teyemmüm eder. Aksi halde namaza yetişeceğini ümit ederse teyemmüm edemez. Böyle olmaz da namaza teyemmümle başlarsa bilittifak teyemmüm eder. Abdestle başlarsa İmam A'zam'a göre yine teyemmüm eder. İmameyn'e göre teyemmüm edemez. Ama bu kavil abdest almaya gittiği takdirde vaktin çıkacağından korkulduğu hale hamledilmiştir. Vaktin çıkacağından ve namaza yetişemeyeceğinden korkmazsa mutlaka abdest alması lâzımdır. Çünkü imamı selâm verdikten sonra namazını tamamlaması mümkündür. Düşün!
Ulema bu meseleyi anlatırken yalnız bayram namazı ile yetinmişlerdir, el-İmdât nâm eserde beyan edildiğine göre bu yetinme cenazeden ihtiraz için değildir. Zira ikisinde de illet birdir.
Şârihin «esah kavle göre» sözü abdestli iken namaza başlayıp da abdesti bozulana ve imam olanla olmayan arasında fark bulunmamasına aiddir. Abdestli iken namaza başlayan hakkında esah kavlin karşısında İmameyn'in kavli, fark meselesinde de İmam Hasan'ın Ebû Hanîfe'den naklettiği «İmam teyemmüm edemez» kavli vardır. Bunu Tahtâvî beyan ediyor. «Zira illet, bedeli olmayan namazayetişememek korkusudur.» sözünden murad: bu hükmün verilmesine yani teyemmümle câiz olur denilmesine sebep, sudan uzak olmadığı halde namazı kaçırmak korkusudur demektir. Şârihin bundan sonraki: «Binaenaleyh güneş tutulması için ilah...» sözleri bu ta'lile aid teferruattır ki, bundan ay tutulması için yapılan teyemmümü de kasdetmiştir. «Velev ki yalnız sabah namazının sünneti olsun» cümlesine kadar devam eden bu sözleri Allâme İbn Emîr Hacc Halebî el-Münye'de inceleyerek nakletmiş; Bahr ve Nehir sahibleri de ona iştirak etmişlerdir.
Sünnet namazlardan murad; öğle ve akşam namazlarının son sünnetleri ile yatsıdan ve cumadan sonra kılınan sünnetler gibi namazlardır. Bu namazlar için abdest alırsa vaktin çıkacağından korkan kimse teyemmüm edebilir. Bunu Tahtâvî beyan etmiştir. Zâhire göre müstehab olan budur. Çünkü vaktin çıkması ile sünnet de kaçırılmış olur. Nitekim kuşluk namazının vakti daralır da abdest almaya yetişemezse o namazı teyemmüm!e kılar. Yalnız sabah namazının sünneti için teyemmüm Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'un kavillerine kıyasla câizdir. İmam Muhammed'in kavline kıyasla câiz değildir. Çünkü İmam Muhammed'e göre farzı cemaatla kılmak için süneti kılamayan kimse güneş yükseldikten sonra onu kaza eder. Şeyhayn'a göre kaza etmez. Yalnız sabah namazının sünnetini kaçırmak şöyle olur: Namaz kıIacaklarsa bir kimse su bulmayı vaad eder; yahut ona su çıkarmak için birine emreder, fakat bu şahıs suyu beklerse ancak farzına yetişebileceğini bilirse sünneti kılmak için teyemmüm eder. Sonra farz için abdest alarak güneş doğmadan onu kılar.
Üstadımız bu meseleyi şöyle tasvir etmiştir: sabah namazı sünneti ile birlikte kazaya kalır da her ikisini kaza etmek ister, fakat abdest aldığı takdirde zevalden önce sünneti yetiştiremeyecekse evvela teyemmüm ederek sünneti kılar; sonra abdest alarak farzı kılar. Çünkü sünnet zevalden sonra kaza edilmez. Tahtâvî bu mesele için iki suret daha söylemiştir. Uyumak, selâm vermek ve selâm olmak için su bulunsa bile teyemmüm câizdir. Zira sözümüz bu husustadır. Bir de el-Bahr'da beyan edildiğine göre evvela teyemmüm taharetsiz helâl olan her ibâdet için su bulunsa bite câizdir. İkincisi kazası olmayan bir ibâdetin vakti geçecekse teyemmüm câizdir. Bu iki kaide arasında umum ve hususî minvecih vardır. Selâm almak gibi yerlerde ikisi birden bulunurlar. Çünkü selâm almak taharetsiz helâldir. Kozası da yoktur. Birinci kaide abdestsizin mescide girmesi gibi yerde ikinciden ayrılır. Zira abdestsizin mescide girmesi helâldir; ama o kimseye kazası olmayan bir ibâdeti kaçırdı denilemez. İkinci kaide dahi cenaze gibi yerlerde birinciden ayrılır. Cenaze namazı kaçırılırsa kazası yoktur. Fakat abdestsiz kılınması helâl değildir. Bunu Halebî beyan etmiştir. Lâkin birinci kaide söz götürür; nitekim az sonram göreceksin.
Uyumak, selâm vermek ve selâm almak için yapılan teyemmümle namaz kılınamaz. El-Hilye'de bildirildiğine göre bu teyemmüm ne için iki tarafı vardır. Birincisi haddizatında sahih olması, ikincisi o teyemmümle namazın sahih olmasıdır. İkincisi (yani namazın sahih olması) suyu kullanmaktan âciz kalmaya ve abdestsiz câiz olmayan maksud bir ibâdet niyet etmeye bağlıdır. Nitekim ileride izah edilecektir. Birincisi (yani haddizatında sahih olması) herhangi bir ibadet niyetiyle câiz olur.
O ibadet ister namaz kılmak ve cünüb kimsenin Kur'an okuması gibi abdestsiz câiz olmayan maksud ibâdetlerden olsun, ister cünübün mescide girmesi gibi maksud olmayan ibâdetlerden sayılsın, yahut abdestsiz kimsenin mescide girmesi gibi abdestsiz helâl olan ibâdetlerden olsun veya abdestsizin Kur'an okuması gibi taharetsiz helâl olan ibâdetlerden olsun, bütün bu suretlerde teyemmüm haddizatında sahihtir. Bunu Halebi izah etmiştir.
Şârihin: «Lâkin Nehir'de anlaşılan Mübtegâ sahibinin maksadı sadece cünüb kimse için teyemmüm câiz olmasıdır; deniliyor.» çeklindeki beyanı bir istidrak, yani düzeltmedir. O bununla Bahr sahibinin Mübtegâ'dan naklettiği ibâreyi delil getirmesine itiraz ediyor. Bahr sahibi el-Mübtegâ nâm eserin ibâresiyle iki kaideden birine (yani su varken teyemmüm, abdestsiz helal olan her ibâdet için câizdir) kaidesine istidlâl etmiştir. Düzeltme şöyledir:
Delil ancak abdestsiz kimse mescide girmek isterse tamam olur. Abdestsizin mescide girmesi temizlik şart olmayan şeylerdendir. Ama Mübtegâ sahibinin maksadı cünüb kimsenin girmesi ise bu delil itibardan düşer. Çünkü cünübün abdestsiz mescide girmesi helâl değildir. Ancak niyet edilirse sadece onun için geçerli bir taharettir. Zira teyemmümün maksadın cünüb olması hususunda Allâme Halebî söz etmiştir. Şöyle ki: Mesele iki şekilden hâli değildir. Mevcut su ya mescidin dışındadır ya içinde. Dışında ise delil bâtıldır. Zira dışarıda su varken cünüb olarak mescide girmek câiz değildir. Su mescidin içinde ise delil sahihtir, Lâkin bu şekil, Mübtegâ'nın ibaresinden uzaktır. Buna delil: Mescidde uyumak için teyemmüm etmesi caizdir» sözüdür. Şu halde anlaşılıyor ki. Mübtegâ'nın maksadı abdestsiz kimsenin girmesidir. Böyle olursa delil tamamdır. Ancak buna da şöyle itiraz edilebilir:
«Mübtegâ'nın muradı; cünüb bir kimse mescidde su bulursa girip yıkanmak için teyemmüm eder» demektir. Mescidde uyur da ihtilâm olursa ve su dışarıda bulunup çıkmaktan korkarsa teyemmüm ederek orada yatar; çıkmak mümkün oluncaya kadar bekler. el-Münye'de: «Bir kimse mescidde ihtilâm olursa kakmadığı takdirde çıkmak için teyemmüm eder. Çıkmaktan korkarsa teyemmüm ederek oturur. Namaz kılmaz; Kur'an okumaz.» deniliyor. Bu söylediklerimizi şu da te'yid eder. Mescidde uyumak bir ibadet değildir ki, onun için teyemmüm etsin! Teyemmüm, ancak mescidde durmak yahut oradan çıkmak niyetiyle yürümek için yapılır.
Şârihin, «Ben derim ki» sözü ile başlayarak el-Münye'den ve onun şarihinden naklettikleri de Bahr sahibine itirazdır. Çünkü el-Münye'nin ibaresi abdestsizin mescide girmesine şâmildir. Bu ise ifâsı için temizlik şart olan şeylerden değildir. Binaenaleyh Bahr'ın ifadesine aykırıdır. Lâkin Halebî mescide girmenin cünüb kimseye mahsus olduğunu söyleyerek cevap vermiştir. Şu halde aykırılık yoktur.
Ben derim ki: Bu manâ, sözden hemen anlaşılanın aksine olduğu meydandadır. Onun için de el-Münye şârihi bunu kitabımızdaki «Çünkü bu kaçırılacağından korkulan bir ibâdet değildir.» sözü ile illetlendirdiği gibi ayrıca «Çünkü teyemmüm şeriatta ancak su hakikaten veya hükmen bulunmadığı vakit câiz ve mu'teber olur. Bunlardan biri yoktur. Binaenaleyh teyemmüm câizdeğildir.» diyerek illetlendirmiştir. Bundan anlaşılır ki, su varken ifâsı için temizlik şart olmayan bir şeyi niyetiyle teyemmüm asla mu'teber değildir. Meğer ki o şey bedeli olmayıp da kaçırılacağından korkula! Binaenaleyh abdestsiz bir kimse suya kudreti varken uyumak veya mescide girmek için teyemmüm ederse teyemmümü boşa gider. Ama selam almak gibi bir şey için teyemmüm etmek böyle değildir. Çünkü onun elden kaçacağından korkulur. Selâm almak anî bir şeydir. Onun için Peygamber (s.a.v.) teyemmüm etmiştir. İtimada şayan olan budur.
Halebi'nin beyanına göre şârihin burada Kuhistâni'den, onun da Muhtar'dan naklettiği söz zayıftır; kâideye muhâliftir. Zira tilâvet secdesi ancak abdestle helâl olur ve kazası vardır.
Ben derim ki: Hatta kazaya da kalmaz. Çünkü onun vakti yoktur. Meğer ki namaz içinde okuna! Onun için yine Kuhistanî, şerhinde Kudûri'den tilâvet secdesi icın teyemmüm edilemeyeceğini nakletmiştir.
Tilâvet secdesinin yolculukta kayıdlanması Kuhistani'de dahi mevcuddur. Orada bunun talili de yapılmış: «Evinde olan kimse için zaruret yoktur. Zira su mevcuddur. Sefer hali böyle değildir.» denilmiştir ki, bunun ifade ettiği mânâ teyemmümün su bulunmadığı zaman câiz olmasıdır. Binaenaleyh el-Muhtâr'dan naklettiğine muhâliftir. Ondan naklettiği, su varken teyemmümün câiz olması idi. İyi anla!
Şârihin Ebû Bekir Buhâri'nin Şir'atü'l-İsIâm adlı eserinden ve şerhinden naklettiği mesele açık değildir. Çünkü Bezzaziye'nin ibâresi teyemmüm ederse câiz olmayacağında hilâf yoktur.» Bezzaziye'nin: «Câiz şöyledir: «Su bulamayan bir kimse ezberden veya Mushaftan Kur'an okumak, Kur'ana dokunmak, mescide girmek, mescidden çıkmak, cenaze defnetmek, kabir ziyaret etmek, ezan veya ikâmet için teyemmüm ederse ekser ulemaya göre onunla namaz kılması câiz olmaz. Su varken olmayacağında hilaf yoktur.» sözü namaz câiz değildir mânâsınadır ki, bu söz böyle yerlerde su varken teyemmümün haddizatında sahih olmayacağını gösterir. Çünkü bu yerlerden biri Mushaf'a dokunmak için yapılan teyemmümdür. Şüphesiz ki su varken teyemmüm asla sahih değildir. Az yukarıda el-Münye ve şerhlerinden nakledilen ibârede: «Su varken teyemmüm bir şey değildir; bu bir hiçden ibarettir.» denildiğini görmüştük. Hâsılı, el-Bahr'da bahsedilen şeyler için su varken teyemmümüm câiz olması mutlaka delil ister. Şârihin söylediklerinde buna delâlet edecek bir şey yoktur. Bilakis hilafına delalet eden sözler vardır.
el-Mübtegâ'nın ibâresine gelince: Onun da ne kıymette olduğunu gördün! Anlaşılıyor ki teyemmüm, kaçırılacağından korkulan şeylerden başkası için sahih değildir. Nitekim yukarıda beyan ettik. Tedebbür et!
Kur'an okumak, mescide girmek vesaire için yapılan teyemmümle namaz kılmak câiz değildir. Zira namaz teyemmümle câiz olabilmek için suyun bulunmaması veya kazası olmayan bir ibâdetin kaçırılacağından korkmak şarttır, Yapılacak ibadet taharetsiz câiz olmayan, maksad ibadetlerden olacaktır. Bahsi gecen şeylerde ise bunların hiçbiri yoktur.
Şârihin: «Ben derim ki: Hatta on ilah...» sözünden başlayarak «Ben derim ki: Bu sözden anlaşılan mânâ ilah...» cümlesine kadar devam eden ibâresi bazı nüshalarda mevcud değildir. İbn-iAbdürrezzak bunun ikinci nüshasına yaptığı ilâvelerden olduğunu söylemiştir. Şârihin buradaki: «Teyemmüm, taharetle yapılması şart olmayan her şey için su varken dahi caizdir.» sözü biliyorsun ki müsellem ve makbul değildir. «Kur'an okumak için teyemmüm ederse abdestsiz olduğu takdirde birinci gibi, cünüb olduğu takdirde ikinci gibidir.» ifadesinden murad: abdestsiz ise temizlik şart olmayanlar gibidir; su varken dahi teyemmüm edebilir. Cünüb ise temizlik şart olanlar gibidir, (su varken teyemmüm edemez) demektir.
Şârih müslüman olmak için teyemmüm etmek meselesinde İmam Ebû Yusuf'un kavlini almıştır. Ona göre haddizatında bu teyemmüm sahihtir.
Ben derim ki: İslâm'ı burada saymak doğru değildir. Çünkü «Müslüman olmak için teyemmüm etmek sahihtir. Lâkin onunla namaz câiz olmaz.» zannını verir. Ulemamızın hiçbirinden böyle bir kavil nakledil memiştir. Üç imamımızdan Ebû Yusuf'a göre bu teyemmüm sahihtir. Onunla namaz da câizdir. Nitekim el-Bahr nâm kitabta beyân edilmiştir. Ebû Hanife ile Muhammed'e göre bu teyemmüm asla sahih değildir. el-İmdât'da ve başkalarında bildirildiğine göre esah olan da budur. Anla!
Cenaze namazı kılmak için yapılan teyemmümle başka namazlar da kılınabilir. Ancak su bulamadığından teyemmüm etmiş olması şarttır. Su varken cenaze namazını kaçırmayayım diye teyemmüm etmişse o teyemmümle, aralarında fâsıla olmamak şartı ile ikinci bir cenazenin namazını kılabilir. Başka namazı kılamaz. Bunu Halebî beyan etmiştir. Tilâvet secdesi için yapılan teyemmümle de su bulunmamak şartı ile namaz kılınabilir. Su varken zaten secde için teyemmüm câiz değildir. Zira onun bedeli vardır. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Şârihin: «Bu sözden anlaşılan mânâ, bu işi yapmanın câiz olmasıdır.» ifadesindeki «bu söz»den muradı ulemanın: «O teyemmümle namaz caiz değildir.» demeleridir. Yani ifâları için temizlik şart olmayan mezkûr onüç şey için teyemmüm etmek haddizatında yapılması câizdir. Bu mânâ şöyle anlaşılır: Şâyet teyemmüm haddizatında sahih olmasa, bunlar için teyemmüm sahih olmaz yahut câiz olmaz demek münasip olurdu.
Ben de şöyle diyorum: Eğer şârihin muradı su yokken teyemmümün câiz olması ise sözü makbuldür; su varken câizdir demek istiyorsa makbul değildir. Ama anlaşılıyor ki onun maksadı Bahr'dan naklettiğine uygun olarak ikincisidir. (Su varken câiz olmasıdır.) Çünkü yukarıda: «Bezzâziye'nin zâhirinden anlaşıldığına göre su varken dokuz şey için teyemmüm câiz olur ilah...» demişti. Biz de bunun böyle anlaşılmadığını söylemiş; bu hususta naklî delil lâzım geldiğini, böyle bir delil bulunmadığını. el-Bahr sahibinin Mübtegâ'daki ibâre ile istidlâlde bulunmasının bir şey ifâde etmediğini bildirmiştik.
Evet, bu sayılanlardan hangisinin bedeli yok da kaçırılacağından korkulursa cenazede olduğu gibi onun için de su varken teyemmüm câizdir. Çünkü hükmen su mevcud değildir ve nass buna şâmildir. Kaçırılacağından korkulmayanlar böyle değildir. Onlar için asla teyemmüm câiz değildir. Zira nass su bulunmadığı vakit teyemmümün meşru olduğunu bildirmiştir. Su hakikaten vehükmen mevcud olduğu zaman teyemmüm meşru değildir. İhtimal şârih bundan dolayı «Teemmül et» demiştir. Anla!
METİN
Cuma namazını ve vitir dahil vakit namazını kaçıracağından korkan kimse teyemmüm edemez. Çünkü bunlar kaçırılırsa bedelleri vardır. Bazıları: «Vakit namazını kaçıracağından korkan kimse teyemmüm eder.» demişlerdir. Halebî: «Teyemmüm edip kılmak, sonra kaza etmek daha ihtiyatlıdır.» diyor.
İ Z A H :
Vakit namazlarıyla vitrin bedeli kaza, cumanın bedeli ise öğle namazıdır. Cuma kaçırılırsa onun bedeli sureten öğle namazıdır. Velev ki zâhir mezhebe göre öğle asıl, cuma onun halefi olsun. İmam Züfer buna muhaliftir. Nitekim el-Bahr'da beyan edilmiştir. «Vakit namazları için teyemmüm edilir» diyen İmam Züfer'dir. el-Kınye'de bu kavlin bütün imamlarımızdan nakledildiği bildirilmiştir. Biz de bu hilâfın semeresini bildirmiştik.
Halebî'den murad; Burhan İbrahim Halebî'dir. Bu sözü el-Münye şerhinde söylemiştir. Benzerini de Allâme İbn-i Emîr Hâcc Halebî el-Münye şerhi Hilye'de beyan etmiştir. İbn-i Ebîr Hâcc ulemadan birtakım fer'î meseleler naklettikten sonra hulâsaten şöyle demiştir: «Galiba bu ulemadan nakledilenler İmam Züfer'in kavlidir. Çünkü onun delili kuvvetlidir ve şudur: Teyemmüm ancak namazı vaktinde edâya ihtiyaç olduğu için meşrû kılınmıştır. Binaenaleyh namazın kaçırılacağından korkulursa teyemmüm edilir.. Üstadımız İbn-i Hümam diyor ki: Ulemanın Züfer aleyhine söyleyebilecekleri tek söz şudur: Taksîr kuldan gelmiştir. Bu, ona ruhsat vermeyi icab etmez. Ama bu söz, yalnız kul özürsüz olarak namazı geciktirdiği zaman tamam sayılır.
Ben de şöyle diyorum: Bir kimse özürsüz olarak namazını geciktirirse âsî olur. Bize göre mezheb, Ruhsatlar Bâbında onun da itaatkâr gibi olmasıdır. Evet, namazı bu dereceye kadar geciktirmesi hak sahibinden başkası tarafından gelmiştir. Binaenaleyh şöyle demek gerekir:Teyemmüm ederek namazını kılar; sonra abdestle kaza eder. Nitekim bir kimse kullar tarafından gelen bir özürle namaz kılmaktan âciz olsa böyle yapardı. Zahidî kendi şerhinde bu hükmü Leys bin Saad'dan nakletmiştir. İbn-i Hilligân bu zatın Hanefî mezhebinde olduğunu söyler.» Hilye'nin sözü burada sona erer.
Ben derîm ki: Bu söz iki kavil arasında orta bir sözdür. Ve borçtan yüzde yüz kurtulmayı ifade eder. Onun için şârih onu tasdik etmiştir. Sonra aynı sözün Tatarhâniyye'de Ebu Nasr bin Selâm'dan nakledildiğini gördüm.
Ebu Nasr, katiyetle Hanefî imamlarının büyüklerindendir. Binaenaleyh ihtiyaten bu sözle amel gerekir. Bâhusus İbn-i Hümam'ın sözü de İmam Züfer'in kavlini tercihe meyyal görünüyor. Hatta el-Kınye'nin sözünden anladın ki bu kavil üç imamımızdan da nakledilmiştir. Bu meselenin benzeri, şüphe edileceğinden korkan misafir meselesidir. Ulema onun için dahi, «Kılar; sonra kaza eder.» demişlerdir. Allahu a'lem.
M E T i N :
Suyu, velev bir adamın vasıtasıyla olsun. her taraftan bir galve (üç yüz arşın) aramak icab eder, yani farzdır. Bunu Halebî söylemiştir. Bedâyi'de: «Esah olan, kendisine veya beklemek suretiyle arkadaşına zarar vermeyecek kadar aramaktır.» denilmiştir. Bu bir milden daha yakın bir yerde su bulunduğuna ya işaret görmekle veya adâletli bir kimsenin haber vermesiyle kuvvetli zan hâsıl ettiğine göredir. Yakında su bulunduğuna zan galip hâsıl olmazsa aramak farz olmaz. Bulmak ümidi varsa aramak mendub, yoksa mendub değildir. Orada soracak biri varken teyemmümle namazını kılar da, sonra o kimse suyu haber verirse namazını tekrar kılar. Sorduktan sonra haber vermezse namazı tekrarlamaz.
İZAH
Burada suyu arayacağından bahsedilen kimse yolcudur. Şehirlerde veya yakınlarında suyu aramak mutlak surette farzdır. Bunu Bahr sahibi beyan etmiştir. Dürer, Kâfi, Sirâc ve Mübtegâ'da bildirildiğine göre su üç yüzden dört yüz arşına kadar aranacaktır. Halebî'nin el-Münyetü'l-Kebîr ve el-Münyetü's-Sağîr şerhlerindeki ibâresi şöyledir:
«Su sağdan ve soldan her taraftan bir galve kadar aranır. Galve üç yüzden dört yüz adıma kadar olan mesafedir. Bir ok atımıdır, diyenler de olmuştur.» Bu ibârede şârihin nakline iki vecihle aykırılık vardır. Birincisi Halebî galveyi arşınla değil, adımla tefsir etmiştir. İkincisi suyun sadece sağ ve solda aranacağını söylemekle yetinmiştir. el-Hâniyye'nin:«Suyu sağdan soldan bir galve kadar aramak farzdır.» sözüne uygun olan da budur. Şeyh İsmâil'in Bercendî'den naklettiği vecihle bunun zahiri, ön ve arka taraflarda aramanın farz olmamasıdır. Evet, El-Hakâik'te:«Sağına soluna, önüne arkasına bir galve mikdarı bakar.» denilmiştir. Bahr sahibi: «Zâhirine bakılırsa yürümek lazım değildir. Kendisi görecek bir yerde ise olduğu yerden bu taraflara bakması kâfidir.» diyor. en-Nehir'de ise: «Bilâkis bunun mânâsı galveyi bu taraflara taksim eder. Ve her tarafa yüz arşın yürür demektir. Çünkü aramak sadece bakmakla tamam olmaz.» denilmiştir. «Şürunbulâliyye»de el-Bürhan'dan naklen: «Aramanın mikdarı suyun bulunduğunu zanettiği taraftan bir galve mikdarıdır.» denilmektedir.
Ben derim ki: Lâkin bu söz suyun hassaten bir tarafta bulunduğunu zannettiğine göre açıktır. Fakat orada bir milden daha yakında su bulunduğunu zanneder de hangi tarafta olduğunu kestiremezse her tarafta, hatta arkasında bile arar. Ancak oradan geçtiği zaman su bulunmadığını öğrenmişse o başka! Lâkin galve tarafların hepsine taksim edilir mi, yoksa her tarafa bir galve mikdarı yürür mü? Burası tereddüdlüdür. Kabule en yakın birincisidir. Nitekim Nehirden naklen yukarıda geçti. Münye şerhinde naklen gördüğümüz bunun açıkça hilâfınadır. Lâkin zâhire göre yürümek, mücerret bakmakla hali anlamak mümkün olmadığı zaman lazım gelir. Tedebbür et! Bahr sahibi Bedâyi'in sözüne itimad etmiştir.
Kuvvetli zandan murad, zan galiptir. Bahr sahibi, Lâmişi'nin Usülünden naklen şöyle diyor: «İkitaraftan biri kuvvetli olup da, öteki tarafa üstün gelir, fakat kalb ne üstün geleni kabul eder, ne de ötekini reddederse bu zandır. Kalb bunlardan birine yatışır da ötekini bırakırsa önce zann-ı galip ve re'y-i galip denir.»
Suyun bir milden daha yakın olmakla kayıdlanması bir mil ve daha fazlası uzak sayıldığı ve araması icab etmediği içindir. Suyun bulunduğuna işaret, yeşillik ve kuş gibi şeyler görmektir. el-Münye şerhinde beyan edildiğine göre suyu haber veren kimsenin mükellef ve adâletli olması şarttır. Böyle olmazsa onun haberi ile birlikte zann-ı galip hâsıl olmak icab eder ki, suyun aranması lazım olsun. Zira bu iş ibâdetlerdendir.
Sorulan kimse suyu haber vermezse, teyemmüm ederek namazını kılar; ve o namazı kaza etmez. Zeylaî ve Bedâyi' sahibi böyle demişlerdir. Lâkin el-Bahr'da Sirâc'dan naklen şöyle deniliyor: «Bir kimse suyu aramak vâcib iken aramadan teyemmüm eder de namazını kılar ve sonra arar bulamazsa, namazını tekrar kılması icab eder. Bu Tarafeyn'e göredir. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir.» Bu ifadeden anlaşılıyor ki burada haber vermese de namazı tekrar kılması icap eder.
METİN
Namaz câiz olabilmek için teyemmümle taharetsiz sahih, yani helâl olmayan maksud bir ibâdete niyet etmek şarttır. Velev ki cenaze namazı veya tilâvet secdesi olsun. Fakat esah kavle göre şükür secdesini niyet kafi değildir. Taharetsiz sahih olmayan kaydı ile selâm olmak ve selâm vermek bu şarttan hariç kalır. Sahihi helâl diye tefsir etmemiz cünüb kimsenin Kur'an okumasına şamil olsun diyedir. Maksud ibâdet kaydı, ile mescide girmek ve Mushaf'a el sürmek hariç kalır.
Binaenaleyh kâfirin teyemmümü lagiv olur (boşa gider). Abdesti sahidir. Çünkü kâfir niyete ehil değildir. Bu sebeble niyete muhtaç olan şeyleri yapması sahih olmaz. Ama cünübün abdest niyetiyle teyemmüm etmesi sahihtir. Bununla fetva yerilir.
İZAH
Metindeki şartlar teyemmümle namaz câiz olmak içindir. Haddizatında teyemmümün sahih olması için ise kasdettiği şeye niyet kâfidir. Abdest Bahsinde niyetin tarifini ve şartlarını arzetmiştik. el-Bahr'da şöyle deniliyor: «Niyetin şartı, ya maksud bir ibâdeti ya tahareti veya namazın mubah olmasını, yahut hades veya cünüblüğü gidermeyi niyet etmektir. Mezhebe göre sadece teyemmüme niyet kâfi değildir. Hadesle cünüblüğün arasını ayırmak şart değildir. Cessâs buna muhâliftir.» Bu husustaki sözün tamamı aşağıda gelecektir.
Ben derim ki: Abdest bahsinde gördük ki abdest niyeti kâfidir. O halde abdestle teyemmüme niyet arasında fark nedir? Düşün!
İhtimal fark şudur: Evvelce geçen hilâfa göre teyemmüm, abdestin veya abdest âletinin bedeli olduğundan ve haddizatında temizleyici olmayıp ancak bedel olması itibariyie temizleyici sayıldığından maksud itibar edilmesi sahih değildir, abdest ise bunun hilâfınadır. O aslî taharettir. Daha doğrusu şöyle demelidir: Her abdestle namaz kılmak mubahtır. Fakat teyemmüm böyle değildir. Bazı teyemmümlerle namaz kılmak mubah değildir. Binaenaleyh namaz için mutlak olarak teyemmüm kâfi değildir. Mutlak abdest ise kâfidir. Benim anladığım budur. Allahu a'lem.
Şârihin «velev ki cenaze namazı olsun» sözü üzerine Bahr sahibi şunları söylemiştir: «şübhesiz ki ulemanın cenaze namazı için yapılan teyemmümle namaz kılmaya cevaz vermeleri, su bulamayıp teyemmüm ettiği hale hamledilmiştir. Nitekim el-Hulâsa sahibi bunu yolcu olmakla kayıdlamıştır. Ama su varken cenaze namazını kaçırmamak için teyemmüm etmişse namazdan sonra o teyemmüm bâtıl olur.» Lâkin Bahr sahibinin mutlak olarak bâtıldır demesi söz götürür. Şu delil ile ki, o kimse tekrar teyemmüme imkân bulamadan başka bir cenaze gelirse o teyemmümle bu cenazenin namazını da kılabilir. Daha doğrusu şöyle demeli idi: O kimsenin teyemmümü ancak niyet ettiği şey için sahihtir. Niyet ettiği şey de yalnız cenaze namazıdır. Buna delil o teyemmümle namaz kılamaması, Mushaf'a dokunamaması ve cünüb ise Kur'an okuyamamasıdır. Üstadımız -Allah muhafaza buyursun- böyle anlatmıştır. Şârihin «esah kavle göre» sözü İmam A'zam'ın «Şükür secdesi mekrûhtur.» kavline binaendir. İmameyn'in kavline göre ise şükür secdesi müstehabtır. Müftâbih kavil de budur. Binaenaleyh şükür secdesi için yapılan teyemmümün ve o teyemmümle namaz kılmanın sahih olması gerekir. Bunu Halebî söylemiştir.
Maksud ibadetten murad; başka bir şeye tâbi olarak onun zımnında vâcib olmayandır. Bu târif usûl-i fıkıh kitablarındaki: «Tilâvet secdesi maksud değildir.» ibâresine aykırı değildir. Çünkü burada maksad, tilâvet secdesinin ilk meşru olduğu zaman Allah'a ibâdet için meşru olması, başkasına tâbi olmamasıdır. Mescide girmek ve Mushaf'a dokunmak bunun hilâfınadır. Usul-i fıkıhtaki ibâreden murad ise: «Kur'an okurken secde şekli haddizatında maksud değil, tevazua şâmil olduğu için meşru olmuştur.» demektir. Meselenin tamamı Bahr'dadır.
Şârihin Kur'an okumayı cünüble kayıdlaması abdestsiz kimsenin Kur'an okuması helâl olduğu içindir. Binaenaleyh o teyemmümle namaz kılamaz. Cünüb böyle değildir. Bahr sahibi bu tafsilatı hak bulmuştur. Birtakımları buna muhalefet ederek mutlak surette câiz olduğunu söylemiş; bazıları da bilakis, mutlak surette men etmişlerdir. Şârih, Kur'an okumanın maksud ibâdet olduğuna işaret etmiştir. Bahr sahibi ise onu ibâdetin cüz'ü saymıştır. Fakat Nehir sahibi ona itiraz ederek: «Buna hâcet yoktur. Zira Kur'an okumanın bir vecihten ibâdet olması, başka vecihten maksud ibâdet olmasına aykırı değildir. Görmüyormusun ki ulema tilavet secdesini maksud ibâdetten saymışlardır. Halbuki o, maksud ibâdet olan namazın bir cüz'üdür.» demiştir.
Mescide giren kimse cünüb olup da mesciddeki su ile, yıkanmak için bile teyemmüm etse o teyemmümle namaz kılamaz. Nitekim az yukarıda geçmişti. Müksud ibâdet kaydı ile ezan ve ikâmet de hariç kalır. «Mescide itikâf için girmek bir ibâdettir.» denilemez. Çünkü ibâdet itikâftır. Girmek ona tâbidir. Binaenaleyh girmek, maksud olmayan ibadettir. Bahr'da da böyle denilmiştir.
«Cünübün abdest niyetiyle teyemmüm etmesi sahihtir.» sözü ile şârih abdest taharetini kasdetmiştir. Çünkü taharet niyetinin şart olduğunu bilirsin. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Şârih bununla iki hades (abdestle cünüblük) arasında niyeti ayırmanın şart olmadığına işaret etmiştir. Yukarıda geçtiği vecihle Cessâs buna muhâliftir. Binaenaleyh abdestsizliği gidermek niyetiylecünüblükten teyemmüm sahih olduğu gibi, bunun aksi, yâni cünüblüğü gidermek niyetiyle abdestsizlikten teyemmüm de câiz olur. Teemmül et!
Lâkin ben musannıfın Zâdü'l-Fakîr üzerine yazdığı şerhte şunu gördüm: «Vikâye'de deniliyor ki: Bir kimsede cünüblük ve abdesti icap eden bir şey gibi iki hades bulunursa, ikisine de niyet etmesi gerekir. Yalnız birine niyet ederse, öteki için kâfi gelmez. Ama bir teyemmüm ikisine de yeter.» İkisine de yeter sözünden maksad; cünüb kimse abdest için teyemmüm ederse kâfidir. O teyemmümle namazı câizdir. Cünüblük için ayrıca teyemmüme hâcet yoktur. Aksi de böyledir. Lâkin abdest için yaptığı teyemmüm cünüblük için sayılmaz demektir. Onun için Râzî şöyle demiştir: «Bütün uzuvlarını bir defa yıkamaya yetecek su bulursa muhtar kavle göre bâtıl olur. Zira abdest için yaptığı teyemmümü abdest içindir; cünüblük için değildir. Velev ki her ikisi için kâfi gelsin.» Zâdü'l-Fakîr şerhinde söyleneni teemmül et!
METİN
Su bulacağını kuvvetle ümit eden kimse için müstehab vaktin sonunu beklemek mendubtur. Vaktin sonunu beklemez de teyemmüm ederek namazını kılarsa, su ile arasında bir mil mesafe bulunmak şartı ile câizdir. Aksi halde câiz değildir. Ma'mur yerde (kasaba veya köyde) olmayan bir kimse teyemmümle namazını kılarak suyu bagajında unutursa, kendisi âdeten unutanlardan olduğu takdirde namazını tekrarlamaz. Ama suyun bittiğini zannederek' teyemmümle kılarsa bilittifak namazını tekrar kılar. Nitekim suyu boynunda, sırtında, hayvan üzerinde iken önünde, hayvanı sürerken arkasında unutur yahut elbisesini unutarak çıplak kılar veya pis elbise içinde kılar yahut yanında pisliği giderecek bir şey varken pislikle beraber kılarsa yahut pis su ile abdest alır veya abdestsiz namaz kılar da sonra bunları hatırlarsa bilittifak namazını tekrarlar.
İZAH
Kuvvetle ümitten maksad zann-ı galiptir. Yüzde yüz bilmek de böyIedir. Aksi takdirde namazını tehir eder. Çünkü beklemenin faydası namazı iki taharetin en mükemmeli ile edâ etmektir. Bunu el-Bahr sahibi beyan etmiştir. Esah olan müstehab vaktin sonunu beklemektir. Bazıları cevaz vaktinin sonunun bekleneceğini söylemiş; birtakımları da; «Suyu bulacağına güvenirse cevaz vaktinin sonunu, sadece ümit ederse müstehab vaktin sonunu bekler.» demişlerdir. Bedâyi' de, suyu bulamazsa teyemmüm edip vakit içinde kılabilecek kadar beklenileceği bildirilmiştir. Tatarhâniyye'de Muhît'ten naklen: «Beklemekte ifrat yapmamalı; tâ ki namaz mekrûh vakte kalmasın.» deniliyor. Ulema akşam namazının geciktirilmesinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları geciktirilmeyeceğini söylemiş; birtakımları geciktirileceğine kâil olmuşlardır.
Hâsılı su bulacağını ümit eden kimse kerâhet vaktine bırakmamak namazını kılar. Meselâ; sabah namazında ortalığın aydınlandığı zaman, şartiyle müstehab vaktin sonunu bekler. Ümidi yoksa müstehab vakitte öğlede yaz günleri serinlik zamanı ve benzerleri müstehab zamanlardır. Nitekim yerinde beyan olunmuştur. Lâkin Hidâye şârihleri ile bazı Mebsût şârihleri su bulacağından ümidi olmayan kimsenin namazını vaktin evvelinde kılacağını söylemişlerdir. Çünkü namazı vaktinin evvelinde kılmak daha fazîletlidir. Meğer ki beklemek. cemaati çoğaltmak gibi ancak tehirle hâsılolan bir fazîleti tazammun etsin. Ama bu, kırlarda olanlar hakkında varid değildir. Böylelerin vakit girer girmez kılmaları evlâdır. Nitekim kadınlar hakkında da hüküm budur. Zira kadınlar namazı cemaatle kılmazlar.
Etkânî Gâyetü'I-Beyân adlı eserinde bu zevatı hatalı bulmuştur. Çünkü imamlarımız cemaati şart koşmaksızın bazı namazların tehirini müstehab gördüklerini açıklamışlardır. Sirâc sahibi ona cevap vermiş: «İmamlarımızın açıklaması, geciktirme bir fazîlet tazammun ederse mânâsına hamledilmiştir. Aksi takdirde geciktirmenin bir faidesi yoktur; müstehab da olamaz.» demiştir. Mezkûr şârihlerin sözlerini şu da te'yid eder ki; imamlarımızın sabah namazında aydınlık zamanının ve yaz günlerinde öğleyi serinliğe bırakmanın müstehab olduğunu açılamalarının sebebi gösterilmiş: «Çünkü bunlarda cemaati çoğaltmak vardır.» denilmiştir. İkindinin tehiri nafile namazlara vakit kalsın diyedir.
Yatsının tehiri ise yasak edilen gece sohbetini kestiği içindir. Yolcu hakkında bu illetlerin hiçbiri mevcud değildir. Çünkü yolcu ekseriyetle namazını yalnız kılar. İkindiden sonra nâfile kılmaz. Onun hakkında yatsıdan sonra gece sohbeti de mubahtır. Nitekim ileride gelecektir. Şu halde yolcunun namazını vaktinin evvelinde kılması daha faziletlidir.
TENBİH: el-Mirâc'da Müctebâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «şu mesele kalbimi gıcıklar durur: Bir kimse namazı vaktin sonuna geciktirdiği takdirde suya bir milden daha yakın bir mesafeye varacağını bilir, fakat abdest alırsa vakit içinde namazı kılmaya imkân bulunmayacaksa evlâ olan, vaktin hakkına riayet etmiş ve hilâftan kaçınmış olmak için namazını vaktin evvelinde kılmasıdır.» Hilye sahibi bunu beğenmiştir.
Metinde yolcu olsun, mukîm olsun, ma'mur yerde bulunmayanların hükmünden bahsedilmiştir. Ma'mur yerde yaşayan ise namazını tekrar kılacaktır. Çünkü ma'mur yerlerde ekseriyetle su bulunur. Teyemmümle namaz kılan o kimsenin suyu araması gerekirdi. Ma'mur yere yakın olanın hükmü de budur. Zâhire bakılırsa çadırlar da ma'mur yer hükmündedir Çünkü onlarda yaşayan bedevîler susuz olamazlar. Suyun oralarda bulunması da büyük bir ihtimaldir. Şu hale göre «Yolcu olsun, mukîm olsun» sözü müşkil kalır. Buna teemmül etmelidir!
Unutmak âdeti olan bir kimse bagajındaki suyu unutarak teyemmümle namazını kılarsa namazdan sonra hatırladığı takdirde o namazı tekrarlamaz; fakat namaz içinde hatırlarsa bilittifak namazı keserek yeniden abdestle kılar.
Musannıf bu meseleyi mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh vakit içinde ve dışında hatırlaması hallerine şâmildir. Nitekim Hidâye ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Fakat bagaja suyu kendisi yahut kendisi bildiği halde başkası onun emriyle veya emri olmaksızın koyarsa iş değişir ve hatırladığı zaman namazı tekrarlaması icab eder. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Suyu onun haberi yokken bagajına başkası koyarsa bilittifak namazı tekrarlaması lâzım gelmez. Bunu Hilye beyan etmiştir. Suyun bittiğini zannederse bilittifak namazı tekrarlar. Çünkü suyun varlığını bilirdi; hata ettiği meydana çıktı. Suyun bittiğinde şübhe ederse hüküm yine böyledir. Bunu Sirâc'tan naklenarzetmiştik.
Şârih: «hayvan üzerinde iken önünde, hayvanı sürerken arkasında» diyerek bu iki şıkkın aksinden ihtiraz etmiştir. Aksi hayvan üzerinde iken arkasında, hayvanı sürerken önünde unutmasıdır ki ihtilâflıdır. el-Bahr'ın beyanına göre mutlak surette hayvanı yederken unutması do böyledir. Şârih: «Sonra bunları hatırlarsa bilittifak namazını tekrarlar.» diyorsa da Zeylaî pis elbise içinde veya çıplak olarak namaz kılmanın ihtilâflı olduğunu söylemiştir ki, esah olan da odur.
METİN
Suyu, zâhir rivâyete göre yanında su bulunan arkadaşından istemesi farzdır. Şayet velev delâletten -meselâ harcamak suretiyle- olsun vermezse teyemmüm eder. Zira aczi tehakkuk etmiştir. Arkadaşı suyu ancak geçer fiyatla yahut az aldatmakla verir; onun da ihtiyacından fazla olarak o kadar parası bulunursa teyemmüm edemez. Bundan fazlasıyla yani fahiş fiyatla verirse -ki bundan maksad o yerde bu suyun iki kat kıymetlidir- yahut o kadar parası yoksa teyemmüm eder. Ama susuzluk dolayısıyla kudreti olana nefsini helâktan kurtarmak için kıymetinin birkaç katını vermek vâcib olur. Misil ancak ondokuz yerde muteberdir. Bunlar el-Eşbâh nam eserde beyan olunmuştur.
Ulemamızdan nakledilen zahir rivâyeye göre bir kimse suyu istemeden teyemmüm edemez. Zira âdeten su boldur. Nitekim Mebsût'tan naklen Bahr'da da böyle denilmiştir. Fetva da buna göredir. Binaenaleyh kovayı ve ipi istemek ve kezâ biri: «Ben su çekinceye kadar bekle» derse beklemek vâcibtir. Velev ki vakit çıksın. Namazda ise suyu vereceğini zannettiği takdirde namazı keser. Aksi takdirde kesmez. Lâkin Kuhistânî'de Muhît'ten naklen: «Eğer suyu veya âleti vereceğini zannederse istemek vâcibtir. Aksi halde istemesi icab etmez.» deniliyor.
İZAH
Buradaki zâhir rivâyet üç imamımızın kavlidir. Bu kavlin zahir rivâyet olduğunu Bahr sahibi Mebsût'un: «Suyu istemesi icab eder. Yalnız Hasan bin Ziyad'ın kavline göre istemesi vacib değildir. Çünkü istemekte itibarını düşürmek vardır.» ibâresinden almıştır. Bahr sahibi bununla Hidâye ve diğer kitaplardaki: «İmameyn'e göre suyu istemesi lâzımdır. İmam A'zam'a göre lâzım değildir.» sözünü reddetmiştir. el-Münyetü'l-Kebîr şerhinde bunların arası bulunmuş ve: «İmam Hasan mezkûr kavli Ebû Hanife'den zâhir rivâyetten ayrı olarak nakletmiş; kendisi de bu kavil ile amelde bulunmuştur. Demek ki Mebsût sahibi zâhir rivâyete. Hidâye sahibi ise Hasan'ın rivâyetine itimad etmişler. Çünkü bu rivayet Ebû Hanîfe'nin mezhebine daha münasibtir. O, başkasının yardımı ile olan kudrete itibar etmez.» denilmiştir.
Ben derim ki: el-Mecmâ', Mültekâ ve Vikâye sahibleri ile İbn-i Kemâl de İmam A'zam'ın kavlini cezmen kabul etmişlerdir. İbn-ı Kemâl: «Bu, Hidâye, İzâh, Takrib ve diğer kitablardakine uygundur. Tecrid sahibi İmam Muhammed'i Ebû Hanîfe ile beraber zikretmiş, Zahîre' sahibi ise Cessas'tan naklen ortada hilâf olmadığını söylemiştir. Çünkü İmam A'zam'ın kavli büyük bir ihtimalle suyu vermeyeceğini anladığı hal, İmameyn'in kavli ise büyük bir ihtimalle su vereceğini anladığı halhakkın dadır.» diyor.
Ben derim ki: Ziyadât ve Kâfî sahibleri bu tafsilât üzerine hareket etmişlerdir. Bu tafsilât Saffâr'ın, sözüne de yakındır. Saffâr: «Su kıt olmayan yerde onu istemek vâcibtir. Zira aşikârdır ki o zaman vermemesi büyük ihtimal değildir.» diyor. el-Münye şerhinde: «Muhtar olan kavil budur.» denilmiş, Hilye'de de bunun daha güzel olduğu bildirilmiştir. Çünkü ekseriyetle yolculukta su bol değildir. Bâhusus kıt olduğu yerde bulunmaz. Binaenaleyh verileceği zannolunmadıkça acz tehakkuk etmiş demektir. Mademki İmam Cassâs yukarıda zikrettiğimiz şekilde arayı bulmuştur. O halde hilâf ortadan kalkmıştır. Mebsût'un ibâresini onun söylediklerine hamletmek de ihtimalden uzak değildir. Nitekim ileride buna işaret edeceğiz. Muvaffakiyet Allah'dandır.
Şârih: «Suyu arkadaşından istemesi farzdır.» diyor. «Arkadaşından» kelimesini atarak metni umumu üzere bıraksa daha iyi olurdu. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Onun için Nûh Efendi ve başkaları: «Arkadaşı tâbiri âdete uyarak zikredilmiştir. Yoksa arkadaş olsun olmasın namaz vaktinde orada bulunan herkes aynı hükümdedir.» demişlerdir. Şöyle de denilebilir: Şârih arkadaş kelimesiyle beraberindeki kafile fertlerini kasdetmiştir. Zira kelime müfret ve muzaftır; umum ifade eder. Sonra «yanında su bulunan» diyerek bu umumu tahsis etmiştir. Zâhire göre kâfile büyük ise içersinde seslenmek kâfidir. Çünkü her fertten ayrı ayrı su istemek güçtür. Su istemek için bir adamını göndermek kendinin istemesi gibidir.
Geçer fiyattan murad; Bedâyi'e göre o yerdeki fiyattır. Hâniyye'de ise: «Suyun kıt olduğu yere en yakın bulunan yerdeki fiyattır.» deniliyor. Hilye sahibi: «Akla yatan birincisidir. Meğerki o yerde suyun malûm bir kıymeti ola. Nitekim ulema av hayvanına kıymet biçmek için de aynı şeyi söylemişlerdir.» diyor. Yukarıda arzetmiştik ki, bir kimsenin uzakta malı bulunur da veresiye satın alma imkânı olursa alması vâcibtir. Ama ödünç veren bulunursa alması vacib değildir. Çünkü müddet bellidir; müddet gelmeden para istenemez. Ödünç olmak böyle değildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
Hâsılı suyu satın olmaya yetecek parası bulunan kimse teyemmüm edemez. Zira bedeline kâdir olmak suya kâdir olmaktır. Bu da Bahr'dan alınmıştır.
Fahiş fiyatın suyun bulunduğu yerdekinin iki kat kıymeti olması Nevâdir'in rivâyetidir. Bedâyı' ve Nihâye'de yalnız bununla iktifa edilmiştir. Bahr'ın beyanına göre evlâ olan da budur. Halebî: «Lâkin bu yalnız buraya mahsustur. Çünkü vasînin satın alması bahsinde görüleceği vecihle fâhiş aldanma kıymet biçenlerin takdirine sığmayan aldanmadır.» diyor.
Ben derim ki: Bu kavil burada da geçerlidir. Münye şerhinde bunun daha muvafık olduğu bildirilmiştir.
T E N B İ H : - Çıplak bir kimse elbise parasına mâlik olsa bazı ulemaya göre satın alması gerekir. Bazıları gerekmediğini söylemişlerdir. Bunu; Sirâc sahibi nakletmiştir. el-Mevâhib'te satın almak icab etmediği cezmen bildirilmiştir. Mislin yani geçer fiyatın on dokuz yerde olduğu el-Eşbâh'ın sonlarında zikredilmiştir. Bunlar mevzuumuz harici şeyler olduğu için burada sıralamaya lüzumgörmedik.
Musannıfın: «Suyu istemeden teyemmüm edemez.» sözü yukarıdaki «Arkadaşından istemesi farzdır» ifadesinin mefhum-u muvafıkıdır. Bunu Halebî söylemiştir. en-Nehir nam eserde şöyle deniliyor: «Bilmiş ol ki arkadaşında su olduğunu gören kimse ya namazdadır yahut namaz dışındadır. Her iki surette de ya zann-ı galibine göre suyu verecektir, yahut vermeyecektir veya şübhe eder. Bu suretlerin hepsinde suyu ya ister ya istemez ve her birinde arkadaşı suyu ya verir ya vermez. Böylece ortaya yirmi dört şekil çıkar. Eğer o kimse namazda ise zann-ı galibine göre vereceğine kanaat getirdiği takdirde namazı keser ve suyu ister. Vermezse teyemmümü üzere devam eder. Namazı tamamlar da sonra isterse verdiği takdirde namazını yeniden (abdestle) kılar. Vermezse namazı tamamdır. Nitekim istediği anda vermeyip sonradan verse namazı yine tamamdır. Zann-ı galibine göre vermeyeceğine kanaat getirir veya şüphe ederse namazını kesmez. Suyu namazı bitirdikten sonra verirse namazı bâtıl olur. Aksi halde bâtıl olmaz.
Arkadaşında su olduğunu namaz dışında görürse teyemmümle kıldığı takdirde suyu istememişse hüküm yukarıdaki gibidir. Namazdan sonra isterse verdiği takdirde namazını tekrarlar. Aksi halde tekrarlamaz. Bu hususta vereceğini veya vermeyeceğini zan veya şübhe etmesi fark etmez. Evvela vermez de sonra verirse namazını tekrarlamaz ama teyemmümü bozulur. Bu kısımda zan ve şübhe bahis mevzuu değildir.»
«Zira âdeten su boldur» ifadesinden murad: ekseriyetle bulunur demektir. Bu söz, suyun kıt olduğu yerde verilmeyeceği zannedilirse teyemmümün câiz olacağına işarettir. Zira acz tehakkuk eder. Bu yukarıda nakl6ttiğimız ara bulmaya da aykırı değildir. Onun için El-Müctebâ sahibi: «Ekseriyetle suda cimrilik yapılmaz. Hatta su hakkında cimrilik yapılan bir yerde olursa istemek vâcib değildir.» demiştir. Fetva da buna göredir. Yani zâhir rivâyete göredir. Binaenaleyh kovayı ve ipi ilah... istemek vâcibtir. Bunu Nehir sahibi Mi'râc'tan nakletmiş; sonra şöyle demiştir: «Lâkin vâcib değildir. Nitekim Fethü'l-Kadîr ile başka kitablarda da böyle denilmiştir. Sirâc'ta bildirildiğine göre bazıları bilittifak istenileceğini söylemiş; birtakımları istemek vâcib değildir, demişlerdir. Birincilerin kavli zâhir rivayete göre, ikincilerin kavli de Hidâye'deki nakle göre olmak gerektir.»
Ben derim ki: Bu güzel bir yatıştırmadır. Onun için şârih vücûb meselesini zâhir rivâyete bina ederek buna işaret etmiştir. Ancak Mi'râc'ın ifadesi buna muhâliftir. Orada: «Arkadaşının yanında kova varsa istemesi vâcibtir; suyu istemek vâcib değildir; deniliyor. Tatarhâniyye'de dahi böyle denilmiştir. Teemmül buyurulsun!
Sonra en iyi anlaşılan cihet su gibi kovayı istemenin de vâcib olmasıdır. Nitekim el-Mevâhıb'te de böyle denilmiştir. el-Feyzü'l-Mevzu nam eserin sahibi de sadece bunu söylemekle yetinmiştir. Ama bunu su gibi verileceğini zannederse diye kayıdlamak gerekir. Meğer ki aralarında fark görülerek; yolculukta kova vermek hususunda kimse cimrilik etmez, su böyle değildir, denile. Teemmül et!
Kova verilmesini beklemek İmameyn'in kavline göre vâcibtir. İmam A'zam'a göre vâcib değil, vaktin sonuna kadar beklemek müstehabtır. Vaktin geçeceğinden korkarsa teyemmüm ederek namazınıkılar. Buna göre çıplak bir kimseye arkadaşı: «Bekle, ben kılayım da elbisemi sana veririm» derse İmameyn'e göre beklemesi icab eder; İmam A'zam'a göre beklemesi vâcib değil, müstehab olur. Ulema bir kimse: «Hac etmek için malımı sana mubah kıldım.» dese o şahsa hac farz olmayacağına, suyu beklemenin ise vâcib olduğuna ittifak etmişlerdir. Velev ki vakit çıksın. Bu hilâfın menşei sudan başka şeylerde kudretin ibaha ile sâbit olup olmamasıdır. İmam A'zam'a göre sabit olmaz; İmameyn'e göre olur. el-Feyz, Fethü'l-Kadîr, Tatarhâniyye ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. el-Münye sahibi İmam A'zam'ın kavli ile amel olunacağına cezmetmiştir. Bu zevatın sözlerinden anlaşılan da onun kavlini tercih etmiş olmalarıdır. Hilye sahibi şöyle diyor: «İmam A'zam'ın fark görmesi şundan ileri gelir: Suda asıl, mubah olmasıdır. Onun verilmemesi ârızidir. Binaenaleyh ibâha ile sâbit olan kudrete vücûb teallûk eder. Başkaları su gibi değildir. Onlar hacda olduğu gibi ancak temlik ile sâbit olur.» Dikkat et!
Arkadaşının suyu vereceğini namazda iken zann-ı galible kestiren kimse namazı yarıda bırakır. Nehir sahibi: «Namaz bozulmaz, onu yarıda bırakır. Bırakmazsa bitirdikten sonra suyu verdiği takdirde onu yeniden kılar. Vermezse kılmaz. Nitekim Zeylaî ve başkaları cezmen buna kâil olmuşlardır. Fethü'l-Kadîr sahibinin namaz bozulur diye cezmetmesi söz götürür. Evet Hâniyye'de İmam Muhammed'e göre mücerred zannetmekle namazın bozulacağı bildiriliyor. Galebe-i zan hâsıl olursa evleviyetle bozulur. Fethü'l-Kadir sahibinin sözü buna hamledilir.» demektedir.
Kuhistânî'den nakledilen: «Eğer suyu veya âleti vereceğini zannederse istemek vacibtir ilah...» ifadesi, musannıfın: «Suyu zâhir rivâyete göre yanında su bulunan arkadaşından istemesi farzdır.» sözüne istidrak (yani düzeltme)dir. Şârihin bunu evvelce yapması gerekirdi. Muhît'ten nakledilen bu sözün cevabı, zâhir rivâyet olmamasıdır. Bunu Halebi söylemiştir.
Ben derim ki: Cessâs'tan naklen arzettiğimiz yatıştırmayı gördün. Yani hakikatte hilâf yoktur. Musannıfın «Suyu ister ilah...» sözü, su kıt olmayıp vereceğini zannettiğine göredir. En güzel ve muhtar kavil bu olduğunu Münye şerhlerinden yukarıda beyan etmiştik. Dikkatli ol!
METİN
Kapalı olup su ve toprağı bulamayan, meselâ; pis bir yerde hapsedilerek temiz toprağı çıkarmaya imkân bulamayan ve kezâ hastalıktan dolayı su ve toprağı kullanmaktan âciz kolan kimse İmam A'zam'a göre namazı tehir eder (kazaya bırakır). İmameyn: «O kimsenin namaz kılanlara benzemesi vâcibtir.» demişlerdir. Şu halde onlara göre kuru bir yer bulursa rükû ve secde eder (namaz kılar görünür). Bulamazsa oturarak imâ eder. Sonra oruç gibi namazını kaza eder. Bununla fetva verilir.
İmam A'zam'ın da bu kavle döndüğü sahih rivâyetle anlaşılmıştır. Nitekim el-Feyz nam eserde de böyle denilmiştir. Yine aynı eserde bildirildiğine göre elleri ve ayakları kesik bir kimsenin yüzünde yara bulunursa abdestsiz namaz kılar; teyemmüm etmez. Esah kavle göre sonra kaza da etmez. Bundan anlaşılır ki kasten abdestsiz namaz kılmak küfrü icab etmez. Bu bellenmelidir! Evvelce görmüştük; hastanın namazında da gelecektir.
İZAH
Kapalı olan kimse toprağı veya duvarı kazmak imkânını bulursa temiz toprağı çıkararak namazını kılması bilittifak lâzımdır. Bunu Hulâsa'dan naklen Bahr sahibi söylemiştir. Tahtâvî diyor ki: «Bunda izni olmaksızın başkasının malında tasarruf lâzım geldiğine işaret de vardır.» Sirâc'da bildirildiğine göre İmam A'zam'ın ilk kavli Peygamber (s.a.v.)'in: «Temizleyicisiz namaz yoktur.» hadîs-i şerîfine istinad etmektedir. İmameyn'e göre böyle bir kimse vakte hürmet için kendini namaz kılanlara benzetir. Tahtavî: «Ama Kur'an okumaz. Nitekim Ebussuûd'da böyledir. Hadesi abdestsizlik veya cünüblük olması fark etmez.» demiştir.
Ben derim ki: Bunun zâhiri niyet dahi etmeyeceğini gösterir. Çünkü yapıları iş bir benzemedir. Hakikî namaz değildir. Teemmül et!
Kuru yer bulursa orada namaz kılar gibi rükû ve secde etmesi pislik bulaşmayacağından emin olduğu içindir. Lâkin Hilye'de şöyle denilmiştir: «Bu kavle göre sahih olan hareket nasıl olursa olsun imâ etmektir. Zira secde ederse pisliği kullanmış olur.»
Oruç misâlinden maksad hayızdan ramazanda temizlenen kadındır. Böyle bir kadın ramazan ayına hürmet için kendini oruçlulara benzeterek yiyip içmez. Ramazandan sonra orucunu kaza eder. Oruç tutmayan yolcu, mukîm olursa o da ramazana hürmeten yiyip içmez. Elleri dirseklerden, ayakları topuklardan yukarı kesilmiş olan kimsenin yüzünde yara varsa abdestsiz namaz kılar. El ve ayakları dirsek ve topuklardan aşağı kesilmişse kesilen yeri meshetmek gerekir. Nitekim bunu evvelce görmüştük. Lâkin Hastanın Namazı Bahsinde görüleceği vecihle bazıları: «O kimseye namaz farz değildir.» demiş; birtakımları kesilen yeri yıkaması lâzım geldiğini söylemişlerdir. Yüzünde yara yoksa yıkaması, bu mümkün değilse toprağa meshetmesi lâzımdır.
Şarihin: «Bundan anlaşılır ki, maksad abdestsiz namaz kılmak küfrü icab etmez.» sözü Hulâsa ve başka kitablarda Ebû Ali Sâ'di'den rivâyet edilen kavle reddiyedir. Ebû Ali: «Bir kimse pis elbise içinde veya kıbleden başka tarafa doğru namaz kılarsa kâfir sayılmaz. Çünkü bunlar özür halinde câizdir. Fakat abdestsiz namaz hiçbir halde câiz değildir. Binaenaleyh abdestsiz namaz kılan kafir olur.» demiştir.
Sadrı'ş-Şehid: «Biz de bununla amel ederiz.» diyor. Bu kavil şöyle reddedilir: Elleri kesilen hakkında pis elbise içinde namaz kılmak câizdir. Burada küfür lâzım gelmemesinin illeti, namazın özür halinde câiz olmasıdır. Hal böyle olunca abdestsiz namaz için de aynı şeyi söylemek icab eder (çünkü o da özür halidir). Anla!
Şârihin «evvelce görmüştük» diye işaret ettiği illet Temizlik Bahsinin başında geçmişti. Orada küfrü icab eden illetin ancak alay ve istihfaf olduğunu görmüştük.
M E T İ N :
FER'İ MESELELER: - Hapsedilen bir kimse teyemmümle namaz kılarsa şehirde olduğu takdirde bilahare o namazı tekrarlar. Şehirde değilse tekrarlamaz. Tilâvet secdesi için seferde olursa teyemmüm eder. Evinde ise teyemmüm etmez. Kırlara sebil olmak için konulan su çok olmadıkça teyemmüme mâni değildir. Çok olursa abdest için de konulduğu anlaşılır. Abdest için konulansudan içilir. Mubah bir su için cünüb kimse hayızlıdan, abdestsizden ve ölüden daha lâyıktır. Mubah su bunlardan birinin mülkü ise o kimse daha lâyıktır. Aralarında ortak ise ölüye sarfedilmesi gerekir. Bir cemaatin bir yerden teyemmüm etmeleri caizdir. Beraberinde Zemzem suyu bulunan, susuz kalacağından da korkmayan bir kimsenin teyemmümü câiz olmak için çare, onu mutlak su hükmünden çıkaran bir şeyle karıştırıp suya galebe çaldırmak yahut dönmesi mümkün olmayacak şekilde birine hibe etmektir.
İ Z A H :
Şehir'de hapsedilen kimsenin namazını kaza etmesi, mâni kuldan geldiği içindir. Şehirde olmayanın kaza etmemesini ulema yolculukta ekseriyetle su bulunmamakla ta'lil etmişlerdir (Yani mâni Allah'tan gelmiştir).
Hilye sahibi diyor ki: «Bu, yanında veya yakınında su bulunursa kaza lâzım geldiğine işarettir. Çünkü bu takdirde mâni tamamen kuldan gelmiştir.» Tilâvet secdesi için evinde olan bir kimse teyemmüm edemez. Çünkü zaruret yoktur. Bunun vechi şu olsa gerektir: «Kur'an okurken su bulamayan kimse onu sonra bulabilir.» Şehir, su bulunabilen yerdir. Binaenaleyh zaruret yoktur. Yolculuk hali böyle değildir. Seferde ekseriyetle su bulunmaz. Secdeyi, su bulununcaya kadar geciktirmek ise onu büsbütün unutmaya maruz bırakır. Teemmül et!
Kırlara sebil, yani sevâb kasdı ile konulan su çok olmadıkça teyemmüme mâni değildir. Çünkü o abdest için değil, içmek için konulmuştur. Binaenaleyh ondan abdest almak câiz değildir. Velev ki alınan abdest sahih olsun. Su çok olursa abdest almak câizdir. el-Münye şerhinde: «Evlâ olan suyun çokluğuna değil, örf ve âdete itibar etmektir. Meğer ki âdette şübhe edile!» deniliyor. Abdest için konulan sudan içmek câizdir. Bu mesele birincinin mukabilidir. Zira birinci meseleden anlaşılan, içmek için konulan su ile abdest almanın câiz olmamasıdır. Bunda da abdest için konulandan içmenin câiz olduğu bildiriliyor. Galiba aralarındaki fark içmenin daha mühim olmasıdır. Çünkü içmekte nefsi ihya ve muhafaza vardır. Abdest böyle değildir. Onun bedeli vardır. Suyun sahibi âdeten ondan içmeye izin verir. Zira bu daha faydalıdır. ez-Zahîre sahibi bu iki meseleyi burada olduğu gibi açıklamış; sonra: «İbni Fazl her iki meselenin aksini söylemiştir.» demiştir. el-Münye şerhinde birincinin esah olduğu bildirilmiştir.
Mubah su için bilittifak cünüb kimse daha lâyıktır. Bunu Tatarhâniyye sahibi bildirmiştir. Yani o su ile cünüb olan yıkanır, namazı kılınmak için cenazeye teyemmüm ettirilir. Kadınla abdestsiz kimse de teyemmüm ederek yıkanana uyarlar. Çünkü cünüblük abdestsizlikten daha ağırdır. Kadından ise imam olmaz. Lâkin Sirâc'ta: «Cenaze daha lâyıktır. Çünkü onun yıkanmasından temizlenmesi kastedilir. Bu temizlik toprakla olmaz.» denilmiştir. Teemmül et!
Sonra şârihin el yazısı ile Zahîriyye'den naklen: «Birinci kavil daha sahihtir: buna Hulâsa sahibi ve başkaları cezm etmişlerdir.» denildiğini gördüm. Yine Sirâc'da bildirildiğine göre su yalnız abdestsize yetecek kadarsa kullanmaya o daha lâyıktır. Çünkü bu su onun hadesini giderecektir. Su aralarında ortak ise cenazeye sarfedilmesi gerekir. Yani herkese kendi hissesi yetmeyecek vegerek cünüb olan, gerekse ötekileri bütün suya mâlik olamayacaksa herbirinin kendi hissesini cenâzeye sarfetmeleri lâzımdır. Çünkü su, cenazenin hissesiyle meşguldür. Cünüblüğün daha ağır olması, cenazenin hissesini mubah kılmaz. Binaenaleyh cünüb kimse daha lâyık olmaz. Ama su mubah ise iş değişir. Onunla cünüblüğü gidermek mümkün olursa cünübün kullanması daha lâyıktır. Anla!
TETİMME: - el-Mirâc'da beyan edildiğine göre baba oğlundan daha lâyıktır. Çünkü oğlunun malını temellük etmesi câizdir. Bir cemâatin bir yerden teyemmüm etmeleri câizdir. Çünkü toprak müsta'mel olmaz. Müsta'mel olan sadece uzuvdan ayrılan topraktır. Bu da suya kıyasendir. Bu mesele Münye şerhinde beyan edilmiştir. Bir benzerini de Nehir'den naklen evvelce arzetmiştik. Hilye'de zikredilen de odur. Anla!
Beraberinde Zemzem suyu bulunan kimse susuz kalacağından korkarsa teyemmüm için çare aramağa hâcet yoktur. Çünkü su onun asli hâceti ile meşguldür. Zâhire göre kafile halkından birinin susuz kalması da kendi kalması gibidir. Velev ki Zemzemden onlara vermez olsun. Zira birisi o suya muztar kalsa vermesi icab eder. Onun için evvelce görüldüğü vecihle muztar kimsenin onunla çarpışması bile câizdir.
Zemzemi mutlak su hükmünden çıkarmak için ona galebe çalacak miktarda içine gülsuyu veya şeker gibi bir şey katılır. Yahut sonra iade edeceğine güvendiği birine, dönmesi mümkün olmayacak şekilde hibe eder. Anla!
«Dönmesi mümkün olmayacak şekilde ilah...» ibâresini el-Münye şarihi, Kâdîhân'ın şu sözü üzerine söylemiştir: «Ulemanın: çâre, o suyu başkasına hibe ve teslim etmektir; sözleri bence doğru değildir. Zira dönmek imkânını bulursa ona teyemmüm nasıl câiz olur? Münye şârihi: «Fıkıh aynen budur.» dedikten sonra: «Sahih çâre o suyu ona galebe çalacak bir şeyle karıştırmaktır ilah...» demiştir.
Ben derim ki: Lâkin «Dönmesi mümkün olmayacak şekilde meselâ: ivez karşılığında hibe.» demesi bunu defeder. Keza «Fethü'l-Kadîr» sahibi buna «Hibeden dönmek mekrûhtur. Şer'an yapılmaması matlup bir iştir. Binaenaleyh câiz ki onun hakkında suyun yok sayılması bundandır.» diye cevap vermiştir! Hilye'de «Bu, güzeldir.» denilmiştir.
Ben derim ki: Şu da var: Hibeden dönmek ya rızaya yahut mahkeme kararına bağlıdır. Ama şöyle denilebilir: «O şahıs Zemzemi ancak geri almak için hibe etmiştir. O istediği zaman hibe edilen kimse vermemezlik etmeyecektir. Bu teyemmüme mânidir.» Cevabı şudur: O şahıs suyu hibesinden dönerek değil, bir hibe mukabilinde yahut satın almak suretiyle geri alır. Bu suretle mekrûh lâzım gelmez. Hibe edilen şahıs bunun bir çare olduğunu bilince abdest için vermeye razı olmaz. Teemmül et!
METİN
Teyemmümü bozan şeyler aslı bozanlardır. Velev ki gusül olsun. Bir kimse cünüblük için teyemmüm eder de sonra abdest bozarsa abdestsiz olur; cünüb olmaz. Binaenaleyh abdest alır; mestlerini çıkarır. Bundan sonra suya rastlamadığı müddetçe üzerine mesh eder. İmdi Sadrı'ş-Şeria'nın ibâresindeki «mea» kelimesi (beraber mânâsına değil) sonra mânâsınadır. Nitekim «Şübhesiz ki güçlükten sonra bir kolaylık vardır.» âyet-i kerimesindeki «mea» da aynı mânâdadır. Anla!
İhtiyacından fazla olup temizliğine -velev her uzvu bir defa yıkayacak kadar olsun- yetecek kadar su kullanmaya kadir olmak da teyemmümü bozar. Velev ki bu suya ibâha suretiyle ve namaz içinde kâdir olsun.
İhtiyaçtan murad: Susuzluk, hamur karmak, mâni, pislik ve cünüblükten kalan kuru yer gibi şeylerdir. Çünkü ancak ihtiyacı karşılayan su ile ihtiyaca yetmeyen su yok hükmündedir.
İZAH
Asıldan murad abdest veya gusüldür, teyemmüm bunların bedelidir. Bilmiş ol ki, menî gibi guslü bozan her şey abdesti bozar. Üstelik abdest bevl gibi şeylerle de bozulur. Kenz'de olduğu gibi «Abdesti bozan» tâbirini kullanmak, guslü bozanlara da şâmildir ve «aslı bozan» tâbirine müsavîdir. Nitekim Bahr'da böyle denilmiştir. Musannıf el-Minah adlı eserinde buna itiraz ederek hulasaten şunları söylemiştir: «Abdest teyemmümünü guslü bozan her şey bozarsa da guslün teyemmümünü abdesti bozan her şey bozmaz. Çünkü bir kimse cünüblükten dolayı teyemmüm eder de sonra meselâ; küçük abdest bozarsa, bu, onun yalnız abdestini bozar. Gusül için yaptığı teyemmümü bozmaz. Binaenaleyh buna abdestsizlik hükümleri sâbit olur. Cünüblükten hükümleri sâbit olmaz. İşte abdesti bozan şey mevcud, fakat cünüblüğün teyemmümü bozulmamıştır. Böylece anlaşılır ki «Aslı bozan» tâbirini kullanmak «abdesti bozan» tâbirinden evlâdır. Çünkü bu tâbir her iki hadesten dolayı yapılan teyemmüme şâmildir. O halde müsavat nerede kalır?
Şârih: «Bir kimse cünüblük için teyemmüm eder de ilah...» diyerek metindeki ifadeye sahih bir mesele tefr'i etmiştir. Çünkü metinden anlaşılan şudur: Bir kimse abdest için teyemmüm ederse o teyemmüm abdesti bozan şeylerle bozulur. Cünüblük için teyemmüm ederse o teyemmümde aslını, yani guslü bozan şeylerle bozulur. Bunun mefhum-u muhalifini alırsak aslını bozmayan şeylerle bu teyemmüm de bozulmaz mânâsı çıkar. İşte şârih birçok yerlerde yaptığı gibi burada da bu mefhum sonra abdest bozarsa cünüblük için yaptığı teyemmümü bozulmaz. Çünkü üzerine fer'î mesele zikir etmiş ve: «Cünüb bır kimse teyemmüm eder de abdestsizlik aslını, yani guslü bozmaz. Binaenaleyh cünüb olmaz. Bu ârızi hadesle yalnız abdesti bozulur.» demiştir. Anla!
Şârihin bundan sonraki: «Abdest alır; mestlerini çıkarır ilah...» ifâdesi fer'î mesele üzerine ikinci fer'î meseledir. Yani abdestsiz olunca velev abdest uzuvlarını birer defa yıkayacak kadar su bulursa abdest alır. Ama o teyemmümden sonra abdest bozmadan ayaklarına mest giymişse onları çıkararak ayaklarını yıkar. Çünkü onun teyemmümle yaptığı temizlik manen noksandır. Mestleri üzerine mesh ancak kâmil temizlik üzerine giydiği zaman câiz olur. İlerde görüleceği vecihle kâmil temizlik teyemmüm temizliği değil. abdest temizliğidir. Evet, abdest alıp ayaklarınıyıkadıktan sonra (müteâkıp abdestlerde) mestleri üzerine mesh eder. Zira mesetlerini kâmil abdest üzerine giymiştir. Mesh cünüblük için değil, abdest için yapılır. Ancak yıkanmaya yetecek kadar suya rastlarsa mestleri üzerine mesh edemez. Bu takdirde teyemmümü aslından bozulur. Ve cünüblüğü avdet eder. O suyun yanından geçer de yıkanmazsa yine cünüblük için teyemmüm eder. Sonra abdest bozar da yalnız abdeste yetecek kadar su bulursa, abdest alır ve mestlerini çıkarıp ayaklarını yıkar. Çünkü ilerde görüleceği vecihle mest giymek cünüblüğe mâni olamaz. Bundan sonra suya rastlamadığı müddetçe mestleri üzerine mesh eder. Ama abdestine yetecek kadar suyu teyemmüm ettikten sonra abdestini bozmadan bulursa bize göre hades için o su ile abdest alması lâzım gelmez. Zira boşunadır. Teyemmüm etmesi mutlaka lazımdır.
Bu izaha göre Sadrı'ş-Şeria'nın: «Cünüb bir kimsenin yanında abdestine yetecek, guslüne yetmeyecek kadar su bulunursa teyemmüm etmesi vâcibtir. Abdest alması vâcib değildir. Şafiî buna muhâliftir. Ama cünüblük ile birlikte abdest icab eden bir hades bulunursa abdest alması vâcib olur. Bu takdirde teyemmüm bilittifak cünüblük için sayılır.» şeklindeki ifadesi müşkildir. Çünkü cünüblük abdesti icab eden hadesten ayrılmaz.
Sadrı'ş-Şeria evvela: «O kimseye abdest değil, teyemmüm vâcib olur.» demiştir. İkinci defa «ona abdest vâcib olur» demesi bir tenakuzdur. Bunun cevabı Kuhistânî'nin dediği gibi Sadrı'ş-Şeria'nın ibâresindeki «mea» kelimesi beraber mânâsına değil, sonra mânâsınadır diyerek verilir. Nitekim İnşirah sûresindeki âyette de «mea» kelimesi sonra mânâsında kullanılmıştır. Bu mesele ve cevabında bir incelik, bir gizlilik ve hâşive yazanların Sadrı'ş-Şeria'ya yaptıkları itirazları defi' bulunduğu için şârih sonunda «Anla!» diye ihtarda bulunmuştur. Definelerin anahtarları mesabesinde olan bu işaretlerden dolayı Allah bu şârihten razı olsun!
Şarih'in mutlak olarak kullandığı «Velev ki bu suya ibaha suretiyle ve namaz içinde kâdir olsun.» ifadesi cemaata da şâmildir. Yani kullanılması sahibi tarafından mubah kılınan su bir cemaattan yalnız birine yetecek kadarsa hepsinin teyemmümleri bozulur. Çünkü mubahlık herbiri hakkında tehakkuk etmiştir. Ama suyu cemaata hibe eder de teslim alırlarsa, hüküm değişir. Çünkü bu takdirde herbirine yetecek kadar su isabet etmez. Meselenin tamamı Fethü'l-Kadîr'dedir. Suyu kullanmaya namaz içinde kâdir olursa teyemmüm bozulur. Namaz da bâtıl olur. Ancak bulunan su eşek artığı olursa namazına devam eder. Sonra o artık ile abdest alarak namazını tekrarlar. Zira evvelce geçtiği vecihle bir fiilde ikisini birden yapmak lâzım gelmez. El-Münye'de: «Namaz fâsid olur.» denilmişsede doğru değildir. Nitekim el-Münye'nin iki şârihi bunu söylemiştir. el-Münye'de: «Bir kimse teyemmüm ile namazını kılar da sonra vakit içinde su bulursa namazını tekrarlamaz.» denilmiştir. Bundan maksad: Meğer ki mubah kılan özür, kullar tarafından ola! Bu takdirde vakit çıktıktan sonra bile olsa namazını tekrar kılar demektir. Nitekim evvelce görmüştük. Dikkat et! Bunu Hilye sahibi söylemiştir.
«İhtiyacından fazla olup temizliğine yetecek kadar» ifadesindeki temizlikten murad, abdestsiz ise abdestine, cünüb ise guslüne yetecek sudur. Musannıf bununla cünübün bazı uzuvlarına yahut yalnız abdestine yetecek sudan ihtiraz etmiştir. Bu kadarcık suyu kullanmak bize göre bu işinbaşında da lâzım değildir. Nitekim evvelce geçmişti. Binaenaleyh teyemmüm de bozulmaz. Hilye'de de böyle denilmiştir. Temizliğine velev her uzvu bir defa yıkamak suretiyle kâfi gelen su ile her uzvu ikişer veya üçer defa yıkar da ayaklarından birine yetmezse teyemmümü bozulur. Muhtar olan kavil budur. Çünkü birer defa yıkasa yetecekti. Bunu Bahr sahibi: «Hulâsa'dan nakil etmiştir. İhtiyacı olan su namaza mâni olan pisliği gidermeye yetmezse yine de pisliği azaltması lâzımdır. Nitekim ulemanın birçok şerhlerde yaptıkları ta'lilden anlaşılan da budur. Lâkin el-Hulâsa'da: «Pisliği azaltması lâzım değildir.» denilmiştir. Yani «Ancak bir dirhemden az bırakmaya imkân bulursa azaltması lâzımdır.» denilmek istenmiştir.
Nitekim evvelce bundan bahsetmiştik. O kimsenin teyemmümü bozulmaz. Bir kimse yıkanır da bedeninde su değmedik kuru bir yer kalır ve onun için teyemmüm ederse, sonra abdestini bozarak onun için de teyemmüm ederse sonra bunlardan yalnız birine yetecek kadar su bulursa o su ile kuru yeri yıkar; abdest için yaptığı teyemmüm bozulmaz. Malûmun olsun ki bu meselenin beş sureti vardır:
Birincisi: Suyun her ikisine yetmesidir. Bu takdirde hem kuru yeri yıkar; hem abdest alır ve her ikisi için yaptığı teyemmüm bozulur.
İkincisi: Hiç birine yetmemesidir. Bu takdirde her ikisi için yaptığı teyemmüm bâkidir. Cünüblüğü azaltmak için o su ile kuru yerin bir kısmını yıkar.
Üçüncüsü: Yalnız kuru yere yetmesidir. Bunu yukarıda arz ettik.
Dördüncüsü: Bunun aksi (yani yalnız abdeste yetmesi) dir. O su ile abdest alır. Kuru yer için yaptığı teyemmümü hali üzere kılar.
Beşincisi: Muayyen olmamak şartı ile yalnız birine yetmesidir. Bu su ile kuru yeri yıkar; Ebû Yusuf'a göre abdest teyemmümü de bozulmaz. İmam Muhammed'e göre bozulur. Bu kavillerden birincinin daha güzel olduğu anlaşılıyor.
Bu izahat, suyu abdest için teyemmüm ettikten sonra bulduğuna göredir. Teyemmüm etmezden önce bulursa yine beş suret hâsıl olur:
Birlnci vecihte: Kuru yeri yıkar: hades için de abdest alır.
İkincide: Hades için teyemmüm eder. Su ile dilerse kuru yerin bir kısmını yıkar.
Üçüncüde: Kuru yeri yıkar. Hades için de abdest alır.
Dördüncüde : Abdest alır. Cünüblük için teyemmümü bâkidir.
Beşincide: Üçüncü gibi yapar. Çünkü cünüblük daha ağırdır. Lâkin bir rivâyette suyu bulamamış sayılmak için hadesten dolayı teyemmüm etmezden önce kuru yeri yıkaması lâzım gelir. Bir rivâyette muhayyerdir. Bu malûmat hülâsa olarak Hilye'den alınmıştır. el-Münye sahibi birinci rivâyetle iktifa etmiştir.
Yalnız ihtiyacı karşılayan su ile ihtiyaca yetmeyen su yok hükmündedir. Böyle olduğu içindir ki o kimseye işin başında teyemmüm câiz olmuştur. Bahr sahibi Hilye'ye uyarak bu sözle ulamanın: «Bir kimsenin elbisesinde pislik olur da evvela teyemmüm edip sonra o pisliği yıkarsa bilittifakteyemmümü tekrarlar, çünkü abdeste kudreti varken teyemmüm etmiştir.» sözlerine itiraz etmiş: «Bu, söz götürür. Bilakis anlaşılan mutlak surette teyemmümün câiz olmasıdır. Çünkü sarfedilecek cihet, kuru yer meselesi gibi hükmen yok sayılır.» demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Sirâc sahibi bu mesele ile kuru yer meselesinin arasında fark bulmuştur. Burada o kimse abdest almış olsa, câiz olacak suya kâdirdir. Kuru yer meselesi böyle değildir. O kimse suyu görmekle cünüblüğü avdet eder. Bu fark ince ve güzeldir. Onu tedebbür eyle!
METİN
Dinden dönmek teyemmümü bozmaz. Kezâ vücudu teyemmüme mâni olan her şey teyemmümden sonra bulunursa onu bozar. Çünkü bir özürden dolayı câiz olan her şey o özrün kalkmasiyle bâtıl olur. Binaenaleyh bir kimse hastalıktan dolayı teyemmüm ederse iyileşince teyemmüm bâtıl olduğu gibi, soğuktan dolayı teyemmüm ederse soğuk geçince dahi bâtıl olur. Hâsılı vücudu teyemmüme mâni olan her şeyi mevcud olunca teyemmümü bozar. İbdidâda vücudu teyemmüme mâni olmayan şeyin sonradan mevcudiyeti teyemmümü bozmaz.
Musannıf: «Teyemmümü mubah kılan şeyin ortadan kalkması da öyledir.» dese daha açık ve daha kısa olurdu. Şu hale göre bir kimse sudan bir mil uzakta olduğu için teyemmüm etse, yürüyerek bir milden azaldığı takdirde teyemmümü bozulur. Bu bellenmelidir!
Abdest için teyemmüm eden bir kimsenin uyuklayarak, cünüblük için teyemmüm edenin yerleşmeden uyuyarak kâfi suyun yanından geçmesi uyanık geçen hükmündedir; teyemmümü bozulur. İmameyn bunun teyemmümünü bâki saymışlardır. İmam A'zam'dan dahi sahih ve fetva için kabul edilen rivayet budur. Nitekim teyemmüm eder de yakınında su olduğunu bilmezse hüküm budur. Bahr ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Musannıf da bunu kabul etmiştir.
İZAH
Dinden çıkmak teyemmümü bozmaz. O kimse müslüman olursa bu teyemmümle namaz kılabilir. Zira teyemmümle hâsıl olan şey, temizlik sıfatıdır. Küfür buna münâfi değildir. Dinden dönmek amelin sevâbını bozar; hadesin giderilmesini bozmaz. Bunu Vikâye şârihi söylemiştir. Hastalık geçince ortada su bulunmasa bile teyemmüm bozulur. Çünkü artık suyu kullanmaya iktidarı vardır. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Su bulunmadığı için teyemmüm eder de sonra hastalanırsa hüküm yine böyledir.
İbtidada (yani teyemmüm edeceği zaman) vücudu teyemmüme mâni olmayan şeye misâl suyu kullanmaktan âciz olan hastanın yanında su bulunmaktır. Şârihin: «Musannıf teyemmümü mubah kılan şeyin ortadan kalkması da öyledir dese daha açık olurdu...» sözü, musannıfın: «Teyemmümü bozan şeyler aslı bozanlardır.» ifadesine râcidir. Yani musannıf bu sözden sonra: «Teyemmümü mubah kılan şeyin ortadan kalkması da öyledir.» demeli idi. «Yürüyerek bir milden azaldığı takdirde teyemmümü bozulur.» ifâdesini Kuhistânî inceleyerek zikretmiş ve: «Teyemmümün bozulması gerekir; çünkü hükmen suya kâdir sayılır.» demiştir. Bunu Zâhidî'nin şu sözü de te'yid eder:
«Suyun bulunmaması ibtidada şarttır. Bu sebeble bakaen de şart olmuştur.» Mesele açık olduğu için şârih onu kat'î lisânla ifade etmiştir.
Uyuklayandan murad: yanında konuşulanların ekserisini anlayandır. Böylesinin kendisini ayakta tutan kuvveti mevcuddur. Bunu Tahtâvî bildiriyor. Bilmiş ol ki, uyuklayan kimsenin teyemmümü abdest veya cünüblük dolayısiyle yapılmış olsun. Yerleşerek veya yerleşmeden uyuklasın, suyun yanından geçmekle bozulur. Uyuyanın teyemmümü de öyle ise de mak'adı yere yerleşmeden oturur ve teyemmümü abdestten dolayı olursa su yanından geçmekle değil, uyku sebebi ile bozulur. Nitekim el-Bahr'dan da bu anlaşılıyor. Bundan anlaşılır ki şârihin sözünde kusur vardır. Doğrusu şöyle demeli idi:
Uyuklayanın mutlak surette, uyuyanın cünüblükten yahut hadesten dolayı teyemmümlü olanın yerleşerek oturmak şartı ile teyemmümü bozulur. Anla!
Fakat İmameyn bu kimsenin teyemmümünü bâki saymışlardır. İmam A'zam'dan dahi sahih rivâyet budur. Şârihin el-Hazâin derkenarında kendi yazısı ile şöyle yazdığını gördüm: «Bu rivâyeti Tecnis sahibi Münye şârihi ve Kemâl'e tâbi olarak Allâme Kâsım en-Nüket nam eserinde sahih bulmuşlar. Bürhan, Bahr, Nehir ve diğer kitabların sahibleri de bunu kabul etmişlerdir. el-Münye'de bu kavil cezmen kabul edilmiştir; Hilye sahibi, mezhebinin diğer mu'teber kitablarında da cezmen kabul edildiğini söylemiştir. Mâkul görülen de budur. Üstadımız İbni Hümâm: «Ebû Hanife, nehir kenarında olduğunu bilmeyen hakikaten uyanık bir kimsenin teyemmümü câizdir derken, hakikaten uyuyan bir kimsenin teyemmümü bozulur der mi?» demiştir.
Hidâye ve diğer kitablarda kitabımızın metnindeki kavil tercih edilmiştir (yani teyemmüm bozulur)
METİN
Bir kimsenin abdestte sayı itibariyle gusülde mesâhaya (mikdara) göre uzuvlarının ekserisi yaralı olur veya çiçek hastalığına mübtelâ bulunursa ekseriyetle itibara alarak teyemmüm eder. Aksi halde sağlam olanı yıkar; yaralıya mesh eder. Kezâ her ikisi müsavî ise abdest uzuvlarından sağlam olanı yıkar. Kalanlarına mesh eder. Gusül hakkında rivâyet yoktur. Esah olan kavil budur. Çünkü daha ihtiyatlıdır. Bu sebeble evlâdır. el-Feyz ve diğer kitablarda teyemmümün sahih olduğu bildirilmiştir. Nitekim ellerinde yara olan kimse kendisine abdest aldıracak biri bulunsa bile teyemmüm eder. İmameyn buna muhâliftir.
İ Z A H :
Ulema buradaki ekseriyetin sınırı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bunu uzvun kendisinde itibar etmişlerdir. Onlara göre yıkanması farz olan uzuvlardan her birinin ekserisi yaralı ise teyemmüm eder. Uzvun ekserisi sağlamsa yıkar. Birtakımları uzuvların sayısı itibara alınacağını söylemişlerdir. Bu takdirde bir kimsenin meselâ: başı, yüzü ve kolları yaralı, ayakları sağlamsa teyemmüm eder. Aksi halde yıkar. Bunu Dürerü'I-Bihâr sahibi söylemiştir. el-Bahr'da şöyle denilmiştir: «el-Hakâik nâm kitabta ikinci kavlin tercih edildiği bildirilmiştir. Şübhesiz ki hilaf abdest hakkındadır. Gusülde ise zâhire göre bedenin mikdar itibariyle ekseriyetine bakılır.» Bahr sahibinin daha makul gördüğübu kavli kardeşi en-Nehir adlı eserinde tasdik etmiştir.
Bunu Nûh Efendi de Allâme Kâsım'dan nakletmiştir. Onun için şârih de kafî lisânla ifade etmiştir.
Uzuvlarının ekserisi sağlam olan kimse onları yıkar. Lâkin yaralı uzva su isabet etmeden sağlamı yıkayabildiği takdirde yıkar. Aksi halde teyemmüm eder. Bunu Hilye sahibi söylemiştir. Meselâ; yara sırtında olur da suyu döktüğünde üzerine akarsa üst tarafındaki yer de onun hükmüne girer ve ona inzimam eder. Nitekim bunu Şürunbulâlî el-İmdâd adlı eserinde incelemiş ve: «Ben bunu görmedim ama söylediklerimiz bu babta açıktır.» demiştir. Uzuvları yaralı olan kimse zarar vermemek şartiyle yaranın üzerine mesh eder. Zarar verirse yarayı bezle sararak üzerine mesh eder. Bunu Hâniyye ve diğer kitablar nakletmiştir. Bu sözün ifade ettiği mânâ Tahtâvî'nin de dediği gibi yaranın üzerine bez sarılmamışsa sarmanın lâzım olmasıdır. Şârihin «Kezâ» diyerek ayırdığı abdest uzuvları meselesi ihtilâflıdır. Buna işaret için onu ayrı zikretmiştir.
Gusül hakkında iki taraf müsâvî olduğu zaman ne yapılacağı hususunda üç imamımızdan rivâyet yoktur. Bu hususta ancak sonraki ulemamız ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: «Uzuvların ekserisi yaralı olduğu zaman nasıl teyemmüm ederse sağlamlarla yaralılar müsavî olduğunda dahi teyemmüm eder; çünkü bazısını yıkamak noksan temizliktir, teyemmüm ise tam temizliktir.» demiş; birtakımları bunun aksine sağlam uzuvların yıkanacağını, yaralıların üzerine mesh edileceğini söylemişlerdir. Zira yıkamak hakikî temizliktir. Teyemmüm hakikî temizlik değildir. Bu iki kavlin hangisi tercih edileceği dahi ihtilâflıdır. Nitekim Hilye'de de böyle denilmiştir. Bahr sahibi ikinci kavlin sahih olduğunu tercih etmiştir. Çünkü daha ihtiyatlıdır. Sonra şunu da bil ki, ben, şârihin yaptığı gibi müsavî oldukları zaman ne yapılacağı hususunda rivâyet bulunmaması meselesini gusle tahsis eden görmedim. Bilâhare Sirâc'da şunu gördüm: «el-Uyûn nam kitabta İmam Muhammed'den naklen; ellerde yara olur da yıkayamazsa bunun misli yüzünde de bulunduğu takdirde teyemmüm eder. Yalnız elleri yaralı ise yıkar; teyemmüm etmez. Bu gösteriyor ki a'zânın yarısı yaralı ise teyemmûm eder, deniliyor». Sirâc'ın sözü burada biter. Ben abdest hakkında İmam Muhammed'den nakledilen rivâyeti gördüm. Şu halde ulemanın «rivâyeti yoktur» sözleri şârihin dediği gibi gusül hakkındadır. Lâkin şârihe şöyle itiraz olunabilir: Sen abdestte müsavî hükmünü yıkamakla meshe verdin. Halbuki el-Uyûn nam eserde bu hüküm teyemmümdür. Tedebbür eyle!
Musannıfın daha ihtiyatlı bulduğu kavil «Abdest uzuvlarının yarısı sağlam, yarısı yaralı olursa sağlamları yıkar; yaralılara mesh eder.» sözüdür ki, bu bâbtaki itirazı gördün. Şârihin «Esah olan budur.» dediği bu kavli Hâniyye ve Muhît sahibleri sahih bulmuşlardır. Bunu el-Bahr kaydetmiştir. el-Feyz ve diğer kitablarda da teyemmümün sahih olduğu bildirilmiştir. Diğer kitablardan murad; Hulâsa, Fethü'l-Kadîr, Zeylaî, İhtiyar ve Mevahip gibi eserlerdir.
Ellerinde yara bulunan kimse yüzünü ve ayaklarını suya daldıramazsa teyemmüm eder. Fakat suya daldırma imkânı bulursa şübhesiz teyemmümsüz bunu yapar. Bu az yukarda el-Uyûn nam eserden naklettiklerimize aykırı değildir.
Şârihin «Abdest aldıracak biri bulunsa bile» sözü, evvelce geçen «İmam A'zam'a göre bir kimse başkasının kudretiyle kâdir sayılamaz.» düsturuna göredir. Lâkin Kınye ve Mübtegâ sahibleri bunu(zaifliğine işâret ederek) «deniliyor» sözü ile ifade etmiş; kat'i olarak da tafsilâta kâil olmuşlardır ki, muvafık olan budur. Çünkü âciz hasta meselesinde evvelce görüldüğü vecihle böyle bir hasta kendisine yardım edecek kimse bulursa zâhir rivâyete göre teyemmüm edemez. Buna dikkat et!
TETİMME: - Bir kimsenin abdest uzuvlarının ekserisinde suyun zarar verdiği yara, teyemmüm yerlerinin ekserisinde de teyemmümün zarar verdiği yara bulunsa, o kimse namaz kılmaz. İmam Ebû Yusuf: «Yıkayabildiğini yıkar; namazını kılar. Bilâhare kaza eder.» demiştir. Bunu Zeylaî naklediyor.
M E T İ N :
Teyemmümle yıkamanın ikisini birden yapmaz. Nitekim hayızla gebelik veya hastalık kanı yahut nifas birarada bulunmadığı gibi nifasla hastalık kanı veya hayız; zekâtla öşür veya haraç yahut sadaka-i fıtır; öşürle haraç; fidye ile oruç veya kısas; ödeme ile el kesmek; ödeme ile ücret; dayakla recm veya sürgünlük; mehir, ile müt'a; mehir ile haddi şer'î; mehirle ifdâ' parası; mehirle cima'dan kadının ölmesi; mehri müsemmâ ile mehr-i misil; vasiyet ile mirâs vesaire birarada bulunamazlar ki, bunlar inşaallah yerlerinde görülecektir. Bir kimsenin başında ağrı bulunur da abdestsiz iken üzerine mesh edemez, cünüb iken de yıkayamazsa o kimseden mesh farzı sâkıt olur. El-Feyz nam eserde Garibi'r-Rivâye'den naklen teyemmüm eder denilmiştir. Kaariu'l-Hidâye meshin sâkıt olduğuna fetva vermiştir.
Sargı üzerine mesh hakkında iki kavil vardır. Başın cünüblükten yıkanması da sâkıttır; üzerine mesh eder. Velev ki sargı üzerine olsun. Şâyet bu da zarar verirse mesh aslen sâkıt olur. Ve hakikaten mevcud olmayandaki gibi bu uzuv hakkında da hükmen yok sayılır.
İ Z A H :
Teyemmümle yıkamanın ikisi birarada bulunamaz. Çünkü bunda bedel ile mübdeli biraraya getirmek vardır. Ama teyemmümle eşek artığını biraraya getirmek böyle değildir. Zira farz ikisi ile değil, biri ile edâ edilir. Bunlar şübheden dolayı biraraya getirilir. Bunu Bahr sahibi beyan etmiştir. Şârihin bundan sonra sıraladığı şeylerin birarada bulunamamasından maksad; iki tarafın birbirini takip etmemesidir. Yani her ne zaman biri bulunursa öteki bulunamaz. Yoksa taraflardan biri ile de içtima câiz değildir mânâsına gelmez. Çünkü bu bir sayı ile inhisar altına alınamaz. Meselâ; namaz, oruç veya hacla beraber hayız içtima edemez. Küfürle bütün ibâdetler içtima edemez...
«Hayızla gebelik veya hastalık kanı yahut nifas birarada bulunamaz.» cümlesinden murad; hayızla bu üç şeyden biri beraber bulunamaz, demektir. Hayız bulundu mu bunlardan biri bulunmaz. Bunlardan biri bulunursa hayız bulunmaz. Bundan sonraki misâllerde de aynı söz söylenir. Bazıları, şârihin: «Nifasla hastalık kanı veya hayız birarada bulunmaz.» ifadesinin aslı nüshasında mevcud olduğunu söylerler. Bazı nüshalarda ise «veya hayız» yerine «veya gebelik» denilmiştir. Buna göre İbârede tekrar yoktur. Lâkin Tahtâvî'nin dediği gibi burada: «Nifas bazen gebelikle beraber bulunabilir. İkiz doğan çocukların ikincisinde hal böyledir. Çünkü ulema nifasın birinci çocuktanbaşladığını söylemişlerdir.» şeklinde bir itiraz vârid olabilir. Hâsılı ihtimaller altıdır. Bunların üçünde hayzın başkası ile beraber, ikisinde nifas başkası ile beraber tasavvur olunur. Altıncısı gebelik hastalık ile beraberdir.
Halebi diyor ki: «Şârih bunu bırakmıştır. Çünkü onda beraberlik sahihtir.» Zekâtla öşür veya haraç birarada bulunamaz. Çünkü blr malda zekât farz olursa öşürle haraç farz olmaz. Bu açıktır. Aksi de böyledir. Meselâ; bir kimse tarlasından çıkan mahsulün öşrünü yahut haraç yerinden çıkanın haracını verir de kalan mahsülde ticareti niyet eder ve üzerinden sene geçerse o mahsulün zekâtı yoktur. Kezâ bir haraç veya öşür yeri satın alır da onunla ticareti niyet eder; üzerinden sene geçerse hüküm yine böyledir. Zira şârihin zekât bahsinde beyan edeceği vecihle öşür veya haraç arazisinden çıkan mahsülde iki hak biraraya gelmesin diye ticareti niyet etmek sahih değildir. Keza ticareti niyet ederek bir haraç veya öşür arazisi satın alır da oraya bir şey ekerse o arazi ticaret için olmaz; çünkü mâni mevcuddur.
Fitre meselesinde hizmet için kullanılan köleler hakkında fitre var, zekât yoktur. Ticaret için alınan kölelerin üzerinden sene geçerse zekât var, fitre yoktur. Bunu Halebî söylemiştir. Öşürle birlikte haraç yoktur. Yer, öşür arazisi ise çıkanın öşrü, haraç arazisi ise haraç vardır. Bilmiş ol ki, bu dört şeyde de ihtimaller altıdır. Üçü zekâtın başkası ile beraber olmasında, biri haraçla beraber öşürde, ikisi de fitre ile öşürde yahut haraçtadır. Şârih bu ikisinin tasavvur edilemedikleri için zikretmemiştir. Bunu da Halebî beyan etmiştir.
Fidye ile oruç biraraya gelemez. Üzerine oruç tutmak farz olan kimseye fidye lâzım gelmediği gibi fidye farz olana da oruç tutmak lâzım gelmez. Eıverir ki âcizliği devam etsin. Oruç tutmaya kâdir olursa tutar. Lâkin fidye olarak verdiği artık fidye değildir. Çünkü fidyenin şartı daimî acizdir. Binaenaleyh ikisi bir arada olamaz. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Şarih «veya kısas» sözü ile keffâreti de kasdetmiştir. Yani fidye ile oruç, keffâret ve kısası bir araya gelemez. Kısas ile birlikte keffârette dese daha iyi olurdu. Nitekim Bahr sahibi öyle yapmıştır. Anla!
Çünkü kısas kasdeh yapılan cinayette, kefâret ise kasdî olmayandadır. Bunlardan biri vâcib oldu mu diğeri vâcib olmaz. Ödeme ile el kesmek bir araya gelemez. Çünkü hırsızın evvela eli kesilirse, helâk olan veya helâk edilen malı ödemez. Evvela kıymeti öderse ondan sonra eli kesilmez. Zira o malı çaldığı zamana istinat etmek suretiyle mâlik olur. Evet, el kesmekle noksanlık ödemesi bir araya gelebilir. Meselâ; hırsız, çaldığı elbiseyi evden çıkarmadan yırtarsa hem eli kesilir hem elbisenin noksanlığı ödettirilir. Lâkin bu çalınanın ödenmesi değil, itlâfı ödemesidir. Ödeme el kesmeyi icab eden sebeble vâcib olmamıştır. Anla!
Ödeme ile ücret bir araya gelemez. Bir kimse binmek için bir hayvan kiralasa da o hayvana binse, kira vermesi vâcib olur. Hayvan ölürse onu ödemez. Ama başkasını bindirir de ölürse öder. Ücretini vermesi lâzım gelmez. Hayvanı muayyen bir mikdar yükü taşımak için kiralar da fazlasını yükletirse hayvan buna tahammül edemeyip öldüğü takdirde yük ücretini vermesi ve ziyade yüklediği için hayvanı ödemesi lâzım gelir. Bu ödemenin sebebi başka ücretin sebebi de başkadır. Zinâda dayakla recm bir araya gelemez. Zira dayak bekârlara recm evlilere tatbik edilir.
Sürgünden murad; o şahsı bir sene gurbete göndermektir. Nitekim İmam Şâfiî onu böyle tefsir etmiştir. Fakat sürgünlük hapsetmek mânâsına alınırsa o zaman dayakla bir araya gelir. Bunu Halebî söylemiştir. Maksad şudur: bekâra dayak cezası tatbik edildiğinden sonra hükümdar, lüzum görmedikçe sürgün edilmez. Hükümdar bunu siyaseten yapabilir. Murad, sürgün edilirse dayak vurulmaz demek değildir. Binaenaleyh sürgünlüğü burada saymak söz götürür. Teemmül et!
Mehirle müt'a bir araya gelemez. Çünkü cimadan önce boşanan kadına müt'a, mehir konmuşsa kadın bu mehrin yarısını alır. Mehir konmamışsa müt'a verilir. Ama bu vâcib olan müt'a hakkındadır. Müstehab olan müt'a ise mehirle bir araya gelir. Mehirle hadd-i şer'î (yani şer'î ceza) bir araya gelemez. Bir kimse zinâ ederse kendisine hadd-i şer'î tatbik edilir; mehir verdirilmez. Cima'ı zinâ değilse mehir verir; hadd-i şer'î vurulmaz. Bunu Halebî beyan etmiştir. Mehirle ifdâ' parası bir araya gelmez. (İfdâ : Cima ederken kadının iki necaset yolunu birleştirmektir.) Bir kimse karısıyle cinsî münasebette bulunurken onu iki yolunu birleştirirse İmam A'zam'la İmam Muhammed'e göre ödemesi icab etmez. Mehirle cima'dan ölüm de bir araya gelemez. Bunu da Halebî söylemiştir. Ama bu hüküm kadın bulûğa ermiş, irâdesine sahip ve cima'a dayanıklı olduğuna göredir. Böyle değilse kocasının tam olarak diyetini ödemesi icab eder. Nitekim bunu Şürunbulâlî Vehbâniyye şerhinde yazmıştır.
Sonra bu meselenin de burada bahis mevzuu edilmesi söz götürür. Çünkü maksad, karısı için ödeme lâzım gelince mehrini vermek lâzım gelmez demek değildir.
Binaenaleyh iki şeyin bir araya gelememesi yalnız bir taraftan gelmiştir. İnşaallah Cinayetler Bahsinde katil bâbında göreceğiz ki, bir adam bu işi karısından başka bir kadınla yaparsa, zorla ırzına geçerek iki yolunu birleştirdiği takdirde kendisine hem haddi şer'î tatbik edilir; hem de ifdâ' diyeti ödettirilir. İfdâ' diyeti, kadın çişini tutabildiği takdirde bütün diyetin üçde biridir. Tutamazsa bütün diyettir. Anla!
Mehr-i müsemma ile mehr-i misil bir araya gelemez. (Mehr-i müsemma: adı konmuş mehirdir. Mehr-i misil: Kadının, baba tarafından akrabasından birinin mehri kadar mehir vermektir.) Çünkü kocası câiz olan bir mehrin adını koyar, yani verecek olursa, onu vermesi vâcib olur. Mehir koymaz veya domuz ve şarap gibi câiz olmayan bir şeyi mehir tâyin ederse mehr-i misil vermesi icab eder. Bunu Tahtavî beyan etmiştir.
Vasiyetle mirâs da bir araya gelmez. Vasiyeti hak eden kimse mirâsa hak kazanamaz. Bunun aksi de böyledir. Ama bu mirâsta red yolu ile hisse alanlar hakkındadır. Karı ile kocadan biri diğerine vasiyet eder de başka mirâscısı bulunmazsa o zaman bir arada bulunurlar. Diğer mirâscılar razı oldukları takdirde dahi bir arada bulunurlar.
Şârihin yerlerinde görüleceğini vaad ettiği sair bir arada bulunamayan şeylerden bazılarını Hamevî «Kenz» şerhinde beyan etmiştir ki, şunlardır: Kısasla diyet, taksim ücretiyle hisse biraraya gelemez. Müşterek bir hâne taksim ettiği için ücrete hak kazanan bir kimse o hâneden hisse alamaz. Aksi de böyledir.
Öğle ile cuma bir araya gelemez. Yolcu gibi kendisine öğle namazı farz olan kimseye cuma namazı farz değildir. Aksi de böyledir.
Şâhidlikle yemin bir araya gelemez. İki taraftan birine şâhid getirmek lâzım gelirse karşı tarafa yemin gerekmez. Aksi de böyledir. Teemmül et! Ama tarafların birinden tasavvur olunabilir. Meselâ, dâvâcı iddia edip şâhid getirirse dâvâlıya yemin ettirilmez. Mutemed kavle göre şâhidlere de yemin ettirilmez. Bir şâhidle karşı tarafın yemini meselesinde de tarafların birinde şâhidlikle yemin bir araya gelirler. Ama bizim mezhebimize göre bir şâhidle yemin kabul edilmez.
Nikâhla mülk-i yemin biraraya gelemez. Nikâhlı olan bir kimse karısını mülk edinemez. Aksi de böyledir. Hâne taksimindeki ücrette olduğu gibi müşterek bir malı taşımak hususunda da ortaklıkla ücret bir araya gelemez. Ebû Yusuf'un kavline göre sahibli bir cariye ile zinâ edip öldüren kimse hakkında hadd-i şer'î ile cariyenin kıymeti bir araya gelemez. Tarafeyn'e göre ise zinâ sebebi ile hadd katl sebebi ile de kıymetini ödemek lâzım gelir.
Musannıf Hudud Bahsinde bu kavh tercih etmiştir. Tafsilâtı Hudud Bahsinde görüleceği vecihle bir cariye ile zinâ ederek iki yolunu birleştiren kimse meselesinin bazı suretlerinde hadd-i şer'î ile ifdâ' kıymeti bir araya gelemez. Zâhire bakılırsa bu mesele cinsî münasebet şübhe ile yapılmadığına göredir. Şübhe ile yapılırsa hadd yoktur. Her iki surette kıymet ödemek vâcib olur.
Kıymetle fiyat bir araya gelemez. Çünkü satış sahih ise fiyatı vermek vâcib olur. Fâsid ise malı sahibine iade etmek mümkün olmadığı takdirde kıymetini vermek icab eder. Hadd-i şer'î ile liân bir araya gelemez. Nezaret ücretiyle amel ücreti de bir araya gelemez. Vakıf bir hânede amele ile birlikte nazır da çalışırsa yalnız amele ücreti alır. Nezaret ücreti alamaz. Burada sayılanlar onbir yerdir. Şerhdeki yirmi üç yerle birlikte mecmuu kırk üç olur.
Ben derim ki: Ben de şunları ilâve ediyorum. Rehinle icâre bir araya gelemez. Bir kimse bir malı rehin eder de sonra kiraya verir yahut bunun aksini yaparsa câiz olmaz. Kezâ rehinle emâneten verilen mal böyledir. Müsâkat iIe şirket, ayaklar da yıkamakla mesh. Mekkelilere hac ile ömre, nikâh ile süt ücreti bir araya gelemez. Sonra Şürunbulâlî' nin el-İmdâd'da katl ile vasiyetin, katl ile mirâsın ve mestlerin birindeki yırtığın ötekindeki yırtıkla bir araya gelemeyeceğini ilave ettiğini gördüm. Araştırılırsa bunlar daha da artar.
Kaariü'l-Hidâye: Ehl-i tahkik ulemadan İbnü'l-Hümâm'ın üstadı Allâme Siraceddin'dir. Onun buradaki fetvasını Bahr sahibi Cellâbî'den nakletmiştir. Allâme İbni Şıhne onu Vehbâniyye üzerine yazdığı şerhinde manzum olarak kaleme almış ve: «Bu, mühimdir. Ben onu garabetinden ve ekseri kitablarda bulunmadığından manzum olarak yazdım.» demiştir.
Sargı üzerine mesh hakkında iki kavil vardır. Nehir sahibinin Bedâyi'den nakline göre vâcip olması tercih edilir. Nehir sahibi: «İtimâda şayan olan kavil budur.» demiş; Bahr sahibi ise: «Doğrusu vacip olmasıdır.» ifadesini kullanmıştır. Tamamı bundan sonraki bahsin sonunda gelecektir. Başın üzerinde sargı varsa, bağlı olmadığı takdirde mümkünse bağlaması icab eder. Sargı üzerine mesh dahi zarar veriyorsa mesh hükmü aslından sâkıt olur. Allahu a'lem.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...