NİFAS BÂBI
M
ETİ N
Nifas
lügatta; kadının doğurması mânâsına gelir. Şeriatta ise; çocuk veya çocuğun
ekserisi -velev parça parça uzuvlar halinde olsun- çıktıktan sonra rahimden
gelen kandır. Azı çıktıktan sonra kan gelirse nifas değildir. Kadın imkân
bulursa abdest alır; yahut teyemmüm eder. Namazını imâ ile kılar; geciktiremez.
Kudretli, sağlam kimsenin ne özrü olabilir?
Doğuran
kadın hiç kan görmezse nifaslı olur mu? Mu'temed kavle göre evet olur. Çocuğu
göbeğinden doğurursa rahimden kan geldiği takdirde nifaslıdır. Aksi halde
nifaslı değil, yaralıdır. Velev ki çıkana çocuk hükümleri sâbit olsun.
Nifasın
hükmü, her şeyde hayız gibidir. Yalnız yedi yerde ondan ayrılır. Ben bunları
Hazain'de ve Mültekâ şerhinde beyan ettim. Bazıları şunlardır:
Nifasın
en azı için sınır yoktur. Meğer ki iddet beklemek için buna ihtiyaç ola. Meselâ;
kocası, doğurduğun vakit boşsun der de kadın: benim iddetin geçti cevabını
verirse İmam A'zam en az nifas müddeti için üç hayızla birlikte yirmibeş gün,
Ebû Yusuf onbir gün, İmam Muhammed bir saat sınır tâyin etmişlerdir. Nifasın en
çoğu kırk gündür. Tirmizî ve başkaları onu böyle rivâyet etmişlerdir. Bir de
nifasin en çoğu, hayzın çok müddetinin dört mislidir.
İ
ZA H
Çocuğun
az mikdarı çıktıktan sonra gelen kan nifas değildir. Kadın abdest alarak
namazını kılar. Rükû ve sücûda imkân bulamazsa imâ ile kılar. Bahr sahibi
Zahîriyye'den naklen şöyle diyor: «Bu kadın namazını kılmazsa âsî olur. Acaba
namazını nasıl kılacaktır? Ulema kadına bir leğen getirilip altına konacağını
yahut bir çukur kazıp üstüne oturtulacağını ve çocuğuna eziyet vermemesi İçin
namazını orada kılacağını söylemişlerdir.» «Kudretli, sağlam kimsenin ne özrü
olabilir?» suali istifhamı inkârıdır. Yani namazı terk etmek yahut geciktirmek
için hiç bir özrü yoktur demektir. Münyetü'I-Musallî nâm eserde şöyle
denilmiştir: «Bak! Ve bu meseleyi bir düşün! Namazın geciktirilmesi için bir
özür bulabilecek misin! Onu terk edenin vay haline!...»
Çocuk
kupkuru doğar da kan gelmezse mu'temed kavle göre kadın nifaslı olur. Buna göre
kan umumîleştirilerek; kan ister hakikî, ister hükmî olsun denilir. Nitekim
Kuhistânî'de böyle denilmiştir.
«Çocuğu
göbeğinden doğurursa» ifadesi yerine Bahr nâm eserde: «Göbeği tarafından
doğurursa. meselâ karnında yara bulunur da yarılır ve çocuk ondan çıkarsa»
ibâresi vardır. Bu halde kan rahimden gelirse kadın nifaslıdır. Çünkü doğumun
akabinde kan rahimden çıkmıştır. Kan göbekten gelirse nifas değildir. Velev ki
çıkana çocuk hükmü verilsin. Bahr sahibinin Zahîriyye'den nakline göre buna
çocuk hükmü verilerek iddet biter.
Cariye
ümmü veled olur. Erkek boşamayı kadının doğurmasına bağlamışsa kadın boş olur.
Çünkü şart bulunmuştur.
Nifasın
hayızdan ayrıldığı yedi yeri Halebî şöyle sıralamıştır: Bülûğ, istibrâ, iddet,
nifasın azı için sınır bulunmaması, çok müddetinin kırk gün olması, keffâret
orucunda nifasın tetabbu'u kesmesi ve nifasın sünnî talâkla bid'i talak arasında
fâsıla teşkil etmemesi.
Nifas
kanı ile bülûğa ermek tasavvur edilemez. Çünkü bundan önce gebelikle bülûğ hâsıl
olmuştur. (İstibrâ: rahimde çocuk olup olmadığını anlamaktır.) İstibrânın sureti
şudur: Bir odam hamile bir cariye satın alır da cariye onun yanında bir çocuk
doğurur, ikinci çocuk karnında kalırsa iki çocuğun arasında gelen kan nifastır.
Ama istibrâ ancak ikinci çocuğun doğmasiyle hâsıl olur.
İddetin
sureti de şudur: Bir adam karısına «Doğurduğun vakit boş ol!» der de kadın
doğurur ve sonra «iddetim bitti» derse nifastan başka üç hayız müddeti beklemesi
lâzım gelir. Nitekim izahı ileride gelecektir. Bunu Sirâc sahibi söylemiştir. Bu
kadın için İmam A'zam en az nifas müddeti olmak üzere yirmi beş gün takdir
etmiştir. Çünkü daha az tâyin etse kırk gün içinde kan tekrar geldiği takdirde
adetinin bozulmasına müeddî olur. Zira İmam A'zam'ın kaidesine göre kan kırk
günün içinde gelirse araya giren kansız günler az olsun çok olsun fâsıla teşkil
etmez. Hatta kadın bir saat kan görür; kırk günden iki saat noksan kan görmeden
geçer, sonra bir saat kan görürse bütün kırk gün nifas sayılır. Fetva da buna
göredir.
Nehir
sahibi Hulâsa'dan böyie nakletmiştir. Yani nifasın en az müddeti yirmi beş
günden az takdir edilse ve ondan sonra gelen en az temizlik devresi onbeş gün
geçse, sonra tekrar kan gelse nifas sayılır. Ve bu suretle âdetin bozulması
lâzım gelir. Ama yirmibeş gün takdir edilirse iş değişir. Zira tekrar gelen kan
kırk gün tamamlandıktan sonra geldiği için hayız olur. Üç hayızla birlikte İmam
A'zam'a göre takdir edilen yirmibeş gün kadının tasdik edileceği en az müddettir
ki, mecmûu seksen beş gün eder. Bunun yirmi beş günü nifas, onbeş günü temizlik
devresi. sonra beşer günden üç hayız müddeti ve iki hayız arasında geçen iki
temizlik devresi otuz gündür. Bunu ondan İmam Muhammed rivâyet etmiştir. İmam
Hasan'ın rivâyetine göre ise kadın yüz günden daha az müddette tasdik edilmez.
Zira bu rivâyete göre her hayzı onar gün takdir etmiştir. Meselenin tamamı
Sirâc'dadır. İmam Ebû Yusuf nifasın en azı için onbir gün takdir etmiştir. Tâ ki
hayzın çoğundan fazla olsun. Kadının tasdik edileceği en az müddet ona göre
altmış beş gündür. Bunun onbiri nifas, onbeş günü tuhur (temizlik devresi),
dokuz günü de üçer günden üç hayızdır. İki hayız arasında otuz günlük iki tuhur
vardır. Bunu Halebi söylemiştir.
İmam
Muhammed ise bir saatle takdir etmiştir. Şu halde ona göre kadın elli dört gün
bir saatte tasdik edilir. Bunun onbeş günü tuhur, dokuz günü üç hayız, iki
tuhuru da otuz gündür. Bütün bunlar hür olan nifaslı hakkındadır. Cariye ile
nifaslı olmayan kadının hükümleri inşâallah İddet Bahsinde gelecektir. En çok
nifas müddetinin kırk gün olduğunu Tirmizî ve başkaları manâ itibariyle rivâyet
etmişlerdir. Fethü'l-Kadîr'de şöyle denilmiştir: «Ebû Dâvûd, Tirmizî ve
başkaları Ümmü Seleme'den rivâyet etmişlerdir ki, şöyle demiştir: Peygamber
(s.a.v.) zamanında nifaslı bir kadın kırk gün otururdu. Buhârî bu hadîsi senâda
bulunmuş, Nevevî hasen bir hadîs olduğunu söylemiş; Hakim de sahih olduğunu
bildirmiştir. Dârekutnî ile İbn Mâce'nin Hazreti Enes'den rivâyet ettikleri bir
hadîste Enes (r.a.): Rasûlüllah (s.a.v.) nifaslı kadın için kırk gün vakit tâyin
etti. Meğer ki bundan önce tuhur görmüş olsun! demiştir. Bu hadîs taandan hâli
kalmayan birçok yollardanrivâyet olunmuştur. Lâkin rivâyet yollarının çokluğu
sebebiyle hasen derecesine yükselmiştir.» Bu cümleler Fethu'l-Kadîr'den
kısaltılarak alınmıştır.
Nifasın
en çoğu, hayzın çok müddetinin dört mislidir. Bahr'da da beyan edildiği vecihle
bu, bilittifak böyledir. Hatta hayzın en çok müddeti onbeş gündür diyenler dahi
nifasın çok müddetinin altmış gün olduğunu söylemişlerdir. Bunu Halebî
bildiriyor.
İSTİHAZA
BÂBI
M
ET i N
Kadın
yeni hayız görenlerden ise nifasın çok müddetinden daha fazla devam eden kan
istihaza (hastalık kanı) dır. Âdeti varsa âdetine havale edilir. Hayız da
öyledir. Kan her ikisinin çok müddetinde yahut daha önce kesilirse hepsi
nifastır. Kezâ hayzın arkasından tam temizlik devresi gelirse o da öyledir. Aksi
takdirde âdetine itibar edilir. Âdet bir defada sâbit olur; bir defada intikal
eder. Bununla fetva verilir. Tamamı Mülteka üzerine yazdığınız derkenardadır.
ikiz
doğuran kadının nifası birinci çocuktan başlar. İkizler, aralarında yarım yıldan
az müddet olan çocuklardır. Üçüzler de öyledir. Sahih kavle göre velev ki
birinci ile üçüncü arasında yarım yıldan fazla zaman olsun. İddetin bitmesi
bilittifak son çocuktan başlar. Çünkü bu iş rahmin boşalmasına bağlıdır.
Düşürülen cenînin el, ayak, parmak, tırnak ve saç gibi bazı uzuvları belli
olursa çocuk hükmündedir. Cenînin uzuvları ancak yüz yirmi günden sonra belli
olur. Kadın onunla nifaslı olduğu gibi cariye de ümmü veled olur. Erkek tâlik
yapmışsa onunla hânis olur. İddet de onunla biter. Ceninin hiç bir uzvu belli
değilse bir şey değildir. Kadından gelen kan üç gün devam eder ve ondan önce tam
bir temizlik devresi geçerse hayızdır. Böyle olmazsa istihazadır.
Düşen
ceninin hâli ve kadının hamilelik günlerinin sayısı bilinmezse kan devam ettiği
takdirde yüzde yüz hayız olduğunu bildiği günlerde namazı bırakır. Sonra yıkanır
ve namazını özürlü gibi kılar.
İ
Z A H
Nifasın
çok müddetinden daha fazla devam eden kan yalnız yeni hayız görenler hakkında
istihaza sayılır. Kadının adeti tesbit edilmişse âdetine havale olunur. Yani
adetinden ziyade gelen kan hastalık kanı olur. Sâdece nifasın çok müddetinden
fazla gelen kanı istihaza saymakla iktifa edilmez.
Şârih
«Âdetine havale olunur.» sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh âdetini kan
görmekle veya temizlik devresi ile bitiren kadına şâmildir. Ama bu, İmam Ebû
Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre âdetini kan görmekle bitirirse öyledir.
Fakat temizlik devresiyle bitirirse öyle değildir. Dunun izahı Asıl nâm kitabta
şöyle yapılmıştır: Kadının nifastaki âdeti otuz gün olur da kanı yirmi günde
kesilirse adeti tamam oluncaya kadar on gün kan görmezse namazını kılar: orucunu
tutar. Sonra tekrar kan gelir de devam üzere akarsa kırk günü geçtiğinde otuzdan
fazlası istihaza olur. On gün zarfında tuttuğu orucu kâfi gelmez, kazası icab
eder. İmam Muhammed'in mezhebine göre ise bu kadının nifası yirmi gündür. Ondan
sonra tuttuğu orucu kaza etmez. Bunu Bedayi'den naklen Bahr kaydetmiştir.
«Hayız
da öyledir.» Yani ilk defa hayız gören bir kadından on günden fazla kan gelirse,
fazlası istihaza olur. Âdet sahibi olan kadın ise âdetine havale edilir. Bunu
Tahtâvî söylemiştir.
«Yahut
daha önce» ifadesinden murad; kan nifas veya hayzın çok müddetinden önce kesilir
de âdetinden fazla olursa hepsi nifastır demektir. Bahr nâm eserde şöyle
deniliyor: «Çok müddetinden fazla» diye kayıd etmesi yalnız âdetinden fazla olup
çok müddetinden fazla olmadığısurette sonunda sahih bir temizlik devresi gelmek
şartiyle bilittifak hayız sayıldığı içindir. «Hayzın arkasından tam bir temizlik
devresi gelirse o da öyledir.» ifadesi hakkında Bahr sahibi şunları söylemiştir:
«Tam temizlik devresi diye kayıdlamamız şundandır: Kadının her ay başında meselâ
beş gün hayız görmek âdeti olsa da altı gün kan görse altıncı günde hayız
sayılır. Bundan sonra ondört gün temizlik devresi geçirerek bir gün daha kan
görürse âdetine havale edilir ki, o da beş gündür; altıncı gün istihaza olur. O
günde terk ettiği namazları kaza eder.» Sirâc'da da böyle denilmiştir.
Halebi
diyor ki: Bunun nifastaki sureti şudur: Kadının her nifasta âdeti otuz gün kan
görmek olur da sonra bir defa otuz bir gün kan görür; arkasından ondört gün bir
temizlik devresi geçirir ve hayzını görürsa bu kadın âdetine havale edilir.
Adeti otuz gündür. Ziyade olan bir gün temizlik devresi olan onbeş günden
sayılır.»
Şârih;
«Âdet bir defada sâbit olur; bir defada intikal eder.» sözüyle kadının tam
temizlik devresinden sonra ikinci defa gördüğü kanın kendisi için âdet olduğuna
işaret etmiştir. Bu bir defada intikale misâldir. Bir defada sâbit olmasına
misâl şudur: İlk defa hayız gören bir kadın sahih bir hayızla salih bir temizlik
devresi geçirdikten sonra kendisinden devam üzere kan gelse, gerek hayzı gerekse
temizliği hususunda âdeti ilk gördükleri olur. Onlara havale edilir. Lâkin
evvelce Birgivî'den naklen beyan ettiğimiz vecihle bu mesele temizlik devresinin
altı aydan az olmasiyle kayıdlıdır. Aksi takdirde temizlik devresi altı aydan
bir saat noksan olur; hayzı ise hâli üzere bırakılır.
Şârihin:
«Bununla fetva verilir.» dediği kavil İmam Ebû Yusuf'undur. Tarafeyn buna
muhâliftir. Sonra buradaki hilâf aslî âdet hakkındadır. Aslî âdet, kadının iki
defa yahut daha fazla peşipeşine aynı mikdarda hayız ve aynı mikdarda temizlik
devresi görmesidir. Yapma âdet hakkında hilâf yoktur. Meselâ; kadın birbirine
uymayan temizlik devreleri ve kezâ birbirine uymayan hayız günleri geçirirse
yapma âdet muhâlefi görülmekle bilittifak bozulur. Bunu Nehir sahibi
kaydetmiştir. Tam izahı Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablardadır.
Birgivi,
risâlesinin derkenarında âdet intikalinin hayzın en mühim bahislerinden biri
olduğuna tenbihte bulunmuştur. Çünkü çok vukubulur; anlaması güçtür; icrası
müşkildir. Risâlede beyan edildiğine göre bu hususta kaide şudur: Âdete
muhalefet nifasta olursa kan kırk günden fazla geldiği takdirde âdet bâkidir.
Kadın ona havale edilir. Âdetinden geri kalanı istihazadır. Kırk günü geçmezse
kadının âdeti, kan gördüğü günlere intikal eder ve hepsi nifas sayılır.
Muhâlefet hayızda olursa kan on günden fazla geldiği takdirde ödetin zamanı
hakkında nisab (ölçü) konulmamışsa âdet zaman itibariyle intikal eder; sayı
itibariyle ilk hayız gördüğü hâli olduğu gibi kalır. Âdet hakkında nisab
konmuşsa yalnız âdet zamanındaki hayız olur. Geri kalanı istihazadır. Görülen
kan sayı itibariyle âdetine müsavî ise âdet bâkidir. Musavî değilse âdet sayı
itibariyle noksan gördüğüne intikâl eder ve on günü geçmezse hepsi hayızdır.
Sayı ile âdet müsavî değillerseikincisi âdet olur. Böyle değilse sayı hâli üzere
kalır. Birgivî bundan sonra buna misâller vererek makamı izah etmiştir. Bu
risâleye ve bizim yazdığımız şerhine müracaat et!
«Tamamı
Mültekâ üzerine yazdığımız derkenardadır.» diyen şârih, orada bizim yukarıda
Sirâç'dan naklen anlattıklarımızı söylemiştir. «Tamamı» dediği yalnız intikal
meselesi değil, bütün söyledikleridir. Zira orada söyledikleri buradakinden
fazla değildir. Anla!
TETİMME:
- Ulema âdet sahibi bir kadının mücerred adetinden fazla kan görmekle namazı ve
orucu bırakıp bırakmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları on günden fazla
olması ihtimalini gözönünde bulundurarak bırakamayacağını söylemiş; birtakımları
asılla istishap ederek: «Evet bırakır» demişlerdir. (Asılla istishap, asılın
şimdiki haline bakarak gelecekte de öyle olacağına istidlâl etmektir.) Nihâye,
Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda bu, sahih kabul edilmiştir. Nifas hakkında da
hüküm budur. İlk defa hayız gören hakkında dahi ihtilâf etmişlerdir. Sahih kavle
göre böyle bir kadın kanı görür görmez namazı, orucu bırakır. Nitekim Zeylaî de
aynı şeyi söylemiştir. İhtiyaten kocası hâlini yüzde yüz anlayıncaya kadar bu
kadına yaklaşmamalıdır. Bunu Nûh Efendi söylemiştir.
İkiz
doğan çocuklarda ikinci çocuktan sonra görülen kan kırk gün içinde olursa
birinci nifastan sayılır. Aksi takdirde bu kan istihazadır.
Rivayete
göre Ebû Yusuf, İmam A'zam Hazretlerine: İki çocuk arasında kırk gün olursa,! ne
buyurursun?» diye sormuş, Hazreti İmam: «Bu olamaz!» cevabını vermiş. «Ya
ölürse!» deyince, Ebu Yusuf: Patlasa da kadına ikinci çocuktan nifas yoktur.
Lâkin bu kadın ikinci çocuğu doğurduğu zaman yıkanır ve namazını kılar,demiştir.
Ziya ve diğer kitaplarda da bildirdiği vecihle sahih olan budur. Bu kimse
Hazain'in derkenarından alınmıştır.
Bazıları:
«İki çocuğun arasında kırk gün olursa kadına nifas ikinci çocuktan icab eder.»
demişlerdir. Nihâye ve Bahr nâm eserlerde bildirildiğine göre sahih olan kavil
birincisidir. Sonra musannıfın beyan ettiği kavil Şeyhayn'ındır. İmam
Muhammed'le Züfer'e göre nifas ikinci çocuktan başlar. Birincide gördüğü kan
istihazadır. Hilafın semeresi Nehir adlı kitabtadır.
Musannıf:
«İddetin bitmesi bilittifak son çocuktan başlar..» sözüyle birinci meselede
hilâf olduğuna işaret etmiştir. Nitekim beyan ettik. «Çünkü bu iş rahmin
boşalmasma bağlıdır.» cümlesindan murad; iddetin bitmesi, rahimin boşalmasına
bağlıdır, demektir. Rahim ise ancak içindekilerin tamamen çıkmasiyle boşalır.
Bunu Tahtavi söylemiştir.
«Bazı
uzuvları belli olursa ilah..... » cümlesi hakkında Bahr sahibi «Maksad ruh
verilmesidir. Yoksa uzuvların belli olması daha önceden görülür.» demiştir. Ama
maksadın onun söylediği gibi olmasına imkan yoktur. Bu meseleyi Bedayi' ve diğer
kitablar şöyle izah etmişlerdir: Ana karnında cenîn kırk gün nutfe (menî), kırk
gün kan pıhtısı ve kırk gün et parçası olarak kalır, Ikdü'l-Ferâid adlı eserde
de şöyle anlatılmıştır:
«Ulemanın
beyanlarına göre kadının hamli et parçası yahut kan pıhtısı bulunduğu ve hiç bir
uzvu yaratılmadığı müddetçe kanı indirmek için ilâç kullanması mubahtır. Bu
müddeti ulema yüz yirmi gün olarak takdir etmişlerdir. Bunu mubah görmeleri,
cenin henüz insan olmadığı içindir.» Nehir'de de böyle denilmiştir.
Ben
derim ki: Lâkin buna göre Bahr sahibinin sözü müşkil olur. O : Uzuvların belli
olması daha önceden görülür.» demiştir. Hem bu söz sahih hadîs kitablarının
bazılarındaki şu rivâyete de uygundur:
Nutfenin
üzerinden kırk iki gece geçdi mi A L L A H ona bir melek gönderir. Melek ona
şekil verir. Kulağını, gözünü ve cildini yaratır.» Keza bu söz hekimlerin
söylediklerine de uygundur.
Dâvût-u
Antaki Tezkire adlı eserinde hülâseten şunları söylemiştir «Hamilelik halleri
yedidir. Birinci hal bir haftaya kadar devam eden su halidir. Ondan sonra haricî
zar teşekkül eder ve iç kısmı bitişerek nutfe olur. Bu ikinci haldir. On altı
güne kadar uzamalar meydana gelir ve kırmızı pıhtı haline döner. Bu üçüncü
haldir. Sonra et parçası olur. Bu dördüncü haldir. Ve ortasında kalbin sonra
beynin şekli yirmi yedi günde meydana gelir. Sonra otuz iki günde çizgiler
halinde ayrı kemiklere dünüşür. Erkek çocukların halk edildiği on ay, müddet
budur ki, eksik ve fazla olmamak şartiyle elli güne kadar devam eder. Beşinci
hal budur. Sonra gıdayı emer ve yetmiş beş güne kadar kemikler et kaplar.
Altıncı hal budur. Sonra öncekilere uymayan bir şekle girer. İç boşlukları
garîzi (tabii) kuvvetle doldurulur. Ve his, hatta tabii büyüme zahir olur. Bu
devrede artık yüzüncü güne kadar cenin nebat gibi olur. Yüz, günden sonra yirmi
güne kadar uyuyan hayvan gibi olur. Ve kendisine hakiki ruh
verilir.
Bu
suretle feylesoflarla Peygamber (s.a.v.)in beyan buyurduğu hakikat arasındaki
hilaf kalkmış, olur. Feylesoflar cenîne yetmiş günde can verildiğine
hükmetmişlerdir. Çünkü hadîsde beyanı edilen tabiî ruhtur ki, bu nebâtatla
mevcuddur. Filozofların bahsettikleri ise yalnız insana mahsus olan
ruhtur.
Şeyh
Dâvüd'un Tezkiresinde beyan ediğine göre; Cenîn otuziki günden elli güne kadar
çizgi halinde kemikler peyda etmeye başlar. Sonra gıdayı emer ve yetmiş beş güne
kadar kemiklere et kaplanır. Daha sonra his ve büyüme meydana gelir. Artık yüz
güne kadar nebât gibi. Bundan sonraki yirmi gün zarfında uyuyan hayvan gibidir.
Bunun ardından ona hakikî insan ruhu üfürülür.» Bu satırlar hulasa olarak
alınmıştır.
Evet,
bazılarının naklettikleri vecihle ulema cenine ruh verilmesi ancak dört aydan
sonra, yani dört ayın akabinde olduğuna ittifak etmişlerdir. Nitekim bunu bir
cemaat bildirmişlerdir.
İbn-i
Abbâs'tan cenîne dört ay on günden sonra ruh verildiği rivâyet olunmuştur. İmam
Ahmet bununla amel etmiştir. Ama bu, uzuvlarının daha önce yaratılmasına aykırı
değildir. Çünkü ruh verilmesi ancak yaratıldıktan sonra olur. Bu hususta sözün
tamamı Nevevî'nin el-Erbain nâmındaki eserinin dördüncü hadîsinin şerhindedir.
Ona müracaat et!
Çocuk
düşüren cariyenin ümmü veled olması, sahibinin çocuk bendendir diye iddia
etmesine bağlıdır. Bunu Kuhistânî, Tahtâvi şerhinden nakletmiştir. Erkek
karısına: «Doğurursan boş ol!» yahut «Doğurursan boş, ol diyerek talik yaparsa
düşürülen çocukla hânis olur (yemini bozulur). Bunu da Kuhistanî söylemiştir.
günlerden
murad; yüzde yüz temizlik devresi olduğunu kestiremediği günlerdir ki, o
günlerde gördüğü kan kırk günün ilk onunda, son on günde ve sadece hayız
olduğunu yüzde yüz bildiği günlerde olduğu gibi hayza da, nifasa da şâmildir.
Şârihin:
«Sonra yıkanır ilah...» sözünden maksad, kadının nifasla tuhur arasında tereddüt
ettiği, yahut yalnız temiz olduğunu yüzde yüz bildiği günlerde yıkanır,
demektir. Bu şârihe aferinler olsun ki, bizim Bahr'dan ve başkalarından naklen,
Nehir'deki beyanatın da ilavesiyle arz ettiklerimizi ve bu kadının özürlüler
gibi namaz kılacağını en kısa ibâre ile ifade etmiştir. Anla!
M
ET İ N
Hayızdan
kesilmek bir müddetle sınırlı değildir. O kadının öyle bir yaşa varmasıdır ki, o
yaşda bu kadının emsali hayız görmezler. Kadın o yaşa varır da kan görmesi
kesilirse hayızdan kesildiğine hükmolunur. Ama kesildikten sonra gördüğü kan
yine hayızdır. Aylarla beklediği iddet bâtıl, nikâhlar fâsid olur. Bazıları
hayızdan kesilmenin elli yıl ile sınırlanacağını söylemişlerdir. Zamanımızda
kolaylık için itimad ve fetvâ buna göredir. Bunu Mücteba ve diğerleri
kaydetmiştir. Musannıf İddet Bâbında hayızdan kesilmeyi elli beş yıl ile tehdit
etmiştir.
Ziya
nam eserin sahibi: «İtimad bunadır.» demiştir. Kadının bu müddetten sonra
gördüğü kan zâhir mezhebe göre hayız değildir. Meğer ki hâlis kan olsun. Bu
takdirde hayızdır. Onu görmekle aylarla beklediği iddet bâtıl olur. Lâkin bu
aylarla iddet bitmeden gördüğüne göredir. İddet bittikten sonra görürse bâtıl
olmaz; nikâhlar da fasid olmaz. Cevhere ve başkalarında bildirildiğine göre
fetvâ için tercih edilen kavil budur. Biz onu İddet Bahsinde tahkik edeceğiz.
İ
Z A H
Fethü'l-Kadîr'in
İddet Bahsinde Muhit'ten naklen bildirdiğine göre hayızdan kesilmenin sınırlı
bir müddeti olmaması Ebû Hanife'den bir rivâyettir. Bunu Halebî söylemiştir.
Kadının emsali hakkında Fethü'l-Kadîr'in İddet Bâbında: «Emsalden murad; bedenin
terkibi, semizlik ve zaiflik hususunda benzerlik olabilir.» deniliyor. Bununla
birlikte cinsinin de itibara alınması mutlaka lazımdır. denilebilir. Çünkü
bundan sonra Fethü'lKadîr'de İmam Muhammed'in Rum kadınlarında hayızdan
kesilmeyi elli beş, sair kadınlarda altmış yıl olarak takdir ettiği
bildirilmektedir. Çok defa memleketi dahi nazarı itibara alınır. Rahmeti'nin
beyanına göre bu mesele kaydedilmelidir.
Bir
kadın emsalinin hayızdan kesildikleri yaşa varmadan hayızdan kesilirse iddetini
hayızlarla bekler. Zira temizlik devresinin çoğu için had hudud yoktur. Bunu
Rahmeti söylemiştir. Şu hale göre çocuğunu emzirdiği müddette kan görmeyen
emzikli kadının iddeti ancak hayızlarla geçer. Nitekim İddet Bâbında sarahaten
gelecektir.
Sirâç
sahibi diyor ki: «Ulemadan birine: Emzikli bir kadın hayız: görürse hayız olur
mu? diye sorulmuş da: O, hayızdır. İddet onunla biter cevabını vermiştir.»
Kadın
emsallerinin hayzından kesildikleri yaşa varır da hâlâ kendinden kan gelirse
hayızdan kesilmiş sayılmaz. Bu sözün mânâsı, kanı âdeti günlerinde görürse
demektir. Çünkü bu takdirde onun adeti olduğu meydandadır. Âdetin dönüp gelmesi
hayızdan kesilmeyi ibtâl eder. Sonrabazıları bunu kan çok akarsa şeklinde tefsir
etmişlerdir.
Maksadları
hafif ıslaklık ve benzeri bir şeyden ihtirazdır. Kanın kırmızı veya siyah
olmasını da şart koşmuşlardır. Kan sarı veya yeşil yahut toprak rengi olursa
hayız değildir; demişlerdir. Birtakımları hiç yorumda bulunmayarak: «Kanı adeti
vechile görürse şu mânâda ki, hayızdan kesilme yaşından önce sarı renkte görür;
şimdi de sarı renkte gelirse yahut koyu kan görür; .şimdi de öyle gelirse hayız
olur.» demişlerdir. Bu satırlar, Fethü'l-Kadîr'in İddet Bâbından alınmıştır.
Rahmeti'nin beyanına göre zahir olan kavil ikincisidir.
«Hayızdan
kesildiğine hükmolunur.» cümlesindeki hükmün faydası o müddet zarfında kan
görmezse iddetini aylarla beklemesidir. Bunu Tahtavi söylemiştir. Musannıf İddet
Bâbında hayızdan kesilmeyi ellibeş yıl ile tehdit etmiştir. Bahr sahibi bunun
Buhara ve Harem ulemasının kavli olduğunu söylemiştir.
Şârihin
Hazâin derkenarında kendi yazısı ile şöyle dediği tesbit edilmiştir: «Kâdîhân ve
diğer ulema fetvanın buna göre olduğunu söylemişlerdir. Allame Kâsım'ın «Nüket»
nâmındaki eserinde Müfid'den naklen muhtar olan kavil budur denilmiştir. Feyz ve
diğer kitablarda da bunun benzeri vardır.»
Kadının
bu müddetten yani elli veya ellibeş yaşından sonra gördüğü kan zahir mezhebe
göre hayız değildir. Onu görmekle aylarla geçirdiği iddet bâtıl olmaz. Meğer ki
siyah veya koyu kırmızı renkte halis kan olsun. Bunu Dürer sahibi söylemiştir.
Rahmeti
şöyle diyor; «Fethü'l-Kadir'den naklen yukarıda gördük ki, kan halis değil,
fakat hayızdan kesilme yaşından önceki adeti esnasında aynı renkte gelirse hayız
olur.»
Şârih:
«Biz onu İddet Bahsinde tahkik edeceğiz.» diyerek vaad ettiği ibareyi iddet
bahsinde şöyle der: «Hayızdan kesilen bir kadın aylarla iddet bekler de sonra
evvelki adeti vechile tekrar kan gelirse yahut başka bir kocadan gebe kalırsa
iddeti bâtıl, nikâhı fâsid olur, iddetini yeniden hayızla bekler. Zira halef
olmanın şartı, asıldan hayzın kesilmesinin tehakkuk etmesidir. Bu da ölünceye
kadar devam eden âcizle olur. Zâhir rivâye budur. Nitekim Gâye nam kitabta da
böyle denilmiştir. Hidâye sahibi de bu kavli tercih etmiştir. Binaenaleyh onunla
amel teayyün eder.
Bahr
sahibi bu bâbta altı sahih kavil naklettikten sonra bunu söylemiştir. Musannıf
da onu kabul etmiştir. Lâkin Behensî, Şehîd'in tercih ettiği kavli seçmiştir.
Şehîd'e göre kadın iddetini aylarla bitirmeden kan görürse yeniden iddet bekler.
Bitirdikten sonra görürse yeni iddet beklemez.
Ben
derim ki: Sadrı'ş-Şeria, Molla Hüsrev ve Bâkânî de bunu ihtiyâr etmişlerdir.
Musannıf
dahi Hayız Bâbında bunu kabul etmiştir. Şu hale göre nikâh caizdir. Kadın
istikbalde iddetini hayızla bekleyecektir. Nitekim Hulasa ve diğer kitablarda bu
kavil sahih bulunmuştur. Cevhere ile Mücteba'da: «Bu kavil sahih ve muhtardır.
Fetva buna göredir.» denilmektedir. Kudûri de onu sahih kabul etmiştir. Onun
sahih kabul etmesi Hidâye'nin sahih kabulünden evlâdır. Nehir nam eserde;
«Şübhesiz bu kavil rivâyetlerin en doğrusudur.» deniliyor.
ÖZÜRLÜLER
BÂBI
METİN
Sidiğini
veya büyük abdestini tutamayan yahut yellenmesini önleyemeyen, istihaza kanı
akan, gözünde ağrı, zayıflık veya daimî akıntı bulunan bir kimsenin özürü tam
bir farz namaz vaktini kaplarsa yani bütün namaz vaktinde velev hükmen olsun
abdest alıp namaz kılacak kadar hadesten hâli vakit bulamazsa o kimse özür
sahibidir. Zira özürün azıcık kesilmesi yok hükmündedir. Kezâ kulaktan, memeden
veya göbekten bile olsa sızlayarak çıkan her şey özürdür.
Özürün
ibtidası hakkında şart budur. Devamı hakkında ise vaktin bir cüz'ünde bir defa
olsun özrün bulunması kâfidir. Özrün kalkması için kesilmenin tam bir vakti
hakikaten kaplaması şarttır. Çünkü tamamen kesilme budur
İ
Z A H
Daima
sidiğini kaçıran kimse onu tutma imkânı bulursa özür sahibi olmaktan çıkar.
Nitekim gelecektir. Gözünde ağrı veya görme zayıflığı bulunan kimsenin göz
yaşları akarsa özür sahibidir. Sârihin bunları akmakla kayıtlamaması böyle
illeti gözler yüzde yüz değil, ekseri zamanlarda aktıkları içindir. «Farz namaz»
kaydiyle musannıf mühmel vakitten ihtiraz etmiştir. Nitekim güneşin doğmasiyle
zevali arasındaki vakit (mühmeldir. Mühmel vakit, farz namaz vakti değil, farz
olmayan bayram ve kuşluk namazlarının vaktidir. Nitekim musannıf buna işaret
edecektir. Özür bu mühmel vakti kaplasa bile sahibi mâzur olmadığı gibi özrün
kesilmesi kaplarsa iyileşmiş de sayılmaz. Bunu Rahmetî söylemiştir. Özrün hükmen
namaz vaktini kaplaması, abdest alıp namaz kılamayacak kadar az bir zaman
kesilmesidir. Binaenaleyh özrün başlaması hakkında hakikaten bir namaz vaktini
kaplaması şart değildir. Nitekim bu cihet Fethü'l-Kadîr ve Dürer'de tahkîk
edilmiştir. Zeylaî bunun hilâfını anlamıştır ki. Bahr sahibi onu nakil ve izah
etmiştir. Rahmetî şöyle diyor: «Acaba abdest alıp namaz kılmanın mümkün olmaması
sünnetleri ile birlikte midir, yoksa sadece farzları ile midir? Araştırmalıdır.»
Ben,
zâhire bakılırsa sâdece farzlariyledir, derim. Düşün! «Sızlayarak çıkan her şey
özürdür.» ifadesinin umumunda zükkamlı burun da dahildir. Bunu Tahtâvî söylüyor.
Lakin ulema: «Uyuyan bir kimsenin ağzından akan su fenci bile koksa temizdir.»
demişlerdir. Düşünmelisin!
Münye
şerhinin ibâresi: «Bir illetten dolayı çıkan her şey» şeklindedir. Binaenaleyh
önce geçtiği vecihle «sızı» bir kayıd değildir. el-Müctebâ nâm eserde: «Kan,
irin, sarı su, yara suyu, sivilce, kabarcık, meme, göz ve kulak suyu bir
illetten dolayı akarsa esah kavle göre müşavîdirler.» denilmektedir. Abdesti
bozan şeyler bahsinde Bahr ve diğer kitablardan naklen arzetmiştik ki, «Bir
illetten dolayı» kaydı, bu yerlerden çıkan şey sadece su olduğuna göre
mu'teberdir. İrin veya san su çıkarsa hüküm bunun hilâfınadır. Yine orada göz
yaşına dair bahislerin geri kalanını da beyan etmiştik Oraya müracaat eyle!
Özrün
kalkması için kesilmenin tam bir vakti hakikaten kaplaması şarttır. Öyle ki,
vaktin hiç bir cüz'ünde asla bulunmayacaktır. Böyle olursa özür, kesildiği andan
itibaren kalkar. Hatta abdest veya namaz esnasında kesilir de ikinci vaktin
sonuna kadar akmazsa o abdest veya namazı tekrarlar.
Özür
farz namazın vakti girdikten sonra ârız olursa vaktin sonuna kadar bekler.
Kesilmezse abdest alıp namazını kılar. Sonra ikinci namaz vakti için de
kesilirse o namazı tekrar kılar. Kesilme ikinci namaz vaktini kaplarsa namazı
tekrarlamaz. Çünkü o zaman özür, ârız olduğu vakitten sübût bulur. Bunu
Birgivîye kaydetmiştir. Benzeri Zeylaî ile Zahîriyye'de de mevcuddur. Bahr'da
Sirâc'tan naklen bildirildiğine göre, özür namazdan çıktıktan yahut teşehhüt
mikdarı oturduktan sonra kesilirse namazı iade etmez. Çünkü özür bitirdikten
sonra kesilmiştir. Nitekim teyemmümle namaz kılan kimse suyu namazdan çıktıktan
sonra görse o namazı tekrar kılmaz.
M
E T İ N
Özrün
hükmü her farz namaz vakti için abdest almaktır. Elbisesini ve benzerini yıkamak
değildir Metindeki«likülli» kelimesinin lamı vakit bildirir. Nasıl ki «Güneşin
zevali vaktinden itibaren namazı kıl! » âyet-i kerimesindeki «lâm» da öyledir.
Sonra o abdestle vaktin içinde farz ve nafile namazları kılar. Vâcib namazlar
bunda evleviyetle dahildir, Vakit çıkınca abdest bâtıl olur. Yani sâbık hadesi
meydana çıkar. Hatta özürü kesilerek abdest alır da vakit çıkıncaya kadar bu hal
devam ederse başka bir hades ârız akmadıkça veya yarası akmadıkça mest üzerine
meshde olduğu gibi vakit çıkmakla abdesti bozulmaz
Musannıf
«Vakit çıkınca abdest bâtıl olur sözüyle güneş doğduktan sonra bayram veya
kuşluk namazı için bile abdest alsa abdestinin ancak öğle vaktinin çıkmasiyle
bozulacağını anlatmıştır.
İ
Z A H
Özrün
yahut özür sahibinin hükmü imkân bulursa abdest almaktır. Abdest almaya imkânı
yoksa teyemmüm eder, Elbisesini beden ve mâkan gibi benzerini yıkamak bir fayda
temin etmiyorsa gerekli değildir. Nitekim metinde de gelecektir. Bize göre
Özürlü kimse her farz vakti için abdest alacaktır. Vakit çıktı mı abdesti
bozulur. Her zaman için abdest alması vâcib değildir, Şâfiî buna muhâliftir.
Delili: «Her namaz için abdest al!» hadis-i şerifidir.
el-İmdâd'da
şöyle denilmiştir: «Muhtasar Tahtavî'nin şerhinde bildirildiğine göre Ebû Hanife
Hişâm b. Urve'den, O da babasından, o da Âişe (r.a.)'den naklen rivâyet etmiştir
ki Peygamber (s.a.v.) Fâtıma b, Ebî Hubeys'e: «Her namaz vakti için abdest al.»
buyurmuşlardır şübhesiz ki bu hadîs muhkemdir. Çünkü başka mânaya ihtimali
yoktur. «Her namaz için abdest al.» hadisi böyle değildir. Zira namaz lâfzının
gerek şeriatta gerekse örf ve âdette namaz vakti manâsında kulanılması şuyü'
bulmuştur. Binaenaleyh onu muhkem olan manâya hamletmek vacib olur.» Meselenin
tamamı el-İmdâd'dadır.
Özürlü
kimse vakit için aldığı abdestle o vaktin içinde gerek vaktin farzını, gerekse
kazaya kalan farzları ve nafileleri kıldığı gibi vâcib namazları evleviyetle
kılar Çünkü mes'ul olmadığı halde nafile kılması câiz olunca mes'ul olduğu
vâcibin câiz olması evleviyette kalır. Bunu Tahlâvi söylüyor. Yahut üst ve alt
derece câiz olunca orta derece evleviyetle câiz olur.
«Vakit
çıkınca abdesi bozulur.» Bu cümle abdestin yalnız vakit çıkmakla bozulacağını
ifade eder İmam Züfer buna muhalefet ederek ikinci namaz vaktinin girmesiyle
bozulacağını söylemiştir,
İmam
Ebû Yusuf ise her ikisiyle bozulacağına kâildir. Hilâfın semeresi ileride
gelecektir. Abdest bozulunca sabık hades meydana çıkar. Yani vakit çıkmazdan
önceki hades kendini gösterir. Bundan şu anlaşılır ki, hakikatta vaktin
çıkmasının abdesti bozmakta tesiri yoktur. Abdesti bozan şey, vaktin çıkması
şartiyle sâbık hadestir. Malûm bir hadde kadar hadestir kalktığına
hükmedilmiştir. O had gelince hades kendini gösterir, geçirilişe istinad etmez.
Nitekim Fethü'l-Kadîr sahibi bunu tahkîk etmiştir.
Özrü
kesilerek abdest alır da vakit çıkıncaya kadar bu hal devam ederse abdesti
bozulmaz. Tahareti lamamdır. Vaktin çıkmasiyle bâtıl olmaz. Ama vakit çıktıktan
sonra başka bir hades ârız olur, yahut yarası akarsa bu hadeste abdesti bozulur.
Özür sahibi bu hususta sağlar, kimse gibidir. Tedebbür eyle!
Mest
üzerine mesh meselesini şârih «Mestler Üzerine Mesh» bâbında şöyle beyan emişti
özürlü kimse yalnız vakit içinde mesh eder. Meğer ki özrü kesilerek abdest almış
ve meshlerini giymiş olsun. «Bu takdirde sağlam gibi olur.» Biz bu meselenin
dört şekli olduğunu söylemiştik. Zira bu adam,
1
- Yâ özrü kesilerek abdest alır; mestlerini giyer;
2
- Yahut özrü abdest alırken,
3
- Yahut mestlerini giyerken,
4
- Veya her ikisiyle birlikte mevcuddur. Ve yalnız birinci surette sağlam kimse
gibidir ki, o sureti şârih «Yalnız vakit içinde mesh eder.» cümlesinden istisna
ederek: Meğer ki özrü kesilmiş de abdest almış ve mestlerini giymiş
olsun,sözüyle ifade etmiştir.Burada maksat odur Bu meselenin hükmü şârihin: «Bu
takdirde sağlam gibi olur.» Yani mesh müddeti sona erinceye kadar vaktin içinde
ve dışında mesh eder; diyerek açıkça beyanından anlaşılınca bu sefer şunu da
anlatmak istemiştir:
Özürlü
bir kimse özrü kesilerek abdest alır da bu hal vakit çıkıncaya kadar devam
ederse, yine sağlam kimse gibidir. Vakit çıktığında başka bir hades ârız
olmadıkça abdesti bozulmaz. Şu halde abdest meselesini mesh meselesine
benzetmesi, İkisinin hükmü de sağlam kimse gibi olması yönündendir. Velev ki
başka hükmü de sağlam kimse gîbi olması yönündendir, Velev ki başka yönlerden
hükümleri başka başka olsun. Meselâ: birinci surette vakit çıktıktan sonra hades
ârız olması abdestini bozar, ama mesh müddetinde meshini bozmaz. Yani vakit
çıkınca mestini çıkarıp ayağını yıkamak lâzım gelmez. Dört şeklin üçü böyle
değildir. Anla!
Özürlünün
abdesti vaktin çıkmasiyle bozulur. Az yukarıda beyan ettiğimiz vecihle İmam
Züfer ve Ebû Yusuf buna muhâliftir. Onlara göre abdest ikinci vaktin girmesiyle
bozulur Güneş doğmadan abdest alsa doğmasiyle de abdest bozulur. Buna yalnız
Züfer muhaliftir. Çünkü ikinci namaz vakti girmemiştir, İkindiden önce ikindi
için abdest alırsa bilittifak abdesti bozulur. Zira burada vaktin hem çıkması,
hem girmesi mevcuddur. Kâide yukarıda geçti.
M
E T İ N
Elbisesinin
üzerine yara dirhem mikdarından fazla aksa, yıkadığı takdirde namazdan çıkmadan
pislenecekse yıkamadan bırakması câizdir. Namazdan çıkmadan pislenmeyecekse
yıkamayı terk etmesi câiz değildir. Fetva için seçilen kavil budur. Kezâ hasta
bir adam bir elbise yayar da hemen pislenirse yıkamayı terk edebilir.
Özürlünün
vakit içinde abdesti iki şartla bâkidir.
Birincisi:
Özründen dolayı abdest almak,
İkincisi:
O hadesin üzerine başka bir hades ârız olmamaktır. Ama özrü kesilmişken başka
bir hadesten dolayı abdest alır da sonra yarası akarsa yahut özründen dolayı
abdest alır da sonra üzerine başka bir hades ârız olursa meselâ: burnunun bir
deliği veya iki yarasından yahut iki çıbanından biri - velev ki çiçek
hastalığından olsun - akarsa sonra öteki de aktığı takdirde abdesti kalmaz.
FER'İ
MESELELER:- Özrü mümkün olduğu kadar gidermek veya azaltmak vâcibtir. Velev ki
namazını imâ ile kılmak suretiyle olsun. Özrü gidermekle özür sahibi olmaktan
çıkar. Hayızlı böyle değildir. Daimî surette yellenen kimse sidiğini tutamayanın
arkasında namaz kılamaz. Çünkü sidiğini tutamayanda hem hades hem pislik vardır.
İ
Z A H
Şârihin
«Fetva için seçilen kavil budur.» sözüne şunu da ilave edelim ki, bazıları
elbiseyi asla yıkamak icab etmeyeceğini söylemiş; birtakımları: yıkamak fayda
verirse meselâ; akan şey bir daha bulaşmayacaksa yıkamak vâcibtir. Tekrar tekrar
bulaşacaksa vâcib değildir.» demişlerdir.
Bahr'ın
İfadesine göre Serahsî bu kavli tercih etmiştir.
Ben
derim ki: Hatta Bedâyi'de ulemamızın bunu tercih ettikleri sahih kain de bu
olduğu bildirilmiştir. Mezkûr kavli metindeki ile birleştirmek mümkün olmazsa
özürlüler için daha elverişli olan bu kavildir.
Hilye'de
Zâhidî'den o da Bakali'den naklen: «İstihazalı bir kadın kanı yıkadığı takdirde
namazını kılıncaya kadar temiz kalacağını bilirse bilittifak yıkaması icab eder.
Tekrar pisleneceğini bilirse Ebû Yusuf'a göre yıkar: İmam Muhammed'e göre
yıkamaz, denilmiştir ki, bu söz iki kavlin birleştirildiğini te'yid eder. Lâkin
yine Hilye'de Zâhidî'den o da Kâdı Sadır'dan naklen şöyle denilmektedir: «Elbise
kadın namazdan çıkıncaya kadar temiz kalır da vakit çıkıncaya kadar temiz
kalmazsa bize göre onu yıkamadan namaz kılar. Şâfiî buna muhâliftir. Zira ruhsat
bize göre vaktin çıkmasiyle, ona göre namazdan çıkmakla sınırlanmıştır.» Ancak
bu söz İbni Mukatıl Razî'nindir. O abdeste kıyasla elbisenin her namaz vakti
için yıkanması icab ettiğini söylemektedir. Bedâyi sahibi ona cevap vermiş ve:
«Biz hadesin hükmünü nâss ile biliyoruz. Elbisenin pisliği hades mânâsında
değildir. Binaenaleyh ona katılamaz.» demiştir.
Hastanın
elbise yayması meselesinde Hulâsa adlı eserde şöyle denilmiştir: «Yaralı bir
hastanın altında pis elbise bulunursa bakılır: Altına konulan her şeyi hemen
pisleyecek halde ise o haliyle namaz kılması câizdir. İkinci elbise
pislenmeyecek, fakat hastalığı artacaksa yine o elbise ile namazkılabilir.» Bunu
Bahr sahibi Hastanın Namazı Bâbında söylemiştir. Zâhire bakılırsa «Heman»
demesinden murad; namazdan çıkmadan elbisenin namaza mâni bir necasetle
pislenmesidir. Nitekim şârih de: «Kezâ hasta ilah...» diyerek buna işaret
etmiştir.
Ma'zurun
özrü kesilip başka bir hadesten dolayı abdest alır da sonra yarası akarsa
abdesti bozulur. Çünkü abdest özür için alınmamıştır. Binaenaleyh onun hakkında
yok hükmündedir. Bunu Bedâyi sahibi söylemiştir. Ama özrü kesilmeden başka bir
hadesle abdesti bozulur da abdest alırsa yaranın akmasiyle abdesti bozulmaz.
Nitekim kayıddan anlaşılan da budur. Çünkü aldığı abdest her ikisi için
geçerlidir. Özrü kesilir de bu hal vakit çıkıncaya kadar devam ederse ikinci
namazın vaktinde abdest tazeleyip tekrar aktığı takdirde dahi abdest bozulur.
Zira abdest tazelemesi lüzumsuz olmuştur; ona itibar yoktur. Aktıktan sonra
abdest almak bunun hilâfınadır. Bunu Zeylaî söylenmiştir.
Özründen
dolayı abdest alır da sonra başka bir hades ârız olursa abdesti bozulur. Çünkü
bu yeni bir hadestir, Abdest zamanında mevcud değildi. Binaenaleyh bununla sidik
ve fışkı hükmen müsavîdir. Özür burun deliklerinin ikisinden de akarsa sonra
birisi kesildiği takdirde vakit devam ettiği müddetçe abdestlidir. Çünkü abdesti
her ikisi için geçerli olmuştur. Abdesî her ne zaman bir özürden dolayı alınırsa
vakit devam ettiği müddetçe özrün akması ona zarar vermez. O kimse diğer burun
deliği ile özür sahibi kalır. Bedayi'de bildirildiğine göre bedeninde birçok
yaraları bulunan kimsenin yaralarından bazıları akmaz olursa buna göre hüküm
verilir.
Çiçek
hastalığı meselesi Hazâin'in derkenarında şârihin el yazısiyle şöyle tasvir
edilmiştir: «Yahut iki çıbanından biri akarsa, sözü çiçek hastalığına da
şâmildir. Bundan su akar da abdest alırsa sonra başka bir kabarcığı aktığı
takdirde abdesti bozulur. Çünkü çiçek hastalığı birçok kabarcıklardan ibarettir,
Ve bedenin iki yerindeki iki çıban mesabesindedir ki, birisi için abdest alırsa
akması dinmez; sonra öteki de akar. Nitekim Münye şerhinde de böyle denilmiştir.
Namazı imâ ile kılmak suretiyle olsun özrü gidermek, secde halinde akar da diğer
hallerde akmazsa oturarak yahut ayakla imâ ile kılmakla olur. Kezâ ayakta iken
akarsa oturarak kılar. Ama arka üstü yattığında akmazsa arka üzeri namaz
kılamaz. Bunu Birgivîye kaydetmiştir. Özrü gidermekle özür sahibi olmaktan
çıkar,
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «İstihazalı kadın yahut yaralı veya kan aldıran bir kimse
kanın akmasına bağlamakla yahut sayrılan cilde bez sarmakla mâni olabilirse bunu
yapması lâzım gelir. Ve sağlam insanlar gibi olur. Sıyrıntıya mâni olamazsa özür
sahibidir.»
Bahr
nâm eserde. «Özürlü her ne zaman bağlamak veya pamuk koymakla kanın akmasına
mâni olabilirse yahut oturduğu zaman akar da ayağa kalktığında akmazsa mâni
olması vâcibtir. Mâni olmakla özür sahibi olmaktan çıkar. Eğildiği zaman akarsa
imâ ile kılması icab eder. Çünkü secdeyi terk etmek namazı hadesle kılmaktan
ehvendir.» deniliyor. Buradan anlaşılır ki, dağlamakla tedavi gören kimse özür
sahibi değildir. Zira dağlamakla çıkan akıntıyı, dağlamayı durdurmak suretiyle
kesmek mümkündür. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Ama bu yaranın akmasına mâni
olabildiğinegöredir. Meselâ; yaradan çıkan şeyde hâlı üzere bırakıldığı takdirde
kendiliğinden akacak kuvvet olur. Dağlama durdurulunca akması kesilir. Yahut
akmasına veya sıyrılmasına mâni olacak şekilde deri gibi bir şeyle bağlamak
mümkün olur. Fakat dağlamayı durdurmakla vakit içinde akması kesilme ve bağlamak
da mümkün olmazsa o kimse özür sahibidir Bu husustaki sözün kalanını Abdesti
Bozan Şeyler Bâbında arzetmiştik.
Hayızlı
kadın, özürlü gibi değildir. Çünkü şeriat hayız kanın akar gibi itibar etmiş,
kadını hayızlı saymıştır. Kıyas buna muhalif idi. Zira hissen hayız kanı
meydanda yoktu. Bunu HiIye sahibi söylemiştir. Ama bu hüküm Birgivî'nin de ifade
etliği gibi kadın kanı haricî ferce indiği vakit Önlediğine göredir. Zira
evvelce geçtiği vecihle hayız ancak kanın görünmesiyle sâbit olur. Geldiğini
hissetmekle sâbiî olamaz. İmam Muhammed buna muhaliftir. Kadın kan geldiğini
hissederek dahlî fercine pamuk koyar ve bu suretle çıkmasına mâni olursa
temizdir. Nitekim menîyi tenâsül âletinde tıkayıp zabteden de öyledir.
Daimî
yellenen kimse sidiğini tutamayanın arkasında namaz kılamaz. Çünkü sidiğini
tutamayanda hem hades hem pislik vardır. Yellenende ise yalnız hades vardır. Bu
ta'lilinin zâhirine bakılırsa aksi surette cemâat olmaları câizdir. (Yani
sidiğini tutamayan yellenen arkasında namaz kılabilir). Şârih bunu İmamlık
Babında sarahaten söylemiştir. Lâkin Nehir sahibi aynı bâbta câiz olmadığını
söylemiş: «Mücerred özrün değişikliği buna mânidir.» demiştir.
Ben
derim ki: Sirâc, Tebyin, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda «Özürleri aynı
cinsten olmak şartiyle ma'zurun ma'zura uyması sahihtir.» denîlmiştir ki, bu da
Nehir sahibinin sözüne uygundur. Mesele Münye şerhinde izâh olunmuştur, ona
müracaat et! Tamamı da inşâallah yerinde gelecektir. Allahu A'lem.
ENCÂS (NECASETLER)
BÂBI
M
E T İ N
Encas
necesin cem'idir. Neces lügatta hakikî ve hükmî pisliklere amm ve şâmildir. Örf
ve âdette ise birinciye hastır. Hakikî necaseti kapta veya yiyecekte bile olsa
yerini bilsin bilmesin Yerinden su ile - velev müsta'mel olsun - gidermek
câizdir. Bununla fetva verilir. Sirke, gülsuyu gibi temiz, necaseti gideren,
sıkılabilen her mâyi ile hatta tükürükle gidermek de câizdir. Binaenaleyh
pislenen parmak ve meme üç defa yalamakla temizlenir. Süt ve zeytinyağı gibi
şeyler bunun hilâfınadır. Çünkü necaseti gidermezler. «Süt ve eti yenilen
hayvanın sidiği necaseti giderir » diyenler olmuşsa da bu kavil makbul değildir.
İZAH
Bu
bâb pisliklerin, hükümlerinin ve yerlerinin temizlenmesinin beyanı hakkındadır.
Musannıf evvelâ hükmî necasetten bahsetmişti. Çünkü hükmî necaset daha
kuvvetlidir. Onun azı da namazın cevazına bilittifak manidir. Özürden dolayı onu
gidermenin vücubu sâkıt olamaz. Bunu Nihâye'den naklen Bahr sahibi söylemiştir.
Burada
ben derim ki; Esah kavle göre hükmî necaset parçalanmayı kabul etmez. Bir
kimsenin üzerinde yıkanmadan kuru bir yer kalırsa o kimse hadeslidir.
Binaenaleyh hükmî necaset azlıkla tavsif edilemez.
Taharet
bahsinin başında geçtiği vecihte bazen özürle sâkıt da olur. Elleri ayakları
kesilen ve yüzünde yara bulunan kimseler abdesisiz teyemmümsüz namaz kılarlar.
Kaza etmeleri lâzım gelmez. İnâye adlı kitabta da: Encâs, necesin cem'idir.
Neces; iğrenç duyulan her şeydir. Aslında bu kelime masdardır. Sonradan isim
olarak kullanılmıştır.» deniliyor. Lâkin doğrusu Tâcı'ş-Şeria'nın dediği gibi
encâs kelimesi necisin cem'idir. Çünkü «el-Ubab» namındaki lugatta: «Necis,
temizin zıddıdır, Necaset de taharetin zıddıdır. » denilmektedir. Hâsılı encas
kelimesi necisin değil, necisin cem'idir Necis lügatta hakiki ve hükmi
pîsliklere şâmildir.
Bahır'da
beyan edildiğine göre habes (pislik) hakiki necasete, hades (abdestsizlik veya
cünüblük) de hükmi necasete mahsustur. Musannıf: «hahakiki necaseti gidermek»
yerine pisliği gidermek» dese daha hususi olurdu. Bunu Halebî söylemiştir.
Pislik kap kacakta veya yağlar gibi yenilen şeylerde bile olsa giderilmesi icab
eder. Tabiî bu mümkün olduğu yerde yapılır. Zira şârih bâbın sonunda «Şarapla
kaynatılan buğday ebediyen temizlenmez, diyecektir. Kezâ pisliğin yeri bilinsin
bilinmesin temizlenmesi gerekir. Meselâ: elbisesinin bir tarafı pislenir de
yerini unutarak başka tarafını yıkarsa araştırmadan bile yıkasa caiz olur.
Nitekim metinde gelecektir, Mamafih bu mesele söz götürür.
Pisliği
müsta'mel su ile bile gidermek câizdir. Artıklar Babında geçtiği vecihle bundan
bir rivayete göre şübheli su mustesnadır. Bununla fetva olunur, İmam Muhammed
buna muhaliftir Ona göre hakiki necaset ancak mutlak su ile temizlenir. Bunu
Bahr sahibi kaydetmiştir. Lâkin burada: «Ulema bir şeyin aynı değişirse temiz
olur. sözünün İmam Muhammed'e aid olduğunu söylemişlerdir, diye itiraz
edilebilir. Temiz olan her mayi ile pisliği gidermek caizdir. Kar gibi
donukşeyler erimeden'
önce
bu tariften hariçtirler. Bunu Tahtâvi bildirmiştir.
T
E N B İ H - : Hilye sahibi İstinca Bahsinde mezkur mayi ile necaset gidermenin
mekrûh olduğunu açıklamıştır. Çünkü bunda zaruret olmaksızın malı israf vardır.
Mayinin temiz olması şarttır. Binaenaleyh eti yenilen hayvanın sidiği pisliğin
yerini bilittifak temizlemez. Hatta muhtar kavle göre necaset galizanın (ağır
necasetin) hükmünü de gideremez. Onunla kanı yıkasa kanın pisliği bâkidir. Zira
onunla elbisenin ancak berbatlığı artar. Bir kimse içinde kan pisliği bulunan
bir şeye yemin etse hânis olur. Zaif bir kavle göre hânis olmaz. Müsta'mel su
pistir, diyenlere göre onun hükmü de böyledir. Meselenin tamamı Bahr'dadır.
«Pislenen
parmak ve meme üç defa yalamakla temizlenir.» Bu hususta Bahr nâm kitabın
ibâresi şöyledir: «Bunun üzerine ulema şu meseleri tefri' etmişlerdir: Emen
çocuk memenin üzerine kusar da sonra kusmuğun eseri kalmayacak şekilde onu
emerse meme temiz olur. Keza bir kimse pislikten dolayı parmağını yalar da eseri
kalmazsa yahut şarap içer de sonra tükürüğünü birkaç defa ağzında çalkalarsa
temiz olur. Hatta namaz kılarsa namazı sahih olur, ama İmam Muhammed'in kavline
göre sahih olmaz.»
Artıklar
Bahsinde Hilye'den naklen arzettik ki, şarap içen kimsenin tükürüğünü her
çalkalayışında şarabın eseri mutlak yok olmalıdır. Fethü'l-Kadîr'de şöyle
deniliyor: «Bir çocuk emer de sonra kusarak annesinin elbisesine bulaşırsa ağız
dolusu kustuğu takdirde pistir ve dirhem mikdarını geçerse namaza mânidir. İmam
Hasan'ın İmam A'zam'dan rivâyetine göre pek fazla olmadıkça namaza mâni
değildir. Çünkü emdiği süt her vecihle değişmemiştir. Sahih olan da budur».
Biz
bunun temizliğini gerektiren sebebleri evvelce beyan etmiştik. Bazıları: «Süt ve
eti yenilen hayvanın sidiği necasati giderir.»demişlerdir. «Temizler»
dememişlerdir. Çünkü bilirsin eti yenilen hayvanın sidiği bilittifak temizleyici
değildir. Buradaki hilâf ancak onun mevcud pisliği giderip gidermemesindedir.
Mamafih bu kavil makbul değildir. Zaif olduğu halde üzerinde durursak bu
takdirde sütten murad; içinde yağlı madde bulunmayan süttür. Bunu Bahr sahibi
söylemiştir.
M
E Tİ N
Mest
ve ayakkabı gibi şeyler cürmü olan necasetle pislenirlerse eseri kalmayacak
şekilde oğuşturmakla temizlenir. Cürmden murad; kuruduktan sonra görülen her
şeydir. Velev ki görülen cürüm pislikten başka bir şeyden olsun, Şarap ve sidiğe
bulaşan toprak böyledir. Bununla fetva verilir. Sidik gibi cürmü olmayan
necasetle pislenirlerse yıkamakla temizlenirler. Ayna, tırnak, kemik, cam,
yağlıboyalı kaplar veya soyulmuş ağaç ve nakışlanmamış gümüş tabla gibi
mesameleri olmayan yalabık şeyler mutlak suretle eseri kalmayacak şekilde
silmekle temizlenirler. Bununla fetva verilir.
İZ
A H
Mest
ve ayakkabı, elbise ile bedenden ihtirazdır. Elbise ile beden oğuşturmakla
temizlenmezler. Ancak meni hakkında temizlenmeleri müstesnâdır. Meselenin tamamı
Bahr'dadır.
Musannıf
mest ve ayakkabını mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh necasetin ayakkabının altına
veüstüne bulaşmasına şâmildir. Sahih olan da budur. Nitekim Hamevi hâşiyesinde
de böyle denilmiştir. Halebî'nin Kuhistânî ile Hamevî'den naklen bildirdiğine
göre pösteki de ayakkabı gibidir. Bundan maksad pöstekinin kıllı olmayan
tarafıdır. Nehir sahibi ayakkabı ince olmayan diye kayıdlamıştır. Başkasının
bununla kayıdladığını görmedim. Gerçi Bahr sahibi: «Ebû Yusuf onu ince olmamakla
kayıdlamıştır. » diyor. Fakat maksadı cürmü olan pisliktir. Mi'rac sahibi buna
şarap ve sidiği misal vermiştir. Binaenaleyh Bahr sahibinin ibâresindeki zamir
ayakkabına değil, pisliğe aiddir.
İmam
Ebû Yusuf'un kavline göre cürmlü pislik yaş bile olsa oğuşturmakla temizlenir.
Ekser ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Esah ve muhtar olan da budur. İbtilâ
umumî olduğu için fetva bunun üzerinedir. Bir de Ebû Davud'un rivâyet ettiği şu
hadîs mutlaktır: «Biriniz mescide geldiği vakit baksın. Ayakkabında pislik yahut
iğrenç bir şey görürse onu silsin ve o ayakkabılariyle namazını kılsın.» Nitekim
bu, Bahr ve diğer kitablarda da zikredilmiştir. Cürmlü pislik, kuruduktan sonra
mestin üzerinde görülen fışkı ve kan gibi şeylerdir.
Kuruduktan
sonra görülmeyen pislik cürmlü değildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştîr. Tamamı az
sonra gelecektir. Mest veya ayakkabına şarap sıçrar da onunla kum yahut kûl
üzerinde yürüyerek üzeri cürm bağlarsa kumlar dökülecek derecede yere silmekle
temiz olur. Sahih olan budur. Bunu Zeylaî'den naklen Bahr sahibi söylemiştir.
Ben
derim ki: Bunun ifade ettiği mana şudur: Şarap ve sidik cürmlü değildir. Bununla
beraber kuruduktan sonra bazen eseri de görülür, şu halde cürmlü pislikten
murad; gözle görülendir. Cürmsüz pislik gözle görülmeyendir. Nitekim ileride
musannıfın: «Kezâ görünen pisliğin yeri aynını gidermekle temizlenir.» sözünü
izah ederken bu hususta bahsedilenlerle birlikte arzedeceğiz.
Tahtâvi'nin
beyanına göre oğuşturmak mesti kuvvetle yere sürtmekle olur. el-Camiu's-Sağîr'de
bildirildiğine göre didiklemek, tırnak veya çubukla kazımak da oğuşturmak
gibidir. «Eseri kalmayacak şekilde oğuşturmakla temizlenir.» sözüne Nehir
sahibi: «Meğer ki giderilmesi güç ola.» cümlesini eklemiştir.
Mest
veya ayakkabı sidik gibi cürmü olmayan necasetle pislenirse yıkamakla
temizlenir. Bu hususla Zahîre sahibi şunları söylemiştir: «Tercih edilen usûl,
mesti üç defa yıkamak ve her defasında suyun damlaması kesilip ıslaklık
bitinceye kadar beklemektir, kuruması şart değildir.»
«Yalabık»
tâbiri ile musannıf küflü demirden ve nakışlı şeylerden İhtiraz ettiği gibi
şârih dahi «mesameleri olmayana diyerek cilâlı elbiseden ihtiraz etmiştir, Zira
cilâlı elbisenin mesameleri vardır. Bu cümle Bahr' dan alınmıştır.
Ayna,
tırnak ve emsalinin silmekle yetinilmesine delil Peygamber (s.a.v.)'in eshabının
küffarı kılıçlariyle öldürdükten sonra onları silerek namaz kılmalarıdır. Bir de
cilâlı şeye pislik işlemez. Üzerindeki pislik ise silmekle gider. Bunu Bahr
sahibi söylemiştir. Metindeki «mutlak surette» ifadesinden murad: ister cürmlü,
ister cürmsüz pislik bulaşsın: pislik yaş olsun kuru olsundemektir.
Şürunbulâliyye'nin Bürhan'dan naklettiğine göre fetva için tercih edilen kavil
budur. Hilye'de ise şöyle deniliyor:
«Öyle
anlaşılıyor ki, pislik cürmlü ve kuru olursa kazıyarak ıslaklığı belli olan bir
bez parçası veya başka bir şeyle pisliğin hem aynı hem eseri gidinceye kadar
silmekle temizlenir. Pislik kuru, fakat sidik ve şarap gibi cürmsüz olursa
sadece ıslak bezle silmek suretiyle temîzlenir. Yaş ise cürmlü olsun cürmsüz
olsun ıslak veya kuru bir bezle silerek temizlenir.
T
E N B İ H: - Şimdi silmekle temizlenen şeylerden kan aldırılan yer kalır.
Zahiriyye'de: «O yeri temiz ve yaş üç bez parçasiyle silerse yıkamak yerini
tutar.» denilmiş: Fethü'i-Kadîr sahibi de bunu kabul etmiştir. O buna kıyasen
bir kimse kan aldırır da kan çıkan yerin etrafı kana bulanır ve yıkadığı
takdirde suyun içeri işlemesinden korkarsa aynı şekilde bilmekle temizleyeceğini
söylemiştir. Bahr adlı kitabda: «Bu söz kan aldırma meselesinin suyu akıtmak
zarar vereceğinden korkarsa diye kayıdlanmasını gerektirir, Halbuki nakledilen
ibâre mutlaktır.» deniliyor.
Ben
derim ki; Kınye'de Nucumu'l-Eimme'den naklen bildirildiğine göre kanı gidermek
şartiyle kan aldırılan yer bir defa silinirse kâfidir. Lâkin Hâniyye'de şöyle
denilmiştir: «Su damlar şekilde olursa kan aldırılan yeri üç ıslak bezle silmek
câizdir.» Öyle anlaşılıyor ki bu söz, bu meseledeki İmam Ebû Yusuf kavline
istinad ediyor. Ebû Yusuf, yıkamanın lüzumuna kâildir. Nitekim bunu Muhit'ten
Hilye sahibi nakletmiştir. Haniyye'de bu meseleden önce Ebû Câfer'den nakledilen
şu söz dahi bunu gösterir: Bir kimsenin bedeninde pislik bulunur da ıslak bezle
üç defa silerse, su üzerine damlamak şartiyle temizlenir.» Zira su damlayınca bu
silmek değil, yıkamak olur. Valvalciyye'de şöyle deniliyor: «Bir kimsenin
bedenine pislik bulaşır da elini üç defa ıslatarak silerse elinden su damlamak
şartiyle câiz olur. Çünkü bu, yıkamaktır. Damlamazsa câiz değildir.»
M
E T İ N
Yer
kurumakla yani velev rüzgârla olsun kurulanmakla ve renk, koku gibi pislik
eserinin gitmesiyle temizlenir. Yaygı gibi şeyler bunun hilâfınadır. Bu hüküm o
yerde namaz kılmak içindir. Teyemmüm için değildir. Çünkü teyemmüm için yerin
hem temiz hem de temizleyici olması şarttır. Döşenmiş kiremit ve benzeri kerpiç
gibi şeylerle çatı kamışı, yerde dikili ağaç ve otun hükmü de böyledir. Yani yer
gibi olup kurumakla temizlenirler. Yerde biten her şeyin hükmü dahi böyledir.
Çünkü yere bitişmekle yerin hükmünü alır. Yerden ayrılmış olanlar ancak
yıkamakla temizlenirler. Bundan yalnız değirmentaşı gibi pürüzlü taş
müstesnadır. Onun hükmü yer gibidir. Haşefenin başı temizse, meselâ su İle
istinca yapmışsa kurumuş meni gibidir. Yani yerini oğalamakla temizlenir.
Eserinin kalması zarar etmez. el-Müctebâ'da şöyle deniliyor: «Bir kimse tenâsül
uzvunu karısının fercine sokup çıkarır da ondan sonra menisi gelirse uzvu ancak
yıkamakla temizlenir. Zira pisliğe bulanmıştır. Yani fercin rutubeti ile
bulanmıştır. demek istiyor ve bu hüküm İmameyn'in: «Fercin rutubeti pistir,
sözüne ibtina etmiş oluyor. İmam A'zam'a göre ise bedenin sair rutubetleri gibi
fercin rutubeti de temizdir. Bunu Cevhere kaydetmiştir.
İ
Z A H
Üzerinde
namaz câiz olmak için pîs bir yer kurumakla temizlenir. Yaygı, hasır, elbise ve
beden gibiyerden sayılmayan ve ona esaslı bir şekilde bitişik olmayan şeyler
bunun hilâfınadır. Onlar yıkanmadan temizlenmezler. Yerin kurumakla
temizlendiğine delil Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Kuruduğu Zaman Yerin Temizlenmesi
Bâbında İbn Ömer senediyle rivâyet ettiği şu hadis-i şeriftir: İbni Ömer:
«ResûIüllah (s.a.v.) zamanında mescidde gecelerdim. Bekâr bir delikanlı idim.
Köpekler mescide girer çıkar: bevl ederler, fakat kimse onların bevli üzerine
böyle su serpmezdi.» demiştir.
Yerin
acele temizlenmesi istenirse üzerine üç defa su dökülür ve her defasında temiz
bir bezle kurulanır. Kezâ üzerine çok su dökülür de pisliğin eseri görünmezse
yine temizlenir. Bunu Münye şerhi ile Fethü'l-Kadîr kaydetmiştir. Acaba ikinci
surette dökülen su pis midir temiz midir? Bahr sahibinin: «Üzerine çok su döker
de kuruyuncaya kadar bırakırsa temizlenir.» demesinden pis olduğu anlaşılıyor.
Çünkü temizlenmesini kurumasına bağlamıştır. Tatarhâniyye sahibi de Huccet'ten
naklen bunu açıklamış ve: «Suyun intikal ettiği yer pîslenir,» demiştir,
Bedâyi'de dahi buna delâlet eden sözler vardır. Zâhire bakılırsa bu hüküm su
örfen akar su olmadığına göredir. Su pislik yerinden ayrıldıktan sonra akar da
içinde pisliğin eseri görülmezse temiz olması icab eder. Çünkü akar su pislik
tutmaz. Eser görülmedikçe suyun gerisi gelmese bile hüküm budur. Zahîre'nin şu
İbâresi buna delildir: « Hasan b. Ebî Muti'den rivayet olunduğuna göre pisliğin
üzerine suyu döker de bir arşın kadar akarsa yer temizlenir. Su dahi temiz olup
akar su mesabesindedir. »
Müntekâ'da
da şöyle denilmiştir: «Pisliğin üzerine fazla yağmur yağar da üzerinden akarsa
bu onu temizler. Yağmur az olur da üzerinden akmazsa temizlemez. Bu surette
ayaklarını ve mestlerini yıkar.» Müntekâ sahibi bu sözüyle « Yağmur az olur da
pisliğin üzerinden yürürse» demek islemiştir. İşte maksad hakkında bu söz
nassdır. Hamd Allah'a mahsustur. Bu faslın sonunda bunun tamamını anlatacağız.
Yerin
kurumasını şarih kurulanmakla tefsir etmiştir. Bundan maksad yaşlık ve rutubetin
kalmamasıdır. Zîra şart olan budur. İyice kuruması değildir. Nitekim
Kuhistânî'nin ve Zahîre'den naklen İbn-i Kemâl'in açıkladıklarına göre fukahanın
ibâreleri de bunu gösterir. Şârih «velev rüzgarla olsun» sözüyle Hidâye ve diğer
kitablardaki «güneşle kurusa» kaydının tesadüfî bir kayıd olduğuna işaret
etmiştir. Çünkü kurumanın güneşle veya ateşle yahut rüzgârla olması arasında hiç
bir fark yoktur. Nitekim Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir.
Teyemmüm
için yerin ham temiz hem temizleyici olması şarttır. Çünkü yerin pislenmezden
önce temiz ve temizleyici olduğu biliniyordu. Pislenince her iki vasfın
kalmadığı anlaşıldı. Sonra kurumakta şer'an temizlik vasfının sâbit olduğu
anlaşıldı. Öteki sâbit olmadan kaldı. Temizleyici olmayınca onunla teyemmüm
edilemez. Bunu Fethü'l-Kadîr beyan etmiştir. Kiremit ve emsali döşenmemiş olup
nakledilecek vaziyette bulunurlarsa mutlaka yıkamaları gerekir. Zira kurumakla
temizlenme yalnız yer hakkında vârid olmuştur. Bu gibi şeylere örf ve adette yer
denilmez. Onun için de hükmen yerin satışında dahil değildir. Onlar yerleşmek
suretiyle yere bitişmemişlerdir. Binaenaleyh ona İlhak edilemezler. Bunu Münye
şârihi söylemiştir.. Hilye'de şu da ziyade edilmiştir: «Döşeli olan kiremit ve
emsali pislendikten sonra yerinden sökülse tekrar pis olur mu?» Bu hususla iki
rivâyet vardır.
Ben
derim ki: Pis olmaması daha makuldür. Bahr'da Hulâsa'dan naklen muhtar kavlin bu
olduğu bildirilmiştir. Yerde çakılı olan ufak taşlar da yerde biten şeyler
gibidir. Nitekim Münye ile Tatarhâniyye'de de böyle denilmiştir. Ama ufak taşlar
yerde çakılı değilse kurumakla temizlenmez. Anlaşılıyor ki toprak böyle bir
şeyle kayıdlı değildir. Aksi takdirde kurumakla temizlenen yerin, üzerinde
toprak bulunmamakla kayıdlanması lâzım gelir. Düşün!
Pürüzlü
taş hakkında Hâniyye'de şöyle deniliyor: «Pislik bulaşan taş değirmentaşı gibi
suyu içen taşlardansa kurumakla temizlenir. Suyu içmezse ancak yıkamakla
temizlenir.» Bahr'da da bunun gibi denilmiştir.
Münye
şârihi bu hususta inceleme yaparak şunları söylemiştir: «Bu, yer hakkında vârid
olan nass mânen makûl olduğuna göredir. Çünkü yer pisliği emer; hava ise onu
kurutur. Binaenaleyh bu mânâ yani emme kendisinde bulunan her şey buna kıyas
edilir. Lâkin bundan kerpiç ve kiremitin de kuruyarak pisliğin eseri gitmekle
temizlenmesi lâzım gelir. Velev ki yere bitişik olmasın. Çünkü suyun işlemesi ve
mevcuddur.» Bundan alarak Hilye sahibi, Hâniyye'nin sözünü döşenmiş taşa
hamletmiş; döşenmeyene hamletmemiştir
Şürunbulâliyye'nin
ibâresinden anlaşılan da budur. Fakat buna da itiraz edilerek: «Bu takdirde
pürüzlü taşla yalabık taş orasında fark belli olmaz.» denilebilir. En iyisi
Hâniyye ile Bahr'ın ibârelerinden anlaşıldığı gibi taşı yerden ayrı mânâsına
hamletmektir. Münye şârihinin incelemesine şöyle cevap verilir. Kerpiçle kiremit
pişirilmek ve işlenmek suretiyle aslî mahiyetlerinden çıkmışlardır. Taş öyle
değildir. O hilkati üzere kalmıştır. Ve aslına bakarak yere, yerden ayrı
olmasına bakarak başkasına benzemiştir. Bundan dolayı da «pürüzlü olursa»
diyoruz. Pürüzlü taş yer hükmündedir. Zira pisliği içer. Taş yalabık olursa yer
hükmünde değildir. Çünkü pisliği İçmez. AIIahu A'lem.
Bahr'da
beyan edildiğine göre menî yıkandığı zaman eserinin kalması zararsızdır. Kurumuş
meninin yeri oğuşturmakla temizlenmek için haşefenin (yani sünnet yerinin) başı
temiz olmak şarttır. Bazıları bunun «daha önce mezi gelmemişşe» diye
kayıdlanmasını da şart koşmuşlardır.
Onlara
göre daha önce mezi gelmişse ancak yıkamakla temizlenir. Bundan dolayı
Şemsü'l-Eimme Hulvani «Menî meselesi müşkildir. Çünkü her erkekten evvelâ mezi,
sonra menî gelir. Meğer ki mezi menînin içinde kaybolup gider ve ona tâbi
sayılır denile! » şeklinde mütalâada bulunmuştur. Bu söz açıktır. Çünkü her
erkek böyle olunca, şeriat, kuru olan menînin oğuşdurmakla temizleneceğini
bildirdiğine göre zaruretten dolayı mezinin kayıp olduğunu itibara almak lâzım
gelir. Ama abdest bozarak su ile istinca etmez de sonra menî gelirse iş değişir.
Çünkü mezi gelmemiştir. Bunu Fethü'l-Kadîr beyan etmiştir. Gerçi Bahr nam
kitabta: «Metinlerin zâhiri mutlaktır. Zira mezinin afvedilmesi ancak kayıp
olduğu içindir. Zaruretten dolayı değildir. Sidik de böyledir.» denilmişse de
Nehir sahibi bunu reddederek: «Esas şudur ki, delil bulunmaksızın pislik
başkasınatabi sayılamaz. Mezi hakkında delil vardır; sidik hakkında yoktur.»
demiştir.
Şeyh
İsmail: « Görülüyor ki bu söz güzeldir. » diyor. Allâme Nûh Efendi: «Hak şudur:
Mezi ancak zaruretlen dolayı afvedilmiştir: kayıp olduğu için değil, dedikten
sonra Ehî Çelebi'nin derkenarındaki sözlerini red için sözü bir hayli
uzatmıştır. Ehî Çelebi: «Müslümanın hâline yakışan, menide edebiyen oğuşturmakla
yetinememektir. Zira bu husustaki mu'teber kayıdlara riâyet âdeten imkânsızdır.»
diyor Ona müracaat et!
Şârih:
«Meselâ su ile istinca yapmışsa» diyerek abdest bozduktan sonra başla istinca
yapmaktan ihtiraz etmiştir Zira kuyu meselesinde de geçtiği vecihle taşla
istinca pisliği azaltır ama yok etmez. Münye şerhinde şöyle denilmektedir: «Bir
kimse bevleder de su ile istinca yapmazsa bazıları bundan sonra gelen menînin
oğuşturulmakla temizlenmeyeceğini söylemişlerdir. Bunu Ebû İshak Hâfız
bildirmiştir. İmam Hasan da ulemamızdan bu şekilde rivâyet etmiştir.
Birtakımları sidik, tenâsül âletinin başçına yayılmamış ve deliğinden öteye
geçmemişse meni oğuşturmakla temizlenir. Kezâ yayılmış, fakat menî atılarak
çıkmışsa yine oğuşturmakla temizlenir. Çünkü çıkan sidiğin üzerinden
geçmemiştir. İçeride iken sidiğin üzerinden geçmesinin bir tesiri yoktur. Zira
pisliğine hüküm edilmez, demişlerdir.» Meselenin hülûsası Nûh Efendi'nin dediği
gibidir. Yani ya sidik ile meninin ikisi de yayılır, yahut yayılmaz. Yahut
yalnız sidik veya yalnız menî yayılır. İkisi de yayılırsa oğuşturmakla
temizlenmez. Geri kalan üç surette temizlenir.
el-Mücteba'nın:
«Zira pislikle bulaşmıştır.» sözüne karşı şöyle denilebilir: Az yukarıda geçen
kavle binaen burada pisliğe bulaşmak yoktur. Mezkûr kavle göre menî çıktığı
vakit tenâsül uzvunun başına dağılmazsa oğuşturmakla temizlenir. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
Buradaki
fercten murad; dahili ferctir. Haricî fercin rutubeti ise bilittifak temizdir.
Bunu Halebî bildiriyor. İmam Nevevî'nin Minhâc adlı eserinde: «Esah kavle göre
fercin rutubeti pis değildir. İbni Hâcer şerhinde şöyle demiştir: Fercin
rutubeti beyaz bir sudur. Ve mezî ile ter arasındadır. Fercin içinden çıkar ki,
çıktığı yeri yıkamak zaten vâcib değildir. Yıkanması vâcib olan yerden çıkarsa
iş değişir. O kat'î surette temizdir. Dahilî fercin ardından çıkan da içeriden
çıkan her şey gibi kafî surette pistir. Doğan çocukla birlikte veya ondan az
önce çıkan su böyledir.» denilmektedir. İstinca bâbının sonunda beyan edeceğimiz
vecihle doğan çocuğun rutubeti temizdir. Kuzu ve yumurtanın rutubetleri de
öyledir.
ME
T İ N
Menînin
yeri kuru olmaz yahut haşefinin başı temiz bulunmazsa sair pislikler gibi
yıkanır. Meşhur olan kavle göre velev ki necaset taze kan olsun. Hastalık
sebebiyle berrak bile olsa erkekle kadının menîsi arasında fark olmadığı gibi
İnsan menîsi ile hayvan menîsi arasında da fark yoktur. Nitekim bunu Bakânî
incelemiştir. Zâhir mezhebe göre elbise ile beden arasında dahi fark yoktur.
Esah kavle göre velev ki elbise yeni veya astarlı olsun.
Sonra
acaba oğuşturduktan sonra ıslanırsa tekrar pis olur mu? Mutemed kavle göre pis
olmaz. Mayiden başka bir şeyle temizlendiğine hüküm olunan her şey böyledir. Ben
Hazâin adlı eserimde temizleyici şeyleri otuz küsura vardırdım.
İ
Z A H
«Menînin
yeri kuru olmaz yahut haşefenin (sünnet yerinin) başı temiz bulunmazsa» ifadesi
birkaç surete şamildir:
1
- Yeri kuru fakat haşefinin başı pis olur.
2
- Menînin yeri yaş fakat haşefinin başı temiz olur.
3
- Menînin yeri de kuru olmaz, haşefinin başı da temiz olmaz. Bunların hepsinde
yıkamak lâzım gelir. Meşhur kavle göre pislik taze kan bile olsa ancak yıkamakla
temizlenir. Çünkü ulema elbisenin oğuşturmakla temizlenmesinin yalnız menî
hakkında câiz olduğunu söylemişlerdi. Başka yerlerde câiz değildir. Bunu Bahr
sahibi kaydetmiştir. Gerçi Mücteba'da: «Elbiseye taze kan bulaşır da kurursa
menîde olduğu gibi oğuşturmakla temizlenir.» denilmişse de Nehir sahibi bunun
şâz (muhâlif) bir kavil olduğunu bildirmiştir. Kezâ Kuhistânî'nin Nevazil'den
naklettiği: «Galiz necaset olan fışkı elbiseye bulaşırsa menîye kıyasen
oğuşturmakla temizlenir, sözü de böyledir.» Evet, menî taze kan şeklinde çıkara
zâhire göre oğuşturmakla temizlenir.
Erkekle
kadının menîsi arasında fark yoktur. Yani ikisi de kuru ise oğuşturulur, yaş ise
yıkanır. Bu hususta kadın menisinin de erkek menîsi gibi olduğunu Hâniyye sahibi
sahih bulmuştur. Bize göre zâhir rivayet budur. Nitekim Muhtârâtü'n-Nevâzil nam
eserde de böyle denilmiştir. Sirâc ve diğer kitablarda ise kat'î olarak bunun
hilâfı bildirilmiştir. Hilye sahibi dahi bunu tercih ederek hülâsatan şunları
söylemiştir: Menîyi oğuşturmakla yetinmenin kıyasa muhâlif olarak hadîsle sâbit
bir istihsan olduğu hususunda ulemanın sözleri müttefiktir. Binaenaleyh her
vecihle bu mânada olmayan. bir şey buna katılamaz. Nass erkeğin menîsi hakkında
vâr;d olmuştur. Kadının menîsi onunki gibi değildir. Çünkü berraktır. Erkeğin
menîsi koyudur. Oğuşturmak ancak oğuşturulan şeyin giderilmesine yahut
azaltılmasına tesir eder. Bu da cürmlü eşyaya mahsustur. Berrak bir mayiin
oğuşturulmasından bu maksad elde edilemez. Binaenaleyh kadının menîsi koyu ise
oğuşturmakta dahil, erkeğin menîsi bir ârızadan dolayı berrak ise oğuşturmaktan
hariçtir.»
Ben
derim ki; Haniyye sahibinin sahih kabul ettiği kavli Hazreti Âişe (r.a.) den
sahih rivâyetle gelen şu hadis te'yid ediyor: «ResûlüIlah (s.a.v.) namaz
kılarken ben elbisesinden meniyi kazırdım.» Şübhesizki bu meni cima'dan
bulaşmıştır. Zira peygamberler ihtilam olmazlar. Buna kadının menîsinin karışmış
olması lâzım gelir. Böylece kadının menîsinin de oğuşturmakla temiz olacağı
kıyasla değil, eserle sübût bulmuş olur. Tedebbür et!
Bakânî'nin
tedkikatı herhalde Nikâye şerhinde olacaktır. Mültekâ üzerine yazdığı şerhde ben
bunu bulamadım. Aynı işi Kuhistânî ondan önce yapmış ve şöyle demiştir; «Menî
her hayvana şâmildir. Binaenaleyh oğuşturmukla temizlenmesi gerekir.» Ebussûud
hâşiyesinde de: insan menisi ile hayvan menîs'nin arasında fark yoktur. Nitekim
Feyz ile Kuhistâni'de de böyle denilmiştir. Hamevî'nin Semerkandî'den naklettiği
söz buna muhâliftir. Semerkandî menîyi insan menîsi diye kayıdlamıştır,
denilmektedir.
Ben
derim ki; Bahr ile Tatarhâniyye'de nakledilen şudur: «Her hayvanın menîsi
pistir. Temizleme hususunda aralarında fark olmamasına gelince: Bu nakle
muhtaçtır. Semerkandî'den yukarıda nakledilen söz yerindedir. Onun için Halebi:
«Ruhsat insan menîsi hakkında kıyasa muhalif olarak vârid olmuştur. Binaenaleyh
başkası kıyas edilemez. Çünkü hak delâleten hayvan menîsinin bilhassa domuz,
köpek ve fil menîsinin - ki, bunlar onun sözünün umumunda dahildir - insan
menîsi mânâsında olduğunu beyana muhtaçtır. Bu ise dikenden yaprak koparmak
gibidir. (Yani olacak şey değildir.)» demiştir. Kitap derkenarından birinde
Nikaye şerhinden naklen şöyle denildiğini gördüm: «Ulema elbiseden menînin
oğuşturmak suretiyle temizlenmesindeki hikmet umumî belvi ve meninin elbiseye
işlememesi olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh birinciye (belvânın umumi
olmasına) bakarak sair hayvanların hükmü böyle olmayacaktır.»
T
E N B İ H: - Bize göre menî necaset-i galiza (ağır necaset)tir. Bunu Sirâc
sahibi söylüyor.
Kan
pıhtısı ile et parçası da menî gibi pistirler. Bunu Nihaye ve Zeylaî
söylemiştir. Hayat eseri göstermeden doğan çocuk da böyledir. Zira Hâniyye'de
bildirildiğine göre böyle bir çocuk suya düşerse yıkanmış bile olsa onu pisler.
Kezâ namaz kılan bir kimse bu çocuğu üzerinde bulundursa namazı sahih olmaz.
Bunu Bahr kaydetmiştir. Ama Bahr'ın bundan sonra Fethü'l-Kadîr'den naklettiği:
«Kan pıhtısı et parçası haline gelirse temiz olur.» sözü müşkildir. Meğer ki ruh
verildiği hale hamledilerek doğuncaya kadar sağ kalırsa diye cevap verile.
Teemmül et!
Mayiden
başka temizleyici şeyler, mest hakkında oğmak, yer hakkında kurumak, deri
hakkında hükmî debâgat, kuyudan suyun çekilmesi, yalabık şeyde silmektir. Bahr
sahibi ulemanın bu husustaki sözlerini naklettikten sonra şunları söylemiştir:
Hâsılı bu meselelerin herbiri hakkında gördüğün gibi sahih kabul edilen ve
tercih olunan kaviller değişiktir. En iyisi hepsinde temizliğe itibar etmektir.
Nitekim metin sahibleri herbirinde temizliği tasrih ederek bunu anlatmışlardır,
Fethü'l-Kadîr sahibi de bunu tercih etmiştir. Buna taşla taharetlenen bir
kimsenin suya girmesiyle itiraz edilemez. Çünkü o kimse suyu pisler. Beden
hakkında mayiden başkası temizleyici kabul edilmemiştir. Bundan yalnız menî
hakkındaki oğuşturma müstesnâdır.
Yani
taş, bedenin istincâ (taharet) yerini temizlemez, O yalnız pisliği azaltır. Onun
için de suyu pisler. Oğuşturmak ve emsali böyle değildir. Onlar temizleyicidir.
Bunun muktezası şudur ki, mest az suya düşerse onu pislemez. Sonra Tecnis'te
şöyle denildiğini gördüm: «Bu pis yer kuruduktan sonra toprağı suya atılsa onu
pisler mi? Cevap, bu iki rivâyete göredir.» Yani temizdir. Rivayetine göre suyu
pislemez. Yukarıda arzetmiştik ki, kiremit pislenir de kurur: sonra çıkarılırsa
muhtar olan kavle çare tekrar pis olmaz.
Şârihin
Hazâin'deki ibâresi şöyledir' «Ulemanın beyanlarına göre temizlik; yaygı gibi
şeyleri yıkamak ve üzerinden suyu geçirmekle, havuzda suyun akar sayılacak
şekilde havuzu bir tarafından girip öbür tarafından çıkmasiyle, pislenen yeri
unutulan elbisenin bir kenarını yıkamakla, yalabık eşyayı silmekle, sahtiyan
döşeği silmekle, kan alınan yeri üç bezle silmekle, yer kurumakla, mest yere
sürtmekle, menî oğuşturmakla, teharetlenme taş gibi şeylerle, toz ve odunu
yontmakla, donmuş olup bir onda yayılmayan yağ gibî şeyleri daire şeklinde
oymakla, hayvanı kesmekle, derisidebâgatlanmakla, ateşle, az mikdarı pislenen
pamuğu didip atmakla, misliyattan olan şeyi taksim etmekle, yıkamak, satmak,
bağışlamak ve bir kısmını yemekle, aynı değişmekle, yerin üstünü altına
çevirmekle, kuyunun suyunu çekmekle, suyu çekilmekle, vâcib mikdarı çekilip
bulmakla, olmakla, şarap sirke olmakla, bize göre keza fiilen sirke
yapılmasiyle, Ebû Yusuf'a göre eti kaynatmakla ve Şâfiî'ye göre küçük çocuğun
sidiği üzerine su serpmekle olur. Bunlar otuz küsûrdur. Ama bazılarında müsamaha
vardır.»
Müsamaha
Nehir'de izah edildiği vecihte şöyledir: Yağı oymak temizleyici sayılmamalı idi.
Zira yağın hepsi pislenmiş değil, yalnız atılan yer pislenmiştir. Yerin üstünü
altına çevirmek de temizleyici sayılmamalı idi. Çünkü alt kısmında pislik
bâkidir. Taksim ile ondan sonra gelen dört şey dahi temizleyici sayılmamalı idi.
Faydalanmanın câiz olması mevcudda pislik kaldığında şübhe bulunduğu içindir.
Pamuğu atmak da öyledir. Bunu temizleyici sayanlar pisliğin çok az olup pamuğu
atmakla gitmesini şart koşmuşlardır. Böyle olmazsa temizlenmez. Nitekim
Bezzâziye'de de böyle denilmiştir.
Ben
derim ki: Yontmak da daire şeklinde oymak gibidir. Halbuki bu meselelerin
birçoğunda giriftlik vardır. Çocuk sidiğinin üzerine su serpmeyi burada saymak
doğru değildir. Çünkü bizim mezhebimiz değildir. Bunlardan maada bazıları ana
rahminde çocuğa can verilmesini de ilâve etmişlerdir. Bu, Fethü'l-Kadîr'den
naklen arzettiğimize binaendir. Birtakımları demire su vermeyi ilâve
etmişlerdir. Meselâ; pis su verilen bıçağın üç defa temiz su verilirse
temizlenir. Eli yalamak ve benzeri de böyledir.
M
E T İ N
Be,
İbn-i Vehbân'ın nazmını değiştirerek şöyle dedim: Yıkamak, silmek ve kurumak
temizleyicidir, Oymak, aynının değişmesi ve kazımakda söylenebilir. Debagat,
sirke yapmak, sirke olmak, kesmek, oğmak, kazımak, suyun havuza girmesi, suyun
çekilmesi bir kısmında tasarruf, pamuğu atmak, kuyudan suyu çıkarmak, yakmak,
kaynatmak. bir kısmını yıkamak ve yağı oğmak da temizleyicidir.
Pislenen
zeytinyağı sabun yapmakla temizlenir. Umumî belvadan dolayı bununla fetva
verilir. Nitekim üzerine pis su serpilen tandırda ekmek pişirmekte de beis
yoktur. Pislenen toprak gibi ki, ateşte pişirdikten sonra saksı yapılırsa
pisliğin eseri kalmamak şartiyle temiz olur. Bunu Halebi söylemiştir.
İ
Z A H
Aynının
değişmesine misâl domuzun tuz olmasıdır. Nitekim metinde gelecektir.
Kazımaktan
murad, yerin üstünü altına çevirmektir. Sirke yapmak, şarabın içine bir şey
katmakla olur. Şarabın kendi kendine sirke olması da aynı hükümdedir. Bunların
ikisi de aynının değişmesinde dahildir. Nitekim Bahr adlı kitabtan da anlaşılır.
Fethü'l-Kadîr'de şöyle deniliyor:«Bir kimse şarabın içine su yahut suyun içine
şarap döker de sirke olursa sahih kavle göre temizlenir, Ama şarabın içine fare
düşer de sirke olduktan sonra çıkarılırsa iş değişir. Çünkü sirke olduktansonra
pislenmiştir. Sirke olmadan çıkarılırsa pislenmez. »
Keza
şıranın içine fare düşer yahut köpek ağzını sokar da sonra şarap olur,
arkasından sirkeye inkılâb ederse temizlenmez. Muhtar kavil budur. Bunu
Hulâsa'dan naklen Bahr sahibi söylemiştir. Hâniyye'de şöyle deniliyor: «Yemek
tenceresine şarap dökülse, sonra içine sirke akıtılarak yenilmeyecek derecede
ekşi olsa, ekşiliği sirke ekşiliği olduğu takdirde yenilmesinde bir beis yoktur.
İçine sirke akıtmak suretiyle sirke olan her şeyin hükmü buna göredir. Kezâ
şarabın içine fare düşer de dağılmadan çıkarılır, sonra sirke olursa hüküm yine
böyledir. Ama dağıldıktan sonra çıkarılırsa helâl olmaz. Pis sirke şarabın içine
dökülürde şarap sirke olursa pistir. Zira pis olan şarap değişmemiştir. Şarabın
içine ekmek yahut soğan atılır da sirke otursa sahih kavle göre temizdir.»
Bunların bazıları gelecek faslın sonunda Fer'î Meseleler arasında görülecektir.
Kesmekten
murad; hayvan boğazlamaktır. Yerinde görüldüğü vecihle hayvanı boğazlamak
derisini ve kezâ etini temizler. İki sahih kavilden birine göre yenilmeyen
hayvan bile olsa boğazlamakla eti temiz olur. Yine evvelce görüldüğü vecihle
temiz su küçük pis havuza girer de öbür taraftan çıkarsa sahih kavle göre az
bile olsa havuzu temizler. Kuyunun suyu, çıkarılması gereken mikdarda kuruyarak
azalırsa suyu çıkarmak gibi kuyuyu temizler.
Bir
kısmında tasarruftan murad; buğday gibi şeylerin bir kısmı pislenirse bir
kısmında tasarrufta bulunmaktır. Tasarruf yemeye. satmaya, bağışlamaya ve sadaka
olarak vermeye şâmildir. Bunu Halebî beyan etmiştir. Bu mesele metinde
gelecektir. Ama tasarrufu «pislenen kadar yahut daha fazla olursa» diye
kayıdlamak lâzımdır. Pislenen mikdardan az olursa temizlenmez. Nitekim az
yukarda Nehir'den naklen arzettiğimiz pamuk meselesi de bunu ifade eder.
Ateşin
temizlemesi yakmak suretiyle olur. Meselâ; kuyunun başındaki kanlı yerler
yanarsa temiz olur. Bunu Bahr kaydetmiştir. Benzerleri az sonra gelecektir. Ama
ateşle pişen her şeyin temiz olacağını sanma! Duyduğuma göre bazı kimseler böyle
sanmışlar. Bilakis maksad pisliğin ateşle istihalesi (hal değiştirmesi) yahut
eserinin kalmamasıdır. Böyle olursa temizlenir. Onun için Münye sahibi bunu
«bazı yerlerde» diye kayıdlamıştır. Ateşte kaynatmakla temizlenme ileride beyan
edileceği vecihle yağı veya eti üç defa kaynatmakla olur.
«Bir
kısmını yıkamak» tan murad; bir kısmı pislenen elbise gibi şeylerin herhangi bir
tarafını yıkamadır. Az sonra bundan da söz edilecektir. Yağı oyarak temizlemek
donuk yağlarda olur. Ve pislenen yerin etrafı dolaylanarak alılır. Donuk
kaydiyle mayi yağlar hariç kalır. Mayi yağ, üzerinden alınca kalan cüz'leri
hemen birleşen yağdır. Evvelce gördüğümüz vecihle çok mikdarı bulmadıkça böyle
yağın hepsi pislenir. Bunu Fethü'l-Kadir kaydetmiştir. Çok mikdardan maksad, ona
on arşın ebadında olmaktır. Bu mikdardaki yağ pislenirse nasıl temizleneceği
ileride gelecektir.
Zeytinyağının
sabun yapmakla temizlenmesi meselesini Allâme Kâsım Fetâvâ'sında beyan ettiği
gibi kitabımızın metin ve şerhinde gelecek «Aynının değişmesiyle temizlenme»
meselelerini dahi delilleri ile birlikte söz götürmez bir şekilde tahkîk ve
tedkik etmiştir. Zaten merhumun âdeti budur. Onun kitabına müracaat olunmalıdır.
Sonra ulema bu meseleyi İmam Muhammed'in kavlinegöre tefri etmişlerdir. İmam
Muhammed bir şey ayninin değişmesiyle temiz olur; demiştir ki, fetva da buna
göredir. Ulemanın ekserisi bu kavli benimsemişlerdir. Ebû Yusuf buna muhaliftir.
Nitekim Münye şerhi ile Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda beyan olunmuştur.
Müctebâ'nın bu husustaki ibâresi şöyledir: «Pis yağ sabuna katılsa temizdir diye
fetva verilir. Çünkü değişmiştir. Değişme, İmam Muhammed'e göre temizler.
Belvâdan dolayı bununla fetva verilir. »
Zâhirine
bakılırsa ölü hayvanın yağı da böyledir. Çünkü pis demiş, pislenen dememiştir.
Ancak bu pis, yoğa mahsustur denilirse o başka! Zira sabun yapmakta ödet
başkalarına değil, zeytinyağı kullanmaktır. Düşün!
Sonra
Münye şerhinde birinci kavlı te'yid eden sözler gördüm. Orada şöyle deniliyor:
«Buna teferru eden bir meseledir ki, insan yahut köpek sabun küpüne düşer de
sabun olursa temiz sayılır. Çünkü hakikat değişmiştir.»
Sonra
şunu da bil ki, İmam Muhammed'e göre temiz sayılmanın illeti değişme ve
hakikatın inkılâbıdır. Buraya kadar geçenlerden anlaşıldığı gibi bununla mezkûr
hükmün sabuna mahsus olmasıdır. Şu halde kendisinde değişme ve inkılâb olan her
şey umumi belva da varsa bunda dahildir. Üzümü pislenmiş olursa pişmiş pekmez
hakkında da aynı şey söylenir. Bahusus kuru üzümün içine fere girerek bevl eder
fışkısını yapar. Bazen içinde öldüğü de olur.
Üstadlarımızın
üstadlarından biri böylece bahsederek şunları söylemiştir: «Bu izaha göre susam
pislenir de sonra tahan yapılırsa temiz olur. Bilhassa bu hususta umumi belva da
vardır.» Bu zat bunu serçe meselesine kıyas etmiştir. Serçe su kuyusuna düşer de
çamur olursa çıkarılması lâzım gelmez. Çünkü hakikati değişmiştir.
Ben
derim ki: Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir: Pekmezde hakikî değişme yoktur.
Çünkü pekmez pişerek donmuş şıradan susam da döğülüp yağı cüz'lerine karışırsa
bunun gibidir. Ve peynir olan süt, un olan buğday, ekmek olan un gibi bunda da
yalnız vasfın değişmesi vardır. Sirke olan şarap, tuzlaya düşüp tuz olan eşek
böyle değildir. Kezâ tırtır olan şarap tortusu, kül veya çamur olan fışkı da
böyledir. Zira bunların hepsi mücerred bir vasıf değişikliği ile kalmayıp bir
hakikattan başka bir hakikati inkılâb ederler. Nitekim gelecektir. Allahu A'lem.
Üzerine
pis su serpilen yahut içersine çocuk çişini yapan veya pis su ile ıslanmış bezle
silinen tandırda ekmek pişirmek zarar etmez. Ancak pis ıslaklığın ateşle
giderilmiş olması şarttır. Aksi takdirde pislenir. Nitekim Hâniyye'de de böyle
denilmiştir.
Halebî,
pis topraktan saksı meselesini anlattıktan sonra bunun illetini de bildirerek:
(Çünkü pislik ateşle yok olup gider: eseri de kalmaz.)demiştir.
METİN
Şâri'
Hazretleri dirhem mikdarı pisliği affetmiştir. Mamafih yıkamayı terk etmek
kerahet-i tahrimiyye ile mekrûhtur. Binaenaleyh yıkamak vâcibtir. Dirhemden az
olursa yıkamayı terk etmek kerahet-i tenzihiyye İle mekrûh; yıkaması sünnet
olur. Dirhemden fazla pisilk ise zararlıdır. Onu yıkamak farzdır. Nehir'de beyan
edildiğine göre pisliğin bulaştığı zamana değil, namaz vaktine itibarolunur.
Ekser ulema bunu tercih etmişlerdir.
İZAH
Şârih,
burada metinin sözünü değiştirmiştir. Zira metin meçhul sîgasiyle idi. Bundan
maksadı afv hükmünün yalnız kıyas olmayıp rivayete dayandığına tenbihte
bulunmaktır. Münye şerhinde şöyle denilmiştir: (Bize göre pisliğin azı icmaan
afv edilmiştir. Çünkü taşla taharetlenmek bilittifak kâfidir. Halbuki o, pisliği
kökten temizlemez. Dirhem miktarının afv edildiği Ömer, Ali ve İbn Mes'ud
hazeratından rivâyet olunmuştur. Bu, akılla bilinmeyen şeylerdendir. Binaenaleyh
Rasûlullah (s.a.v.) den işittiklerine hamledilmiştir). Hilye'de beyan edildiğine
göre dirhemle takdir, pisliğin arttan çıktığı yerden kinâye olmak üzere
yapılmıştır, Nitekim İbrahim Nehaî bunu şöyle ifade etmiştir: Eshab-ı kiram
meclislerinde oturarak yerlerinin anılmasından hoşlanmazlardı. Bu sebeble onu
kinâye olarak dirhem sözü ile ifade etmişlerdir.» Nehaî'nin sözünü ulemanın
naklettikleri Hazret-i Ömer vak'ası te'yid eder.
Ömer
(r.a.)'e elbiseye bulaşan az pisliğin hükmü sorulmuş: «Şu tırnağım kadar olursa
namazın cevâzına mâni değildir.» cevabını vermiştir. Ulema, Hazret-i Ömer'in
tırnağının bizim avucumuza yakın olduğunu söylemişlerdir.
«Kerahat-i
tahrimiyye ile mekrûhtur.» ifadesiyle şârih afvın namazın sahih olmasına
nisbetle yapıldığına işaret etmiştir. Bu, günâha zıt düşmez. Nitekim bu hükmü
Bahr sahibi Sirâc'ın ibâresinden çıkarmıştır. Münye şerhinde de bunun benzeri
vardır. Münye şârihi, kitabımız şârihinin verdiği tafsilâtı anlatmıştır. Hilye
sahibi dahi Yenâbi'den naklen aynı şeyi söylemiş lâkin sözüne şöyle devam
etmiştir: «Akla en yakın olanı, dirhem mikdarı ve daha az olan pisliği bilip
dururken ve yıkamaya iktidarı varken yıkamanın müstehab olmasıdır. Bu takdirde
yıkamayı terk etmek evlânın hilâfı olur.» Evet, dirhem mikdarını yıkamak daha
azını yıkamaktan daha tenkidli müstehabtır; onun terki de kerâhet itibariyle
daha şiddetlidir. Nitekim birçok meşhur mezheb kitabından anlaşılan da budur.
Mesela: Muhît nâm kitabta: Üzerinde dirhem mikdarı yahut daha az pislik
bulunduğunu bilen bir kimsenin o pislik üzerinde iken namaz kılması makrûhtur.
Çünkü ulema bu hususta ihtilaf etmişlerdir, denilmiş: Muhtârâtü'n-Nevâzîl'de
buna: «Pisliği gidermeye kudreti varken» ifadesi eklenmiştir. «Dirhem mikdarı
kandan namaz tekrar kılınır. » hadisi sâbit olmamıştır. Sâbit olsa bile icma'ın
delâlet ettiği ile bu hadisin arasını bulmak için namazı tekrar kılmanın
müstehab olduğuna hamledilir. İma,mutlak surette dirhem mikdarı pisliğin hükmü
sâkıt olunca taşla taharetten sonra makadı yıkamanın gerekmediğine mün'akid
olmuştur.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Ben
derim ki: Fethü'l-Kadîr'in şu ifadesi bunu te'yid eder: «Namaza mâni olmayacak
pislikle namaz kılmak mekrûhtur. Hatta üzerinde az pislik olduğunu namazda
öğrense vaktin çıkacağından yahut cemaatı kaçıracağından korkmadığı takdirde o
namazı bozar demiştir. » Bu izahatın benzeri Nihâye, Muhit ve Bahr'da da vardır.
Demek oluyor ki Fethü'l-Kadîr sahibi kerâhet ve namazın bozulması hususunda
dirhem mikdarı pislikle daha azını bir tutmuştur. Dirhem mikdarından az pisliğin
kerahati tahrimiyye ile mekrûh olmadığı malumdur. Çünkü buna kâil olan yoktur. O
halde ikisini birtutması kerâhat-i tenzihiyyenin aslındadır Velev ki dirhem
mikdarı ile daha azında farklı olsun. Muhît sahibinin kerâheti insanların bu
hususta muhtelif olmasiyle ta'lilde bulunması da bunu te'yid eder. Zira
kerâhet-i tahrimiyyeyi istilzam etmez. Netif nâm kitabta şöyle deniliyor.
«Necaset, dirhem mikdarından fazla olursa temizlenmesi vacib, dirhem mikdarı
veya daha az olursa nafiledir.»
Hulâsa'da:
«Dirhem mikdarı pislik namaza mâni değildir. Ama az da olsa yıkammakla isâet
(edebsizlik) etmiş olur. Efdal olan yıkayıp isâet etmemektir denilmiş olması
dirhem mikdarında kerâhet-i tahrimiyyeye delâlet etmez. Çünkü usul-i fıkıh
uleması: «İsaet kerâhetten aşağıdır.» demişlerdir.
Evet,
dirhemden az olun pisliğin giderilmesine te'kidle delâlat eder ve yukarıda
Hilye'den naklettiğimize uyar. Şübhesiz Fethü'l-Kadîr'in beyânına da aykırı
değildir. Metin sahiblerinin; «Dirhem mikdarı pislik afv edilmiştir.» sözünü
mutlak bırakmaları da bunu te'yid eder. Zira günah olmadığına şâmildir.
Binaenaleyh bu nakiller yukarıda Yenâbi'den nakledilene tercih olunur. Allahu
A'lem.
«İtibar,
pisliğin bulaştığı zamana değil, namaz vaktinedir.»Yani bir kimsenin elbisesine
dirhem mikdarından az pislenmiş yağ bulaşır da sonra namaz vaktinde yayılarak
dirhem mikdarından fazla olursa bazıları namaza manidir, demişlerdir. Ekser
ulema bununla amel etmişlerdir. Nitekim Sirâc'tan naklen Bahr'da da böyle
denilmiştir.
Münye'de
«Bununla amel edilir.» denilmiştir. Münye şarihi de şunları söylemiştir:
«Tahkiki şudur ki, sıvı necasetin mikdarı hususunda mu'teber olan, pisliğin
cevheri değil, pislenenin cevheridir. Kesif pislik bunun aksinedir. Teemmül
edilmelidir!»
Birtakım
ulema ise: «Vaktin itibara alınması pisliğin bulaşmasını itibara mâni değildir,
demişlerdir.
Kuhistânî
«Muhtar olan kavil budur. Bununla fetva verilir.» diyor. Fethü'l-Kadrî'in
zâhirinden anlaşıldığına göre o da bunu tercih etmiştir. Hilye sahıbi: «Bence bu
kavil daha mâkuldür.» demiştir. Seyyidi Abdülganî dahi buna meyletmiş ve:
«Pislik bulaştığı vakit bir dirhemden fazla olur da sonra kuruyarak hafifler ve
dirhemden aşağı inerse namaza mânidir,» demiştir, şu da var ki, Bahr ve diğer
kitablarda bildirildiğine göre elbise tek katlı olursa pisliğin öbür tarafına
işlemesine itibar olunmaz. Çift katlı ise iş değişir ve iki tarafı pislenen
dirhem gibi olur.
Hâniyye'de:
« Sahih olan dirhemdekinin de namaza mâni olmamasıdır. Zira bir şeydir. Hulâsa
sahibi muhtar kavlin bu olduğunu söylemiştir.» denilmişse de Hilye sahibi buna
cevaben: «Hak şudur ki, zâhir olan bunun hilâfıdır. Çünkü dirhemin bir yüzündeki
pislik, Öbür yüzüne işlemez. Binaenaleyh pislik birleşmiş değil, bilakis
müteaddiddir; hükme sebep de budur. » demiştir.
TETİMME:
- Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda beyan edildiğine göre pisliğin namaza mani
olması, namaz kılana izafe edildiği takdirdedir. Pislenmiş bir çocuk veya
güvercin namaz kılan kimsenin kucağına gelirse, çocuk kendî kendine oturabilmek
şartiyle namaz câizdir, Çünkü pislik çocuğun üzerindedir.
Kendi
kendine oturamayan memedeki çocuk bunun hilâfınadır. O namaz kılana izâfe
edilir. Hilyesahibi bu hususta inceleme yapmış ve: Görünürde kendi kendine
oturmanın bir te'siri yoktur. Zira pisliği, mânen namaz kılan kimse
taşımaktadır. İddia edene beyanda bulunmak gerekir.» demiştir.
Ben
derim ki: Bu söz kuvvetlidir. Lâkin bize nakledilen bunun hilâfıdır. Hazreti
Enes (r.a.)'den güzel bir isnadla rivâyet olunduğuna göre «Ben Rasûlullah
(s.a.v.)'ı Hasan sırtında olduğu halde namaz kılarken gördüm. Secdeye vardığı
zaman onu indirirdi.» demiştir. Tabiî ki küçük çocuk âdeten pislikten hali
kalmaz. Bu da nakledilen kavli te'yid eder.
METİN
Cürmlü
kesif necasetle bir dirhem, bir miskâl yani yirmi kırattır. İnsan fışkısı gibi
galîz necasetin sıvı olanında ise el ayasının içi genişliğinde olandır. Bundan
maksad el parmaklarının bölümlerinin içidir. Kezâ insandan çıkan ve abdesti
yahut guslü icab eden her şey galîz necasettir. Eti yenilmeyen hayvanın sidiği
-velev henüz yemek yemeyen çocuktan olsun- galîz necasettir. Yarasanın sidiği ve
tersi bundan müstesnadır çünkü temizdir. Korunma imkânı olmadığı için farenin
sidiği de temizdir. Fetva buna göredir. Nitekim Tatarhâniyye'de beyan
edilmiştir. Bahsimizin sonunda görüleceği vecihle eseri belli olmadıkça farenin
tersi de zarar etmez, el-Eşbâh nâm kitabta: «Kedinin sidiği su kaplarından
başkasında avf edilmiştir. Fetva buna göredir.» denilmiştir.
İZAH
Bir
dirhem bir miskaldir ki, yirmi kırattan ibarattir. Sahih olan budur. « Bahr nam
eserde beyan edildiğine göre bazıları Mu'teber olan, her zamanın kendi
dirhemidir.»demişlerdir. Bahr sahibi buradaki dirhemin Zekât Bâbındaki
dirhemden, başka olduğunu söylemiştir. Çünkü zekât bahsinde mu'teber olan dirhem
her on dânesi yedi miskal ağırlığında olandır.
İmam
Muhammed dirhemi muhtelif şekillerde tefsir etmiştir. Bazen avuç genişliğinde
diye, bazen de miskal olarak tarifte bulunmuştur. Bu sebeble ulema ihtilâfa
düşmüşlerdir. Hinduvânî bu iki tefsirin arasını musannıfın söylediği şekilde
birleştirmiştir. Bunu birçok ulema kabul etmiş; Zeylaî ile Zâhidî de sahih
bulmuşlardır. Fethü'l-Kadîr sahibi dahi kabul etmiştir. Zira imkân bulununca iki
rivayetle birden amel etmek evlâdır. Meselenin tamamı Bahr ve Hilye nâm
kitablardadır. Bunun muktazâsı şudur: Kesîf (koyu) necasetin bir dirhem kadarı
elbiseye el ayasından fazla yayılırsa namaza mâni değildir. Nitekim bunu Seyyidi
Abdülganî de ifade etmiştir.
Hidâye'de
kan, cürmlü kesif necasetten sayılmıştır, Kâdıhan ise cürmü olmayan
necasetlerden saymıştır. Hilye sahibi bunların arasını bularak Hidâye'nin sözünü
koyu kana, Kâdihân'ın sözünü de berrak kana hamletmiş;«Menî de böyle olmak
gerekir.» demiştir. Şu halde cürmlü necasetten murad: eseri değil, bizzat
kendisi gözle görülen necasettir. Nitekim yukarıda geçmişti; ileride de
gelecektir.
El
ayasının içini şârih «el parmaklarının bölümlerinin içi.» diye tarif ediyor. Bu
bâbta Molla Miskin şöyle demiştir: «Bunu bilmenin yolu eliyle su alıp eline
yaymaktır. Elinde ne kadar su kalırsa el ayası mikdarı işte odur.»
Sonra
bilmelisin ki İmam A'zam'a göre galiz necaset (koyu pislik) nassla bildirilip
başka nasslaçürütülmeyen pisliktir. Başka bir nassla muaraza olunursa hafif
necaset olur. Meselâ; eti yenilen hayvanın sidiği böyledir. Çünkü: «Sidikten
korunun!» hadîsi onun pis olduğuna, Ureniyyîn hadisi ise temiz olduğuna delâlet
eder. İmameyn'e göre müctehidlerin pis olup olmadığında ihtilâf ettikteri şey,
hafif necasettir. Binaenaleyh İmam A'zam'a göre at ve eşek tersi galiz
necasettir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ona riks demiştir. (Riks: necis demektir).
Bu hadîse muarız başka bir hadîs de yoktur. İmameyn'e göre hafif necasettir zira
umumî belva dolayısiyle İmam Mâlik onun temizliğine kâil olmuştur. Meselenin tam
olarak tahkiki mufassal kitablardadır.
Şârihin:
«Kezâ insandan çıkan ve abdesti yahut guslü icap eden her şey galiz necasettir.»
sözüne yellenmek aykırı düşer. Çünkü yel temizdir. Bunu Tahtavî söylemiştir.
Yani sahih kavle göre temizdir. Ama buna şöyle cevap verilebilir: Sözümüz galîz
ve hafif necâset hususundadır. Yellenmek bunların hiçbiri değildir. Teemmül
buyurulsun! Şöyle de denilebilir:
Sözümüz
her necâset adını alan şey hakkında değil, galiz necâset hakkındadır.
TENBİH:
Şafiî ulemasından biri Peygamber (s.a.v.) bevli ile sair ifrazatının temiz
olduğunu doğrulamıştır. Ebu Hanîfe de buna kâildir. Nitekim Mevahib-i
Ledünniye'de Buharî şerhi «Ayni» den naklen beyan edilmiştir. Bunu «Eşbâh»
şerhinde Birî de açıklamıştır. Hâfız İbn Hacer: «Bu husustaki deliller birbirini
takviye etmektedir. Müçtehid imamlar bunu Peygamber (s.a.v.)'in hasâisından
saymışlardır.» diyor.
Henüz
yemek yemeyen çocuğun sidiğin, mutlaka yıkamak lâzımdır. Tahtavî'nin beyânına
göre İmam Şâfii sabînin sidiği üzerine su serpmekle yetinmiştir. Onun deliline
verilen cevap mufassal kitaplardadır.
Yarasanın
sidiği ve tersi hakkında «Bedâyî» ve diğer kitaplarda şöyle denilmektedir:
«Yarasaların sidik ve tersleri pis değildir. Çünkü elbise ve kabları bunlardan
korumaya imkân yoktur. Onlar çişlerini havada iken yaparlar. Yarasa uçan bir
faredir. Onun için çiş yapar. Bu sözün muktezası, necaset hükmünün zaruretten
dolayı sakıt olmasıdır. Bu açıklama «çünkü eti yenmez» denildiğine göre de
uygundur. Nitekim «Zahire» sahibi onu bazı yerlere nisbet ederek yarasanın azı
dişi olduğunu, yenilmediğine illet göstermiştir. «Hâniyye» sahibi dahi eti
yenmediği için sidiğinin galîz necâset sayılmadığını söylemiştir. Lâkin bu söz
götürür diyerek «Gâyetü'l-Beyan» sahibi itiraz etmiş ve «Azı dişi olan hayvanın
yenilmesi ancak dişiyle avlandığı zaman nehyedilmiştir.» demiştir. Yani bu öyle
değildir, demek istemiştir. «el-Mübtega» nam kitapta denildiğine göre ulemadan
bazıları yarasanın yenileceğini, bazıları yenilemeyeceğini söylemişlerdir.
Şafiilerden
Abbâdi yarasa yemenin helal olduğunu İmam Muhammed den nakletmiştir. Şu halde
sidik ve tersinin temiz olduğuna işkâl kalmaz. Meselenin tamamı «Hilye»dedir.
Ben
derim ki : Şârihin «temizdir» sözü buna göre geçerlidir. Yoksa «afv edilmiştir»
demesi evlâ olurdu. Anla!
Şarih
«farenin sidiği de temizdir » diyor. Mâlumun olsun ki, Hâniyyede de: «Kedinin ve
farenin sidiği ve tersi rivâyetlerin en belirlisine göre pistir. Suyu ve
elbiseyi pisler. Fare tersi buğdayla öğütülürde eseri görülmezse zaruretten
dolayı afv edilir. «Hulâsa» nâm eserde. «Kedi bir kaba veya elbiseye bevl ederse
pislenir. Farenin sidiği de öyledir.» denilmiştir.
Fakih
Ebu Ca'fer'in ise«Kabı pislediğini, elbiseyi pislemediğini söylemiştir
deniliyor. «Fethü'l-Kadîr» sahibi: «Bu güzeldir. Çünkü kapları örtmek adettir.
Fare sidiği bir rivayette zararsızdır, Ama ulema onun pis olduğuna kânidir. Zira
zarureti hafiftir Tersi böyle değildir. Buğday hakkında onda zaruret vardır.»
demiştir.
Hâsılı
zâhir rivâyete göre hepsi pistir. Lâkin elbise gibi mâyi olmayan şeyler de
kedinin sidiği hakkında zaruret muhakkaktır. Elbise ve mayiIerde değil de,
buğday gibi şeylerde farenin fışkısı da Öyledir. Farenin sidiğinde ise zarûret
tahakkuk etmiş değildir. Ancak şârihin «Fetvâ buna göredir.» diyerek naklettiği
rivâyete göre tahakkuk etmiştir. Lâkin «Tatarhâniyye»nin ibâresi şöyledir:
Farenin sidiği ve fışkısı pistir. Sidiği afv edilmiştir diyenler de vardır.
Fetva da buna göredir.
«Hüccet»
nam kitapta: «Sahih kavil pis olmasıdır» denilmiştir. Fetva lafzı sahihden daha
kuvvetli olsa da buradaki ikinci kavil zahir rivâyet olmakla kuvvet bulmuştur.
Anla!
Lâkin
Kuyu bahsinde geçmişti ki, esah kavle göre fare sidiği ve fışkısı kuyuyu
pislemez. Buna da şöyle cevap verilebilir: Kuyuda zaruret tahakkuk etmiştir;
fakat kaplar böyle değildir. Zira yukarıda geçtiği vecihle kaplar örtülür.
Tedebbür eyle!
METİN
Sair
hayvanlardan akıtılan kan da galiz necâsettir. Bundan üzerinde bulunduğu
müddetçe şehîdin kanı ile zaif hayvanın etinde ve damarlarında kalan kan,
karaciğer, dalak, kalp, akmamış kan, balık kanı, bit, pire ve tahtakurusu kanı
müstesnadır.
«Sirac»
ta küttân da ziyâde edilmiştir. Kamûs'ta beyân edildiği gibi küttân, rumman
vezninde ısırıcı kırmızı bir hayvancıktır. Bu suretle müstesnâların sayısı on
iki olur. Şarap dahi galîz necâsettir. Sair içkiler hakkında galiz necasettir;
hafif necâsettir; temizdir şeklinde rivayetler vardır. «Bahr» sahibi birinci
rivâyeti; «Nehir» sahibi ikinciyi tercih etmişlerdir,
İZAH
Şehîdin
kanı akıtılmış bile olsa temizdir. Nitekim şârihin sözü bunu iktiza ettiği gibi
«Bahri» sahibinin sözü de bunu iktiza etmektedir. Namaz kılan bir kimse şehidi
sırtında bulundursa namazı câiz olur. Ancak kanı bulaşırsa olmaz. Çünkü kan,
temiz olduğuna hükmedilen yerden ayrılmıştır. Bunu Hamevî söylemiştir. Benzeri
hilyede de mevcuttur. Şârihin: «Hayvanın etinde ve damarında kalan kan ilah...»
sözü bu kanlar aksa bile temizdir vehmini uyandırmaktadır. Halbuki maksat bu
değildir. Nitekim «Bahr» sahibinin bu babtaki ifâdesi açıktır. Bunu Halebi de
ifâde etmiştir. Bezzâziyesinde şöyle denilmiştir: «Kezâ hayvan kesildikten sonra
damarlarında kalan kan da temizdir. İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre bu kan
çok olursa elbiseyi pisler. Ama zaruretten dolayı yahut delil bulunduğu İçin
tencereyi pislemez. Zira Âişe (r.a.)'nin çömleğinde gırtlak kanının sanlığı
görülürmüş. Karaciğerden çıkan kan başka ciğerdense pistir. Eldeki ciğerdense
temizdir.
Kezâ
arık hayvandan keserken çıkan kan o hayvandan ise temiz, başka hayvandan ise
temizdeğildir. Mutlak etten çıkan kanla kalbden çıkan kanın hükmü de böyledir.
Kaadi şöyle diyor:
«Karaciğer
ile dalak yıkanmadan temizdirler. Hatta bunlarla mestin üzerini boyayarak namaz
kılsa caiz olur».
Balık
kanı hakikatte kan değildir. Çünkü kuruduğu zaman beyazlaşır. Kan ise
kuruduğunda siyahlaşır. «Bahr» sahibinin beyanına göre balık kanı tabiri büyük
balığa da şâmildir. Ondan bir şey akarsa zâhir rivâyete göre temizdir. Bit, pire
ve tahtakurusu kanı çok bile olsa pis değildir. Bunu «Bahr» ve «Münye» sahipleri
söylemişlerdir. Bu sözde Şâfiilerden birine târiz vardır. O bu hayvanların kanı
çok olursa afv edilmez demiştir. Yine bu söz bedene ve elbiseye bulaşana. kasten
veya kasıtsız bulaşana şâmildir. Bunu «Hilye» sahibi kaydetmiştir. Şu halde bir
kimse elbisesinde bit öldürürse afv edilir. Meselenin tamamı «Hilye» dedir. Biti
zeytinyağı gibi bir şeyin içine atsa onu pislemez. Çünkü temizlik bahsinde
geçtiği vecihle akar kanı olmayan bir hayvanın kop içinde ölmesi onu pislemez.
Şarabı
umumiyetle Metinler kitabımızdaki gibi yazmışlardır. Kuhistânî'de, «Fetevâ-i
Dinârînden naklen şöyle denilmiştir: «İmam Haherzâde şarap az da olsa namaza
mânidir. Sair necâsetler böyle değildir; demiştir».
Sâir
içkilerden murad. sarhoş eden içkilerdir. Velev ki İmam Muhammed'in Müftâbih
kavline göre şıra olsun. Bunu tahtavi söylemiştir.
«Nehir»
sahibi ikinci kavli, yani sair içkilerin hafif necâset olduğunu tercih etmiş;
buna «Münyendeki şu sözleri delil getirmiştir: «Bir kimse elbisesinde az
miktarda hurma şarabı veya kaynak şıradan yapılmış münessaf adı verilen üzüm
şarabı bulunduğu halde namaz kılsa esah kavle göre caizdir.» Halebi: «Bu söz
hafif necaset oldukları hususunda nâssdır ve hak budur. Zira bunda mezhebin
mensus olan fer'i bir meselesine dönüş vardır, «Bahr» sahibinin tercihi ise
kendi tedkîkidir» diyor.
Ben
derim ki: Lâkin Kuhistânî'de şu ibâre vardır: «Şaraptan, maada haram içkilere
gelince: Bunlar zâhir rivâyete göre galiz necâset, İmameyn'in kavline kıyasen
hafif necasettir. Bu gösteriyor ki, hafif necaset olmaları İmameyn'in kavline
göredir. Yani müctehid imamların ihtilâfı sabit olduğu içindir. Zira hurma
şarabı iIe kaynayarak yarıya inen ve münessaf adı verilen üzüm şarabı İmam
Evzâi'ye göre helâldir. Bana bu üç rivâyetin arası şöyle bulunacak gibi geliyor:
Galiz
necâsettir rivâyeti İmam A'zam'ın kavlidir. Hafif necâsettir kavli imamenindir.
Temizdir rivâyeti ise mubah olan içkilere mahsustur. Ama bütün içkilerin galîz
necâset olmasını tercih gerekir.
«Gurerü'l-Efkâr»
nâm kitabın İçkiler Bahsindekİ şu sözü buna delildir: «İmam Muhammed'le ona
muvafakat edenlere göre bu içkiler, hükümlerde hiç bir fark olmaksızın şarap
gibidirler. Zamanımızda bununla fetva verilir». «Hiç bir fark olmaksızın» sözü
bu içkilerin galîz necâset olmasını iktiza eder. Tedebbür eyle!
METİN
Havada
terslenmeyen ehli kaz ve tavuk gibi kuşların fışkısıda, galiz necasettir. Havada
tersleyenkuşlardan eti yenenlerin fışkısı temiz; yenmeyenlerin fışkısı ise hafif
necasettir. At, eşek ve katır fışkıları ile sığır ve keçi, koyun fışkıları dahi
galîz necâsettir. Musannıf bu iki cins hayvan fışkısı ile kuşlardan maada bütün
hayvanların terslerini kasdetmiştir. İmameyn bunların hafif necâset
saymışlardır.
«Şürunbulâliyye»de:
«İmameyn'in kavli daha zahirdir.» denilmektedir. İmam Muhammed son ömründe
bunları temiz kabul! etmişlerdir. İmam Malik'in kavli de budur. Bir kimsenin
üzerine hem galiz hem hafif necâset bulaşırsa ihtiyaten hafif necaset galîza
tâbi tutulur. Nitekim Zâhiriyye'de de necâset kelimesini nerede mutlak
zikrederlerse bunun zâhir mânâsı galîz necâsettir. Yenilen hayvanın sidiği gibi
hafif necâsetten bütün bedenin ve büyük bile olsa elbisenin dörtte birinden azı
afv olunmuştur. Muhtar kavil budur. Bunu Halebî söylemiştir.
«Nehir»
sahibi ise bunu el ve yen gibi pislik bulaşan yerin dörtte biri ile takdir
suretiyle tercih etmiştir. Velev ki «Hakâik» nâm eserde: «Fetva buna göredir.»
denilmiş olsun.
İZAH
«Bezzâziye»
den naklen «Bahr»da bildirildiğine göre havada uçup da insanlar arasında
yaşamayan kuşlar güvercin hükmündedir. Bunlar güvercin hükmünde saymak Kerhî'nin
rivâyetine uygundur. Nitekim gelecektir. Güvercin ve serçe gibi eti yenilen
kuşların tersi temizdir. Bazıları «Az olursa umumî belvadan dolayı afv edilir.»
demişlerse de birinci kavil daha makuldur. «Hilye»de bildirildiğine göre Bedayi
ve «Hâniyyeden anlaşılan da budur. Atmaca, doğan ve çaylak gibi eti yenmeyen
kuşların tersi İmam A'zam'a göre hafif, İmameyn'e göre galîz necasettir. Bunu
Hinduvanî rivâyet etmiştir. Kerhi'nin rivâyetine göre ise Şeyhayn temiz. İmam
Muhammed galîz necâset olduğunu söylemişlerdir. Tamamı «Bahr» dadır. Kitabımızda
da gelecektir.
Şârih
«Kuşlardan maada bütün hayvanların ilah...» sözü ile at ve sığır gibi yenilen ve
eşek gibi yenilmeyen hayvanların fışkılarını kasdetmiştir. Yoksa insanla yırtıcı
hayvanların fışkısı bilittifak galîz necâsettir. Nitekim «Fethü'l-Kadîr», «Bahr»
ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Anla!
«Şürunbulâliyye»de,«İmameyn'in
kavli daha zâhirdir.» denilmiş ve bu söz «Mevâhibü'r-Rahman» adlı esere nisbet
edilmişse de Allâme Kâsım'ın «Nüket» nâm eserinde «İmam A'zam'ın galîz
necâsettir sözünü Mebsût ve diğer kitablar tercih etmişlerdir.» denilmektedir.
Onun için metin sahipleri bu kavle göre hareket etmişlerdir. İmam Muhammed son
ömründe Halife ile beraber Rey şehrine gidince yolların ve dükkanların hayvan
pislikleriyle dolu olduğunu görerek bu umumi belvadan dolayı onların
temiziliğine hüküm vermiştir.
Ulema
Buhara'nın çamurunu da onun sözüne kıyas etmişlerdir. Bunu «Fethü'l-Kadîr»
kaydetmiştir. Şârih, İmam Mâlik'in kavli de budur.» diyorsa da buna şöyle itiraz
edilebilir: «İmam Mâlik yalnız eti yenilen hayvanın sidiği ve fışkısı temizdir,
demiştir. Eşeğin tersi temizdir dememiştir.» Bunu Tahtavî söylemiştir. «Bahr»da
bildirildiğine göre Zâhiriyye'nin ibâresi şudur: «Bir kimsenin üzerine koyun ve
insan bevli bulaşırsa hafif necaset galîz necâsete tabi tutulur.» Bu ibarenin
zâhirine göre hafif necaset galizden çok bile olsa yine ona tabidir. Bunu
Tahtavî söylemiştir.
Ben
derim ki : Lâkin « Kuhistânî » de şöyle denilmiştir: «Dağınık necasetler
toplanır ve hafif necaset galîzin yarısı kadar veya daha azsa ona tâbi tutularak
o da galiz necâset sayılır. Nitekim «Münye»de de böyle denilmiştir» Bunun bir
benzeride, «Kınye»dedir. Orada: «Hafif necasetin yarısı ile galiz necasetin
yarısı toplanırlar.» denilmektedir. Denilebilir ki Kuhistânî'deki sözün mânâsı,
hafif necasetle galîz necaset karışırsa hafif galîza tutulur ve bir dirhemden
fazla olursa namaza manidir demektir. Nitekim galiz necaset temiz su ile
karışırsa hüküm budur.
«Kınye»
deki sözün mânası ise, iki necâset ayrı ayrı yerlerde bulunur da her biri yalnız
başına namaza mânî olacak miktara varmazsa galiz necaset daha fazla veya hafif
necasete müsavi olmak şartiyle tercih edilir. Demektir. İki necasetin mecmuu bir
dirhemden fazla olursa namaza mânidir. Hafif necaset daha fazla olursa o tercih
edilir. İkisinin mecmuu elbisenin dörtte birini kaplarsa namaza mani olur.
Hasılı
iki necaset karışırsa mutlak surette galiz olan tercih edilir. Aksi takdirde
müsavi otururlar veya galiz nacaset daha fazla ise hüküm yine böyledir. Bunun
aksi olursa hafif necaset tercih edilir. Bu yazıyı ganimet bil!
Necâsetin
mutlak zikredildiği yerlere misâl: Pis artıklara kesilmiş bile olsa Yılan
derisine ulemanın mutlak olarak «necis»demeleridir. Zira yılan derisi debagata
tahammül etmez. Bunu «Bahr» kaydetmiştir.
Pislenme
hususunda mest gibi şeyler dahi elbise hükmündedir, Mestin de dörtte biri
muteberdir. Yani konçlarından aşağı olan kısmının dörtte biri itibara alınır.
Üst kısmına bakılmaz; çünkü o kısım mestin üzerine ziyade sayılır. Bunu
«Hâniyye» kaydetmiştir.
Malumun
olsun ki, ulema dörtte birini nasıl itibar edileceğinde İhtilaf etmişlerdir. Bu
hususta üç kavil vardır:
1
- Bazıların elbise de etek, yen ve yaka gibi pislik bulaşan kısımların dörtte
bir itibara alınacağını, bedenden de el ayak gibi uzuvların dörtte biri hesap
edileceğini söylemişlerdir. «Tuhfe»,«Muhit» «Mücteba» ve «Sirâc»ta bu kavil
sahih kabul edilmiş. Hakaik'ta: «fetva buna göredir» denilmiştir.
2
- Bir takımları bütün elbisenin ve bütün bedenin dörtte biri nazarı itibara
alınacağını bildirmişlerdir. «Mebsût» sahibi bu kavli sahih bulmuşlar. Şârihin
söylediği kavil budur.
3
- Bazıları da içine namaz caiz olarak en basit mesele peştemal gibi bir
elbisenin dörtte biri itibar edilir, demişlerdir.
Ektâ:
«Bu hususta rivâyet edilen en sahih kavil budur.» demişler. Lâkin bu söz yalnız
elbiseye mahsustur. Gördüğün gibi sahih kabul edilmiş muhtelif kaviller ortaya
çıkmıştır. Ama birinci kavil tercih edilmiştir. Zira fetva ona göredir.
«Fethü'l-Kadir» sahibi son iki kavlin arasını bularak Maksat üzerinde bulunan
elbisenin ister bütün bedeni örtsün ister namaz câiz olacak en basit elbise
olsun dörtte biri itibara alınır.» demiştir ki, bu söz cidden güzeldir. O
birinci kavli hiç nakletmemiştir. Bunu «Bahr» kaydetmiştir. «Nehr» sahibi
birinci kavli tercih etmiştir. Delili «Kenz» sözü ile «Mebsut» sahibinin bu
kavli sahih kabul etmesidir. Bir de namaza mâni teşkil eden pislik pek
çokolandır. Şüphesiz ki bulaşan yerin dörtte biri pek çok olmak şöyle dursun çok
bile değildir.
Ben
derim ki: «Mebsut» sahibinin kabul etmesi başkalarının kabulüne aykırıdır.
Pek
çoktan murad; bulaşan yara nisbetle çok olandır. Binaenaleyh elbisenin dörtle
biri elbiseye nisbetle çok olduğu gibi etek ve yen gibi şeylerin dörtle biri de
etek ve yene nisbetle çoktur. Kezâ içinde namaz câiz olacak en basit elbisenin
dörtte biri de o elbiseye nisbele çoktur. Nitekim bunu «Fethü'l-Kadîr» sahibi
açıklamıştır.
Şârihin:
«Velev ki «Hakaik»ta fetva buna göredir denilmiş olsun.» ifâdesi söz götürür.
Çünkü fetva sözü esah ve benzerlerinden daha kuvvetlidir. Bunu «Minah» sahibi
söylemiştir. Bunun ifâde ettiği mânâ bulaşan yerin dörtte biri itibara alınır
diyen kavli tercih etmektir. Bahr'dan yukarıda naklettiğimizin İfadesi de budur.
Lâkin Hayreddin Remlî buna itiraz ederek: «Bu kavil kalaylığı değil, zorluğu
tercihe yol açar; zira bazen bulaşan yerin dörtte biri dirhem miktarı
olmayabilir. Bu takdirde o miktar hafif necasette namaza mani saymak gelir.
Halbuki bu miktar galîz necâsette bile afv edilmiştir. Çünkü bedenin pistir
bulaşan yeri parmak uçları olsa «bulaşan yerin dörtte biri nazarı itibâra
alınır.» diyen kavle göre bunların dörtte biri pislenirse namaza mani olmak
lâzım gelir.» demiştir. Ama bu da söz götürür. Çünkü ulemanın «el ve ayak gibi»
demeleri bütün elin ve bütün ayağın tam birer uzuv itibar edilmesini gerektirir.
Şu halde onun söyledikleri lâzım gelmez. Düşün!
METİN
At
da yenilen hayvanlardandır. İmam Muhammed yenilen hayvanın sidiğini temiz kabul
etmiştir. Yırtıcı otsun olmasın eti yenilmeyen kuşların tersi de hafif
necasettir. Temiz olduğunu söyleyenler de vardır; hem sahih kabul edilmiştir.
Sonra necasetin hafifliği ancak sudan başka şeylerde belli olur. Bellenmelidir!
Balığın
kanı, katır ve eşeğin salyası afv edilmiştir. Mezhebe göre bunlar temizdir. İğne
uçları gibi sıçrayan sidik de afv olunmuştur. İğnenin öbür ucu kadar sıçraması
da öyledir. Velev ki su isabet edince çoğalmış olsun. Çünkü ortada zaruret
vardır. Lâkın az suya sıçrarsa esah kavle göre onu pisler. Zira suyun temizliği
daha kuvvetlidir. Bunu Cevhere kaydetmiştir. «Kinye» de beyan edildiğine göre
sıçrayan damlacıklar birleşir yayılarak dirhem miktarından fazla olursa yayılan
pis yağ gibi sayılmaları icap eder.
İZAH
Şârihin:
«At da yenilen hayvanlardandır,» diyerek tenbihte bulunması: İmam A'zam'a göre
yenilmediği için sidiğinin galîz necaset olduğu sanılmasın diyedir. Çünkü İmam
A'zam'ın at etini mekruh görmesi necis olduğu için değil, bu hayvan cihâd âleti
olduğu içindir. Buna delil artığının bilittifak temiz olmasıdır. Nitekim «Bahr»
da da böyle denilmiştir. Atın yenilmesi keraheti tahrimiyye ile mi mekruhtur,
yoksa kerahet-i tenzihiyye ile mi? meselesinde sahih kaviller muhteliftir.
Eti
yenilmeyen kuşların tersini temiz sayanların kavlini sahih kabul edenler
«Mebsût» sahibi ve başkalarıdır. Yukarıda geçtiği vecihle bunu Kerhî rivayet
etmiştir. Hinduvanî ise pis olduğunurivâyet etmiş; bu rivâyeti de Zeylaî ve
başkaları sahih bulmuşlardır. «Bahr» sahibi şöyle diyor: «Evlâ olan
Hinduvanî'nin rivayetine itimat etmektir. Çünkü metinlere uygundur. Onun için de
«Hilye» sahibi, bu daha güzeldir demiştir».
Necasetin
hafifliği, ancak sudan başka şeylerde belli olur. «Kâfî» de yalnız elbisede
belli olur, denilmekle İktifa edilmiş; «Bahr» sahibi ise, «Beden de elbise
gibidir.» demiştir. Kitabımızın şârihi bundan dolayı umumî söylemiştir. Lâkin
«Kâfi» sahibinin sözünden anlaşılıyor ki buradaki ihtiraz hassaten sudan değil,
bütün mâyilerdendir. Hasılı, bir mâyi'e her namaz hafif veya galîz necaset
düşerse az bile olsa onu pisler. Bu hususta dörtte bir yahut dirhem miktarı
nazarı itibara alınmaz. Evet, bu mayi bir elbiseye veya bedene bulaşırsa
necasetin hafifliği meydana çıkar ve dörtte biri itibara alınır. Bunu Rahmetî de
söylemiştir. Halebî, bundan kuyuya nisbetle eti yenilmeyen kuşların tersini
istisna etmiştir. Yenmeyen kuşun tersi kuyuyu pislemez. Çünkü kuyu bahsinde
gördüğümüz vecihle bundan korunmaya imkân yoktur.
Şârihin
balık kanı, katır ve eşek salyası hakkında, «Mezhebe göre bunlar temizdir.»
demesi musannıfın sözünden pis oldukları anlaşıldığı içindir. Delili şudur: İmam
Ebû Yusuf'tan rivayet edildiğine göre büyük balığın kanı galîz necasettir. Eşek
ve katırın artığı ise hafif necasettir. Nitekim şârih bunu «Hazâin»in
derkenarında da anlatmıştır. Mezhebimize göre ise balığın kanı temizdir. Çünkü o
yalnız sureten kandır; hakikatta kan değildir. Eşekle katırın artıkları ise
kat'i olarak temizdir. Şüphe bunların temizleyici olup olmamasındadır.
Binaenaleyh salyaları temizdir.
«Bahr»
nam kitapta bildirildiğine göre sıçrayan bevl kendinin ve başkasının sidiğine
şamildir. Kasabın elbisesine sıçrayan kon da sidik gibidir. Bunu,
Hâvî'l-Kudsi'den naklen «Hifye» sahibi söylemiştir. Kasapla kayıtlanmasından
anlaşıldığına göre başkasının elbisesine sıçrarsa avf edilmeyecektir. Çünkü
burada illet zarurettir. Kasap olmayan kimse için zaruret yoktur. Bunu «Bahr»
sahibinin yukarıda gecen, «Kendinin ve, başkasını sidiğine şâmildir.» sözü ile
birlikte teemmül et!
«İğne
uçları gibi» tâbiri çuvaldızdan ihtiraz içindir, Nitekim «Münye» şarihi ile
Fethü'l-Kadir'de de böyle denilmiştir. «İğnenin öbür ucu kadar sıçraması da
öyledir.» meselesinde Ebû Ca'fer Hinduvâni muhaliftir. Ona göre öbür ucu kadar
sıçrarsa namaza mânidir. Ondan maada bütün ulema iğnenin her iki ucu kadar
sıçrayan sidiğin İtibara alınmayacağını söylemişlerdir. «Kafi» sahibi de bunu
tercih etmiştir. «Tilbe»den naklen Kuhistâni'nin beyânına göre iğne ucu tâbiri
azlığını anlatmak içindir. Lâkin yine aynı eserde «Kirmânî»'den naklen şöyle
denilmiştir:
«Bu,
elbisenin üzerinde sidik görünmediğine göredir. Görülürse toplandığında dirhem
miktarından fazla olduğu takdirde yıkaması icap eder. Buna «Münye» şerhinde dahi
tenbih edilerek: «Gözle görülemeyecek kadar diye kayıtlamaya Mualla «Nevâdir»
nam eserinde Ebû Yusuf'tan nakletmiştir. İmamlardan biri bir kaydı açıklar da
başkaları tarafından aksi iddia edilmezse o kayıt itibara alınmak icap eder.
Bahusus ihtiyat gereken yerde olur da korunmasında güçlük bulunmazsa mutlaka
nazarı itibara alınmalıdır. Sinek izi gibi görünmeyen şeyler bunun hilâfınadır.
Çünkü bunlardan korunmakta aşikâr güçlük vardır. denilmiştir.
Ben
derim ki: Benim anladığıma göre bu kayıtlama Hinduvani'nin sözüne uygundur.
Başkaları onda muhalif açıklamada bulunduklarını biliyorsun. Çünkü iğnenin öbür
ucu kadar gözle görülür. Sonra «Hilye»de gördüm ki, «Gayetü'l-Beyandaki iğne
ucu» kaydı, çuvaldız ucundan ihtiraz içinmiş. Hinduvân den nakledilenle bu daha
makûldür. İhtimat «Nevadir»deki rivayetten murad da budur. Benim anladığım aynen
budur. Hamd Allah'a mahsustur.
Hâsılı,
bil meselede iki kavil vardır ve ikisi de İmam Muhammed'in «İğne ucu gibi
tâbirinden neyi kaydettiği hususundaki ihtilâfa dayanmaktadır. Birinci kavle
göre «İğne ucu gibi» tâbiri ihtirazi bir kayıttır. Onunla iğnenin öbür ucu ile
çuvaldız ucundan ihtiraz etmiştir.
«Muallâ»nın
Ebu Yûsuf'tan rivayet etliği «gözle görülmezse kaydı bunu te'yit eder. İkinci
kavle göre mezkûr tâbir ihtirazî kayıt değildir. O, azlığı göstermek için
yapılmış bir temsilden ibarettir, Binaenaleyh sıçrayan sidik iğnenin sivri ucu
kadar olsun, delikli ucu kadar olsun afv edilir. Çuvaldız ucu kadar olması da
böyledir. Kâfî'nin ikinci kavli tercih ettiğini gördük. Lâkin metin ve şerhlerin
zâhirlerinden anlaşılan birinci kavli tercih ettikleridir. Çünkü illet
zarurettir. Bu, sineğin ayaklarındaki pislikten meydana gelen umumî belvâya
kıyas edilmiştir. Zira sinek pislik üzerine konar; biraz sonra elbiseye gelir.
«Nihâye»de şöyle deniliyor:
Bundan
korunulamaz. Helâya girmek için herkesin ayrı elbise hazırlaması da hoş
karşılanamaz. Rivâyete göre Muhammed bin Ali Zeynel Âbidîn helâya gitmek için
bir elbise yaptırmaya özenmiş de sonra vazgeçmiş ve buna benden daha hayırlısı:
- yani Rasulüllah (s.a.v.) İle Hulefâ-i Râşidîn - özenmedi» demiştir. Şöyle de
denilebilir:
Metin
sahiplerinin «iğne ucu gibi» tâbirini kullanması İmam Muhammed'in ifâdesine tabi
olmak içindir. Yoksa iğnenin Öbür ucundan ihtiraz için değildir. Onun içindir
ki, Hinduvâni'den başkası onu ihtiraz mânâsına almamıştır. Diğer ulema güçlüğü
gidermeyi illet göstererek ona muhalefet etmişlerdir. Bunda güçlük bulunduğunda
şüphe yoktur. Bu sebeple «Kafi» sahibi ekser ulemaya uyarak bu kavli tercih
etmiştir. «Mevâhibu'r-Rahman» adlı eserin metninde: iğne ucu gibi sidik
sıçrayanları afv edilmiştir. Eseri görüldüğü takdirde İmam Ebu Yûsuf'un onu
itibara aldığı söylenir.» deniliyor.
«Söylenir»
demekle «Görülen damlacıklar nazarı itibara alınır.» sözünün zaif bir kavil
olduğuna işaret edilmiştir. Yukarda geçen «Muallâ» rivayeti budur. Bu
söylediklerimizden anlaşılır ki, hilâf eseri görülen sidik hakkındadır. Bundan
murad gözle görülendir. Ve bu babta en makbul kavil bunun afv edilmesi, nazarı
itibara alınmamasıdır. Nitekim şarih de öyle yapmıştır. Yine anlaşılıyor ki,
iğne ucu gibi tâbirinden murad. İğnenin öbür ucu kadar. Ondan daha büyük değil
demektir. Yine anlaşılıyor ki, gözle görülemeyen damlacıklar iğne ucu ve sinek
ayağı kadar olanlardır. Zira bunları mutedil bir göz çok yaklaşmadıkça göremez.
Halbuki sıçrayan sidiğin rengi elbisenin rengine de uymaz. Aksi takdirde bazen
hiç de görülmez. Gözle görülüp görülmeyeceğinde şüphe edildiği zaman bilittifak
afve dahil sayılması icap eder. Çünkü asıl olan elbisenin temizliğidir. Şüphe
onupisleyen şey hakkındadır. Burada benim anlayabildiğim budur. AIIah'u A'lem.
«Lâkin
az suya sıçrarsa esah kavle göre onu pisler.» Bu hususta «Hilye» de şöyle
denilmiştir: «Sonra üzerine iğne uçları gibi sidik sıçrayan bu elbise az suyun
içine düşerse su pislenir mi pislenmez mi? «Hulâsa» da Ebû Ca'fer'den naklen,
pislenir diyen olabildiği gibi pislenmez diyen de olabilir; deniliyor. Bu mesele
istinca meselesinin bir fer'idir. Yani bir kimse sudan başka bir şeyle
taharetlenir de sonra taharet yeri ıslanır ve elbisesine yahut bedenine
bulaşırsa muhtar kavle göre dirhem miktarından fazla olduğu takdirde pislenir.
Bundan sonra «Hilye»de «Kifâye» den naklen bu babtaki sözün eseri görülen sidiğe
ait olduğu bildirilmiş ve «bu söz yerindedir» denilmiştir. Yukarıda
arzettiklerimiz de buna delâlet eder.
Demiştik
ki, «Ekser ulema iğnenin her iki ucu kadar sıçrayan sidik damlacıklarının nazarı
itibara alınmayacağını tercih etmişlerdir. Buna Hinduvâni muhalefet etmiştir».
«Hulasâ»nın yukarıda geçen sözü açık değildir. O: «Muhtar olan şudur ki dirhem
miktarından fazla ise pisler.» demişti. Çünkü; az suyu necâsetin azı da çoğu da
pisler. Dirhem miktarından az olan necâsetle pislenmezse çok olanla da
pislenmez.
Sonra
malumun olsun ki, sidiğin doğrudan doğruya suya sıçraması bu elbisenin suya
düşmesi gibidir. Nitekim «Sirâc» ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Şu da
var ki, Kuhistâni'de Timurtâşî'den naklen: «Sidiğin elbisede gözle görülmek
suretiyle eseri belli olur yahut suda ayrılmak veya hareket etmek suretiyle
anlaşılırsa Ona itibar yoktur. Şeyhayn'dan bir rivayete göre ise muteberdir,»
denilmiştir. Bundan şu anlaşılır: Elbise'de veya suda eseri belli olan
damlacıklara itibar yoktur. Bu da yukarıda arzettiklerimizi te'yid eder. Anla!
Şârihin:
«Bunu «Cevhere» kaydetmiştir.» dediği sözü Kuhistânî de kaydetmiştir. Yukarıda
onu biz de.«Feyz»den naklen arz etmiştik. Musannıf Kuyu babında «Dürer»sahibine
uyarak buna muhalif hareket etmiştir. Anla!
Evet,
Kuhistâni'nin az evvef Timurtâşî'den naklettiği söz bunu te'yid eder. Allahu
a'lem.
Sıçrayan
sidik damlacıktan birleşir de yayılarak dirhem mikdarından fazla olursa yayılan
pis yağ gibi sayılmaları icap eder. Yani namaza mânidirler. Bunlara yağ hükmü
verilmesi ikisi de evvelâ namaza mânî değil iken sonradan dirhem miktarını
aşarak mâni teşkil ettikleri içindir. Lâkin aralarında fark yapılabilir: «İğne
uçları gibi sıçrayan sidik zaruretten dolayı yokmuş gibi farzedilmiştir. Ulema
onda dirhem miktarını nazarı itibara almamışlardır. Buna delil «Bahr»daki şu
sözdür: Bu zaruretten dolayı afv edilmiştir. Velev ki elbiseyi kaplasın.»
denilebilir.
Malûmdur
ki, elbiseyi doldurup kaplayan bir şey dirhem miktarından fazla olur.
Şârihin:
«Su isabet ederek çoğalsa bile... » sözü de böyledir. Çünkü sidiğin su isabet
edip çoğalması ile damlacıkları birbirine bitişerek çoğalması arasında fark
yoktur. Bunun bir örneği de bedenden çıkan, fakat kendisinde akacak kuvvet
olmayan şeydir. Bu da itibardan sâkıttır. Velev ki çok olsun ve elbiseyi
kaplasın. «Hilye» sahibi aynen bu söylediklerimizi açıklamış ve, «Necâsetin çok
olmayan miktarından nazarı itibara alınmayanı vardır. Böylesi hiç bir surette
toplanmaz. El-Havî'l-Kudsi'nin şu sözü buna göre söylenmiştir: İğne uçları gibi
sıçrayan sidik damlacıkları ve buna benzer kasabın elbisesine sıçrayan kan,
abdesti bozmayan yora veya kusmuk ıslaklığı gibi şeyler afv edilmiştir. Velev ki
çok olsun, Kezâ «Muhit»teki şu söz buna göre söylenmiştir; Sidik sıçrayan bu
yere su isabet etse pislemez.» demiştir.
Evet,
yukarıda geçtiği vecihle sıçrayan sidik damlacıktan iğnenin kalın ucundan daha
büyük olmak suretiyle gözle görülürse bir araya toplanır ve namaza mâni olur.
Velev ki dağınık yerlerde olsun. Nitekim yukarıda Kuhistâni'den, onun da
Kirmânî'den naklen arz ettiğimiz sözlerden de anlaşılmıştır. Yine «Kuhistâni» de
bildirildiğine göre gözle görülecek kadar necâset sarık. gömlek ve don gibi
elbiseye bulaşırsa toplandığı takdirde dirhem miktarından fazla olacaksa namaza
mânidir. Lâkin yukarıda belirttiğimiz gibi toplanan ve namaza mâni olan miktarın
iğne uçları kadar olduğu hususunda «Kinye»nin sözü açıktır. Binaenaleyh
kendisine bildiğin itiraz varid olur ve böyle olan her şey itibardan sâkıttır
denilir. Bu te'vil ona fayda vermez. Anla! Ve bu yazdığımızı ganimet bil!
METİN
Caddenin
çamuru, pis şeyin buharı, hayvan fışkısının tozu, köpeklerin gezdiği yer ve
damladığı yerler kapla belli olmayan kir suyun sıçraması afv edilmiştir.
İZAH
Tahtavî'nin
beyanına göre caddeden murad yoldur. «el-Feyz» nam eserde şöyle deniliyor:
«Caddelerin çamuru afv edilmiştir. Velev ki elbiseyi kaplasın; velev ki insan
fışkılariyle karışık olsun. Bu çamurla namaz câizdir. Çünkü zaruret vardır».
Evvelce arz etmiştik ki bunu ulema İmam Muhammed'in son ömründe at ve sığır
fışkıları için temiz hükmü vermesine kıyas etmişlerdir. Bunun muktezâsı bu
çamurun temiz olmasıdır. Lâkin İmam Hulvanî bunu kabul etmemiştir. Nitekim
«Hulâsa» da da böyledir.
«Hilye»
sahibi diyor ki: «Yani Hulvanî temiz olduğunu kabul etmemiştir. Bu söz
yerindedir. Hatta en mâkulü çamur pek çok olursa namaza mânidir demektir. Bundan
yalnız mübtela olanlar, yani memleketimiz olan Şam beldelerinde çamurlu günlerde
işlerine gidip gelenler müstesnâdır. Çünkü yolları ekseriyetle pislikten hâlı
değildir. Korunmak da güçtür. Caddenin bu halinde oradan asla geçmeyen kimse
hakkında ise çamur afv edilmiş değildir. Hatta böyle birisi çamurlu elbisesiyle
namaz kılamaz.»
Ben
derim ki: Afv pisliğin eseri görülmemekte kayıtlıdır. Nitekim bunu «Fetih»
sahibi «Tecnisten» nakletmiştir. Kuhistânî dahi bu sahihtir demiştir. Lâkin
Kinye de iki kavil rivayet olunmuş ve ikisi de makbul görülmüştür. Ebû Nasr
Debbusî'den nakledildiğine göre necasetin aynını görürse elbise temizdir.
Debbusî rivayet yönünden bunun sahih olduğunu, nassa da yakın bulunduğunu
söylemiş; sonra başkalarından naklederek: «Necaset daha çoksa câiz değil, çamur
fazla ise temizdir, demiştir. Daha sonra bunun insaflıya göre güzel, inatcıya
göre güzel olmadığını bildirmiştir.
İkinci
kavil, «Su ila toprak karışırsa birisi pis olduğu takdirde itibar farla
olanadır.» diyenlerin sözüne istinat etmektedir. Burada daha başka kaviller de
vardır. Bunlar fer'i meselelerdegelecektir.
Hâsılı:
Afv, zaruretten ve korunma imkanı bulunmadığından ileri gelirse afva kail olmak
gerekir. Velev ki pislik sudan fazla olsun. Elverir ki üzerine bulaştığı
takdirde kasden bakmadıkça aynı görünmesin, kimse de işine gidip gelenlerden
olsun. Aksi halde zaruret yoktur.
Pisliği
fazla olan sokaklara serpilen sudan ayakları ıslanan kimse hakkında «Kinye»
sahibi de iki kavil nakletmiş; sonra «Bir kimsenin elbisesine sokağın veya yolun
çamuru bulaşır da sonra bu elbise suya düşerse su pislenir» şeklinde rivâyette
bulunmuştur.
Pis
bir şeyin buharı hakkında «Fetih»te şöyle denilmiştir: «Rüzgâr insan fışkıları
getirir de elbiseye isabet ederse kokusu duyulduğu takdirde pislenir». Fakat
«Hilye»de sahih kavle göre pislenmediği nakledilmiştir. Elbiseye isabet eden pis
buharlar bazılarına göre onu pisler: bazılarına göre pislenmez. Sahih olan da
budur. «Hilye»de beyan edildiğine göre bir kimse su ile taharetlendikten sonra
yellenirse ulemanın ekserisine göre pislenir. Esah kavil budur. Keza donu
ıslaksa o dahi pislenir.«Hâniyye»de beyan edildiğine göre çatıdan akan su
kıyasen pis, istihsanen temizdir. Sureti şudur:
Bir
evde insan pisliği yakılır da kattan akan su bir İnsanın elbisesine isabet
ederse, necasetin eseri görülmedikçe istihsanen pislenmez. Kezâ ahir sıcak olur
da penceresinin üzerinde tavan bulunursa yahut içinde asılı bir su kabı olur da
su sızarsa hüküm bu olduğu gibi hamamda pislikler bulunur da duvarları,
pencereleri terleyerek su damlarsa hüküm yine budur.
«HiIye»
sahibi; «Zahire göre istihsanla amel edilir.» Onun için «Hulâsa» da sadece ondan
bahsedilmiştir» diyor. «Münye» şerhinde şöyle deniliyor: Anlaşılan buradaki
istihsanın vechi zarurettir. Çünkü korunmak imkânsızdır. Hal böyle olunca pislik
buhar hâline getirilerek damlarsa suyu necistir. Çünkü zarûret yoktur ve kıyas
muarızsız kalır. Bundan anlaşılır ki, Rum vilâyetlerinde rakı denilen ve şarabın
tortusundan akan damla elde edilen içki diğer içki nevileri gibi haramdır.»
Ben
derim ki: Pisliğin dumanından toplanan nışadır ise temizdir. Nitekim geçen
izahattan da anlaşılır. Seyyidi Abdülganî onu ayrı bir risâlede izah etmiştir.
Hayvan fışkısının tozu afv edilmiştir. Bu hususta Kinye de şöyle denilmektedir:
«Pis toz suya düşerse ona itibar edilmez itibar yalnız; toprağadır.»
Musannıf
kendisinde bunu ne zaman kaleme almış ve şerhinde illetinin zaruret olduğunu
bildirmiştir.
Köpeklerin
gezip dolaştığı yerde afv edilmiştir. «Münye»de şöyle deniliyor: «Köpek çamurda
gezer de bu pis çamura basarsa pislenir. Kezâ ıslak kar üzerinde yürürse yine
pislenir. Donmuş karda yürürse pislenmez». «Münye» şerhinde ise: «Bütün bu
izahat köpeğin aynı cins olduğuna göredir. Evvelce görmüştük ki, esah olan kavil
bunun hilâfınadır. Bunu, İbni Hümâm söylemiştir.» deniliyor. «Hilye»de de bunun
gibi sözler mevcuttur. (Kir suyundan maksat yıkanan pis şeyden damlayan sudur).
Kir suyu meselesi «el-Münyetü's-Sağir» şerhinde «Hâniyye»den nakledilmiştir. Ben
meseleyi Hâniyye'de gördüm. Müsta'mel Su Bahsinde zikredilmiş. Lâkin yıkanan pis
şeydendamlayan suyun hades suyu hükmünde olması «müsta'mel su pistir.»
diyenlerin kavline göredir. Evvelce Kuhistânî'den naklen arzettiklerimiz de bunu
gösterir.
«Fethü'l-Kadîr»
de şöyle deniliyor: «Cenaze yıkayan kimsenin üzerine cenazeden sıçrayan su,
yıkama devam ettiği müddetçe korunulması mümkün olmayan şeylerdendir. Onu
pislemez; çünkü belva umumidir. Ama üç defa yıkanıp damlayan sular bir yere
toplanırsa bundan sıçrayan su isabet ettiği yeri pisler.» Yani umumiyetle
ulemanın tercih ettikleri kavle göre böyledir demek istiyor.
Ekser
ulema: «Cenazenin pisliği hades pisliği değil, necis pisliğidir.» demişlerdir.
Nitekim bunu kuyu faslının başında izah etmiştik, üç defa yıkanıp» sözüyle
dördüncü defadan ihtiraz edilmiştir. Çünkü cenaze dördüncü defa yıkanırken
sıçrayan su temizdir.
METİN
Pis
bir şeyin üzerine gelen yani akan gülsuyu o şeyin bütününü veya ekserisini
kaplarsa pis olur. Azını kaplarsa pis olmaz. Bu, nehirdeki lâşeye yahut ev
üzerindeki necasete benzer. Lâkin evvelce beyan ettiğimiz vecihle esere itibar
olunur. Aksi de böyledir. Yani pislik az suya düşerse su bilittifak pis olur.
Ama ayrılmadıkça hemen pislenen şeye temas etmekle suyun pis olduğuna hüküm
verilmez. Bu bellenmelidir!
İZAH
Şârih,
musannıfın «üzerine gelen» ifâdesini «yani akan» diye tefsir etmiştir. Maksadı
bundan sonra anlatacağı tafsilat ve hilâfa imkân hazırlamaktır. Yoksa «üzerine
gelen» tabiri daha şümullü idi. Çünkü bu tabir necaset yerde veya ev üzerinde
iken suyun onun üzerine akmasına şamil olduğu gibi kap içinde iken akma
olmaksızın üzerine dökülmeye de şâmildir. Bir de akmak tabiri mezkûr dökmek
tabiinden daha beliğdir. Onun için şârih akmak murad değildir zannedilmesin diye
onu açıkça söylemiştir. Zaten akmak pisleyince dökmenin de pisleyeceği
evleviyetle anlaşılır. Anla!
Evet,
şârih, musannıfın sözünü olduğu gibi bıraksa daha iyi olurdu. Çünkü musannıf
İmam Şâfiî'nin hilâfına işarette bulunarak üzerine gelen suyun temizliğine.
temas ettiği şeyin temizlenmediğine hüküm vermiştir. Bir de su hakkında tafsilat
vardır. Şöyle ki:
Su
necasetin üzerine akar da onu tamamiyle giderse, eseri kalmadığı takdirde su
pislenmez. Nitekim bunu Pislenen Yerin Temizlenmesi Bahsinde görmüştük. Ondan
önce Sular Bahsinde akar suyu tarif ederken de bu manâda sözler geçmişti.
Görmüştük
ki pisliğin eseri belli olmadıkça akar su pislenmez. Suya, arkası gelmese bile
akar su adı verilir. Bir oluğun içine su dökülür de o su akarken biri abdest
alırsa «müsta'mel su pistir» rivayetine göre bile bu su pis olmaz. Ayağının kanı
şıra ile birlikte aksa şıra pislenmez, Buna İmam Muhammed muhaliftir. «Hızâne»
ve (Hulâsa)dan naklen arzetmiştik ki, biri temiz, diğeri pis iki kap dolusu su
yüksek bir yerden dökülerek havada karışırlarsa yere indiğinde suyun hepsi temiz
olur. Bu iki kabın suları yerde akıtılırsa akar su hükmüne girer. «Ziya» nam
eserin İstanca Faslında şöyle deniliyor,
«Vâkıât»
ta Hisamiye'den naklen beyan edildiğine göre bir kimse kaba alarak taharetlenmek
için eline su döker de, su eline ulaşmadan ona bir damla sidik karışırsa bazı
âlimler bu suyun pislenmediğini söylemişlerdir. Çünkü akar sudur. O damladan
müteessir olmaz. Husâmeddin: «Bu söz, hiç bir şey değildir. Aksi takdirde
taharetlenirken damlayan suyun da pis olmaması lâzım gelir.» demiştir.
«Muzmerât»
sahibi buna itirazla şundan söylemiştir: Bu da söz götürür. Fark şudur:
Taharetlenen kimsenin elindeki su akar su değildir. Akarlığını kabul etsek bile
pisliğin eseri onda bellidir. Akar suda pisliğin eseri belli olursa ona pis
hükmü verilir. Kaptan inen su ise avuca ulaşmazdan Önce akar sudur. Onda
damlanın eseri belli değildir, şu halde kıyasa göre bu su pis değildir,
Husâmeddin'in söylediği ihtiyattır». Bizim zikrettiğimiz fer'i meseleler de
pislenmediğini te'yit eder, Allahu Â'lem.
Lâşe
meselesi bunun gibi değildir. Zira onun üzerine akan su pisliği tamamen
gidermiştir. Pislik yerinde durmaktadır; aynı bakîdir. Bununla beraber yine de
ihtilâflıdır. Onun için şârih:«Lakin evvelce beyan ettiğimiz vecihle esere
itibar olunur.» diyerek düzeltme yapmıştır, Bu meseledeki düzeltmeyi ganimet
bil! Çünkü onu bu kitabtan başka hiç bir yerde bulamayacaksın. Hamd Allah'a
mahsustur.
«Nehir»deki
lâşenin üzerine suyun hepsi veya ekserisi gelirse su pislenir. Az kısmı gelirse
pislenmez. temizdir, şârih «Lâkin evvelce beyan ettiğimiz vecihle» sözünden
Sular Bahsini kasdetmiştir. Orada bundan uzun uzadıya bahsetmiştik. Müracaat
ederek hatırla!
Buradaki
«bilittifak pis olur» cümlesinden murad, Şâfii ile bu meselede müttefikiz,
demektir. Birinci meselede müttefik değiliz. Nitekim az sonra anlaşılacaktır.
«Ama
ayrılmadıkça hemen pislenen şeye temas etmekle suyun pis olduğuna hüküm
verilmez.» Yani su veya pislenen şey ayrılmadıkça su pis sayılmaz Bu cümle «Su
bilittifak pis olur.» sözü üzerine yapılmış bir istidrak (yani düzeltme) dir.
Çünkü mezkûr söz mücerret elbise gibi bir şeyi suya koymakla suyun hemen pis
olmasını iktiza eder. Nasıl ki fışkı gibi bir pislik mücerred az suya düşmekle
su pis olur. Binaenaleyh şârih «pislenen» tabiri ile fışkı gibi aynı necaset
olan şeylerden ihtiraz etmiştir.
«Bahr»
nam kitapta şöyle deniliyor:
«Malumun
olsun ki, kıyas suyun pisliğe temas eder etmez pislenmesini iktiza eder. Ama bu
hüküm zaruretten dolayı sâkıt olmuştur. Elbise ister leğende olup da üzerine su
aksın, ister bunun aksi olsun bize göre o yerde bulunduğu müddetçe temiz; oradan
ayrıldığı zaman pistir. Değişip değişmemesi de fark etmez. İki su yıkandığında
hüküm bilittifak budur. Üçüncü suda ise İmam A'zam'a göre su pistir. Zira
yerinde iken temiz sayılması temizleme zaruretinden dolayıdır. Bu zaruret
kalmamıştır. İmameyn'e göre ayrılınca temiz olur. Pis elbiseyi yıkamanın en iyi
usûlü evvela tekneye elbiseyi koymak, sonra üzerine suyu dökmektir. Evvelâ suyu
dökmemelidir. Böyle yapılırsa İmam Şâfii'nin hilafından da çıkılmış olur. Çünkü
o suyun pislediğine kâildir. İtamat edilen kavle göre pislenen elbise ile
pislenen uzuv orasında fark yoktur.
METİN
Pis
bir şeyin kulu necis değildir. Aksi takdirde sair şehirlerde ekmeğin pis olması
lazım gelir. Tuz olmuş eşek veya domuz necis olmadığı gibi, kuyuya düşüp çamur
olan fışkı dahi pis değildir. Çünkü hakikati değişmiştir. Bununla fetva verilir.
Elbisenin
veya bedenin bir yerine pislik bulaşıp da neresi olduğunu unutan kimsenin
araştırmadan bile olsa elbisenin bir tarafını yıkaması onu temizler. Muhtar olan
kavil budur. Sonradan pisliğin başka yere bulaştığı anlaşılsa tekrar yıkar mı
yıkamaz mı? «Hulâsa»da evet yıkar, denilmiş; «Zahiriyye»de ise muhtar kavle göre
içinde bulunduğu namazdan başka hiç bir şeyin tekrarı lâzım gelmeyeceği
bildirmiştir.
İZAH
Pis
bir şeyden murad, insan ve hayvan fışkısıdır. Nitekim«Münye» de doğrudan doğruya
insan ve hayvan fışkısı denilmiştir. Yani yanan fışkının kulu temizdir. Aksi
takdirde yani temiz değildir, dersek birçok şehirlerde pişirilen ekmeğin pis
olması lâzım gelir. (Çünkü pis şeyler yakarlar). Bu sözün zahirine bakılırsa
illet zarurettir. «Dürer» ve diğer kitaplarda illetin kimyevi istihâte (aynının
değişmesi) olduğu açıklanmıştır. Nitekim gelecektir. Lakin «Mücteba»dan naklen
evvelce arzettik ki, illet bu söylediğimizdir. Fetva da belvadan dolayı bu kavle
göredir. Binaenaleyh bu şunu ifade eder ki, umumî belva temizdir, diyen kavlin
tercihine illetti. Temiz olmasının illeti de aynının değişmesidir. Tedebbür
eyle!
Tuz
olmuş eşek veya domuz, ihtirazi bir kayıt değil, bir misaldir. Musannıf eşekten
mutlak olarak bahsetmiş. bununla diri olarak tuzlaya düşmesi lâzım gelmediğine
işaret etmiştir. Çünkü Ölü olarak düşse de hüküm budur. Nitekim «Münye» şerhinde
de böyle denilmiştir.
Şârihin,
«Çünkü hakikati değişmiştir.» sözü «pis değildir» dediklerinin hepsine illettir.
Bu kavil İmam Muhammed'indir. Zahire ve «Muhit» te Ebu Hanife'nin de onunla
beraber olduğu bildirilmiştir. Bunu «Hilye» sahibi söylüyor. Fetih»te şöyle
denilmiştir:
«Ulemadan
birçokları bu kavli tercih etmişlerdir. Muhtar kavil budur. Çünkü şeriat pislik
vasfını bu hakikate bina etmiştir. Bir hakikat mânasının bazı cüz'leri
bulunmazsa yok olur. Bütün cüz'leri bulunmayınca yok olmaz mı? Zira tuz başka,
et ve kemik başkadır. Tuz olunca ona tuz hükmü verilir. Şeriatta bunun benzeri
pis nutfedir. Sonra kan pıhtısı olur, O da pistir. Sonra et parçası olur ve
artık temizdir. Şıra temizdir. Sonra şaraba inkılab ederek pis olur. Şarap
sirkeye döner temiz olur. Bundan anladık ki, aynın değişmesi ona mürettep olan
vasfın ortadan kakması celbedir»
TENBİH;
Bu tuzun yenilmesi ve bu hüküm üzerinde namaz kılmak câizdir. Nitekim «Münye» ve
diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Gerçi «Münye»de: «Bu kül suya düşerse
sahih kavle göre su pis olur.» denilmişse de bu söz ancak Ebu Yûsuf'un kavline
göre doğrudur. Nasıf ki «Münye»nin iki şârihi bunu söylemişlerdir.
Diğer
TENBİH: Yukarıda geçenler, bir şeyin hakikatından inkılab etmesinin sübût
bulmasını iktiza eder. Mesela, bakır altın olabilir. Bazıları bu inkılabın sübût
bulmadığını söylemişlerdir. Çünkühakikatleri değiştirmek imkânsızdır. Kudret
muhale teallûk etmez. Ama hak olan birinci kavildir. Şu mânâya ki, Allah Teâlâ
bakırın yerine altın halkeder. Muhakkıkların reyi budur. Yahut bakırın
cüzlerinden o cüzleri bakır yapan vasfı giderir de altın yapan vasfı yaratır.
Bazı kelâm ulemasının reyi de budur. Onlara göre bütün cevherler sıfat kabulü
hususunda müsavi ve mütecanisdirler. İmkânsız olan sadece bakırken aynı zamanda
altına inkılab etmesidir. Çünkü bir şey aynı zamanda hem bakır, hem altın
olamaz, Bu mümkün değildir. Bu iki itibarden biri ile değişmenin sübûtuna -
tefsir ulemasının da ittifak ettikleri vecihle - Teâlâ Hazretleri'nin: «Bir de
ne görsünler; yılan olmuş koşuyor!» âyet'i kerimesi delâlet etmektedir. Aksi
takdirde i'câz (Kur'an'ın insanları âciz bırakması) bâtıl olur.
Musannıf,
pisliğin nereye bulaştığını unutmaktan bahsetmiştir. Unutmak evvela bilmeyi
iktiza eder. Zahire göre bu bir kayıt değildir. Bir kimse elbisesine pislik
bulaştığını bildiği halde neresine bulaştığını bilmese hüküm yine böyledir. Onun
için bazıları unutmak yerine şaşırsa tâbirini kullanmışlardır. Düşün!
Pisliğin
bulaştığı yeri bilmeyen kimse araştırmadan bile olsa elbisesinin bir tarafını
yıkarsa temizlenir, Muhtar kavil budur. «Hulâsa» ile «Feyzade de böyle
denilmiştir. «Nikâye», «Vikâye», «Dürer» ve «Mültekâ» sahipleri bunu kat'î
surette kabul etmişlerdir. Bu kavlin mukabili, araştırmanın lüzumu ve bütün
elbiseyi yıkamaktır, «Zahiriyye» ve «Münyetü'l-Müftî» sahipleri buna
uymuşlardır, «Bedâyî» sahibi de ihtiyaten bu kavli tercih etmiş: «Zira necâsetin
yeri malûm değildir. Elbisenin de bir kısmı bir kısmından evlâ değildir. »
demiştir.
Nuh
Efendi'nin «Muhit»ten naklettiği şu söz de bunu teyit eder; «Bu zevatın
söyledikleri Hişâm'ın İmam Muhammed'den rivâyet ettiği «Bir elbisede araştırma
yapmak câiz değildir, sözüne aykırıdır». Ulema: «Muhtar kavlin illeti,
yıkadıktan sonra pislik kaldığında şüphe ârız olmaktır.» demiş ve onu «Siyer-i
Kebîr'deki şu meseleye kıyas etmişlerdir: «Biz bir kal'ayı fethettiğimiz vakit
kal'a halkının içinde bilinmeyen bir zimmî (yani Müslüman memleketine tâbi gayrı
müslim) bulunursa onları öldürmek caiz olmaz. Çünkü yüzde yüz bilinen bir mâni
mevcuttur, Ama bir kısmı öldürülür veya çıkarılırsa kalanların öldürülmesi
câizdir. Zira haram kılan maniin mevcudiyetinde şüphe vardır».
Bu
meselede dahi öyledir. Ama «Fetih» sahibi bunu müşkil görerek: «Ârız olan şüphe
evvelce yüzde yüz bilinen hükmü kaldıramaz.» demiş ve tahkiki hususunda sözü bir
hayli uzatmıştır. «Münye» şerhinde buna cevap verilmiş; bunun tahkiki hususunda
dahi söz hayli uzun tutulmuştur. Hulâsası az sonra gelecektir.
Şârihin
burada «Nehir» sahibine tâbi olarak« Zahiriyye» den naklettiği ibâre yanlıştır.
«Bahr»da şöyle deniliyor: «Zahîriyye'de: bir kimse elbisesinde pislik görür de
ne zaman bulaştığını bilemezse bu hususta taksimat ve ihtilâflar vardır. Ebu
Hanîfe'ye göre muhtar olan, sadece içinde bulunduğu namazı kaza etmektir,
denilmiştir.» H.
METİN
Nitekim
eşekler buğday gibi bir şeyi döğerken üzerine bevl eder de onu ayırır veya bir
kısmını yıkarsa yahut evvelce geçtiği vecihle bağışlamak, yemek veya satmak
suretiyle elden çıkarsa kalanı temiz olur. Elden çıkan dahi temizdir.. Çünkü
elbise meselesinde olduğu gibi pislenen kısmın her iki tarafta olması ihtimali
vardır. Musannıfın burada eşekleri hassaten zikretmesi sidikleri bilittifak
galîz necaset olduğu içindir. Kezâ kan gibi görünen pislik kuruduktan sonra
çıkarılırsa yani esah kavle göre bir defa ile olsun, üç defadan fazla ile olsun
aynı gider; eseri kalmazsa yeri temizlenir. Musannıf kazıma ve oğuşturma gibi
şeylere de şâmil olsun diye «çıkarılırsa» demiş «yıkanırsa» dememiştir. Pisliğin
aynı (kendisi) ise temizlik kabul etmez.
İZAH
İbni
Kemal'in beyânına göre eşeklerden başka hayvanların hükmü delâletle anlaşılır.
Evvelce de arzettiğimiz gibi ayırma işini «pislenen miktarı bilirse elden
çıkardığı miktarı onun kadar olması» diye kayıtlamak gerektiği anlaşılıyor.
Çünkü pisliğin hem kalanda hem elden çıkan kısımda veya yakınında olması
ihtimali vardır. Bu sebeple muayyen olarak birinde bulunduğuna hüküm edilemez.
Meselenin tahkiki şudur: Temizlik malûm bir yerde meselâ, bütün elbisede yüzde
yüz sabit idi. Sonra zıddı olan pislik meçhûl bir yerde yüzde yüz sübût buldu.
Bu adam elbisenin bir kısmını yıkayınca meçhûl yerin kalıp kalmadığı hususunda
şüphe ârız olur. Çünkü kalıp kalmama ihtimali müsavidir. Binaenaleyh malûm yer
hakkındaki yüzde yüz sabit bilgi ile amel etmek vâcip olur. Zira malûm yer
hakkındaki yüzde yüz bilgi şüphe ile zâil olamaz. Meçhûl yer hakkındaki yüzde
yüz bilgi bunun gibi değildir. Tahkikin tamamı «el-Münyetü'l-Kebîr» şerhindir.
Şârihin
görünen pisliği «kuruduktan sonra» diye kayıtlaması, kurumazdan önce bütün
pislikler görüldüğü içindir. Evvelce görmüştük ki, cürmü necaset kuruduktan
sonra görülendir. Şu halde cürmlü necaset görünen necasete müsâvidir. Hidâye de
kan cürmlü necâset sayılmıştır. Kadıhân ise onu cürmsüz necaset saymıştır. Biz
«Hilye»den naklen bu iki kavlin arasını bulmuş; birinciyi koyu ise, ikinciyi
berrak ise mânâsına hamletmiştik.
«Gayetü'l-Beyan»da:
«Görülen necâset fışkı ve kan gibi kuruduktan sonra görülebilen necâsettir,
Görünmeyen necaset ise sidik gibi kuruduktan sonra görünmeyen necâsettir,»
denilmiştir. «Tetimmetü'l-Fetevâ» ve diğer kitaplarda: «Görülen necaset cürmü
olan, görünmeyen necaset ise rengi olsun olmasın cürmü olmayan necasettir.»
deniliyor. Bundan anlaşılır ki «Gayetü'l-Beyan» sahibinin görülen necasetten
muradı, gözle görülüp müşâhede edilebilen pisliktir. Böyle olmayan pisliğe
görünmez necaset demiştir. Binaenaleyh başkalarına muhalefet etmiş olmaz. Bazı
sidiklerin kuruduktan sonra da renginin görülmesi bu neticeye ulaştırır. Bunu
«Hilye» sahibi söylemiştir. Yukarıdaki ara buluşumuz da buna uygundur. Lâkin söz
götürür. Çünkü bu takdirde duruk kanla rengi görülen sidik, görünmeyen
necasetlerden sayılmak lâzım gelir. Ve eserinin giderilmesi şart koşulmaksızın
üç defa yıkamakla iktifa etmek gerekir. Halbuki ulemanın sözlerinden anlaşılan
şudur:
Görünmeyen
necaset kat'iyyen eseri görülmeyendir. Çünkü bunda mücerred yıkamakla iktifa
etmişlerdir. Görünen necaset böyle değildir. Onda eserin kalmaması şarttır. Şu
halde «Gayetü'l-Beyân»ın sözü münasiptir. Ve onun sidikten muradı, rengi olmayan
sidiktir. Rengi varsa görünen necasetten olur.
Musannıfın
«çıkarılırsa» sözünde sıkmak şart olmadığına işaret vardır ki, «Zeylaî»nin
söylediklerinden malûm olduğu üzere sahih olan da budur. Zeylaî yıkamayı mutlak
zikrettikten sonra «Sıkmanın şart olması İmam Muhammed'den bir rivayettir.»
demişti. Şu halde istincada pisliğin aynı giderildikten sonra o yer temiz
olacağından elde kalan ıslaklıkda da etin temizliğine tebean temizdir. Bunun
örnekleri vardır. Meselâ ellerin temizlenmesiyle ibriğin kulpu da temiz olur. Bu
izaha göre bir kimse taharetlenirken mestlerine pis su sıçrarsa mahallin
temizlenmesiyle ona tâbi olarak mestler de temiz olur. Elverirki mestlerde
yırtık bulunmasın. Bunu Ebu's-Suûd üstadından nakletmiştir.
«Bir
defa ile olsun» sözünden murad, necasetin aynı bir defa yıkamakla giderilirse
temizlenir, demektir. Bu bir defa yıkamak akar suda olsun, durgun olan çok suda
olsun. üzerine dökmekle veya teknede yıkamakla yapılsın fark etmez. İIk üç defa
yıkamakla temizleneceği aşikârdır.
Tekneye
gelince: Bu «Dürer»de nassan bildirilerek: «Bir kimse elbisesinden görünür
necaseti teknede yıkarsa necaset giderildiğinde tekne temiz olur.» denilmiştir.
H.
Pisliğin
aynı ve eseri üç defa yıkamakla çıkmazsa, eserini gidermek güç olmamak şartiyle
onu giderinceye kadar defalarca yıkar. «Esah kavle göre» ifâdesi bir defanın
kaydıdır. Kuhistânî diyor ki: «Zâhir rivâyet budur. Bazıları necaset
giderildikten sonra bir defa yıkaması lâzım geldiğini, bazıları iki,
birtakımları üç defa yıkayacağını söylemişledir. Nitekim «Kâfii»de de böyle
denilmiştir. Mest kazımakla. meni oğuşturmakla temizlendiği gibi. Şârih,
yıkamadan pisliğin aynını gideren temizleyicileri meselâ; derinin
tabaklanmasını, yerin kurumasını, kılıcın silinmesini de kasdetmiştir. Lâkin
buna şöyle itiraz edilebilir:
«Pislik
bedende veya elbisede kurur ve eseri kalmazsa aynı giderilmiş demektir. Bununla
beraber temizlenmez?» Cevap şudur: Musannıf temiz olur sözü ile temizleyici bir
şey bulunmasına işaret etmiştir. Bundan mutlaka bir temizleyici nesne lâzım
olduğu anlaşılır. «Cevhere»de de böyle denilmiştir. Ama söz götürür.
Şârih,
«Pisliğin aynı ise temizlik kabul etmez.» sözüyle metindeki «yeri» kelimesinin
faydasına işaret etmiştir. Musannıf bu kelimeyi «Kenz» in ibâresine ilâve
etmiştir. Binaenaleyh «Sirke olan şarap temizdir. Misk olan kan temizdir.» gibi
bir itiraz vârid olamaz. Çünkü bir şeyin aynı hakikatı demektir. Şarabın ve
kanın hakikatı kalmamış; yerlerine başka hakikat geçmiştir. Şayet temiz olmakla
beraber şarabın ve kanın hakikatı bâkidir demiş olsa idik bu itiraz o zaman
olurdu. Düşün!
METİN
Renk
ve koku gibi sâbit eserin kalması zarar etmez. Binaenaleyh onu gidermek için
sıcak su ve sabun gibi şeylerle tekellüfe hacet yoktur. pis bir şeyle boyanmış
veya bulanmış nesne üç defa yıkamakla temizlenir. Evlâ olan su duruluncaya kadar
yıkamaktır. Yağ eseri zararsızdır. Meğer ki ölühayvanın içyağı ola. Çünkü o
aynen necîstir. Hatta onunla deri bile tabaklanmaz. Sadece mescidden başka
yerlerde kandil olarak kullanılır,
İZAH
Buradaki
eserden murad, yalnız renkle kokudur. Nitekim «Bahr», «Fetih» ve diğer
kitaplarda da böyle tefsir edilmiştir. Tadın mutlaka çıkması lazımdır. Çünkü
kalması aynı necasetin kaldığına delâlet eder. Nasıl ki Bercendî'den de
nakledilmiştir. Kuhistânî, eseri yalnız koku ile tefsir etmiştir. Zâhirine
bakılırsa pisliğin aynı giderildikten sonra kokusu afv edilir. Velev ki
giderilmesi güç olmasın. «Bahr»da bildirildiğine göre «Gayetü'l-Beyan»dan
anlaşılan da budur.
Ben
derim ki: Nuh Efendi'nin «Muhit»ten açıkça naklettiği de budur. O şöyle
demiştir: «Şarap bulaşan elbise üç defa yıkanırsa kokusu kalsa bile temiz olur.
Bazıları kokusu gitmedikçe temiz olmayacağını söylemişlerdir».
Pis
bir şeyden murad aynı necis olmayıp pislenmiş nesnedir. Zira kan gibi aynen
necis olursa ayniyle birlikte tadının ve kokusunun da giderilmesi icap eder.
Renginin kalması zarar etmez. Nitekim ölü meselesinden de anlaşılmaktadır, Bunu
Halebî söylemiştir.
«Evlâ
olan su duruluncaya kadar yıkamaktır». Malûmun olsun ki, Münye» de şöyle
denilmiştir: «Bir kimse elini pis yağın içine sokar; yahut kadın pis kına ile
kınalanır veya elbise pis boya ile boyanır da sonra her biri üçer defa yıkanırsa
temizlenir. Sonra «Muhit»ten naklen: Elbise su sararıncaya kadar yıkanır da
beyaz akarsa temiz olur.» demiştir. «Hâniyye»de dahi: «Pislik boyanın içine
düşerse, onunla elbise boyanır; sonra üç defa yıkanır ve temizlenir. Nasıl ki
kadın da pis kına ile kınalanırsa hükmü budur.» denilmiştir. «Hâniyye» sahibi
kına meselesini başka yerde mutlak da zikretmiş sonra: «Su kına renginde çıktığı
müddetçe temizlenmemesi gerekir.» demiştir. Anlaşılıyor ki, suyun durulmasını
şart koşmak ya ikinci bir kavildir -ki, Muhit'in sözü bunu bildirmektedir-,
yahut birinci mutlak sözü kayıtlamak ve onu açıklamaktır. Nitekim Hâniyye'nin
«gerekir» sözü de bunu bildirmektedir. Her halde «Muhit» ile Hâniyye'nin sözleri
bu şartı tercih ettiklerini gösteriyor. Onun için «Fetih»te bu kavil ile iktifa
edilmiştir. Şu da var ki, Seyyidî Abdülganî güzel bir söz söylemiştir. Aynı sözü
ondan önce «Hilye» sahibi de söylemiştir. Güzel söz şudur Pis kına ile
kınalanmak, pis boya ile elbise boyamak ve eli pis yağın içine daldırmak aslında
iki kavilden birine istinad eder. Ya giderilmesi güç olan eserin kalması
zararsızdır.» sözüne, yahut İmam Ebû Yusuf'tan rivayet edilen şu kavle
binaendir. Yağ üç kere yıkamakla temizlenir. Bir kabın içine konur ve üzerine su
dökülür. Sonra yağ alınarak su akıtılır. Bu, üç defa tekrarlanırsa yağ
temizlenir. Fetva da buna göredir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Nitekim
«Münye» şerhinde beyan edilmiştir. İşte bu meseleyi birinci kavil üzerine bina
edenler suyun durulmasını şart koşmuşlardır. Tâ ki kalan renk, giderilmesi güç
bir eser sayılsın da afv edilsin. Velev ki başka bir elbise üzerine rengini
kusmuş veya başka bir zaman yıkarken suda belli olmuş olsun. Su durulduktan
sonra üç defa yıkamayı şart koşan kavil zaiftir. Meseleyi ikinci kavil üzerine
bina edenler üç defa yıkamaktaiktif
«Hilye»
sahibi bu tahkiki yaparken sözü çok uzatmıştır. Zaten âdeti budur. Sonra birinci
kavle meylederek: «Bu daha mâkuldür. Fetva hususunda buna itimad ediliversin
demiştir. Şüphesiz ki bu «Muhit», «Haniyye» ve Fetih teki kavli tercih demektir.
Şârihin bunu kat'iyetle ifade etmesi gerekirdi. Çünkü hilâfını tercih eden kimse
görmedik Anla!
Sonra
Seyyidî Abdülgani şunları söylemiştir: «Bu kanla boyanan elbisenin hilâfınadır.
Zamanımızda Diyarbekir'den getirilen kırmızı elbiseler gibi ki, su safi
çıkmadıkça ebediyyen temizlenmezler. Ve renk afv edilir. Böcekle boyanan
elbiseler de bu kabildendir. Zira böcek ölüdür.
İçindeki
pis kan donar, ama boya suda doğan böcekten yapılırsa temizdir. Lâkin bu böceği
satmak bâtıldır. Onu itlâf eden kimse ödemez. Kıymetini almakla ona malik de
olunmaz. Çünkü ölü mal değildir. Kısaltılarak alınmıştır.
Ben
derim ki: Anlaşılan bu böcek suda doğmayanlardan olur da akar kanı bulunursa
pistir, Böyle değilse temizdir. Hakikatını öğrenmeden pis olduğuna hüküm
verilemez.
Satılmasının
hükmüne gelince: Câiz olması gerekir. Nitekim ulema istifade edilmek için
fışkının satılmasını câiz görmüşlerdir. İpekböceği ve yumurtasını satmak da
öyledir. Çünkü ipekböceği, üzerine titrenen bir maldır. Fetva bu kavle göredir.
Kezâ arıyı ve sülüğü satmak da câizdir. Halbuki ulema böceklerin satılması câiz
olmadığını açıklamışlardır. Sülük zamanımız insanlarınca en kıymetli
mallardandır. Onun kıymeti ipekböceğinden de fazladır. İşittiğime göre böcekler
iki nevi olurmuş. Biri hayvan böceği olup sirke ve şarapla boğulurmuş. Diğeri
nebat böceği imiş. En iyi boya birinciden olurmuş. Allahu a'lem.
MÜHİM
TENBİH; Buraya kadar anlattıklarımızdan kol gibi uzuvlara yapılan dövmenin hükmü
de anlaşılır. Dövme pis kına ile kınalanmak veya pis boya İle boyamak gibidir.
Çünkü ele veya dudağa iğne batırılarak yerine yeşil renk alsın diye sürme yahut
çivit doldurulursa sürme kanla pislenir. Kan donarak yara pekindiği zaman yeri
yeşil kalır. Yıkandıkta temizlenir. Zira giderilme güç bir eserdir. Deriyi
yüzmeden yahut yarmadan çıkmaz. Sıcak su yahut sabunla giderilmesi mümkün olan
eseri yok etmek için tekellüfe hâcet yoksa burada evleviyetle hacet yoktur.
«Kınye» sahibi bunu açıkça söylemiş: «Bir kimse eline dövme yaptırırsa deriyi
yüzmesi lâzım gelmez.» demiştir. Lâkin «Zahîre»de şöyle deniliyor:
«Bir
kimse çıkan dişini yerine iade eder de diş tutunur ve kuvvetlenirse zarar
vermeden çıkarması mümkün olduğu takdirde çıkarır. Aksi takdirde çıkarmaz. Ama
ağzı pislenir; kimseye imam olamaz.» Yani dış pis olduğuna binaen imam olamaz
demek istiyor. Fakat bu söz zahir mezhebin hilâfınadır.
Allâme
Bîrî şunları söylemiştir: «Dövmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şüphesiz
necasetli bir şeyle İmam olması caiz değildir. Bîrî bundan sonra Allâme Ekmel'in
«Meşârik» şerhinden şunları nakletmiştir: «Bu yer pis olur denilmiştir.
Giderilmesi ancak ameliyatla mümkün olursa, bundan helak olacağından veya bir
uzvun kopacağından korkulduğu takdirde ameliyat icap etmez. Aksihalde icap eder.
Ameliyatı geciktirmekle günahkâr olur. Bu hususta erkek kadın müsâvidir».
Ben
derim ki: Şu halde bu az bir suya yahut mâyie isabet ederse onu pisler. Lâkin
Ekmel'in «denilmiştir» tâbîri bunun itimat edilir bir kavil oImadığını gösterir.
Bu kavil Şâfiîlerin mezhebidir. Anlaşılan o bunu şâfiîlerden nakletmiştir.
Dövme
ile diş arasındaki fark, dişin pis olduğunu söyleyenlere göre açıktır. Zira diş
aynen necistir. Dövme ise eserdir. Renginin kalması aynın kalmasına delildir
diye iddia ederse, boya veya kınalanmak da öyledir. Binaenaleyh temizlenmemesi
lâzım gelir; diye reddedilir. Aralarında fark gözeterek, dövme etle karışmış ve
pekişmiştir, boya böyle değildir derse biz de, etin içine işleyen şeyin
yıkanması emir olunmaz deriz. Nitekim pislik eline işlese çıkarmak icap etmediği
gibi cildin üzerindeki kına ve boya gibi şeyleri de çıkarmak icap etmez. Ulema
açıkça beyan etmişlerdir ki, bir kimse pis sürme ile sürmelense yıkaması icap
etmez.
Peygamber
(s.a.v.) Uhud gazasında yaralandığı vakit Fatma (r.a.) gelerek bir hasır yakmış:
külü ile yarayı haşlayarak kanı durdurmuştur.
«Hızanetü'l-Fetâva»
adlı eserin Namazı Bozan Şeyler Babında şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin
kemiği kırılır da köpek kemiği ile eklenir ve zarar vermeksizin çıkarılamazsa
namaz câiz olur. Elinde suretler bulunur da halka imam olursa, imamlığı mekruh
değildir».
«Fetevâ-i
Hayriyye»nin Namaz Bahsin de de: «Elinde dövme bulunan bir adamın o dövme ile
İmamlığı sahih olur mu olmaz mı? diye soruldu da: Evet, namazı ve imamlığı
şübhesiz sahih olur, cevabını verdi.» denilmiştir. Allahu a'lem.
«Hatta
onunla deri bile tabaklanmaz.» cümlesinden murad, tabaklamak helâl olmaz
demektir. Yoksa tabaklanır da sonra yıkanırsa temiz olur.
«Kınye»'de
şöyle deniliyor: «Domuz yağı ile tabaklanan deri yıkandığı vakit temiz olur.
Eserinin kalması zarar etmez. «Hulâsa»da: «Deri pis yağ ile tabaklanırsa su ile
yıkanarak temizlenir. İçine işleyeni afv edilmiştir.» denilmektedir. Şârih ölü
hayvan yağının mescidlerden başka yerlerde kandil olarak kullanılabileceğini
kaydediyorsa da Fâsid Alışveriş Bahsinde görüleceği vecihle bu yağdan hiç bir
suretle istifade câiz değildir, Şârihin söylediği sadece içine pislik karışan
yağdır. Bunu Buharî'nin Sahih'inde Cabir'den rivayet ettiği şu hadîs te'yid
eder: Cabir (r.a.): «Ben Fetih yılında Rasulallah (s.a.v.)'i Mekke'de şöyle
buyururken işittim: Şübhesiz Allah şarap, lâşe, domuz ve putları satmayı haram
kılmıştır. Kendisine: Yâ Rasulallah! Ölü hayvan yağlarına ne buyurursunuz?
Bunlarla gemiler sıvanıyor; deriler yağlanıyor ve halk bunlardan kandil yapıyor,
dediler. Hayır o haramdır! buyurdu. İlah...» demiştir.
Görünmeyen
pisliğin yeri yıkayan kimse mükellef ise zann-ı galib (kalbinin kanaatı) ile
temiz olur. Mükellef değilse elbiseyi kullananın zannı
M
E T İ N
muteber
olur. Temizlik bir sayı ile muteber olmayarak yerin temizlendiğini zannetmekle
meydana gelir. Bununla fetva verilir. Vesveseli kimse için bu, sıkılabilen
şeylerde yıkayıp üç veya yedi defa sıkmak ve damlamaz oluncaya kadar mübâlega
göstermekle takdir olunmuştur. Bir başkası sıkmışolsa damlayacak şekilde
bırakırsa kendisine nisbetle temiz olur. O, başka kimseye nisbetle temiz olmaz.
Acaba elbise ince olduğu için sıkmakta mübâlega gösteremezse temizlenir mi? En
muvâfık cevap evet demektir. Çünkü zaruret vardır.
İZAH
Pisliği
yıkayan kimse mükellef değil de meselâ çocuk veya deli olursa temizlenip
temizlenmediği hususunda elbiseyi kullananın zannı muteber olur. Çünkü
kullanmaya muhtaç olan odur. «Zeylaî»: temizlik bir sayı ile mukayyed değildir.
Fetvâ buna göredir, demiştir. «Münye» nam kitapta da böyle denilmiştir. Bundan
anlaşılan şudur ki, yıkayan kimsenin bir defada pisliğin gittiğine kalbi yatarsa
bir defa yıkamak kâfidir. İmam Kerhî Muhtasar'ında bunu açıklamış; İsbicâbî dahi
tercih etmiştir. «Gayetü'l-Beyan»üç defa yıkamanın zahir rivâyet olduğu
bildirilmiştir.
«Sirâc»ta
ise: «Zannı galibe itibar etmek Iraklıların, üç defa ile takdir Buharalıların
tercih ettikleri kavillerdir.» deniliyor. Öyle anlaşılıyor ki, vesveseli olmayan
kimse birinci kavil ile, vesveseli olan ikinci kaville amel edecektir. «Bahr»
«Nehir» sahibi: «Bu, güzel bir ara bulmadır.» demiştir. «Muhtar» sahibi de bu
yoldan gitmiştir. Çünkü kalbin kanaatını itibara almış: yalnız vesveseliyi
istisna etmiştir.
Musannıf
dahi bu yoldan yürümüştür.«Hilye» sahibi de bunu beğenmiş ve birçok ulemanın
taharetlenme meselesinde bu kavli tercih ettiklerini söylemiştir.
Ben
derim ki: Bu iş hilâfın tahakkuk etmesine binâendir. Hilaf şudur: Zannı- gâlibi
itibara alan kavil, üç defa yıkamayı itibara alan kavilden başkadır.
«Hilye»
sahibi: «Hak olan da budur.» demiş; buna Hâvil-Kudsî ve «Muhit» in sözlerini
şâhid tutmuştur.
Ben
derim ki: «Kâfi» nin sözü buna muhaliftir. Onun sözü bu iki kavli bir olduğunu
iktiza ediyor. «Münye» şârihi de bu yoldan yürümüş ve şöyle demiştir: «Bundan
anlaşılır ki, mezhep zann-ı gâlibi nazarı itibara almaktır. Bu da üç defa
yıkamakla takdir edilmiştir. Zira ekseriyetle temizlenme bununla hâsıl olur. Bir
de vesveseyi ortadan kaldırır. Üç defa yıkamak zâhiri sebebi müsebbep yerine
geçirmek kabilindendir. Çünkü müsebbibin hakikatını anlamak güçtür. Yolculuğu
meşakkat yerine geçirmek böyledir.
«Hidâye»
ve diğer kitaplardaki sözlerin muktezası da budur. «İmdâd» sahibi sadece bunu
söylemekle yetinmiştir. Metinlerde bildirilenlerin zâhiri dahi bunu gösterir.
Zira üç defa yıkamayı sarahaten beyan etmişlerdir. Allahu a'lem.
Üç
defa yıkayıp sıkmak zâhir rivayete göre şarttır. «Nevadir» denilen kitaplarda
İmam Muhammed'den rivâyet edilen bir kavle göre son defa yıkadığında üç defa
sıkmakla iktifa edilir. «Münye» şerhinde bildirildiğine göre İmam Ebu Yûsuf'tan
bir rivâyette sıkmak şart değildir. Yedi defa yıkayıp sıkmayı «Mültekâ» ve
«ihtiyar» sahipleri söylemişlerdir. Bu, İmam Ahmed Rahimehullâhın hilafından
çıkmak için mendup görülmüştür. Pislik köpeğe aid ise yine onun ve İmam
Şafii'nin hilâfından çıkmak için yedi defadan birinin toprakla yapılması da
menduptur. «Damlamaz oluncaya kadara ifâdesi sıkmaktaki mübalegayı tasvirdir. T.
Mutlak
zikretmesinden anlaşılıyor ki bu hususta mübalâga göstermek her defâsında
şarttır. «Dürer»'de yalnız üçüncü defada şart olduğu bildirilmiştir.
İbni
Kemâl'ın «el-İzâh»ta, «Sadrı-ş Şeria»da ve Nesefi'nin «Kâfî»sinde dahi aynı şey
söylenilmiş, «Hilye»de bu kavil «Fetâva-i ebi'l Leys» ile diğer kitaplarda
nisbet edildiğinden sonra şöyle denilmiştir: Mübalâganın her defada şart olması
gerekir. Nitekim «Hâniyye»nin ifadesinden de bu anlaşılır «Haniyye» sahibi şunu
söylemiştir. Bir kimse elbiseyi üç defa yıkar ve her defasında sıkar da daha
fazla sıkmaya kuvveti olduğu halde elbiseyi korumak için mübalâga göstermezse
câiz değildir.» Teemmül et!
«Başkası
sıkmış olsa damlayacak şekilde bırakırsa kendisine nisbetle temiz olur.» Çünkü
her insan kendi güç ve kuvvetine göre mükelleftir. Elbisesini sıkmak için
kendinden daha kuvvetli birini aramakla mükellef değildir. Bunu «Münye» şârihi
söylemiştir. «Bahr»da: «Bilhassa Ebu Hanife'nin kavline göre başkasının kudreti
muteber değildir. Fetva buna göredir. » denilmektedir. En muvafık cevap evet
demektir; çünkü zaruret vardır, sözünü «Nehir»sahibi dahi «Sirac»tan naklen
bildirmiştir. Buradaki zaruret mal israfı lazım gelmesin diyedir.
«Bahr»
sahibi: «Lâkin Hâniyye'de temizlenmemesi tercih edilmiştir.» diyor.
Ben
derim ki: «Dürer»de dahi buna cezm olunmuştur. Şu halde sıkılmayan şeylerin
hükmü verilir ki o da üç defa kurulamaktır.
METİN
Başkalarında
yani necâseti emen ve sıkılamayan şeylerde üç defa kurulamakla temizleneceği
takdir olunmuştur.
Kurulamaktan
murad, damlamanın kesilmesidir. Aksi halde yukarıda geçtiği vecihle pisliği
çıkarmakla temizlenir. Bütün bunlar kapta yıkadığına göredir. Gölde yıkar yahut
üzerine çok su döker veya üzerine su akarsa mutlak surette temizlenir. Sıkmak,
kurulamak ve tekrar tekrar daldırmak şart değildir. Muhtar olan kavil budur.
İZAH
Üç
defa kurulamaktan maksat her yıkadıkça damlaması kesilecek kadar kurulamaktır.
Ama bu beden ve benzeri şeylerden başkalarında şarttır. Bedende üç defa arka
arkaya yıkamak kurulamak yerini tutar.
«Hilye»
de şöyle deniliyor: «En makulü arka arkaya yıkamakla kurulamanın şart
olmamasıdır. Bunu «Nevazil» sahibi açıklamıştır. «Zâhire»de dahi ona muvafık
sözler vardır». «Bahr» sahibi de bunu kabul etmiştir. «Hâniyye»de:
«Taharetlenirken su mestin altına akar da içine işlemezse zarar etmez. Mest
taharete tebean temiz olur. Nitekim ibriğin kulpu hakkında şöyle demiştir:
İbriğin kulpunu pis el ile tutar da elini üç defa yıkarsa ele tebean kulp da
temiz olur.» denilmektedir.
Her
yıkadıkça damlanın kesilmesine Kuhistânî ıslaklığın kalmaması kaydını da ilâve
etmiştir. «Tatarhâniyye»de şöyle deniliyor. «Kurulamanın haddi, o şeyden el
ıslanmayacak hale gelmektir. İyice kurumuş hâle gelmesi şart değildir.» Acaba
giderilmesi güç olan eseri çıkarmak da lazım mıdır? «Hilye» sahibinin beyânına
göre «Münye»de «Muhit» ten naklen: «Evet lâzımdır. Elbise bunun hilâfınadır.»
denilmiştir. Fakat «Hilye» sahibi: Bu iki şeyin arasında fark bulmak itirazdan
hâli değildir.» diyor. «Bahr» ve «Nehir» sahipleri de bunu kabul etmişlerdir.
Lakin «Münye» şerhinde «Muhit»in beyânı hatâlı görülerek şöyle denilmiştir:
«Hâsılı temizlik nasıl ve ne ile olursa olsun, meşakkat vermemek şartiyle
pisliğin eserini gidermek her yerde şarttır. Bu bellenmelidir!» Vanî'nin «Dürer»
hâşiyesinde de buna benzer sözler vardır. Sıkılamayan şeylerden murad, ya çanak
çömlek gibi hiç sıkılamayan yahut halı gibi güç sıkılan eşyadır. Bunu «Münye»
şârihi ifâde etmiştir.
«Bedâyı»de
de beyan edildiği vecihle necaseti emen ve emmeyen şeyler şöyle hulâsa
edilebilir:
Bir
şey ya necaseti hiç emmez. Nitekim taşdan, bakırdan yapılan kaplarla eski çanak
ve çömlekler böyledir. Yahut beden, mest ve ayak gibi biraz emer ve yahut çok
emer. Bunlardan birinci kısmın temizliği ya görülen pisliğin aynını gidermekle
yahut evvelce görüldüğü vecihle müteaddit defalar yıkamakla olur.
İkinci
kısmın temizliği de öyledir. Çünkü su, içeriye işleyen az pisliği çıkarır ve o
şeyin temizliğine hüküm olunur.
Üçüncü
kısma gelince: Yıkanacak şey elbise gibi sıkılabilen şeylerden ise onun
temizliği görülen necaset çıkıncaya kadar yıkayıp sıkmakla olur. Görünmeyen
necaset bulaşmışsa üç defa yıkamakla temizlenir. Saz ve emsalinden yapılan hasır
gibi sıkılamayan şeylerden ise içine işlemeyip sadece dışına bulaştığı bilindiği
takdirde ya pisliğin aynını gidermek, yahut sıkmadan üç defa yıkamakla
temizlenir. Yani çanak çömlek, pis yağ ile tabaklanmış deri ve pis su içerek
şişmiş buğday gibi pisliği emdiği bilinen şeylerden ise İmam Muhammed'e göre
ebediyen temizlenmez. Ebu Yûsuf'a göre üç defa suya konur ve her defasında
kurutulur (böylece temizlenir). İmam Muhammed'in kavli kıyasa daha uygun, Ebu
Yûsuf'un kavli ise daha suhuletbahştır. Bununla fetva verilir.
«Dürer»
ve «Fetih»te şöyle deniliyor: «Eski çanak çömleği yaş iken pislenirse diye
kayıtlamak gerekir. Aksi takdirde yeni gibidir, çünkü pisliği emdiği gözle
görülür». Ulema pislenen kilimin bir gece nehirde durmakla temizleneceğini
söylemişlerdir. «Bahr» sahibi diyor ki: «Gece ile kayıtlamak vesveseyi kesmek
içindir. Yoksa «Muhit»te zikredilen şudur: Kilimin üzerine pisliğin
giderildiğine kanaat gelecek kadar su dökülürse temizlenir; çünkü suyu akıtmak,
sıkmak yerini tutar. «Muhit» sahibi onu bir gece durmakla kayıtlamıştır.»
«Dürr-ü
Müntekâ»da dahi Şumunnî ile İbni Kemâl'den naklen buna benzer bir ifâde vardır.
Demire pis su verilirse üç defa temiz su ile sulanmak suretiyle temizlenir. İmam
Muhammed buna muhaliftir. Ona göre ebediyen temizlenmez. Bu izahat, namazda
üzerinde bulundurmak, hususundadır. Böyle bir bıçağı üç defa yıkar da sonra
onunla karpuz gibi bir şey keserse yahut bıçak az suya düşerse onu pislemez, şu
halde yıkamak demirin dışını bilittifak temizler. Meselenin tamamı «Münye»
şerhindedir.
Şârih
«Aksi halde pisliği çıkarmakla temizlenir.» diyeceğine «yıkamakla temizlenir
dese dahamünasip olurdu. Çünkü sözümüz görünmeyen necaset hakkında idi. Yani
pisliği içmeyen ve sıkılmayan şeyler üç defa yıkamakla temizlenir. Velev ki
kurulamadan bir defada yıkamış olsun. Nitekim yukarıda geçtiği gibi kullanılmış
çömlek ve kiremit, kezâ kılıç ve ayna böyle temizlenirler. Pisliği az emen beden
ve ayakkabı gibi şeyler de bunun gibidir. Az yukarıda arzetmiştik.
Bütün
bunlar, yani sıkılabilen şeylerde üç defa yıkayıp sıkmak, sıkılmayanlarda üç
defa kurulamak kapta yıkadığına göredir. T. Ya bir kapta üç defa yahut üç kapta
birer defa yıkar.
«İmdâd»
sahibi şöyle demektedir:
Pislik
yıkayan üç su pislikle birbirindeki farklıdır. Birinci suya isabet eden şey üç
defa yıkamakla temizlenir. İkinci suya isâbet eden iki defa, üçüncü suya isâbet
eden bir defa yıkamakla temizlenir. İçlerinde birer defa yıkanan üç kap da
öyledir. Bazıları üçüncü kabın mücerred suyu akıtmakla, ikincinin bir defa
yıkamakla, birincinin iki defa yıkamakla temizleneceğini söylemişlerdir, Şimdi
bir kapta yıkadığı zaman onu ne yapacağı meselesi kalır. «Feyz» de: «Elbiseyi üç
defa yıkadıktan sonra kabı da bir defa yıkar.» denilmiştir. «İmdâd» sahibinin
sözü kapta uzvu yıkamaya da şâmildir ve Tarafeyn'e göre temizlenir. Fakat Ebu
Yûsuf üzerine su dökmedikçe temizlenmeyeceğini söylemiştir Bu hilafa göre bir
kimse bir uzvunu su küplerine sokarsa, velev ki sirke küpleri olsun Ebu
Hanife'ye göre üçüncüden temiz olarak çıkar. İmameyn buna muhaliftir. Çünkü İmam
Muhammed'e göre pisliği yıkarken su şarttır Ebu Yûsuf da dökmeyi şart koşmuştur.
«Bedâyı».
«Gölde
yıkarsa ilah...» cümlesini Bahr sahibi «Sirac»tan nakletmiştir. Ondan sonra
gelenler hatta Şurubunlâli de ona tabi olmuşlardır. «Münye» şerhinde İmam Ebu
Yûsuf'un kavli izah edilirken şu açıklama yapılmıştır. «Ebu Yûsuf'tan rivayet
olunduğuna göre cünüp bir kimse hamamda peştemal sarınır da bedenine su döker,
sonra peştemala da dökerse, peştemalın temizlendiğine hüküm olunur. Velev ki
sıkmasın.»
«Müntekâ»
sahibi Ebu Yûsuf'un kavline göre sıkmayı şart koşmuş ve şöyle demiştir:
Bunun
bütün İmamlarımızın kavline göre zâhir rivayet olduğu evvelce geçmişti. Bir
kimse elbiseyi akan bir dereye bir defa batırıp sıksa temizlenir. Bu kavil Ebu
Yûsuf'un zâhir rivâyede geçmeyen kavlidir. Asıl nam eserde zahir rivâye olarak
bildirildiğine göre üç defa yıkar ve her defasında sıkar.
İmam
Muhammed'in zahir rivâyede zikri geçmeyen bir kavline göre ise görünmeyen
necâseti üç defa yıkar ve üçüncü defasında sıkar. Bunun usûl denilen kitaplarda
zikredilmeyen bir rivâyet olduğu evvelce görülmüştü. «Fetih» sahibi: «Aşikârdır
ki, Ebu Yûsuf'tan nakledilen rivâyet avret yerini örtmek zaruretten dolayıdır.
Başkaları ona katılamaz ve bu husustaki zahir rivayetler terk edilemez.»
demiştir.
Ben
derim ki: Lâkin bilirsin görünen necaset temizlemekle muteber olan onun aybını
gidermektir. Velev ki, bir yıkayışta ve bir kapta olsun. Nitekim yukarıda
geçmişti. Binaenaleyh onun hakkında üç defa yıkamak ve sıkmak şart değildir.
Müftâbih kavle göre görünmeyen necâsette itibar kalbin kanaatınadır, sayıya
bahis mevzu değildir. Yahut evvelce geçtiği vecihle üç defa yıkamak şarttır.
Şübhesiz ki akar su ile onun hükmünde olan gölde yıkamak veya pisliği kökünden
kazıyacak derecede çok su dökmek ve akıtmak, kıyasa muhalif olan kap içinde
yıkamaktan daha kuvvetlidir. Zira kabın içindeki pislik suya karışır ve onunla
elbisenin bütün cüzlerine işler. Binaenaleyh üç defa yıkamayı şart koşmak
hususunda bunların ikisini bir tutmak ihtimalden çok uzaktır. Üç defa yıkamanın
şart koşulması ibadete ait bir hüküm değildir ki, manâsı anlaşılmasa bile
iltizamı gereksin. Onun için İmam Hulvâni, İmam Ebu Yûsuf'un hamam peştemalı
hakkındaki sözüne kıyasen: «Pislik, kan veya sidik olur da üzerine su dökerse
kâfidir » demiştir. «Fetih» sahibinin yukarıdaki «Bu, avret yerini örtmek
zaruretten ileri gelir.» sözünü «Bahr» sahibi «Sirâc»taki izâhatla reddetmiş;
«Nehir» ve diğer kitaplarda bu reddiye kabul olunmuştur.
Gölden
murad, akar su hükmündeki çok sudur. Çok sudan maksat da bir taraftan çıkan ve
arkası gelen su ile üç defa yıkanmaktır. Çünkü suyun akması tekrar ve sıkmak
yerini tutar. Sahih olan budur «Sirâc».
«Sıkmak,
kurulamak ve tekrar tekrar daldırmak şart değildir.» Yani sıkılabilen şeylerde
sıkmak, sıkılamayanlarda kurulamak şart değildir. Bu cümle mutlak bırakılan
sözün izahıdır. «Muhtar olan kavil budur». Bu hususta «Sirâc»ın ibâresi
şöyledir:
«Gölün
hükmüne gelince: Elbise göle üç defa daldırılırsa Belh ulemasının kavlini tercih
ettiğimiz takdirde -ki, muhtar olan kavil budur-, Ebu Hafz Kebîr'den rivayet
olunduğuna göre temizlenir. Velev ki sıkılmasın. Bazıları her defasında sıkmak
şart olduğunu, birtakımları bir defa sıkmanın kâfi geleceğini söylemişlerdir».
Bu sözün hulâsası şudur: Belh ulemasına göre göle elbiseyi üç defa daldırmak
şarttır. Sıkmanın şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Dikkatli ol!
METİN
Süt,
bal, pekmez ve yağ üç defa kaynamakla, şarapla pişen et üç defa kaynatıp
soğutmakla temizlenir. Kezâ içi yarılmadan yolmak için kaynar suya atılan tavuk
da böyledir. «Fetih». «Tecnîs»te: «Şarap içinde pişirilen buğday ebediyen
temizlenmez. Bununla fetva verilir» denilmiştir. Sidikten şişerse suda tutulur
ve üç defa kurulanır. İçine sirke katılmış şarapla ekmek hamuru karılsa şarabın
eserini giderecek derecede olursa temizlenir.
İZAH
«Dürer»'de
şöyle denilmiştir: «Bal pislenirse temizlenmesi, içine bal kadar su döküp
kaynamakla olur. Bal bulunduğu seviyeye inince temizlenir. Yağın temizlenmesi,
üzerine su dökerek kaynamakla olur. Yağ suyun üstüne çıkar ve bir şeyle alınır.
Bu iş üç defa tekrarlanınca yağ temizlenir.» Bu, İmam Ebu Yûsuf'a göredir. İmam
Muhammed buna muhaliftir. Ebu Yûsuf'un kavli daha kolaylıktır. Fetvâ da ona
göredir.
«Fetevâ-i
Hayriyye»de şu satırlar vardır: «Hulâsa'nın sözü üç defa yıkamanın şart
olmadığını gösteriyor. Bu söz, «Kalbin kanâat getirmesi üç defa yıkamanın yerini
tutar.» diyenlerin kavline ibtina eder. Bu hususta sahih kaviller değişiktir.
Kaynatmak tâbiri bazı kitaplarda zikredilmiştir. Bunun kopya eden kâtip
tarafından ziyâde yazıldığı anlaşılıyor. Çünkü biz yağı temizlemek için
kaynatmayı şart koşan kimse görmedik. Halbuki meselede birçok tetebbu' ve
nakiller vardır. Meğerki kaynatmaktan mecâzen çalkalamak kastedilmiş ola!
Gerçekten «Mecmeu'r-Rivâye» ile «Kudûrî»de: «Üzerine yağ kadar su dökülür ve
çalkalanır.» denilmiştir. Teemmül et!
Yahut
yağ pislendikten sonra donarsa kaynatılır, mânâsına hamledilir. Sonra gördüm ki,
şârih «Hazâin» de bunu açıklamış ve: «Akan yağın üzerine su konur. Donmuş olursa
yağ suyun üstüne çıkıncaya kadar kaynatılır ilah...» demiştir. Suyun bal yahut
yağ kadar olması şartı «Mecmâ'» şerhinde «Kâfi»den nakledilen şekle uymaktadır.
«Fetih»
ve «Bahr»'da da bu şart zikredilmiştir. Kuhistâni bal ile pekmezde beşte birle
iktifa edileceğini bazı müftülerden nakletmiş ve şöyle demiştir: «Çünkü bazı
rivâyetlerde bir miktar su dökülür denilmiştir».
Ben
derim ki: İhtimal miktar kelimesi zamirli olan «miktarınca» şeklinden bozulmuş
olacaktır. Böyle denilirse Mecmâ'» şerhinden naklettiklerimize uyar ve bununla
bazı müftülerden naklettiği söz sâkıt olur. Şu da var ki. «Kınye»de
Rüknü'l-eimme Sabbâgî'den naklen bildirildiğine göre Sabbâgî balı bu usul ile
temizlemeyi denemiş, fakat onu acı bulmuş. «Hulâsa»'da: «Fare nişasta küpünde
ölürse yıkamakla bitip yettiği takdirde yıkamakla temizlenir. Aksi takdirde
temizlenmez.» denilmektedir. Şarapla pişen et hakkında «Zahîriyye»de şöyle
deniliyor:
«İçinde
et bulunan bir çömleğe şarap dökülürse kaynamazdan önce döküldüğü takdirde et üç
defa yıkamakla temizlenir. Kaynadıktan sonra dökülürse temizlenmez. Her
defasında temiz su dökmek şartiyle üç defa kaynatılır. Ve her defasında
kurutulur; diyenler de olmuştur, Kurutulması soğutmakla olur». Bahr.
Ben
derim ki: Lâkin az sonra göreceğimiz vecihle müftabih olan kavil birincisidir.
«Hâniyye»de deniliyor ki: «Aşçı tencereye sirke yerine yanlışlıkla şarap dökse
yemeğin hepsi pislenir ve ebediyen temizlenmez. Gerçi İmam Ebu Yûsuf'tan üç defa
kaynatılır diye bir rivayet varsa da onunla amel edilmez. Şarap içinde pişirilen
buğday da öyledir. Ebediyen temizlenmez. Bence içine sirke dökülür de hepsi
sirke oluncaya kadar bırakılırsa bir beis yoktur». Şu halde şârihin burada
benimsediği kavil zaiftir.
«Fetih»te
tavuğun da ebediyen temizlenmediği bildiriliyor. Ama Ebu Yûsuf'un kavline göre
temizlenir. Allahu a'lem.
Buradaki
illet tavuğun kaynamakla pisliği içmesidir. Bunun neticesi Mısır'da kaynak su
ile yolunan kuzu eti pistir, diye şöhret bulmuştur. Ancak et kaynadıktan sonra
pisliği içecek ve etin içine işleyecek kadar durmadıkça mezkûr illet sabit
olmaz. Kaynak su ile yolunan ette bunların ikisi de tahakkuk etmiş değildir.
Zira su, kaynama derecesine varmaz. Et dahi suyun içinde yalnız sıcaklık cildin
dış kısmına ulaşacak kadar olur. Tâ ki yapağının mesameleri çözülsün. Hatta
fazla bırakılırsa yapağının yolunmasına mâni olur. Şu halde kaynak su ile
yolunan kuzu etinde evlâ olan, üç defa yıkamakla temizlenmesidir. Çünkü onlar bu
hususta pisleyen şeylerden korunmazlar.
«Şerefetü'l-Eimme»
tavuk, işkembe ve kaynak su ile yolunan kuzu hakkında buna kail olmuştur. «Bahr»
sahibi de onu tasdik etmiştir. «Tecnis», Hidaye sahibinin eseridir. «Hidâye»
sahibi onun hakkında: «Bu kitap, eski ulemadan nâss bulunmayıp müteehhirîn
ulemanın delillerden çıkardıkları hükümleri açıklamak için yazılmıştır.»
demektedir. «Tecnis»in buradaki ibaresi şöyledir: «Buğday şarap içinde
pişirilirse Ebu Yûsuf üç defa su ile pişirilip her defasında kurutulacağını
söylemiştir. Et de öyledir. Ebu Hanife, şarap içinde pişirilirse ebediyen
temizlenmez demiştir. Fetva bununla verilir». Yani ancak onu sirke içine koyarsa
bu müstesnâdır demek istemiştir. Nitekim bazıları bunu «Muhit»in «Muhtasar»ından
nakletmişlerdir. Biz de «Hâniyye»den naklen arzetmiştik, Anla!
Sidikten
şişen buğdayın suda tutulmakla temizlenmesi Ebu Yûsuf'un kavli ise bir
diyeceğimiz yoktur. Fakat İmam A'zam'ın kavli ise şarapla pişirilen buğdayla
bunun arasında fark görülebilir. Zira pişirilmekle pisliği fazla içer. Sonra
burada buğdayı sirke içine koymakla temizlemeye imkân yoktur. Çünkü sidik
sirkeye inkılâp etmez. Şarap böyle değildir (o sirkeye inkılap eder).
Anlaşıldığına göre suda tutulan buğdayın kurutulmasından murad, her defasında
şişkinlik gidecek kadar kurutmaktır. Allahu a'lem.