02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..NİFAS BABI-İSTİHAZA BABI-ÖZÜRLÜLER BABI-ENCAS (NECASETLER) BABI


NİFAS BÂBI

M ETİ N
Nifas lügatta; kadının doğurması mânâsına gelir. Şeriatta ise; çocuk veya çocuğun ekserisi -velev parça parça uzuvlar halinde olsun- çıktıktan sonra rahimden gelen kandır. Azı çıktıktan sonra kan gelirse nifas değildir. Kadın imkân bulursa abdest alır; yahut teyemmüm eder. Namazını imâ ile kılar; geciktiremez. Kudretli, sağlam kimsenin ne özrü olabilir?
Doğuran kadın hiç kan görmezse nifaslı olur mu? Mu'temed kavle göre evet olur. Çocuğu göbeğinden doğurursa rahimden kan geldiği takdirde nifaslıdır. Aksi halde nifaslı değil, yaralıdır. Velev ki çıkana çocuk hükümleri sâbit olsun.
Nifasın hükmü, her şeyde hayız gibidir. Yalnız yedi yerde ondan ayrılır. Ben bunları Hazain'de ve Mültekâ şerhinde beyan ettim. Bazıları şunlardır:
Nifasın en azı için sınır yoktur. Meğer ki iddet beklemek için buna ihtiyaç ola. Meselâ; kocası, doğurduğun vakit boşsun der de kadın: benim iddetin geçti cevabını verirse İmam A'zam en az nifas müddeti için üç hayızla birlikte yirmibeş gün, Ebû Yusuf onbir gün, İmam Muhammed bir saat sınır tâyin etmişlerdir. Nifasın en çoğu kırk gündür. Tirmizî ve başkaları onu böyle rivâyet etmişlerdir. Bir de nifasin en çoğu, hayzın çok müddetinin dört mislidir.
İ ZA H
Çocuğun az mikdarı çıktıktan sonra gelen kan nifas değildir. Kadın abdest alarak namazını kılar. Rükû ve sücûda imkân bulamazsa imâ ile kılar. Bahr sahibi Zahîriyye'den naklen şöyle diyor: «Bu kadın namazını kılmazsa âsî olur. Acaba namazını nasıl kılacaktır? Ulema kadına bir leğen getirilip altına konacağını yahut bir çukur kazıp üstüne oturtulacağını ve çocuğuna eziyet vermemesi İçin namazını orada kılacağını söylemişlerdir.» «Kudretli, sağlam kimsenin ne özrü olabilir?» suali istifhamı inkârıdır. Yani namazı terk etmek yahut geciktirmek için hiç bir özrü yoktur demektir. Münyetü'I-Musallî nâm eserde şöyle denilmiştir: «Bak! Ve bu meseleyi bir düşün! Namazın geciktirilmesi için bir özür bulabilecek misin! Onu terk edenin vay haline!...»
Çocuk kupkuru doğar da kan gelmezse mu'temed kavle göre kadın nifaslı olur. Buna göre kan umumîleştirilerek; kan ister hakikî, ister hükmî olsun denilir. Nitekim Kuhistânî'de böyle denilmiştir.
«Çocuğu göbeğinden doğurursa» ifadesi yerine Bahr nâm eserde: «Göbeği tarafından doğurursa. meselâ karnında yara bulunur da yarılır ve çocuk ondan çıkarsa» ibâresi vardır. Bu halde kan rahimden gelirse kadın nifaslıdır. Çünkü doğumun akabinde kan rahimden çıkmıştır. Kan göbekten gelirse nifas değildir. Velev ki çıkana çocuk hükmü verilsin. Bahr sahibinin Zahîriyye'den nakline göre buna çocuk hükmü verilerek iddet biter.
Cariye ümmü veled olur. Erkek boşamayı kadının doğurmasına bağlamışsa kadın boş olur. Çünkü şart bulunmuştur.
Nifasın hayızdan ayrıldığı yedi yeri Halebî şöyle sıralamıştır: Bülûğ, istibrâ, iddet, nifasın azı için sınır bulunmaması, çok müddetinin kırk gün olması, keffâret orucunda nifasın tetabbu'u kesmesi ve nifasın sünnî talâkla bid'i talak arasında fâsıla teşkil etmemesi.
Nifas kanı ile bülûğa ermek tasavvur edilemez. Çünkü bundan önce gebelikle bülûğ hâsıl olmuştur. (İstibrâ: rahimde çocuk olup olmadığını anlamaktır.) İstibrânın sureti şudur: Bir odam hamile bir cariye satın alır da cariye onun yanında bir çocuk doğurur, ikinci çocuk karnında kalırsa iki çocuğun arasında gelen kan nifastır. Ama istibrâ ancak ikinci çocuğun doğmasiyle hâsıl olur.
İddetin sureti de şudur: Bir adam karısına «Doğurduğun vakit boş ol!» der de kadın doğurur ve sonra «iddetim bitti» derse nifastan başka üç hayız müddeti beklemesi lâzım gelir. Nitekim izahı ileride gelecektir. Bunu Sirâc sahibi söylemiştir. Bu kadın için İmam A'zam en az nifas müddeti olmak üzere yirmi beş gün takdir etmiştir. Çünkü daha az tâyin etse kırk gün içinde kan tekrar geldiği takdirde adetinin bozulmasına müeddî olur. Zira İmam A'zam'ın kaidesine göre kan kırk günün içinde gelirse araya giren kansız günler az olsun çok olsun fâsıla teşkil etmez. Hatta kadın bir saat kan görür; kırk günden iki saat noksan kan görmeden geçer, sonra bir saat kan görürse bütün kırk gün nifas sayılır. Fetva da buna göredir.
Nehir sahibi Hulâsa'dan böyie nakletmiştir. Yani nifasın en az müddeti yirmi beş günden az takdir edilse ve ondan sonra gelen en az temizlik devresi onbeş gün geçse, sonra tekrar kan gelse nifas sayılır. Ve bu suretle âdetin bozulması lâzım gelir. Ama yirmibeş gün takdir edilirse iş değişir. Zira tekrar gelen kan kırk gün tamamlandıktan sonra geldiği için hayız olur. Üç hayızla birlikte İmam A'zam'a göre takdir edilen yirmibeş gün kadının tasdik edileceği en az müddettir ki, mecmûu seksen beş gün eder. Bunun yirmi beş günü nifas, onbeş günü temizlik devresi. sonra beşer günden üç hayız müddeti ve iki hayız arasında geçen iki temizlik devresi otuz gündür. Bunu ondan İmam Muhammed rivâyet etmiştir. İmam Hasan'ın rivâyetine göre ise kadın yüz günden daha az müddette tasdik edilmez. Zira bu rivâyete göre her hayzı onar gün takdir etmiştir. Meselenin tamamı Sirâc'dadır. İmam Ebû Yusuf nifasın en azı için onbir gün takdir etmiştir. Tâ ki hayzın çoğundan fazla olsun. Kadının tasdik edileceği en az müddet ona göre altmış beş gündür. Bunun onbiri nifas, onbeş günü tuhur (temizlik devresi), dokuz günü de üçer günden üç hayızdır. İki hayız arasında otuz günlük iki tuhur vardır. Bunu Halebi söylemiştir.
İmam Muhammed ise bir saatle takdir etmiştir. Şu halde ona göre kadın elli dört gün bir saatte tasdik edilir. Bunun onbeş günü tuhur, dokuz günü üç hayız, iki tuhuru da otuz gündür. Bütün bunlar hür olan nifaslı hakkındadır. Cariye ile nifaslı olmayan kadının hükümleri inşâallah İddet Bahsinde gelecektir. En çok nifas müddetinin kırk gün olduğunu Tirmizî ve başkaları manâ itibariyle rivâyet etmişlerdir. Fethü'l-Kadîr'de şöyle denilmiştir: «Ebû Dâvûd, Tirmizî ve başkaları Ümmü Seleme'den rivâyet etmişlerdir ki, şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) zamanında nifaslı bir kadın kırk gün otururdu. Buhârî bu hadîsi senâda bulunmuş, Nevevî hasen bir hadîs olduğunu söylemiş; Hakim de sahih olduğunu bildirmiştir. Dârekutnî ile İbn Mâce'nin Hazreti Enes'den rivâyet ettikleri bir hadîste Enes (r.a.): Rasûlüllah (s.a.v.) nifaslı kadın için kırk gün vakit tâyin etti. Meğer ki bundan önce tuhur görmüş olsun! demiştir. Bu hadîs taandan hâli kalmayan birçok yollardanrivâyet olunmuştur. Lâkin rivâyet yollarının çokluğu sebebiyle hasen derecesine yükselmiştir.» Bu cümleler Fethu'l-Kadîr'den kısaltılarak alınmıştır.
Nifasın en çoğu, hayzın çok müddetinin dört mislidir. Bahr'da da beyan edildiği vecihle bu, bilittifak böyledir. Hatta hayzın en çok müddeti onbeş gündür diyenler dahi nifasın çok müddetinin altmış gün olduğunu söylemişlerdir. Bunu Halebî bildiriyor.

İSTİHAZA BÂBI


M ET i N
Kadın yeni hayız görenlerden ise nifasın çok müddetinden daha fazla devam eden kan istihaza (hastalık kanı) dır. Âdeti varsa âdetine havale edilir. Hayız da öyledir. Kan her ikisinin çok müddetinde yahut daha önce kesilirse hepsi nifastır. Kezâ hayzın arkasından tam temizlik devresi gelirse o da öyledir. Aksi takdirde âdetine itibar edilir. Âdet bir defada sâbit olur; bir defada intikal eder. Bununla fetva verilir. Tamamı Mülteka üzerine yazdığınız derkenardadır.
ikiz doğuran kadının nifası birinci çocuktan başlar. İkizler, aralarında yarım yıldan az müddet olan çocuklardır. Üçüzler de öyledir. Sahih kavle göre velev ki birinci ile üçüncü arasında yarım yıldan fazla zaman olsun. İddetin bitmesi bilittifak son çocuktan başlar. Çünkü bu iş rahmin boşalmasına bağlıdır. Düşürülen cenînin el, ayak, parmak, tırnak ve saç gibi bazı uzuvları belli olursa çocuk hükmündedir. Cenînin uzuvları ancak yüz yirmi günden sonra belli olur. Kadın onunla nifaslı olduğu gibi cariye de ümmü veled olur. Erkek tâlik yapmışsa onunla hânis olur. İddet de onunla biter. Ceninin hiç bir uzvu belli değilse bir şey değildir. Kadından gelen kan üç gün devam eder ve ondan önce tam bir temizlik devresi geçerse hayızdır. Böyle olmazsa istihazadır.
Düşen ceninin hâli ve kadının hamilelik günlerinin sayısı bilinmezse kan devam ettiği takdirde yüzde yüz hayız olduğunu bildiği günlerde namazı bırakır. Sonra yıkanır ve namazını özürlü gibi kılar.
İ Z A H
Nifasın çok müddetinden daha fazla devam eden kan yalnız yeni hayız görenler hakkında istihaza sayılır. Kadının adeti tesbit edilmişse âdetine havale olunur. Yani adetinden ziyade gelen kan hastalık kanı olur. Sâdece nifasın çok müddetinden fazla gelen kanı istihaza saymakla iktifa edilmez.
Şârih «Âdetine havale olunur.» sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh âdetini kan görmekle veya temizlik devresi ile bitiren kadına şâmildir. Ama bu, İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre âdetini kan görmekle bitirirse öyledir. Fakat temizlik devresiyle bitirirse öyle değildir. Dunun izahı Asıl nâm kitabta şöyle yapılmıştır: Kadının nifastaki âdeti otuz gün olur da kanı yirmi günde kesilirse adeti tamam oluncaya kadar on gün kan görmezse namazını kılar: orucunu tutar. Sonra tekrar kan gelir de devam üzere akarsa kırk günü geçtiğinde otuzdan fazlası istihaza olur. On gün zarfında tuttuğu orucu kâfi gelmez, kazası icab eder. İmam Muhammed'in mezhebine göre ise bu kadının nifası yirmi gündür. Ondan sonra tuttuğu orucu kaza etmez. Bunu Bedayi'den naklen Bahr kaydetmiştir.
«Hayız da öyledir.» Yani ilk defa hayız gören bir kadından on günden fazla kan gelirse, fazlası istihaza olur. Âdet sahibi olan kadın ise âdetine havale edilir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
«Yahut daha önce» ifadesinden murad; kan nifas veya hayzın çok müddetinden önce kesilir de âdetinden fazla olursa hepsi nifastır demektir. Bahr nâm eserde şöyle deniliyor: «Çok müddetinden fazla» diye kayıd etmesi yalnız âdetinden fazla olup çok müddetinden fazla olmadığısurette sonunda sahih bir temizlik devresi gelmek şartiyle bilittifak hayız sayıldığı içindir. «Hayzın arkasından tam bir temizlik devresi gelirse o da öyledir.» ifadesi hakkında Bahr sahibi şunları söylemiştir: «Tam temizlik devresi diye kayıdlamamız şundandır: Kadının her ay başında meselâ beş gün hayız görmek âdeti olsa da altı gün kan görse altıncı günde hayız sayılır. Bundan sonra ondört gün temizlik devresi geçirerek bir gün daha kan görürse âdetine havale edilir ki, o da beş gündür; altıncı gün istihaza olur. O günde terk ettiği namazları kaza eder.» Sirâc'da da böyle denilmiştir.
Halebi diyor ki: Bunun nifastaki sureti şudur: Kadının her nifasta âdeti otuz gün kan görmek olur da sonra bir defa otuz bir gün kan görür; arkasından ondört gün bir temizlik devresi geçirir ve hayzını görürsa bu kadın âdetine havale edilir. Adeti otuz gündür. Ziyade olan bir gün temizlik devresi olan onbeş günden sayılır.»
Şârih; «Âdet bir defada sâbit olur; bir defada intikal eder.» sözüyle kadının tam temizlik devresinden sonra ikinci defa gördüğü kanın kendisi için âdet olduğuna işaret etmiştir. Bu bir defada intikale misâldir. Bir defada sâbit olmasına misâl şudur: İlk defa hayız gören bir kadın sahih bir hayızla salih bir temizlik devresi geçirdikten sonra kendisinden devam üzere kan gelse, gerek hayzı gerekse temizliği hususunda âdeti ilk gördükleri olur. Onlara havale edilir. Lâkin evvelce Birgivî'den naklen beyan ettiğimiz vecihle bu mesele temizlik devresinin altı aydan az olmasiyle kayıdlıdır. Aksi takdirde temizlik devresi altı aydan bir saat noksan olur; hayzı ise hâli üzere bırakılır.
Şârihin: «Bununla fetva verilir.» dediği kavil İmam Ebû Yusuf'undur. Tarafeyn buna muhâliftir. Sonra buradaki hilâf aslî âdet hakkındadır. Aslî âdet, kadının iki defa yahut daha fazla peşipeşine aynı mikdarda hayız ve aynı mikdarda temizlik devresi görmesidir. Yapma âdet hakkında hilâf yoktur. Meselâ; kadın birbirine uymayan temizlik devreleri ve kezâ birbirine uymayan hayız günleri geçirirse yapma âdet muhâlefi görülmekle bilittifak bozulur. Bunu Nehir sahibi kaydetmiştir. Tam izahı Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablardadır.
Birgivi, risâlesinin derkenarında âdet intikalinin hayzın en mühim bahislerinden biri olduğuna tenbihte bulunmuştur. Çünkü çok vukubulur; anlaması güçtür; icrası müşkildir. Risâlede beyan edildiğine göre bu hususta kaide şudur: Âdete muhalefet nifasta olursa kan kırk günden fazla geldiği takdirde âdet bâkidir. Kadın ona havale edilir. Âdetinden geri kalanı istihazadır. Kırk günü geçmezse kadının âdeti, kan gördüğü günlere intikal eder ve hepsi nifas sayılır. Muhâlefet hayızda olursa kan on günden fazla geldiği takdirde ödetin zamanı hakkında nisab (ölçü) konulmamışsa âdet zaman itibariyle intikal eder; sayı itibariyle ilk hayız gördüğü hâli olduğu gibi kalır. Âdet hakkında nisab konmuşsa yalnız âdet zamanındaki hayız olur. Geri kalanı istihazadır. Görülen kan sayı itibariyle âdetine müsavî ise âdet bâkidir. Musavî değilse âdet sayı itibariyle noksan gördüğüne intikâl eder ve on günü geçmezse hepsi hayızdır. Sayı ile âdet müsavî değillerseikincisi âdet olur. Böyle değilse sayı hâli üzere kalır. Birgivî bundan sonra buna misâller vererek makamı izah etmiştir. Bu risâleye ve bizim yazdığımız şerhine müracaat et!
«Tamamı Mültekâ üzerine yazdığımız derkenardadır.» diyen şârih, orada bizim yukarıda Sirâç'dan naklen anlattıklarımızı söylemiştir. «Tamamı» dediği yalnız intikal meselesi değil, bütün söyledikleridir. Zira orada söyledikleri buradakinden fazla değildir. Anla!
TETİMME: - Ulema âdet sahibi bir kadının mücerred adetinden fazla kan görmekle namazı ve orucu bırakıp bırakmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları on günden fazla olması ihtimalini gözönünde bulundurarak bırakamayacağını söylemiş; birtakımları asılla istishap ederek: «Evet bırakır» demişlerdir. (Asılla istishap, asılın şimdiki haline bakarak gelecekte de öyle olacağına istidlâl etmektir.) Nihâye, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda bu, sahih kabul edilmiştir. Nifas hakkında da hüküm budur. İlk defa hayız gören hakkında dahi ihtilâf etmişlerdir. Sahih kavle göre böyle bir kadın kanı görür görmez namazı, orucu bırakır. Nitekim Zeylaî de aynı şeyi söylemiştir. İhtiyaten kocası hâlini yüzde yüz anlayıncaya kadar bu kadına yaklaşmamalıdır. Bunu Nûh Efendi söylemiştir.
İkiz doğan çocuklarda ikinci çocuktan sonra görülen kan kırk gün içinde olursa birinci nifastan sayılır. Aksi takdirde bu kan istihazadır.
Rivayete göre Ebû Yusuf, İmam A'zam Hazretlerine: İki çocuk arasında kırk gün olursa,! ne buyurursun?» diye sormuş, Hazreti İmam: «Bu olamaz!» cevabını vermiş. «Ya ölürse!» deyince, Ebu Yusuf: Patlasa da kadına ikinci çocuktan nifas yoktur. Lâkin bu kadın ikinci çocuğu doğurduğu zaman yıkanır ve namazını kılar,demiştir. Ziya ve diğer kitaplarda da bildirdiği vecihle sahih olan budur. Bu kimse Hazain'in derkenarından alınmıştır.
Bazıları: «İki çocuğun arasında kırk gün olursa kadına nifas ikinci çocuktan icab eder.» demişlerdir. Nihâye ve Bahr nâm eserlerde bildirildiğine göre sahih olan kavil birincisidir. Sonra musannıfın beyan ettiği kavil Şeyhayn'ındır. İmam Muhammed'le Züfer'e göre nifas ikinci çocuktan başlar. Birincide gördüğü kan istihazadır. Hilafın semeresi Nehir adlı kitabtadır.
Musannıf: «İddetin bitmesi bilittifak son çocuktan başlar..» sözüyle birinci meselede hilâf olduğuna işaret etmiştir. Nitekim beyan ettik. «Çünkü bu iş rahmin boşalmasma bağlıdır.» cümlesindan murad; iddetin bitmesi, rahimin boşalmasına bağlıdır, demektir. Rahim ise ancak içindekilerin tamamen çıkmasiyle boşalır. Bunu Tahtavi söylemiştir.
«Bazı uzuvları belli olursa ilah..... » cümlesi hakkında Bahr sahibi «Maksad ruh verilmesidir. Yoksa uzuvların belli olması daha önceden görülür.» demiştir. Ama maksadın onun söylediği gibi olmasına imkan yoktur. Bu meseleyi Bedayi' ve diğer kitablar şöyle izah etmişlerdir: Ana karnında cenîn kırk gün nutfe (menî), kırk gün kan pıhtısı ve kırk gün et parçası olarak kalır, Ikdü'l-Ferâid adlı eserde de şöyle anlatılmıştır:
«Ulemanın beyanlarına göre kadının hamli et parçası yahut kan pıhtısı bulunduğu ve hiç bir uzvu yaratılmadığı müddetçe kanı indirmek için ilâç kullanması mubahtır. Bu müddeti ulema yüz yirmi gün olarak takdir etmişlerdir. Bunu mubah görmeleri, cenin henüz insan olmadığı içindir.» Nehir'de de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Lâkin buna göre Bahr sahibinin sözü müşkil olur. O : Uzuvların belli olması daha önceden görülür.» demiştir. Hem bu söz sahih hadîs kitablarının bazılarındaki şu rivâyete de uygundur:
Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçdi mi A L L A H ona bir melek gönderir. Melek ona şekil verir. Kulağını, gözünü ve cildini yaratır.» Keza bu söz hekimlerin söylediklerine de uygundur.
Dâvût-u Antaki Tezkire adlı eserinde hülâseten şunları söylemiştir «Hamilelik halleri yedidir. Birinci hal bir haftaya kadar devam eden su halidir. Ondan sonra haricî zar teşekkül eder ve iç kısmı bitişerek nutfe olur. Bu ikinci haldir. On altı güne kadar uzamalar meydana gelir ve kırmızı pıhtı haline döner. Bu üçüncü haldir. Sonra et parçası olur. Bu dördüncü haldir. Ve ortasında kalbin sonra beynin şekli yirmi yedi günde meydana gelir. Sonra otuz iki günde çizgiler halinde ayrı kemiklere dünüşür. Erkek çocukların halk edildiği on ay, müddet budur ki, eksik ve fazla olmamak şartiyle elli güne kadar devam eder. Beşinci hal budur. Sonra gıdayı emer ve yetmiş beş güne kadar kemikler et kaplar. Altıncı hal budur. Sonra öncekilere uymayan bir şekle girer. İç boşlukları garîzi (tabii) kuvvetle doldurulur. Ve his, hatta tabii büyüme zahir olur. Bu devrede artık yüzüncü güne kadar cenin nebat gibi olur. Yüz, günden sonra yirmi güne kadar uyuyan hayvan gibi olur. Ve kendisine hakiki ruh verilir.
Bu suretle feylesoflarla Peygamber (s.a.v.)in beyan buyurduğu hakikat arasındaki hilaf kalkmış, olur. Feylesoflar cenîne yetmiş günde can verildiğine hükmetmişlerdir. Çünkü hadîsde beyanı edilen tabiî ruhtur ki, bu nebâtatla mevcuddur. Filozofların bahsettikleri ise yalnız insana mahsus olan ruhtur.
Şeyh Dâvüd'un Tezkiresinde beyan ediğine göre; Cenîn otuziki günden elli güne kadar çizgi halinde kemikler peyda etmeye başlar. Sonra gıdayı emer ve yetmiş beş güne kadar kemiklere et kaplanır. Daha sonra his ve büyüme meydana gelir. Artık yüz güne kadar nebât gibi. Bundan sonraki yirmi gün zarfında uyuyan hayvan gibidir. Bunun ardından ona hakikî insan ruhu üfürülür.» Bu satırlar hulasa olarak alınmıştır.
Evet, bazılarının naklettikleri vecihle ulema cenine ruh verilmesi ancak dört aydan sonra, yani dört ayın akabinde olduğuna ittifak etmişlerdir. Nitekim bunu bir cemaat bildirmişlerdir.
İbn-i Abbâs'tan cenîne dört ay on günden sonra ruh verildiği rivâyet olunmuştur. İmam Ahmet bununla amel etmiştir. Ama bu, uzuvlarının daha önce yaratılmasına aykırı değildir. Çünkü ruh verilmesi ancak yaratıldıktan sonra olur. Bu hususta sözün tamamı Nevevî'nin el-Erbain nâmındaki eserinin dördüncü hadîsinin şerhindedir. Ona müracaat et!
Çocuk düşüren cariyenin ümmü veled olması, sahibinin çocuk bendendir diye iddia etmesine bağlıdır. Bunu Kuhistânî, Tahtâvi şerhinden nakletmiştir. Erkek karısına: «Doğurursan boş ol!» yahut «Doğurursan boş, ol diyerek talik yaparsa düşürülen çocukla hânis olur (yemini bozulur). Bunu da Kuhistanî söylemiştir.
günlerden murad; yüzde yüz temizlik devresi olduğunu kestiremediği günlerdir ki, o günlerde gördüğü kan kırk günün ilk onunda, son on günde ve sadece hayız olduğunu yüzde yüz bildiği günlerde olduğu gibi hayza da, nifasa da şâmildir.
Şârihin: «Sonra yıkanır ilah...» sözünden maksad, kadının nifasla tuhur arasında tereddüt ettiği, yahut yalnız temiz olduğunu yüzde yüz bildiği günlerde yıkanır, demektir. Bu şârihe aferinler olsun ki, bizim Bahr'dan ve başkalarından naklen, Nehir'deki beyanatın da ilavesiyle arz ettiklerimizi ve bu kadının özürlüler gibi namaz kılacağını en kısa ibâre ile ifade etmiştir. Anla!
M ET İ N
Hayızdan kesilmek bir müddetle sınırlı değildir. O kadının öyle bir yaşa varmasıdır ki, o yaşda bu kadının emsali hayız görmezler. Kadın o yaşa varır da kan görmesi kesilirse hayızdan kesildiğine hükmolunur. Ama kesildikten sonra gördüğü kan yine hayızdır. Aylarla beklediği iddet bâtıl, nikâhlar fâsid olur. Bazıları hayızdan kesilmenin elli yıl ile sınırlanacağını söylemişlerdir. Zamanımızda kolaylık için itimad ve fetvâ buna göredir. Bunu Mücteba ve diğerleri kaydetmiştir. Musannıf İddet Bâbında hayızdan kesilmeyi elli beş yıl ile tehdit etmiştir.
Ziya nam eserin sahibi: «İtimad bunadır.» demiştir. Kadının bu müddetten sonra gördüğü kan zâhir mezhebe göre hayız değildir. Meğer ki hâlis kan olsun. Bu takdirde hayızdır. Onu görmekle aylarla beklediği iddet bâtıl olur. Lâkin bu aylarla iddet bitmeden gördüğüne göredir. İddet bittikten sonra görürse bâtıl olmaz; nikâhlar da fasid olmaz. Cevhere ve başkalarında bildirildiğine göre fetvâ için tercih edilen kavil budur. Biz onu İddet Bahsinde tahkik edeceğiz.
İ Z A H
Fethü'l-Kadîr'in İddet Bahsinde Muhit'ten naklen bildirdiğine göre hayızdan kesilmenin sınırlı bir müddeti olmaması Ebû Hanife'den bir rivâyettir. Bunu Halebî söylemiştir. Kadının emsali hakkında Fethü'l-Kadîr'in İddet Bâbında: «Emsalden murad; bedenin terkibi, semizlik ve zaiflik hususunda benzerlik olabilir.» deniliyor. Bununla birlikte cinsinin de itibara alınması mutlaka lazımdır. denilebilir. Çünkü bundan sonra Fethü'lKadîr'de İmam Muhammed'in Rum kadınlarında hayızdan kesilmeyi elli beş, sair kadınlarda altmış yıl olarak takdir ettiği bildirilmektedir. Çok defa memleketi dahi nazarı itibara alınır. Rahmeti'nin beyanına göre bu mesele kaydedilmelidir.
Bir kadın emsalinin hayızdan kesildikleri yaşa varmadan hayızdan kesilirse iddetini hayızlarla bekler. Zira temizlik devresinin çoğu için had hudud yoktur. Bunu Rahmeti söylemiştir. Şu hale göre çocuğunu emzirdiği müddette kan görmeyen emzikli kadının iddeti ancak hayızlarla geçer. Nitekim İddet Bâbında sarahaten gelecektir.
Sirâç sahibi diyor ki: «Ulemadan birine: Emzikli bir kadın hayız: görürse hayız olur mu? diye sorulmuş da: O, hayızdır. İddet onunla biter cevabını vermiştir.»
Kadın emsallerinin hayzından kesildikleri yaşa varır da hâlâ kendinden kan gelirse hayızdan kesilmiş sayılmaz. Bu sözün mânâsı, kanı âdeti günlerinde görürse demektir. Çünkü bu takdirde onun adeti olduğu meydandadır. Âdetin dönüp gelmesi hayızdan kesilmeyi ibtâl eder. Sonrabazıları bunu kan çok akarsa şeklinde tefsir etmişlerdir.
Maksadları hafif ıslaklık ve benzeri bir şeyden ihtirazdır. Kanın kırmızı veya siyah olmasını da şart koşmuşlardır. Kan sarı veya yeşil yahut toprak rengi olursa hayız değildir; demişlerdir. Birtakımları hiç yorumda bulunmayarak: «Kanı adeti vechile görürse şu mânâda ki, hayızdan kesilme yaşından önce sarı renkte görür; şimdi de sarı renkte gelirse yahut koyu kan görür; .şimdi de öyle gelirse hayız olur.» demişlerdir. Bu satırlar, Fethü'l-Kadîr'in İddet Bâbından alınmıştır. Rahmeti'nin beyanına göre zahir olan kavil ikincisidir.
«Hayızdan kesildiğine hükmolunur.» cümlesindeki hükmün faydası o müddet zarfında kan görmezse iddetini aylarla beklemesidir. Bunu Tahtavi söylemiştir. Musannıf İddet Bâbında hayızdan kesilmeyi ellibeş yıl ile tehdit etmiştir. Bahr sahibi bunun Buhara ve Harem ulemasının kavli olduğunu söylemiştir.
Şârihin Hazâin derkenarında kendi yazısı ile şöyle dediği tesbit edilmiştir: «Kâdîhân ve diğer ulema fetvanın buna göre olduğunu söylemişlerdir. Allame Kâsım'ın «Nüket» nâmındaki eserinde Müfid'den naklen muhtar olan kavil budur denilmiştir. Feyz ve diğer kitablarda da bunun benzeri vardır.»
Kadının bu müddetten yani elli veya ellibeş yaşından sonra gördüğü kan zahir mezhebe göre hayız değildir. Onu görmekle aylarla geçirdiği iddet bâtıl olmaz. Meğer ki siyah veya koyu kırmızı renkte halis kan olsun. Bunu Dürer sahibi söylemiştir.
Rahmeti şöyle diyor; «Fethü'l-Kadir'den naklen yukarıda gördük ki, kan halis değil, fakat hayızdan kesilme yaşından önceki adeti esnasında aynı renkte gelirse hayız olur.»
Şârih: «Biz onu İddet Bahsinde tahkik edeceğiz.» diyerek vaad ettiği ibareyi iddet bahsinde şöyle der: «Hayızdan kesilen bir kadın aylarla iddet bekler de sonra evvelki adeti vechile tekrar kan gelirse yahut başka bir kocadan gebe kalırsa iddeti bâtıl, nikâhı fâsid olur, iddetini yeniden hayızla bekler. Zira halef olmanın şartı, asıldan hayzın kesilmesinin tehakkuk etmesidir. Bu da ölünceye kadar devam eden âcizle olur. Zâhir rivâye budur. Nitekim Gâye nam kitabta da böyle denilmiştir. Hidâye sahibi de bu kavli tercih etmiştir. Binaenaleyh onunla amel teayyün eder.
Bahr sahibi bu bâbta altı sahih kavil naklettikten sonra bunu söylemiştir. Musannıf da onu kabul etmiştir. Lâkin Behensî, Şehîd'in tercih ettiği kavli seçmiştir. Şehîd'e göre kadın iddetini aylarla bitirmeden kan görürse yeniden iddet bekler. Bitirdikten sonra görürse yeni iddet beklemez.
Ben derim ki: Sadrı'ş-Şeria, Molla Hüsrev ve Bâkânî de bunu ihtiyâr etmişlerdir.
Musannıf dahi Hayız Bâbında bunu kabul etmiştir. Şu hale göre nikâh caizdir. Kadın istikbalde iddetini hayızla bekleyecektir. Nitekim Hulasa ve diğer kitablarda bu kavil sahih bulunmuştur. Cevhere ile Mücteba'da: «Bu kavil sahih ve muhtardır. Fetva buna göredir.» denilmektedir. Kudûri de onu sahih kabul etmiştir. Onun sahih kabul etmesi Hidâye'nin sahih kabulünden evlâdır. Nehir nam eserde; «Şübhesiz bu kavil rivâyetlerin en doğrusudur.» deniliyor.


ÖZÜRLÜLER BÂBI


METİN
Sidiğini veya büyük abdestini tutamayan yahut yellenmesini önleyemeyen, istihaza kanı akan, gözünde ağrı, zayıflık veya daimî akıntı bulunan bir kimsenin özürü tam bir farz namaz vaktini kaplarsa yani bütün namaz vaktinde velev hükmen olsun abdest alıp namaz kılacak kadar hadesten hâli vakit bulamazsa o kimse özür sahibidir. Zira özürün azıcık kesilmesi yok hükmündedir. Kezâ kulaktan, memeden veya göbekten bile olsa sızlayarak çıkan her şey özürdür.
Özürün ibtidası hakkında şart budur. Devamı hakkında ise vaktin bir cüz'ünde bir defa olsun özrün bulunması kâfidir. Özrün kalkması için kesilmenin tam bir vakti hakikaten kaplaması şarttır. Çünkü tamamen kesilme budur
İ Z A H
Daima sidiğini kaçıran kimse onu tutma imkânı bulursa özür sahibi olmaktan çıkar. Nitekim gelecektir. Gözünde ağrı veya görme zayıflığı bulunan kimsenin göz yaşları akarsa özür sahibidir. Sârihin bunları akmakla kayıtlamaması böyle illeti gözler yüzde yüz değil, ekseri zamanlarda aktıkları içindir. «Farz namaz» kaydiyle musannıf mühmel vakitten ihtiraz etmiştir. Nitekim güneşin doğmasiyle zevali arasındaki vakit (mühmeldir. Mühmel vakit, farz namaz vakti değil, farz olmayan bayram ve kuşluk namazlarının vaktidir. Nitekim musannıf buna işaret edecektir. Özür bu mühmel vakti kaplasa bile sahibi mâzur olmadığı gibi özrün kesilmesi kaplarsa iyileşmiş de sayılmaz. Bunu Rahmetî söylemiştir. Özrün hükmen namaz vaktini kaplaması, abdest alıp namaz kılamayacak kadar az bir zaman kesilmesidir. Binaenaleyh özrün başlaması hakkında hakikaten bir namaz vaktini kaplaması şart değildir. Nitekim bu cihet Fethü'l-Kadîr ve Dürer'de tahkîk edilmiştir. Zeylaî bunun hilâfını anlamıştır ki. Bahr sahibi onu nakil ve izah etmiştir. Rahmetî şöyle diyor: «Acaba abdest alıp namaz kılmanın mümkün olmaması sünnetleri ile birlikte midir, yoksa sadece farzları ile midir? Araştırmalıdır.»
Ben, zâhire bakılırsa sâdece farzlariyledir, derim. Düşün! «Sızlayarak çıkan her şey özürdür.» ifadesinin umumunda zükkamlı burun da dahildir. Bunu Tahtâvî söylüyor. Lakin ulema: «Uyuyan bir kimsenin ağzından akan su fenci bile koksa temizdir.» demişlerdir. Düşünmelisin!
Münye şerhinin ibâresi: «Bir illetten dolayı çıkan her şey» şeklindedir. Binaenaleyh önce geçtiği vecihle «sızı» bir kayıd değildir. el-Müctebâ nâm eserde: «Kan, irin, sarı su, yara suyu, sivilce, kabarcık, meme, göz ve kulak suyu bir illetten dolayı akarsa esah kavle göre müşavîdirler.» denilmektedir. Abdesti bozan şeyler bahsinde Bahr ve diğer kitablardan naklen arzetmiştik ki, «Bir illetten dolayı» kaydı, bu yerlerden çıkan şey sadece su olduğuna göre mu'teberdir. İrin veya san su çıkarsa hüküm bunun hilâfınadır. Yine orada göz yaşına dair bahislerin geri kalanını da beyan etmiştik Oraya müracaat eyle!
Özrün kalkması için kesilmenin tam bir vakti hakikaten kaplaması şarttır. Öyle ki, vaktin hiç bir cüz'ünde asla bulunmayacaktır. Böyle olursa özür, kesildiği andan itibaren kalkar. Hatta abdest veya namaz esnasında kesilir de ikinci vaktin sonuna kadar akmazsa o abdest veya namazı tekrarlar.
Özür farz namazın vakti girdikten sonra ârız olursa vaktin sonuna kadar bekler. Kesilmezse abdest alıp namazını kılar. Sonra ikinci namaz vakti için de kesilirse o namazı tekrar kılar. Kesilme ikinci namaz vaktini kaplarsa namazı tekrarlamaz. Çünkü o zaman özür, ârız olduğu vakitten sübût bulur. Bunu Birgivîye kaydetmiştir. Benzeri Zeylaî ile Zahîriyye'de de mevcuddur. Bahr'da Sirâc'tan naklen bildirildiğine göre, özür namazdan çıktıktan yahut teşehhüt mikdarı oturduktan sonra kesilirse namazı iade etmez. Çünkü özür bitirdikten sonra kesilmiştir. Nitekim teyemmümle namaz kılan kimse suyu namazdan çıktıktan sonra görse o namazı tekrar kılmaz.
M E T İ N
Özrün hükmü her farz namaz vakti için abdest almaktır. Elbisesini ve benzerini yıkamak değildir Metindeki«likülli» kelimesinin lamı vakit bildirir. Nasıl ki «Güneşin zevali vaktinden itibaren namazı kıl! » âyet-i kerimesindeki «lâm» da öyledir. Sonra o abdestle vaktin içinde farz ve nafile namazları kılar. Vâcib namazlar bunda evleviyetle dahildir, Vakit çıkınca abdest bâtıl olur. Yani sâbık hadesi meydana çıkar. Hatta özürü kesilerek abdest alır da vakit çıkıncaya kadar bu hal devam ederse başka bir hades ârız akmadıkça veya yarası akmadıkça mest üzerine meshde olduğu gibi vakit çıkmakla abdesti bozulmaz
Musannıf «Vakit çıkınca abdest bâtıl olur sözüyle güneş doğduktan sonra bayram veya kuşluk namazı için bile abdest alsa abdestinin ancak öğle vaktinin çıkmasiyle bozulacağını anlatmıştır.
İ Z A H
Özrün yahut özür sahibinin hükmü imkân bulursa abdest almaktır. Abdest almaya imkânı yoksa teyemmüm eder, Elbisesini beden ve mâkan gibi benzerini yıkamak bir fayda temin etmiyorsa gerekli değildir. Nitekim metinde de gelecektir. Bize göre Özürlü kimse her farz vakti için abdest alacaktır. Vakit çıktı mı abdesti bozulur. Her zaman için abdest alması vâcib değildir, Şâfiî buna muhâliftir. Delili: «Her namaz için abdest al!» hadis-i şerifidir.
el-İmdâd'da şöyle denilmiştir: «Muhtasar Tahtavî'nin şerhinde bildirildiğine göre Ebû Hanife Hişâm b. Urve'den, O da babasından, o da Âişe (r.a.)'den naklen rivâyet etmiştir ki Peygamber (s.a.v.) Fâtıma b, Ebî Hubeys'e: «Her namaz vakti için abdest al.» buyurmuşlardır şübhesiz ki bu hadîs muhkemdir. Çünkü başka mânaya ihtimali yoktur. «Her namaz için abdest al.» hadisi böyle değildir. Zira namaz lâfzının gerek şeriatta gerekse örf ve âdette namaz vakti manâsında kulanılması şuyü' bulmuştur. Binaenaleyh onu muhkem olan manâya hamletmek vacib olur.» Meselenin tamamı el-İmdâd'dadır.
Özürlü kimse vakit için aldığı abdestle o vaktin içinde gerek vaktin farzını, gerekse kazaya kalan farzları ve nafileleri kıldığı gibi vâcib namazları evleviyetle kılar Çünkü mes'ul olmadığı halde nafile kılması câiz olunca mes'ul olduğu vâcibin câiz olması evleviyette kalır. Bunu Tahlâvi söylüyor. Yahut üst ve alt derece câiz olunca orta derece evleviyetle câiz olur.
«Vakit çıkınca abdesi bozulur.» Bu cümle abdestin yalnız vakit çıkmakla bozulacağını ifade eder İmam Züfer buna muhalefet ederek ikinci namaz vaktinin girmesiyle bozulacağını söylemiştir,
İmam Ebû Yusuf ise her ikisiyle bozulacağına kâildir. Hilâfın semeresi ileride gelecektir. Abdest bozulunca sabık hades meydana çıkar. Yani vakit çıkmazdan önceki hades kendini gösterir. Bundan şu anlaşılır ki, hakikatta vaktin çıkmasının abdesti bozmakta tesiri yoktur. Abdesti bozan şey, vaktin çıkması şartiyle sâbık hadestir. Malûm bir hadde kadar hadestir kalktığına hükmedilmiştir. O had gelince hades kendini gösterir, geçirilişe istinad etmez. Nitekim Fethü'l-Kadîr sahibi bunu tahkîk etmiştir.
Özrü kesilerek abdest alır da vakit çıkıncaya kadar bu hal devam ederse abdesti bozulmaz. Tahareti lamamdır. Vaktin çıkmasiyle bâtıl olmaz. Ama vakit çıktıktan sonra başka bir hades ârız olur, yahut yarası akarsa bu hadeste abdesti bozulur. Özür sahibi bu hususta sağlar, kimse gibidir. Tedebbür eyle!
Mest üzerine mesh meselesini şârih «Mestler Üzerine Mesh» bâbında şöyle beyan emişti özürlü kimse yalnız vakit içinde mesh eder. Meğer ki özrü kesilerek abdest almış ve meshlerini giymiş olsun. «Bu takdirde sağlam gibi olur.» Biz bu meselenin dört şekli olduğunu söylemiştik. Zira bu adam,
1 - Yâ özrü kesilerek abdest alır; mestlerini giyer;
2 - Yahut özrü abdest alırken,
3 - Yahut mestlerini giyerken,
4 - Veya her ikisiyle birlikte mevcuddur. Ve yalnız birinci surette sağlam kimse gibidir ki, o sureti şârih «Yalnız vakit içinde mesh eder.» cümlesinden istisna ederek: Meğer ki özrü kesilmiş de abdest almış ve mestlerini giymiş olsun,sözüyle ifade etmiştir.Burada maksat odur Bu meselenin hükmü şârihin: «Bu takdirde sağlam gibi olur.» Yani mesh müddeti sona erinceye kadar vaktin içinde ve dışında mesh eder; diyerek açıkça beyanından anlaşılınca bu sefer şunu da anlatmak istemiştir:
Özürlü bir kimse özrü kesilerek abdest alır da bu hal vakit çıkıncaya kadar devam ederse, yine sağlam kimse gibidir. Vakit çıktığında başka bir hades ârız olmadıkça abdesti bozulmaz. Şu halde abdest meselesini mesh meselesine benzetmesi, İkisinin hükmü de sağlam kimse gibi olması yönündendir. Velev ki başka hükmü de sağlam kimse gîbi olması yönündendir, Velev ki başka yönlerden hükümleri başka başka olsun. Meselâ: birinci surette vakit çıktıktan sonra hades ârız olması abdestini bozar, ama mesh müddetinde meshini bozmaz. Yani vakit çıkınca mestini çıkarıp ayağını yıkamak lâzım gelmez. Dört şeklin üçü böyle değildir. Anla!
Özürlünün abdesti vaktin çıkmasiyle bozulur. Az yukarıda beyan ettiğimiz vecihle İmam Züfer ve Ebû Yusuf buna muhâliftir. Onlara göre abdest ikinci vaktin girmesiyle bozulur Güneş doğmadan abdest alsa doğmasiyle de abdest bozulur. Buna yalnız Züfer muhaliftir. Çünkü ikinci namaz vakti girmemiştir, İkindiden önce ikindi için abdest alırsa bilittifak abdesti bozulur. Zira burada vaktin hem çıkması, hem girmesi mevcuddur. Kâide yukarıda geçti.
M E T İ N
Elbisesinin üzerine yara dirhem mikdarından fazla aksa, yıkadığı takdirde namazdan çıkmadan pislenecekse yıkamadan bırakması câizdir. Namazdan çıkmadan pislenmeyecekse yıkamayı terk etmesi câiz değildir. Fetva için seçilen kavil budur. Kezâ hasta bir adam bir elbise yayar da hemen pislenirse yıkamayı terk edebilir.
Özürlünün vakit içinde abdesti iki şartla bâkidir.
Birincisi: Özründen dolayı abdest almak,
İkincisi: O hadesin üzerine başka bir hades ârız olmamaktır. Ama özrü kesilmişken başka bir hadesten dolayı abdest alır da sonra yarası akarsa yahut özründen dolayı abdest alır da sonra üzerine başka bir hades ârız olursa meselâ: burnunun bir deliği veya iki yarasından yahut iki çıbanından biri - velev ki çiçek hastalığından olsun - akarsa sonra öteki de aktığı takdirde abdesti kalmaz.
FER'İ MESELELER:- Özrü mümkün olduğu kadar gidermek veya azaltmak vâcibtir. Velev ki namazını imâ ile kılmak suretiyle olsun. Özrü gidermekle özür sahibi olmaktan çıkar. Hayızlı böyle değildir. Daimî surette yellenen kimse sidiğini tutamayanın arkasında namaz kılamaz. Çünkü sidiğini tutamayanda hem hades hem pislik vardır.
İ Z A H
Şârihin «Fetva için seçilen kavil budur.» sözüne şunu da ilave edelim ki, bazıları elbiseyi asla yıkamak icab etmeyeceğini söylemiş; birtakımları: yıkamak fayda verirse meselâ; akan şey bir daha bulaşmayacaksa yıkamak vâcibtir. Tekrar tekrar bulaşacaksa vâcib değildir.» demişlerdir.
Bahr'ın İfadesine göre Serahsî bu kavli tercih etmiştir.
Ben derim ki: Hatta Bedâyi'de ulemamızın bunu tercih ettikleri sahih kain de bu olduğu bildirilmiştir. Mezkûr kavli metindeki ile birleştirmek mümkün olmazsa özürlüler için daha elverişli olan bu kavildir.
Hilye'de Zâhidî'den o da Bakali'den naklen: «İstihazalı bir kadın kanı yıkadığı takdirde namazını kılıncaya kadar temiz kalacağını bilirse bilittifak yıkaması icab eder. Tekrar pisleneceğini bilirse Ebû Yusuf'a göre yıkar: İmam Muhammed'e göre yıkamaz, denilmiştir ki, bu söz iki kavlin birleştirildiğini te'yid eder. Lâkin yine Hilye'de Zâhidî'den o da Kâdı Sadır'dan naklen şöyle denilmektedir: «Elbise kadın namazdan çıkıncaya kadar temiz kalır da vakit çıkıncaya kadar temiz kalmazsa bize göre onu yıkamadan namaz kılar. Şâfiî buna muhâliftir. Zira ruhsat bize göre vaktin çıkmasiyle, ona göre namazdan çıkmakla sınırlanmıştır.» Ancak bu söz İbni Mukatıl Razî'nindir. O abdeste kıyasla elbisenin her namaz vakti için yıkanması icab ettiğini söylemektedir. Bedâyi sahibi ona cevap vermiş ve: «Biz hadesin hükmünü nâss ile biliyoruz. Elbisenin pisliği hades mânâsında değildir. Binaenaleyh ona katılamaz.» demiştir.
Hastanın elbise yayması meselesinde Hulâsa adlı eserde şöyle denilmiştir: «Yaralı bir hastanın altında pis elbise bulunursa bakılır: Altına konulan her şeyi hemen pisleyecek halde ise o haliyle namaz kılması câizdir. İkinci elbise pislenmeyecek, fakat hastalığı artacaksa yine o elbise ile namazkılabilir.» Bunu Bahr sahibi Hastanın Namazı Bâbında söylemiştir. Zâhire bakılırsa «Heman» demesinden murad; namazdan çıkmadan elbisenin namaza mâni bir necasetle pislenmesidir. Nitekim şârih de: «Kezâ hasta ilah...» diyerek buna işaret etmiştir.
Ma'zurun özrü kesilip başka bir hadesten dolayı abdest alır da sonra yarası akarsa abdesti bozulur. Çünkü abdest özür için alınmamıştır. Binaenaleyh onun hakkında yok hükmündedir. Bunu Bedâyi sahibi söylemiştir. Ama özrü kesilmeden başka bir hadesle abdesti bozulur da abdest alırsa yaranın akmasiyle abdesti bozulmaz. Nitekim kayıddan anlaşılan da budur. Çünkü aldığı abdest her ikisi için geçerlidir. Özrü kesilir de bu hal vakit çıkıncaya kadar devam ederse ikinci namazın vaktinde abdest tazeleyip tekrar aktığı takdirde dahi abdest bozulur. Zira abdest tazelemesi lüzumsuz olmuştur; ona itibar yoktur. Aktıktan sonra abdest almak bunun hilâfınadır. Bunu Zeylaî söylenmiştir.
Özründen dolayı abdest alır da sonra başka bir hades ârız olursa abdesti bozulur. Çünkü bu yeni bir hadestir, Abdest zamanında mevcud değildi. Binaenaleyh bununla sidik ve fışkı hükmen müsavîdir. Özür burun deliklerinin ikisinden de akarsa sonra birisi kesildiği takdirde vakit devam ettiği müddetçe abdestlidir. Çünkü abdesti her ikisi için geçerli olmuştur. Abdesî her ne zaman bir özürden dolayı alınırsa vakit devam ettiği müddetçe özrün akması ona zarar vermez. O kimse diğer burun deliği ile özür sahibi kalır. Bedayi'de bildirildiğine göre bedeninde birçok yaraları bulunan kimsenin yaralarından bazıları akmaz olursa buna göre hüküm verilir.
Çiçek hastalığı meselesi Hazâin'in derkenarında şârihin el yazısiyle şöyle tasvir edilmiştir: «Yahut iki çıbanından biri akarsa, sözü çiçek hastalığına da şâmildir. Bundan su akar da abdest alırsa sonra başka bir kabarcığı aktığı takdirde abdesti bozulur. Çünkü çiçek hastalığı birçok kabarcıklardan ibarettir, Ve bedenin iki yerindeki iki çıban mesabesindedir ki, birisi için abdest alırsa akması dinmez; sonra öteki de akar. Nitekim Münye şerhinde de böyle denilmiştir. Namazı imâ ile kılmak suretiyle olsun özrü gidermek, secde halinde akar da diğer hallerde akmazsa oturarak yahut ayakla imâ ile kılmakla olur. Kezâ ayakta iken akarsa oturarak kılar. Ama arka üstü yattığında akmazsa arka üzeri namaz kılamaz. Bunu Birgivîye kaydetmiştir. Özrü gidermekle özür sahibi olmaktan çıkar,
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «İstihazalı kadın yahut yaralı veya kan aldıran bir kimse kanın akmasına bağlamakla yahut sayrılan cilde bez sarmakla mâni olabilirse bunu yapması lâzım gelir. Ve sağlam insanlar gibi olur. Sıyrıntıya mâni olamazsa özür sahibidir.»
Bahr nâm eserde. «Özürlü her ne zaman bağlamak veya pamuk koymakla kanın akmasına mâni olabilirse yahut oturduğu zaman akar da ayağa kalktığında akmazsa mâni olması vâcibtir. Mâni olmakla özür sahibi olmaktan çıkar. Eğildiği zaman akarsa imâ ile kılması icab eder. Çünkü secdeyi terk etmek namazı hadesle kılmaktan ehvendir.» deniliyor. Buradan anlaşılır ki, dağlamakla tedavi gören kimse özür sahibi değildir. Zira dağlamakla çıkan akıntıyı, dağlamayı durdurmak suretiyle kesmek mümkündür. Bunu Tahtâvî söylemiştir. Ama bu yaranın akmasına mâni olabildiğinegöredir. Meselâ; yaradan çıkan şeyde hâlı üzere bırakıldığı takdirde kendiliğinden akacak kuvvet olur. Dağlama durdurulunca akması kesilir. Yahut akmasına veya sıyrılmasına mâni olacak şekilde deri gibi bir şeyle bağlamak mümkün olur. Fakat dağlamayı durdurmakla vakit içinde akması kesilme ve bağlamak da mümkün olmazsa o kimse özür sahibidir Bu husustaki sözün kalanını Abdesti Bozan Şeyler Bâbında arzetmiştik.
Hayızlı kadın, özürlü gibi değildir. Çünkü şeriat hayız kanın akar gibi itibar etmiş, kadını hayızlı saymıştır. Kıyas buna muhalif idi. Zira hissen hayız kanı meydanda yoktu. Bunu HiIye sahibi söylemiştir. Ama bu hüküm Birgivî'nin de ifade etliği gibi kadın kanı haricî ferce indiği vakit Önlediğine göredir. Zira evvelce geçtiği vecihle hayız ancak kanın görünmesiyle sâbit olur. Geldiğini hissetmekle sâbiî olamaz. İmam Muhammed buna muhaliftir. Kadın kan geldiğini hissederek dahlî fercine pamuk koyar ve bu suretle çıkmasına mâni olursa temizdir. Nitekim menîyi tenâsül âletinde tıkayıp zabteden de öyledir.
Daimî yellenen kimse sidiğini tutamayanın arkasında namaz kılamaz. Çünkü sidiğini tutamayanda hem hades hem pislik vardır. Yellenende ise yalnız hades vardır. Bu ta'lilinin zâhirine bakılırsa aksi surette cemâat olmaları câizdir. (Yani sidiğini tutamayan yellenen arkasında namaz kılabilir). Şârih bunu İmamlık Babında sarahaten söylemiştir. Lâkin Nehir sahibi aynı bâbta câiz olmadığını söylemiş: «Mücerred özrün değişikliği buna mânidir.» demiştir.
Ben derim ki: Sirâc, Tebyin, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda «Özürleri aynı cinsten olmak şartiyle ma'zurun ma'zura uyması sahihtir.» denîlmiştir ki, bu da Nehir sahibinin sözüne uygundur. Mesele Münye şerhinde izâh olunmuştur, ona müracaat et! Tamamı da inşâallah yerinde gelecektir. Allahu A'lem.

ENCÂS (NECASETLER) BÂBI


M E T İ N
Encas necesin cem'idir. Neces lügatta hakikî ve hükmî pisliklere amm ve şâmildir. Örf ve âdette ise birinciye hastır. Hakikî necaseti kapta veya yiyecekte bile olsa yerini bilsin bilmesin Yerinden su ile - velev müsta'mel olsun - gidermek câizdir. Bununla fetva verilir. Sirke, gülsuyu gibi temiz, necaseti gideren, sıkılabilen her mâyi ile hatta tükürükle gidermek de câizdir. Binaenaleyh pislenen parmak ve meme üç defa yalamakla temizlenir. Süt ve zeytinyağı gibi şeyler bunun hilâfınadır. Çünkü necaseti gidermezler. «Süt ve eti yenilen hayvanın sidiği necaseti giderir » diyenler olmuşsa da bu kavil makbul değildir.
İZAH
Bu bâb pisliklerin, hükümlerinin ve yerlerinin temizlenmesinin beyanı hakkındadır. Musannıf evvelâ hükmî necasetten bahsetmişti. Çünkü hükmî necaset daha kuvvetlidir. Onun azı da namazın cevazına bilittifak manidir. Özürden dolayı onu gidermenin vücubu sâkıt olamaz. Bunu Nihâye'den naklen Bahr sahibi söylemiştir.
Burada ben derim ki; Esah kavle göre hükmî necaset parçalanmayı kabul etmez. Bir kimsenin üzerinde yıkanmadan kuru bir yer kalırsa o kimse hadeslidir. Binaenaleyh hükmî necaset azlıkla tavsif edilemez.
Taharet bahsinin başında geçtiği vecihte bazen özürle sâkıt da olur. Elleri ayakları kesilen ve yüzünde yara bulunan kimseler abdesisiz teyemmümsüz namaz kılarlar. Kaza etmeleri lâzım gelmez. İnâye adlı kitabta da: Encâs, necesin cem'idir. Neces; iğrenç duyulan her şeydir. Aslında bu kelime masdardır. Sonradan isim olarak kullanılmıştır.» deniliyor. Lâkin doğrusu Tâcı'ş-Şeria'nın dediği gibi encâs kelimesi necisin cem'idir. Çünkü «el-Ubab» namındaki lugatta: «Necis, temizin zıddıdır, Necaset de taharetin zıddıdır. » denilmektedir. Hâsılı encas kelimesi necisin değil, necisin cem'idir Necis lügatta hakiki ve hükmi pîsliklere şâmildir.
Bahır'da beyan edildiğine göre habes (pislik) hakiki necasete, hades (abdestsizlik veya cünüblük) de hükmi necasete mahsustur. Musannıf: «hahakiki necaseti gidermek» yerine pisliği gidermek» dese daha hususi olurdu. Bunu Halebî söylemiştir. Pislik kap kacakta veya yağlar gibi yenilen şeylerde bile olsa giderilmesi icab eder. Tabiî bu mümkün olduğu yerde yapılır. Zira şârih bâbın sonunda «Şarapla kaynatılan buğday ebediyen temizlenmez, diyecektir. Kezâ pisliğin yeri bilinsin bilinmesin temizlenmesi gerekir. Meselâ: elbisesinin bir tarafı pislenir de yerini unutarak başka tarafını yıkarsa araştırmadan bile yıkasa caiz olur. Nitekim metinde gelecektir, Mamafih bu mesele söz götürür.
Pisliği müsta'mel su ile bile gidermek câizdir. Artıklar Babında geçtiği vecihle bundan bir rivayete göre şübheli su mustesnadır. Bununla fetva olunur, İmam Muhammed buna muhaliftir Ona göre hakiki necaset ancak mutlak su ile temizlenir. Bunu Bahr sahibi kaydetmiştir. Lâkin burada: «Ulema bir şeyin aynı değişirse temiz olur. sözünün İmam Muhammed'e aid olduğunu söylemişlerdir, diye itiraz edilebilir. Temiz olan her mayi ile pisliği gidermek caizdir. Kar gibi donukşeyler erimeden'
önce bu tariften hariçtirler. Bunu Tahtâvi bildirmiştir.
T E N B İ H - : Hilye sahibi İstinca Bahsinde mezkur mayi ile necaset gidermenin mekrûh olduğunu açıklamıştır. Çünkü bunda zaruret olmaksızın malı israf vardır. Mayinin temiz olması şarttır. Binaenaleyh eti yenilen hayvanın sidiği pisliğin yerini bilittifak temizlemez. Hatta muhtar kavle göre necaset galizanın (ağır necasetin) hükmünü de gideremez. Onunla kanı yıkasa kanın pisliği bâkidir. Zira onunla elbisenin ancak berbatlığı artar. Bir kimse içinde kan pisliği bulunan bir şeye yemin etse hânis olur. Zaif bir kavle göre hânis olmaz. Müsta'mel su pistir, diyenlere göre onun hükmü de böyledir. Meselenin tamamı Bahr'dadır.
«Pislenen parmak ve meme üç defa yalamakla temizlenir.» Bu hususta Bahr nâm kitabın ibâresi şöyledir: «Bunun üzerine ulema şu meseleri tefri' etmişlerdir: Emen çocuk memenin üzerine kusar da sonra kusmuğun eseri kalmayacak şekilde onu emerse meme temiz olur. Keza bir kimse pislikten dolayı parmağını yalar da eseri kalmazsa yahut şarap içer de sonra tükürüğünü birkaç defa ağzında çalkalarsa temiz olur. Hatta namaz kılarsa namazı sahih olur, ama İmam Muhammed'in kavline göre sahih olmaz.»
Artıklar Bahsinde Hilye'den naklen arzettik ki, şarap içen kimsenin tükürüğünü her çalkalayışında şarabın eseri mutlak yok olmalıdır. Fethü'l-Kadîr'de şöyle deniliyor: «Bir çocuk emer de sonra kusarak annesinin elbisesine bulaşırsa ağız dolusu kustuğu takdirde pistir ve dirhem mikdarını geçerse namaza mânidir. İmam Hasan'ın İmam A'zam'dan rivâyetine göre pek fazla olmadıkça namaza mâni değildir. Çünkü emdiği süt her vecihle değişmemiştir. Sahih olan da budur».
Biz bunun temizliğini gerektiren sebebleri evvelce beyan etmiştik. Bazıları: «Süt ve eti yenilen hayvanın sidiği necasati giderir.»demişlerdir. «Temizler» dememişlerdir. Çünkü bilirsin eti yenilen hayvanın sidiği bilittifak temizleyici değildir. Buradaki hilâf ancak onun mevcud pisliği giderip gidermemesindedir. Mamafih bu kavil makbul değildir. Zaif olduğu halde üzerinde durursak bu takdirde sütten murad; içinde yağlı madde bulunmayan süttür. Bunu Bahr sahibi söylemiştir.
M E Tİ N
Mest ve ayakkabı gibi şeyler cürmü olan necasetle pislenirlerse eseri kalmayacak şekilde oğuşturmakla temizlenir. Cürmden murad; kuruduktan sonra görülen her şeydir. Velev ki görülen cürüm pislikten başka bir şeyden olsun, Şarap ve sidiğe bulaşan toprak böyledir. Bununla fetva verilir. Sidik gibi cürmü olmayan necasetle pislenirlerse yıkamakla temizlenirler. Ayna, tırnak, kemik, cam, yağlıboyalı kaplar veya soyulmuş ağaç ve nakışlanmamış gümüş tabla gibi mesameleri olmayan yalabık şeyler mutlak suretle eseri kalmayacak şekilde silmekle temizlenirler. Bununla fetva verilir.
İZ A H
Mest ve ayakkabı, elbise ile bedenden ihtirazdır. Elbise ile beden oğuşturmakla temizlenmezler. Ancak meni hakkında temizlenmeleri müstesnâdır. Meselenin tamamı Bahr'dadır.
Musannıf mest ve ayakkabını mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh necasetin ayakkabının altına veüstüne bulaşmasına şâmildir. Sahih olan da budur. Nitekim Hamevi hâşiyesinde de böyle denilmiştir. Halebî'nin Kuhistânî ile Hamevî'den naklen bildirdiğine göre pösteki de ayakkabı gibidir. Bundan maksad pöstekinin kıllı olmayan tarafıdır. Nehir sahibi ayakkabı ince olmayan diye kayıdlamıştır. Başkasının bununla kayıdladığını görmedim. Gerçi Bahr sahibi: «Ebû Yusuf onu ince olmamakla kayıdlamıştır. » diyor. Fakat maksadı cürmü olan pisliktir. Mi'rac sahibi buna şarap ve sidiği misal vermiştir. Binaenaleyh Bahr sahibinin ibâresindeki zamir ayakkabına değil, pisliğe aiddir.
İmam Ebû Yusuf'un kavline göre cürmlü pislik yaş bile olsa oğuşturmakla temizlenir. Ekser ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Esah ve muhtar olan da budur. İbtilâ umumî olduğu için fetva bunun üzerinedir. Bir de Ebû Davud'un rivâyet ettiği şu hadîs mutlaktır: «Biriniz mescide geldiği vakit baksın. Ayakkabında pislik yahut iğrenç bir şey görürse onu silsin ve o ayakkabılariyle namazını kılsın.» Nitekim bu, Bahr ve diğer kitablarda da zikredilmiştir. Cürmlü pislik, kuruduktan sonra mestin üzerinde görülen fışkı ve kan gibi şeylerdir.
Kuruduktan sonra görülmeyen pislik cürmlü değildir. Bunu Bahr sahibi söylemiştîr. Tamamı az sonra gelecektir. Mest veya ayakkabına şarap sıçrar da onunla kum yahut kûl üzerinde yürüyerek üzeri cürm bağlarsa kumlar dökülecek derecede yere silmekle temiz olur. Sahih olan budur. Bunu Zeylaî'den naklen Bahr sahibi söylemiştir.
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği mana şudur: Şarap ve sidik cürmlü değildir. Bununla beraber kuruduktan sonra bazen eseri de görülür, şu halde cürmlü pislikten murad; gözle görülendir. Cürmsüz pislik gözle görülmeyendir. Nitekim ileride musannıfın: «Kezâ görünen pisliğin yeri aynını gidermekle temizlenir.» sözünü izah ederken bu hususta bahsedilenlerle birlikte arzedeceğiz.
Tahtâvi'nin beyanına göre oğuşturmak mesti kuvvetle yere sürtmekle olur. el-Camiu's-Sağîr'de bildirildiğine göre didiklemek, tırnak veya çubukla kazımak da oğuşturmak gibidir. «Eseri kalmayacak şekilde oğuşturmakla temizlenir.» sözüne Nehir sahibi: «Meğer ki giderilmesi güç ola.» cümlesini eklemiştir.
Mest veya ayakkabı sidik gibi cürmü olmayan necasetle pislenirse yıkamakla temizlenir. Bu hususla Zahîre sahibi şunları söylemiştir: «Tercih edilen usûl, mesti üç defa yıkamak ve her defasında suyun damlaması kesilip ıslaklık bitinceye kadar beklemektir, kuruması şart değildir.»
«Yalabık» tâbiri ile musannıf küflü demirden ve nakışlı şeylerden İhtiraz ettiği gibi şârih dahi «mesameleri olmayana diyerek cilâlı elbiseden ihtiraz etmiştir, Zira cilâlı elbisenin mesameleri vardır. Bu cümle Bahr' dan alınmıştır.
Ayna, tırnak ve emsalinin silmekle yetinilmesine delil Peygamber (s.a.v.)'in eshabının küffarı kılıçlariyle öldürdükten sonra onları silerek namaz kılmalarıdır. Bir de cilâlı şeye pislik işlemez. Üzerindeki pislik ise silmekle gider. Bunu Bahr sahibi söylemiştir. Metindeki «mutlak surette» ifadesinden murad: ister cürmlü, ister cürmsüz pislik bulaşsın: pislik yaş olsun kuru olsundemektir. Şürunbulâliyye'nin Bürhan'dan naklettiğine göre fetva için tercih edilen kavil budur. Hilye'de ise şöyle deniliyor:
«Öyle anlaşılıyor ki, pislik cürmlü ve kuru olursa kazıyarak ıslaklığı belli olan bir bez parçası veya başka bir şeyle pisliğin hem aynı hem eseri gidinceye kadar silmekle temizlenir. Pislik kuru, fakat sidik ve şarap gibi cürmsüz olursa sadece ıslak bezle silmek suretiyle temîzlenir. Yaş ise cürmlü olsun cürmsüz olsun ıslak veya kuru bir bezle silerek temizlenir.
T E N B İ H: - Şimdi silmekle temizlenen şeylerden kan aldırılan yer kalır. Zahiriyye'de: «O yeri temiz ve yaş üç bez parçasiyle silerse yıkamak yerini tutar.» denilmiş: Fethü'i-Kadîr sahibi de bunu kabul etmiştir. O buna kıyasen bir kimse kan aldırır da kan çıkan yerin etrafı kana bulanır ve yıkadığı takdirde suyun içeri işlemesinden korkarsa aynı şekilde bilmekle temizleyeceğini söylemiştir. Bahr adlı kitabda: «Bu söz kan aldırma meselesinin suyu akıtmak zarar vereceğinden korkarsa diye kayıdlanmasını gerektirir, Halbuki nakledilen ibâre mutlaktır.» deniliyor.
Ben derim ki; Kınye'de Nucumu'l-Eimme'den naklen bildirildiğine göre kanı gidermek şartiyle kan aldırılan yer bir defa silinirse kâfidir. Lâkin Hâniyye'de şöyle denilmiştir: «Su damlar şekilde olursa kan aldırılan yeri üç ıslak bezle silmek câizdir.» Öyle anlaşılıyor ki bu söz, bu meseledeki İmam Ebû Yusuf kavline istinad ediyor. Ebû Yusuf, yıkamanın lüzumuna kâildir. Nitekim bunu Muhit'ten Hilye sahibi nakletmiştir. Haniyye'de bu meseleden önce Ebû Câfer'den nakledilen şu söz dahi bunu gösterir: Bir kimsenin bedeninde pislik bulunur da ıslak bezle üç defa silerse, su üzerine damlamak şartiyle temizlenir.» Zira su damlayınca bu silmek değil, yıkamak olur. Valvalciyye'de şöyle deniliyor: «Bir kimsenin bedenine pislik bulaşır da elini üç defa ıslatarak silerse elinden su damlamak şartiyle câiz olur. Çünkü bu, yıkamaktır. Damlamazsa câiz değildir.»
M E T İ N
Yer kurumakla yani velev rüzgârla olsun kurulanmakla ve renk, koku gibi pislik eserinin gitmesiyle temizlenir. Yaygı gibi şeyler bunun hilâfınadır. Bu hüküm o yerde namaz kılmak içindir. Teyemmüm için değildir. Çünkü teyemmüm için yerin hem temiz hem de temizleyici olması şarttır. Döşenmiş kiremit ve benzeri kerpiç gibi şeylerle çatı kamışı, yerde dikili ağaç ve otun hükmü de böyledir. Yani yer gibi olup kurumakla temizlenirler. Yerde biten her şeyin hükmü dahi böyledir. Çünkü yere bitişmekle yerin hükmünü alır. Yerden ayrılmış olanlar ancak yıkamakla temizlenirler. Bundan yalnız değirmentaşı gibi pürüzlü taş müstesnadır. Onun hükmü yer gibidir. Haşefenin başı temizse, meselâ su İle istinca yapmışsa kurumuş meni gibidir. Yani yerini oğalamakla temizlenir. Eserinin kalması zarar etmez. el-Müctebâ'da şöyle deniliyor: «Bir kimse tenâsül uzvunu karısının fercine sokup çıkarır da ondan sonra menisi gelirse uzvu ancak yıkamakla temizlenir. Zira pisliğe bulanmıştır. Yani fercin rutubeti ile bulanmıştır. demek istiyor ve bu hüküm İmameyn'in: «Fercin rutubeti pistir, sözüne ibtina etmiş oluyor. İmam A'zam'a göre ise bedenin sair rutubetleri gibi fercin rutubeti de temizdir. Bunu Cevhere kaydetmiştir.
İ Z A H
Üzerinde namaz câiz olmak için pîs bir yer kurumakla temizlenir. Yaygı, hasır, elbise ve beden gibiyerden sayılmayan ve ona esaslı bir şekilde bitişik olmayan şeyler bunun hilâfınadır. Onlar yıkanmadan temizlenmezler. Yerin kurumakla temizlendiğine delil Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Kuruduğu Zaman Yerin Temizlenmesi Bâbında İbn Ömer senediyle rivâyet ettiği şu hadis-i şeriftir: İbni Ömer: «ResûIüllah (s.a.v.) zamanında mescidde gecelerdim. Bekâr bir delikanlı idim. Köpekler mescide girer çıkar: bevl ederler, fakat kimse onların bevli üzerine böyle su serpmezdi.» demiştir.
Yerin acele temizlenmesi istenirse üzerine üç defa su dökülür ve her defasında temiz bir bezle kurulanır. Kezâ üzerine çok su dökülür de pisliğin eseri görünmezse yine temizlenir. Bunu Münye şerhi ile Fethü'l-Kadîr kaydetmiştir. Acaba ikinci surette dökülen su pis midir temiz midir? Bahr sahibinin: «Üzerine çok su döker de kuruyuncaya kadar bırakırsa temizlenir.» demesinden pis olduğu anlaşılıyor. Çünkü temizlenmesini kurumasına bağlamıştır. Tatarhâniyye sahibi de Huccet'ten naklen bunu açıklamış ve: «Suyun intikal ettiği yer pîslenir,» demiştir, Bedâyi'de dahi buna delâlet eden sözler vardır. Zâhire bakılırsa bu hüküm su örfen akar su olmadığına göredir. Su pislik yerinden ayrıldıktan sonra akar da içinde pisliğin eseri görülmezse temiz olması icab eder. Çünkü akar su pislik tutmaz. Eser görülmedikçe suyun gerisi gelmese bile hüküm budur. Zahîre'nin şu İbâresi buna delildir: « Hasan b. Ebî Muti'den rivayet olunduğuna göre pisliğin üzerine suyu döker de bir arşın kadar akarsa yer temizlenir. Su dahi temiz olup akar su mesabesindedir. »
Müntekâ'da da şöyle denilmiştir: «Pisliğin üzerine fazla yağmur yağar da üzerinden akarsa bu onu temizler. Yağmur az olur da üzerinden akmazsa temizlemez. Bu surette ayaklarını ve mestlerini yıkar.» Müntekâ sahibi bu sözüyle « Yağmur az olur da pisliğin üzerinden yürürse» demek islemiştir. İşte maksad hakkında bu söz nassdır. Hamd Allah'a mahsustur. Bu faslın sonunda bunun tamamını anlatacağız.
Yerin kurumasını şarih kurulanmakla tefsir etmiştir. Bundan maksad yaşlık ve rutubetin kalmamasıdır. Zîra şart olan budur. İyice kuruması değildir. Nitekim Kuhistânî'nin ve Zahîre'den naklen İbn-i Kemâl'in açıkladıklarına göre fukahanın ibâreleri de bunu gösterir. Şârih «velev rüzgarla olsun» sözüyle Hidâye ve diğer kitablardaki «güneşle kurusa» kaydının tesadüfî bir kayıd olduğuna işaret etmiştir. Çünkü kurumanın güneşle veya ateşle yahut rüzgârla olması arasında hiç bir fark yoktur. Nitekim Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir.
Teyemmüm için yerin ham temiz hem temizleyici olması şarttır. Çünkü yerin pislenmezden önce temiz ve temizleyici olduğu biliniyordu. Pislenince her iki vasfın kalmadığı anlaşıldı. Sonra kurumakta şer'an temizlik vasfının sâbit olduğu anlaşıldı. Öteki sâbit olmadan kaldı. Temizleyici olmayınca onunla teyemmüm edilemez. Bunu Fethü'l-Kadîr beyan etmiştir. Kiremit ve emsali döşenmemiş olup nakledilecek vaziyette bulunurlarsa mutlaka yıkamaları gerekir. Zira kurumakla temizlenme yalnız yer hakkında vârid olmuştur. Bu gibi şeylere örf ve adette yer denilmez. Onun için de hükmen yerin satışında dahil değildir. Onlar yerleşmek suretiyle yere bitişmemişlerdir. Binaenaleyh ona İlhak edilemezler. Bunu Münye şârihi söylemiştir.. Hilye'de şu da ziyade edilmiştir: «Döşeli olan kiremit ve emsali pislendikten sonra yerinden sökülse tekrar pis olur mu?» Bu hususla iki rivâyet vardır.
Ben derim ki: Pis olmaması daha makuldür. Bahr'da Hulâsa'dan naklen muhtar kavlin bu olduğu bildirilmiştir. Yerde çakılı olan ufak taşlar da yerde biten şeyler gibidir. Nitekim Münye ile Tatarhâniyye'de de böyle denilmiştir. Ama ufak taşlar yerde çakılı değilse kurumakla temizlenmez. Anlaşılıyor ki toprak böyle bir şeyle kayıdlı değildir. Aksi takdirde kurumakla temizlenen yerin, üzerinde toprak bulunmamakla kayıdlanması lâzım gelir. Düşün!
Pürüzlü taş hakkında Hâniyye'de şöyle deniliyor: «Pislik bulaşan taş değirmentaşı gibi suyu içen taşlardansa kurumakla temizlenir. Suyu içmezse ancak yıkamakla temizlenir.» Bahr'da da bunun gibi denilmiştir.
Münye şârihi bu hususta inceleme yaparak şunları söylemiştir: «Bu, yer hakkında vârid olan nass mânen makûl olduğuna göredir. Çünkü yer pisliği emer; hava ise onu kurutur. Binaenaleyh bu mânâ yani emme kendisinde bulunan her şey buna kıyas edilir. Lâkin bundan kerpiç ve kiremitin de kuruyarak pisliğin eseri gitmekle temizlenmesi lâzım gelir. Velev ki yere bitişik olmasın. Çünkü suyun işlemesi ve mevcuddur.» Bundan alarak Hilye sahibi, Hâniyye'nin sözünü döşenmiş taşa hamletmiş; döşenmeyene hamletmemiştir
Şürunbulâliyye'nin ibâresinden anlaşılan da budur. Fakat buna da itiraz edilerek: «Bu takdirde pürüzlü taşla yalabık taş orasında fark belli olmaz.» denilebilir. En iyisi Hâniyye ile Bahr'ın ibârelerinden anlaşıldığı gibi taşı yerden ayrı mânâsına hamletmektir. Münye şârihinin incelemesine şöyle cevap verilir. Kerpiçle kiremit pişirilmek ve işlenmek suretiyle aslî mahiyetlerinden çıkmışlardır. Taş öyle değildir. O hilkati üzere kalmıştır. Ve aslına bakarak yere, yerden ayrı olmasına bakarak başkasına benzemiştir. Bundan dolayı da «pürüzlü olursa» diyoruz. Pürüzlü taş yer hükmündedir. Zira pisliği içer. Taş yalabık olursa yer hükmünde değildir. Çünkü pisliği İçmez. AIIahu A'lem.
Bahr'da beyan edildiğine göre menî yıkandığı zaman eserinin kalması zararsızdır. Kurumuş meninin yeri oğuşturmakla temizlenmek için haşefenin (yani sünnet yerinin) başı temiz olmak şarttır. Bazıları bunun «daha önce mezi gelmemişşe» diye kayıdlanmasını da şart koşmuşlardır.
Onlara göre daha önce mezi gelmişse ancak yıkamakla temizlenir. Bundan dolayı Şemsü'l-Eimme Hulvani «Menî meselesi müşkildir. Çünkü her erkekten evvelâ mezi, sonra menî gelir. Meğer ki mezi menînin içinde kaybolup gider ve ona tâbi sayılır denile! » şeklinde mütalâada bulunmuştur. Bu söz açıktır. Çünkü her erkek böyle olunca, şeriat, kuru olan menînin oğuşdurmakla temizleneceğini bildirdiğine göre zaruretten dolayı mezinin kayıp olduğunu itibara almak lâzım gelir. Ama abdest bozarak su ile istinca etmez de sonra menî gelirse iş değişir. Çünkü mezi gelmemiştir. Bunu Fethü'l-Kadîr beyan etmiştir. Gerçi Bahr nam kitabta: «Metinlerin zâhiri mutlaktır. Zira mezinin afvedilmesi ancak kayıp olduğu içindir. Zaruretten dolayı değildir. Sidik de böyledir.» denilmişse de Nehir sahibi bunu reddederek: «Esas şudur ki, delil bulunmaksızın pislik başkasınatabi sayılamaz. Mezi hakkında delil vardır; sidik hakkında yoktur.» demiştir.
Şeyh İsmail: « Görülüyor ki bu söz güzeldir. » diyor. Allâme Nûh Efendi: «Hak şudur: Mezi ancak zaruretlen dolayı afvedilmiştir: kayıp olduğu için değil, dedikten sonra Ehî Çelebi'nin derkenarındaki sözlerini red için sözü bir hayli uzatmıştır. Ehî Çelebi: «Müslümanın hâline yakışan, menide edebiyen oğuşturmakla yetinememektir. Zira bu husustaki mu'teber kayıdlara riâyet âdeten imkânsızdır.» diyor Ona müracaat et!
Şârih: «Meselâ su ile istinca yapmışsa» diyerek abdest bozduktan sonra başla istinca yapmaktan ihtiraz etmiştir Zira kuyu meselesinde de geçtiği vecihle taşla istinca pisliği azaltır ama yok etmez. Münye şerhinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse bevleder de su ile istinca yapmazsa bazıları bundan sonra gelen menînin oğuşturulmakla temizlenmeyeceğini söylemişlerdir. Bunu Ebû İshak Hâfız bildirmiştir. İmam Hasan da ulemamızdan bu şekilde rivâyet etmiştir. Birtakımları sidik, tenâsül âletinin başçına yayılmamış ve deliğinden öteye geçmemişse meni oğuşturmakla temizlenir. Kezâ yayılmış, fakat menî atılarak çıkmışsa yine oğuşturmakla temizlenir. Çünkü çıkan sidiğin üzerinden geçmemiştir. İçeride iken sidiğin üzerinden geçmesinin bir tesiri yoktur. Zira pisliğine hüküm edilmez, demişlerdir.» Meselenin hülûsası Nûh Efendi'nin dediği gibidir. Yani ya sidik ile meninin ikisi de yayılır, yahut yayılmaz. Yahut yalnız sidik veya yalnız menî yayılır. İkisi de yayılırsa oğuşturmakla temizlenmez. Geri kalan üç surette temizlenir.
el-Mücteba'nın: «Zira pislikle bulaşmıştır.» sözüne karşı şöyle denilebilir: Az yukarıda geçen kavle binaen burada pisliğe bulaşmak yoktur. Mezkûr kavle göre menî çıktığı vakit tenâsül uzvunun başına dağılmazsa oğuşturmakla temizlenir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
Buradaki fercten murad; dahili ferctir. Haricî fercin rutubeti ise bilittifak temizdir. Bunu Halebî bildiriyor. İmam Nevevî'nin Minhâc adlı eserinde: «Esah kavle göre fercin rutubeti pis değildir. İbni Hâcer şerhinde şöyle demiştir: Fercin rutubeti beyaz bir sudur. Ve mezî ile ter arasındadır. Fercin içinden çıkar ki, çıktığı yeri yıkamak zaten vâcib değildir. Yıkanması vâcib olan yerden çıkarsa iş değişir. O kat'î surette temizdir. Dahilî fercin ardından çıkan da içeriden çıkan her şey gibi kafî surette pistir. Doğan çocukla birlikte veya ondan az önce çıkan su böyledir.» denilmektedir. İstinca bâbının sonunda beyan edeceğimiz vecihle doğan çocuğun rutubeti temizdir. Kuzu ve yumurtanın rutubetleri de öyledir.
ME T İ N
Menînin yeri kuru olmaz yahut haşefinin başı temiz bulunmazsa sair pislikler gibi yıkanır. Meşhur olan kavle göre velev ki necaset taze kan olsun. Hastalık sebebiyle berrak bile olsa erkekle kadının menîsi arasında fark olmadığı gibi İnsan menîsi ile hayvan menîsi arasında da fark yoktur. Nitekim bunu Bakânî incelemiştir. Zâhir mezhebe göre elbise ile beden arasında dahi fark yoktur. Esah kavle göre velev ki elbise yeni veya astarlı olsun.
Sonra acaba oğuşturduktan sonra ıslanırsa tekrar pis olur mu? Mutemed kavle göre pis olmaz. Mayiden başka bir şeyle temizlendiğine hüküm olunan her şey böyledir. Ben Hazâin adlı eserimde temizleyici şeyleri otuz küsura vardırdım.
İ Z A H
«Menînin yeri kuru olmaz yahut haşefenin (sünnet yerinin) başı temiz bulunmazsa» ifadesi birkaç surete şamildir:
1 - Yeri kuru fakat haşefinin başı pis olur.
2 - Menînin yeri yaş fakat haşefinin başı temiz olur.
3 - Menînin yeri de kuru olmaz, haşefinin başı da temiz olmaz. Bunların hepsinde yıkamak lâzım gelir. Meşhur kavle göre pislik taze kan bile olsa ancak yıkamakla temizlenir. Çünkü ulema elbisenin oğuşturmakla temizlenmesinin yalnız menî hakkında câiz olduğunu söylemişlerdi. Başka yerlerde câiz değildir. Bunu Bahr sahibi kaydetmiştir. Gerçi Mücteba'da: «Elbiseye taze kan bulaşır da kurursa menîde olduğu gibi oğuşturmakla temizlenir.» denilmişse de Nehir sahibi bunun şâz (muhâlif) bir kavil olduğunu bildirmiştir. Kezâ Kuhistânî'nin Nevazil'den naklettiği: «Galiz necaset olan fışkı elbiseye bulaşırsa menîye kıyasen oğuşturmakla temizlenir, sözü de böyledir.» Evet, menî taze kan şeklinde çıkara zâhire göre oğuşturmakla temizlenir.
Erkekle kadının menîsi arasında fark yoktur. Yani ikisi de kuru ise oğuşturulur, yaş ise yıkanır. Bu hususta kadın menisinin de erkek menîsi gibi olduğunu Hâniyye sahibi sahih bulmuştur. Bize göre zâhir rivayet budur. Nitekim Muhtârâtü'n-Nevâzil nam eserde de böyle denilmiştir. Sirâc ve diğer kitablarda ise kat'î olarak bunun hilâfı bildirilmiştir. Hilye sahibi dahi bunu tercih ederek hülâsatan şunları söylemiştir: Menîyi oğuşturmakla yetinmenin kıyasa muhâlif olarak hadîsle sâbit bir istihsan olduğu hususunda ulemanın sözleri müttefiktir. Binaenaleyh her vecihle bu mânada olmayan. bir şey buna katılamaz. Nass erkeğin menîsi hakkında vâr;d olmuştur. Kadının menîsi onunki gibi değildir. Çünkü berraktır. Erkeğin menîsi koyudur. Oğuşturmak ancak oğuşturulan şeyin giderilmesine yahut azaltılmasına tesir eder. Bu da cürmlü eşyaya mahsustur. Berrak bir mayiin oğuşturulmasından bu maksad elde edilemez. Binaenaleyh kadının menîsi koyu ise oğuşturmakta dahil, erkeğin menîsi bir ârızadan dolayı berrak ise oğuşturmaktan hariçtir.»
Ben derim ki; Haniyye sahibinin sahih kabul ettiği kavli Hazreti Âişe (r.a.) den sahih rivâyetle gelen şu hadis te'yid ediyor: «ResûlüIlah (s.a.v.) namaz kılarken ben elbisesinden meniyi kazırdım.» Şübhesizki bu meni cima'dan bulaşmıştır. Zira peygamberler ihtilam olmazlar. Buna kadının menîsinin karışmış olması lâzım gelir. Böylece kadının menîsinin de oğuşturmakla temiz olacağı kıyasla değil, eserle sübût bulmuş olur. Tedebbür et!
Bakânî'nin tedkikatı herhalde Nikâye şerhinde olacaktır. Mültekâ üzerine yazdığı şerhde ben bunu bulamadım. Aynı işi Kuhistânî ondan önce yapmış ve şöyle demiştir; «Menî her hayvana şâmildir. Binaenaleyh oğuşturmukla temizlenmesi gerekir.» Ebussûud hâşiyesinde de: insan menisi ile hayvan menîs'nin arasında fark yoktur. Nitekim Feyz ile Kuhistâni'de de böyle denilmiştir. Hamevî'nin Semerkandî'den naklettiği söz buna muhâliftir. Semerkandî menîyi insan menîsi diye kayıdlamıştır, denilmektedir.
Ben derim ki; Bahr ile Tatarhâniyye'de nakledilen şudur: «Her hayvanın menîsi pistir. Temizleme hususunda aralarında fark olmamasına gelince: Bu nakle muhtaçtır. Semerkandî'den yukarıda nakledilen söz yerindedir. Onun için Halebi: «Ruhsat insan menîsi hakkında kıyasa muhalif olarak vârid olmuştur. Binaenaleyh başkası kıyas edilemez. Çünkü hak delâleten hayvan menîsinin bilhassa domuz, köpek ve fil menîsinin - ki, bunlar onun sözünün umumunda dahildir - insan menîsi mânâsında olduğunu beyana muhtaçtır. Bu ise dikenden yaprak koparmak gibidir. (Yani olacak şey değildir.)» demiştir. Kitap derkenarından birinde Nikaye şerhinden naklen şöyle denildiğini gördüm: «Ulema elbiseden menînin oğuşturmak suretiyle temizlenmesindeki hikmet umumî belvi ve meninin elbiseye işlememesi olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh birinciye (belvânın umumi olmasına) bakarak sair hayvanların hükmü böyle olmayacaktır.»
T E N B İ H: - Bize göre menî necaset-i galiza (ağır necaset)tir. Bunu Sirâc sahibi söylüyor.
Kan pıhtısı ile et parçası da menî gibi pistirler. Bunu Nihaye ve Zeylaî söylemiştir. Hayat eseri göstermeden doğan çocuk da böyledir. Zira Hâniyye'de bildirildiğine göre böyle bir çocuk suya düşerse yıkanmış bile olsa onu pisler. Kezâ namaz kılan bir kimse bu çocuğu üzerinde bulundursa namazı sahih olmaz. Bunu Bahr kaydetmiştir. Ama Bahr'ın bundan sonra Fethü'l-Kadîr'den naklettiği: «Kan pıhtısı et parçası haline gelirse temiz olur.» sözü müşkildir. Meğer ki ruh verildiği hale hamledilerek doğuncaya kadar sağ kalırsa diye cevap verile. Teemmül et!
Mayiden başka temizleyici şeyler, mest hakkında oğmak, yer hakkında kurumak, deri hakkında hükmî debâgat, kuyudan suyun çekilmesi, yalabık şeyde silmektir. Bahr sahibi ulemanın bu husustaki sözlerini naklettikten sonra şunları söylemiştir: Hâsılı bu meselelerin herbiri hakkında gördüğün gibi sahih kabul edilen ve tercih olunan kaviller değişiktir. En iyisi hepsinde temizliğe itibar etmektir. Nitekim metin sahibleri herbirinde temizliği tasrih ederek bunu anlatmışlardır, Fethü'l-Kadîr sahibi de bunu tercih etmiştir. Buna taşla taharetlenen bir kimsenin suya girmesiyle itiraz edilemez. Çünkü o kimse suyu pisler. Beden hakkında mayiden başkası temizleyici kabul edilmemiştir. Bundan yalnız menî hakkındaki oğuşturma müstesnâdır.
Yani taş, bedenin istincâ (taharet) yerini temizlemez, O yalnız pisliği azaltır. Onun için de suyu pisler. Oğuşturmak ve emsali böyle değildir. Onlar temizleyicidir. Bunun muktezası şudur ki, mest az suya düşerse onu pislemez. Sonra Tecnis'te şöyle denildiğini gördüm: «Bu pis yer kuruduktan sonra toprağı suya atılsa onu pisler mi? Cevap, bu iki rivâyete göredir.» Yani temizdir. Rivayetine göre suyu pislemez. Yukarıda arzetmiştik ki, kiremit pislenir de kurur: sonra çıkarılırsa muhtar olan kavle çare tekrar pis olmaz.
Şârihin Hazâin'deki ibâresi şöyledir' «Ulemanın beyanlarına göre temizlik; yaygı gibi şeyleri yıkamak ve üzerinden suyu geçirmekle, havuzda suyun akar sayılacak şekilde havuzu bir tarafından girip öbür tarafından çıkmasiyle, pislenen yeri unutulan elbisenin bir kenarını yıkamakla, yalabık eşyayı silmekle, sahtiyan döşeği silmekle, kan alınan yeri üç bezle silmekle, yer kurumakla, mest yere sürtmekle, menî oğuşturmakla, teharetlenme taş gibi şeylerle, toz ve odunu yontmakla, donmuş olup bir onda yayılmayan yağ gibî şeyleri daire şeklinde oymakla, hayvanı kesmekle, derisidebâgatlanmakla, ateşle, az mikdarı pislenen pamuğu didip atmakla, misliyattan olan şeyi taksim etmekle, yıkamak, satmak, bağışlamak ve bir kısmını yemekle, aynı değişmekle, yerin üstünü altına çevirmekle, kuyunun suyunu çekmekle, suyu çekilmekle, vâcib mikdarı çekilip bulmakla, olmakla, şarap sirke olmakla, bize göre keza fiilen sirke yapılmasiyle, Ebû Yusuf'a göre eti kaynatmakla ve Şâfiî'ye göre küçük çocuğun sidiği üzerine su serpmekle olur. Bunlar otuz küsûrdur. Ama bazılarında müsamaha vardır.»
Müsamaha Nehir'de izah edildiği vecihte şöyledir: Yağı oymak temizleyici sayılmamalı idi. Zira yağın hepsi pislenmiş değil, yalnız atılan yer pislenmiştir. Yerin üstünü altına çevirmek de temizleyici sayılmamalı idi. Çünkü alt kısmında pislik bâkidir. Taksim ile ondan sonra gelen dört şey dahi temizleyici sayılmamalı idi. Faydalanmanın câiz olması mevcudda pislik kaldığında şübhe bulunduğu içindir. Pamuğu atmak da öyledir. Bunu temizleyici sayanlar pisliğin çok az olup pamuğu atmakla gitmesini şart koşmuşlardır. Böyle olmazsa temizlenmez. Nitekim Bezzâziye'de de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Yontmak da daire şeklinde oymak gibidir. Halbuki bu meselelerin birçoğunda giriftlik vardır. Çocuk sidiğinin üzerine su serpmeyi burada saymak doğru değildir. Çünkü bizim mezhebimiz değildir. Bunlardan maada bazıları ana rahminde çocuğa can verilmesini de ilâve etmişlerdir. Bu, Fethü'l-Kadîr'den naklen arzettiğimize binaendir. Birtakımları demire su vermeyi ilâve etmişlerdir. Meselâ; pis su verilen bıçağın üç defa temiz su verilirse temizlenir. Eli yalamak ve benzeri de böyledir.
M E T İ N
Be, İbn-i Vehbân'ın nazmını değiştirerek şöyle dedim: Yıkamak, silmek ve kurumak temizleyicidir, Oymak, aynının değişmesi ve kazımakda söylenebilir. Debagat, sirke yapmak, sirke olmak, kesmek, oğmak, kazımak, suyun havuza girmesi, suyun çekilmesi bir kısmında tasarruf, pamuğu atmak, kuyudan suyu çıkarmak, yakmak, kaynatmak. bir kısmını yıkamak ve yağı oğmak da temizleyicidir.
Pislenen zeytinyağı sabun yapmakla temizlenir. Umumî belvadan dolayı bununla fetva verilir. Nitekim üzerine pis su serpilen tandırda ekmek pişirmekte de beis yoktur. Pislenen toprak gibi ki, ateşte pişirdikten sonra saksı yapılırsa pisliğin eseri kalmamak şartiyle temiz olur. Bunu Halebi söylemiştir.
İ Z A H
Aynının değişmesine misâl domuzun tuz olmasıdır. Nitekim metinde gelecektir.
Kazımaktan murad, yerin üstünü altına çevirmektir. Sirke yapmak, şarabın içine bir şey katmakla olur. Şarabın kendi kendine sirke olması da aynı hükümdedir. Bunların ikisi de aynının değişmesinde dahildir. Nitekim Bahr adlı kitabtan da anlaşılır. Fethü'l-Kadîr'de şöyle deniliyor:«Bir kimse şarabın içine su yahut suyun içine şarap döker de sirke olursa sahih kavle göre temizlenir, Ama şarabın içine fare düşer de sirke olduktan sonra çıkarılırsa iş değişir. Çünkü sirke olduktansonra pislenmiştir. Sirke olmadan çıkarılırsa pislenmez. »
Keza şıranın içine fare düşer yahut köpek ağzını sokar da sonra şarap olur, arkasından sirkeye inkılâb ederse temizlenmez. Muhtar kavil budur. Bunu Hulâsa'dan naklen Bahr sahibi söylemiştir. Hâniyye'de şöyle deniliyor: «Yemek tenceresine şarap dökülse, sonra içine sirke akıtılarak yenilmeyecek derecede ekşi olsa, ekşiliği sirke ekşiliği olduğu takdirde yenilmesinde bir beis yoktur. İçine sirke akıtmak suretiyle sirke olan her şeyin hükmü buna göredir. Kezâ şarabın içine fare düşer de dağılmadan çıkarılır, sonra sirke olursa hüküm yine böyledir. Ama dağıldıktan sonra çıkarılırsa helâl olmaz. Pis sirke şarabın içine dökülürde şarap sirke olursa pistir. Zira pis olan şarap değişmemiştir. Şarabın içine ekmek yahut soğan atılır da sirke otursa sahih kavle göre temizdir.» Bunların bazıları gelecek faslın sonunda Fer'î Meseleler arasında görülecektir.
Kesmekten murad; hayvan boğazlamaktır. Yerinde görüldüğü vecihle hayvanı boğazlamak derisini ve kezâ etini temizler. İki sahih kavilden birine göre yenilmeyen hayvan bile olsa boğazlamakla eti temiz olur. Yine evvelce görüldüğü vecihle temiz su küçük pis havuza girer de öbür taraftan çıkarsa sahih kavle göre az bile olsa havuzu temizler. Kuyunun suyu, çıkarılması gereken mikdarda kuruyarak azalırsa suyu çıkarmak gibi kuyuyu temizler.
Bir kısmında tasarruftan murad; buğday gibi şeylerin bir kısmı pislenirse bir kısmında tasarrufta bulunmaktır. Tasarruf yemeye. satmaya, bağışlamaya ve sadaka olarak vermeye şâmildir. Bunu Halebî beyan etmiştir. Bu mesele metinde gelecektir. Ama tasarrufu «pislenen kadar yahut daha fazla olursa» diye kayıdlamak lâzımdır. Pislenen mikdardan az olursa temizlenmez. Nitekim az yukarda Nehir'den naklen arzettiğimiz pamuk meselesi de bunu ifade eder.
Ateşin temizlemesi yakmak suretiyle olur. Meselâ; kuyunun başındaki kanlı yerler yanarsa temiz olur. Bunu Bahr kaydetmiştir. Benzerleri az sonra gelecektir. Ama ateşle pişen her şeyin temiz olacağını sanma! Duyduğuma göre bazı kimseler böyle sanmışlar. Bilakis maksad pisliğin ateşle istihalesi (hal değiştirmesi) yahut eserinin kalmamasıdır. Böyle olursa temizlenir. Onun için Münye sahibi bunu «bazı yerlerde» diye kayıdlamıştır. Ateşte kaynatmakla temizlenme ileride beyan edileceği vecihle yağı veya eti üç defa kaynatmakla olur.
«Bir kısmını yıkamak» tan murad; bir kısmı pislenen elbise gibi şeylerin herhangi bir tarafını yıkamadır. Az sonra bundan da söz edilecektir. Yağı oyarak temizlemek donuk yağlarda olur. Ve pislenen yerin etrafı dolaylanarak alılır. Donuk kaydiyle mayi yağlar hariç kalır. Mayi yağ, üzerinden alınca kalan cüz'leri hemen birleşen yağdır. Evvelce gördüğümüz vecihle çok mikdarı bulmadıkça böyle yağın hepsi pislenir. Bunu Fethü'l-Kadir kaydetmiştir. Çok mikdardan maksad, ona on arşın ebadında olmaktır. Bu mikdardaki yağ pislenirse nasıl temizleneceği ileride gelecektir.
Zeytinyağının sabun yapmakla temizlenmesi meselesini Allâme Kâsım Fetâvâ'sında beyan ettiği gibi kitabımızın metin ve şerhinde gelecek «Aynının değişmesiyle temizlenme» meselelerini dahi delilleri ile birlikte söz götürmez bir şekilde tahkîk ve tedkik etmiştir. Zaten merhumun âdeti budur. Onun kitabına müracaat olunmalıdır. Sonra ulema bu meseleyi İmam Muhammed'in kavlinegöre tefri etmişlerdir. İmam Muhammed bir şey ayninin değişmesiyle temiz olur; demiştir ki, fetva da buna göredir. Ulemanın ekserisi bu kavli benimsemişlerdir. Ebû Yusuf buna muhaliftir. Nitekim Münye şerhi ile Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda beyan olunmuştur. Müctebâ'nın bu husustaki ibâresi şöyledir: «Pis yağ sabuna katılsa temizdir diye fetva verilir. Çünkü değişmiştir. Değişme, İmam Muhammed'e göre temizler. Belvâdan dolayı bununla fetva verilir. »
Zâhirine bakılırsa ölü hayvanın yağı da böyledir. Çünkü pis demiş, pislenen dememiştir. Ancak bu pis, yoğa mahsustur denilirse o başka! Zira sabun yapmakta ödet başkalarına değil, zeytinyağı kullanmaktır. Düşün!
Sonra Münye şerhinde birinci kavlı te'yid eden sözler gördüm. Orada şöyle deniliyor: «Buna teferru eden bir meseledir ki, insan yahut köpek sabun küpüne düşer de sabun olursa temiz sayılır. Çünkü hakikat değişmiştir.»
Sonra şunu da bil ki, İmam Muhammed'e göre temiz sayılmanın illeti değişme ve hakikatın inkılâbıdır. Buraya kadar geçenlerden anlaşıldığı gibi bununla mezkûr hükmün sabuna mahsus olmasıdır. Şu halde kendisinde değişme ve inkılâb olan her şey umumi belva da varsa bunda dahildir. Üzümü pislenmiş olursa pişmiş pekmez hakkında da aynı şey söylenir. Bahusus kuru üzümün içine fere girerek bevl eder fışkısını yapar. Bazen içinde öldüğü de olur.
Üstadlarımızın üstadlarından biri böylece bahsederek şunları söylemiştir: «Bu izaha göre susam pislenir de sonra tahan yapılırsa temiz olur. Bilhassa bu hususta umumi belva da vardır.» Bu zat bunu serçe meselesine kıyas etmiştir. Serçe su kuyusuna düşer de çamur olursa çıkarılması lâzım gelmez. Çünkü hakikati değişmiştir.
Ben derim ki: Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir: Pekmezde hakikî değişme yoktur. Çünkü pekmez pişerek donmuş şıradan susam da döğülüp yağı cüz'lerine karışırsa bunun gibidir. Ve peynir olan süt, un olan buğday, ekmek olan un gibi bunda da yalnız vasfın değişmesi vardır. Sirke olan şarap, tuzlaya düşüp tuz olan eşek böyle değildir. Kezâ tırtır olan şarap tortusu, kül veya çamur olan fışkı da böyledir. Zira bunların hepsi mücerred bir vasıf değişikliği ile kalmayıp bir hakikattan başka bir hakikati inkılâb ederler. Nitekim gelecektir. Allahu A'lem.
Üzerine pis su serpilen yahut içersine çocuk çişini yapan veya pis su ile ıslanmış bezle silinen tandırda ekmek pişirmek zarar etmez. Ancak pis ıslaklığın ateşle giderilmiş olması şarttır. Aksi takdirde pislenir. Nitekim Hâniyye'de de böyle denilmiştir.
Halebî, pis topraktan saksı meselesini anlattıktan sonra bunun illetini de bildirerek: (Çünkü pislik ateşle yok olup gider: eseri de kalmaz.)demiştir.
METİN
Şâri' Hazretleri dirhem mikdarı pisliği affetmiştir. Mamafih yıkamayı terk etmek kerahet-i tahrimiyye ile mekrûhtur. Binaenaleyh yıkamak vâcibtir. Dirhemden az olursa yıkamayı terk etmek kerahet-i tenzihiyye İle mekrûh; yıkaması sünnet olur. Dirhemden fazla pisilk ise zararlıdır. Onu yıkamak farzdır. Nehir'de beyan edildiğine göre pisliğin bulaştığı zamana değil, namaz vaktine itibarolunur. Ekser ulema bunu tercih etmişlerdir.
İZAH
Şârih, burada metinin sözünü değiştirmiştir. Zira metin meçhul sîgasiyle idi. Bundan maksadı afv hükmünün yalnız kıyas olmayıp rivayete dayandığına tenbihte bulunmaktır. Münye şerhinde şöyle denilmiştir: (Bize göre pisliğin azı icmaan afv edilmiştir. Çünkü taşla taharetlenmek bilittifak kâfidir. Halbuki o, pisliği kökten temizlemez. Dirhem miktarının afv edildiği Ömer, Ali ve İbn Mes'ud hazeratından rivâyet olunmuştur. Bu, akılla bilinmeyen şeylerdendir. Binaenaleyh Rasûlullah (s.a.v.) den işittiklerine hamledilmiştir). Hilye'de beyan edildiğine göre dirhemle takdir, pisliğin arttan çıktığı yerden kinâye olmak üzere yapılmıştır, Nitekim İbrahim Nehaî bunu şöyle ifade etmiştir: Eshab-ı kiram meclislerinde oturarak yerlerinin anılmasından hoşlanmazlardı. Bu sebeble onu kinâye olarak dirhem sözü ile ifade etmişlerdir.» Nehaî'nin sözünü ulemanın naklettikleri Hazret-i Ömer vak'ası te'yid eder.
Ömer (r.a.)'e elbiseye bulaşan az pisliğin hükmü sorulmuş: «Şu tırnağım kadar olursa namazın cevâzına mâni değildir.» cevabını vermiştir. Ulema, Hazret-i Ömer'in tırnağının bizim avucumuza yakın olduğunu söylemişlerdir.
«Kerahat-i tahrimiyye ile mekrûhtur.» ifadesiyle şârih afvın namazın sahih olmasına nisbetle yapıldığına işaret etmiştir. Bu, günâha zıt düşmez. Nitekim bu hükmü Bahr sahibi Sirâc'ın ibâresinden çıkarmıştır. Münye şerhinde de bunun benzeri vardır. Münye şârihi, kitabımız şârihinin verdiği tafsilâtı anlatmıştır. Hilye sahibi dahi Yenâbi'den naklen aynı şeyi söylemiş lâkin sözüne şöyle devam etmiştir: «Akla en yakın olanı, dirhem mikdarı ve daha az olan pisliği bilip dururken ve yıkamaya iktidarı varken yıkamanın müstehab olmasıdır. Bu takdirde yıkamayı terk etmek evlânın hilâfı olur.» Evet, dirhem mikdarını yıkamak daha azını yıkamaktan daha tenkidli müstehabtır; onun terki de kerâhet itibariyle daha şiddetlidir. Nitekim birçok meşhur mezheb kitabından anlaşılan da budur. Mesela: Muhît nâm kitabta: Üzerinde dirhem mikdarı yahut daha az pislik bulunduğunu bilen bir kimsenin o pislik üzerinde iken namaz kılması makrûhtur. Çünkü ulema bu hususta ihtilaf etmişlerdir, denilmiş: Muhtârâtü'n-Nevâzîl'de buna: «Pisliği gidermeye kudreti varken» ifadesi eklenmiştir. «Dirhem mikdarı kandan namaz tekrar kılınır. » hadisi sâbit olmamıştır. Sâbit olsa bile icma'ın delâlet ettiği ile bu hadisin arasını bulmak için namazı tekrar kılmanın müstehab olduğuna hamledilir. İma,mutlak surette dirhem mikdarı pisliğin hükmü sâkıt olunca taşla taharetten sonra makadı yıkamanın gerekmediğine mün'akid olmuştur.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki: Fethü'l-Kadîr'in şu ifadesi bunu te'yid eder: «Namaza mâni olmayacak pislikle namaz kılmak mekrûhtur. Hatta üzerinde az pislik olduğunu namazda öğrense vaktin çıkacağından yahut cemaatı kaçıracağından korkmadığı takdirde o namazı bozar demiştir. » Bu izahatın benzeri Nihâye, Muhit ve Bahr'da da vardır. Demek oluyor ki Fethü'l-Kadîr sahibi kerâhet ve namazın bozulması hususunda dirhem mikdarı pislikle daha azını bir tutmuştur. Dirhem mikdarından az pisliğin kerahati tahrimiyye ile mekrûh olmadığı malumdur. Çünkü buna kâil olan yoktur. O halde ikisini birtutması kerâhat-i tenzihiyyenin aslındadır Velev ki dirhem mikdarı ile daha azında farklı olsun. Muhît sahibinin kerâheti insanların bu hususta muhtelif olmasiyle ta'lilde bulunması da bunu te'yid eder. Zira kerâhet-i tahrimiyyeyi istilzam etmez. Netif nâm kitabta şöyle deniliyor. «Necaset, dirhem mikdarından fazla olursa temizlenmesi vacib, dirhem mikdarı veya daha az olursa nafiledir.»
Hulâsa'da: «Dirhem mikdarı pislik namaza mâni değildir. Ama az da olsa yıkammakla isâet (edebsizlik) etmiş olur. Efdal olan yıkayıp isâet etmemektir denilmiş olması dirhem mikdarında kerâhet-i tahrimiyyeye delâlet etmez. Çünkü usul-i fıkıh uleması: «İsaet kerâhetten aşağıdır.» demişlerdir.
Evet, dirhemden az olun pisliğin giderilmesine te'kidle delâlat eder ve yukarıda Hilye'den naklettiğimize uyar. Şübhesiz Fethü'l-Kadîr'in beyânına da aykırı değildir. Metin sahiblerinin; «Dirhem mikdarı pislik afv edilmiştir.» sözünü mutlak bırakmaları da bunu te'yid eder. Zira günah olmadığına şâmildir. Binaenaleyh bu nakiller yukarıda Yenâbi'den nakledilene tercih olunur. Allahu A'lem.
«İtibar, pisliğin bulaştığı zamana değil, namaz vaktinedir.»Yani bir kimsenin elbisesine dirhem mikdarından az pislenmiş yağ bulaşır da sonra namaz vaktinde yayılarak dirhem mikdarından fazla olursa bazıları namaza manidir, demişlerdir. Ekser ulema bununla amel etmişlerdir. Nitekim Sirâc'tan naklen Bahr'da da böyle denilmiştir.
Münye'de «Bununla amel edilir.» denilmiştir. Münye şarihi de şunları söylemiştir: «Tahkiki şudur ki, sıvı necasetin mikdarı hususunda mu'teber olan, pisliğin cevheri değil, pislenenin cevheridir. Kesif pislik bunun aksinedir. Teemmül edilmelidir!»
Birtakım ulema ise: «Vaktin itibara alınması pisliğin bulaşmasını itibara mâni değildir, demişlerdir.
Kuhistânî «Muhtar olan kavil budur. Bununla fetva verilir.» diyor. Fethü'l-Kadrî'in zâhirinden anlaşıldığına göre o da bunu tercih etmiştir. Hilye sahıbi: «Bence bu kavil daha mâkuldür.» demiştir. Seyyidi Abdülganî dahi buna meyletmiş ve: «Pislik bulaştığı vakit bir dirhemden fazla olur da sonra kuruyarak hafifler ve dirhemden aşağı inerse namaza mânidir,» demiştir, şu da var ki, Bahr ve diğer kitablarda bildirildiğine göre elbise tek katlı olursa pisliğin öbür tarafına işlemesine itibar olunmaz. Çift katlı ise iş değişir ve iki tarafı pislenen dirhem gibi olur.
Hâniyye'de: « Sahih olan dirhemdekinin de namaza mâni olmamasıdır. Zira bir şeydir. Hulâsa sahibi muhtar kavlin bu olduğunu söylemiştir.» denilmişse de Hilye sahibi buna cevaben: «Hak şudur ki, zâhir olan bunun hilâfıdır. Çünkü dirhemin bir yüzündeki pislik, Öbür yüzüne işlemez. Binaenaleyh pislik birleşmiş değil, bilakis müteaddiddir; hükme sebep de budur. » demiştir.
TETİMME: - Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda beyan edildiğine göre pisliğin namaza mani olması, namaz kılana izafe edildiği takdirdedir. Pislenmiş bir çocuk veya güvercin namaz kılan kimsenin kucağına gelirse, çocuk kendî kendine oturabilmek şartiyle namaz câizdir, Çünkü pislik çocuğun üzerindedir.
Kendi kendine oturamayan memedeki çocuk bunun hilâfınadır. O namaz kılana izâfe edilir. Hilyesahibi bu hususta inceleme yapmış ve: Görünürde kendi kendine oturmanın bir te'siri yoktur. Zira pisliği, mânen namaz kılan kimse taşımaktadır. İddia edene beyanda bulunmak gerekir.» demiştir.
Ben derim ki: Bu söz kuvvetlidir. Lâkin bize nakledilen bunun hilâfıdır. Hazreti Enes (r.a.)'den güzel bir isnadla rivâyet olunduğuna göre «Ben Rasûlullah (s.a.v.)'ı Hasan sırtında olduğu halde namaz kılarken gördüm. Secdeye vardığı zaman onu indirirdi.» demiştir. Tabiî ki küçük çocuk âdeten pislikten hali kalmaz. Bu da nakledilen kavli te'yid eder.
METİN
Cürmlü kesif necasetle bir dirhem, bir miskâl yani yirmi kırattır. İnsan fışkısı gibi galîz necasetin sıvı olanında ise el ayasının içi genişliğinde olandır. Bundan maksad el parmaklarının bölümlerinin içidir. Kezâ insandan çıkan ve abdesti yahut guslü icab eden her şey galîz necasettir. Eti yenilmeyen hayvanın sidiği -velev henüz yemek yemeyen çocuktan olsun- galîz necasettir. Yarasanın sidiği ve tersi bundan müstesnadır çünkü temizdir. Korunma imkânı olmadığı için farenin sidiği de temizdir. Fetva buna göredir. Nitekim Tatarhâniyye'de beyan edilmiştir. Bahsimizin sonunda görüleceği vecihle eseri belli olmadıkça farenin tersi de zarar etmez, el-Eşbâh nâm kitabta: «Kedinin sidiği su kaplarından başkasında avf edilmiştir. Fetva buna göredir.» denilmiştir.
İZAH
Bir dirhem bir miskaldir ki, yirmi kırattan ibarattir. Sahih olan budur. « Bahr nam eserde beyan edildiğine göre bazıları Mu'teber olan, her zamanın kendi dirhemidir.»demişlerdir. Bahr sahibi buradaki dirhemin Zekât Bâbındaki dirhemden, başka olduğunu söylemiştir. Çünkü zekât bahsinde mu'teber olan dirhem her on dânesi yedi miskal ağırlığında olandır.
İmam Muhammed dirhemi muhtelif şekillerde tefsir etmiştir. Bazen avuç genişliğinde diye, bazen de miskal olarak tarifte bulunmuştur. Bu sebeble ulema ihtilâfa düşmüşlerdir. Hinduvânî bu iki tefsirin arasını musannıfın söylediği şekilde birleştirmiştir. Bunu birçok ulema kabul etmiş; Zeylaî ile Zâhidî de sahih bulmuşlardır. Fethü'l-Kadîr sahibi dahi kabul etmiştir. Zira imkân bulununca iki rivayetle birden amel etmek evlâdır. Meselenin tamamı Bahr ve Hilye nâm kitablardadır. Bunun muktazâsı şudur: Kesîf (koyu) necasetin bir dirhem kadarı elbiseye el ayasından fazla yayılırsa namaza mâni değildir. Nitekim bunu Seyyidi Abdülganî de ifade etmiştir.
Hidâye'de kan, cürmlü kesif necasetten sayılmıştır, Kâdıhan ise cürmü olmayan necasetlerden saymıştır. Hilye sahibi bunların arasını bularak Hidâye'nin sözünü koyu kana, Kâdihân'ın sözünü de berrak kana hamletmiş;«Menî de böyle olmak gerekir.» demiştir. Şu halde cürmlü necasetten murad: eseri değil, bizzat kendisi gözle görülen necasettir. Nitekim yukarıda geçmişti; ileride de gelecektir.
El ayasının içini şârih «el parmaklarının bölümlerinin içi.» diye tarif ediyor. Bu bâbta Molla Miskin şöyle demiştir: «Bunu bilmenin yolu eliyle su alıp eline yaymaktır. Elinde ne kadar su kalırsa el ayası mikdarı işte odur.»
Sonra bilmelisin ki İmam A'zam'a göre galiz necaset (koyu pislik) nassla bildirilip başka nasslaçürütülmeyen pisliktir. Başka bir nassla muaraza olunursa hafif necaset olur. Meselâ; eti yenilen hayvanın sidiği böyledir. Çünkü: «Sidikten korunun!» hadîsi onun pis olduğuna, Ureniyyîn hadisi ise temiz olduğuna delâlet eder. İmameyn'e göre müctehidlerin pis olup olmadığında ihtilâf ettikteri şey, hafif necasettir. Binaenaleyh İmam A'zam'a göre at ve eşek tersi galiz necasettir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ona riks demiştir. (Riks: necis demektir). Bu hadîse muarız başka bir hadîs de yoktur. İmameyn'e göre hafif necasettir zira umumî belva dolayısiyle İmam Mâlik onun temizliğine kâil olmuştur. Meselenin tam olarak tahkiki mufassal kitablardadır.
Şârihin: «Kezâ insandan çıkan ve abdesti yahut guslü icap eden her şey galiz necasettir.» sözüne yellenmek aykırı düşer. Çünkü yel temizdir. Bunu Tahtavî söylemiştir. Yani sahih kavle göre temizdir. Ama buna şöyle cevap verilebilir: Sözümüz galîz ve hafif necâset hususundadır. Yellenmek bunların hiçbiri değildir. Teemmül buyurulsun! Şöyle de denilebilir:
Sözümüz her necâset adını alan şey hakkında değil, galiz necâset hakkındadır.
TENBİH: Şafiî ulemasından biri Peygamber (s.a.v.) bevli ile sair ifrazatının temiz olduğunu doğrulamıştır. Ebu Hanîfe de buna kâildir. Nitekim Mevahib-i Ledünniye'de Buharî şerhi «Ayni» den naklen beyan edilmiştir. Bunu «Eşbâh» şerhinde Birî de açıklamıştır. Hâfız İbn Hacer: «Bu husustaki deliller birbirini takviye etmektedir. Müçtehid imamlar bunu Peygamber (s.a.v.)'in hasâisından saymışlardır.» diyor.
Henüz yemek yemeyen çocuğun sidiğin, mutlaka yıkamak lâzımdır. Tahtavî'nin beyânına göre İmam Şâfii sabînin sidiği üzerine su serpmekle yetinmiştir. Onun deliline verilen cevap mufassal kitaplardadır.
Yarasanın sidiği ve tersi hakkında «Bedâyî» ve diğer kitaplarda şöyle denilmektedir: «Yarasaların sidik ve tersleri pis değildir. Çünkü elbise ve kabları bunlardan korumaya imkân yoktur. Onlar çişlerini havada iken yaparlar. Yarasa uçan bir faredir. Onun için çiş yapar. Bu sözün muktezası, necaset hükmünün zaruretten dolayı sakıt olmasıdır. Bu açıklama «çünkü eti yenmez» denildiğine göre de uygundur. Nitekim «Zahire» sahibi onu bazı yerlere nisbet ederek yarasanın azı dişi olduğunu, yenilmediğine illet göstermiştir. «Hâniyye» sahibi dahi eti yenmediği için sidiğinin galîz necâset sayılmadığını söylemiştir. Lâkin bu söz götürür diyerek «Gâyetü'l-Beyan» sahibi itiraz etmiş ve «Azı dişi olan hayvanın yenilmesi ancak dişiyle avlandığı zaman nehyedilmiştir.» demiştir. Yani bu öyle değildir, demek istemiştir. «el-Mübtega» nam kitapta denildiğine göre ulemadan bazıları yarasanın yenileceğini, bazıları yenilemeyeceğini söylemişlerdir.
Şafiilerden Abbâdi yarasa yemenin helal olduğunu İmam Muhammed den nakletmiştir. Şu halde sidik ve tersinin temiz olduğuna işkâl kalmaz. Meselenin tamamı «Hilye»dedir.
Ben derim ki : Şârihin «temizdir» sözü buna göre geçerlidir. Yoksa «afv edilmiştir» demesi evlâ olurdu. Anla!
Şarih «farenin sidiği de temizdir » diyor. Mâlumun olsun ki, Hâniyyede de: «Kedinin ve farenin sidiği ve tersi rivâyetlerin en belirlisine göre pistir. Suyu ve elbiseyi pisler. Fare tersi buğdayla öğütülürde eseri görülmezse zaruretten dolayı afv edilir. «Hulâsa» nâm eserde. «Kedi bir kaba veya elbiseye bevl ederse pislenir. Farenin sidiği de öyledir.» denilmiştir.
Fakih Ebu Ca'fer'in ise«Kabı pislediğini, elbiseyi pislemediğini söylemiştir deniliyor. «Fethü'l-Kadîr» sahibi: «Bu güzeldir. Çünkü kapları örtmek adettir. Fare sidiği bir rivayette zararsızdır, Ama ulema onun pis olduğuna kânidir. Zira zarureti hafiftir Tersi böyle değildir. Buğday hakkında onda zaruret vardır.» demiştir.
Hâsılı zâhir rivâyete göre hepsi pistir. Lâkin elbise gibi mâyi olmayan şeyler de kedinin sidiği hakkında zaruret muhakkaktır. Elbise ve mayiIerde değil de, buğday gibi şeylerde farenin fışkısı da Öyledir. Farenin sidiğinde ise zarûret tahakkuk etmiş değildir. Ancak şârihin «Fetvâ buna göredir.» diyerek naklettiği rivâyete göre tahakkuk etmiştir. Lâkin «Tatarhâniyye»nin ibâresi şöyledir: Farenin sidiği ve fışkısı pistir. Sidiği afv edilmiştir diyenler de vardır. Fetva da buna göredir.
«Hüccet» nam kitapta: «Sahih kavil pis olmasıdır» denilmiştir. Fetva lafzı sahihden daha kuvvetli olsa da buradaki ikinci kavil zahir rivâyet olmakla kuvvet bulmuştur. Anla!
Lâkin Kuyu bahsinde geçmişti ki, esah kavle göre fare sidiği ve fışkısı kuyuyu pislemez. Buna da şöyle cevap verilebilir: Kuyuda zaruret tahakkuk etmiştir; fakat kaplar böyle değildir. Zira yukarıda geçtiği vecihle kaplar örtülür. Tedebbür eyle!
METİN
Sair hayvanlardan akıtılan kan da galiz necâsettir. Bundan üzerinde bulunduğu müddetçe şehîdin kanı ile zaif hayvanın etinde ve damarlarında kalan kan, karaciğer, dalak, kalp, akmamış kan, balık kanı, bit, pire ve tahtakurusu kanı müstesnadır.
«Sirac» ta küttân da ziyâde edilmiştir. Kamûs'ta beyân edildiği gibi küttân, rumman vezninde ısırıcı kırmızı bir hayvancıktır. Bu suretle müstesnâların sayısı on iki olur. Şarap dahi galîz necâsettir. Sair içkiler hakkında galiz necasettir; hafif necâsettir; temizdir şeklinde rivayetler vardır. «Bahr» sahibi birinci rivâyeti; «Nehir» sahibi ikinciyi tercih etmişlerdir,
İZAH
Şehîdin kanı akıtılmış bile olsa temizdir. Nitekim şârihin sözü bunu iktiza ettiği gibi «Bahri» sahibinin sözü de bunu iktiza etmektedir. Namaz kılan bir kimse şehidi sırtında bulundursa namazı câiz olur. Ancak kanı bulaşırsa olmaz. Çünkü kan, temiz olduğuna hükmedilen yerden ayrılmıştır. Bunu Hamevî söylemiştir. Benzeri hilyede de mevcuttur. Şârihin: «Hayvanın etinde ve damarında kalan kan ilah...» sözü bu kanlar aksa bile temizdir vehmini uyandırmaktadır. Halbuki maksat bu değildir. Nitekim «Bahr» sahibinin bu babtaki ifâdesi açıktır. Bunu Halebi de ifâde etmiştir. Bezzâziyesinde şöyle denilmiştir: «Kezâ hayvan kesildikten sonra damarlarında kalan kan da temizdir. İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre bu kan çok olursa elbiseyi pisler. Ama zaruretten dolayı yahut delil bulunduğu İçin tencereyi pislemez. Zira Âişe (r.a.)'nin çömleğinde gırtlak kanının sanlığı görülürmüş. Karaciğerden çıkan kan başka ciğerdense pistir. Eldeki ciğerdense temizdir.
Kezâ arık hayvandan keserken çıkan kan o hayvandan ise temiz, başka hayvandan ise temizdeğildir. Mutlak etten çıkan kanla kalbden çıkan kanın hükmü de böyledir. Kaadi şöyle diyor:
«Karaciğer ile dalak yıkanmadan temizdirler. Hatta bunlarla mestin üzerini boyayarak namaz kılsa caiz olur».
Balık kanı hakikatte kan değildir. Çünkü kuruduğu zaman beyazlaşır. Kan ise kuruduğunda siyahlaşır. «Bahr» sahibinin beyanına göre balık kanı tabiri büyük balığa da şâmildir. Ondan bir şey akarsa zâhir rivâyete göre temizdir. Bit, pire ve tahtakurusu kanı çok bile olsa pis değildir. Bunu «Bahr» ve «Münye» sahipleri söylemişlerdir. Bu sözde Şâfiilerden birine târiz vardır. O bu hayvanların kanı çok olursa afv edilmez demiştir. Yine bu söz bedene ve elbiseye bulaşana. kasten veya kasıtsız bulaşana şâmildir. Bunu «Hilye» sahibi kaydetmiştir. Şu halde bir kimse elbisesinde bit öldürürse afv edilir. Meselenin tamamı «Hilye» dedir. Biti zeytinyağı gibi bir şeyin içine atsa onu pislemez. Çünkü temizlik bahsinde geçtiği vecihle akar kanı olmayan bir hayvanın kop içinde ölmesi onu pislemez.
Şarabı umumiyetle Metinler kitabımızdaki gibi yazmışlardır. Kuhistânî'de, «Fetevâ-i Dinârînden naklen şöyle denilmiştir: «İmam Haherzâde şarap az da olsa namaza mânidir. Sair necâsetler böyle değildir; demiştir».
Sâir içkilerden murad. sarhoş eden içkilerdir. Velev ki İmam Muhammed'in Müftâbih kavline göre şıra olsun. Bunu tahtavi söylemiştir.
«Nehir» sahibi ikinci kavli, yani sair içkilerin hafif necâset olduğunu tercih etmiş; buna «Münyendeki şu sözleri delil getirmiştir: «Bir kimse elbisesinde az miktarda hurma şarabı veya kaynak şıradan yapılmış münessaf adı verilen üzüm şarabı bulunduğu halde namaz kılsa esah kavle göre caizdir.» Halebi: «Bu söz hafif necaset oldukları hususunda nâssdır ve hak budur. Zira bunda mezhebin mensus olan fer'i bir meselesine dönüş vardır, «Bahr» sahibinin tercihi ise kendi tedkîkidir» diyor.
Ben derim ki: Lâkin Kuhistânî'de şu ibâre vardır: «Şaraptan, maada haram içkilere gelince: Bunlar zâhir rivâyete göre galiz necâset, İmameyn'in kavline kıyasen hafif necasettir. Bu gösteriyor ki, hafif necaset olmaları İmameyn'in kavline göredir. Yani müctehid imamların ihtilâfı sabit olduğu içindir. Zira hurma şarabı iIe kaynayarak yarıya inen ve münessaf adı verilen üzüm şarabı İmam Evzâi'ye göre helâldir. Bana bu üç rivâyetin arası şöyle bulunacak gibi geliyor:
Galiz necâsettir rivâyeti İmam A'zam'ın kavlidir. Hafif necâsettir kavli imamenindir. Temizdir rivâyeti ise mubah olan içkilere mahsustur. Ama bütün içkilerin galîz necâset olmasını tercih gerekir.
«Gurerü'l-Efkâr» nâm kitabın İçkiler Bahsindekİ şu sözü buna delildir: «İmam Muhammed'le ona muvafakat edenlere göre bu içkiler, hükümlerde hiç bir fark olmaksızın şarap gibidirler. Zamanımızda bununla fetva verilir». «Hiç bir fark olmaksızın» sözü bu içkilerin galîz necâset olmasını iktiza eder. Tedebbür eyle!
METİN
Havada terslenmeyen ehli kaz ve tavuk gibi kuşların fışkısıda, galiz necasettir. Havada tersleyenkuşlardan eti yenenlerin fışkısı temiz; yenmeyenlerin fışkısı ise hafif necasettir. At, eşek ve katır fışkıları ile sığır ve keçi, koyun fışkıları dahi galîz necâsettir. Musannıf bu iki cins hayvan fışkısı ile kuşlardan maada bütün hayvanların terslerini kasdetmiştir. İmameyn bunların hafif necâset saymışlardır.
«Şürunbulâliyye»de: «İmameyn'in kavli daha zahirdir.» denilmektedir. İmam Muhammed son ömründe bunları temiz kabul! etmişlerdir. İmam Malik'in kavli de budur. Bir kimsenin üzerine hem galiz hem hafif necâset bulaşırsa ihtiyaten hafif necaset galîza tâbi tutulur. Nitekim Zâhiriyye'de de necâset kelimesini nerede mutlak zikrederlerse bunun zâhir mânâsı galîz necâsettir. Yenilen hayvanın sidiği gibi hafif necâsetten bütün bedenin ve büyük bile olsa elbisenin dörtte birinden azı afv olunmuştur. Muhtar kavil budur. Bunu Halebî söylemiştir.
«Nehir» sahibi ise bunu el ve yen gibi pislik bulaşan yerin dörtte biri ile takdir suretiyle tercih etmiştir. Velev ki «Hakâik» nâm eserde: «Fetva buna göredir.» denilmiş olsun.
İZAH
«Bezzâziye» den naklen «Bahr»da bildirildiğine göre havada uçup da insanlar arasında yaşamayan kuşlar güvercin hükmündedir. Bunlar güvercin hükmünde saymak Kerhî'nin rivâyetine uygundur. Nitekim gelecektir. Güvercin ve serçe gibi eti yenilen kuşların tersi temizdir. Bazıları «Az olursa umumî belvadan dolayı afv edilir.» demişlerse de birinci kavil daha makuldur. «Hilye»de bildirildiğine göre Bedayi ve «Hâniyyeden anlaşılan da budur. Atmaca, doğan ve çaylak gibi eti yenmeyen kuşların tersi İmam A'zam'a göre hafif, İmameyn'e göre galîz necasettir. Bunu Hinduvanî rivâyet etmiştir. Kerhi'nin rivâyetine göre ise Şeyhayn temiz. İmam Muhammed galîz necâset olduğunu söylemişlerdir. Tamamı «Bahr» dadır. Kitabımızda da gelecektir.
Şârih «Kuşlardan maada bütün hayvanların ilah...» sözü ile at ve sığır gibi yenilen ve eşek gibi yenilmeyen hayvanların fışkılarını kasdetmiştir. Yoksa insanla yırtıcı hayvanların fışkısı bilittifak galîz necâsettir. Nitekim «Fethü'l-Kadîr», «Bahr» ve diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Anla!
«Şürunbulâliyye»de,«İmameyn'in kavli daha zâhirdir.» denilmiş ve bu söz «Mevâhibü'r-Rahman» adlı esere nisbet edilmişse de Allâme Kâsım'ın «Nüket» nâm eserinde «İmam A'zam'ın galîz necâsettir sözünü Mebsût ve diğer kitablar tercih etmişlerdir.» denilmektedir. Onun için metin sahipleri bu kavle göre hareket etmişlerdir. İmam Muhammed son ömründe Halife ile beraber Rey şehrine gidince yolların ve dükkanların hayvan pislikleriyle dolu olduğunu görerek bu umumi belvadan dolayı onların temiziliğine hüküm vermiştir.
Ulema Buhara'nın çamurunu da onun sözüne kıyas etmişlerdir. Bunu «Fethü'l-Kadîr» kaydetmiştir. Şârih, İmam Mâlik'in kavli de budur.» diyorsa da buna şöyle itiraz edilebilir: «İmam Mâlik yalnız eti yenilen hayvanın sidiği ve fışkısı temizdir, demiştir. Eşeğin tersi temizdir dememiştir.» Bunu Tahtavî söylemiştir. «Bahr»da bildirildiğine göre Zâhiriyye'nin ibâresi şudur: «Bir kimsenin üzerine koyun ve insan bevli bulaşırsa hafif necaset galîz necâsete tabi tutulur.» Bu ibarenin zâhirine göre hafif necaset galizden çok bile olsa yine ona tabidir. Bunu Tahtavî söylemiştir.
Ben derim ki : Lâkin « Kuhistânî » de şöyle denilmiştir: «Dağınık necasetler toplanır ve hafif necaset galîzin yarısı kadar veya daha azsa ona tâbi tutularak o da galiz necâset sayılır. Nitekim «Münye»de de böyle denilmiştir» Bunun bir benzeride, «Kınye»dedir. Orada: «Hafif necasetin yarısı ile galiz necasetin yarısı toplanırlar.» denilmektedir. Denilebilir ki Kuhistânî'deki sözün mânâsı, hafif necasetle galîz necaset karışırsa hafif galîza tutulur ve bir dirhemden fazla olursa namaza manidir demektir. Nitekim galiz necaset temiz su ile karışırsa hüküm budur.
«Kınye» deki sözün mânası ise, iki necâset ayrı ayrı yerlerde bulunur da her biri yalnız başına namaza mânî olacak miktara varmazsa galiz necaset daha fazla veya hafif necasete müsavi olmak şartiyle tercih edilir. Demektir. İki necasetin mecmuu bir dirhemden fazla olursa namaza mânidir. Hafif necaset daha fazla olursa o tercih edilir. İkisinin mecmuu elbisenin dörtte birini kaplarsa namaza mani olur.
Hasılı iki necaset karışırsa mutlak surette galiz olan tercih edilir. Aksi takdirde müsavi otururlar veya galiz nacaset daha fazla ise hüküm yine böyledir. Bunun aksi olursa hafif necaset tercih edilir. Bu yazıyı ganimet bil!
Necâsetin mutlak zikredildiği yerlere misâl: Pis artıklara kesilmiş bile olsa Yılan derisine ulemanın mutlak olarak «necis»demeleridir. Zira yılan derisi debagata tahammül etmez. Bunu «Bahr» kaydetmiştir.
Pislenme hususunda mest gibi şeyler dahi elbise hükmündedir, Mestin de dörtte biri muteberdir. Yani konçlarından aşağı olan kısmının dörtte biri itibara alınır. Üst kısmına bakılmaz; çünkü o kısım mestin üzerine ziyade sayılır. Bunu «Hâniyye» kaydetmiştir.
Malumun olsun ki, ulema dörtte birini nasıl itibar edileceğinde İhtilaf etmişlerdir. Bu hususta üç kavil vardır:
1 - Bazıların elbise de etek, yen ve yaka gibi pislik bulaşan kısımların dörtte bir itibara alınacağını, bedenden de el ayak gibi uzuvların dörtte biri hesap edileceğini söylemişlerdir. «Tuhfe»,«Muhit» «Mücteba» ve «Sirâc»ta bu kavil sahih kabul edilmiş. Hakaik'ta: «fetva buna göredir» denilmiştir.
2 - Bir takımları bütün elbisenin ve bütün bedenin dörtte biri nazarı itibara alınacağını bildirmişlerdir. «Mebsût» sahibi bu kavli sahih bulmuşlar. Şârihin söylediği kavil budur.
3 - Bazıları da içine namaz caiz olarak en basit mesele peştemal gibi bir elbisenin dörtte biri itibar edilir, demişlerdir.
Ektâ: «Bu hususta rivâyet edilen en sahih kavil budur.» demişler. Lâkin bu söz yalnız elbiseye mahsustur. Gördüğün gibi sahih kabul edilmiş muhtelif kaviller ortaya çıkmıştır. Ama birinci kavil tercih edilmiştir. Zira fetva ona göredir. «Fethü'l-Kadir» sahibi son iki kavlin arasını bularak Maksat üzerinde bulunan elbisenin ister bütün bedeni örtsün ister namaz câiz olacak en basit elbise olsun dörtte biri itibara alınır.» demiştir ki, bu söz cidden güzeldir. O birinci kavli hiç nakletmemiştir. Bunu «Bahr» kaydetmiştir. «Nehr» sahibi birinci kavli tercih etmiştir. Delili «Kenz» sözü ile «Mebsut» sahibinin bu kavli sahih kabul etmesidir. Bir de namaza mâni teşkil eden pislik pek çokolandır. Şüphesiz ki bulaşan yerin dörtte biri pek çok olmak şöyle dursun çok bile değildir.
Ben derim ki: «Mebsut» sahibinin kabul etmesi başkalarının kabulüne aykırıdır.
Pek çoktan murad; bulaşan yara nisbetle çok olandır. Binaenaleyh elbisenin dörtle biri elbiseye nisbetle çok olduğu gibi etek ve yen gibi şeylerin dörtle biri de etek ve yene nisbetle çoktur. Kezâ içinde namaz câiz olacak en basit elbisenin dörtte biri de o elbiseye nisbele çoktur. Nitekim bunu «Fethü'l-Kadîr» sahibi açıklamıştır.
Şârihin: «Velev ki «Hakaik»ta fetva buna göredir denilmiş olsun.» ifâdesi söz götürür. Çünkü fetva sözü esah ve benzerlerinden daha kuvvetlidir. Bunu «Minah» sahibi söylemiştir. Bunun ifâde ettiği mânâ bulaşan yerin dörtte biri itibara alınır diyen kavli tercih etmektir. Bahr'dan yukarıda naklettiğimizin İfadesi de budur. Lâkin Hayreddin Remlî buna itiraz ederek: «Bu kavil kalaylığı değil, zorluğu tercihe yol açar; zira bazen bulaşan yerin dörtte biri dirhem miktarı olmayabilir. Bu takdirde o miktar hafif necasette namaza mani saymak gelir. Halbuki bu miktar galîz necâsette bile afv edilmiştir. Çünkü bedenin pistir bulaşan yeri parmak uçları olsa «bulaşan yerin dörtte biri nazarı itibâra alınır.» diyen kavle göre bunların dörtte biri pislenirse namaza mani olmak lâzım gelir.» demiştir. Ama bu da söz götürür. Çünkü ulemanın «el ve ayak gibi» demeleri bütün elin ve bütün ayağın tam birer uzuv itibar edilmesini gerektirir. Şu halde onun söyledikleri lâzım gelmez. Düşün!
METİN
At da yenilen hayvanlardandır. İmam Muhammed yenilen hayvanın sidiğini temiz kabul etmiştir. Yırtıcı otsun olmasın eti yenilmeyen kuşların tersi de hafif necasettir. Temiz olduğunu söyleyenler de vardır; hem sahih kabul edilmiştir. Sonra necasetin hafifliği ancak sudan başka şeylerde belli olur. Bellenmelidir!
Balığın kanı, katır ve eşeğin salyası afv edilmiştir. Mezhebe göre bunlar temizdir. İğne uçları gibi sıçrayan sidik de afv olunmuştur. İğnenin öbür ucu kadar sıçraması da öyledir. Velev ki su isabet edince çoğalmış olsun. Çünkü ortada zaruret vardır. Lâkın az suya sıçrarsa esah kavle göre onu pisler. Zira suyun temizliği daha kuvvetlidir. Bunu Cevhere kaydetmiştir. «Kinye» de beyan edildiğine göre sıçrayan damlacıklar birleşir yayılarak dirhem miktarından fazla olursa yayılan pis yağ gibi sayılmaları icap eder.
İZAH
Şârihin: «At da yenilen hayvanlardandır,» diyerek tenbihte bulunması: İmam A'zam'a göre yenilmediği için sidiğinin galîz necaset olduğu sanılmasın diyedir. Çünkü İmam A'zam'ın at etini mekruh görmesi necis olduğu için değil, bu hayvan cihâd âleti olduğu içindir. Buna delil artığının bilittifak temiz olmasıdır. Nitekim «Bahr» da da böyle denilmiştir. Atın yenilmesi keraheti tahrimiyye ile mi mekruhtur, yoksa kerahet-i tenzihiyye ile mi? meselesinde sahih kaviller muhteliftir.
Eti yenilmeyen kuşların tersini temiz sayanların kavlini sahih kabul edenler «Mebsût» sahibi ve başkalarıdır. Yukarıda geçtiği vecihle bunu Kerhî rivayet etmiştir. Hinduvanî ise pis olduğunurivâyet etmiş; bu rivâyeti de Zeylaî ve başkaları sahih bulmuşlardır. «Bahr» sahibi şöyle diyor: «Evlâ olan Hinduvanî'nin rivayetine itimat etmektir. Çünkü metinlere uygundur. Onun için de «Hilye» sahibi, bu daha güzeldir demiştir».
Necasetin hafifliği, ancak sudan başka şeylerde belli olur. «Kâfî» de yalnız elbisede belli olur, denilmekle İktifa edilmiş; «Bahr» sahibi ise, «Beden de elbise gibidir.» demiştir. Kitabımızın şârihi bundan dolayı umumî söylemiştir. Lâkin «Kâfi» sahibinin sözünden anlaşılıyor ki buradaki ihtiraz hassaten sudan değil, bütün mâyilerdendir. Hasılı, bir mâyi'e her namaz hafif veya galîz necaset düşerse az bile olsa onu pisler. Bu hususta dörtte bir yahut dirhem miktarı nazarı itibara alınmaz. Evet, bu mayi bir elbiseye veya bedene bulaşırsa necasetin hafifliği meydana çıkar ve dörtte biri itibara alınır. Bunu Rahmetî de söylemiştir. Halebî, bundan kuyuya nisbetle eti yenilmeyen kuşların tersini istisna etmiştir. Yenmeyen kuşun tersi kuyuyu pislemez. Çünkü kuyu bahsinde gördüğümüz vecihle bundan korunmaya imkân yoktur.
Şârihin balık kanı, katır ve eşek salyası hakkında, «Mezhebe göre bunlar temizdir.» demesi musannıfın sözünden pis oldukları anlaşıldığı içindir. Delili şudur: İmam Ebû Yusuf'tan rivayet edildiğine göre büyük balığın kanı galîz necasettir. Eşek ve katırın artığı ise hafif necasettir. Nitekim şârih bunu «Hazâin»in derkenarında da anlatmıştır. Mezhebimize göre ise balığın kanı temizdir. Çünkü o yalnız sureten kandır; hakikatta kan değildir. Eşekle katırın artıkları ise kat'i olarak temizdir. Şüphe bunların temizleyici olup olmamasındadır. Binaenaleyh salyaları temizdir.
«Bahr» nam kitapta bildirildiğine göre sıçrayan bevl kendinin ve başkasının sidiğine şamildir. Kasabın elbisesine sıçrayan kon da sidik gibidir. Bunu, Hâvî'l-Kudsi'den naklen «Hifye» sahibi söylemiştir. Kasapla kayıtlanmasından anlaşıldığına göre başkasının elbisesine sıçrarsa avf edilmeyecektir. Çünkü burada illet zarurettir. Kasap olmayan kimse için zaruret yoktur. Bunu «Bahr» sahibinin yukarıda gecen, «Kendinin ve, başkasını sidiğine şâmildir.» sözü ile birlikte teemmül et!
«İğne uçları gibi» tâbiri çuvaldızdan ihtiraz içindir, Nitekim «Münye» şarihi ile Fethü'l-Kadir'de de böyle denilmiştir. «İğnenin öbür ucu kadar sıçraması da öyledir.» meselesinde Ebû Ca'fer Hinduvâni muhaliftir. Ona göre öbür ucu kadar sıçrarsa namaza mânidir. Ondan maada bütün ulema iğnenin her iki ucu kadar sıçrayan sidiğin İtibara alınmayacağını söylemişlerdir. «Kafi» sahibi de bunu tercih etmiştir. «Tilbe»den naklen Kuhistâni'nin beyânına göre iğne ucu tâbiri azlığını anlatmak içindir. Lâkin yine aynı eserde «Kirmânî»'den naklen şöyle denilmiştir:
«Bu, elbisenin üzerinde sidik görünmediğine göredir. Görülürse toplandığında dirhem miktarından fazla olduğu takdirde yıkaması icap eder. Buna «Münye» şerhinde dahi tenbih edilerek: «Gözle görülemeyecek kadar diye kayıtlamaya Mualla «Nevâdir» nam eserinde Ebû Yusuf'tan nakletmiştir. İmamlardan biri bir kaydı açıklar da başkaları tarafından aksi iddia edilmezse o kayıt itibara alınmak icap eder. Bahusus ihtiyat gereken yerde olur da korunmasında güçlük bulunmazsa mutlaka nazarı itibara alınmalıdır. Sinek izi gibi görünmeyen şeyler bunun hilâfınadır. Çünkü bunlardan korunmakta aşikâr güçlük vardır. denilmiştir.
Ben derim ki: Benim anladığıma göre bu kayıtlama Hinduvani'nin sözüne uygundur. Başkaları onda muhalif açıklamada bulunduklarını biliyorsun. Çünkü iğnenin öbür ucu kadar gözle görülür. Sonra «Hilye»de gördüm ki, «Gayetü'l-Beyandaki iğne ucu» kaydı, çuvaldız ucundan ihtiraz içinmiş. Hinduvân den nakledilenle bu daha makûldür. İhtimat «Nevadir»deki rivayetten murad da budur. Benim anladığım aynen budur. Hamd Allah'a mahsustur.
Hâsılı, bil meselede iki kavil vardır ve ikisi de İmam Muhammed'in «İğne ucu gibi tâbirinden neyi kaydettiği hususundaki ihtilâfa dayanmaktadır. Birinci kavle göre «İğne ucu gibi» tâbiri ihtirazi bir kayıttır. Onunla iğnenin öbür ucu ile çuvaldız ucundan ihtiraz etmiştir.
«Muallâ»nın Ebu Yûsuf'tan rivayet etliği «gözle görülmezse kaydı bunu te'yit eder. İkinci kavle göre mezkûr tâbir ihtirazî kayıt değildir. O, azlığı göstermek için yapılmış bir temsilden ibarettir, Binaenaleyh sıçrayan sidik iğnenin sivri ucu kadar olsun, delikli ucu kadar olsun afv edilir. Çuvaldız ucu kadar olması da böyledir. Kâfî'nin ikinci kavli tercih ettiğini gördük. Lâkin metin ve şerhlerin zâhirlerinden anlaşılan birinci kavli tercih ettikleridir. Çünkü illet zarurettir. Bu, sineğin ayaklarındaki pislikten meydana gelen umumî belvâya kıyas edilmiştir. Zira sinek pislik üzerine konar; biraz sonra elbiseye gelir. «Nihâye»de şöyle deniliyor:
Bundan korunulamaz. Helâya girmek için herkesin ayrı elbise hazırlaması da hoş karşılanamaz. Rivâyete göre Muhammed bin Ali Zeynel Âbidîn helâya gitmek için bir elbise yaptırmaya özenmiş de sonra vazgeçmiş ve buna benden daha hayırlısı: - yani Rasulüllah (s.a.v.) İle Hulefâ-i Râşidîn - özenmedi» demiştir. Şöyle de denilebilir:
Metin sahiplerinin «iğne ucu gibi» tâbirini kullanması İmam Muhammed'in ifâdesine tabi olmak içindir. Yoksa iğnenin Öbür ucundan ihtiraz için değildir. Onun içindir ki, Hinduvâni'den başkası onu ihtiraz mânâsına almamıştır. Diğer ulema güçlüğü gidermeyi illet göstererek ona muhalefet etmişlerdir. Bunda güçlük bulunduğunda şüphe yoktur. Bu sebeple «Kafi» sahibi ekser ulemaya uyarak bu kavli tercih etmiştir. «Mevâhibu'r-Rahman» adlı eserin metninde: iğne ucu gibi sidik sıçrayanları afv edilmiştir. Eseri görüldüğü takdirde İmam Ebu Yûsuf'un onu itibara aldığı söylenir.» deniliyor.
«Söylenir» demekle «Görülen damlacıklar nazarı itibara alınır.» sözünün zaif bir kavil olduğuna işaret edilmiştir. Yukarda geçen «Muallâ» rivayeti budur. Bu söylediklerimizden anlaşılır ki, hilâf eseri görülen sidik hakkındadır. Bundan murad gözle görülendir. Ve bu babta en makbul kavil bunun afv edilmesi, nazarı itibara alınmamasıdır. Nitekim şarih de öyle yapmıştır. Yine anlaşılıyor ki, iğne ucu gibi tâbirinden murad. İğnenin öbür ucu kadar. Ondan daha büyük değil demektir. Yine anlaşılıyor ki, gözle görülemeyen damlacıklar iğne ucu ve sinek ayağı kadar olanlardır. Zira bunları mutedil bir göz çok yaklaşmadıkça göremez. Halbuki sıçrayan sidiğin rengi elbisenin rengine de uymaz. Aksi takdirde bazen hiç de görülmez. Gözle görülüp görülmeyeceğinde şüphe edildiği zaman bilittifak afve dahil sayılması icap eder. Çünkü asıl olan elbisenin temizliğidir. Şüphe onupisleyen şey hakkındadır. Burada benim anlayabildiğim budur. AIIah'u A'lem.
«Lâkin az suya sıçrarsa esah kavle göre onu pisler.» Bu hususta «Hilye» de şöyle denilmiştir: «Sonra üzerine iğne uçları gibi sidik sıçrayan bu elbise az suyun içine düşerse su pislenir mi pislenmez mi? «Hulâsa» da Ebû Ca'fer'den naklen, pislenir diyen olabildiği gibi pislenmez diyen de olabilir; deniliyor. Bu mesele istinca meselesinin bir fer'idir. Yani bir kimse sudan başka bir şeyle taharetlenir de sonra taharet yeri ıslanır ve elbisesine yahut bedenine bulaşırsa muhtar kavle göre dirhem miktarından fazla olduğu takdirde pislenir. Bundan sonra «Hilye»de «Kifâye» den naklen bu babtaki sözün eseri görülen sidiğe ait olduğu bildirilmiş ve «bu söz yerindedir» denilmiştir. Yukarıda arzettiklerimiz de buna delâlet eder.
Demiştik ki, «Ekser ulema iğnenin her iki ucu kadar sıçrayan sidik damlacıklarının nazarı itibara alınmayacağını tercih etmişlerdir. Buna Hinduvâni muhalefet etmiştir». «Hulasâ»nın yukarıda geçen sözü açık değildir. O: «Muhtar olan şudur ki dirhem miktarından fazla ise pisler.» demişti. Çünkü; az suyu necâsetin azı da çoğu da pisler. Dirhem miktarından az olan necâsetle pislenmezse çok olanla da pislenmez.
Sonra malumun olsun ki, sidiğin doğrudan doğruya suya sıçraması bu elbisenin suya düşmesi gibidir. Nitekim «Sirâc» ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Şu da var ki, Kuhistâni'de Timurtâşî'den naklen: «Sidiğin elbisede gözle görülmek suretiyle eseri belli olur yahut suda ayrılmak veya hareket etmek suretiyle anlaşılırsa Ona itibar yoktur. Şeyhayn'dan bir rivayete göre ise muteberdir,» denilmiştir. Bundan şu anlaşılır: Elbise'de veya suda eseri belli olan damlacıklara itibar yoktur. Bu da yukarıda arzettiklerimizi te'yid eder. Anla!
Şârihin: «Bunu «Cevhere» kaydetmiştir.» dediği sözü Kuhistânî de kaydetmiştir. Yukarıda onu biz de.«Feyz»den naklen arz etmiştik. Musannıf Kuyu babında «Dürer»sahibine uyarak buna muhalif hareket etmiştir. Anla!
Evet, Kuhistâni'nin az evvef Timurtâşî'den naklettiği söz bunu te'yid eder. Allahu a'lem.
Sıçrayan sidik damlacıktan birleşir de yayılarak dirhem mikdarından fazla olursa yayılan pis yağ gibi sayılmaları icap eder. Yani namaza mânidirler. Bunlara yağ hükmü verilmesi ikisi de evvelâ namaza mânî değil iken sonradan dirhem miktarını aşarak mâni teşkil ettikleri içindir. Lâkin aralarında fark yapılabilir: «İğne uçları gibi sıçrayan sidik zaruretten dolayı yokmuş gibi farzedilmiştir. Ulema onda dirhem miktarını nazarı itibara almamışlardır. Buna delil «Bahr»daki şu sözdür: Bu zaruretten dolayı afv edilmiştir. Velev ki elbiseyi kaplasın.» denilebilir.
Malûmdur ki, elbiseyi doldurup kaplayan bir şey dirhem miktarından fazla olur.
Şârihin: «Su isabet ederek çoğalsa bile... » sözü de böyledir. Çünkü sidiğin su isabet edip çoğalması ile damlacıkları birbirine bitişerek çoğalması arasında fark yoktur. Bunun bir örneği de bedenden çıkan, fakat kendisinde akacak kuvvet olmayan şeydir. Bu da itibardan sâkıttır. Velev ki çok olsun ve elbiseyi kaplasın. «Hilye» sahibi aynen bu söylediklerimizi açıklamış ve, «Necâsetin çok olmayan miktarından nazarı itibara alınmayanı vardır. Böylesi hiç bir surette toplanmaz. El-Havî'l-Kudsi'nin şu sözü buna göre söylenmiştir: İğne uçları gibi sıçrayan sidik damlacıkları ve buna benzer kasabın elbisesine sıçrayan kan, abdesti bozmayan yora veya kusmuk ıslaklığı gibi şeyler afv edilmiştir. Velev ki çok olsun, Kezâ «Muhit»teki şu söz buna göre söylenmiştir; Sidik sıçrayan bu yere su isabet etse pislemez.» demiştir.
Evet, yukarıda geçtiği vecihle sıçrayan sidik damlacıktan iğnenin kalın ucundan daha büyük olmak suretiyle gözle görülürse bir araya toplanır ve namaza mâni olur. Velev ki dağınık yerlerde olsun. Nitekim yukarıda Kuhistâni'den, onun da Kirmânî'den naklen arz ettiğimiz sözlerden de anlaşılmıştır. Yine «Kuhistâni» de bildirildiğine göre gözle görülecek kadar necâset sarık. gömlek ve don gibi elbiseye bulaşırsa toplandığı takdirde dirhem miktarından fazla olacaksa namaza mânidir. Lâkin yukarıda belirttiğimiz gibi toplanan ve namaza mâni olan miktarın iğne uçları kadar olduğu hususunda «Kinye»nin sözü açıktır. Binaenaleyh kendisine bildiğin itiraz varid olur ve böyle olan her şey itibardan sâkıttır denilir. Bu te'vil ona fayda vermez. Anla! Ve bu yazdığımızı ganimet bil!
METİN
Caddenin çamuru, pis şeyin buharı, hayvan fışkısının tozu, köpeklerin gezdiği yer ve damladığı yerler kapla belli olmayan kir suyun sıçraması afv edilmiştir.
İZAH
Tahtavî'nin beyanına göre caddeden murad yoldur. «el-Feyz» nam eserde şöyle deniliyor: «Caddelerin çamuru afv edilmiştir. Velev ki elbiseyi kaplasın; velev ki insan fışkılariyle karışık olsun. Bu çamurla namaz câizdir. Çünkü zaruret vardır». Evvelce arz etmiştik ki bunu ulema İmam Muhammed'in son ömründe at ve sığır fışkıları için temiz hükmü vermesine kıyas etmişlerdir. Bunun muktezâsı bu çamurun temiz olmasıdır. Lâkin İmam Hulvanî bunu kabul etmemiştir. Nitekim «Hulâsa» da da böyledir.
«Hilye» sahibi diyor ki: «Yani Hulvanî temiz olduğunu kabul etmemiştir. Bu söz yerindedir. Hatta en mâkulü çamur pek çok olursa namaza mânidir demektir. Bundan yalnız mübtela olanlar, yani memleketimiz olan Şam beldelerinde çamurlu günlerde işlerine gidip gelenler müstesnâdır. Çünkü yolları ekseriyetle pislikten hâlı değildir. Korunmak da güçtür. Caddenin bu halinde oradan asla geçmeyen kimse hakkında ise çamur afv edilmiş değildir. Hatta böyle birisi çamurlu elbisesiyle namaz kılamaz.»
Ben derim ki: Afv pisliğin eseri görülmemekte kayıtlıdır. Nitekim bunu «Fetih» sahibi «Tecnisten» nakletmiştir. Kuhistânî dahi bu sahihtir demiştir. Lâkin Kinye de iki kavil rivayet olunmuş ve ikisi de makbul görülmüştür. Ebû Nasr Debbusî'den nakledildiğine göre necasetin aynını görürse elbise temizdir. Debbusî rivayet yönünden bunun sahih olduğunu, nassa da yakın bulunduğunu söylemiş; sonra başkalarından naklederek: «Necaset daha çoksa câiz değil, çamur fazla ise temizdir, demiştir. Daha sonra bunun insaflıya göre güzel, inatcıya göre güzel olmadığını bildirmiştir.
İkinci kavil, «Su ila toprak karışırsa birisi pis olduğu takdirde itibar farla olanadır.» diyenlerin sözüne istinat etmektedir. Burada daha başka kaviller de vardır. Bunlar fer'i meselelerdegelecektir.
Hâsılı: Afv, zaruretten ve korunma imkanı bulunmadığından ileri gelirse afva kail olmak gerekir. Velev ki pislik sudan fazla olsun. Elverir ki üzerine bulaştığı takdirde kasden bakmadıkça aynı görünmesin, kimse de işine gidip gelenlerden olsun. Aksi halde zaruret yoktur.
Pisliği fazla olan sokaklara serpilen sudan ayakları ıslanan kimse hakkında «Kinye» sahibi de iki kavil nakletmiş; sonra «Bir kimsenin elbisesine sokağın veya yolun çamuru bulaşır da sonra bu elbise suya düşerse su pislenir» şeklinde rivâyette bulunmuştur.
Pis bir şeyin buharı hakkında «Fetih»te şöyle denilmiştir: «Rüzgâr insan fışkıları getirir de elbiseye isabet ederse kokusu duyulduğu takdirde pislenir». Fakat «Hilye»de sahih kavle göre pislenmediği nakledilmiştir. Elbiseye isabet eden pis buharlar bazılarına göre onu pisler: bazılarına göre pislenmez. Sahih olan da budur. «Hilye»de beyan edildiğine göre bir kimse su ile taharetlendikten sonra yellenirse ulemanın ekserisine göre pislenir. Esah kavil budur. Keza donu ıslaksa o dahi pislenir.«Hâniyye»de beyan edildiğine göre çatıdan akan su kıyasen pis, istihsanen temizdir. Sureti şudur:
Bir evde insan pisliği yakılır da kattan akan su bir İnsanın elbisesine isabet ederse, necasetin eseri görülmedikçe istihsanen pislenmez. Kezâ ahir sıcak olur da penceresinin üzerinde tavan bulunursa yahut içinde asılı bir su kabı olur da su sızarsa hüküm bu olduğu gibi hamamda pislikler bulunur da duvarları, pencereleri terleyerek su damlarsa hüküm yine budur.
«HiIye» sahibi; «Zahire göre istihsanla amel edilir.» Onun için «Hulâsa» da sadece ondan bahsedilmiştir» diyor. «Münye» şerhinde şöyle deniliyor: Anlaşılan buradaki istihsanın vechi zarurettir. Çünkü korunmak imkânsızdır. Hal böyle olunca pislik buhar hâline getirilerek damlarsa suyu necistir. Çünkü zarûret yoktur ve kıyas muarızsız kalır. Bundan anlaşılır ki, Rum vilâyetlerinde rakı denilen ve şarabın tortusundan akan damla elde edilen içki diğer içki nevileri gibi haramdır.»
Ben derim ki: Pisliğin dumanından toplanan nışadır ise temizdir. Nitekim geçen izahattan da anlaşılır. Seyyidi Abdülganî onu ayrı bir risâlede izah etmiştir. Hayvan fışkısının tozu afv edilmiştir. Bu hususta Kinye de şöyle denilmektedir: «Pis toz suya düşerse ona itibar edilmez itibar yalnız; toprağadır.»
Musannıf kendisinde bunu ne zaman kaleme almış ve şerhinde illetinin zaruret olduğunu bildirmiştir.
Köpeklerin gezip dolaştığı yerde afv edilmiştir. «Münye»de şöyle deniliyor: «Köpek çamurda gezer de bu pis çamura basarsa pislenir. Kezâ ıslak kar üzerinde yürürse yine pislenir. Donmuş karda yürürse pislenmez». «Münye» şerhinde ise: «Bütün bu izahat köpeğin aynı cins olduğuna göredir. Evvelce görmüştük ki, esah olan kavil bunun hilâfınadır. Bunu, İbni Hümâm söylemiştir.» deniliyor. «Hilye»de de bunun gibi sözler mevcuttur. (Kir suyundan maksat yıkanan pis şeyden damlayan sudur). Kir suyu meselesi «el-Münyetü's-Sağir» şerhinde «Hâniyye»den nakledilmiştir. Ben meseleyi Hâniyye'de gördüm. Müsta'mel Su Bahsinde zikredilmiş. Lâkin yıkanan pis şeydendamlayan suyun hades suyu hükmünde olması «müsta'mel su pistir.» diyenlerin kavline göredir. Evvelce Kuhistânî'den naklen arzettiklerimiz de bunu gösterir.
«Fethü'l-Kadîr» de şöyle deniliyor: «Cenaze yıkayan kimsenin üzerine cenazeden sıçrayan su, yıkama devam ettiği müddetçe korunulması mümkün olmayan şeylerdendir. Onu pislemez; çünkü belva umumidir. Ama üç defa yıkanıp damlayan sular bir yere toplanırsa bundan sıçrayan su isabet ettiği yeri pisler.» Yani umumiyetle ulemanın tercih ettikleri kavle göre böyledir demek istiyor.
Ekser ulema: «Cenazenin pisliği hades pisliği değil, necis pisliğidir.» demişlerdir. Nitekim bunu kuyu faslının başında izah etmiştik, üç defa yıkanıp» sözüyle dördüncü defadan ihtiraz edilmiştir. Çünkü cenaze dördüncü defa yıkanırken sıçrayan su temizdir.
METİN
Pis bir şeyin üzerine gelen yani akan gülsuyu o şeyin bütününü veya ekserisini kaplarsa pis olur. Azını kaplarsa pis olmaz. Bu, nehirdeki lâşeye yahut ev üzerindeki necasete benzer. Lâkin evvelce beyan ettiğimiz vecihle esere itibar olunur. Aksi de böyledir. Yani pislik az suya düşerse su bilittifak pis olur. Ama ayrılmadıkça hemen pislenen şeye temas etmekle suyun pis olduğuna hüküm verilmez. Bu bellenmelidir!
İZAH
Şârih, musannıfın «üzerine gelen» ifâdesini «yani akan» diye tefsir etmiştir. Maksadı bundan sonra anlatacağı tafsilat ve hilâfa imkân hazırlamaktır. Yoksa «üzerine gelen» tabiri daha şümullü idi. Çünkü bu tabir necaset yerde veya ev üzerinde iken suyun onun üzerine akmasına şamil olduğu gibi kap içinde iken akma olmaksızın üzerine dökülmeye de şâmildir. Bir de akmak tabiri mezkûr dökmek tabiinden daha beliğdir. Onun için şârih akmak murad değildir zannedilmesin diye onu açıkça söylemiştir. Zaten akmak pisleyince dökmenin de pisleyeceği evleviyetle anlaşılır. Anla!
Evet, şârih, musannıfın sözünü olduğu gibi bıraksa daha iyi olurdu. Çünkü musannıf İmam Şâfiî'nin hilâfına işarette bulunarak üzerine gelen suyun temizliğine. temas ettiği şeyin temizlenmediğine hüküm vermiştir. Bir de su hakkında tafsilat vardır. Şöyle ki:
Su necasetin üzerine akar da onu tamamiyle giderse, eseri kalmadığı takdirde su pislenmez. Nitekim bunu Pislenen Yerin Temizlenmesi Bahsinde görmüştük. Ondan önce Sular Bahsinde akar suyu tarif ederken de bu manâda sözler geçmişti.
Görmüştük ki pisliğin eseri belli olmadıkça akar su pislenmez. Suya, arkası gelmese bile akar su adı verilir. Bir oluğun içine su dökülür de o su akarken biri abdest alırsa «müsta'mel su pistir» rivayetine göre bile bu su pis olmaz. Ayağının kanı şıra ile birlikte aksa şıra pislenmez, Buna İmam Muhammed muhaliftir. «Hızâne» ve (Hulâsa)dan naklen arzetmiştik ki, biri temiz, diğeri pis iki kap dolusu su yüksek bir yerden dökülerek havada karışırlarsa yere indiğinde suyun hepsi temiz olur. Bu iki kabın suları yerde akıtılırsa akar su hükmüne girer. «Ziya» nam eserin İstanca Faslında şöyle deniliyor,
«Vâkıât» ta Hisamiye'den naklen beyan edildiğine göre bir kimse kaba alarak taharetlenmek için eline su döker de, su eline ulaşmadan ona bir damla sidik karışırsa bazı âlimler bu suyun pislenmediğini söylemişlerdir. Çünkü akar sudur. O damladan müteessir olmaz. Husâmeddin: «Bu söz, hiç bir şey değildir. Aksi takdirde taharetlenirken damlayan suyun da pis olmaması lâzım gelir.» demiştir.
«Muzmerât» sahibi buna itirazla şundan söylemiştir: Bu da söz götürür. Fark şudur: Taharetlenen kimsenin elindeki su akar su değildir. Akarlığını kabul etsek bile pisliğin eseri onda bellidir. Akar suda pisliğin eseri belli olursa ona pis hükmü verilir. Kaptan inen su ise avuca ulaşmazdan Önce akar sudur. Onda damlanın eseri belli değildir, şu halde kıyasa göre bu su pis değildir, Husâmeddin'in söylediği ihtiyattır». Bizim zikrettiğimiz fer'i meseleler de pislenmediğini te'yit eder, Allahu Â'lem.
Lâşe meselesi bunun gibi değildir. Zira onun üzerine akan su pisliği tamamen gidermiştir. Pislik yerinde durmaktadır; aynı bakîdir. Bununla beraber yine de ihtilâflıdır. Onun için şârih:«Lakin evvelce beyan ettiğimiz vecihle esere itibar olunur.» diyerek düzeltme yapmıştır, Bu meseledeki düzeltmeyi ganimet bil! Çünkü onu bu kitabtan başka hiç bir yerde bulamayacaksın. Hamd Allah'a mahsustur.
«Nehir»deki lâşenin üzerine suyun hepsi veya ekserisi gelirse su pislenir. Az kısmı gelirse pislenmez. temizdir, şârih «Lâkin evvelce beyan ettiğimiz vecihle» sözünden Sular Bahsini kasdetmiştir. Orada bundan uzun uzadıya bahsetmiştik. Müracaat ederek hatırla!
Buradaki «bilittifak pis olur» cümlesinden murad, Şâfii ile bu meselede müttefikiz, demektir. Birinci meselede müttefik değiliz. Nitekim az sonra anlaşılacaktır.
«Ama ayrılmadıkça hemen pislenen şeye temas etmekle suyun pis olduğuna hüküm verilmez.» Yani su veya pislenen şey ayrılmadıkça su pis sayılmaz Bu cümle «Su bilittifak pis olur.» sözü üzerine yapılmış bir istidrak (yani düzeltme) dir. Çünkü mezkûr söz mücerret elbise gibi bir şeyi suya koymakla suyun hemen pis olmasını iktiza eder. Nasıl ki fışkı gibi bir pislik mücerred az suya düşmekle su pis olur. Binaenaleyh şârih «pislenen» tabiri ile fışkı gibi aynı necaset olan şeylerden ihtiraz etmiştir.
«Bahr» nam kitapta şöyle deniliyor:
«Malumun olsun ki, kıyas suyun pisliğe temas eder etmez pislenmesini iktiza eder. Ama bu hüküm zaruretten dolayı sâkıt olmuştur. Elbise ister leğende olup da üzerine su aksın, ister bunun aksi olsun bize göre o yerde bulunduğu müddetçe temiz; oradan ayrıldığı zaman pistir. Değişip değişmemesi de fark etmez. İki su yıkandığında hüküm bilittifak budur. Üçüncü suda ise İmam A'zam'a göre su pistir. Zira yerinde iken temiz sayılması temizleme zaruretinden dolayıdır. Bu zaruret kalmamıştır. İmameyn'e göre ayrılınca temiz olur. Pis elbiseyi yıkamanın en iyi usûlü evvela tekneye elbiseyi koymak, sonra üzerine suyu dökmektir. Evvelâ suyu dökmemelidir. Böyle yapılırsa İmam Şâfii'nin hilafından da çıkılmış olur. Çünkü o suyun pislediğine kâildir. İtamat edilen kavle göre pislenen elbise ile pislenen uzuv orasında fark yoktur.
METİN
Pis bir şeyin kulu necis değildir. Aksi takdirde sair şehirlerde ekmeğin pis olması lazım gelir. Tuz olmuş eşek veya domuz necis olmadığı gibi, kuyuya düşüp çamur olan fışkı dahi pis değildir. Çünkü hakikati değişmiştir. Bununla fetva verilir.
Elbisenin veya bedenin bir yerine pislik bulaşıp da neresi olduğunu unutan kimsenin araştırmadan bile olsa elbisenin bir tarafını yıkaması onu temizler. Muhtar olan kavil budur. Sonradan pisliğin başka yere bulaştığı anlaşılsa tekrar yıkar mı yıkamaz mı? «Hulâsa»da evet yıkar, denilmiş; «Zahiriyye»de ise muhtar kavle göre içinde bulunduğu namazdan başka hiç bir şeyin tekrarı lâzım gelmeyeceği bildirmiştir.
İZAH
Pis bir şeyden murad, insan ve hayvan fışkısıdır. Nitekim«Münye» de doğrudan doğruya insan ve hayvan fışkısı denilmiştir. Yani yanan fışkının kulu temizdir. Aksi takdirde yani temiz değildir, dersek birçok şehirlerde pişirilen ekmeğin pis olması lâzım gelir. (Çünkü pis şeyler yakarlar). Bu sözün zahirine bakılırsa illet zarurettir. «Dürer» ve diğer kitaplarda illetin kimyevi istihâte (aynının değişmesi) olduğu açıklanmıştır. Nitekim gelecektir. Lakin «Mücteba»dan naklen evvelce arzettik ki, illet bu söylediğimizdir. Fetva da belvadan dolayı bu kavle göredir. Binaenaleyh bu şunu ifade eder ki, umumî belva temizdir, diyen kavlin tercihine illetti. Temiz olmasının illeti de aynının değişmesidir. Tedebbür eyle!
Tuz olmuş eşek veya domuz, ihtirazi bir kayıt değil, bir misaldir. Musannıf eşekten mutlak olarak bahsetmiş. bununla diri olarak tuzlaya düşmesi lâzım gelmediğine işaret etmiştir. Çünkü Ölü olarak düşse de hüküm budur. Nitekim «Münye» şerhinde de böyle denilmiştir.
Şârihin, «Çünkü hakikati değişmiştir.» sözü «pis değildir» dediklerinin hepsine illettir. Bu kavil İmam Muhammed'indir. Zahire ve «Muhit» te Ebu Hanife'nin de onunla beraber olduğu bildirilmiştir. Bunu «Hilye» sahibi söylüyor. Fetih»te şöyle denilmiştir:
«Ulemadan birçokları bu kavli tercih etmişlerdir. Muhtar kavil budur. Çünkü şeriat pislik vasfını bu hakikate bina etmiştir. Bir hakikat mânasının bazı cüz'leri bulunmazsa yok olur. Bütün cüz'leri bulunmayınca yok olmaz mı? Zira tuz başka, et ve kemik başkadır. Tuz olunca ona tuz hükmü verilir. Şeriatta bunun benzeri pis nutfedir. Sonra kan pıhtısı olur, O da pistir. Sonra et parçası olur ve artık temizdir. Şıra temizdir. Sonra şaraba inkılab ederek pis olur. Şarap sirkeye döner temiz olur. Bundan anladık ki, aynın değişmesi ona mürettep olan vasfın ortadan kakması celbedir»
TENBİH; Bu tuzun yenilmesi ve bu hüküm üzerinde namaz kılmak câizdir. Nitekim «Münye» ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Gerçi «Münye»de: «Bu kül suya düşerse sahih kavle göre su pis olur.» denilmişse de bu söz ancak Ebu Yûsuf'un kavline göre doğrudur. Nasıf ki «Münye»nin iki şârihi bunu söylemişlerdir.
Diğer TENBİH: Yukarıda geçenler, bir şeyin hakikatından inkılab etmesinin sübût bulmasını iktiza eder. Mesela, bakır altın olabilir. Bazıları bu inkılabın sübût bulmadığını söylemişlerdir. Çünkühakikatleri değiştirmek imkânsızdır. Kudret muhale teallûk etmez. Ama hak olan birinci kavildir. Şu mânâya ki, Allah Teâlâ bakırın yerine altın halkeder. Muhakkıkların reyi budur. Yahut bakırın cüzlerinden o cüzleri bakır yapan vasfı giderir de altın yapan vasfı yaratır. Bazı kelâm ulemasının reyi de budur. Onlara göre bütün cevherler sıfat kabulü hususunda müsavi ve mütecanisdirler. İmkânsız olan sadece bakırken aynı zamanda altına inkılab etmesidir. Çünkü bir şey aynı zamanda hem bakır, hem altın olamaz, Bu mümkün değildir. Bu iki itibarden biri ile değişmenin sübûtuna - tefsir ulemasının da ittifak ettikleri vecihle - Teâlâ Hazretleri'nin: «Bir de ne görsünler; yılan olmuş koşuyor!» âyet'i kerimesi delâlet etmektedir. Aksi takdirde i'câz (Kur'an'ın insanları âciz bırakması) bâtıl olur.
Musannıf, pisliğin nereye bulaştığını unutmaktan bahsetmiştir. Unutmak evvela bilmeyi iktiza eder. Zahire göre bu bir kayıt değildir. Bir kimse elbisesine pislik bulaştığını bildiği halde neresine bulaştığını bilmese hüküm yine böyledir. Onun için bazıları unutmak yerine şaşırsa tâbirini kullanmışlardır. Düşün!
Pisliğin bulaştığı yeri bilmeyen kimse araştırmadan bile olsa elbisesinin bir tarafını yıkarsa temizlenir, Muhtar kavil budur. «Hulâsa» ile «Feyzade de böyle denilmiştir. «Nikâye», «Vikâye», «Dürer» ve «Mültekâ» sahipleri bunu kat'î surette kabul etmişlerdir. Bu kavlin mukabili, araştırmanın lüzumu ve bütün elbiseyi yıkamaktır, «Zahiriyye» ve «Münyetü'l-Müftî» sahipleri buna uymuşlardır, «Bedâyî» sahibi de ihtiyaten bu kavli tercih etmiş: «Zira necâsetin yeri malûm değildir. Elbisenin de bir kısmı bir kısmından evlâ değildir. » demiştir.
Nuh Efendi'nin «Muhit»ten naklettiği şu söz de bunu teyit eder; «Bu zevatın söyledikleri Hişâm'ın İmam Muhammed'den rivâyet ettiği «Bir elbisede araştırma yapmak câiz değildir, sözüne aykırıdır». Ulema: «Muhtar kavlin illeti, yıkadıktan sonra pislik kaldığında şüphe ârız olmaktır.» demiş ve onu «Siyer-i Kebîr'deki şu meseleye kıyas etmişlerdir: «Biz bir kal'ayı fethettiğimiz vakit kal'a halkının içinde bilinmeyen bir zimmî (yani Müslüman memleketine tâbi gayrı müslim) bulunursa onları öldürmek caiz olmaz. Çünkü yüzde yüz bilinen bir mâni mevcuttur, Ama bir kısmı öldürülür veya çıkarılırsa kalanların öldürülmesi câizdir. Zira haram kılan maniin mevcudiyetinde şüphe vardır».
Bu meselede dahi öyledir. Ama «Fetih» sahibi bunu müşkil görerek: «Ârız olan şüphe evvelce yüzde yüz bilinen hükmü kaldıramaz.» demiş ve tahkiki hususunda sözü bir hayli uzatmıştır. «Münye» şerhinde buna cevap verilmiş; bunun tahkiki hususunda dahi söz hayli uzun tutulmuştur. Hulâsası az sonra gelecektir.
Şârihin burada «Nehir» sahibine tâbi olarak« Zahiriyye» den naklettiği ibâre yanlıştır. «Bahr»da şöyle deniliyor: «Zahîriyye'de: bir kimse elbisesinde pislik görür de ne zaman bulaştığını bilemezse bu hususta taksimat ve ihtilâflar vardır. Ebu Hanîfe'ye göre muhtar olan, sadece içinde bulunduğu namazı kaza etmektir, denilmiştir.» H.
METİN
Nitekim eşekler buğday gibi bir şeyi döğerken üzerine bevl eder de onu ayırır veya bir kısmını yıkarsa yahut evvelce geçtiği vecihle bağışlamak, yemek veya satmak suretiyle elden çıkarsa kalanı temiz olur. Elden çıkan dahi temizdir.. Çünkü elbise meselesinde olduğu gibi pislenen kısmın her iki tarafta olması ihtimali vardır. Musannıfın burada eşekleri hassaten zikretmesi sidikleri bilittifak galîz necaset olduğu içindir. Kezâ kan gibi görünen pislik kuruduktan sonra çıkarılırsa yani esah kavle göre bir defa ile olsun, üç defadan fazla ile olsun aynı gider; eseri kalmazsa yeri temizlenir. Musannıf kazıma ve oğuşturma gibi şeylere de şâmil olsun diye «çıkarılırsa» demiş «yıkanırsa» dememiştir. Pisliğin aynı (kendisi) ise temizlik kabul etmez.
İZAH
İbni Kemal'in beyânına göre eşeklerden başka hayvanların hükmü delâletle anlaşılır. Evvelce de arzettiğimiz gibi ayırma işini «pislenen miktarı bilirse elden çıkardığı miktarı onun kadar olması» diye kayıtlamak gerektiği anlaşılıyor. Çünkü pisliğin hem kalanda hem elden çıkan kısımda veya yakınında olması ihtimali vardır. Bu sebeple muayyen olarak birinde bulunduğuna hüküm edilemez. Meselenin tahkiki şudur: Temizlik malûm bir yerde meselâ, bütün elbisede yüzde yüz sabit idi. Sonra zıddı olan pislik meçhûl bir yerde yüzde yüz sübût buldu. Bu adam elbisenin bir kısmını yıkayınca meçhûl yerin kalıp kalmadığı hususunda şüphe ârız olur. Çünkü kalıp kalmama ihtimali müsavidir. Binaenaleyh malûm yer hakkındaki yüzde yüz sabit bilgi ile amel etmek vâcip olur. Zira malûm yer hakkındaki yüzde yüz bilgi şüphe ile zâil olamaz. Meçhûl yer hakkındaki yüzde yüz bilgi bunun gibi değildir. Tahkikin tamamı «el-Münyetü'l-Kebîr» şerhindir.
Şârihin görünen pisliği «kuruduktan sonra» diye kayıtlaması, kurumazdan önce bütün pislikler görüldüğü içindir. Evvelce görmüştük ki, cürmü necaset kuruduktan sonra görülendir. Şu halde cürmlü necaset görünen necasete müsâvidir. Hidâye de kan cürmlü necâset sayılmıştır. Kadıhân ise onu cürmsüz necaset saymıştır. Biz «Hilye»den naklen bu iki kavlin arasını bulmuş; birinciyi koyu ise, ikinciyi berrak ise mânâsına hamletmiştik.
«Gayetü'l-Beyan»da: «Görülen necâset fışkı ve kan gibi kuruduktan sonra görülebilen necâsettir, Görünmeyen necaset ise sidik gibi kuruduktan sonra görünmeyen necâsettir,» denilmiştir. «Tetimmetü'l-Fetevâ» ve diğer kitaplarda: «Görülen necaset cürmü olan, görünmeyen necaset ise rengi olsun olmasın cürmü olmayan necasettir.» deniliyor. Bundan anlaşılır ki «Gayetü'l-Beyan» sahibinin görülen necasetten muradı, gözle görülüp müşâhede edilebilen pisliktir. Böyle olmayan pisliğe görünmez necaset demiştir. Binaenaleyh başkalarına muhalefet etmiş olmaz. Bazı sidiklerin kuruduktan sonra da renginin görülmesi bu neticeye ulaştırır. Bunu «Hilye» sahibi söylemiştir. Yukarıdaki ara buluşumuz da buna uygundur. Lâkin söz götürür. Çünkü bu takdirde duruk kanla rengi görülen sidik, görünmeyen necasetlerden sayılmak lâzım gelir. Ve eserinin giderilmesi şart koşulmaksızın üç defa yıkamakla iktifa etmek gerekir. Halbuki ulemanın sözlerinden anlaşılan şudur:
Görünmeyen necaset kat'iyyen eseri görülmeyendir. Çünkü bunda mücerred yıkamakla iktifa etmişlerdir. Görünen necaset böyle değildir. Onda eserin kalmaması şarttır. Şu halde «Gayetü'l-Beyân»ın sözü münasiptir. Ve onun sidikten muradı, rengi olmayan sidiktir. Rengi varsa görünen necasetten olur.
Musannıfın «çıkarılırsa» sözünde sıkmak şart olmadığına işaret vardır ki, «Zeylaî»nin söylediklerinden malûm olduğu üzere sahih olan da budur. Zeylaî yıkamayı mutlak zikrettikten sonra «Sıkmanın şart olması İmam Muhammed'den bir rivayettir.» demişti. Şu halde istincada pisliğin aynı giderildikten sonra o yer temiz olacağından elde kalan ıslaklıkda da etin temizliğine tebean temizdir. Bunun örnekleri vardır. Meselâ ellerin temizlenmesiyle ibriğin kulpu da temiz olur. Bu izaha göre bir kimse taharetlenirken mestlerine pis su sıçrarsa mahallin temizlenmesiyle ona tâbi olarak mestler de temiz olur. Elverirki mestlerde yırtık bulunmasın. Bunu Ebu's-Suûd üstadından nakletmiştir.
«Bir defa ile olsun» sözünden murad, necasetin aynı bir defa yıkamakla giderilirse temizlenir, demektir. Bu bir defa yıkamak akar suda olsun, durgun olan çok suda olsun. üzerine dökmekle veya teknede yıkamakla yapılsın fark etmez. İIk üç defa yıkamakla temizleneceği aşikârdır.
Tekneye gelince: Bu «Dürer»de nassan bildirilerek: «Bir kimse elbisesinden görünür necaseti teknede yıkarsa necaset giderildiğinde tekne temiz olur.» denilmiştir. H.
Pisliğin aynı ve eseri üç defa yıkamakla çıkmazsa, eserini gidermek güç olmamak şartiyle onu giderinceye kadar defalarca yıkar. «Esah kavle göre» ifâdesi bir defanın kaydıdır. Kuhistânî diyor ki: «Zâhir rivâyet budur. Bazıları necaset giderildikten sonra bir defa yıkaması lâzım geldiğini, bazıları iki, birtakımları üç defa yıkayacağını söylemişledir. Nitekim «Kâfii»de de böyle denilmiştir. Mest kazımakla. meni oğuşturmakla temizlendiği gibi. Şârih, yıkamadan pisliğin aynını gideren temizleyicileri meselâ; derinin tabaklanmasını, yerin kurumasını, kılıcın silinmesini de kasdetmiştir. Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir:
«Pislik bedende veya elbisede kurur ve eseri kalmazsa aynı giderilmiş demektir. Bununla beraber temizlenmez?» Cevap şudur: Musannıf temiz olur sözü ile temizleyici bir şey bulunmasına işaret etmiştir. Bundan mutlaka bir temizleyici nesne lâzım olduğu anlaşılır. «Cevhere»de de böyle denilmiştir. Ama söz götürür.
Şârih, «Pisliğin aynı ise temizlik kabul etmez.» sözüyle metindeki «yeri» kelimesinin faydasına işaret etmiştir. Musannıf bu kelimeyi «Kenz» in ibâresine ilâve etmiştir. Binaenaleyh «Sirke olan şarap temizdir. Misk olan kan temizdir.» gibi bir itiraz vârid olamaz. Çünkü bir şeyin aynı hakikatı demektir. Şarabın ve kanın hakikatı kalmamış; yerlerine başka hakikat geçmiştir. Şayet temiz olmakla beraber şarabın ve kanın hakikatı bâkidir demiş olsa idik bu itiraz o zaman olurdu. Düşün!
METİN
Renk ve koku gibi sâbit eserin kalması zarar etmez. Binaenaleyh onu gidermek için sıcak su ve sabun gibi şeylerle tekellüfe hacet yoktur. pis bir şeyle boyanmış veya bulanmış nesne üç defa yıkamakla temizlenir. Evlâ olan su duruluncaya kadar yıkamaktır. Yağ eseri zararsızdır. Meğer ki ölühayvanın içyağı ola. Çünkü o aynen necîstir. Hatta onunla deri bile tabaklanmaz. Sadece mescidden başka yerlerde kandil olarak kullanılır,
İZAH
Buradaki eserden murad, yalnız renkle kokudur. Nitekim «Bahr», «Fetih» ve diğer kitaplarda da böyle tefsir edilmiştir. Tadın mutlaka çıkması lazımdır. Çünkü kalması aynı necasetin kaldığına delâlet eder. Nasıl ki Bercendî'den de nakledilmiştir. Kuhistânî, eseri yalnız koku ile tefsir etmiştir. Zâhirine bakılırsa pisliğin aynı giderildikten sonra kokusu afv edilir. Velev ki giderilmesi güç olmasın. «Bahr»da bildirildiğine göre «Gayetü'l-Beyan»dan anlaşılan da budur.
Ben derim ki: Nuh Efendi'nin «Muhit»ten açıkça naklettiği de budur. O şöyle demiştir: «Şarap bulaşan elbise üç defa yıkanırsa kokusu kalsa bile temiz olur. Bazıları kokusu gitmedikçe temiz olmayacağını söylemişlerdir».
Pis bir şeyden murad aynı necis olmayıp pislenmiş nesnedir. Zira kan gibi aynen necis olursa ayniyle birlikte tadının ve kokusunun da giderilmesi icap eder. Renginin kalması zarar etmez. Nitekim ölü meselesinden de anlaşılmaktadır, Bunu Halebî söylemiştir.
«Evlâ olan su duruluncaya kadar yıkamaktır». Malûmun olsun ki, Münye» de şöyle denilmiştir: «Bir kimse elini pis yağın içine sokar; yahut kadın pis kına ile kınalanır veya elbise pis boya ile boyanır da sonra her biri üçer defa yıkanırsa temizlenir. Sonra «Muhit»ten naklen: Elbise su sararıncaya kadar yıkanır da beyaz akarsa temiz olur.» demiştir. «Hâniyye»de dahi: «Pislik boyanın içine düşerse, onunla elbise boyanır; sonra üç defa yıkanır ve temizlenir. Nasıl ki kadın da pis kına ile kınalanırsa hükmü budur.» denilmiştir. «Hâniyye» sahibi kına meselesini başka yerde mutlak da zikretmiş sonra: «Su kına renginde çıktığı müddetçe temizlenmemesi gerekir.» demiştir. Anlaşılıyor ki, suyun durulmasını şart koşmak ya ikinci bir kavildir -ki, Muhit'in sözü bunu bildirmektedir-, yahut birinci mutlak sözü kayıtlamak ve onu açıklamaktır. Nitekim Hâniyye'nin «gerekir» sözü de bunu bildirmektedir. Her halde «Muhit» ile Hâniyye'nin sözleri bu şartı tercih ettiklerini gösteriyor. Onun için «Fetih»te bu kavil ile iktifa edilmiştir. Şu da var ki, Seyyidî Abdülganî güzel bir söz söylemiştir. Aynı sözü ondan önce «Hilye» sahibi de söylemiştir. Güzel söz şudur Pis kına ile kınalanmak, pis boya ile elbise boyamak ve eli pis yağın içine daldırmak aslında iki kavilden birine istinad eder. Ya giderilmesi güç olan eserin kalması zararsızdır.» sözüne, yahut İmam Ebû Yusuf'tan rivayet edilen şu kavle binaendir. Yağ üç kere yıkamakla temizlenir. Bir kabın içine konur ve üzerine su dökülür. Sonra yağ alınarak su akıtılır. Bu, üç defa tekrarlanırsa yağ temizlenir. Fetva da buna göredir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Nitekim «Münye» şerhinde beyan edilmiştir. İşte bu meseleyi birinci kavil üzerine bina edenler suyun durulmasını şart koşmuşlardır. Tâ ki kalan renk, giderilmesi güç bir eser sayılsın da afv edilsin. Velev ki başka bir elbise üzerine rengini kusmuş veya başka bir zaman yıkarken suda belli olmuş olsun. Su durulduktan sonra üç defa yıkamayı şart koşan kavil zaiftir. Meseleyi ikinci kavil üzerine bina edenler üç defa yıkamaktaiktif
«Hilye» sahibi bu tahkiki yaparken sözü çok uzatmıştır. Zaten âdeti budur. Sonra birinci kavle meylederek: «Bu daha mâkuldür. Fetva hususunda buna itimad ediliversin demiştir. Şüphesiz ki bu «Muhit», «Haniyye» ve Fetih teki kavli tercih demektir. Şârihin bunu kat'iyetle ifade etmesi gerekirdi. Çünkü hilâfını tercih eden kimse görmedik Anla!
Sonra Seyyidî Abdülgani şunları söylemiştir: «Bu kanla boyanan elbisenin hilâfınadır. Zamanımızda Diyarbekir'den getirilen kırmızı elbiseler gibi ki, su safi çıkmadıkça ebediyyen temizlenmezler. Ve renk afv edilir. Böcekle boyanan elbiseler de bu kabildendir. Zira böcek ölüdür.
İçindeki pis kan donar, ama boya suda doğan böcekten yapılırsa temizdir. Lâkin bu böceği satmak bâtıldır. Onu itlâf eden kimse ödemez. Kıymetini almakla ona malik de olunmaz. Çünkü ölü mal değildir. Kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki: Anlaşılan bu böcek suda doğmayanlardan olur da akar kanı bulunursa pistir, Böyle değilse temizdir. Hakikatını öğrenmeden pis olduğuna hüküm verilemez.
Satılmasının hükmüne gelince: Câiz olması gerekir. Nitekim ulema istifade edilmek için fışkının satılmasını câiz görmüşlerdir. İpekböceği ve yumurtasını satmak da öyledir. Çünkü ipekböceği, üzerine titrenen bir maldır. Fetva bu kavle göredir. Kezâ arıyı ve sülüğü satmak da câizdir. Halbuki ulema böceklerin satılması câiz olmadığını açıklamışlardır. Sülük zamanımız insanlarınca en kıymetli mallardandır. Onun kıymeti ipekböceğinden de fazladır. İşittiğime göre böcekler iki nevi olurmuş. Biri hayvan böceği olup sirke ve şarapla boğulurmuş. Diğeri nebat böceği imiş. En iyi boya birinciden olurmuş. Allahu a'lem.
MÜHİM TENBİH; Buraya kadar anlattıklarımızdan kol gibi uzuvlara yapılan dövmenin hükmü de anlaşılır. Dövme pis kına ile kınalanmak veya pis boya İle boyamak gibidir. Çünkü ele veya dudağa iğne batırılarak yerine yeşil renk alsın diye sürme yahut çivit doldurulursa sürme kanla pislenir. Kan donarak yara pekindiği zaman yeri yeşil kalır. Yıkandıkta temizlenir. Zira giderilme güç bir eserdir. Deriyi yüzmeden yahut yarmadan çıkmaz. Sıcak su yahut sabunla giderilmesi mümkün olan eseri yok etmek için tekellüfe hâcet yoksa burada evleviyetle hacet yoktur. «Kınye» sahibi bunu açıkça söylemiş: «Bir kimse eline dövme yaptırırsa deriyi yüzmesi lâzım gelmez.» demiştir. Lâkin «Zahîre»de şöyle deniliyor:
«Bir kimse çıkan dişini yerine iade eder de diş tutunur ve kuvvetlenirse zarar vermeden çıkarması mümkün olduğu takdirde çıkarır. Aksi takdirde çıkarmaz. Ama ağzı pislenir; kimseye imam olamaz.» Yani dış pis olduğuna binaen imam olamaz demek istiyor. Fakat bu söz zahir mezhebin hilâfınadır.
Allâme Bîrî şunları söylemiştir: «Dövmenin hükmü de bundan anlaşılır. Şüphesiz necasetli bir şeyle İmam olması caiz değildir. Bîrî bundan sonra Allâme Ekmel'in «Meşârik» şerhinden şunları nakletmiştir: «Bu yer pis olur denilmiştir. Giderilmesi ancak ameliyatla mümkün olursa, bundan helak olacağından veya bir uzvun kopacağından korkulduğu takdirde ameliyat icap etmez. Aksihalde icap eder. Ameliyatı geciktirmekle günahkâr olur. Bu hususta erkek kadın müsâvidir».
Ben derim ki: Şu halde bu az bir suya yahut mâyie isabet ederse onu pisler. Lâkin Ekmel'in «denilmiştir» tâbîri bunun itimat edilir bir kavil oImadığını gösterir. Bu kavil Şâfiîlerin mezhebidir. Anlaşılan o bunu şâfiîlerden nakletmiştir.
Dövme ile diş arasındaki fark, dişin pis olduğunu söyleyenlere göre açıktır. Zira diş aynen necistir. Dövme ise eserdir. Renginin kalması aynın kalmasına delildir diye iddia ederse, boya veya kınalanmak da öyledir. Binaenaleyh temizlenmemesi lâzım gelir; diye reddedilir. Aralarında fark gözeterek, dövme etle karışmış ve pekişmiştir, boya böyle değildir derse biz de, etin içine işleyen şeyin yıkanması emir olunmaz deriz. Nitekim pislik eline işlese çıkarmak icap etmediği gibi cildin üzerindeki kına ve boya gibi şeyleri de çıkarmak icap etmez. Ulema açıkça beyan etmişlerdir ki, bir kimse pis sürme ile sürmelense yıkaması icap etmez.
Peygamber (s.a.v.) Uhud gazasında yaralandığı vakit Fatma (r.a.) gelerek bir hasır yakmış: külü ile yarayı haşlayarak kanı durdurmuştur.
«Hızanetü'l-Fetâva» adlı eserin Namazı Bozan Şeyler Babında şöyle denilmektedir: «Bir kimsenin kemiği kırılır da köpek kemiği ile eklenir ve zarar vermeksizin çıkarılamazsa namaz câiz olur. Elinde suretler bulunur da halka imam olursa, imamlığı mekruh değildir».
«Fetevâ-i Hayriyye»nin Namaz Bahsin de de: «Elinde dövme bulunan bir adamın o dövme ile İmamlığı sahih olur mu olmaz mı? diye soruldu da: Evet, namazı ve imamlığı şübhesiz sahih olur, cevabını verdi.» denilmiştir. Allahu a'lem.
«Hatta onunla deri bile tabaklanmaz.» cümlesinden murad, tabaklamak helâl olmaz demektir. Yoksa tabaklanır da sonra yıkanırsa temiz olur.
«Kınye»'de şöyle deniliyor: «Domuz yağı ile tabaklanan deri yıkandığı vakit temiz olur. Eserinin kalması zarar etmez. «Hulâsa»da: «Deri pis yağ ile tabaklanırsa su ile yıkanarak temizlenir. İçine işleyeni afv edilmiştir.» denilmektedir. Şârih ölü hayvan yağının mescidlerden başka yerlerde kandil olarak kullanılabileceğini kaydediyorsa da Fâsid Alışveriş Bahsinde görüleceği vecihle bu yağdan hiç bir suretle istifade câiz değildir, Şârihin söylediği sadece içine pislik karışan yağdır. Bunu Buharî'nin Sahih'inde Cabir'den rivayet ettiği şu hadîs te'yid eder: Cabir (r.a.): «Ben Fetih yılında Rasulallah (s.a.v.)'i Mekke'de şöyle buyururken işittim: Şübhesiz Allah şarap, lâşe, domuz ve putları satmayı haram kılmıştır. Kendisine: Yâ Rasulallah! Ölü hayvan yağlarına ne buyurursunuz? Bunlarla gemiler sıvanıyor; deriler yağlanıyor ve halk bunlardan kandil yapıyor, dediler. Hayır o haramdır! buyurdu. İlah...» demiştir.
Görünmeyen pisliğin yeri yıkayan kimse mükellef ise zann-ı galib (kalbinin kanaatı) ile temiz olur. Mükellef değilse elbiseyi kullananın zannı
M E T İ N
muteber olur. Temizlik bir sayı ile muteber olmayarak yerin temizlendiğini zannetmekle meydana gelir. Bununla fetva verilir. Vesveseli kimse için bu, sıkılabilen şeylerde yıkayıp üç veya yedi defa sıkmak ve damlamaz oluncaya kadar mübâlega göstermekle takdir olunmuştur. Bir başkası sıkmışolsa damlayacak şekilde bırakırsa kendisine nisbetle temiz olur. O, başka kimseye nisbetle temiz olmaz. Acaba elbise ince olduğu için sıkmakta mübâlega gösteremezse temizlenir mi? En muvâfık cevap evet demektir. Çünkü zaruret vardır.
İZAH
Pisliği yıkayan kimse mükellef değil de meselâ çocuk veya deli olursa temizlenip temizlenmediği hususunda elbiseyi kullananın zannı muteber olur. Çünkü kullanmaya muhtaç olan odur. «Zeylaî»: temizlik bir sayı ile mukayyed değildir. Fetvâ buna göredir, demiştir. «Münye» nam kitapta da böyle denilmiştir. Bundan anlaşılan şudur ki, yıkayan kimsenin bir defada pisliğin gittiğine kalbi yatarsa bir defa yıkamak kâfidir. İmam Kerhî Muhtasar'ında bunu açıklamış; İsbicâbî dahi tercih etmiştir. «Gayetü'l-Beyan»üç defa yıkamanın zahir rivâyet olduğu bildirilmiştir.
«Sirâc»ta ise: «Zannı galibe itibar etmek Iraklıların, üç defa ile takdir Buharalıların tercih ettikleri kavillerdir.» deniliyor. Öyle anlaşılıyor ki, vesveseli olmayan kimse birinci kavil ile, vesveseli olan ikinci kaville amel edecektir. «Bahr» «Nehir» sahibi: «Bu, güzel bir ara bulmadır.» demiştir. «Muhtar» sahibi de bu yoldan gitmiştir. Çünkü kalbin kanaatını itibara almış: yalnız vesveseliyi istisna etmiştir.
Musannıf dahi bu yoldan yürümüştür.«Hilye» sahibi de bunu beğenmiş ve birçok ulemanın taharetlenme meselesinde bu kavli tercih ettiklerini söylemiştir.
Ben derim ki: Bu iş hilâfın tahakkuk etmesine binâendir. Hilaf şudur: Zannı- gâlibi itibara alan kavil, üç defa yıkamayı itibara alan kavilden başkadır.
«Hilye» sahibi: «Hak olan da budur.» demiş; buna Hâvil-Kudsî ve «Muhit» in sözlerini şâhid tutmuştur.
Ben derim ki: «Kâfi» nin sözü buna muhaliftir. Onun sözü bu iki kavli bir olduğunu iktiza ediyor. «Münye» şârihi de bu yoldan yürümüş ve şöyle demiştir: «Bundan anlaşılır ki, mezhep zann-ı gâlibi nazarı itibara almaktır. Bu da üç defa yıkamakla takdir edilmiştir. Zira ekseriyetle temizlenme bununla hâsıl olur. Bir de vesveseyi ortadan kaldırır. Üç defa yıkamak zâhiri sebebi müsebbep yerine geçirmek kabilindendir. Çünkü müsebbibin hakikatını anlamak güçtür. Yolculuğu meşakkat yerine geçirmek böyledir.
«Hidâye» ve diğer kitaplardaki sözlerin muktezası da budur. «İmdâd» sahibi sadece bunu söylemekle yetinmiştir. Metinlerde bildirilenlerin zâhiri dahi bunu gösterir. Zira üç defa yıkamayı sarahaten beyan etmişlerdir. Allahu a'lem.
Üç defa yıkayıp sıkmak zâhir rivayete göre şarttır. «Nevadir» denilen kitaplarda İmam Muhammed'den rivâyet edilen bir kavle göre son defa yıkadığında üç defa sıkmakla iktifa edilir. «Münye» şerhinde bildirildiğine göre İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivâyette sıkmak şart değildir. Yedi defa yıkayıp sıkmayı «Mültekâ» ve «ihtiyar» sahipleri söylemişlerdir. Bu, İmam Ahmed Rahimehullâhın hilafından çıkmak için mendup görülmüştür. Pislik köpeğe aid ise yine onun ve İmam Şafii'nin hilâfından çıkmak için yedi defadan birinin toprakla yapılması da menduptur. «Damlamaz oluncaya kadara ifâdesi sıkmaktaki mübalegayı tasvirdir. T.
Mutlak zikretmesinden anlaşılıyor ki bu hususta mübalâga göstermek her defâsında şarttır. «Dürer»'de yalnız üçüncü defada şart olduğu bildirilmiştir.
İbni Kemâl'ın «el-İzâh»ta, «Sadrı-ş Şeria»da ve Nesefi'nin «Kâfî»sinde dahi aynı şey söylenilmiş, «Hilye»de bu kavil «Fetâva-i ebi'l Leys» ile diğer kitaplarda nisbet edildiğinden sonra şöyle denilmiştir: Mübalâganın her defada şart olması gerekir. Nitekim «Hâniyye»nin ifadesinden de bu anlaşılır «Haniyye» sahibi şunu söylemiştir. Bir kimse elbiseyi üç defa yıkar ve her defasında sıkar da daha fazla sıkmaya kuvveti olduğu halde elbiseyi korumak için mübalâga göstermezse câiz değildir.» Teemmül et!
«Başkası sıkmış olsa damlayacak şekilde bırakırsa kendisine nisbetle temiz olur.» Çünkü her insan kendi güç ve kuvvetine göre mükelleftir. Elbisesini sıkmak için kendinden daha kuvvetli birini aramakla mükellef değildir. Bunu «Münye» şârihi söylemiştir. «Bahr»da: «Bilhassa Ebu Hanife'nin kavline göre başkasının kudreti muteber değildir. Fetva buna göredir. » denilmektedir. En muvafık cevap evet demektir; çünkü zaruret vardır, sözünü «Nehir»sahibi dahi «Sirac»tan naklen bildirmiştir. Buradaki zaruret mal israfı lazım gelmesin diyedir.
«Bahr» sahibi: «Lâkin Hâniyye'de temizlenmemesi tercih edilmiştir.» diyor.
Ben derim ki: «Dürer»de dahi buna cezm olunmuştur. Şu halde sıkılmayan şeylerin hükmü verilir ki o da üç defa kurulamaktır.
METİN
Başkalarında yani necâseti emen ve sıkılamayan şeylerde üç defa kurulamakla temizleneceği takdir olunmuştur.
Kurulamaktan murad, damlamanın kesilmesidir. Aksi halde yukarıda geçtiği vecihle pisliği çıkarmakla temizlenir. Bütün bunlar kapta yıkadığına göredir. Gölde yıkar yahut üzerine çok su döker veya üzerine su akarsa mutlak surette temizlenir. Sıkmak, kurulamak ve tekrar tekrar daldırmak şart değildir. Muhtar olan kavil budur.
İZAH
Üç defa kurulamaktan maksat her yıkadıkça damlaması kesilecek kadar kurulamaktır. Ama bu beden ve benzeri şeylerden başkalarında şarttır. Bedende üç defa arka arkaya yıkamak kurulamak yerini tutar.
«Hilye» de şöyle deniliyor: «En makulü arka arkaya yıkamakla kurulamanın şart olmamasıdır. Bunu «Nevazil» sahibi açıklamıştır. «Zâhire»de dahi ona muvafık sözler vardır». «Bahr» sahibi de bunu kabul etmiştir. «Hâniyye»de: «Taharetlenirken su mestin altına akar da içine işlemezse zarar etmez. Mest taharete tebean temiz olur. Nitekim ibriğin kulpu hakkında şöyle demiştir: İbriğin kulpunu pis el ile tutar da elini üç defa yıkarsa ele tebean kulp da temiz olur.» denilmektedir.
Her yıkadıkça damlanın kesilmesine Kuhistânî ıslaklığın kalmaması kaydını da ilâve etmiştir. «Tatarhâniyye»de şöyle deniliyor. «Kurulamanın haddi, o şeyden el ıslanmayacak hale gelmektir. İyice kurumuş hâle gelmesi şart değildir.» Acaba giderilmesi güç olan eseri çıkarmak da lazım mıdır? «Hilye» sahibinin beyânına göre «Münye»de «Muhit» ten naklen: «Evet lâzımdır. Elbise bunun hilâfınadır.» denilmiştir. Fakat «Hilye» sahibi: Bu iki şeyin arasında fark bulmak itirazdan hâli değildir.» diyor. «Bahr» ve «Nehir» sahipleri de bunu kabul etmişlerdir. Lakin «Münye» şerhinde «Muhit»in beyânı hatâlı görülerek şöyle denilmiştir: «Hâsılı temizlik nasıl ve ne ile olursa olsun, meşakkat vermemek şartiyle pisliğin eserini gidermek her yerde şarttır. Bu bellenmelidir!» Vanî'nin «Dürer» hâşiyesinde de buna benzer sözler vardır. Sıkılamayan şeylerden murad, ya çanak çömlek gibi hiç sıkılamayan yahut halı gibi güç sıkılan eşyadır. Bunu «Münye» şârihi ifâde etmiştir.
«Bedâyı»de de beyan edildiği vecihle necaseti emen ve emmeyen şeyler şöyle hulâsa edilebilir:
Bir şey ya necaseti hiç emmez. Nitekim taşdan, bakırdan yapılan kaplarla eski çanak ve çömlekler böyledir. Yahut beden, mest ve ayak gibi biraz emer ve yahut çok emer. Bunlardan birinci kısmın temizliği ya görülen pisliğin aynını gidermekle yahut evvelce görüldüğü vecihle müteaddit defalar yıkamakla olur.
İkinci kısmın temizliği de öyledir. Çünkü su, içeriye işleyen az pisliği çıkarır ve o şeyin temizliğine hüküm olunur.
Üçüncü kısma gelince: Yıkanacak şey elbise gibi sıkılabilen şeylerden ise onun temizliği görülen necaset çıkıncaya kadar yıkayıp sıkmakla olur. Görünmeyen necaset bulaşmışsa üç defa yıkamakla temizlenir. Saz ve emsalinden yapılan hasır gibi sıkılamayan şeylerden ise içine işlemeyip sadece dışına bulaştığı bilindiği takdirde ya pisliğin aynını gidermek, yahut sıkmadan üç defa yıkamakla temizlenir. Yani çanak çömlek, pis yağ ile tabaklanmış deri ve pis su içerek şişmiş buğday gibi pisliği emdiği bilinen şeylerden ise İmam Muhammed'e göre ebediyen temizlenmez. Ebu Yûsuf'a göre üç defa suya konur ve her defasında kurutulur (böylece temizlenir). İmam Muhammed'in kavli kıyasa daha uygun, Ebu Yûsuf'un kavli ise daha suhuletbahştır. Bununla fetva verilir.
«Dürer» ve «Fetih»te şöyle deniliyor: «Eski çanak çömleği yaş iken pislenirse diye kayıtlamak gerekir. Aksi takdirde yeni gibidir, çünkü pisliği emdiği gözle görülür». Ulema pislenen kilimin bir gece nehirde durmakla temizleneceğini söylemişlerdir. «Bahr» sahibi diyor ki: «Gece ile kayıtlamak vesveseyi kesmek içindir. Yoksa «Muhit»te zikredilen şudur: Kilimin üzerine pisliğin giderildiğine kanaat gelecek kadar su dökülürse temizlenir; çünkü suyu akıtmak, sıkmak yerini tutar. «Muhit» sahibi onu bir gece durmakla kayıtlamıştır.»
«Dürr-ü Müntekâ»da dahi Şumunnî ile İbni Kemâl'den naklen buna benzer bir ifâde vardır. Demire pis su verilirse üç defa temiz su ile sulanmak suretiyle temizlenir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Ona göre ebediyen temizlenmez. Bu izahat, namazda üzerinde bulundurmak, hususundadır. Böyle bir bıçağı üç defa yıkar da sonra onunla karpuz gibi bir şey keserse yahut bıçak az suya düşerse onu pislemez, şu halde yıkamak demirin dışını bilittifak temizler. Meselenin tamamı «Münye» şerhindedir.
Şârih «Aksi halde pisliği çıkarmakla temizlenir.» diyeceğine «yıkamakla temizlenir dese dahamünasip olurdu. Çünkü sözümüz görünmeyen necaset hakkında idi. Yani pisliği içmeyen ve sıkılmayan şeyler üç defa yıkamakla temizlenir. Velev ki kurulamadan bir defada yıkamış olsun. Nitekim yukarıda geçtiği gibi kullanılmış çömlek ve kiremit, kezâ kılıç ve ayna böyle temizlenirler. Pisliği az emen beden ve ayakkabı gibi şeyler de bunun gibidir. Az yukarıda arzetmiştik.
Bütün bunlar, yani sıkılabilen şeylerde üç defa yıkayıp sıkmak, sıkılmayanlarda üç defa kurulamak kapta yıkadığına göredir. T. Ya bir kapta üç defa yahut üç kapta birer defa yıkar.
«İmdâd» sahibi şöyle demektedir:
Pislik yıkayan üç su pislikle birbirindeki farklıdır. Birinci suya isabet eden şey üç defa yıkamakla temizlenir. İkinci suya isâbet eden iki defa, üçüncü suya isâbet eden bir defa yıkamakla temizlenir. İçlerinde birer defa yıkanan üç kap da öyledir. Bazıları üçüncü kabın mücerred suyu akıtmakla, ikincinin bir defa yıkamakla, birincinin iki defa yıkamakla temizleneceğini söylemişlerdir, Şimdi bir kapta yıkadığı zaman onu ne yapacağı meselesi kalır. «Feyz» de: «Elbiseyi üç defa yıkadıktan sonra kabı da bir defa yıkar.» denilmiştir. «İmdâd» sahibinin sözü kapta uzvu yıkamaya da şâmildir ve Tarafeyn'e göre temizlenir. Fakat Ebu Yûsuf üzerine su dökmedikçe temizlenmeyeceğini söylemiştir Bu hilafa göre bir kimse bir uzvunu su küplerine sokarsa, velev ki sirke küpleri olsun Ebu Hanife'ye göre üçüncüden temiz olarak çıkar. İmameyn buna muhaliftir. Çünkü İmam Muhammed'e göre pisliği yıkarken su şarttır Ebu Yûsuf da dökmeyi şart koşmuştur. «Bedâyı».
«Gölde yıkarsa ilah...» cümlesini Bahr sahibi «Sirac»tan nakletmiştir. Ondan sonra gelenler hatta Şurubunlâli de ona tabi olmuşlardır. «Münye» şerhinde İmam Ebu Yûsuf'un kavli izah edilirken şu açıklama yapılmıştır. «Ebu Yûsuf'tan rivayet olunduğuna göre cünüp bir kimse hamamda peştemal sarınır da bedenine su döker, sonra peştemala da dökerse, peştemalın temizlendiğine hüküm olunur. Velev ki sıkmasın.»
«Müntekâ» sahibi Ebu Yûsuf'un kavline göre sıkmayı şart koşmuş ve şöyle demiştir:
Bunun bütün İmamlarımızın kavline göre zâhir rivayet olduğu evvelce geçmişti. Bir kimse elbiseyi akan bir dereye bir defa batırıp sıksa temizlenir. Bu kavil Ebu Yûsuf'un zâhir rivâyede geçmeyen kavlidir. Asıl nam eserde zahir rivâye olarak bildirildiğine göre üç defa yıkar ve her defasında sıkar.
İmam Muhammed'in zahir rivâyede zikri geçmeyen bir kavline göre ise görünmeyen necâseti üç defa yıkar ve üçüncü defasında sıkar. Bunun usûl denilen kitaplarda zikredilmeyen bir rivâyet olduğu evvelce görülmüştü. «Fetih» sahibi: «Aşikârdır ki, Ebu Yûsuf'tan nakledilen rivâyet avret yerini örtmek zaruretten dolayıdır. Başkaları ona katılamaz ve bu husustaki zahir rivayetler terk edilemez.» demiştir.
Ben derim ki: Lâkin bilirsin görünen necaset temizlemekle muteber olan onun aybını gidermektir. Velev ki, bir yıkayışta ve bir kapta olsun. Nitekim yukarıda geçmişti. Binaenaleyh onun hakkında üç defa yıkamak ve sıkmak şart değildir. Müftâbih kavle göre görünmeyen necâsette itibar kalbin kanaatınadır, sayıya bahis mevzu değildir. Yahut evvelce geçtiği vecihle üç defa yıkamak şarttır. Şübhesiz ki akar su ile onun hükmünde olan gölde yıkamak veya pisliği kökünden kazıyacak derecede çok su dökmek ve akıtmak, kıyasa muhalif olan kap içinde yıkamaktan daha kuvvetlidir. Zira kabın içindeki pislik suya karışır ve onunla elbisenin bütün cüzlerine işler. Binaenaleyh üç defa yıkamayı şart koşmak hususunda bunların ikisini bir tutmak ihtimalden çok uzaktır. Üç defa yıkamanın şart koşulması ibadete ait bir hüküm değildir ki, manâsı anlaşılmasa bile iltizamı gereksin. Onun için İmam Hulvâni, İmam Ebu Yûsuf'un hamam peştemalı hakkındaki sözüne kıyasen: «Pislik, kan veya sidik olur da üzerine su dökerse kâfidir » demiştir. «Fetih» sahibinin yukarıdaki «Bu, avret yerini örtmek zaruretten ileri gelir.» sözünü «Bahr» sahibi «Sirâc»taki izâhatla reddetmiş; «Nehir» ve diğer kitaplarda bu reddiye kabul olunmuştur.
Gölden murad, akar su hükmündeki çok sudur. Çok sudan maksat da bir taraftan çıkan ve arkası gelen su ile üç defa yıkanmaktır. Çünkü suyun akması tekrar ve sıkmak yerini tutar. Sahih olan budur «Sirâc».
«Sıkmak, kurulamak ve tekrar tekrar daldırmak şart değildir.» Yani sıkılabilen şeylerde sıkmak, sıkılamayanlarda kurulamak şart değildir. Bu cümle mutlak bırakılan sözün izahıdır. «Muhtar olan kavil budur». Bu hususta «Sirâc»ın ibâresi şöyledir:
«Gölün hükmüne gelince: Elbise göle üç defa daldırılırsa Belh ulemasının kavlini tercih ettiğimiz takdirde -ki, muhtar olan kavil budur-, Ebu Hafz Kebîr'den rivayet olunduğuna göre temizlenir. Velev ki sıkılmasın. Bazıları her defasında sıkmak şart olduğunu, birtakımları bir defa sıkmanın kâfi geleceğini söylemişlerdir». Bu sözün hulâsası şudur: Belh ulemasına göre göle elbiseyi üç defa daldırmak şarttır. Sıkmanın şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Dikkatli ol!
METİN
Süt, bal, pekmez ve yağ üç defa kaynamakla, şarapla pişen et üç defa kaynatıp soğutmakla temizlenir. Kezâ içi yarılmadan yolmak için kaynar suya atılan tavuk da böyledir. «Fetih». «Tecnîs»te: «Şarap içinde pişirilen buğday ebediyen temizlenmez. Bununla fetva verilir» denilmiştir. Sidikten şişerse suda tutulur ve üç defa kurulanır. İçine sirke katılmış şarapla ekmek hamuru karılsa şarabın eserini giderecek derecede olursa temizlenir.
İZAH
«Dürer»'de şöyle denilmiştir: «Bal pislenirse temizlenmesi, içine bal kadar su döküp kaynamakla olur. Bal bulunduğu seviyeye inince temizlenir. Yağın temizlenmesi, üzerine su dökerek kaynamakla olur. Yağ suyun üstüne çıkar ve bir şeyle alınır. Bu iş üç defa tekrarlanınca yağ temizlenir.» Bu, İmam Ebu Yûsuf'a göredir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Ebu Yûsuf'un kavli daha kolaylıktır. Fetvâ da ona göredir.
«Fetevâ-i Hayriyye»de şu satırlar vardır: «Hulâsa'nın sözü üç defa yıkamanın şart olmadığını gösteriyor. Bu söz, «Kalbin kanâat getirmesi üç defa yıkamanın yerini tutar.» diyenlerin kavline ibtina eder. Bu hususta sahih kaviller değişiktir. Kaynatmak tâbiri bazı kitaplarda zikredilmiştir. Bunun kopya eden kâtip tarafından ziyâde yazıldığı anlaşılıyor. Çünkü biz yağı temizlemek için kaynatmayı şart koşan kimse görmedik. Halbuki meselede birçok tetebbu' ve nakiller vardır. Meğerki kaynatmaktan mecâzen çalkalamak kastedilmiş ola! Gerçekten «Mecmeu'r-Rivâye» ile «Kudûrî»de: «Üzerine yağ kadar su dökülür ve çalkalanır.» denilmiştir. Teemmül et!
Yahut yağ pislendikten sonra donarsa kaynatılır, mânâsına hamledilir. Sonra gördüm ki, şârih «Hazâin» de bunu açıklamış ve: «Akan yağın üzerine su konur. Donmuş olursa yağ suyun üstüne çıkıncaya kadar kaynatılır ilah...» demiştir. Suyun bal yahut yağ kadar olması şartı «Mecmâ'» şerhinde «Kâfi»den nakledilen şekle uymaktadır.
«Fetih» ve «Bahr»'da da bu şart zikredilmiştir. Kuhistâni bal ile pekmezde beşte birle iktifa edileceğini bazı müftülerden nakletmiş ve şöyle demiştir: «Çünkü bazı rivâyetlerde bir miktar su dökülür denilmiştir».
Ben derim ki: İhtimal miktar kelimesi zamirli olan «miktarınca» şeklinden bozulmuş olacaktır. Böyle denilirse Mecmâ'» şerhinden naklettiklerimize uyar ve bununla bazı müftülerden naklettiği söz sâkıt olur. Şu da var ki. «Kınye»de Rüknü'l-eimme Sabbâgî'den naklen bildirildiğine göre Sabbâgî balı bu usul ile temizlemeyi denemiş, fakat onu acı bulmuş. «Hulâsa»'da: «Fare nişasta küpünde ölürse yıkamakla bitip yettiği takdirde yıkamakla temizlenir. Aksi takdirde temizlenmez.» denilmektedir. Şarapla pişen et hakkında «Zahîriyye»de şöyle deniliyor:
«İçinde et bulunan bir çömleğe şarap dökülürse kaynamazdan önce döküldüğü takdirde et üç defa yıkamakla temizlenir. Kaynadıktan sonra dökülürse temizlenmez. Her defasında temiz su dökmek şartiyle üç defa kaynatılır. Ve her defasında kurutulur; diyenler de olmuştur, Kurutulması soğutmakla olur». Bahr.
Ben derim ki: Lâkin az sonra göreceğimiz vecihle müftabih olan kavil birincisidir. «Hâniyye»de deniliyor ki: «Aşçı tencereye sirke yerine yanlışlıkla şarap dökse yemeğin hepsi pislenir ve ebediyen temizlenmez. Gerçi İmam Ebu Yûsuf'tan üç defa kaynatılır diye bir rivayet varsa da onunla amel edilmez. Şarap içinde pişirilen buğday da öyledir. Ebediyen temizlenmez. Bence içine sirke dökülür de hepsi sirke oluncaya kadar bırakılırsa bir beis yoktur». Şu halde şârihin burada benimsediği kavil zaiftir.
«Fetih»te tavuğun da ebediyen temizlenmediği bildiriliyor. Ama Ebu Yûsuf'un kavline göre temizlenir. Allahu a'lem.
Buradaki illet tavuğun kaynamakla pisliği içmesidir. Bunun neticesi Mısır'da kaynak su ile yolunan kuzu eti pistir, diye şöhret bulmuştur. Ancak et kaynadıktan sonra pisliği içecek ve etin içine işleyecek kadar durmadıkça mezkûr illet sabit olmaz. Kaynak su ile yolunan ette bunların ikisi de tahakkuk etmiş değildir. Zira su, kaynama derecesine varmaz. Et dahi suyun içinde yalnız sıcaklık cildin dış kısmına ulaşacak kadar olur. Tâ ki yapağının mesameleri çözülsün. Hatta fazla bırakılırsa yapağının yolunmasına mâni olur. Şu halde kaynak su ile yolunan kuzu etinde evlâ olan, üç defa yıkamakla temizlenmesidir. Çünkü onlar bu hususta pisleyen şeylerden korunmazlar.
«Şerefetü'l-Eimme» tavuk, işkembe ve kaynak su ile yolunan kuzu hakkında buna kail olmuştur. «Bahr» sahibi de onu tasdik etmiştir. «Tecnis», Hidaye sahibinin eseridir. «Hidâye» sahibi onun hakkında: «Bu kitap, eski ulemadan nâss bulunmayıp müteehhirîn ulemanın delillerden çıkardıkları hükümleri açıklamak için yazılmıştır.» demektedir. «Tecnis»in buradaki ibaresi şöyledir: «Buğday şarap içinde pişirilirse Ebu Yûsuf üç defa su ile pişirilip her defasında kurutulacağını söylemiştir. Et de öyledir. Ebu Hanife, şarap içinde pişirilirse ebediyen temizlenmez demiştir. Fetva bununla verilir». Yani ancak onu sirke içine koyarsa bu müstesnâdır demek istemiştir. Nitekim bazıları bunu «Muhit»in «Muhtasar»ından nakletmişlerdir. Biz de «Hâniyye»den naklen arzetmiştik, Anla!
Sidikten şişen buğdayın suda tutulmakla temizlenmesi Ebu Yûsuf'un kavli ise bir diyeceğimiz yoktur. Fakat İmam A'zam'ın kavli ise şarapla pişirilen buğdayla bunun arasında fark görülebilir. Zira pişirilmekle pisliği fazla içer. Sonra burada buğdayı sirke içine koymakla temizlemeye imkân yoktur. Çünkü sidik sirkeye inkılâp etmez. Şarap böyle değildir (o sirkeye inkılap eder). Anlaşıldığına göre suda tutulan buğdayın kurutulmasından murad, her defasında şişkinlik gidecek kadar kurutmaktır. Allahu a'lem. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...