İSTİNCÂ (TAHARETLENME) FASLI
METİN
İstinca:
Pislik yolundan çıkan necaseti gidermektir. Binaenaleyh yellenmek, taş düşürmek,
uyku ve kan aldırmak gibi şeylerden dolayı istinca sünnet değildir.
Taharetlenmek mutlak surette müekked sünnettir. Bazıları hayız gibi ve pisliğin
çıktığı yerin ötesine geçmesi gibi hallerde farz olduğunu söylemişlerse de bu
sözde ihmal vardır.
İZAH
Evvelce
arzettiğimiz vecihle taharetlenmek abdestin sünnetlerinden olduğu halde,
musannıfın onu Necâsetler Bahsinde alması istinca aynen necâseti gidermek olduğu
içindir. Nitekim «Bahr»da da böyle denilmiştir.
«Muğrib»
sahibi istincayı, «Pislik yerini silmek yahut yıkamaktır.» diye tarif etmiştir.
«Bahr» sahibi buna itiraz ederek: «Bu tarif taş düşürmekten dolayı istinca
gerektiğine şâmildir. Halbuki taş düşürmekten dolayı istinca sünnet değildir.»
demiştir. Onun için şârih de bu tariften vazgeçmiştir. Yine bu tarif pisliğin
çıktığı yere bir dirhemden fazla bulaşan başka necasete şamil değildir. Halbuki
o necâset de taşla temizlenir. Nitekim aşağıdaki beyânâtında şârih bu yoldan
yürümüş; «İmdâd» nam kitabın sahibi de katiyetle buna kâil olmuştur. Bu
husustaki sözümüzün tamamı ileride gelecektir.
Yellenmeden
dolayı taharetlenmek sünnet değildir. Çünkü yelin aynı temizdir. Abdesti bozması
necaset yerinden kopup geldiği içindir. H.
Bir
de yelin çıkmasiyle pislik yolunda bir şey meydana gelmez. Onun için
yellenmekten dolayı taharetlenmek sünnet değildir, hatta bid'attır. Nitekim
«Müctebâ»da da böyle denilmiştir. «Bahr».
Taş
düşürmekten dolayı da taharetlenmek sünnet olmamıştır. Zira düşen taşın üzerinde
ıslaklık yoktur. Yahut vardır da ondan dübür pislenmemiştir. «Pislik yolundan»
kaydiyle taş düşürmek tariften çıkarılmıştır. Taştan dübür pislenirse o zaman
taharetlenmek taş için değil, necaset için yapılır. H.
Uyku
da taharetlenmeyi gerektirmez. Çünkü o da necis değildir. H.
Kan
aldırılan yerde görülen kan dahi taharetlenmeyi gerektirmez. Kan necis de olsa
pislik yolunda olmadığı için taharetlenmeye lüzum yoktur.
İstinca,
yani taharetlenmek müekked sünnettir. Bunu «Bahr» sahibi «Nihâye»den naklen
açıklamış; sonra «Asıl» adlı kitaba da nisbet etmiştir, «Kâfi» nam eserde bunun
illeti Peygamber (s.a.v.)'in devam buyurması olduğu bildirilmiştir. «HiIye»de
Rasulüllah (s.a.v.)'in devam buyurduğunu gösteren hadisler nakledilmiş; bu
hadîsleri vücûp ifâde etmekten önleyen sebepler gösterilmiştir. Ona, mürâcaat
edebilirsin! şu halde taharetlenmeyi terk etmek mekruhtur. Nitekim «Fetih» te de
«Hulâsâ»nın «kerahet yoktur» sözüne itiraz edilerek aynı şey söylenmiştir. Bunun
bir benzeri de «Hilye»dedir. Bu makamı, Şeyh İsmail (Nablusî) «Dürer» şerhinde
izah etmiştir. Oraya müracaat et!
Şeyh
İsmail şöyle demiştir: Taharetlemeyi terk etmek diğer müekked sünnetler gibi
mekruh olmak gerekirdi. Ancak kerâhet, Peygamber (s.a.v.)den: «Her kim taşla
taharetlenirse sayısını tek yapsın. Bunu yapan iyi eder. Yapmayana günah
yoktur.» sâkıt olmuştur, diyenler vardır.
Sonra
gördüm ki «Bedâyı»'de mekruh olduğu açıklanmıştır. «Taharetlenmek mutlak surette
müekked sünnettir.» cümlesinden murad, çıkan pislik mûtad olsun olmasın, yaş
olsun kuru olsun, taharet su ile yapılsın, taşla yapılsın; taharetlenen kimse
abdestsiz, cünüp, hayızlı veya nifaslı olsun burada bildirildiği gibi
taharetlenmesi sünnettir; demektir.
Ben
derim ki: Yapmayana günah yoktur, cümlesinin tek yapsın emrine bağlı olması
câizdir. Yani tek taşla taharetlenmeyene günah yoktur, demek istemiş olabilir,
Peygamber (s.a.v.)in taharetlenmeye devam buyurması, terk etmenin mekruh
olmasını iktiza eder. İhtimalli bir şey bu delille terk edilemez. Cümlenin taşla
taharetlenmeyene günah yoktur, mânâsına olduğunu teslim etsek bile günah sadece
taşla taharetlenmeyenden gider. Halbuki sünnet sadece taşlarla değil, su yahut
taşlarla taharetlenmektir. Şu da var ki, günah yoktur demek mekruh olmamayı
gerektirmez. Böyle olsa idi kedinin artığını mekruh sayılmaması icap ederdi.
Çünkü kedi artığının pis sayılmaması ancak güçlüğü def içindir. Kerahette de
güçlük olsa, o da sâkıt olurdu. Yalnız şöyle denilirse o başka: «Yapamayana
günah yoktur.» cümlesi günah olmadığı hususunda nassdır. Nass kemâline
sarfedilir. Burada kemâl, yalnız kerâhet bulunmamakla mümkündür. Kedi meselesi
böyle değildir. Onun hakkında güçlüğün bulunmaması nassla sabit değildir.
Binaenaleyh kemâline sarf edilmez. «Dehlevî» şerhinde de böyle denilmiştir.
Şarih:
«Bazıları hayız gibi ilah...» sözüyle burada «MutIak surette müekked sünnettir.»
ifâdesine muhâlif olanların sözlerini reddetmiştir. Muhalifler «Sirâc» sahibi,
«İhtiyar», «Hızânetü'l-Fıkıh», «el-Hâvi'l-Kudsî» sahipleri, «Zeylaî» ve
başkalarıdır. «Hilye» sahibi de bunları tasdik etmiştir. «Bahr» sahibi ise
onlara itiraz ederek: «Bu bir ihmaldir. Çünkü pisliğin çıktığı yerde bir şey
yoksa, taharetlenmek hadesi gidermek kabilindendir. Varsa hakikî necâseti
gidermek bâbındandır.» demiştir.
Ben
derim ki: Şüphesiz cünüblükte pisliğin çıktığı yeri yıkamaya pislik yolundan
necaseti gidermek denilir. Şu halde istincanın târifi buna uymaktadır. Velev ki
burada pisliği yıkamak farz olsun. Ama pislik çıktığı yerin ötesine geçerse
taharetlenmekten o pisliğin bir dirhemden fazlasını yıkamak kastedildiği
takdirde ihmal meydandadır. Çünkü tarif buna uymaz. Şayet İmam Muhammed'in
aşağıda gelecek kavline binaen maksat pisliğin çıktığı yeri yıkamak ise ihmal
yoktur. Buna «el-İhtiyar»ın şu sözü delildir:
«İstinca
beş kısımdır. Bunların ikisi vacibtir.
Biri
cünüplükten, hayız ve nifâstan yıkanırken bedene yayılmasın diye pislik çıkan
yerin necasetini yıkamaktır. Diğeri pislik çıktığı yerin ötesine geçtiği vakit
az olsun çok olsun İmam Muhammed'e göre yıkanması vacip olur. En ihtiyatlı kavil
de budur. Çünkü dirhem miktarından fazla olur. İmam A'zam'la Ebu Yûsuf'a göre
pislik çıktığı yerin ötesine dirhem miktarı geçerse yıkanması icap eder. Çünkü
çıktığı yerdeki pislik itibara alınmaz. İtibara alınan öteye geçendir. Üçüncüsü
sünnettir. Bu da pislik çıktığı yerden öteye geçmediği zamandır. Dördüncüsü
müstehaptır ki, büyük abdestinibozmayıp sadece su döktüğü zaman sidiğin çıktığı
yeri yıkamaktır. Beşincisi bid'attır. O da yellendiği zaman taharetlenmektir.
METİN
İstincanın
rükünleri dörttür:
1
- Taharetlenen şahıs,
2
- Su ve taş gibi taharetlenmeye yarayan şey.
3
- İki necaset yolunun birinden çıkan pislik, dışarıdan bulaşan da öyledir.
Mutemed kavle göre velev ki yerinden kalkmış olsun.
4
- Pisliğin çıktığı yer, ön veya art. İstinca taş gibi temiz ve pisliği çıkaran,
kerpiç parçası gibi kıymeti olmayan paklayıcı şeylerle yapılır. Çünkü maksat
temiz, pak etmektir. Onun için bu işe en elverişli ve bulaştırmaktan en salim
olanı seçilir. Yazın taşı geriye, kışın ileriye çekmek diye bir kayıt yoktur.
İZAH
Musannıf
şerhinde: «Bildiğime göre benden önce istincanın rükünlerini beyan eden
olmamıştır. » diyor. Fakat bu sözde ihmal vardır. Çünkü saydığı dört şey rükün
değil, «Hâriç»te mevcud olmanın şartlarıdır.
«Hilye»de
şöyle deniliyor: «Bir şeyin rüknü en kuvvetli tarafıdır. İstilahda ise, bir
şeyin hakikatı, yahut hakikatının meydana gelmesi kendisine bağlı olan cüz'üdür.
Şu halde rükünle şart başka başka şeylerdir. Zira meşrutun hakikatında şart
dahil değildir. Rükün ise bir şeyin kendisi yahut o şeyin içindeki cüz'üdür.
«Halebî»
de şunları söylemiştir: «Pisliği yolundan gidermekten ibaret olan istincanın
hakikatı bu dört şeyden hiçbiri ile meydana gelmez. Tarifte pisliği
zikretmiştir. Pislik hakikatın cüzlerindendir; dersen ben de derim ki: Tarifin
cüz'leri gidermek ve gidermeyi pisliğe izafedir. Pisliğin kendisi değildir.
Nasıl ki ulema bunu «körlük gözün olmamasıdır» sözünde açıklamıştır. Zira bu
tarifin cüzleri olmamak ve bunun göze izâfetidir. Gözün kendisi değildir.
«Pislik yolundan» sözü için de aynı şey söylenir. Zira tarifin cüz'ü yola bağlı
olanı gidermektir, yol değildir. Aksi takdirde vücudun mânâdan cüz'ü olması
lâzım gelir ve teyemmüm rükünleri,«Teyemmüm eden şahıs, kendisiyle teyemmüm
edilen şey ilah...» demek icap eder. Abdest vesairede dahi aynı şeyi söylemek
gerekir.» pislik yolundan çıkan necâset kan ve kusmuk gibi mutad olmayan
şeylerden bile olsa sahih kavle göre taşlarla silmekle temizlenir. «Zeylaî».
Bazıları sudan başka bir şeyle temizlenmeyeceğini söylemişlerdir. Sirâc sahibi
katiyetle buna kâil olmuştur. «Nehir». Dışarıdan bulaşan pislik dahi taşla
silerek temizlenir. Bazıları: «Sahih kavle göre sudan başka bir şeyle
temizlenmez demişlerdir. «Zeylaî».
«Bahr»
sahibi: «Ulema buradaki kavlin sahih kabul edildiğini temriz sigasiyle
(deniliyor şeklinde) nakletmişlerdir. Binaenaleyh makbul kavil bunun
hilâfınadır.» demiştir. Nuh Efendi diyor ki: «Bu söz ulemanın kitaplarda bunu
nakil ettikleri vehmini veriyor. Halbuki «Mecma'» ve «Nikâye» şarihleri onu bu
sigayı kullanmaksızın nakletmişlerdir».
Ben
derim ki: Bunu taşlarla yetinmenin kıyasa muhalif olarak zarurete mebni meşru
olması da te'yid eder.
Zaruret
vuku çok olan yerdedir. Buradaki gibi nâdir vuku bulan yerlerde zaruret yoktur.
Sonra bu bahsettiğini «Hılye»de gördüm. «Hılye» sahibi «Kınye»nin ibaresini
nakletmiş, sonra şunları söylemiştir: «Bu güzeldir. Çünkü kıyasa muhalif olarak
gelen bir delil geldiği şeye münhasır kalır». Lâkin musannıfın «Zâde'l-Fakîr»
adlı eserinde bildirildiğine göre «Zeylaî» ve diğerlerinin «Kınye»den
naklettikleri sözler «Kınye» de mevcut değildir. «Fetavâi'l-Kebîr» ve
«Muhtaratü'n-Nevâzil»de esah kavlin silmekle temizlendiğini bildiren kavil
olduğu beyan edilmiştir. Fakîh «Ebu'l-Leys»de bu kavli tercih etmiştir.
«Mutemed
kavle göre velev ki yerinden kalkmış olsun.» cümlesinden murad, velev ki
taharetlenen kimse yerinden kalkmış olsun. Taşla taharetlenmesi yine de caizdir
demektir. «Sirâc» sahibi şöyle diyor:
«Bazılarına
göre taşla taharet ancak fışkı yaş olduğu ve taharetlenen şahıs yerinden
kalkmadığı zaman câizdir. Yerinden kalkarsa yahut fışkı kuru olursa sudan başka
bir şeyle taharet câiz değildir. Çünkü taşla taharetlenmeden ayağa kalkmakla
pislik yerinden oyarak çıktığı yerin ötesine geçer. Kuru olursa onu taş
gidermez; su kullanmak icap eder.»
Ben
derim ki: Tahkik şudur: Ayağa kalkmakla pislik çıktığı yerin ötesine dirhem
miktarı geçer, yahut taşla giderilemeyecek derecede kuru olursa onu gidermek
istediği zaman mutlaka su kullanmak lazımdır.
Şârih
buradaki «mutemed kavle göre» sözünü herhalde «Bahr»ın katiyetle hüküm etmesine
buna karşı «Sirâc»ın «deniliyor» tâbirini kullanarak naklettiği kavlin
zaifliğine işaret etmesine bakarak almış olacaktır.
İstinca,
taş gibi temiz şeylerle yapılır. «Bedayı»'de: «Sünnet vecihle istincâ'ı taş,
kerpiç parçası, toprak ve eski paçavra gibi temiz şeylerle yapılır.»
denilmektedir. Kıymeti olmayan şeylerden yalnız su müstesnâdır. Nitekim bu
istisnâyı «Ebu's-Suûd» hâşiyesi de kaydetmiştir. Duvar, vakıf vesaire de kerpiç
parçası hükmündedir. Kârînin «Nikâye» şerhinde de böyle denilmiştir. Lâkin
«Bahr»da bu mesele hakkında burada duvarla taharetlenmenin mutlak surette caiz
olduğu bildirilmiş: İcare Babında ise: «Kiracı duvarla taharetlenebilir. Velev
ki hâne hayır için yapılmış olsun.» denilmiştir.
Üstadımız:
«Buradaki muhalefet birinci sözünü kiracı olmadığına hamletmekle ortadan
kalkar.» demiştir. Ebu's-Suûd.
«Paklayıcı»
tâbirinden murad, temizleyicidir. «Gurerü'l-Efkâr»'da böyle denilmiştir. «Sirac»
sahibi: «Bundan hakikaten temizlemek değil, pisliği azaltmak kastedilmiştir.»
diyor. Onun için de taharetlenecek kimse az suya girerse su pislenir, fakat bir
mûteriz kabul etmeyebilir. Çünkü câiz ki ayakkabında olduğu gibi bunun da
silmekle yaptığı tahareti şeriat makbul ve muteber saysın.
Evvelce
görmüştük ki, meni ve benzeri oğuşturulur da sonra ıslanırsa iki rivayet vardır.
Muhtar olan rivayete göre artık o yer pislenmiş sayılmaz. O meseleye kıyasen
mezkûr iki rivayet burada datatbik edilebilir ve muhtar kavle göre su pislenmez.
Müteehhirîn ulema suyun terden pislenmeyeceğine ittifak etmişlerdir. Hatta o
şahsın teri akarak elbise veya bedene dirhem miktarından fazla bulaşsa namaza
mani değildir. O kimsenin taşla taharetini şeriatın muteber saydığına
Dârekutnî'nin rivâyet ettiği ve sahih olduğunu bildirdiği şu hadis
delildir:
«Peygamber
(s.a.v.) hayvan tersi ve kemikle taharetlenmeyi yasak etti, ve bu iki şey
temizlemezler, buyurdu». Bu izahat kısaltılarak «Fetih»;. ten alınmıştır. «Bahr»
sahibi de ona tâbi olmuştur. «Nehir» sahibi «Münasip olan budur.» demiş,
Kuhistânî ise, «Esah olan budur.» İbâresini kullanmıştır. «Tatarhâniyye»de sahih
kabul edilen kavlin muhtelif olduğu bildirilmiştir. Lâkin Tabaklamak Bahsinden
az evvel gördük ki, kitaplarda meşhur olan kavil pislenmesinin sahih kabul
edildiğidir. Allahu a'lem.
Maksat
temizleyip paklamak olduğu içindir ki yaz mevsiminde taharetlenirken taşı
geriye, kışın ileriye çekmek diye bir kayıt yoktur. Ulemadan bazılarının kavli
budur. Diğer bazılarına göre yaz günü taharetlenen bir erkek kullandığı ilk
taşla üçüncü taşı önden arkaya doğru, ikinci taşı ise arkadan öne doğru
çekecektir. Kışın bunun aksini yapacaktır. Her iki mevsimde kadın da ayni
şekilde taharetlenecektir. Nitekim «Muhit»te de böyle denilmiştir. «Nazım»,
«Zahîriyye» ve diğer kitaplarda taharetin başka şekilleri de gösterilmiştir.
Erkeğin
tenasül aletine gelince: Onu sol eli ile tutarak taşa, duvara veya toprak
parçasına silecektir. «Zâhidî»de dahi böyle denilmiştir. «Kuhistânî».
Şârihin
burada söylediğini «Müctebâ» «Fetih» ve «Bahr» sahipleri de tercih etmişlerdir.
«Hilye»de bunun daha münasip olduğu bildirilmiştir. «Münye» şârihi: «Taşlarla
istinca yapan kadının ferci hakkında ulemamızdan nakledilmiş muayyen bir şekil
görmedim.» demiştir.
Ben
derim ki: Hatta «Gazneviye»de kadının erkek gibi yapacağı açıklanmıştır. Bundan
yalnız istibrâ (kurulanmak) müstesnâdır. Kadına istibrâ yoktur. O gerek küçük,
gerekse büyük abdestini bozduktan sonra azıcık bekleyerek önünü arkasını
taşlarla siler; sonra su ile taharetlenir.
METİN
Tahâretlenmede
sayı, yani üç defa yapmak sünnet değil, müstehaptır. Taşlarla taharetlendikten
sonra avret yerini bir kimsenin yanında açmamak şartiyle temizlendiğine kalbi
kanaat getirinceye kadar su ile yıkamak, mutlak surette sünnettir. Bununla fetva
verilir. Sirâc.
Fakat
vesveseli ise yukarıda geçtiği vecihle üç defa yıkaması takdir olunur. Avret
yeri açılır ve yanında biri bulunursa taharetlenmeyi terk eder. Nitekim evvelce
geçmişti. Su ile istinca için avret yerini açarsa fasık olur. Ama yıkanmak veya
kazayı hacet için acarsa fâsık sayılmaz. Bunu İbni Şıhne de incelemiştir.
İZAH
Tahâretlenmede
sayı sünnet değil, müstehabtır. Şârih «müstehabtır» sözüyle maksadın aslen
sünnetleri değil, taharetlenmenin müekked sünnet olmadığına işaret etmiştir.
Zira üç taşla taharetlenmek için emir vârid olmuştur. İmam Şâfiî bu emrin vücûp
ifâde ettiğine kâil olmuştur. Bizbuna kâil değiliz. Çünkü Peygamber (s.a.v.):
«Her kim taşlarla taharetlenirse tek yapsın. Bunu kim yaparsa iyi eder.
Yapmayana günah yoktur.» hadîs-i şerifi vacip olmadığına delildir. Binaenaleyh
emir, müstehap mânâsına hamledilmiştir. Sözün tamamı «Hilye» ile Aynî'nin
«Hidâye» şerhindedir.
Su
ile yıkamaktan murad, mutlak sudur. Gerçi bize göre su mânâsında olan ve pisliği
gideren her temiz mâyi ile taharet sahih ise de mekruhtur. Çünkü bunda zaruret
yokken malı israf etmek vardır. Nitekim «Hilye»de de böyle denilmiştir.
Temizlendiğine kalbi kanaat getirinceye kadar yıkamak sünnettir. Sahih olan
kavil budur. Bazıları üç defa su dökmenin şart olduğunu, birtakımları yedi,
hatta on defa dökmenin şart olduğunu söyleyenler olmuştur. Sünnet yerinin üç,
makatın beş defa yıkanacağını söyleyenler dahi vardır. «Hulâsa».
Vesveseli
kimse hakkında taharet üç defa yıkamakla takdir olunmuştur. Yedi defa olduğunu
söyleyenler de olmuştur. Bunların delili köpeğin ağzını soktuğu kap hakkındaki
hadistir. Bunu «Mebsût»tan naklen «Mirac» sahibi söylemiştir. Buradaki «yukarıda
geçtiği vecihle» sözüyle Şârih, görünmeyen pisliğin temizlenmesi bahsini
kasdetmiştir. «Mirac» ta şöyle denilmiştir: «Çünkü sidik, görünmez. Şu halde o
da görünmeyen pislik gibidir». Taharetlenen erkeğin yanında cinsî münasebette
bulunması haram olan biri bulunsa velev ki Mecusî olan cariyesi veya
evlendirdiği cariyesi olsun, su ile istincayı terk eder. Pislik çıktığı yerin
ötesine geçer de dirhem miktarından fazla olursa örtünecek bir şey bulamadığı,
yahut oradakilerden bakmamalarını rica ettiği halde baktıkları takdirde taş gibi
bir şeyle pisliği azaltır ve namazını kılar. Acaba bu namazı yeniden kılacak
mıdır? En münasibi evet, kılacaktır demektir. Nitekim kulun fiîliyle yıkanmadan
men edilir de teyemmümle kılarsa o namazı iade ederdi. Bunu «Hilye» sahibi beyan
etmiş; biz Gusül Bahsinde hilafını söylemiştik. Oraya müracaat eyle!
Su
ile istinca için avret yerini açan kimse fâsık olur. Nuh Efendi diyor ki:
«Çünkü
avret yerini açmak haramdır. Haramı irtîkap eden kimse fâsıktır. İster, pislik
çıktığı yerin ötesine geçsin, ister geçmesin; öteye geçen ister dirhem
miktarından çok ister az olsun fark etmez. Başka türlü anlayan hata eder. Zira
Münye şerhinde Bezzaziye'den naklen: «Nehi emre tercih edilir, denilmiştir».
Yıkanmak veya kazayı hâcet için açarsa fâsık sayılmaz. Kazayı hacet için açarsa
fâsık sayılmayacağı âşikârdır. Çünkü büyük abdestini bozmak tabiî ve zarurî bir
iştir. Ondan kurtuluşa çare yoktur.
Yıkanmaya
gelince: Şârih onu guslün sünnetlerinden az önce anlatmış; biz de bu meselenin
yirmibir şekli olduğunu, bunların yalnız ikisinde yıkanmak lâzım geldiğini
bildirmiştik. Bu iki şekil erkeğin erkekler arasında, kadınla kadınlar arasında
kaldığı hallerdir. Şu halde şârihin sözünü yalnız bu iki şekle hamletmek
gerekir. Yani cinsin cinsine bakması daha ehvendir. «Mutlak surette sünnettir.»
sözünden maksat, sahabe zamanında olduğu gibi zamanımızda da sünnettir,
demektir. Çünkü Tealâ Hazretleri: «Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır.
Allah da temizlenenleri sever.» buyurmuştur. Söylendiğine göre bu âyet inince
Peygamber (s.a.v.): «Ey Kubalılar! Gerçekten Allah sizi medh ve senâda bulundu.
Siz helâda ne yapıyorsunuz?» diye sormuş. «Biz pisliğin ardındantaşlarla, sonra
taşların ardından su ile taharetleniyoruz.» cevabını vermişler. Böylece her
ikisini birden yapmak mutlak surette her zaman için sünnet olmuştur. Sahih olan
budur. Fetva da buna göredir. Bazıları: «Bu bizim zamanımıza mahsustur. Çünkü
eshab-ı kiramın fışkıları koyun fışkısı gibi dane dane olurdu.» demişlerdir.
«İmdâd».
Sonra
bilmelisin ki, su ile taşları birden kullanmak efdaldir. Fazîlet itibariyle
bundan sonra yalnız su ile taharetlenmek, daha sonra yalnız taşlarla iktifa
etmek gelir. Fazîlet dereceleri farklı olmakla beraber bunların her biri ile
sünnet yerini bulur. Nitekim «İmdâd» ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir.
METİN
Mâni
derece pislik, çıktığı yerin ötesine geçerse yıkanması vacip yani farz olur.
Namaza mâni olan miktar istinca yerinin ötesinde itibar alınır. Çünkü pisliğin
çıktığı yerde bulunan necaset çok bile olsa şer'an hükmü yoktur. Onun için
onunla namaz kılmak mekruh değildir.
İZAH
Pisliğin
çıktığı yerin ötesine geçmesi ihlile de şâmildir. (İhlil: erkeğin tenasül
uzvunun deliğidir). «Taharhâniyye»de beyan edildiğine göre ihlilin kenarına bir
dirhemden fazla sidik bulaşırsa yıkamak icap eder. Sahih olan budur. Toprak
parçasiyle silerse bazılarına göre mak'ada kıyasen kâfidir. Birtakımları kâfi
gelmeyeceğini söylemişlerdir. Sahih olan budur.
Ben
derim ki; Zâhire göre sünnetsiz bir kimsenin kılıfına namaza mani olacak kadar
sidik bulaşırsa hüküm yine budur.
T
E N B İ H: Ulemanın yalnız pisliğin çıktığı yerle etrafından bahsetmeleri daha
öteye geçen pisliğin yıkanması icap ettiğini gerektirir. Velev ki fışkı da
sidikte sünnet mahalline geçmemiş olsun. Şafiiler buna, muhaliftir. Bu yerlere
geçmezse onlar taşla silmekle yetinmişlerdir.
Namaza
mâni olan pislik miktarı istinca yerinin ötesinde itibara alınır. İmam Muhammed
buna muhaliftir. Hâsılı, çıktığı yeri geçen pislik, haddi zatında dirhem
miktarından fazla ise yıkanması bilittifak farzdır. Çıktığı yerlerdeki pisliği
katmak suretiyle dirhem miktarından fazla olursa Şeyhayn'a göre yıkanması farz
değildir. Çünkü onlara göre çıktığı yerin üzerindeki pislik dışarıya çıkan
necaset hükmündedir. İtibardan sâkıt surette nazarı itibara alınmaz. Hatta
bedenindeki pisliği de katılmaz. İmam Muhammed'e göre ise yıkanması farzdır.
Zira ona göre çıktığı yerin üzerindeki pislik dışarıya çıkan necaset
hükmündedir. İtibardan sâkıt olamaz. Bedendeki pisliğe katılır. Onun afv
edilmesi karındaki pislik hükmünde olmasını gerektirmez. Buna delil, cünüplükte
ve hayızda yıkanmasının ve sahih kavle göre başkasından sıçrayan pisliğin
yıkanmasının farz olmasıdır. Bunu Nuh Efendi «Burhan»dan naklen söylemiştir.
Kasım: «Sahih olan Şeyhayn'ın kavlidir.» demiştir.
Ben
derim ki: «Kenz» sahibi ile musannıf da bunu tercih etmişlerdir. «Hilye» sahibi,
İmam Muhammed'in kavlini beğenmiş ve onu Feth'in sözüyle te'yid etmiştir.
«Fetih» sahibi Şeyhayn'ın delilini tenkid etmiştir.
Gaznevî'nin
Mukaddime'sindeki sözüyle dahi te'yid etmiştir. Gaznevî şöyle demektedir:
Ulemamız, bir kimse taşlarla taharetlenir de üzerine azıcık pislik bulaşırsa
namazı caiz olmaz. Çünkü toplanırsa bir dirhemden fazla olur; demişlerdir».
Bunun
daha ihtiyatlı olduğunu «İhtiyar» nam kitaptan naklen evvelce arzetmiştik. Şu
hale göre farz, çıktığı yerden öteye geçen pisliğin aynını veya mecmuunu değil,
geçeni yahut çıktığı yerde kalanı yıkamaktır. Nitekim «Hılye»de de böyle
denilmiştir. Bundan murad, ikiden biri - ki, dirhem miktarı veya daha azıdır -
terk edilirse afv sayılır, demektir. «Hılye» sahibi bundan sonra şunu
söylemiştir:
«Ulemanın;
farza yakın olduğu için dirhem miktarını yıkamak farzdır. Bu da dirhem
miktarından fazla olandır; sözleri anlaşılıyor ki bazılarının yaptığı
tasarruflardandır. Mezhep sahiplerinden nakledilmiş değildir. Zira şer'î bir
hüküm mücerred görüşle sabit olmaz». Hılye sahibinin buna benzer sözlerini
Necasetler Bahsinde nakletmiştik.
Şârihin:
«Onun için onunla namaz kılmak mekruh değildir.» sözü çıktığı yerde kalan
pisliğin itibara alınmayacağına istidlaldir. Ama kendisine şöyle itiraz
edilebilir: Çıktığı yerde kalan pisliğin yıkanmaması mutlak değil, ancak
taşlarla taharetlendikten sonra mekruh olmaz. Nitekim yukarıda gördük. Şu halde
delil, iddia edilenden daha hususî olmuş oluyor. Tamamı «Hılye» dedir.
METİN
Kemik,
yiyecek, kurumuş hayvan ve insan fışkısı, istincada kullanılmış taş
-kullanılmayan tarafı müstesna:- tuğla, kiremit, cam ve şer'an kıymeti olan
ipekli kumaş parçası gibi şeylerle taharetlenmek kerahet-i tahrimiyye ile
mekruhtur.
İZAH
Ben
derim ki: Kemikle fışkı hakkında açıkça yasaklama varid olmuştur. Müslim'in
Sahih'inde şu hadisi şerif vardır: «Cinler, Peygamber (s.a.v.)'e ne
yiyeceklerini sordukları vakit: Besmele ile kesilen her hayvanın kemiği sizin
yiyeceğinizdir. O kemik sizin elinize alınca etli haliyle geçecektir. Her deve
ve koyun fışkısı hayvanlarınız için yemdir», cevabını verdi. Ve eshabına: «Siz
bu iki şeyle taharetlenmeyin, zira bunlar din kardeşlerinizin yiyeceğidir,
buyurdu.» «Hidâye» sahibi fışkı İle taharetlenmenin yasak edilmesine sebep, onun
pis olmasını göstermiştir. Peygamber (s.a.v.)'in başka bir hadîste: «Çünkü o
necistir.» buyurması da buna işaret eder. Ama zahire göre bu yasak, haram
mânâsını ifade etmez.
İstinca
kullanılmış taşla taharetlenmek hakkında da aynı şey söylenebilir. Meğer ki onun
hakkında başka bir nehi bulunmuş ola! Hılye sahibi şöyle diyor: «Cinlerin
yiyeceği ve hayvanlarının yemi hususunda nehi sabit olunca insan yiyeceği ile
hayvanların yemi hakkında sabit olacağı evleviyette kalır». «Bahr» sahibi tuğla
ve kiremitle taharetlenmenin yasak edilmesini makada zarar vermekle
illetlendirmiştir. Yüzde yüz zarar verirse mesele açıktır. Aksi takdirde
keraheti tahrimiyye ile mekruh olmadığı anlaşılır. «Hılye» sahibi: «Ben bunlarla
taharetlenmenin yasak olduğunu ifade eden bir söze vâkıf olamadım.» diyor.
Kıymeti
olan bir şeyle taharetlenmenin mekruh olması Buhari ile Müslim'in Sahih'lerinde
sâbit olan ve mal israfını yasak eden hadîsten dolayıdır.
T
E N B İ H: Yukarıda naklettiğimiz Müslim hadîsinden ölü hayvan kemiği ile
tahâretlenmenin mekruh olmadığı mânâsı çıkarılmıştır. Düşün! Fışkının kurumuş
olmakla kayıtlanması ondan bir şey kopmayınca taharetlenmek sahih olduğu
içindir. Çünkü bedendeki yaş pisliği kurular. Yaş fışkı böyle değildir. O,
pisliği kurulamadığı için taharetlenmeye asla yaramaz.
«Şer'an
kıymeti olan» ifadesinde sudan maada kıymeti olan her şey dahildir. Nitekim
arzetmiştik. Anlaşıldığına göre bu söz bir kuruş kıymeti olan mala da şâmildir.
Çünkü israfı mekruhtur. Bunda kâfir veya ölü bile olsa insan cüz'ü dahi
dahildir. Onun için insanın kemiğini kırmak câiz değildir. Şâfiîlerden birinin
açıkladığına göre hayvanın bedenine bitişik olan cüz'ü kıymeti haiz
şeylerdendir. Velev ki fare olsun. İnsandan maada hayvanların bitişik olmayan
cüzleri böyle değildir. Mescidin süprüntüsü de kıymeti hâiz şeylerden sayılmak
gerekir. Onun için de ayak altına atılmaz.
Sular
Bahsinin başında söylediğimiz gibi Zemzem suyu da kıymeti hâiz şeylerde
dahildir. Kağıt da öyledir. «Sirac »ta şöyle denilmektedir.
«Bazıları
bunun yazı kâğıdı, birtakımları da ağaç yaprağı olduğunu söylemişlerdir. Hangisi
olursa olsun mekruhtur». Bunu «Bahr » sahibi ile diğer ulema tasdik etmişlerdir.
Ağaç yaprağındaki illeti bir düşün! İhtimal bu illet hayvan yemi olması yahut
yumuşaklığıdır. Yumuşak olduğu için temizleyici değil, pisleyicidir. Yazı kâğıdı
da öyledir. Çünkü yalabık ve kıymeti hâizdir. İlmin yazılmasına âlet olması
dolayısiyle dahi ona ihtiram olunur. Bu sebepledir ki «Tatarhâniyye» sahibi ona
hürmetin sebebi, tâ'zimin dinî terbiyeden sayılması olduğunu söylemiştir. Şâfiî
kitaplarında: Üzerine hadîs ve fıkıh gibi ilmin muhterem dallarından biri
yazılan ve buna âlet olan şeyle taharetlenmek caiz değildir. Ama felsefe gibi
muhterem olmayan ve Tevrat, İncil gibi değiştirildiği bilinen ve tâ'zim edilen
isimden hâli bulunan kitaplarla istinca câizdir.» denilmektedir.
Kuhistâni
hikmet kitapları ile taharetlenmenin câiz olduğunu Şâfiîlerden Estevî'den
nakletmiş, kendisi de bunu benimsemiştir.
Ben
derim ki: Lâkin ulema bizim mezhebimize göre harflerin hürmeti olduğunu
nakletmişlerdir. Velev ki ayrı ayrı yazılmış olsunlar. Kurradan bazıları hecâ
harflerinin Hûd Aleyhisselâma indirilmiş Kur'an olduğunu söylemişlerdir. Bunun
ifade ettiği mânâ yazının mutlak surette muhterem olmasıdır.
Beyaz
kâğıtta kerahetin illeti söylediğimiz şekilde yazı âleti olması ise bundan
yazıya elverişli olmayan kıymetsiz kâğıdın pisliği çıkarmak şartiyle mekruh
olmayacağı hükmü çıkarılır. Nasıl ki eski paçavra ile taharetlenmenin câiz
olduğunu evvelce söylemiştik. Acaba evvelâ kıymeti hâiz iken ondan kıymetsiz bir
parça koparılarak taharetlenilirse mekruh olur mu, olmaz mı? Zâhire bakılırsa
olmaması icap eder. Çünkü kıymetli bir şeyle istinca etmemiştir. Evet özrü
yokken meselâ, başka taharete yarayacak bir şey bulunduğu halde parçayı bu
maksatla koparırsa zâhire göre mekruhtur. Zira koparmanın kendisi itlâf sayılır.
Allah'u a'lem.
T
E N B İ H: Kıymeti hâiz bir şeyle taharetin mekruh olmasını itlâfa müeddî
olmakla kayıtlamak gerekir. Kıymetli bir şeyle sidik veya meniden taharetlenir
de sonra yıkarsa kerahet yoktur. Meğerki pahalı bir şey olup da yıkanınca
kıymeti eksile. Nitekim zamanımızda gerdeğe girdikleri gece meni mendilini böyle
yaparlar. Düşün!
METİN
Sol
elinde bir özrü yokken sağ eli ile taharetlenmek de keraheti tahrimiyye ile
mekruhtur. Eli çolak olur da akar su veya suyu döktürecek kimse bulamazsa suyu
terk eder. İki eli birden çolak olursa taharetlenmek aslından sâkıt olur. Nasıl
ki hasta kömür, hayvan alafı, başkasının hakkı ve faydalanılan her şeyle
taharetlenmek mekruhtur. Ama taharetlenirse kerahetle beraber kâfidir. Çünkü
paklanma hâsıl olmuştur. Fakat bu söz götürür. Zira yukarıda geçtiği vecihle
taharetlenmek sadece sünnettir. Şu halde onu yasaklanmış bir şeyle yapmış
olmaması gerekir.
İZAH
Sağ
el ile taharetlenmek Buharî ile Müslim'in rivayet ettikleri: «Biriniz küçük
abdest bozduğu vakit sakın tenasül uzvunu sağ eli ile tutmasın ve sağ eliyle
taharetlenmesin!» hadîsi şerifi ile yasaklanmıştır. Başkasının hakkı ister
mescid duvarı, ister birinin mülkü olsun zulmü tazammun ettiği için mekruhtur.
Zulüm haramdır. Kömürle taharetlenmenin mekruh olmasını «Bahr» sahibi cam ve
kiremit gibi makada zarar vermekle illetlendirmiştir. Ama bu söze bildiğin
itiraz variddir. Evet. «Hılye»'de şu izahat vardır: «Ebu Davud'un İbni Mesud
(r.a.)'dan rivayetine göre İbn Mesud şöyle demiştir: Cinlerin heyeti Peygamber
(s.a.v.)'e gelerek: yâ Muhammed, ümmetini kemik, hayvan tersi ve kömürle
taharetlenmekten men et! Çünkü ALLAH Teâlâ onlarda bize rızık yaratmıştır;
dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bunları yasak etti.
Suyu
dökecek karısı veya hizmetçisi gibi biri bulunursa su ile taharetlenmeyi terk
etmez. Başkasının kudreti ile muktedir sayılan kimse hakkında Teyemmüm Bahsinde
söz geçmişti. Oraya müracaat eyle!
Hasta
erkek ve kadın cima'ı helâl birini bulamazlarsa taharetlenmeleri aslından sâkıt
olur. Yani gerek su, gerekse taşla taharetlenmeleri sâkıt olur.
«Tatârhâniyye»
de şöyle deniliyor: Hasta bir adamın karısı ve cariyesi yok da oğlu veya kardeşi
varsa, kendisi abdest alamadığı takdirde oğlu veya kardeşi abdest aldırır.
Tahâretlenemez. Zira avret yerine el süremez. İstinca ondan sâkıt olur. Hasta
kadının kocası yoksa abdest alamadığı takdirde kızı veya kızkardeşi varsa abdest
aldırır. İstinca ondan sâkıt olur.» Şübhesiz bu tafsilât elleri çolak olan
hakkında da câridir. Çünkü hasta hükmündedir.
Başkasının
hakkından murad, izinsiz başkasının taşını veya suyunu kullanmaktır. Yalnız
içmek için yapılmış sebil de öyledir. Keza duvar, mescid veya menfaattan temlik
olunmayan vakıf duvarı bile olsa başkasının hakkı sayılır.
İnsan
ve cinlerin yahut hayvanların faydalandıkları her şeyle istinca mekruhtur. Öyle
anlaşılıyor ki, yıkanması mümkün olmak suretiyle itlâf edilmeyen şeylerden bile
olsa hüküm budur. Ama taharetlenirse mekruh olmakla beraber yine kâfi gelir.
Buradaki kerâhetten murad, yasak edilmiş olanlar keraheti tahrimiyye ile,
sâirleri keraheti tenzihiyye ile mekruhtur, demektir. Nitekimyukarıdaki
izahatımızdan da anlaşılmıştır. Zâhidi, Nâzım'dan naklen: «Üç toprak parçası ile
taharetlenir. Bulamazsa taşlarla, taş da bulamazsa üç avuç toprakla
taharetlenir. Bunlardan başka bez parçası ve pamuk gibi şeylerle taharetlenemez,
çünkü bunların fakirliğe sebep olduğu hakkında hadîs rivayet edilmiştir.»
demişse de «Hılye» sahibi bunun vechi anlaşılamadığını, bilimum kitaplarda
muhâlif olduğunu söylemiş, «Bunlardan başka bez parçası ve pamuk gibi şeylerle
taharetlenemez.» sözü de öyledir. Zira mekruh olan mutlak surette her şey değil,
kıymeti haiz olanlardır. Söylediği hadisi de ALLAH bilir!» demiştir.
Şârihin
«Bu söz götürür.» dediği husus «Bahr»da da zikredilmiştir. «Nehir» sahibi buna
cevap vererek şöyle demiştir: Sünnet olan sadece pisliği gidermektir. Taş gibi
bir şey zatı itibariyle maksut değil, pisliği giderdiği için maksuttur. Olsa
olsa hassaten bununla pisliği gidermek yasak edilmiştir ki, bu, onun pisliği
giderici olmasına mâni değildir. Misali şudur: Bir kimse namazın sünnetini gasb
edilmiş yerde kılsa yasaklanmış bir şeyi irtikâp etmekle beraber edâ etmiş
sayılır.»
Ben
derim ki: Bu cevabın aslı Nesefî'nin «Kâfi» namındaki eserinde açıklanmıştır.
Nesefî: «Çünkü nehi başka şey hakkındadır. Binaenaleyh onun meşrû olmasına mâni
değildir. Nasıl ki gasb edilen su ile abdest olsa yahut gasb edilen taşla
taharetlense hüküm budur.» demiştir.
Ben
derim ki: Anlaşılan Nesefî meşrû tâbiriyle sahih olmayı kasdetmiştir. Lâkin onun
sözüne karşı şöyle denilir:
Sünnetten
maksat sevabtır. Bu ise yasağa aykırıdır. Farz böyle değildir. Çünkü o yasak
edilen şeyle birlikte edâ edilirse mes'uliyet kalkar. Nitekim gasb edilen su ile
abdest alırsa onunla farz sakıt olur. Velev ki günahkâr olsun. Ama o su ile
abdest tazelerse iş değişir. Zâhire göre bu abdestle de namaz sahih olursa da
sevabı yoktur.
M
E T İ N
Nitekim
küçük veya büyük abdest bozmak için evlerde bile olsa kıbleye önünü yahut
arkasını dönmek de keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü nehi mutlaktır.
Taharetlenmek için dönmek mekruh değildir. Dalgınlık sebebiyle kıbleye karşı
oturur da sonra hatırlarsa imkân bulduğu takdirde yana dönmesi mendup olur.
İmkân bulamazsa bir beis yoktur. Delili Taberînin rivayet ettiği şu hadîstir:
«Bir kimse kıbleye karşı küçük abdest bozmaya oturur da sonra hatırlayarak ona
ta'zim için yan dönerse oturduğu yerden kalkmadan afv olunur». Keza kadının
çocuğunu kıbleye karşı çişine veya büyüğüne tutması ve kıbleye karşı ayak
uzatmak, büyük küçük abdest bozmak için ay ve güneşe karşı oturmak da mekruhtur.
Bunlardaki kerahet tahrimiyye ve tenzihiyyeye âmm ve şâmildir.
İZAH
Kıbleye
karşı önünü, dönmekten murad, anlaşıldığına göre namazda olduğu gibi kıblenin
bulunduğu tarafa dönmektir. Şâfiîye ulemasının bildirdiklerine göre bir kimse
göğsünü kıbleye döner de tenasül uzvunu kıb
leden
çevirerek küçük abdest bozarsa mekruh olmaz. Bunun aksini yapmak mekruhtur.
Yaniburada itibara alınacak cihet, tenasül uzvudur. İmam Muhammed'in «Câmîi
Sağîr»deki, «Helâda tenâsül uzvunu kıbleye karşı bulundurmak mekruhtur.»
sözünden anlaşılan da budur. Acaba kıblede şüphe edilirse namazda olduğu gibi
burada da araştırmak lazım mıdır? Öyle anlaşılıyor ki, evet lâzımdır. Rüzgar
kıble tarafından, sağından, solundan eser de pisliğin üzerine sıçrayacağını aklı
keserse zâhire göre mümkün olduğu takdirde arkasını kıbleye dönmek âlettayin
lazım gelir. Zira kıbleye karşı dönmek daha çirkindir. Allahu a'lem.
Kıbleye
önünü dönmek mekruh olduğu gibi arkasını dönmek de mekruhtur. Sahih alan kavil
budur. İmam A'zam'dan bir rivayete göre arkasını dönmek helâldir. «Taharetlenmek
için dönmek mekruh değildir» sözünden murad, kerâheti tahrimiyye ile mekruh
değildir, demektir. Zira «Münye»de bildirildiğine göre kıbleye karşı dönmemek
edebtir. Gusül Bahsinde gördük ki, kıbleye karşı dönmemek guslün adabındandır.
Çünkü yıkanan kimsenin avret yeri ekseriya açık bulunur. Hatta açık değilse
kıbleye dönmesinde bir beis yoktur. Bir de ulema uyku halinde vesair yerlerde
kasten kıbleye karşı ayak uzatmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ailesiyle
cinsî münasebette bulunurken dahi hüküm budur. «Çünkü nehi mutlaktır.»
cümlesinden murad, Peygamber (s.a.v.)in: «Helâya gittiğiniz zaman önünüzü veya
arkanızı kıbleye dönmeyin! Lâkin doğuya veya batıya dönün!» hadisi şerifidir. Bu
hadîsi altı hadîs imamı rivâyet etmişlerdir. Bu hadîste «Kıbleye arka dönmek
helâldir.» sözüne red cevabı var.
İmam
Şâfiî'nin: «Binalarda mekruh değildir.» sözünü dahi reddeder. Şafiî bu hükmü
İbni Ömer (r.a.)'nin şu sözünden almıştır: «Bir gün Hafsa'nın evinin üzerine
çıktım. Ve Resulülah (s.a.v.)in arkasını Kâbe'ye vererek Şam'a doğru kazayı
hâcet ettiğini gördüm». Bu hadîsi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir. Birinci
hadîs tercih edilmiştir; çünkü kavildir. Bu ise fiildir. Kavil, fiilden evlâdır.
Fiilin ona mahsus olması bir özürden ve saireden ileri gelmesi ihtimali vardır.
Bir de birinci hadîs haram olduğunu, bu ise mubah olduğunu bildiriyor. Haram
bildiren tercih olunur. Sözün tamamı «Münye » şerhindedir.
Hadisteki
«kalkmadan afv olunur» cümlesinden murad, dalgınlıkla yaptığı bu kusuru afv
olunur, demektir. Yahut Allah dilediği küçük günahlarını afv eder demektir.
Şübhesiz iyilikler kötülükleri giderir.
«İmkan
bulamazsa bir beis yoktur.» cümlesinden murad, hiç kerahet olmadığını
anlatmaktır. Ama mümkün olduğu halde dönmezse beis yoktur
mânâsına
olması da muhtemeldir. Nitekim «Nihâye»de bu mânâya geldiği bildirilmiştir. O
halde evlânın hilâfıdır, mânâsı kastedilmiş olur. Nitekim beis yoktur, tabirinin
kullanışta şâyi olan mânâsı budur.
Şârih:
«Yana dönmesi mendup olur.» sözüyle buna işaret etmiştir. Küçük çocuğu kıbleye
karşı çişine tutmak keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü fiîl kadınındır. T.
Kıbleye
karşı ayak uzatmak kerahet-i tenzihiyye ile mekruhtur. T. Lâkin Rahmetî şunları
söylemiştir: «Şehâdatler Bahsinde gelecektir ki, ayaklarını kıbleye karşı uzatan
adamın şahidliğikabul edilmez. Bu ise keraheti tahrimiyye ile mekruh olmasını
iktiza eder. Kayıt edilmelidir». Güneşle aya karşı oturmak da mekruhtur. Çünkü
bunlar Allah'ın açık âyetlerindendir. Bazıları bunların yanında bulunan melekler
için oturulmayacağını söylemişlerdir. Sirâc.
Seyyidî
Abdülganî «Miftah»tan şunu naklediyor: «Güneşle aya tâzim için onlara önünü ve
arkasını dönerek helâya oturmaz».
Ben
derim ki: Anlaşıldığına göre buradaki kerahet nehi varid olmadığı için keraheti
tenzihiyyedir. Acaba buradaki kerahet, kıblede olduğu gibi ovaya ve evlere şâmil
midir, yoksa yalnız ovaya mı mahsustur ve gündüzleyin aya karşı helâya oturmak
da aynı hükümde midir? Bunu bir yerde göremedim. Anlaşılan şudur ki, güneşle aya
karşı durmaktan maksat mutlak sûrette onların aynlerine karşı durmaktır.
Bulundukları tarafa veya ziyalarına karşı durmak değildir. Görülmeye mâni bulut
gibi bir şey bulunursa kerahet yoktur. Bir de kerahet güneşle ay gökyüzünün
ortasında bulunmadıkları zamana mahsustur. Ortasında bulunurlarsa aynlerine
karşı durmak tahakkuk etmez. Bunu da görmedim. Nakil için kaydedilmelidir. Sonra
«Nuru'l-İzah'ta: «Güneş ve ayın aynlerine (şahıslarına) karşı durmak mekruhtur.»
denildiğini gördüm.
METİN
Esah
kavle göre akar bile olsa suya büyük ve küçük abdest bozmak mekruhtur. «Bahr»
nam kitapta bildirildiğine göre durgun su olursa keraheti tahrimiyyedir. «Hâvî»
sahibi keraheti tenzihiyye olduğunu söylemiştir. Dere, kuyu, havuz veya kaynak
kenarına yahut yemiş veren ağacın altına veya ekin içine, oturmak suretiyle
istifade edilen ağaç gölgesine, mescid ve bayram namazgâhı yanına, kabristan
içine, hayvanların arasına, insanların yoluna, rüzgâra karşı, fare, yılan veya
karınca yuvasına ve delik içine abdest bozmak mekruhtur. Aynî şunları da ilave
etmiştir: Üzerinden bir kimsenin geçtiği veya oturduğu yere, yol kenarına,
kâfile veya çadır yanına, yerin aşağısına durarak yamacına doğru abdestini
bozmak, büyük ve küçük abdestini bozarken konuşmak da mekruhtur.
Ayakta
veya yatarken yahut özrü olmadığı halde soyunarak küçük abdest bozmak; yahut
kendi abdest aldığı veya yıkandığı yere bevl etmek dahi mekruhtur. Çünkü hadisi
şerifte: «Sakın biriniz yıkandığı yere bevl etmesin! Zira umumiyetle vesvese
bundan doğar.» buyurulmuştur.
İZAH
Akar
suya bile olsa büyük ve küçük abdest bozmak mekruhtur. Çünkü Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre kendisi: «Peygamber (s.a.v.), durgun suya
bevl edilmesini yasak etti.» demiştir. Bu hadîsi Müslim, Nesâi ve ibni Mâce
rivayet etmişlerdir. Yine Hazreti Câbir'den rivayet edildiğine göre: «Rasûlüllah
(s.a.v.). akar suya bevl edilmesini yasak etti.» demiştir. Bu hadisi Taberânî
«Evsad» adlı eserinde güzel bir senedle rivâyet etmiştir. Bundaki mâna suyu
kirletmesidir. Çok defa pislenmesine de sebep olur. Az olan durgun suyun içine
bevl etmek haramdır. Çünkü onu pisletir. Mâhiyetini yok eder ve başkası
aldanarak o suyu kullanır. Suya büyük abdest bozmak daha çirkindir. Bir kaba
bevl ederek suya dökmek, dere kenarına bevl edip suya karışmak da böyledir.
Bunların hepsi mezmum, çirkin ve yasak edilmiş şeylerdir.
Nevevî
«Müslim» şerhinde şunları söylemiştir: «Taşla taharetlenen bir kimsenin az suya
dalması haramdır. Çünkü suyu pisletir; kendisi de pisliğe bulanır. Ama su akarsa
bunda beis yoktur. Durgun ise keraheti zâhir değildir. Çünkü bu, sidik mânâsında
değildir, ona yakın da değildir. Fakat korunulması daha iyidir.» Gaznevî
mukaddimesinin şerhi «Ziyâi-Manevî»de böyle denilmiştir.
T
E N B İ H; Denizdeki gemide bulunan kimseyi bundan istisna etmek gerekir. Onun
denizde büyük ve küçük abdestini bozması mekruh değildir. Çünkü zarûret vardır.
Dımaşk ve emsâli şehirlerdeki helâlar da böyledir. Zira bunların suları daimî
surette akar. Selef ulemadan hiç birinin bunlarda kazâ-i hâceti menettiğini
duymadık. Bunun vechi şu olsa gerektir: Helânın hazinesinden aşağı inen suda
akar suyun hürmeti kalmamıştır. Çünkü pisliğe yeni temas etmiştir. Binaenaleyh
kerahet için geçerli olan illet, onda zâhir değildir. Zira onun faydalanılacak
yeri kalmamıştır.
Evet,
Seyyidî Abdülganî «Tarikat-ı Muhammediye» şerhinde şöyle demiştir: «Temiz
derelerin üzerine hela yapmanın men edilmesi anlaşılıyor. Helâ sularının
derelere akıtılması da öyledir. Helâ sularını pis suların toplandığı dereye
akıtmak böyle (memnu) değildir.» Allâh'u a'lem.
Pislik
suya ulaşmasa bile dere kenarına abdest bozmak mekruhtur. Çünkü Peygamber
(s.a.v.), su yerlerine abdest bozmayı umumi şekilde yasak etmiştir. Bir de bunda
suya gelenlere eziyet ve ona ulaşamamak korkusu vardır. «Ziya» da«Nevevî» 'den
naklen böyle denilmiştir.
Yemiş
veren ağacın altına abdest bozmanın mekruh olması yemişini itlâf edip
pisleyeceği içindir. İmdâd. Hatıra gelen yemiş zamanı mekruh olmasıdır. Pisliğin
yağmur ve benzeri şeylerle kayıp olmasından meselâ, yerin sidikten kurumasından
emin olunmazsa yemiş zamanından öncesi de bu hükme katılır. Yemişte yenilen,
yenilmeyen hatta kokusundan istifade edilen bütün meyveler dahildir, çünkü hepsi
muhterem ve faydalıdır. Onun için «Gazneviye» de: «İnsanların faydalandığı
yeşilliklere de abdest bozmak doğru değildir.» denilmiştir.
Gölgeye
abdest bozmak. «Ovayı üç şeyden yani su yerlerine, yol ortasına ve gölgeye
abdest bozmaktan koruyun!» hadîsi için mekruhtur. Bu hadîsi Ebu Davud ile İbni
Mâce rivayet etmişlerdir.
Oturmak
suretiyle istifade edilen ağaç gölgesini «Haram veya mekruh bir iş için toplantı
yeri» olmamakla kayıtlamak gerekir. Şâyet böyle bir toplanılan yeri ise oraya
toplanmamaları için abdest bozmak arzu edilir bile denilir.Yaz mevsimindeki
gölgenin hükmüne kış mevsiminde güneşte yapılan toplantının yeri de katılır.
Kabristan
içine abdest bozmanın mekruh olması ölülere eziyet verdiği içindir. Dirilerin
eziyet gördüğü şeyden ölüler de eziyet görür. Anlaşıldığına göre buradaki
kerâhet tahrimî kerahettir. Çünkü ulema kabristanda açılan yeni bir yoldan
geçmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Bu, evleviyette kalır. T. Hayvanlar
arasında abdest bozmak da eziyet verir endişesiyle mekruh görülmüştür. Rüzgâra
karşı abdest bozmakta üzerine serpilmek korkusu vardır.
Fare
ve yılan deliklerine abdest bozmak da mekruhtur. Çünkü Katâde (r.a.):
«Rasulüllah (s.a.v.) deliğe bevl etmeyi nehî buyurdu.» demiştir. Katâde'ye:
«Deliğe bevletmeyi mekruh saydıran nedir?» diye sormuşlar. Katâde: «Cinlerin
meskenleri olduğu söylenir.» demiştir. Bu hadîsi İmamAhmed, Ebu Davud ve Nesâî
rivayet etmişlerdir. Bazen delikten bir hayvan çıkarak abdest bozan kimseyi
ısırır veya sidiğini üzerine sıçratır. Rivâyete göre Saad b. İbadetü'l-Hazrecî
(r.a.)ı cinler öldürmüştür. Buna sebep Havran'da bir deliğe bevletmesidir.
Tamamı «Ziyâ»dadır.
Aynî'nin
ziyâde ettiklerine şunu da ilave etmek gerekir: Kemik ve benzeri şeylerle
muhterem olduğu için taharetlenmek men edildiği gibi üzerlerine bevl etmek de
mekruhtur. Nitekim Şafiiler bunu açık söylemişlerdir.
Yol
kenarına ve çadır yanına abdest bozmayı Gazneviye sahibi «Rüzgâr onun tarafından
yola ve çadıra doğru eserse» diye kayıtlamıştır.
«İmdat»
sahibinin beyanına göre Allah'ın hışmı her ne kadar avret yerini açmakla
konuşmanın mecmuuna ait ise de hışıma sebep olan şeylerden birini yapmak da
mekruhtur.
T
E N B İ H: Gazneviye'nin ibâresi «helâda konuşmaz» şeklindedir. «Ziya»da
Ebu'l-Leys'in «Bustân»ından naklen «Helâda konuşmak mekruhtur.» denilmiştir.
Bundan anlaşılan, konuşmanın kazâ-i hâcet haline mahsus olmamasıdır. Şâfiîlerden
biri bunun kendilerince mutemet kavil olduğunu söylemiştir. «İmdâd»da: «Birinin
üzerine varmaktan korkmak gibi bir özürden başka bir sebeple öksüremez.» cümlesi
ziyade edilmiştir. Başkasına mahsurlu bir harekette bulunacağından korkan kimse
evleviyetle öksürebilir. Bir özürden dolayı helâda abdest alırsa abdestin
sünnetlerine riâyet ederek besmele çekecek ve diğer duaları okuyacak mıdır,
yoksa bulunduğu yeri düşünerek okumayacak mıdır?
Ayakta
abdest bozmak mekruhtur. Çünkü bu babta nehi varid olmuştur. Bir de Âişe (r.a.):
«Size kim Peygamber (s.a.v,)'in ayakta abdest bozduğunu söylerse inanmayın! O
ancak oturarak abdest bozardı.» demiştir. Bu hadîsi İmam Ahmed, Tirmizi ve Nesâî
rivâyet etmişlerdir. İsnâdı güzeldir.
Nevevî
«Müslim» şerhinde şunları söylemiştir: «Ayakta abdest bozmaktan nehi hususunda
sabit olmayan hadîsler rivayet olunmuştur. Lâkin Âişe hadîsi sabittir. Onun
içindir ki ulema bunun - özür müstesnâ- mekruh olduğunu söylemişlerdir. Buradaki
kerahet tahrimiyye değil, keraheti tenzihiyyedir.
Peygamber
(s.a.v.)'in evlere yakın olan çöplüğe abdest bozmasına gelince: Kâdı İyâz:
İhtimal uzun zaman oturmuş da bevl sıkıştırmış ve uzağa gidememiştir; diyor.
Yahut rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) dizinin içindeki bir yaradan
veya bel ağrısından dolayı ayakta bevl etmiştir. Arablar ağrıyı bununla tedavi
ederlerdi. Yahut oturacak yer bulamadığı için ayakta bevl etmiştir. Câiz
olduğunu göstermek için yapmış olması da muhtemeldir. Meselenin tamamı «Ziyâ»
dadır.
Yatarken
veya çıplak bevl elmenin mekruh olması bu işler Yahudilerle Hıristiyanların
âdeti olduğu içindir. «Gazneviye». «Özrü olmadığı halde» kaydı daha önce
zikredilenlerin hepsine şâmildir. T.
Şârih
hadîse uysun diye «kendi abdest aldığı» yere bevletmek mekruhtur. demiştir.
Başkasının abdest aldığı yerin hükmü ise delâlet yoluyla sabit olur. Bunu Halebî
söylemiştir.
Burhan
sahibinin Ebu Davud'dan naklettiğine göre hamam hadîsinin lâfzı şöyledir: «Sakın
biriniz hamam yaptığı yere bevl etmesin! Sonra orada yıkanır, yahut abdest alır.
Çünkü umumiyetlevesvese bundan doğar». Bundan sidik için akacak yol olmadığı
yahut yer sert olduğu zaman nehi buyurulmuştur. Çünkü yıkanan kimse ondan
üzerine bir şey sıçradığı vehmine kapılır. Bundan da vesvese doğar. Nitekim İbn
Esîr'in «Nihâye» adlı eserinde de böyle denilmiştir.
METİN
FER'Î
MESELELER
Yürümek,
öksürmek veya sol tarafına yatıp uyumak sureliyle istibra yapmak vaciptir.
İnsanların tabiatları muhteliftir. Yıkanan şeyin temizlenmesiyle birlikte el de
temiz olur. Ama elden ve pisliğin çıktığı yerden kokuyu gidermek şarttır. Meğer
ki âciz kala! İnsanlar bundan gafildirler.
Abdestli
bir kimse istinca yaparsa, sünnet vechile meselâ, dübürünü sarkıtmak suretiyle
yaptığı takdirde abdesti bozulur. Böyle yapmazsa bozulmaz.
İZAH
İstibrâ
(kurulanmak): Şârihin söylediği şeylerden biri ile çıkan pislikten arınmak
istemektir. Tâ ki eser kalmadığını yüzde yüz anlasın!
İstinkâ:
Paklamak istemektir. Bu, su İle taharetlenirken mak'adı taşlarla veya
parmaklarla oğmak suretiyle yapılır.
İstincâ:
(taharetlenme) ise taşları veya suyu kullanmaktır.
Bu
üç şeyin tefsirinde esah kavil budur. Nitekim «Gazneviye» de de böyle
denilmiştir. Yine «Gazneviye»de bildirdiğine göre bu hususta kadın da erkek
gibidir. Yalnız istibrada ondan ayrılır. Çünkü kadına istibra yoktur. O, kazâ-i
hacet ettikten sonra azıcık durur, sonra taharetlenir bu izahın bir misli de
«İmdâd» dadır. Şârih, istibrâ için «Dürer» ve diğer kitaplara tâbi olarak
«Vacibtir» tabirini kullanmıştır.
Bazıları
bunun yerine «farzdır» tâbirini kullanmış; birtakımları da «gerekir»
demişlerdir. Bu son tâbire göre istibrâ menduptur. Nitekim Şâfiîlerden biri bunu
açık ifade etmiştir. Mendup olduğu yere istibrâdan sonra bir şey çıkmayacağından
emin bulunduğu haldir. Bu istibrâ mubâlaga göstermek için menduptur. Yahut
murad, hassaten bu söylenenlerle yani yürümek ve öksürmek gibi şeylerle istibra
yapmaktır. Yoksa sızıntının kesildiğine kalbi kanaat getirinceye kadar yapılan
istibranın kendisi farzdır. Vacibtir, sözünden murad da budur. Onun için
Şürunbulâlî: «Erkek sidiğin eseri kalmadığına kalbi kanaat getirinceye
kadar,istibrâ yapması lâzımdır.» dedikten sonra, «Lâzımdır, dedim. Çünkü sözü
vacip tâbirinden daha kuvvetlidir. Zira bu ortadan kalkınca cevaz da ortadan
kalkar. Ve sızıntının kesildiğine kalbi kanaat getirmedikçe o kimsenin abdeste
başlaması sahih olmaz. » demiştir.
Öksürmekle
istibrâ yapılır. Çünkü damarlar boğazdan tenasül uzvuna kadar uzanır. Öksürmek
bunları hareket ettirir. Ve sidik kanalındaki kalıntıyı dışarı atarlar. «Ziyâ».
«İnsanların
tabiatları muhteliftir». Sahih olan budur. Binaenleyh bir kimse temizlendiğine
kalben kanaat getirirse taharetlenmesi câizdir. Zira herkes kendi halini daha
iyi bilir. «Ziya».
Ben
derim ki: Bir kimse geç kurulanırsa arpa danesi kadar kâğıt parçası gibi bir
şeyi bükerektenasül uzvunun içine tıkmalıdır. Bu kalan rutubetin eserini içer.
İçeriye görünmez oluncaya kadar tıkmalıdır ki rutubet dış tarafına çıkmasın.
Böyle yapılırsa İmam Şâfiî'nin hilafından da çıkılmış olur. Bu, tecrübe edilmiş
ve o yeri bağlamaktan daha faydalı olduğu görülmüştür. Lâkin oruçlu olan
kimsenin o yeri bağlaması daha iyidir. Tâ ki İmam Şâfiî'nin kavline göre orucu
bozulmasın.
Yıkanan
şeyin temizlenmesiyle birlikte et de temiz olur. Fakih Ebu Cafer'in tercih
ettiği kavil budur. Bazıları: «Elin yıkanması vaciptir. Çünkü istinca yaparken
pislenmiştir.» demiş; birtakımları elleri yıkamanın sünnet olduğunu
söylemişlerdir. Abdestin Sünnetleri Bahsinde geçtiği vecihle sahih olan kavil
budur. «Nuh».
«Kınye»de
nakledildiğine göre bir kimse elinde iplik sarılı olduğu halde su ile
taharetlenirse eliyle ipliği tertemiz yıkadıkça elin temizliği ile iplik temiz
olmaz.
Kokunun
giderilmesi şarttır. Bu hususta «Sirac»ta şöyle denilmiştir:«Acaba burada
kokunun gitmesi şart mıdır? Bazıları şart olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre
defalarca yıkamak takdir edilmez. Suyu pisliğin ayrı ve kokusu gidinceye kadar
kullanılır. Birtakımları, kokunun gitmesi şart değildir. Temizlendiğine kalbi
kanaat getirinceye kadar suyu kullanır, demişler ve bunu üç defa yıkamakla
takdir etmişlerdir». Anlaşılıyor ki, iki kavlin arasındaki fark birinciye göre
kokunun gittiğini anlamak için elini koklaması, ikinciye göre koklamak lâzım
gelmeyip kalbinin kanaatiyle yetinmesidir. Teemmül et!
Dübürünü
sarkıtmanın vechi herhalde kendisini gevşeterek dübür halkasının içini dışına
çıkarmakla olur. Bu da pislik rutubetinden hali değildir. Sonra bunu Bezzâzî'nin
elyazısiyle elimdeki «Bezzâzîye» nüshasının kenarında nakledildiğini gördüm.
«Sünnet
vechile» tâbirinden murad şârihin söylediği sarkıtma olduğunu da açıklamış. Bu
suretle «Hilye» sâhibinin anladığı mânâ ortadan kalkmış olur. «Hilye» sahibi
abdestin bozulması, parmağı dübürüne sokmakla olacağını söylemiştir. Ona göre
«sünnet vechile» tâbirinden murad, parmağı dübüre sokmaktır. Onun bu sözü red
edilmiştir. Çünkü benam ulemadan birçokları taharetlenirken parmağın dübüre
sokulmayacağını bildirmişlerdir.
T
E T İ M M E : Bir kimse helâya gireceği zaman iyice başı sıkılmadan yerinden
kalkmalı; üzerinde tâ'zimi gereken isim bulundurmamalı, başı açık veya sarıksız
külahla girmemelidir. Helâ kapısına vardıkta duadan önce işe besmele ile
başlamalı. Ve:
"Bismillâhi.
Allâhümme innî eûzübike mine'l hubsü velhabais."
Yani
(Ya Rabbi, pislikten ve şeytanlardan sana sığınırım.) demelidir. Sahih olan
budur. Sonra sol ayağı ile girmeli ve oturmaya yaklaşmadan avret yerini
açmamalıdır. Sonra ayaklarını aramalı ve sol ayağının üzerine yaslamalıdır.
Helâda fıkıh ve ilim gibi âhiret umurunu düşünmemelidir. «Bunu düşünmesini
kendisine daha büyüğünün verilmesine mâni olur» denilmiştir. Selâm almamalı,
müezzine icabet etmemelidir. Aksırırsa kalbinden ALLAH'A hamd etmelidir.
Avretine ve ondan çıkan pisliğe bakmamalı; sidiğin içine tükürmemeli; helâda
fazla oturmamalıdır. Çünkü basurilletine sebep olur. Sümkürüp öksürmemeli; fazla
bakmamalı; bedeniyle oynamamalı; başını gökyüzüne çevirmemeli; o halinden
utanarak başını önüne eğmelidir. Çıkan pisliği gömmeli, işini çabuk bitirmeye
çalışmalıdır. İşi bitince tenâsül uzvunu altından sıkarak ucuna doğru gitmeli,
sonra üç taşla silmeli; sonra doğrulmadan avret yerini örtmeli, sağ ayağını
atarak heladan çıkmalı ve şu duayı okumalıdır:
«Gufrâneke.
Elhamdülillâhillezî ezbehe an mâyü'zine ve emseke aleyye mâ yenfevnî.»
«Affını
dilerim ya Rabbi Bana eziyet veren şeyi giderip faydalısını üzerimde bırakan
ALLAH'A hamd olsun». Bundan sonra istibrâ yapmalı (kurulanmalı), sidiğin eseri
kesildiğini yüzde yüz anlayınca su ile taharetlenmek için başka bir yere
oturmalı ve ellerini üç defa yıkamakla işe başlamalıdır. Avret yerini açmazdan
önce şunu okumalıdır: "Bismillahil-azîm ve bihamdihî, velhamdülillahi alâ
dînil-islam, Allahummec'alnî minet-tevvabîne vec'alnî minel-mutahhirîn ellezîne
lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn"
«Yüce
Allah'ın ismiyle ve hamdi ile işe başlıyorum. İslâm dini için AIlah'a hamd
olsun, Ya Rabbî beni tövbekârlardan eyle! Beni kendilerine hiç bir korku olmayan
mahzun dahi olmayacak, temizlenen kullarından eyle!» Bundan sonra sağ eliyle
avret yerine su dökmeli ve kabı kaldırarak avret uzvunu sol eliyle yıkamalıdır.
Evvelâ önden başlamalı sonra arkaya geçmelidir. Mak'adı sarkıtarak dübürü üç
defa yıkamalı ve her defasında oğuşturarak oruçlu değilse mubalağâ
göstermelidir. Oruçlu ise dübürünü büzmeden bir bez parçası ile silmelidir ki,
su içeri işleyip de orucu bozulmasın. Sonra elini duvara veya temiz yere
sürtmeli ve üç defa yıkamalıdır. Sonra ayağa kalkarak avret yerini temiz bir
bezle kurulamalı, yanında bez yoksa eliyle tekrar tekrar silmelidir. Tâ ki hafif
bir ıslaklıktan başka bir şey kalmasın. Bundan sonra donunu bağlamalı ve avret
yerine su serpmeli, yahut şeytan ve vesvese veriyorsa içine pamuk tıkamalı ve
şunu okumalıdır:
«Suyu
temizleyici, İslâmı nur ve önder ve Allah'a, naîm cennetlerine delil kılan
Allah'a hamd olsun. Ya Rabbi benim avret yerimi iffetli kıl, kalbimi temizle ve
günahlarımı yok et!» Burası «Gazneviye» ile «Ziya» dan kısaltılarak alınmıştır.
METİN
Bir
kimse necâset üzerinde uyur veya yürürse aynı göründüğü takdirde pislenir.
Görünmezse pislenmez. Pislik dereye düşer de elbisesine sıçrarsa, eseri
göründüğü takdirde pislenir. Görünmezse pislenmez. Temiz bir elbise su ile
ıslanmaz pis bir şey ıslanırsa sıkıldığı zaman damlayacak şekilde olduğu
takdirde pislenir. Aksi takdirde pislenmez. Sidik gibi bir şeyle ıslanmış
sargıya sarılırsa ıslaklığı veya eseri görüldüğü takdirde pislenir. Görünmezse
pislenmez.
İZAH
Bir
kimse necâset üzerinde uyur veya yürürse, yani uyur da terler, yahut yürür de
ayağı ıslanırsa necasetin aynı üzerinde göründüğü takdirde pislenir.
Necâsetten
murad, kuru pisliktir. Zira Mültekâ'nın metninde şöyle denilmiştir: «Yaş bir
elbiseyi pis kuru toprakla sıvanmış şeyin üzerine koyarsa pislenmez». Şarih:
«Çünkü kuru olanla elbisenin rutubeti emilir. Yaş toprakla sıvanmışsa bunun
aksinedir» demiştir.
«Aynı
göründüğü takdirde ibâresi esere de şâmildir. Zira eser pisliğin varlığına
delildir. «Nuru'l-İzah»da olduğu gibi burada da «Eseri görüldüğü takdirde»
denilse daha iyi olurdu. «Pislenir» sözünden murad, namaza mâni olan miktar
itibara alınır demektir. Nitekim yerinde görmüştük. Necaset dere gibi akar bir
suya düşerse meselâ, eşek bevl eder de su bir insanın elbisesine sıçrarsa esere
itibar edilir. Durgun suya bevl ederse iş değişir. Çünkü bu sudan dirhem
miktarından fazla sıçrarsa namaza mâni olur. Nitekim «Hâniyye»de de böyle
denilmiştir. Lâkin yine «Haniyye de bildirildiğine göre suya fışkı alılır da o
su insan üzerine sıçrarsa esere bakılır. Burada mutlak söylemiş; akar su ile
akmayan arasında fark yapmamıştır. Her halde mutlak sözü tafsilâtta söylediğine
hamledilmiştir. «Hidâye» sahibinin «Muhtârâtü'n Nevâzıl» adlı sözünden . hemen
bu mânânın anlaşılması da tafsilâtta söylediklerini te'yid eder Meğer ki sidik
ile fışkı arasında fark görüle. Çünkü sidik durgun suya isabet ederse sıçrananın
sıçrananın sidik olduğu zannı ağır basar. Zira sidik suya çarpmıştır. Akar suya
isabet ederse böyle değildir. Çünkü ikisi de birbirine çarparlar ve sıçrayanın
su olması ihtimali vardır. Bundan dolayı esere itibar olunur. Fışkıda ise
sıçrayan serpinti kat'î surette sudandır. Su durgun olsun olmasın fark etmez.
Lakin serpintinin fışkıya temas eden sudan olması muhtemel olduğu gibi temas
etmeyen sudan olması ihtimali de vardır. Düşen fışkının kuvvetinden temiz su
sıçramış olabilir. Bu sebeple onun da eserine itibar olunur. Benim anladığım
budur. Allah'u a'lem.
İbaresi
şudur: Akar suya eşek bevl ederde serpinti elbiseye sıçrarsa sidik olduğu yüzde
yüz bilinmedikçe onu pislemez. Keza pislik suya .atılır da şişerse elbiseye.
isabet ettiği takdirde onu pislemez. Ama su durgun olursa pisler.
Şu
da var ki, «Münye» ve diğer kitaplarda İbni Fazıl'dan naklen, necâset gerek akar
suya, gerekse durgun suya düşsün pisleyeceği bildirilmiştir. Ebu'l-Leys
pislemeyeceğini tercih etmiştir, «Münye» şerhinde: «Yani ister akar suya, ister
başkasına düşsün pisler. Esah olan budur. Çünkü yüzde yüz bilinen bir şey şüphe
ile ortadan kalkmaz, Bir de sıçrayan serpinti ekseriyetle suyun cüz'lerindendir.
Çarpan şeyin cüzlerinden değildir. Binaenaleyh aksi zuhur etmedikçe ekseriyete
göre hüküm verilir.» denilmiştir. Teemmül et!
Zira
serpintinin ekseriyette suyun cüz'lerinden olması söz götürür. Şimdi bir, şey
kalır ki o da şudur: Durgun sudan murad az su mudur çok su mudur? Ben bunu açık
olarak bir yerde görmedim, Halebî: Anlaşıldığına göre az sudur. Aksi takdirde
Kâdıhan'ın verdiği tafsilatın mânâsı kalmaz. Münye şerhinde esah kavlin illeti
beyan edilirken, az su pisliğin düştüğü anda hemen pislenivermez. Hatta pislik
düşer düşmez ara vermeden öbür taraftan su alınsa bu su temizdir. Çünkü ulema
serpintiye pisliğin işlediğine hüküm etmemişlerdir. Zira pisliğe yakın olmakla
beraber içine işlemesine vakit yoktur. Binaenaleyh pisliğin düştüğü anda öbür
tarafın pislenmemesi evleviyette kalır, deniliyor. Teemmül et! Muvaffak
olursun!» diyor.
Ben
derim ki: Bizim söylediğimiz farktan «Haniyye»deki tafsilâtın manâsı olduğu
meydana çıkıyor. Ve durgun sudan murad az su olduğuna delâlet etmiyor. Teemmül
eyle!
Malûmun
olsun ki, temiz ve kuru bir elbise ıslanmaz bir şeye sarılı da ıslaklığı temiz
elbiseye geçerse elbisenin pislenip pislenmeyeceği hususunda ulema ihtilâf
etmişlerdir. Bazıları temiz elbise pislenir» demişlerdir. Hulvânî temiz elbise
sıkılmış olsa bir şey akmayacak ve damlamayacak şekilde olursa pislenmeyeceğini
tercih etmiştir. Esah olan da budur. Nitekim «Hulâsa» ve diğer kitaplarda da
böyle denilmiştir. Mezhebimizin umumiyetle kitaplarında, metinlerde, şerhlerde
ve fetvalarda zikredilen budur. Bazıları da hilâf zikredilmemiş; bazılarında
«esah» sözüyle beyan edilmiştir. «Münye» şerhinde bu mesele pis olan şeyin sidik
ve emsâli ile değil de su ile ıslanmış olmak ve temiz elbisede pisliğin eseri
görülmemek şartlariyle kayıtlanmıştır. «Fetih»te dahi temiz elbise sıkıldığı
zaman bir şey çıkmazsa diye kayıtlanmıştır. Tâ ki içine işleyen mücerret
yaşlıktan ibâret olsun. Çünkü bazen dürmekte sıkmakla ufak su kabarcıkları hâsıl
olur. Akacak kuvvetleri yoktur. Elbise çözülünce kayıp olurlar. Böyle bir şeyde
hakikî necâset karışığı varken temizliğine hükmetmek, gerçekten uzaklaşmak olur.
«Burhan»
sahibi «Feth» in ibaresini naklettikten sonra şunları söylemiştir: «Bundan
anlaşılır ki, bunun sırf bir yaşlık olduğu yüzde yüz kestirilemez. Meğer ki
sıkmakla damlayan şey yaş necâsetin kendisi olsun. Zira kuru elbiseye çok
miktarda necaset bulaşıp da sıkıldığı vakit damlamaması mümkündür. Nitekim
yıkamaya başlarken görülen budur. Binaenaleyh Hulvânî'nin sahih bulduğu kavlin
hilâfına fetvâ vermek alettayin icap eder». Bu sözü Şürunbulâlî de kabul
etmiştir. Vechi meydandadır.
Hâsılı,
Hulvânî'nin sahih kabul ettiği kavle göre itibar temiz elbiseyedir. Sıkıldığı
vakit damlayacak şekilde ise pislenir. Böyle değilse pislenmez. İster ıslanan
pis şey sıkmakla damlasın, ister damlamasın fark etmez. «Burhan»daki kavle göre
ise itibar ıslanan pis şeyedir. Sıkıldığı zaman damlayacak şekilde ise temiz
elbise pislenir. Damlamayacak şekilde ise temiz elbise pislenmez. Kitabın
sonunda muhtelif meselelerdeki Zeylaî'nin sözünün mânâsı budur. Halbuki
musannıfın oradaki ibaresindan -Kenz ve başkalarının ibârelerinden anlaşıldığı
gibi- bunun hilâfı anlaşılmaktadır. Hatta «Hulâsa»,«Hâniyye» «Bezzaziye» ve
başkalarının sözleri açık açık bunun hilâfınadır. Sözün tamamı inşaallah orada
gelecektir. «Sıkıldığı zaman damlayacak şekilde olduğu takdirde pislenir.»
cümlesindeki üç zamir ilk bakışta temiz elbiseye râci görünüyorlar. Bu takdirde
ifâde Hulvâni'nin sahih bulduğu kavle uymaktadır. Ama «sıkıldığı ve damlayacak
şekilde» tâbirlerindeki zamirin pisliğe, «pislenir» tabirindeki zamirin de temiz
elbiseye ait olması ihtimali dahi vardır. Bu takdirde de «Burhan»daki kavle ve
Şürunbulâli'ye ile Zeylaî'nin kavillerine uyar. Anla!
Şârihin
«Sidik gibi bir şeyle ıslanmış sargıya sarılırsa ilah...» sözü bundan önceki «Su
ile ıslanmış pis bir şeye sarılırsa» cümlesiyle ihtiraz ettiği şeydir. Bu cümle
«Münye» şerhinden alınmıştır. Orada: «Çünkü o zaman yaşlık necâsetin aynıdır.
Velev ki sıkmakla damlamasın.» denilmiştir.
Ben
derim ki: Pisliğe bitişik olan suyun hükmü, gerek galiz gerekse hafif necaset
olması yönünden pisliğin hükmü gibi olduğunu sen bilirsin. Şu halde sidikle
ıslanan bir şeyle içine sidik karışan su arasında bir fark görülmemektir.
Teemmül et!
METİN
Şarabın
içinde bir fare bulunur da atılır ve şarap sirke atılırsa fare şişmiş bulunduğu
takdirde sirke pistir. Şişmemişse pis değildir. Sirkenin içine şarap karışırsa,
bir damla olduğu takdirde biraz beklemeden helal olmaz. Bir bardak karışırsa
eseri görünmemek şartıyla derhal helâl olur. Güğüm İçinde bir fare bulunur da
onun içinde mi yoksa küpün içinde veya kuyuda mı öldüğü bilinmezse güğümde
öldüğüne hükmedilir. Bir kimse biri yağ, bir bal, biri de pekmez dolu üç
tulumdan birer miktar alarak karıştırır da sonra içinde bir fare bulursa bu
mahlutu güneşe bırakınız, üstüne yağ çıkarsa pislenen yağdır . Yağ çıkmaz da
donuk halde kalırsa bal'dır, karışırsa olarak çıkarsa
pekmezdir.
İbn
Abidin burada «Pislenen tulumudur. Sonrakilerde de pislenmek takdir olunur.»
diyor. Bunu kendi el yazısı ile yazmıştır. İhtimal bu nüsha onun nüshasıdır.
Yoksa şârihin benim elimdeki nüshalarında «Pislene yağdır» denilmiştir. Kayıt
edilmelidir. Musahhih.
Kesilen
hayvan hakkında haramdır diye verilen haberle, su ve yiyecek hakkında ise
helaldir diye verilen haberle amel olunur. Elbisenin azı temiz olanlarda,
kablarda ise çoğu temiz olanlarda araştırma yapılır. Azı temiz olanlarda
araştırma yapılmayıp ekseriyete göre hüküm verilir. Bundan yalnız içme
zaruretinden dolayı su müstesnadır. Kokmuş eti yemek haramdır. Kokmuş yağ ve süt
gibi şeyler haram değildir.
İZAH
Fare
şişmiş bulunursa sirke pistir. Çünkü şişince cüzleri dağılır. Şarabın sirkeye
inkılab etmesi pis cüzlerin temizlenmesini gerektirmez. H.
«Hâniyye»
sahibi şunları söylemiştir: «Kezâ köpek şıranın içine düşer de şıra şarap olur,
sonra sirkeye inkılab ederse o sirkeyi yemek helâl olmaz. Zira köpeğin salyası
sirkenin içinde durmuştur. O, sirke olmaz».
Fare
şişmemiş bulunursa sirke pis değildir. Çünkü sirke olduktan sonra bir şey
kalmamıştır. Şarap, sirke olmadan önce fare de şarap gibi necis ise de bu gibi
yerlerde pisliğin tesiri yoktur. Pare atılıp sonra şarap sirkeye inkılab edince
aynı değiştiğinden temiz olur. Farenin su kuyusuna düşmesi böyle değildir. O,
temiz suya temas ettiği için suyu pisler; ona tesir eder ve şişmese bile kuyuyu
ayıklamak icap eder. Buna farenin şarap İçinde şişip dağılması meselesiyle
itiraz edilemez. Zira bilirsin bu eser, şarap sirke olduktan sonra sirkeye
inkılab etmez ki, onun temizliğine tesiri olsun. Anla!
«Hâniyye»de
de zikredildiği vecihle sirkeye şarap karışması şöyle izah olunur: Şarap, bir
bardak olursa kokusu gidince değiştiği anlaşılır. Ve şarabın sirke olduğu
bilinir. Bir damlanın ise kokusu yoktur. Değiştiği bilinemez. Halen mevcud
olması ihtimali vardır. Binaenaleyh helâl olduğuna hüküm verilemez. Kaadî:
«Kalbinin kanaatiyle hükmeder. Sirke olduğuna kanaat getirirse temizdir. Kanaat
getirmezse temiz değildir.» diyor. Güğüm içinde fare bulmanın sureti şudur:
Kuyudan
bir küp su doldurur. Sonra bu küpten bir güğüm su alır ve güğümün içinde fare
bulur. Bu farenin güğümde öldüğüne hükmedilmesi Hâdiseler en yakın vakitlerine
izâfe olunur.» kaidesine göredir. H.
«Fetih»te
şöyle deniliyor: «Bir kimse bir küpten biraz, diğer küpten biraz su alarak bir
kaba koyar da sonra kapda fare bulursa oradan biraz ayrıldığı takdirde necaset
kaba aittir. Ayrılmazsa araştırma yaparak kalbi küpün birine kanaat getirdiği
takdirde onunla amel eder. Hiç birine kanaat getiremezse necâset son olarak su
aldığı küpe ait olur. Bu hüküm her iki küpün bir şahsa ait olduğuna göredir. İki
kişiye ait olurlar da her biri farenin kendi küpünde olmadığını söylerse
küplerin ikisi de temizdir.
Mahlutun
donuk halde kalması bal olduğuna delildir. Çünkü balın üzerine güneş vurunca
cüzleri bir yere toplanır. Ve tutunur. Pekmez öyle değildir. O güneşin
sıcağından yayılır. Bunu Halebî söylemiştir. Şimdi hal bu surette anlaşılmazsa
ne yapılacağı kalır. Bu hususta az yukarıda «Fetih»den naklen arz ettiğimiz
tafsilata gitmek gerekir.
Kesilen
hayvan hakkında haramdır, diye verilen haberle amel olunur. Yani bir kimseye
adalet sahibi biri «Bu et Mecûsînin kestiği hayvanın etidir» yahut «Ölü hayvan
etidir» diye haber verir; başka bir adil kimse de müslümanın kesdiği hayvanın
eti olduğunu söylerse onu yemek helal olmaz. Zira İki haber taarruz edince ikisi
de sâkıt olur; haram hükmü aslı üzere kalır ki bu da hayvanın ancak şer'i
kesimle helâl olmasıdır. Bu iki kişi suyu haber verirler de ikisinin haberi de
sâkıt olursa su aslı temizliği üzere kalır. «İmdâd».
Anlaşılıyor
ki, her iki suretle haberler sâkıt olunca araştırmaya itibar kalmaz. Biz buna
muhalif olan kavli Haram Helâl Bahsinde Giyim Faslından evvel «Hidâye»
şarihlerinden ve başkalarından naklen anlatacağız. Bu meseleye orada müracaat
et!
Elbiselerin
azı temiz olanlarında araştırma yapılır. Meselâ, temiz bir elbise iki pis
elbiseye karışsa araştırılır. Tabiî aksinde evleviyetle araştırma yapılır.
Kapların ise çoğu temiz olanlarında araştırılır. Azı temiz olanlarda yapılmadığı
gibi temizlerle pisler müsâvi olduğunda dahi araştırma yapılmaz. Nitekim bunları
şârih Helâl Haram Bahsinde anlatacaktır. Yine orada beyan edeceğine göre
kesilmiş hayvanların ölü hayvanlar birbirine karışırsa hüküm kaplardaki gibidir.
Sonra elbise ile kaplar arasındaki fark -«İmdad» nâm kitaplar da beyan edildiği
vecihle- elbisenin avret yerini örtecek halefi olmaması, susyun ise abdest ve
gusülde halef olmasıdır Zira teyemmüm abdestin halefidir
İçme
hususuna gelince: Mutlaka araştırma yapmak lâzımdır. Çünkü içmenin halefi
yoktur. Onun için şârih: «Yalnız içme zaruretinden dolayı su müstesnâdır»
demiştir. Sonra şunu da bil ki, şârihin burada elbise ve kaplar hakkında
söyledikleri «Nuru'l-İzah» ile « Mevâhibü'r-Rahman»ın beyanlarına uygundur.
«Zahire» ve diğer kitapların beyanları buna muhaliftir ve hulâsaları şudur:
Kaplarda
olsun, elbise ve kesilen hayvanlarda olsun temiz kısmı çoksa gerek ihtiyarî
gerekse iztırâri hallerde çokluğa itibar ederek araştırma yapar. Temiz olanlar
az ise ihtiyari halde hiçbirinde araştırmaz. İztırâri halde ise abdest ve gusül
kaplarından maada hepsinde araştırır. İzahı inşaallah Haram Helâl Bahsinde
gelecektir. Ama bu talâk ve azâd meselelerine benzemez.
Bir
adam karılarından birini bozar yahut cariyelerinden birini azâd ederse cima'
etmek veya satmak için araştırma yapması câiz değildir. Velev ki helâl olanlar
daha fazla olsun. Meselenin tamamı «Valvalciyye» ve diğer kitapların araştırma
bahsindedir. Oraya müracaat et!
Kokmuş
eti yemek haramdır. Bunu «Tatarhâniyye» sahibi Tahtavî'nin «Müşkili'l-Âsar» adlı
eserine nisbet etmiştir. Halebî bu sözü, «Yani necis olduğu için değil, zarar
vereceği için haramdır.» diye tefsir etmiştir. Kokmuş süt gibi şeyler ise zarar
etmez. Bunu Şürunbulâlî, Vehbâniyye'nin Kerahiyet Bahsini izah ederken
söylemiştir.
Ben
derim ki: Tatarhâniyye'de nakledildiğine göre süt fazla bozulursa pis olur.
Sonra Tatarhâniyye sahibi bu iki kavlin arasını bulmak için birinci kavlin süt
fazla bozulmadığı hale hamledildiğini nakletmiştir. «Kınye»de dahi böyle
denilmiştir. Lâkin Hamevî'nin «Nihâye»den nakline göre bozulmaz haline inkılap
etmek aslen pis olmayı gerektirmez. «Tatarhâniyye»de şöyle deniliyor:
«Et
kurdu çorbanın içine düşerse çorba pis olmaz. Ama içinde kurt şişer dağılırsa
çorba yenmez». Yani kurt ölü olduğundan çorba temiz bile sayılsa yenmez, demek
istiyor.
Ben
derim ki: Yemişlerdeki kurdun hükmü de bundan anlaşılır.
METİN
Katı
olan deve, koyun ve at fışkısının içindeki arpa yıkandıktan sonra yenir. Sığır
fışkısının içindeki yenilmez. Her hayvanın ödü, sidiği gibi gevişi da fışkısı
gibidir. Şıranın hükmü suyun hükmü gibidir. Fercin rutubeti temizdir. İmameyn
buna muhaliftir. Pisliğe karışan toprak veya suyun temiz olanına itibar edilir.
Bununla fetva verilir. Bir kimse hamam ve benzeri bir yerde yürürse üzerine
baslığı suyun pis kir suyu olduğunu bilmedikçe ayağı pislenmez. Suyu musluktan
almamak gerekir; çünkü havuz durgun su hükmüne girer. Hamama erken gitmek
mürüvvet değildir.
Çünkü
bunda kinâye kelimesinin tersini meydana çıkarmak vardır. Fâsıklarla zımmîlerin
elbiseleri temizdir. İranlıların atlası pistir. Çünkü parlatmak için içine sidik
koyarlar. Bir kimse birinin elbisesinde namaza mâni pislik görür de haber
verdiği takdirde gidereceğine kalbi kanaat getirirse haber vermesi vacip, aksi
takdirde vacip değildir.
İyiliği
emir meselesi de böyledir. Zamanımızda ihtiyaten yanında seccade taşımak
evlâdır. Zira kabirde ilk sorulacak şeyin temizlik, mahşerde ilk sorulacak şeyin
ise namaz olduğunu bildiren hadis varid olmuştur.
İZAH
«Tatarhâniyye»de
beyan edildiğine göre arpa, deve ve koyun fışkısı içinde bulunursa üç defa
yıkanıp kurulanır ve yenilir. Sığır fışkısında bulunursa yenilmez, «Fetih»te:
«Çünkü sığır fışkısında katılık yoktur.» denilmiştir. Bundan sonra
«Tatarhâniyye»de «Kübra»dan naklen: «Sahih olan şişip şişmediğine göre tafsilâta
gitmektir. Bu hususta deve, koyun pisliği ile sığır pisliği müsâvidir.»
denilmiştir. Yani arpa şişmişse her iki pislikte bulunduğunda yenilmez.
Şişmemişse ikisinde de yenilir. «Münye» şerhinde dahi buna benzer inceleme
yapılmıştır.
Her
hayvanın ödü, sidiği gibidir. Yani sidiği galîz veya hafif necaset ise ödü de
ihtilâf ve ittifakyönünden öyledir. Ulema buna teferru' eden meselelerden olmak
üzere şunu söylerler: Bir kimse parmağına eti yenilen hayvanın ödünü geçirse
İmam A'zam'a göre mekruh olur. Çünkü o bu hayvanın sidiği ile tedaviyi mubah
görmez. Ebu Yusuf'a göre mekruh olmaz. O sidiği ile tedaviyi mubah görür.
«Zahîre» ve «Hâniyye»de fakîh Ebu'l-Leys'in ihtiyaçtan dolayı Ebu Yûsuf'un
kavlini tercih ettiği bildirilmiş; «Hulâsa»da «Fetva buna göredir.» denilmiştir.
Ben
derim ki: İmam Muhammed'in kavline kıyasen mutlak surette mekruh olmaz. Çünkü
ona göre yenilen hayvanın sidiği temizdir. Hilye. Her hayvanın gevişi de fışkısı
gibidir.
Geviş:
Hayvanın karnından ağzına getirerek ikinci, defa yediği şeydir, «Tecnis» sahibi
bunun illet ve sebebini şöyle izah etmiştir; «Çünkü yiyecek, hayvanın karnında
gizlenip kayıp olmuştur. İnsanın karnında kayıp olan şeyi görmüyor musun? Bunu
su farzetsek de sonra kussa hükmü sidik gibidir,» Bu söz derhal kusmuş olsa bile
böyle olmayı iktiza ediyor. Lâkin «Tecnis» sahibi bundan sonra emerek kusan ve
kusmuğu annesinin elbisesine bulaşan çocuk hakkında şunları söylemiştir;
«Kusmuk
dirhem miktarından fazla olursa namaza manidir. İmam Hasan'ın Ebu Hanife'den
rivâyetine göre çok fazla olmadıkça namaza mâni değildir. Çünkü süt her cihetten
değişmemiştir. Binaenaleyh onun pisliği sidiğin pisliğinden azdır Zira sidik her
vecihle değişmiştir. Sahih o!an da budur». «Fethü'l-Kadir de de böyle
denilmiştir. Anlaşılıyor ki ta'lilden yararlanarak gevişe bu kusmuğun hükmünü
vermeye meylediyor.
Şıranın
hükmü suyun hükmü gibidir. Yani onunla da hakikî necaset giderilir. Ona on arşın
ebadında ise suda olduğu gibi o da içine düşen necâsetle pislenmez. H.
Üzümü
sıkıp şırası akarken ayağı kanarsa şıraya karışan kanın eseri görülmedikçe İmam
A'zam'la Ebu Yusuf'a göre pislenmez. Nitekim «Muhit»ten naklen «Münye»de de
böyle denilmiştir. İmam A'zam'a göre fercin rutubeti temizdir. Onun için
«Tatarhâniyye de şöyle nakledilmiştir:
«Çocuk
doğarken üzerinde bulunan rutubet temizdir. Annesinden yeni doğan kuzu da
öyledir. Yumurta dahî öyledir. Bununla elbise pislenmediği gibi suya düşerse su
da pislenmez. Lâkin ihtilâflı olduğu için o su ile abdest almak mekruh, muhtar
kavle göre kuzunun mayası da temizdir İmameyn'e göre ise elbise ve su pislenir.
İhtiyat olan da budur.
Ben
derim ki: Bu hüküm rutubetle birlikte kan olmadığına ve fercin rutubetine mezi
yahut erkekle kadının birinden menî karışmadığına göredir.
Pislikle
karışan toprak veya suyun temiz olanına itibar edilir. Ekser ulema bu kavli
tercih etmişlerdir. Fetih. Bu kavil İmam Muhammed'indir. Fetvâ da buna göredir.
Bezzâziye. Bazıları: «İtibar suyadır, su pis ise toprak da pislenir, değilse
toprak da temizdir.» demiş; birtakımları toprağa, daha başkaları hangisi çoksa
ona İtibar olunacağını söylemişlerdir. «Hangisi pis olursa olsun toprak
pistir.sı diyenler de olmuştur. Ebu'l-Leys bu kavli tercih etmiş; Hâniyye ve
diğer kitaplarda bu kavil sahih kabul edilmiştir. «Münye» şârihi dahi bu kavlı
kuvvetli bulmuş ve diğer kavillerin fasid olduğuna hüküm vermiştir. Teemmül et!
«Muhit»
sahibi de bu kavlın sahih olduğunu söylemiş ve illetini şöyle açıklamıştır:
«Çünkü karışmakla pislik yerinden atmış olmaz. Fışkı böyle değildir. O sıva
yapmak için toprağa karıştırılırsa toprağı pislemez. Zira burada onun pisliğini
itibara almamak için zaruret vardır. Sıva çamuru ancak olumlu yapılır. «Hilye».
Hamam
ve benzeri bir yerde meselâ, döşenmiş tahta üzerinde ayakları pis biri geçtikten
sonra yürüyen kimsenin tamamiyle onun izine baslığı bilinmedikçe zaruretten
dolayı ayaklarının ıslandığına hüküm verilmez. «Fetih».
Aynı
eserde «Tecnis»den naklen: «Bir kimse çamurda yürür, yahut üzerine çamur sıçrar
da onu yıkamadan namaz kılarsa, necasetin eseri görülmedikçe kıldığı namaz
câizdir. Zira mani olan necasetir. İhtiyat gösterir de yıkarsa o başka, Hüküm
hususunda yıkamak vacip değildir.» denilmiştir.
Suyu
musluktan değil, havuzdan almalıdır. Çünkü musluktan alınırsa o anda havuza
akıntı kesileceğinden havuzdaki su durgun su hükmüne girer. Bazen alan kimsenin
elinde pislik olabilir. Yahut birisi pis elini havuza sokar. Böyle hallerde
havuz pislenir. Havuzdan alanın eli pis bile olsa musluktan su indiği ve
havuzdan alındıkça arkası geldiği için akar su hükmünde olur ve pislenmez.
Sabahleyin
zaruret yokken erkenden hamama gitmek mürüvvetsizlik (şahsiyetsizlik) sayılır.
Çünkü bunda «kinâye» kelimesinin tersini meydana çıkarmak vardır. Bu kelimenin
tersinden murad «nik» tir ve cinsî münasebet demektir. Yani erken erken hamama
gitmek cinai münasebette bulunduğunu meydana çıkarmak demektir. Şarih kinâye
yerine «kin» kelimesinin tersi çevrilmesi diyecekti. Çünkü «nîk» asıl bunun
tersi okunmasından meydana gelir. Fakat, fazla açıklamaktan kaçmadığı için böyle
yapmıştır. Çünkü cinsî münasebet gizlenmesi arzu edilen şeylerdendir. Hatta bir
adı sırdır. Bu hususta «Feyz»in İbâresi şöyledir: «Zira bunda gizlemek İstediği
şeyi ifşâ vardır». Allâme Remlî de şundan söylemiştir: «Peygamber (s.a.v.)'in
yasak ettiği şey ise sibâdır. Sibâ, cinsî münasebette bulunmakla öğünmek ve
erkeğin karısıyle aralarında geçenleri ifşâ etmesidir. Haram meselesi bu
kabilden değildir. Buradaki nehiy sibâ'ın haram olmasını iktiza eder».
«Fetih»te
beyan edildiğine göre ulemadan bazıları: «Fâsıkların elbiseleriyle namaz kılmak
mekruhtur. Çünkü onlar içkilerden korunmazlar.» demişlerdir.
Musannıf,
«Fetih» sahibinin bu sözüyle «Hidâye» sahibini kasdettiğini söylemiştir. Esah
kavle göre fasıkların elbisesiyle namaz kılmak mekruh değildir. Zira zımmîlerin
elbiselerinden bile yalnız donlariyle namaz kılmak mekruh sayılmıştır. Halbuki
onlar şarabı helâl itikad ederler. Şu halde fasıkların elbisesiyle mekruh
olmaması evleviyette kalır.
İranlıların
ipekli atlası haramdır. Çünkü parlatmak için içine sidik koyarlar. Tatarhâniyye
sahibi: «Eğer böyle ise pis olduğunda şüphe yoktur.» demiştir.
İyiliği
emir, kötülükten nehi meselesi hakkında Alâmî'nin «Fûsûl»ünde şu satırlar
vardır:
«İyiliği
emir eden kimse karşısındakinin lâftan anlamayacağını, yolsuzluklarından sözle,
fiil ilevazgeçmeyeceğini, hatta onu men etmeye kudreti olan hükümete, kocasına
ve babasına bildirmekle dahi yola gelmeyeceğini bilirse bu vazifeyi yapmak
kendisine lâzım gelir. Terk ettiğinden dolayı günaha da girmez. Fakat iyiliği
emir, kötülüğü nehi yine de efdaldir. Velev ki döveceğine veya öldüreceğine
kalbi kanaat getirsin! Çünkü şehid olur. Allah Teâlâ: «Namazı dosdoğru kıl!
İyiliği emir et! Kötülükten nehi eyle! Başına gelene de sabret!" Yani iyiliği
emir ettiğin vakit sana bir hakaret ve tecavüz vâki olursa sabret! Şübhesiz bu,
umurun azim olanlarındandır. Yani hak olan işlerdendir.» buyurmuştur. Bazıları
bunu «Farz olan işlerdendir.» diye tefsir etmişlerdir. Bahsin tamamı
«Fûsûl»dedir.
Kabirde
ilk sorulacak şeyin temizlik olduğuna delil Peygamber (s.a.v.)'in şu hadîsidir:
«Bevlden sakının! Çünkü kulun kabirde ilk sorguya çekileceği şey odur.» Bu
hadîsi Taberânî güzel bir isnadla rivâyet etmiştir. Mahşerde ilk sorulacak şeyin
namaz olduğuna delil de: «Kıyamet gününde kulun emllerinden ilk sorguya
çekileceği şey namazdır.» hadîs-i şerifidir. Irakî «Tirmizi» şerhinde şöyle der:
«Buna, kıyâmet gününde insanlar orasında ilk görülecek dava kanlar hakkında
olacaktır; mealindeki sahih hadîs muarız değildir. Çünkü birinci hadîs Allah'ın
kullar üzerindeki hakkına, bu ikinci de kulların kendi aralarındaki haklarına
hamlolunur. Bunların hangisi evvel gelir? Denilirse, cevap şudur: Bu mesele
delile bağlıdır. Hadîslerin zâhirleri ilk muhasebenin kul haklarından önce Allah
haklarına dair olacağını göstermektedir». Alkamî'nin «Cami-i Sağîr» şerhinde de
böyle denilmiştir.
Şârihin
bu meseleleri Namaz Bahsi'nin önünde getirmeye tenasübe ve hüsn-ü hitame ne
derece riayet gösterdiği gözden kaçmamaktadır.