02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...İSTİNCÂ (TAHARETLENME) FASLI


İSTİNCÂ (TAHARETLENME) FASLI

METİN
İstinca: Pislik yolundan çıkan necaseti gidermektir. Binaenaleyh yellenmek, taş düşürmek, uyku ve kan aldırmak gibi şeylerden dolayı istinca sünnet değildir. Taharetlenmek mutlak surette müekked sünnettir. Bazıları hayız gibi ve pisliğin çıktığı yerin ötesine geçmesi gibi hallerde farz olduğunu söylemişlerse de bu sözde ihmal vardır.
İZAH
Evvelce arzettiğimiz vecihle taharetlenmek abdestin sünnetlerinden olduğu halde, musannıfın onu Necâsetler Bahsinde alması istinca aynen necâseti gidermek olduğu içindir. Nitekim «Bahr»da da böyle denilmiştir.
«Muğrib» sahibi istincayı, «Pislik yerini silmek yahut yıkamaktır.» diye tarif etmiştir. «Bahr» sahibi buna itiraz ederek: «Bu tarif taş düşürmekten dolayı istinca gerektiğine şâmildir. Halbuki taş düşürmekten dolayı istinca sünnet değildir.» demiştir. Onun için şârih de bu tariften vazgeçmiştir. Yine bu tarif pisliğin çıktığı yere bir dirhemden fazla bulaşan başka necasete şamil değildir. Halbuki o necâset de taşla temizlenir. Nitekim aşağıdaki beyânâtında şârih bu yoldan yürümüş; «İmdâd» nam kitabın sahibi de katiyetle buna kâil olmuştur. Bu husustaki sözümüzün tamamı ileride gelecektir.
Yellenmeden dolayı taharetlenmek sünnet değildir. Çünkü yelin aynı temizdir. Abdesti bozması necaset yerinden kopup geldiği içindir. H.
Bir de yelin çıkmasiyle pislik yolunda bir şey meydana gelmez. Onun için yellenmekten dolayı taharetlenmek sünnet değildir, hatta bid'attır. Nitekim «Müctebâ»da da böyle denilmiştir. «Bahr».
Taş düşürmekten dolayı da taharetlenmek sünnet olmamıştır. Zira düşen taşın üzerinde ıslaklık yoktur. Yahut vardır da ondan dübür pislenmemiştir. «Pislik yolundan» kaydiyle taş düşürmek tariften çıkarılmıştır. Taştan dübür pislenirse o zaman taharetlenmek taş için değil, necaset için yapılır. H.
Uyku da taharetlenmeyi gerektirmez. Çünkü o da necis değildir. H.
Kan aldırılan yerde görülen kan dahi taharetlenmeyi gerektirmez. Kan necis de olsa pislik yolunda olmadığı için taharetlenmeye lüzum yoktur.
İstinca, yani taharetlenmek müekked sünnettir. Bunu «Bahr» sahibi «Nihâye»den naklen açıklamış; sonra «Asıl» adlı kitaba da nisbet etmiştir, «Kâfi» nam eserde bunun illeti Peygamber (s.a.v.)'in devam buyurması olduğu bildirilmiştir. «HiIye»de Rasulüllah (s.a.v.)'in devam buyurduğunu gösteren hadisler nakledilmiş; bu hadîsleri vücûp ifâde etmekten önleyen sebepler gösterilmiştir. Ona, mürâcaat edebilirsin! şu halde taharetlenmeyi terk etmek mekruhtur. Nitekim «Fetih» te de «Hulâsâ»nın «kerahet yoktur» sözüne itiraz edilerek aynı şey söylenmiştir. Bunun bir benzeri de «Hilye»dedir. Bu makamı, Şeyh İsmail (Nablusî) «Dürer» şerhinde izah etmiştir. Oraya müracaat et!
Şeyh İsmail şöyle demiştir: Taharetlemeyi terk etmek diğer müekked sünnetler gibi mekruh olmak gerekirdi. Ancak kerâhet, Peygamber (s.a.v.)den: «Her kim taşla taharetlenirse sayısını tek yapsın. Bunu yapan iyi eder. Yapmayana günah yoktur.» sâkıt olmuştur, diyenler vardır.
Sonra gördüm ki «Bedâyı»'de mekruh olduğu açıklanmıştır. «Taharetlenmek mutlak surette müekked sünnettir.» cümlesinden murad, çıkan pislik mûtad olsun olmasın, yaş olsun kuru olsun, taharet su ile yapılsın, taşla yapılsın; taharetlenen kimse abdestsiz, cünüp, hayızlı veya nifaslı olsun burada bildirildiği gibi taharetlenmesi sünnettir; demektir.
Ben derim ki: Yapmayana günah yoktur, cümlesinin tek yapsın emrine bağlı olması câizdir. Yani tek taşla taharetlenmeyene günah yoktur, demek istemiş olabilir, Peygamber (s.a.v.)in taharetlenmeye devam buyurması, terk etmenin mekruh olmasını iktiza eder. İhtimalli bir şey bu delille terk edilemez. Cümlenin taşla taharetlenmeyene günah yoktur, mânâsına olduğunu teslim etsek bile günah sadece taşla taharetlenmeyenden gider. Halbuki sünnet sadece taşlarla değil, su yahut taşlarla taharetlenmektir. Şu da var ki, günah yoktur demek mekruh olmamayı gerektirmez. Böyle olsa idi kedinin artığını mekruh sayılmaması icap ederdi. Çünkü kedi artığının pis sayılmaması ancak güçlüğü def içindir. Kerahette de güçlük olsa, o da sâkıt olurdu. Yalnız şöyle denilirse o başka: «Yapamayana günah yoktur.» cümlesi günah olmadığı hususunda nassdır. Nass kemâline sarfedilir. Burada kemâl, yalnız kerâhet bulunmamakla mümkündür. Kedi meselesi böyle değildir. Onun hakkında güçlüğün bulunmaması nassla sabit değildir. Binaenaleyh kemâline sarf edilmez. «Dehlevî» şerhinde de böyle denilmiştir.
Şarih: «Bazıları hayız gibi ilah...» sözüyle burada «MutIak surette müekked sünnettir.» ifâdesine muhâlif olanların sözlerini reddetmiştir. Muhalifler «Sirâc» sahibi, «İhtiyar», «Hızânetü'l-Fıkıh», «el-Hâvi'l-Kudsî» sahipleri, «Zeylaî» ve başkalarıdır. «Hilye» sahibi de bunları tasdik etmiştir. «Bahr» sahibi ise onlara itiraz ederek: «Bu bir ihmaldir. Çünkü pisliğin çıktığı yerde bir şey yoksa, taharetlenmek hadesi gidermek kabilindendir. Varsa hakikî necâseti gidermek bâbındandır.» demiştir.
Ben derim ki: Şüphesiz cünüblükte pisliğin çıktığı yeri yıkamaya pislik yolundan necaseti gidermek denilir. Şu halde istincanın târifi buna uymaktadır. Velev ki burada pisliği yıkamak farz olsun. Ama pislik çıktığı yerin ötesine geçerse taharetlenmekten o pisliğin bir dirhemden fazlasını yıkamak kastedildiği takdirde ihmal meydandadır. Çünkü tarif buna uymaz. Şayet İmam Muhammed'in aşağıda gelecek kavline binaen maksat pisliğin çıktığı yeri yıkamak ise ihmal yoktur. Buna «el-İhtiyar»ın şu sözü delildir:
«İstinca beş kısımdır. Bunların ikisi vacibtir.
Biri cünüplükten, hayız ve nifâstan yıkanırken bedene yayılmasın diye pislik çıkan yerin necasetini yıkamaktır. Diğeri pislik çıktığı yerin ötesine geçtiği vakit az olsun çok olsun İmam Muhammed'e göre yıkanması vacip olur. En ihtiyatlı kavil de budur. Çünkü dirhem miktarından fazla olur. İmam A'zam'la Ebu Yûsuf'a göre pislik çıktığı yerin ötesine dirhem miktarı geçerse yıkanması icap eder. Çünkü çıktığı yerdeki pislik itibara alınmaz. İtibara alınan öteye geçendir. Üçüncüsü sünnettir. Bu da pislik çıktığı yerden öteye geçmediği zamandır. Dördüncüsü müstehaptır ki, büyük abdestinibozmayıp sadece su döktüğü zaman sidiğin çıktığı yeri yıkamaktır. Beşincisi bid'attır. O da yellendiği zaman taharetlenmektir.
METİN
İstincanın rükünleri dörttür:
1 - Taharetlenen şahıs,
2 - Su ve taş gibi taharetlenmeye yarayan şey.
3 - İki necaset yolunun birinden çıkan pislik, dışarıdan bulaşan da öyledir. Mutemed kavle göre velev ki yerinden kalkmış olsun.
4 - Pisliğin çıktığı yer, ön veya art. İstinca taş gibi temiz ve pisliği çıkaran, kerpiç parçası gibi kıymeti olmayan paklayıcı şeylerle yapılır. Çünkü maksat temiz, pak etmektir. Onun için bu işe en elverişli ve bulaştırmaktan en salim olanı seçilir. Yazın taşı geriye, kışın ileriye çekmek diye bir kayıt yoktur.
İZAH
Musannıf şerhinde: «Bildiğime göre benden önce istincanın rükünlerini beyan eden olmamıştır. » diyor. Fakat bu sözde ihmal vardır. Çünkü saydığı dört şey rükün değil, «Hâriç»te mevcud olmanın şartlarıdır.
«Hilye»de şöyle deniliyor: «Bir şeyin rüknü en kuvvetli tarafıdır. İstilahda ise, bir şeyin hakikatı, yahut hakikatının meydana gelmesi kendisine bağlı olan cüz'üdür. Şu halde rükünle şart başka başka şeylerdir. Zira meşrutun hakikatında şart dahil değildir. Rükün ise bir şeyin kendisi yahut o şeyin içindeki cüz'üdür.
«Halebî» de şunları söylemiştir: «Pisliği yolundan gidermekten ibaret olan istincanın hakikatı bu dört şeyden hiçbiri ile meydana gelmez. Tarifte pisliği zikretmiştir. Pislik hakikatın cüzlerindendir; dersen ben de derim ki: Tarifin cüz'leri gidermek ve gidermeyi pisliğe izafedir. Pisliğin kendisi değildir. Nasıl ki ulema bunu «körlük gözün olmamasıdır» sözünde açıklamıştır. Zira bu tarifin cüzleri olmamak ve bunun göze izâfetidir. Gözün kendisi değildir. «Pislik yolundan» sözü için de aynı şey söylenir. Zira tarifin cüz'ü yola bağlı olanı gidermektir, yol değildir. Aksi takdirde vücudun mânâdan cüz'ü olması lâzım gelir ve teyemmüm rükünleri,«Teyemmüm eden şahıs, kendisiyle teyemmüm edilen şey ilah...» demek icap eder. Abdest vesairede dahi aynı şeyi söylemek gerekir.» pislik yolundan çıkan necâset kan ve kusmuk gibi mutad olmayan şeylerden bile olsa sahih kavle göre taşlarla silmekle temizlenir. «Zeylaî». Bazıları sudan başka bir şeyle temizlenmeyeceğini söylemişlerdir. Sirâc sahibi katiyetle buna kâil olmuştur. «Nehir». Dışarıdan bulaşan pislik dahi taşla silerek temizlenir. Bazıları: «Sahih kavle göre sudan başka bir şeyle temizlenmez demişlerdir. «Zeylaî».
«Bahr» sahibi: «Ulema buradaki kavlin sahih kabul edildiğini temriz sigasiyle (deniliyor şeklinde) nakletmişlerdir. Binaenaleyh makbul kavil bunun hilâfınadır.» demiştir. Nuh Efendi diyor ki: «Bu söz ulemanın kitaplarda bunu nakil ettikleri vehmini veriyor. Halbuki «Mecma'» ve «Nikâye» şarihleri onu bu sigayı kullanmaksızın nakletmişlerdir».
Ben derim ki: Bunu taşlarla yetinmenin kıyasa muhalif olarak zarurete mebni meşru olması da te'yid eder.
Zaruret vuku çok olan yerdedir. Buradaki gibi nâdir vuku bulan yerlerde zaruret yoktur. Sonra bu bahsettiğini «Hılye»de gördüm. «Hılye» sahibi «Kınye»nin ibaresini nakletmiş, sonra şunları söylemiştir: «Bu güzeldir. Çünkü kıyasa muhalif olarak gelen bir delil geldiği şeye münhasır kalır». Lâkin musannıfın «Zâde'l-Fakîr» adlı eserinde bildirildiğine göre «Zeylaî» ve diğerlerinin «Kınye»den naklettikleri sözler «Kınye» de mevcut değildir. «Fetavâi'l-Kebîr» ve «Muhtaratü'n-Nevâzil»de esah kavlin silmekle temizlendiğini bildiren kavil olduğu beyan edilmiştir. Fakîh «Ebu'l-Leys»de bu kavli tercih etmiştir.
«Mutemed kavle göre velev ki yerinden kalkmış olsun.» cümlesinden murad, velev ki taharetlenen kimse yerinden kalkmış olsun. Taşla taharetlenmesi yine de caizdir demektir. «Sirâc» sahibi şöyle diyor:
«Bazılarına göre taşla taharet ancak fışkı yaş olduğu ve taharetlenen şahıs yerinden kalkmadığı zaman câizdir. Yerinden kalkarsa yahut fışkı kuru olursa sudan başka bir şeyle taharet câiz değildir. Çünkü taşla taharetlenmeden ayağa kalkmakla pislik yerinden oyarak çıktığı yerin ötesine geçer. Kuru olursa onu taş gidermez; su kullanmak icap eder.»
Ben derim ki: Tahkik şudur: Ayağa kalkmakla pislik çıktığı yerin ötesine dirhem miktarı geçer, yahut taşla giderilemeyecek derecede kuru olursa onu gidermek istediği zaman mutlaka su kullanmak lazımdır.
Şârih buradaki «mutemed kavle göre» sözünü herhalde «Bahr»ın katiyetle hüküm etmesine buna karşı «Sirâc»ın «deniliyor» tâbirini kullanarak naklettiği kavlin zaifliğine işaret etmesine bakarak almış olacaktır.
İstinca, taş gibi temiz şeylerle yapılır. «Bedayı»'de: «Sünnet vecihle istincâ'ı taş, kerpiç parçası, toprak ve eski paçavra gibi temiz şeylerle yapılır.» denilmektedir. Kıymeti olmayan şeylerden yalnız su müstesnâdır. Nitekim bu istisnâyı «Ebu's-Suûd» hâşiyesi de kaydetmiştir. Duvar, vakıf vesaire de kerpiç parçası hükmündedir. Kârînin «Nikâye» şerhinde de böyle denilmiştir. Lâkin «Bahr»da bu mesele hakkında burada duvarla taharetlenmenin mutlak surette caiz olduğu bildirilmiş: İcare Babında ise: «Kiracı duvarla taharetlenebilir. Velev ki hâne hayır için yapılmış olsun.» denilmiştir.
Üstadımız: «Buradaki muhalefet birinci sözünü kiracı olmadığına hamletmekle ortadan kalkar.» demiştir. Ebu's-Suûd.
«Paklayıcı» tâbirinden murad, temizleyicidir. «Gurerü'l-Efkâr»'da böyle denilmiştir. «Sirac» sahibi: «Bundan hakikaten temizlemek değil, pisliği azaltmak kastedilmiştir.» diyor. Onun için de taharetlenecek kimse az suya girerse su pislenir, fakat bir mûteriz kabul etmeyebilir. Çünkü câiz ki ayakkabında olduğu gibi bunun da silmekle yaptığı tahareti şeriat makbul ve muteber saysın.
Evvelce görmüştük ki, meni ve benzeri oğuşturulur da sonra ıslanırsa iki rivayet vardır. Muhtar olan rivayete göre artık o yer pislenmiş sayılmaz. O meseleye kıyasen mezkûr iki rivayet burada datatbik edilebilir ve muhtar kavle göre su pislenmez. Müteehhirîn ulema suyun terden pislenmeyeceğine ittifak etmişlerdir. Hatta o şahsın teri akarak elbise veya bedene dirhem miktarından fazla bulaşsa namaza mani değildir. O kimsenin taşla taharetini şeriatın muteber saydığına Dârekutnî'nin rivâyet ettiği ve sahih olduğunu bildirdiği şu hadis delildir:
«Peygamber (s.a.v.) hayvan tersi ve kemikle taharetlenmeyi yasak etti, ve bu iki şey temizlemezler, buyurdu». Bu izahat kısaltılarak «Fetih»;. ten alınmıştır. «Bahr» sahibi de ona tâbi olmuştur. «Nehir» sahibi «Münasip olan budur.» demiş, Kuhistânî ise, «Esah olan budur.» İbâresini kullanmıştır. «Tatarhâniyye»de sahih kabul edilen kavlin muhtelif olduğu bildirilmiştir. Lâkin Tabaklamak Bahsinden az evvel gördük ki, kitaplarda meşhur olan kavil pislenmesinin sahih kabul edildiğidir. Allahu a'lem.
Maksat temizleyip paklamak olduğu içindir ki yaz mevsiminde taharetlenirken taşı geriye, kışın ileriye çekmek diye bir kayıt yoktur. Ulemadan bazılarının kavli budur. Diğer bazılarına göre yaz günü taharetlenen bir erkek kullandığı ilk taşla üçüncü taşı önden arkaya doğru, ikinci taşı ise arkadan öne doğru çekecektir. Kışın bunun aksini yapacaktır. Her iki mevsimde kadın da ayni şekilde taharetlenecektir. Nitekim «Muhit»te de böyle denilmiştir. «Nazım», «Zahîriyye» ve diğer kitaplarda taharetin başka şekilleri de gösterilmiştir.
Erkeğin tenasül aletine gelince: Onu sol eli ile tutarak taşa, duvara veya toprak parçasına silecektir. «Zâhidî»de dahi böyle denilmiştir. «Kuhistânî».
Şârihin burada söylediğini «Müctebâ» «Fetih» ve «Bahr» sahipleri de tercih etmişlerdir. «Hilye»de bunun daha münasip olduğu bildirilmiştir. «Münye» şârihi: «Taşlarla istinca yapan kadının ferci hakkında ulemamızdan nakledilmiş muayyen bir şekil görmedim.» demiştir.
Ben derim ki: Hatta «Gazneviye»de kadının erkek gibi yapacağı açıklanmıştır. Bundan yalnız istibrâ (kurulanmak) müstesnâdır. Kadına istibrâ yoktur. O gerek küçük, gerekse büyük abdestini bozduktan sonra azıcık bekleyerek önünü arkasını taşlarla siler; sonra su ile taharetlenir.
METİN
Tahâretlenmede sayı, yani üç defa yapmak sünnet değil, müstehaptır. Taşlarla taharetlendikten sonra avret yerini bir kimsenin yanında açmamak şartiyle temizlendiğine kalbi kanaat getirinceye kadar su ile yıkamak, mutlak surette sünnettir. Bununla fetva verilir. Sirâc.
Fakat vesveseli ise yukarıda geçtiği vecihle üç defa yıkaması takdir olunur. Avret yeri açılır ve yanında biri bulunursa taharetlenmeyi terk eder. Nitekim evvelce geçmişti. Su ile istinca için avret yerini açarsa fasık olur. Ama yıkanmak veya kazayı hacet için acarsa fâsık sayılmaz. Bunu İbni Şıhne de incelemiştir.
İZAH
Tahâretlenmede sayı sünnet değil, müstehabtır. Şârih «müstehabtır» sözüyle maksadın aslen sünnetleri değil, taharetlenmenin müekked sünnet olmadığına işaret etmiştir. Zira üç taşla taharetlenmek için emir vârid olmuştur. İmam Şâfiî bu emrin vücûp ifâde ettiğine kâil olmuştur. Bizbuna kâil değiliz. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Her kim taşlarla taharetlenirse tek yapsın. Bunu kim yaparsa iyi eder. Yapmayana günah yoktur.» hadîs-i şerifi vacip olmadığına delildir. Binaenaleyh emir, müstehap mânâsına hamledilmiştir. Sözün tamamı «Hilye» ile Aynî'nin «Hidâye» şerhindedir.
Su ile yıkamaktan murad, mutlak sudur. Gerçi bize göre su mânâsında olan ve pisliği gideren her temiz mâyi ile taharet sahih ise de mekruhtur. Çünkü bunda zaruret yokken malı israf etmek vardır. Nitekim «Hilye»de de böyle denilmiştir. Temizlendiğine kalbi kanaat getirinceye kadar yıkamak sünnettir. Sahih olan kavil budur. Bazıları üç defa su dökmenin şart olduğunu, birtakımları yedi, hatta on defa dökmenin şart olduğunu söyleyenler olmuştur. Sünnet yerinin üç, makatın beş defa yıkanacağını söyleyenler dahi vardır. «Hulâsa».
Vesveseli kimse hakkında taharet üç defa yıkamakla takdir olunmuştur. Yedi defa olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bunların delili köpeğin ağzını soktuğu kap hakkındaki hadistir. Bunu «Mebsût»tan naklen «Mirac» sahibi söylemiştir. Buradaki «yukarıda geçtiği vecihle» sözüyle Şârih, görünmeyen pisliğin temizlenmesi bahsini kasdetmiştir. «Mirac» ta şöyle denilmiştir: «Çünkü sidik, görünmez. Şu halde o da görünmeyen pislik gibidir». Taharetlenen erkeğin yanında cinsî münasebette bulunması haram olan biri bulunsa velev ki Mecusî olan cariyesi veya evlendirdiği cariyesi olsun, su ile istincayı terk eder. Pislik çıktığı yerin ötesine geçer de dirhem miktarından fazla olursa örtünecek bir şey bulamadığı, yahut oradakilerden bakmamalarını rica ettiği halde baktıkları takdirde taş gibi bir şeyle pisliği azaltır ve namazını kılar. Acaba bu namazı yeniden kılacak mıdır? En münasibi evet, kılacaktır demektir. Nitekim kulun fiîliyle yıkanmadan men edilir de teyemmümle kılarsa o namazı iade ederdi. Bunu «Hilye» sahibi beyan etmiş; biz Gusül Bahsinde hilafını söylemiştik. Oraya müracaat eyle!
Su ile istinca için avret yerini açan kimse fâsık olur. Nuh Efendi diyor ki:
«Çünkü avret yerini açmak haramdır. Haramı irtîkap eden kimse fâsıktır. İster, pislik çıktığı yerin ötesine geçsin, ister geçmesin; öteye geçen ister dirhem miktarından çok ister az olsun fark etmez. Başka türlü anlayan hata eder. Zira Münye şerhinde Bezzaziye'den naklen: «Nehi emre tercih edilir, denilmiştir». Yıkanmak veya kazayı hâcet için açarsa fâsık sayılmaz. Kazayı hacet için açarsa fâsık sayılmayacağı âşikârdır. Çünkü büyük abdestini bozmak tabiî ve zarurî bir iştir. Ondan kurtuluşa çare yoktur.
Yıkanmaya gelince: Şârih onu guslün sünnetlerinden az önce anlatmış; biz de bu meselenin yirmibir şekli olduğunu, bunların yalnız ikisinde yıkanmak lâzım geldiğini bildirmiştik. Bu iki şekil erkeğin erkekler arasında, kadınla kadınlar arasında kaldığı hallerdir. Şu halde şârihin sözünü yalnız bu iki şekle hamletmek gerekir. Yani cinsin cinsine bakması daha ehvendir. «Mutlak surette sünnettir.» sözünden maksat, sahabe zamanında olduğu gibi zamanımızda da sünnettir, demektir. Çünkü Tealâ Hazretleri: «Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever.» buyurmuştur. Söylendiğine göre bu âyet inince Peygamber (s.a.v.): «Ey Kubalılar! Gerçekten Allah sizi medh ve senâda bulundu. Siz helâda ne yapıyorsunuz?» diye sormuş. «Biz pisliğin ardındantaşlarla, sonra taşların ardından su ile taharetleniyoruz.» cevabını vermişler. Böylece her ikisini birden yapmak mutlak surette her zaman için sünnet olmuştur. Sahih olan budur. Fetva da buna göredir. Bazıları: «Bu bizim zamanımıza mahsustur. Çünkü eshab-ı kiramın fışkıları koyun fışkısı gibi dane dane olurdu.» demişlerdir. «İmdâd».
Sonra bilmelisin ki, su ile taşları birden kullanmak efdaldir. Fazîlet itibariyle bundan sonra yalnız su ile taharetlenmek, daha sonra yalnız taşlarla iktifa etmek gelir. Fazîlet dereceleri farklı olmakla beraber bunların her biri ile sünnet yerini bulur. Nitekim «İmdâd» ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir.
METİN
Mâni derece pislik, çıktığı yerin ötesine geçerse yıkanması vacip yani farz olur. Namaza mâni olan miktar istinca yerinin ötesinde itibar alınır. Çünkü pisliğin çıktığı yerde bulunan necaset çok bile olsa şer'an hükmü yoktur. Onun için onunla namaz kılmak mekruh değildir.
İZAH
Pisliğin çıktığı yerin ötesine geçmesi ihlile de şâmildir. (İhlil: erkeğin tenasül uzvunun deliğidir). «Taharhâniyye»de beyan edildiğine göre ihlilin kenarına bir dirhemden fazla sidik bulaşırsa yıkamak icap eder. Sahih olan budur. Toprak parçasiyle silerse bazılarına göre mak'ada kıyasen kâfidir. Birtakımları kâfi gelmeyeceğini söylemişlerdir. Sahih olan budur.
Ben derim ki; Zâhire göre sünnetsiz bir kimsenin kılıfına namaza mani olacak kadar sidik bulaşırsa hüküm yine budur.
T E N B İ H: Ulemanın yalnız pisliğin çıktığı yerle etrafından bahsetmeleri daha öteye geçen pisliğin yıkanması icap ettiğini gerektirir. Velev ki fışkı da sidikte sünnet mahalline geçmemiş olsun. Şafiiler buna, muhaliftir. Bu yerlere geçmezse onlar taşla silmekle yetinmişlerdir.
Namaza mâni olan pislik miktarı istinca yerinin ötesinde itibara alınır. İmam Muhammed buna muhaliftir. Hâsılı, çıktığı yeri geçen pislik, haddi zatında dirhem miktarından fazla ise yıkanması bilittifak farzdır. Çıktığı yerlerdeki pisliği katmak suretiyle dirhem miktarından fazla olursa Şeyhayn'a göre yıkanması farz değildir. Çünkü onlara göre çıktığı yerin üzerindeki pislik dışarıya çıkan necaset hükmündedir. İtibardan sâkıt surette nazarı itibara alınmaz. Hatta bedenindeki pisliği de katılmaz. İmam Muhammed'e göre ise yıkanması farzdır. Zira ona göre çıktığı yerin üzerindeki pislik dışarıya çıkan necaset hükmündedir. İtibardan sâkıt olamaz. Bedendeki pisliğe katılır. Onun afv edilmesi karındaki pislik hükmünde olmasını gerektirmez. Buna delil, cünüplükte ve hayızda yıkanmasının ve sahih kavle göre başkasından sıçrayan pisliğin yıkanmasının farz olmasıdır. Bunu Nuh Efendi «Burhan»dan naklen söylemiştir. Kasım: «Sahih olan Şeyhayn'ın kavlidir.» demiştir.
Ben derim ki: «Kenz» sahibi ile musannıf da bunu tercih etmişlerdir. «Hilye» sahibi, İmam Muhammed'in kavlini beğenmiş ve onu Feth'in sözüyle te'yid etmiştir. «Fetih» sahibi Şeyhayn'ın delilini tenkid etmiştir.
Gaznevî'nin Mukaddime'sindeki sözüyle dahi te'yid etmiştir. Gaznevî şöyle demektedir: Ulemamız, bir kimse taşlarla taharetlenir de üzerine azıcık pislik bulaşırsa namazı caiz olmaz. Çünkü toplanırsa bir dirhemden fazla olur; demişlerdir».
Bunun daha ihtiyatlı olduğunu «İhtiyar» nam kitaptan naklen evvelce arzetmiştik. Şu hale göre farz, çıktığı yerden öteye geçen pisliğin aynını veya mecmuunu değil, geçeni yahut çıktığı yerde kalanı yıkamaktır. Nitekim «Hılye»de de böyle denilmiştir. Bundan murad, ikiden biri - ki, dirhem miktarı veya daha azıdır - terk edilirse afv sayılır, demektir. «Hılye» sahibi bundan sonra şunu söylemiştir:
«Ulemanın; farza yakın olduğu için dirhem miktarını yıkamak farzdır. Bu da dirhem miktarından fazla olandır; sözleri anlaşılıyor ki bazılarının yaptığı tasarruflardandır. Mezhep sahiplerinden nakledilmiş değildir. Zira şer'î bir hüküm mücerred görüşle sabit olmaz». Hılye sahibinin buna benzer sözlerini Necasetler Bahsinde nakletmiştik.
Şârihin: «Onun için onunla namaz kılmak mekruh değildir.» sözü çıktığı yerde kalan pisliğin itibara alınmayacağına istidlaldir. Ama kendisine şöyle itiraz edilebilir: Çıktığı yerde kalan pisliğin yıkanmaması mutlak değil, ancak taşlarla taharetlendikten sonra mekruh olmaz. Nitekim yukarıda gördük. Şu halde delil, iddia edilenden daha hususî olmuş oluyor. Tamamı «Hılye» dedir.
METİN
Kemik, yiyecek, kurumuş hayvan ve insan fışkısı, istincada kullanılmış taş -kullanılmayan tarafı müstesna:- tuğla, kiremit, cam ve şer'an kıymeti olan ipekli kumaş parçası gibi şeylerle taharetlenmek kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur.
İZAH
Ben derim ki: Kemikle fışkı hakkında açıkça yasaklama varid olmuştur. Müslim'in Sahih'inde şu hadisi şerif vardır: «Cinler, Peygamber (s.a.v.)'e ne yiyeceklerini sordukları vakit: Besmele ile kesilen her hayvanın kemiği sizin yiyeceğinizdir. O kemik sizin elinize alınca etli haliyle geçecektir. Her deve ve koyun fışkısı hayvanlarınız için yemdir», cevabını verdi. Ve eshabına: «Siz bu iki şeyle taharetlenmeyin, zira bunlar din kardeşlerinizin yiyeceğidir, buyurdu.» «Hidâye» sahibi fışkı İle taharetlenmenin yasak edilmesine sebep, onun pis olmasını göstermiştir. Peygamber (s.a.v.)'in başka bir hadîste: «Çünkü o necistir.» buyurması da buna işaret eder. Ama zahire göre bu yasak, haram mânâsını ifade etmez.
İstinca kullanılmış taşla taharetlenmek hakkında da aynı şey söylenebilir. Meğer ki onun hakkında başka bir nehi bulunmuş ola! Hılye sahibi şöyle diyor: «Cinlerin yiyeceği ve hayvanlarının yemi hususunda nehi sabit olunca insan yiyeceği ile hayvanların yemi hakkında sabit olacağı evleviyette kalır». «Bahr» sahibi tuğla ve kiremitle taharetlenmenin yasak edilmesini makada zarar vermekle illetlendirmiştir. Yüzde yüz zarar verirse mesele açıktır. Aksi takdirde keraheti tahrimiyye ile mekruh olmadığı anlaşılır. «Hılye» sahibi: «Ben bunlarla taharetlenmenin yasak olduğunu ifade eden bir söze vâkıf olamadım.» diyor.
Kıymeti olan bir şeyle taharetlenmenin mekruh olması Buhari ile Müslim'in Sahih'lerinde sâbit olan ve mal israfını yasak eden hadîsten dolayıdır.
T E N B İ H: Yukarıda naklettiğimiz Müslim hadîsinden ölü hayvan kemiği ile tahâretlenmenin mekruh olmadığı mânâsı çıkarılmıştır. Düşün! Fışkının kurumuş olmakla kayıtlanması ondan bir şey kopmayınca taharetlenmek sahih olduğu içindir. Çünkü bedendeki yaş pisliği kurular. Yaş fışkı böyle değildir. O, pisliği kurulamadığı için taharetlenmeye asla yaramaz.
«Şer'an kıymeti olan» ifadesinde sudan maada kıymeti olan her şey dahildir. Nitekim arzetmiştik. Anlaşıldığına göre bu söz bir kuruş kıymeti olan mala da şâmildir. Çünkü israfı mekruhtur. Bunda kâfir veya ölü bile olsa insan cüz'ü dahi dahildir. Onun için insanın kemiğini kırmak câiz değildir. Şâfiîlerden birinin açıkladığına göre hayvanın bedenine bitişik olan cüz'ü kıymeti haiz şeylerdendir. Velev ki fare olsun. İnsandan maada hayvanların bitişik olmayan cüzleri böyle değildir. Mescidin süprüntüsü de kıymeti hâiz şeylerden sayılmak gerekir. Onun için de ayak altına atılmaz.
Sular Bahsinin başında söylediğimiz gibi Zemzem suyu da kıymeti hâiz şeylerde dahildir. Kağıt da öyledir. «Sirac »ta şöyle denilmektedir.
«Bazıları bunun yazı kâğıdı, birtakımları da ağaç yaprağı olduğunu söylemişlerdir. Hangisi olursa olsun mekruhtur». Bunu «Bahr » sahibi ile diğer ulema tasdik etmişlerdir. Ağaç yaprağındaki illeti bir düşün! İhtimal bu illet hayvan yemi olması yahut yumuşaklığıdır. Yumuşak olduğu için temizleyici değil, pisleyicidir. Yazı kâğıdı da öyledir. Çünkü yalabık ve kıymeti hâizdir. İlmin yazılmasına âlet olması dolayısiyle dahi ona ihtiram olunur. Bu sebepledir ki «Tatarhâniyye» sahibi ona hürmetin sebebi, tâ'zimin dinî terbiyeden sayılması olduğunu söylemiştir. Şâfiî kitaplarında: Üzerine hadîs ve fıkıh gibi ilmin muhterem dallarından biri yazılan ve buna âlet olan şeyle taharetlenmek caiz değildir. Ama felsefe gibi muhterem olmayan ve Tevrat, İncil gibi değiştirildiği bilinen ve tâ'zim edilen isimden hâli bulunan kitaplarla istinca câizdir.» denilmektedir.
Kuhistâni hikmet kitapları ile taharetlenmenin câiz olduğunu Şâfiîlerden Estevî'den nakletmiş, kendisi de bunu benimsemiştir.
Ben derim ki: Lâkin ulema bizim mezhebimize göre harflerin hürmeti olduğunu nakletmişlerdir. Velev ki ayrı ayrı yazılmış olsunlar. Kurradan bazıları hecâ harflerinin Hûd Aleyhisselâma indirilmiş Kur'an olduğunu söylemişlerdir. Bunun ifade ettiği mânâ yazının mutlak surette muhterem olmasıdır.
Beyaz kâğıtta kerahetin illeti söylediğimiz şekilde yazı âleti olması ise bundan yazıya elverişli olmayan kıymetsiz kâğıdın pisliği çıkarmak şartiyle mekruh olmayacağı hükmü çıkarılır. Nasıl ki eski paçavra ile taharetlenmenin câiz olduğunu evvelce söylemiştik. Acaba evvelâ kıymeti hâiz iken ondan kıymetsiz bir parça koparılarak taharetlenilirse mekruh olur mu, olmaz mı? Zâhire bakılırsa olmaması icap eder. Çünkü kıymetli bir şeyle istinca etmemiştir. Evet özrü yokken meselâ, başka taharete yarayacak bir şey bulunduğu halde parçayı bu maksatla koparırsa zâhire göre mekruhtur. Zira koparmanın kendisi itlâf sayılır. Allah'u a'lem.
T E N B İ H: Kıymeti hâiz bir şeyle taharetin mekruh olmasını itlâfa müeddî olmakla kayıtlamak gerekir. Kıymetli bir şeyle sidik veya meniden taharetlenir de sonra yıkarsa kerahet yoktur. Meğerki pahalı bir şey olup da yıkanınca kıymeti eksile. Nitekim zamanımızda gerdeğe girdikleri gece meni mendilini böyle yaparlar. Düşün!
METİN
Sol elinde bir özrü yokken sağ eli ile taharetlenmek de keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Eli çolak olur da akar su veya suyu döktürecek kimse bulamazsa suyu terk eder. İki eli birden çolak olursa taharetlenmek aslından sâkıt olur. Nasıl ki hasta kömür, hayvan alafı, başkasının hakkı ve faydalanılan her şeyle taharetlenmek mekruhtur. Ama taharetlenirse kerahetle beraber kâfidir. Çünkü paklanma hâsıl olmuştur. Fakat bu söz götürür. Zira yukarıda geçtiği vecihle taharetlenmek sadece sünnettir. Şu halde onu yasaklanmış bir şeyle yapmış olmaması gerekir.
İZAH
Sağ el ile taharetlenmek Buharî ile Müslim'in rivayet ettikleri: «Biriniz küçük abdest bozduğu vakit sakın tenasül uzvunu sağ eli ile tutmasın ve sağ eliyle taharetlenmesin!» hadîsi şerifi ile yasaklanmıştır. Başkasının hakkı ister mescid duvarı, ister birinin mülkü olsun zulmü tazammun ettiği için mekruhtur. Zulüm haramdır. Kömürle taharetlenmenin mekruh olmasını «Bahr» sahibi cam ve kiremit gibi makada zarar vermekle illetlendirmiştir. Ama bu söze bildiğin itiraz variddir. Evet. «Hılye»'de şu izahat vardır: «Ebu Davud'un İbni Mesud (r.a.)'dan rivayetine göre İbn Mesud şöyle demiştir: Cinlerin heyeti Peygamber (s.a.v.)'e gelerek: yâ Muhammed, ümmetini kemik, hayvan tersi ve kömürle taharetlenmekten men et! Çünkü ALLAH Teâlâ onlarda bize rızık yaratmıştır; dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bunları yasak etti.
Suyu dökecek karısı veya hizmetçisi gibi biri bulunursa su ile taharetlenmeyi terk etmez. Başkasının kudreti ile muktedir sayılan kimse hakkında Teyemmüm Bahsinde söz geçmişti. Oraya müracaat eyle!
Hasta erkek ve kadın cima'ı helâl birini bulamazlarsa taharetlenmeleri aslından sâkıt olur. Yani gerek su, gerekse taşla taharetlenmeleri sâkıt olur.
«Tatârhâniyye» de şöyle deniliyor: Hasta bir adamın karısı ve cariyesi yok da oğlu veya kardeşi varsa, kendisi abdest alamadığı takdirde oğlu veya kardeşi abdest aldırır. Tahâretlenemez. Zira avret yerine el süremez. İstinca ondan sâkıt olur. Hasta kadının kocası yoksa abdest alamadığı takdirde kızı veya kızkardeşi varsa abdest aldırır. İstinca ondan sâkıt olur.» Şübhesiz bu tafsilât elleri çolak olan hakkında da câridir. Çünkü hasta hükmündedir.
Başkasının hakkından murad, izinsiz başkasının taşını veya suyunu kullanmaktır. Yalnız içmek için yapılmış sebil de öyledir. Keza duvar, mescid veya menfaattan temlik olunmayan vakıf duvarı bile olsa başkasının hakkı sayılır.
İnsan ve cinlerin yahut hayvanların faydalandıkları her şeyle istinca mekruhtur. Öyle anlaşılıyor ki, yıkanması mümkün olmak suretiyle itlâf edilmeyen şeylerden bile olsa hüküm budur. Ama taharetlenirse mekruh olmakla beraber yine kâfi gelir. Buradaki kerâhetten murad, yasak edilmiş olanlar keraheti tahrimiyye ile, sâirleri keraheti tenzihiyye ile mekruhtur, demektir. Nitekimyukarıdaki izahatımızdan da anlaşılmıştır. Zâhidi, Nâzım'dan naklen: «Üç toprak parçası ile taharetlenir. Bulamazsa taşlarla, taş da bulamazsa üç avuç toprakla taharetlenir. Bunlardan başka bez parçası ve pamuk gibi şeylerle taharetlenemez, çünkü bunların fakirliğe sebep olduğu hakkında hadîs rivayet edilmiştir.» demişse de «Hılye» sahibi bunun vechi anlaşılamadığını, bilimum kitaplarda muhâlif olduğunu söylemiş, «Bunlardan başka bez parçası ve pamuk gibi şeylerle taharetlenemez.» sözü de öyledir. Zira mekruh olan mutlak surette her şey değil, kıymeti haiz olanlardır. Söylediği hadisi de ALLAH bilir!» demiştir.
Şârihin «Bu söz götürür.» dediği husus «Bahr»da da zikredilmiştir. «Nehir» sahibi buna cevap vererek şöyle demiştir: Sünnet olan sadece pisliği gidermektir. Taş gibi bir şey zatı itibariyle maksut değil, pisliği giderdiği için maksuttur. Olsa olsa hassaten bununla pisliği gidermek yasak edilmiştir ki, bu, onun pisliği giderici olmasına mâni değildir. Misali şudur: Bir kimse namazın sünnetini gasb edilmiş yerde kılsa yasaklanmış bir şeyi irtikâp etmekle beraber edâ etmiş sayılır.»
Ben derim ki: Bu cevabın aslı Nesefî'nin «Kâfi» namındaki eserinde açıklanmıştır. Nesefî: «Çünkü nehi başka şey hakkındadır. Binaenaleyh onun meşrû olmasına mâni değildir. Nasıl ki gasb edilen su ile abdest olsa yahut gasb edilen taşla taharetlense hüküm budur.» demiştir.
Ben derim ki: Anlaşılan Nesefî meşrû tâbiriyle sahih olmayı kasdetmiştir. Lâkin onun sözüne karşı şöyle denilir:
Sünnetten maksat sevabtır. Bu ise yasağa aykırıdır. Farz böyle değildir. Çünkü o yasak edilen şeyle birlikte edâ edilirse mes'uliyet kalkar. Nitekim gasb edilen su ile abdest alırsa onunla farz sakıt olur. Velev ki günahkâr olsun. Ama o su ile abdest tazelerse iş değişir. Zâhire göre bu abdestle de namaz sahih olursa da sevabı yoktur.
M E T İ N
Nitekim küçük veya büyük abdest bozmak için evlerde bile olsa kıbleye önünü yahut arkasını dönmek de keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü nehi mutlaktır. Taharetlenmek için dönmek mekruh değildir. Dalgınlık sebebiyle kıbleye karşı oturur da sonra hatırlarsa imkân bulduğu takdirde yana dönmesi mendup olur. İmkân bulamazsa bir beis yoktur. Delili Taberînin rivayet ettiği şu hadîstir: «Bir kimse kıbleye karşı küçük abdest bozmaya oturur da sonra hatırlayarak ona ta'zim için yan dönerse oturduğu yerden kalkmadan afv olunur». Keza kadının çocuğunu kıbleye karşı çişine veya büyüğüne tutması ve kıbleye karşı ayak uzatmak, büyük küçük abdest bozmak için ay ve güneşe karşı oturmak da mekruhtur. Bunlardaki kerahet tahrimiyye ve tenzihiyyeye âmm ve şâmildir.
İZAH
Kıbleye karşı önünü, dönmekten murad, anlaşıldığına göre namazda olduğu gibi kıblenin bulunduğu tarafa dönmektir. Şâfiîye ulemasının bildirdiklerine göre bir kimse göğsünü kıbleye döner de tenasül uzvunu kıb
leden çevirerek küçük abdest bozarsa mekruh olmaz. Bunun aksini yapmak mekruhtur. Yaniburada itibara alınacak cihet, tenasül uzvudur. İmam Muhammed'in «Câmîi Sağîr»deki, «Helâda tenâsül uzvunu kıbleye karşı bulundurmak mekruhtur.» sözünden anlaşılan da budur. Acaba kıblede şüphe edilirse namazda olduğu gibi burada da araştırmak lazım mıdır? Öyle anlaşılıyor ki, evet lâzımdır. Rüzgar kıble tarafından, sağından, solundan eser de pisliğin üzerine sıçrayacağını aklı keserse zâhire göre mümkün olduğu takdirde arkasını kıbleye dönmek âlettayin lazım gelir. Zira kıbleye karşı dönmek daha çirkindir. Allahu a'lem.
Kıbleye önünü dönmek mekruh olduğu gibi arkasını dönmek de mekruhtur. Sahih alan kavil budur. İmam A'zam'dan bir rivayete göre arkasını dönmek helâldir. «Taharetlenmek için dönmek mekruh değildir» sözünden murad, kerâheti tahrimiyye ile mekruh değildir, demektir. Zira «Münye»de bildirildiğine göre kıbleye karşı dönmemek edebtir. Gusül Bahsinde gördük ki, kıbleye karşı dönmemek guslün adabındandır. Çünkü yıkanan kimsenin avret yeri ekseriya açık bulunur. Hatta açık değilse kıbleye dönmesinde bir beis yoktur. Bir de ulema uyku halinde vesair yerlerde kasten kıbleye karşı ayak uzatmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Ailesiyle cinsî münasebette bulunurken dahi hüküm budur. «Çünkü nehi mutlaktır.» cümlesinden murad, Peygamber (s.a.v.)in: «Helâya gittiğiniz zaman önünüzü veya arkanızı kıbleye dönmeyin! Lâkin doğuya veya batıya dönün!» hadisi şerifidir. Bu hadîsi altı hadîs imamı rivâyet etmişlerdir. Bu hadîste «Kıbleye arka dönmek helâldir.» sözüne red cevabı var.
İmam Şâfiî'nin: «Binalarda mekruh değildir.» sözünü dahi reddeder. Şafiî bu hükmü İbni Ömer (r.a.)'nin şu sözünden almıştır: «Bir gün Hafsa'nın evinin üzerine çıktım. Ve Resulülah (s.a.v.)in arkasını Kâbe'ye vererek Şam'a doğru kazayı hâcet ettiğini gördüm». Bu hadîsi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir. Birinci hadîs tercih edilmiştir; çünkü kavildir. Bu ise fiildir. Kavil, fiilden evlâdır. Fiilin ona mahsus olması bir özürden ve saireden ileri gelmesi ihtimali vardır. Bir de birinci hadîs haram olduğunu, bu ise mubah olduğunu bildiriyor. Haram bildiren tercih olunur. Sözün tamamı «Münye » şerhindedir.
Hadisteki «kalkmadan afv olunur» cümlesinden murad, dalgınlıkla yaptığı bu kusuru afv olunur, demektir. Yahut Allah dilediği küçük günahlarını afv eder demektir. Şübhesiz iyilikler kötülükleri giderir.
«İmkan bulamazsa bir beis yoktur.» cümlesinden murad, hiç kerahet olmadığını anlatmaktır. Ama mümkün olduğu halde dönmezse beis yoktur
mânâsına olması da muhtemeldir. Nitekim «Nihâye»de bu mânâya geldiği bildirilmiştir. O halde evlânın hilâfıdır, mânâsı kastedilmiş olur. Nitekim beis yoktur, tabirinin kullanışta şâyi olan mânâsı budur.
Şârih: «Yana dönmesi mendup olur.» sözüyle buna işaret etmiştir. Küçük çocuğu kıbleye karşı çişine tutmak keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü fiîl kadınındır. T.
Kıbleye karşı ayak uzatmak kerahet-i tenzihiyye ile mekruhtur. T. Lâkin Rahmetî şunları söylemiştir: «Şehâdatler Bahsinde gelecektir ki, ayaklarını kıbleye karşı uzatan adamın şahidliğikabul edilmez. Bu ise keraheti tahrimiyye ile mekruh olmasını iktiza eder. Kayıt edilmelidir». Güneşle aya karşı oturmak da mekruhtur. Çünkü bunlar Allah'ın açık âyetlerindendir. Bazıları bunların yanında bulunan melekler için oturulmayacağını söylemişlerdir. Sirâc.
Seyyidî Abdülganî «Miftah»tan şunu naklediyor: «Güneşle aya tâzim için onlara önünü ve arkasını dönerek helâya oturmaz».
Ben derim ki: Anlaşıldığına göre buradaki kerahet nehi varid olmadığı için keraheti tenzihiyyedir. Acaba buradaki kerahet, kıblede olduğu gibi ovaya ve evlere şâmil midir, yoksa yalnız ovaya mı mahsustur ve gündüzleyin aya karşı helâya oturmak da aynı hükümde midir? Bunu bir yerde göremedim. Anlaşılan şudur ki, güneşle aya karşı durmaktan maksat mutlak sûrette onların aynlerine karşı durmaktır. Bulundukları tarafa veya ziyalarına karşı durmak değildir. Görülmeye mâni bulut gibi bir şey bulunursa kerahet yoktur. Bir de kerahet güneşle ay gökyüzünün ortasında bulunmadıkları zamana mahsustur. Ortasında bulunurlarsa aynlerine karşı durmak tahakkuk etmez. Bunu da görmedim. Nakil için kaydedilmelidir. Sonra «Nuru'l-İzah'ta: «Güneş ve ayın aynlerine (şahıslarına) karşı durmak mekruhtur.» denildiğini gördüm.
METİN
Esah kavle göre akar bile olsa suya büyük ve küçük abdest bozmak mekruhtur. «Bahr» nam kitapta bildirildiğine göre durgun su olursa keraheti tahrimiyyedir. «Hâvî» sahibi keraheti tenzihiyye olduğunu söylemiştir. Dere, kuyu, havuz veya kaynak kenarına yahut yemiş veren ağacın altına veya ekin içine, oturmak suretiyle istifade edilen ağaç gölgesine, mescid ve bayram namazgâhı yanına, kabristan içine, hayvanların arasına, insanların yoluna, rüzgâra karşı, fare, yılan veya karınca yuvasına ve delik içine abdest bozmak mekruhtur. Aynî şunları da ilave etmiştir: Üzerinden bir kimsenin geçtiği veya oturduğu yere, yol kenarına, kâfile veya çadır yanına, yerin aşağısına durarak yamacına doğru abdestini bozmak, büyük ve küçük abdestini bozarken konuşmak da mekruhtur.
Ayakta veya yatarken yahut özrü olmadığı halde soyunarak küçük abdest bozmak; yahut kendi abdest aldığı veya yıkandığı yere bevl etmek dahi mekruhtur. Çünkü hadisi şerifte: «Sakın biriniz yıkandığı yere bevl etmesin! Zira umumiyetle vesvese bundan doğar.» buyurulmuştur.
İZAH
Akar suya bile olsa büyük ve küçük abdest bozmak mekruhtur. Çünkü Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre kendisi: «Peygamber (s.a.v.), durgun suya bevl edilmesini yasak etti.» demiştir. Bu hadîsi Müslim, Nesâi ve ibni Mâce rivayet etmişlerdir. Yine Hazreti Câbir'den rivayet edildiğine göre: «Rasûlüllah (s.a.v.). akar suya bevl edilmesini yasak etti.» demiştir. Bu hadisi Taberânî «Evsad» adlı eserinde güzel bir senedle rivâyet etmiştir. Bundaki mâna suyu kirletmesidir. Çok defa pislenmesine de sebep olur. Az olan durgun suyun içine bevl etmek haramdır. Çünkü onu pisletir. Mâhiyetini yok eder ve başkası aldanarak o suyu kullanır. Suya büyük abdest bozmak daha çirkindir. Bir kaba bevl ederek suya dökmek, dere kenarına bevl edip suya karışmak da böyledir. Bunların hepsi mezmum, çirkin ve yasak edilmiş şeylerdir.
Nevevî «Müslim» şerhinde şunları söylemiştir: «Taşla taharetlenen bir kimsenin az suya dalması haramdır. Çünkü suyu pisletir; kendisi de pisliğe bulanır. Ama su akarsa bunda beis yoktur. Durgun ise keraheti zâhir değildir. Çünkü bu, sidik mânâsında değildir, ona yakın da değildir. Fakat korunulması daha iyidir.» Gaznevî mukaddimesinin şerhi «Ziyâi-Manevî»de böyle denilmiştir.
T E N B İ H; Denizdeki gemide bulunan kimseyi bundan istisna etmek gerekir. Onun denizde büyük ve küçük abdestini bozması mekruh değildir. Çünkü zarûret vardır. Dımaşk ve emsâli şehirlerdeki helâlar da böyledir. Zira bunların suları daimî surette akar. Selef ulemadan hiç birinin bunlarda kazâ-i hâceti menettiğini duymadık. Bunun vechi şu olsa gerektir: Helânın hazinesinden aşağı inen suda akar suyun hürmeti kalmamıştır. Çünkü pisliğe yeni temas etmiştir. Binaenaleyh kerahet için geçerli olan illet, onda zâhir değildir. Zira onun faydalanılacak yeri kalmamıştır.
Evet, Seyyidî Abdülganî «Tarikat-ı Muhammediye» şerhinde şöyle demiştir: «Temiz derelerin üzerine hela yapmanın men edilmesi anlaşılıyor. Helâ sularının derelere akıtılması da öyledir. Helâ sularını pis suların toplandığı dereye akıtmak böyle (memnu) değildir.» Allâh'u a'lem.
Pislik suya ulaşmasa bile dere kenarına abdest bozmak mekruhtur. Çünkü Peygamber (s.a.v.), su yerlerine abdest bozmayı umumi şekilde yasak etmiştir. Bir de bunda suya gelenlere eziyet ve ona ulaşamamak korkusu vardır. «Ziya» da«Nevevî» 'den naklen böyle denilmiştir.
Yemiş veren ağacın altına abdest bozmanın mekruh olması yemişini itlâf edip pisleyeceği içindir. İmdâd. Hatıra gelen yemiş zamanı mekruh olmasıdır. Pisliğin yağmur ve benzeri şeylerle kayıp olmasından meselâ, yerin sidikten kurumasından emin olunmazsa yemiş zamanından öncesi de bu hükme katılır. Yemişte yenilen, yenilmeyen hatta kokusundan istifade edilen bütün meyveler dahildir, çünkü hepsi muhterem ve faydalıdır. Onun için «Gazneviye» de: «İnsanların faydalandığı yeşilliklere de abdest bozmak doğru değildir.» denilmiştir.
Gölgeye abdest bozmak. «Ovayı üç şeyden yani su yerlerine, yol ortasına ve gölgeye abdest bozmaktan koruyun!» hadîsi için mekruhtur. Bu hadîsi Ebu Davud ile İbni Mâce rivayet etmişlerdir.
Oturmak suretiyle istifade edilen ağaç gölgesini «Haram veya mekruh bir iş için toplantı yeri» olmamakla kayıtlamak gerekir. Şâyet böyle bir toplanılan yeri ise oraya toplanmamaları için abdest bozmak arzu edilir bile denilir.Yaz mevsimindeki gölgenin hükmüne kış mevsiminde güneşte yapılan toplantının yeri de katılır.
Kabristan içine abdest bozmanın mekruh olması ölülere eziyet verdiği içindir. Dirilerin eziyet gördüğü şeyden ölüler de eziyet görür. Anlaşıldığına göre buradaki kerâhet tahrimî kerahettir. Çünkü ulema kabristanda açılan yeni bir yoldan geçmenin haram olduğunu söylemişlerdir. Bu, evleviyette kalır. T. Hayvanlar arasında abdest bozmak da eziyet verir endişesiyle mekruh görülmüştür. Rüzgâra karşı abdest bozmakta üzerine serpilmek korkusu vardır.
Fare ve yılan deliklerine abdest bozmak da mekruhtur. Çünkü Katâde (r.a.): «Rasulüllah (s.a.v.) deliğe bevl etmeyi nehî buyurdu.» demiştir. Katâde'ye: «Deliğe bevletmeyi mekruh saydıran nedir?» diye sormuşlar. Katâde: «Cinlerin meskenleri olduğu söylenir.» demiştir. Bu hadîsi İmamAhmed, Ebu Davud ve Nesâî rivayet etmişlerdir. Bazen delikten bir hayvan çıkarak abdest bozan kimseyi ısırır veya sidiğini üzerine sıçratır. Rivâyete göre Saad b. İbadetü'l-Hazrecî (r.a.)ı cinler öldürmüştür. Buna sebep Havran'da bir deliğe bevletmesidir. Tamamı «Ziyâ»dadır.
Aynî'nin ziyâde ettiklerine şunu da ilave etmek gerekir: Kemik ve benzeri şeylerle muhterem olduğu için taharetlenmek men edildiği gibi üzerlerine bevl etmek de mekruhtur. Nitekim Şafiiler bunu açık söylemişlerdir.
Yol kenarına ve çadır yanına abdest bozmayı Gazneviye sahibi «Rüzgâr onun tarafından yola ve çadıra doğru eserse» diye kayıtlamıştır.
«İmdat» sahibinin beyanına göre Allah'ın hışmı her ne kadar avret yerini açmakla konuşmanın mecmuuna ait ise de hışıma sebep olan şeylerden birini yapmak da mekruhtur.
T E N B İ H: Gazneviye'nin ibâresi «helâda konuşmaz» şeklindedir. «Ziya»da Ebu'l-Leys'in «Bustân»ından naklen «Helâda konuşmak mekruhtur.» denilmiştir. Bundan anlaşılan, konuşmanın kazâ-i hâcet haline mahsus olmamasıdır. Şâfiîlerden biri bunun kendilerince mutemet kavil olduğunu söylemiştir. «İmdâd»da: «Birinin üzerine varmaktan korkmak gibi bir özürden başka bir sebeple öksüremez.» cümlesi ziyade edilmiştir. Başkasına mahsurlu bir harekette bulunacağından korkan kimse evleviyetle öksürebilir. Bir özürden dolayı helâda abdest alırsa abdestin sünnetlerine riâyet ederek besmele çekecek ve diğer duaları okuyacak mıdır, yoksa bulunduğu yeri düşünerek okumayacak mıdır?
Ayakta abdest bozmak mekruhtur. Çünkü bu babta nehi varid olmuştur. Bir de Âişe (r.a.): «Size kim Peygamber (s.a.v,)'in ayakta abdest bozduğunu söylerse inanmayın! O ancak oturarak abdest bozardı.» demiştir. Bu hadîsi İmam Ahmed, Tirmizi ve Nesâî rivâyet etmişlerdir. İsnâdı güzeldir.
Nevevî «Müslim» şerhinde şunları söylemiştir: «Ayakta abdest bozmaktan nehi hususunda sabit olmayan hadîsler rivayet olunmuştur. Lâkin Âişe hadîsi sabittir. Onun içindir ki ulema bunun - özür müstesnâ- mekruh olduğunu söylemişlerdir. Buradaki kerahet tahrimiyye değil, keraheti tenzihiyyedir.
Peygamber (s.a.v.)'in evlere yakın olan çöplüğe abdest bozmasına gelince: Kâdı İyâz: İhtimal uzun zaman oturmuş da bevl sıkıştırmış ve uzağa gidememiştir; diyor. Yahut rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) dizinin içindeki bir yaradan veya bel ağrısından dolayı ayakta bevl etmiştir. Arablar ağrıyı bununla tedavi ederlerdi. Yahut oturacak yer bulamadığı için ayakta bevl etmiştir. Câiz olduğunu göstermek için yapmış olması da muhtemeldir. Meselenin tamamı «Ziyâ» dadır.
Yatarken veya çıplak bevl elmenin mekruh olması bu işler Yahudilerle Hıristiyanların âdeti olduğu içindir. «Gazneviye». «Özrü olmadığı halde» kaydı daha önce zikredilenlerin hepsine şâmildir. T.
Şârih hadîse uysun diye «kendi abdest aldığı» yere bevletmek mekruhtur. demiştir. Başkasının abdest aldığı yerin hükmü ise delâlet yoluyla sabit olur. Bunu Halebî söylemiştir.
Burhan sahibinin Ebu Davud'dan naklettiğine göre hamam hadîsinin lâfzı şöyledir: «Sakın biriniz hamam yaptığı yere bevl etmesin! Sonra orada yıkanır, yahut abdest alır. Çünkü umumiyetlevesvese bundan doğar». Bundan sidik için akacak yol olmadığı yahut yer sert olduğu zaman nehi buyurulmuştur. Çünkü yıkanan kimse ondan üzerine bir şey sıçradığı vehmine kapılır. Bundan da vesvese doğar. Nitekim İbn Esîr'in «Nihâye» adlı eserinde de böyle denilmiştir.
METİN
FER'Î MESELELER
Yürümek, öksürmek veya sol tarafına yatıp uyumak sureliyle istibra yapmak vaciptir. İnsanların tabiatları muhteliftir. Yıkanan şeyin temizlenmesiyle birlikte el de temiz olur. Ama elden ve pisliğin çıktığı yerden kokuyu gidermek şarttır. Meğer ki âciz kala! İnsanlar bundan gafildirler.
Abdestli bir kimse istinca yaparsa, sünnet vechile meselâ, dübürünü sarkıtmak suretiyle yaptığı takdirde abdesti bozulur. Böyle yapmazsa bozulmaz.
İZAH
İstibrâ (kurulanmak): Şârihin söylediği şeylerden biri ile çıkan pislikten arınmak istemektir. Tâ ki eser kalmadığını yüzde yüz anlasın!
İstinkâ: Paklamak istemektir. Bu, su İle taharetlenirken mak'adı taşlarla veya parmaklarla oğmak suretiyle yapılır.
İstincâ: (taharetlenme) ise taşları veya suyu kullanmaktır.
Bu üç şeyin tefsirinde esah kavil budur. Nitekim «Gazneviye» de de böyle denilmiştir. Yine «Gazneviye»de bildirdiğine göre bu hususta kadın da erkek gibidir. Yalnız istibrada ondan ayrılır. Çünkü kadına istibra yoktur. O, kazâ-i hacet ettikten sonra azıcık durur, sonra taharetlenir bu izahın bir misli de «İmdâd» dadır. Şârih, istibrâ için «Dürer» ve diğer kitaplara tâbi olarak «Vacibtir» tabirini kullanmıştır.
Bazıları bunun yerine «farzdır» tâbirini kullanmış; birtakımları da «gerekir» demişlerdir. Bu son tâbire göre istibrâ menduptur. Nitekim Şâfiîlerden biri bunu açık ifade etmiştir. Mendup olduğu yere istibrâdan sonra bir şey çıkmayacağından emin bulunduğu haldir. Bu istibrâ mubâlaga göstermek için menduptur. Yahut murad, hassaten bu söylenenlerle yani yürümek ve öksürmek gibi şeylerle istibra yapmaktır. Yoksa sızıntının kesildiğine kalbi kanaat getirinceye kadar yapılan istibranın kendisi farzdır. Vacibtir, sözünden murad da budur. Onun için Şürunbulâlî: «Erkek sidiğin eseri kalmadığına kalbi kanaat getirinceye kadar,istibrâ yapması lâzımdır.» dedikten sonra, «Lâzımdır, dedim. Çünkü sözü vacip tâbirinden daha kuvvetlidir. Zira bu ortadan kalkınca cevaz da ortadan kalkar. Ve sızıntının kesildiğine kalbi kanaat getirmedikçe o kimsenin abdeste başlaması sahih olmaz. » demiştir.
Öksürmekle istibrâ yapılır. Çünkü damarlar boğazdan tenasül uzvuna kadar uzanır. Öksürmek bunları hareket ettirir. Ve sidik kanalındaki kalıntıyı dışarı atarlar. «Ziyâ».
«İnsanların tabiatları muhteliftir». Sahih olan budur. Binaenleyh bir kimse temizlendiğine kalben kanaat getirirse taharetlenmesi câizdir. Zira herkes kendi halini daha iyi bilir. «Ziya».
Ben derim ki: Bir kimse geç kurulanırsa arpa danesi kadar kâğıt parçası gibi bir şeyi bükerektenasül uzvunun içine tıkmalıdır. Bu kalan rutubetin eserini içer. İçeriye görünmez oluncaya kadar tıkmalıdır ki rutubet dış tarafına çıkmasın. Böyle yapılırsa İmam Şâfiî'nin hilafından da çıkılmış olur. Bu, tecrübe edilmiş ve o yeri bağlamaktan daha faydalı olduğu görülmüştür. Lâkin oruçlu olan kimsenin o yeri bağlaması daha iyidir. Tâ ki İmam Şâfiî'nin kavline göre orucu bozulmasın.
Yıkanan şeyin temizlenmesiyle birlikte et de temiz olur. Fakih Ebu Cafer'in tercih ettiği kavil budur. Bazıları: «Elin yıkanması vaciptir. Çünkü istinca yaparken pislenmiştir.» demiş; birtakımları elleri yıkamanın sünnet olduğunu söylemişlerdir. Abdestin Sünnetleri Bahsinde geçtiği vecihle sahih olan kavil budur. «Nuh».
«Kınye»de nakledildiğine göre bir kimse elinde iplik sarılı olduğu halde su ile taharetlenirse eliyle ipliği tertemiz yıkadıkça elin temizliği ile iplik temiz olmaz.
Kokunun giderilmesi şarttır. Bu hususta «Sirac»ta şöyle denilmiştir:«Acaba burada kokunun gitmesi şart mıdır? Bazıları şart olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre defalarca yıkamak takdir edilmez. Suyu pisliğin ayrı ve kokusu gidinceye kadar kullanılır. Birtakımları, kokunun gitmesi şart değildir. Temizlendiğine kalbi kanaat getirinceye kadar suyu kullanır, demişler ve bunu üç defa yıkamakla takdir etmişlerdir». Anlaşılıyor ki, iki kavlin arasındaki fark birinciye göre kokunun gittiğini anlamak için elini koklaması, ikinciye göre koklamak lâzım gelmeyip kalbinin kanaatiyle yetinmesidir. Teemmül et!
Dübürünü sarkıtmanın vechi herhalde kendisini gevşeterek dübür halkasının içini dışına çıkarmakla olur. Bu da pislik rutubetinden hali değildir. Sonra bunu Bezzâzî'nin elyazısiyle elimdeki «Bezzâzîye» nüshasının kenarında nakledildiğini gördüm.
«Sünnet vechile» tâbirinden murad şârihin söylediği sarkıtma olduğunu da açıklamış. Bu suretle «Hilye» sâhibinin anladığı mânâ ortadan kalkmış olur. «Hilye» sahibi abdestin bozulması, parmağı dübürüne sokmakla olacağını söylemiştir. Ona göre «sünnet vechile» tâbirinden murad, parmağı dübüre sokmaktır. Onun bu sözü red edilmiştir. Çünkü benam ulemadan birçokları taharetlenirken parmağın dübüre sokulmayacağını bildirmişlerdir.
T E T İ M M E : Bir kimse helâya gireceği zaman iyice başı sıkılmadan yerinden kalkmalı; üzerinde tâ'zimi gereken isim bulundurmamalı, başı açık veya sarıksız külahla girmemelidir. Helâ kapısına vardıkta duadan önce işe besmele ile başlamalı. Ve:
"Bismillâhi. Allâhümme innî eûzübike mine'l hubsü velhabais."
Yani (Ya Rabbi, pislikten ve şeytanlardan sana sığınırım.) demelidir. Sahih olan budur. Sonra sol ayağı ile girmeli ve oturmaya yaklaşmadan avret yerini açmamalıdır. Sonra ayaklarını aramalı ve sol ayağının üzerine yaslamalıdır. Helâda fıkıh ve ilim gibi âhiret umurunu düşünmemelidir. «Bunu düşünmesini kendisine daha büyüğünün verilmesine mâni olur» denilmiştir. Selâm almamalı, müezzine icabet etmemelidir. Aksırırsa kalbinden ALLAH'A hamd etmelidir. Avretine ve ondan çıkan pisliğe bakmamalı; sidiğin içine tükürmemeli; helâda fazla oturmamalıdır. Çünkü basurilletine sebep olur. Sümkürüp öksürmemeli; fazla bakmamalı; bedeniyle oynamamalı; başını gökyüzüne çevirmemeli; o halinden utanarak başını önüne eğmelidir. Çıkan pisliği gömmeli, işini çabuk bitirmeye çalışmalıdır. İşi bitince tenâsül uzvunu altından sıkarak ucuna doğru gitmeli, sonra üç taşla silmeli; sonra doğrulmadan avret yerini örtmeli, sağ ayağını atarak heladan çıkmalı ve şu duayı okumalıdır:
«Gufrâneke. Elhamdülillâhillezî ezbehe an mâyü'zine ve emseke aleyye mâ yenfevnî.»
«Affını dilerim ya Rabbi Bana eziyet veren şeyi giderip faydalısını üzerimde bırakan ALLAH'A hamd olsun». Bundan sonra istibrâ yapmalı (kurulanmalı), sidiğin eseri kesildiğini yüzde yüz anlayınca su ile taharetlenmek için başka bir yere oturmalı ve ellerini üç defa yıkamakla işe başlamalıdır. Avret yerini açmazdan önce şunu okumalıdır: "Bismillahil-azîm ve bihamdihî, velhamdülillahi alâ dînil-islam, Allahummec'alnî minet-tevvabîne vec'alnî minel-mutahhirîn ellezîne lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn"
«Yüce Allah'ın ismiyle ve hamdi ile işe başlıyorum. İslâm dini için AIlah'a hamd olsun, Ya Rabbî beni tövbekârlardan eyle! Beni kendilerine hiç bir korku olmayan mahzun dahi olmayacak, temizlenen kullarından eyle!» Bundan sonra sağ eliyle avret yerine su dökmeli ve kabı kaldırarak avret uzvunu sol eliyle yıkamalıdır. Evvelâ önden başlamalı sonra arkaya geçmelidir. Mak'adı sarkıtarak dübürü üç defa yıkamalı ve her defasında oğuşturarak oruçlu değilse mubalağâ göstermelidir. Oruçlu ise dübürünü büzmeden bir bez parçası ile silmelidir ki, su içeri işleyip de orucu bozulmasın. Sonra elini duvara veya temiz yere sürtmeli ve üç defa yıkamalıdır. Sonra ayağa kalkarak avret yerini temiz bir bezle kurulamalı, yanında bez yoksa eliyle tekrar tekrar silmelidir. Tâ ki hafif bir ıslaklıktan başka bir şey kalmasın. Bundan sonra donunu bağlamalı ve avret yerine su serpmeli, yahut şeytan ve vesvese veriyorsa içine pamuk tıkamalı ve şunu okumalıdır:
«Suyu temizleyici, İslâmı nur ve önder ve Allah'a, naîm cennetlerine delil kılan Allah'a hamd olsun. Ya Rabbi benim avret yerimi iffetli kıl, kalbimi temizle ve günahlarımı yok et!» Burası «Gazneviye» ile «Ziya» dan kısaltılarak alınmıştır.
METİN
Bir kimse necâset üzerinde uyur veya yürürse aynı göründüğü takdirde pislenir. Görünmezse pislenmez. Pislik dereye düşer de elbisesine sıçrarsa, eseri göründüğü takdirde pislenir. Görünmezse pislenmez. Temiz bir elbise su ile ıslanmaz pis bir şey ıslanırsa sıkıldığı zaman damlayacak şekilde olduğu takdirde pislenir. Aksi takdirde pislenmez. Sidik gibi bir şeyle ıslanmış sargıya sarılırsa ıslaklığı veya eseri görüldüğü takdirde pislenir. Görünmezse pislenmez.
İZAH
Bir kimse necâset üzerinde uyur veya yürürse, yani uyur da terler, yahut yürür de ayağı ıslanırsa necasetin aynı üzerinde göründüğü takdirde pislenir.
Necâsetten murad, kuru pisliktir. Zira Mültekâ'nın metninde şöyle denilmiştir: «Yaş bir elbiseyi pis kuru toprakla sıvanmış şeyin üzerine koyarsa pislenmez». Şarih: «Çünkü kuru olanla elbisenin rutubeti emilir. Yaş toprakla sıvanmışsa bunun aksinedir» demiştir.
«Aynı göründüğü takdirde ibâresi esere de şâmildir. Zira eser pisliğin varlığına delildir. «Nuru'l-İzah»da olduğu gibi burada da «Eseri görüldüğü takdirde» denilse daha iyi olurdu. «Pislenir» sözünden murad, namaza mâni olan miktar itibara alınır demektir. Nitekim yerinde görmüştük. Necaset dere gibi akar bir suya düşerse meselâ, eşek bevl eder de su bir insanın elbisesine sıçrarsa esere itibar edilir. Durgun suya bevl ederse iş değişir. Çünkü bu sudan dirhem miktarından fazla sıçrarsa namaza mâni olur. Nitekim «Hâniyye»de de böyle denilmiştir. Lâkin yine «Haniyye de bildirildiğine göre suya fışkı alılır da o su insan üzerine sıçrarsa esere bakılır. Burada mutlak söylemiş; akar su ile akmayan arasında fark yapmamıştır. Her halde mutlak sözü tafsilâtta söylediğine hamledilmiştir. «Hidâye» sahibinin «Muhtârâtü'n Nevâzıl» adlı sözünden . hemen bu mânânın anlaşılması da tafsilâtta söylediklerini te'yid eder Meğer ki sidik ile fışkı arasında fark görüle. Çünkü sidik durgun suya isabet ederse sıçrananın sıçrananın sidik olduğu zannı ağır basar. Zira sidik suya çarpmıştır. Akar suya isabet ederse böyle değildir. Çünkü ikisi de birbirine çarparlar ve sıçrayanın su olması ihtimali vardır. Bundan dolayı esere itibar olunur. Fışkıda ise sıçrayan serpinti kat'î surette sudandır. Su durgun olsun olmasın fark etmez. Lakin serpintinin fışkıya temas eden sudan olması muhtemel olduğu gibi temas etmeyen sudan olması ihtimali de vardır. Düşen fışkının kuvvetinden temiz su sıçramış olabilir. Bu sebeple onun da eserine itibar olunur. Benim anladığım budur. Allah'u a'lem.
İbaresi şudur: Akar suya eşek bevl ederde serpinti elbiseye sıçrarsa sidik olduğu yüzde yüz bilinmedikçe onu pislemez. Keza pislik suya .atılır da şişerse elbiseye. isabet ettiği takdirde onu pislemez. Ama su durgun olursa pisler.
Şu da var ki, «Münye» ve diğer kitaplarda İbni Fazıl'dan naklen, necâset gerek akar suya, gerekse durgun suya düşsün pisleyeceği bildirilmiştir. Ebu'l-Leys pislemeyeceğini tercih etmiştir, «Münye» şerhinde: «Yani ister akar suya, ister başkasına düşsün pisler. Esah olan budur. Çünkü yüzde yüz bilinen bir şey şüphe ile ortadan kalkmaz, Bir de sıçrayan serpinti ekseriyetle suyun cüz'lerindendir. Çarpan şeyin cüzlerinden değildir. Binaenaleyh aksi zuhur etmedikçe ekseriyete göre hüküm verilir.» denilmiştir. Teemmül et!
Zira serpintinin ekseriyette suyun cüz'lerinden olması söz götürür. Şimdi bir, şey kalır ki o da şudur: Durgun sudan murad az su mudur çok su mudur? Ben bunu açık olarak bir yerde görmedim, Halebî: Anlaşıldığına göre az sudur. Aksi takdirde Kâdıhan'ın verdiği tafsilatın mânâsı kalmaz. Münye şerhinde esah kavlin illeti beyan edilirken, az su pisliğin düştüğü anda hemen pislenivermez. Hatta pislik düşer düşmez ara vermeden öbür taraftan su alınsa bu su temizdir. Çünkü ulema serpintiye pisliğin işlediğine hüküm etmemişlerdir. Zira pisliğe yakın olmakla beraber içine işlemesine vakit yoktur. Binaenaleyh pisliğin düştüğü anda öbür tarafın pislenmemesi evleviyette kalır, deniliyor. Teemmül et! Muvaffak olursun!» diyor.
Ben derim ki: Bizim söylediğimiz farktan «Haniyye»deki tafsilâtın manâsı olduğu meydana çıkıyor. Ve durgun sudan murad az su olduğuna delâlet etmiyor. Teemmül eyle!
Malûmun olsun ki, temiz ve kuru bir elbise ıslanmaz bir şeye sarılı da ıslaklığı temiz elbiseye geçerse elbisenin pislenip pislenmeyeceği hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Bazıları temiz elbise pislenir» demişlerdir. Hulvânî temiz elbise sıkılmış olsa bir şey akmayacak ve damlamayacak şekilde olursa pislenmeyeceğini tercih etmiştir. Esah olan da budur. Nitekim «Hulâsa» ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Mezhebimizin umumiyetle kitaplarında, metinlerde, şerhlerde ve fetvalarda zikredilen budur. Bazıları da hilâf zikredilmemiş; bazılarında «esah» sözüyle beyan edilmiştir. «Münye» şerhinde bu mesele pis olan şeyin sidik ve emsâli ile değil de su ile ıslanmış olmak ve temiz elbisede pisliğin eseri görülmemek şartlariyle kayıtlanmıştır. «Fetih»te dahi temiz elbise sıkıldığı zaman bir şey çıkmazsa diye kayıtlanmıştır. Tâ ki içine işleyen mücerret yaşlıktan ibâret olsun. Çünkü bazen dürmekte sıkmakla ufak su kabarcıkları hâsıl olur. Akacak kuvvetleri yoktur. Elbise çözülünce kayıp olurlar. Böyle bir şeyde hakikî necâset karışığı varken temizliğine hükmetmek, gerçekten uzaklaşmak olur.
«Burhan» sahibi «Feth» in ibaresini naklettikten sonra şunları söylemiştir: «Bundan anlaşılır ki, bunun sırf bir yaşlık olduğu yüzde yüz kestirilemez. Meğer ki sıkmakla damlayan şey yaş necâsetin kendisi olsun. Zira kuru elbiseye çok miktarda necaset bulaşıp da sıkıldığı vakit damlamaması mümkündür. Nitekim yıkamaya başlarken görülen budur. Binaenaleyh Hulvânî'nin sahih bulduğu kavlin hilâfına fetvâ vermek alettayin icap eder». Bu sözü Şürunbulâlî de kabul etmiştir. Vechi meydandadır.
Hâsılı, Hulvânî'nin sahih kabul ettiği kavle göre itibar temiz elbiseyedir. Sıkıldığı vakit damlayacak şekilde ise pislenir. Böyle değilse pislenmez. İster ıslanan pis şey sıkmakla damlasın, ister damlamasın fark etmez. «Burhan»daki kavle göre ise itibar ıslanan pis şeyedir. Sıkıldığı zaman damlayacak şekilde ise temiz elbise pislenir. Damlamayacak şekilde ise temiz elbise pislenmez. Kitabın sonunda muhtelif meselelerdeki Zeylaî'nin sözünün mânâsı budur. Halbuki musannıfın oradaki ibaresindan -Kenz ve başkalarının ibârelerinden anlaşıldığı gibi- bunun hilâfı anlaşılmaktadır. Hatta «Hulâsa»,«Hâniyye» «Bezzaziye» ve başkalarının sözleri açık açık bunun hilâfınadır. Sözün tamamı inşaallah orada gelecektir. «Sıkıldığı zaman damlayacak şekilde olduğu takdirde pislenir.» cümlesindeki üç zamir ilk bakışta temiz elbiseye râci görünüyorlar. Bu takdirde ifâde Hulvâni'nin sahih bulduğu kavle uymaktadır. Ama «sıkıldığı ve damlayacak şekilde» tâbirlerindeki zamirin pisliğe, «pislenir» tabirindeki zamirin de temiz elbiseye ait olması ihtimali dahi vardır. Bu takdirde de «Burhan»daki kavle ve Şürunbulâli'ye ile Zeylaî'nin kavillerine uyar. Anla!
Şârihin «Sidik gibi bir şeyle ıslanmış sargıya sarılırsa ilah...» sözü bundan önceki «Su ile ıslanmış pis bir şeye sarılırsa» cümlesiyle ihtiraz ettiği şeydir. Bu cümle «Münye» şerhinden alınmıştır. Orada: «Çünkü o zaman yaşlık necâsetin aynıdır. Velev ki sıkmakla damlamasın.» denilmiştir.
Ben derim ki: Pisliğe bitişik olan suyun hükmü, gerek galiz gerekse hafif necaset olması yönünden pisliğin hükmü gibi olduğunu sen bilirsin. Şu halde sidikle ıslanan bir şeyle içine sidik karışan su arasında bir fark görülmemektir. Teemmül et!
METİN
Şarabın içinde bir fare bulunur da atılır ve şarap sirke atılırsa fare şişmiş bulunduğu takdirde sirke pistir. Şişmemişse pis değildir. Sirkenin içine şarap karışırsa, bir damla olduğu takdirde biraz beklemeden helal olmaz. Bir bardak karışırsa eseri görünmemek şartıyla derhal helâl olur. Güğüm İçinde bir fare bulunur da onun içinde mi yoksa küpün içinde veya kuyuda mı öldüğü bilinmezse güğümde öldüğüne hükmedilir. Bir kimse biri yağ, bir bal, biri de pekmez dolu üç tulumdan birer miktar alarak karıştırır da sonra içinde bir fare bulursa bu mahlutu güneşe bırakınız, üstüne yağ çıkarsa pislenen yağdır . Yağ çıkmaz da donuk halde kalırsa bal'dır, karışırsa olarak çıkarsa pekmezdir.
İbn Abidin burada «Pislenen tulumudur. Sonrakilerde de pislenmek takdir olunur.» diyor. Bunu kendi el yazısı ile yazmıştır. İhtimal bu nüsha onun nüshasıdır. Yoksa şârihin benim elimdeki nüshalarında «Pislene yağdır» denilmiştir. Kayıt edilmelidir. Musahhih.
Kesilen hayvan hakkında haramdır diye verilen haberle, su ve yiyecek hakkında ise helaldir diye verilen haberle amel olunur. Elbisenin azı temiz olanlarda, kablarda ise çoğu temiz olanlarda araştırma yapılır. Azı temiz olanlarda araştırma yapılmayıp ekseriyete göre hüküm verilir. Bundan yalnız içme zaruretinden dolayı su müstesnadır. Kokmuş eti yemek haramdır. Kokmuş yağ ve süt gibi şeyler haram değildir.
İZAH
Fare şişmiş bulunursa sirke pistir. Çünkü şişince cüzleri dağılır. Şarabın sirkeye inkılab etmesi pis cüzlerin temizlenmesini gerektirmez. H.
«Hâniyye» sahibi şunları söylemiştir: «Kezâ köpek şıranın içine düşer de şıra şarap olur, sonra sirkeye inkılab ederse o sirkeyi yemek helâl olmaz. Zira köpeğin salyası sirkenin içinde durmuştur. O, sirke olmaz».
Fare şişmemiş bulunursa sirke pis değildir. Çünkü sirke olduktan sonra bir şey kalmamıştır. Şarap, sirke olmadan önce fare de şarap gibi necis ise de bu gibi yerlerde pisliğin tesiri yoktur. Pare atılıp sonra şarap sirkeye inkılab edince aynı değiştiğinden temiz olur. Farenin su kuyusuna düşmesi böyle değildir. O, temiz suya temas ettiği için suyu pisler; ona tesir eder ve şişmese bile kuyuyu ayıklamak icap eder. Buna farenin şarap İçinde şişip dağılması meselesiyle itiraz edilemez. Zira bilirsin bu eser, şarap sirke olduktan sonra sirkeye inkılab etmez ki, onun temizliğine tesiri olsun. Anla!
«Hâniyye»de de zikredildiği vecihle sirkeye şarap karışması şöyle izah olunur: Şarap, bir bardak olursa kokusu gidince değiştiği anlaşılır. Ve şarabın sirke olduğu bilinir. Bir damlanın ise kokusu yoktur. Değiştiği bilinemez. Halen mevcud olması ihtimali vardır. Binaenaleyh helâl olduğuna hüküm verilemez. Kaadî: «Kalbinin kanaatiyle hükmeder. Sirke olduğuna kanaat getirirse temizdir. Kanaat getirmezse temiz değildir.» diyor. Güğüm içinde fare bulmanın sureti şudur:
Kuyudan bir küp su doldurur. Sonra bu küpten bir güğüm su alır ve güğümün içinde fare bulur. Bu farenin güğümde öldüğüne hükmedilmesi Hâdiseler en yakın vakitlerine izâfe olunur.» kaidesine göredir. H.
«Fetih»te şöyle deniliyor: «Bir kimse bir küpten biraz, diğer küpten biraz su alarak bir kaba koyar da sonra kapda fare bulursa oradan biraz ayrıldığı takdirde necaset kaba aittir. Ayrılmazsa araştırma yaparak kalbi küpün birine kanaat getirdiği takdirde onunla amel eder. Hiç birine kanaat getiremezse necâset son olarak su aldığı küpe ait olur. Bu hüküm her iki küpün bir şahsa ait olduğuna göredir. İki kişiye ait olurlar da her biri farenin kendi küpünde olmadığını söylerse küplerin ikisi de temizdir.
Mahlutun donuk halde kalması bal olduğuna delildir. Çünkü balın üzerine güneş vurunca cüzleri bir yere toplanır. Ve tutunur. Pekmez öyle değildir. O güneşin sıcağından yayılır. Bunu Halebî söylemiştir. Şimdi hal bu surette anlaşılmazsa ne yapılacağı kalır. Bu hususta az yukarıda «Fetih»den naklen arz ettiğimiz tafsilata gitmek gerekir.
Kesilen hayvan hakkında haramdır, diye verilen haberle amel olunur. Yani bir kimseye adalet sahibi biri «Bu et Mecûsînin kestiği hayvanın etidir» yahut «Ölü hayvan etidir» diye haber verir; başka bir adil kimse de müslümanın kesdiği hayvanın eti olduğunu söylerse onu yemek helal olmaz. Zira İki haber taarruz edince ikisi de sâkıt olur; haram hükmü aslı üzere kalır ki bu da hayvanın ancak şer'i kesimle helâl olmasıdır. Bu iki kişi suyu haber verirler de ikisinin haberi de sâkıt olursa su aslı temizliği üzere kalır. «İmdâd».
Anlaşılıyor ki, her iki suretle haberler sâkıt olunca araştırmaya itibar kalmaz. Biz buna muhalif olan kavli Haram Helâl Bahsinde Giyim Faslından evvel «Hidâye» şarihlerinden ve başkalarından naklen anlatacağız. Bu meseleye orada müracaat et!
Elbiselerin azı temiz olanlarında araştırma yapılır. Meselâ, temiz bir elbise iki pis elbiseye karışsa araştırılır. Tabiî aksinde evleviyetle araştırma yapılır. Kapların ise çoğu temiz olanlarında araştırılır. Azı temiz olanlarda yapılmadığı gibi temizlerle pisler müsâvi olduğunda dahi araştırma yapılmaz. Nitekim bunları şârih Helâl Haram Bahsinde anlatacaktır. Yine orada beyan edeceğine göre kesilmiş hayvanların ölü hayvanlar birbirine karışırsa hüküm kaplardaki gibidir. Sonra elbise ile kaplar arasındaki fark -«İmdad» nâm kitaplar da beyan edildiği vecihle- elbisenin avret yerini örtecek halefi olmaması, susyun ise abdest ve gusülde halef olmasıdır Zira teyemmüm abdestin halefidir
İçme hususuna gelince: Mutlaka araştırma yapmak lâzımdır. Çünkü içmenin halefi yoktur. Onun için şârih: «Yalnız içme zaruretinden dolayı su müstesnâdır» demiştir. Sonra şunu da bil ki, şârihin burada elbise ve kaplar hakkında söyledikleri «Nuru'l-İzah» ile « Mevâhibü'r-Rahman»ın beyanlarına uygundur. «Zahire» ve diğer kitapların beyanları buna muhaliftir ve hulâsaları şudur:
Kaplarda olsun, elbise ve kesilen hayvanlarda olsun temiz kısmı çoksa gerek ihtiyarî gerekse iztırâri hallerde çokluğa itibar ederek araştırma yapar. Temiz olanlar az ise ihtiyari halde hiçbirinde araştırmaz. İztırâri halde ise abdest ve gusül kaplarından maada hepsinde araştırır. İzahı inşaallah Haram Helâl Bahsinde gelecektir. Ama bu talâk ve azâd meselelerine benzemez.
Bir adam karılarından birini bozar yahut cariyelerinden birini azâd ederse cima' etmek veya satmak için araştırma yapması câiz değildir. Velev ki helâl olanlar daha fazla olsun. Meselenin tamamı «Valvalciyye» ve diğer kitapların araştırma bahsindedir. Oraya müracaat et!
Kokmuş eti yemek haramdır. Bunu «Tatarhâniyye» sahibi Tahtavî'nin «Müşkili'l-Âsar» adlı eserine nisbet etmiştir. Halebî bu sözü, «Yani necis olduğu için değil, zarar vereceği için haramdır.» diye tefsir etmiştir. Kokmuş süt gibi şeyler ise zarar etmez. Bunu Şürunbulâlî, Vehbâniyye'nin Kerahiyet Bahsini izah ederken söylemiştir.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'de nakledildiğine göre süt fazla bozulursa pis olur. Sonra Tatarhâniyye sahibi bu iki kavlin arasını bulmak için birinci kavlin süt fazla bozulmadığı hale hamledildiğini nakletmiştir. «Kınye»de dahi böyle denilmiştir. Lâkin Hamevî'nin «Nihâye»den nakline göre bozulmaz haline inkılap etmek aslen pis olmayı gerektirmez. «Tatarhâniyye»de şöyle deniliyor:
«Et kurdu çorbanın içine düşerse çorba pis olmaz. Ama içinde kurt şişer dağılırsa çorba yenmez». Yani kurt ölü olduğundan çorba temiz bile sayılsa yenmez, demek istiyor.
Ben derim ki: Yemişlerdeki kurdun hükmü de bundan anlaşılır.
METİN
Katı olan deve, koyun ve at fışkısının içindeki arpa yıkandıktan sonra yenir. Sığır fışkısının içindeki yenilmez. Her hayvanın ödü, sidiği gibi gevişi da fışkısı gibidir. Şıranın hükmü suyun hükmü gibidir. Fercin rutubeti temizdir. İmameyn buna muhaliftir. Pisliğe karışan toprak veya suyun temiz olanına itibar edilir. Bununla fetva verilir. Bir kimse hamam ve benzeri bir yerde yürürse üzerine baslığı suyun pis kir suyu olduğunu bilmedikçe ayağı pislenmez. Suyu musluktan almamak gerekir; çünkü havuz durgun su hükmüne girer. Hamama erken gitmek mürüvvet değildir.
Çünkü bunda kinâye kelimesinin tersini meydana çıkarmak vardır. Fâsıklarla zımmîlerin elbiseleri temizdir. İranlıların atlası pistir. Çünkü parlatmak için içine sidik koyarlar. Bir kimse birinin elbisesinde namaza mâni pislik görür de haber verdiği takdirde gidereceğine kalbi kanaat getirirse haber vermesi vacip, aksi takdirde vacip değildir.
İyiliği emir meselesi de böyledir. Zamanımızda ihtiyaten yanında seccade taşımak evlâdır. Zira kabirde ilk sorulacak şeyin temizlik, mahşerde ilk sorulacak şeyin ise namaz olduğunu bildiren hadis varid olmuştur.
İZAH
«Tatarhâniyye»de beyan edildiğine göre arpa, deve ve koyun fışkısı içinde bulunursa üç defa yıkanıp kurulanır ve yenilir. Sığır fışkısında bulunursa yenilmez, «Fetih»te: «Çünkü sığır fışkısında katılık yoktur.» denilmiştir. Bundan sonra «Tatarhâniyye»de «Kübra»dan naklen: «Sahih olan şişip şişmediğine göre tafsilâta gitmektir. Bu hususta deve, koyun pisliği ile sığır pisliği müsâvidir.» denilmiştir. Yani arpa şişmişse her iki pislikte bulunduğunda yenilmez. Şişmemişse ikisinde de yenilir. «Münye» şerhinde dahi buna benzer inceleme yapılmıştır.
Her hayvanın ödü, sidiği gibidir. Yani sidiği galîz veya hafif necaset ise ödü de ihtilâf ve ittifakyönünden öyledir. Ulema buna teferru' eden meselelerden olmak üzere şunu söylerler: Bir kimse parmağına eti yenilen hayvanın ödünü geçirse İmam A'zam'a göre mekruh olur. Çünkü o bu hayvanın sidiği ile tedaviyi mubah görmez. Ebu Yusuf'a göre mekruh olmaz. O sidiği ile tedaviyi mubah görür. «Zahîre» ve «Hâniyye»de fakîh Ebu'l-Leys'in ihtiyaçtan dolayı Ebu Yûsuf'un kavlini tercih ettiği bildirilmiş; «Hulâsa»da «Fetva buna göredir.» denilmiştir.
Ben derim ki: İmam Muhammed'in kavline kıyasen mutlak surette mekruh olmaz. Çünkü ona göre yenilen hayvanın sidiği temizdir. Hilye. Her hayvanın gevişi de fışkısı gibidir.
Geviş: Hayvanın karnından ağzına getirerek ikinci, defa yediği şeydir, «Tecnis» sahibi bunun illet ve sebebini şöyle izah etmiştir; «Çünkü yiyecek, hayvanın karnında gizlenip kayıp olmuştur. İnsanın karnında kayıp olan şeyi görmüyor musun? Bunu su farzetsek de sonra kussa hükmü sidik gibidir,» Bu söz derhal kusmuş olsa bile böyle olmayı iktiza ediyor. Lâkin «Tecnis» sahibi bundan sonra emerek kusan ve kusmuğu annesinin elbisesine bulaşan çocuk hakkında şunları söylemiştir;
«Kusmuk dirhem miktarından fazla olursa namaza manidir. İmam Hasan'ın Ebu Hanife'den rivâyetine göre çok fazla olmadıkça namaza mâni değildir. Çünkü süt her cihetten değişmemiştir. Binaenaleyh onun pisliği sidiğin pisliğinden azdır Zira sidik her vecihle değişmiştir. Sahih o!an da budur». «Fethü'l-Kadir de de böyle denilmiştir. Anlaşılıyor ki ta'lilden yararlanarak gevişe bu kusmuğun hükmünü vermeye meylediyor.
Şıranın hükmü suyun hükmü gibidir. Yani onunla da hakikî necaset giderilir. Ona on arşın ebadında ise suda olduğu gibi o da içine düşen necâsetle pislenmez. H.
Üzümü sıkıp şırası akarken ayağı kanarsa şıraya karışan kanın eseri görülmedikçe İmam A'zam'la Ebu Yusuf'a göre pislenmez. Nitekim «Muhit»ten naklen «Münye»de de böyle denilmiştir. İmam A'zam'a göre fercin rutubeti temizdir. Onun için «Tatarhâniyye de şöyle nakledilmiştir:
«Çocuk doğarken üzerinde bulunan rutubet temizdir. Annesinden yeni doğan kuzu da öyledir. Yumurta dahî öyledir. Bununla elbise pislenmediği gibi suya düşerse su da pislenmez. Lâkin ihtilâflı olduğu için o su ile abdest almak mekruh, muhtar kavle göre kuzunun mayası da temizdir İmameyn'e göre ise elbise ve su pislenir. İhtiyat olan da budur.
Ben derim ki: Bu hüküm rutubetle birlikte kan olmadığına ve fercin rutubetine mezi yahut erkekle kadının birinden menî karışmadığına göredir.
Pislikle karışan toprak veya suyun temiz olanına itibar edilir. Ekser ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Fetih. Bu kavil İmam Muhammed'indir. Fetvâ da buna göredir. Bezzâziye. Bazıları: «İtibar suyadır, su pis ise toprak da pislenir, değilse toprak da temizdir.» demiş; birtakımları toprağa, daha başkaları hangisi çoksa ona İtibar olunacağını söylemişlerdir. «Hangisi pis olursa olsun toprak pistir.sı diyenler de olmuştur. Ebu'l-Leys bu kavli tercih etmiş; Hâniyye ve diğer kitaplarda bu kavil sahih kabul edilmiştir. «Münye» şârihi dahi bu kavlı kuvvetli bulmuş ve diğer kavillerin fasid olduğuna hüküm vermiştir. Teemmül et!
«Muhit» sahibi de bu kavlın sahih olduğunu söylemiş ve illetini şöyle açıklamıştır: «Çünkü karışmakla pislik yerinden atmış olmaz. Fışkı böyle değildir. O sıva yapmak için toprağa karıştırılırsa toprağı pislemez. Zira burada onun pisliğini itibara almamak için zaruret vardır. Sıva çamuru ancak olumlu yapılır. «Hilye».
Hamam ve benzeri bir yerde meselâ, döşenmiş tahta üzerinde ayakları pis biri geçtikten sonra yürüyen kimsenin tamamiyle onun izine baslığı bilinmedikçe zaruretten dolayı ayaklarının ıslandığına hüküm verilmez. «Fetih».
Aynı eserde «Tecnis»den naklen: «Bir kimse çamurda yürür, yahut üzerine çamur sıçrar da onu yıkamadan namaz kılarsa, necasetin eseri görülmedikçe kıldığı namaz câizdir. Zira mani olan necasetir. İhtiyat gösterir de yıkarsa o başka, Hüküm hususunda yıkamak vacip değildir.» denilmiştir.
Suyu musluktan değil, havuzdan almalıdır. Çünkü musluktan alınırsa o anda havuza akıntı kesileceğinden havuzdaki su durgun su hükmüne girer. Bazen alan kimsenin elinde pislik olabilir. Yahut birisi pis elini havuza sokar. Böyle hallerde havuz pislenir. Havuzdan alanın eli pis bile olsa musluktan su indiği ve havuzdan alındıkça arkası geldiği için akar su hükmünde olur ve pislenmez.
Sabahleyin zaruret yokken erkenden hamama gitmek mürüvvetsizlik (şahsiyetsizlik) sayılır. Çünkü bunda «kinâye» kelimesinin tersini meydana çıkarmak vardır. Bu kelimenin tersinden murad «nik» tir ve cinsî münasebet demektir. Yani erken erken hamama gitmek cinai münasebette bulunduğunu meydana çıkarmak demektir. Şarih kinâye yerine «kin» kelimesinin tersi çevrilmesi diyecekti. Çünkü «nîk» asıl bunun tersi okunmasından meydana gelir. Fakat, fazla açıklamaktan kaçmadığı için böyle yapmıştır. Çünkü cinsî münasebet gizlenmesi arzu edilen şeylerdendir. Hatta bir adı sırdır. Bu hususta «Feyz»in İbâresi şöyledir: «Zira bunda gizlemek İstediği şeyi ifşâ vardır». Allâme Remlî de şundan söylemiştir: «Peygamber (s.a.v.)'in yasak ettiği şey ise sibâdır. Sibâ, cinsî münasebette bulunmakla öğünmek ve erkeğin karısıyle aralarında geçenleri ifşâ etmesidir. Haram meselesi bu kabilden değildir. Buradaki nehiy sibâ'ın haram olmasını iktiza eder».
«Fetih»te beyan edildiğine göre ulemadan bazıları: «Fâsıkların elbiseleriyle namaz kılmak mekruhtur. Çünkü onlar içkilerden korunmazlar.» demişlerdir.
Musannıf, «Fetih» sahibinin bu sözüyle «Hidâye» sahibini kasdettiğini söylemiştir. Esah kavle göre fasıkların elbisesiyle namaz kılmak mekruh değildir. Zira zımmîlerin elbiselerinden bile yalnız donlariyle namaz kılmak mekruh sayılmıştır. Halbuki onlar şarabı helâl itikad ederler. Şu halde fasıkların elbisesiyle mekruh olmaması evleviyette kalır.
İranlıların ipekli atlası haramdır. Çünkü parlatmak için içine sidik koyarlar. Tatarhâniyye sahibi: «Eğer böyle ise pis olduğunda şüphe yoktur.» demiştir.
İyiliği emir, kötülükten nehi meselesi hakkında Alâmî'nin «Fûsûl»ünde şu satırlar vardır:
«İyiliği emir eden kimse karşısındakinin lâftan anlamayacağını, yolsuzluklarından sözle, fiil ilevazgeçmeyeceğini, hatta onu men etmeye kudreti olan hükümete, kocasına ve babasına bildirmekle dahi yola gelmeyeceğini bilirse bu vazifeyi yapmak kendisine lâzım gelir. Terk ettiğinden dolayı günaha da girmez. Fakat iyiliği emir, kötülüğü nehi yine de efdaldir. Velev ki döveceğine veya öldüreceğine kalbi kanaat getirsin! Çünkü şehid olur. Allah Teâlâ: «Namazı dosdoğru kıl! İyiliği emir et! Kötülükten nehi eyle! Başına gelene de sabret!" Yani iyiliği emir ettiğin vakit sana bir hakaret ve tecavüz vâki olursa sabret! Şübhesiz bu, umurun azim olanlarındandır. Yani hak olan işlerdendir.» buyurmuştur. Bazıları bunu «Farz olan işlerdendir.» diye tefsir etmişlerdir. Bahsin tamamı «Fûsûl»dedir.
Kabirde ilk sorulacak şeyin temizlik olduğuna delil Peygamber (s.a.v.)'in şu hadîsidir: «Bevlden sakının! Çünkü kulun kabirde ilk sorguya çekileceği şey odur.» Bu hadîsi Taberânî güzel bir isnadla rivâyet etmiştir. Mahşerde ilk sorulacak şeyin namaz olduğuna delil de: «Kıyamet gününde kulun emllerinden ilk sorguya çekileceği şey namazdır.» hadîs-i şerifidir. Irakî «Tirmizi» şerhinde şöyle der: «Buna, kıyâmet gününde insanlar orasında ilk görülecek dava kanlar hakkında olacaktır; mealindeki sahih hadîs muarız değildir. Çünkü birinci hadîs Allah'ın kullar üzerindeki hakkına, bu ikinci de kulların kendi aralarındaki haklarına hamlolunur. Bunların hangisi evvel gelir? Denilirse, cevap şudur: Bu mesele delile bağlıdır. Hadîslerin zâhirleri ilk muhasebenin kul haklarından önce Allah haklarına dair olacağını göstermektedir». Alkamî'nin «Cami-i Sağîr» şerhinde de böyle denilmiştir.
Şârihin bu meseleleri Namaz Bahsi'nin önünde getirmeye tenasübe ve hüsn-ü hitame ne derece riayet gösterdiği gözden kaçmamaktadır. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...