METİN
Haram kılınmanın sebepleri birkaç nevidir: Akrabalık, musaheret (dâmatlık) süt, cem, milk, şirk ve cariyeyi hür kadın üzerine almak ki, bunlar yedidir. Musannıf onları bu tertip üzere zikretmiştir. Bundan geri kalanlar;
üç defa boşamak ve nikâh yahut iddet sebebiyle başkasının hakkı taallûk etmektir. Bunları musannıf ricat bâbında zikretmiştir.
İZAH
Musannıf burada nikâhın şartlarına da başlamaktadır. Çünkü nikâhın şartlarından biri, kadın nikâha mahâl olmak için helâl kılınmış bulunmaktadır. Şubeleri çok olduğu için, nikâhı haram kadınları ayrıca bir fasılda toplamıştır. Bahır.
«Akrabalık»tan murad, füru ve usulüdür. Füru; bir kimsenin kızları ve evlâdının kızlarıdır. Velev ki aşağı doğru insinler. Usulden murad; anneleri. annelerinin anneleri, babalarıdır; velev ki yukarıya doğru çıksınlar; ve anne-babanın fer'leridir. Velev ki aşağı doğru insinler. Binaenaleyh kardeş ve kızkardeş kızları, onların çocuklarının kızları aşağı doğru inse de haramdır. Bir bâtında dedelerinin ve nînelerinin fürûu da haramdır. Onun için halalarla teyzeler de haramdır. Ama hala ve teyze kızları île amca ve dayı kızları helâldir. Fetih.
«Dâmatlık...» Gerdeğe girdiği karısının fürûu velev ki aşağı insin ve sahih akitle aldığı karısının anneleri ile nineleridir. Velev ki yukarı doğru çıkılsın. Ve karısına zifaf edilmiş olmasın. Babalarının ve dedelerinin cimada bulunduğu kadınlar yukarıya doğru hep haramdırlar. Bunlardan zina edilenlerle sahih nikâhla alınanlar arasında fark yoktur. Oğullarının ve oğullarının cimada bulundukları kadınları aşağı doğru inilse bile nikâh edilemez. Burada dahi zina ile sahih akit arasında fark yoktur. Fetih. Bir kimsenin öptüğü ve şehvetle dokunduğu kadınlar usulüne fürûna haram olduğu gibi; usul ve fürûnu öpen yahut dokunan kimseye dahi haramdırlar.
"Süt" sebebiyle nesep cihetinden haram olanların hepsi haramdır. Yalnız bazı müstesnaları vardır ki, bâbında geleceklerdir. Bu sayılan üç nevi kadınlar ebedî olarak haramdırlar.
"Cem" haram olan kadınları bir nikâh altında toplamaktır. Meselâ, iki kızkardeşi ve benzerlerini bir nikâh altında toplamak veya dörtten ziyade ecnebi kadını bir nikâh altında toplamak böyledir.
"Milk", sahibinin cariyesini, hanımefendinin kölesini nikâhlamak gibi şeylerdir. Fetih, Milk yerine bazıları zıddiyet kelimesini kullanmışlardır. Yani mâlik olmak memlûk olmaya zıddır. Nitekim beyanı gelecektir. Bu kelime cüz'üne veya bütününe mâlik olmaya şâmildir.
"Şirk" kelimesinin yerine Fetih'de semavî bir dine mensup olmayan Mecûsî ve müşrik kadın gibi denilmiştir. Bu kelime, dinden dönenle Allah tanımayan kadınlar da şâmildir.
«Cariyeyi hür kadın üzerine almak» ifadesini Zeylâî cem suretiyle haram olanlara katmış ve şöyle demiştir: Hür kadınla cariyenin bir nikâh altında toplanmasının haram olması için, hür kadını önceden almış bulunmalıdır. En münasip olanı budur. Bahır. Yani zabıt için ve ifsadı azaltmak maksadıyla en münasibi budur demektir. Fetih sahibi de böyle yapmıştır. Lâkin evlâ olan, "Hürre geriye bırakılmamalı." demektir. Tâ ki ikisini bir akitle almasına da şâmil olsun. Zeylâî'de, "Hür kadının nikâhı sahih. cariyenin nikâhı bâtıldır." denilmiştir.
«Bundan geri kalanlar ilh...» Şarih Mültekâ üzerine yazdığı şerhte iki nevi daha ziyade ederek şöyle demiştir: «Şimdi haram olan kadınlardan hünsa-i müşkil kalmıştır. Çünkü erkek olması ihtimali vardır. Bir de cinnî kadın ve su insanı kalır. Çünkü cinsleri başkadır.»
Ben derim ki: Galiba şarih nikâh bahsinin başında söylediği için bu arada onları zikre hâcet görmemiştir. Beşinci bir nevi daha ziyade ederler ki, musannıf onu kendi bâbında söyleyecektir. O da lianın haram olmasıdır. Ben bu yedi nevi ziyade edilen beş nevi ile birlikte nazma çekerek şöyle dedim:
Nikâhın haram kılındığı neviler yedidir.
Karabet, milk, süt, cem, keza şirk, dâmatlık nisbeti,
Ve evvelâ cariye sonra hür kadını almak. Beş nevi ziyade edilmiştir.
Kadını üç defa boşamak ve ilan yapmak, başkasının hakkına taallûk ki,
bu nikâhtan olsun.
Yahut hiddetten fark etmez, bir de açıklamaksızın hünsalık.
Hepsinin sonu cins değişikliğidir.
Cin ve suda yaşayan insan nevi gibi.
METİN
Evlenen kimseye, erkek olsun kadın olsun aslını ve fer'ini yukarı çıksa da, aşağı inse de nikâh etmek haram olduğu gibi; kardeşinin ve kız kardeşinin kızını - velev ki zinadan olsun - kızının kızını, halasını ve teyzesini almak da haramdır. Bu yedi nevi, "Size anneleriniz haram kılındı." âyet-i kerîmesinde zikredilmiştir.
İZAH
«Erkek olsun kadın olsun» ifadesinden murad, erkeğe aslını, fer'ini almak haram olduğu gibi; kadına da aslı ile, fer'i ile evlenmenin haram olduğunu anlatmaktır. Erkeğe kardeşinin kızıyla evlenmek haram olduğu gibi; kadına da kardeşinin oğluyla evlenmek haramdır. Haram meselesi böylece devam eder ve erkek tarafında nazar-ı itibara alınanın benzeri kadın tarafında da itibara alınır. Minah'ın ibaresinin mânâsı do budur. Ora da şöyle denilmiştir: «Bu zikredilenlere evlenmek erkeğe haram olduğu gibi kadına da bunların benzerleriyle evlenmek haramdır.» Binaenaleyh, "Mânânın şöyle olması lâzımdır: Kadının, kardeşi oğlu ileevlenmesi haramdır. Çünkü erkek tarafında kardeş kızının benzeri, kadın tarafında kardeş oğludur." denilemez. Şöyle bir itiraz da vârit olamaz: «Bir adamın annesi gibi aslı ile evlenmesi haram olunca, kadının da fer'i ile evlenmesi haram olmak lâzım gelir.» Çünkü bir şeyin lâzımını söylemek hata sayılmamıştır.
«Velev ki zinadan olsun.» Bu şöyle tasavvur edilir: Birisi bâkire bir kızla zina eder ve onu bir kız doğuruncaya kadar elinde tutar. (İşte bu doğan kız onun zinadan kızı olur.) Bu tasavvuru Bahır sahibi Fetih'ten nakletmiştir. Hânûtî diyor ki: «Doğan kızın onun zinadan kızı olması ancak bu şekilde tasavvur edilebilir. Çünkü doğan çocuğun ondan olması ancak bu suretle bilinir.» Yani zina ettiği kızı elinde tutmasa, ihtimal kız başkasıyla zina eder ve çocuk ondan kalır. Çünkü bu ihtimalle karşı gelecek bir nikâh yoktur. Halebî diyor ki: «Velev ki zinadan olsun sözü, bu sözden önce zikredilenlere bakarak mânâyı onların hepsine umumileştirmektir. Yani aslının veya kız kardeşinin zinadan olup olmamaları arsında fark yoktur. Keza zinadan bir erkek kardeşi olur da onun nikâhtan doğma bir kızı bulunursa, yahut nikâhtan doğma bir kardeşi bulunur da onun zinadan doğma bir kızı olursa, hüküm yine budur. Buna kıyasen nikâhtan doğma kız kardeşinin zinadan bir kızı olur yahut zinadan doğma kız kardeşinin nikâhtan doğma kızı veya zinadan doğma kız kardeşinin zinadan doğma kızı olursa hüküm yine budur. Keza bir kimsenin babası nikâhtan doğmuş olup, babasının kız kardeşi zinadan doğmuşsa yahut, babası zinadan, onun kız kardeşi nikâhtan doğmuşsa veya babası da zinadan, babasının kız kardeşi de zinadan ise hüküm budur. Ve keza bir kimsenin annesi nikâhtan, annesinin kız kardeşi zinadan ise; yahut annesi zinadan, onun kız kardeşi nikâhtan ise; yahut hem annesi hem annesinin kız kardeşi zinadan ise hüküm yine budur. Hâl böyle olunca, şarihin bu ta'mimi ve teyzesinin sözünden sonra yapması gerekirdi.»
Ben derim ki: Lâkin şarihin söylediği daha ihtiyatlıdır. Çünkü o Bahır'da Fetih'ten nakledilen sözü görerek onu söylemekle yetinmiştir. Bahır'da şöyle denilmiştir: «Kızın hükmünde, zinadan olan kızı da dahildir. Ve açıkça nassla kendisine haram olur. Çünkü zinadan doğan kızı lügat itibariyle onun kızıdır. Kullara hitap ise, Arap dili itibariyledir. Ama salât sözü gibi nakil sabit olursa, şer'an menkul sayılır. Keza zinadan kız kardeşi, kardeşinin kızı, kız kardeşinin kızı veya oğlu da böyledir.» Ta'mimi hepsinden sonraya bıraksaydı nakle tâbi olmak hususunda isabetsiz sayılırdı. Şu da var ki, Bahır sahibinin burada söyledikleri Radâ bahsinde kendisinin söylediklerine aykırıdır. Orada şöyle demiştir; «Zinadan doğan kız zina eden adamın amcasına ve dayısına haram değildir. Çünkü onun zina edenden nesebi sabit değildir ki, akrabalık hükmü ortaya çıksın. Zina eden şahsın babalarına ve çocuklarına haram kılınması ise, cüz'iyyet itibariyledir. Zinadan doğan kızla, zina edenin amcası ve dayısıarasında cüz'iyyet yoktur.» Radâ bahsinde Fetih'te de Tecnis'ten naklen bunun gibi ifade edilmiştir. Tecnis'in ibaresini biraz sonra zikredeceğiz.
TEMBİH: Bahır'da beyan edildiğine göre ilân yapanın kızı da bu rada dahildir. Ona da buradaki kızın hükmü verilir. Çünkü ilân yapan erkek kendini yalanlayabilir. Ve kızın kendinden olduğunu iddia eder. Bu takdirde kızın nesebi ondan sabit olur. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Fetih sahibi diyor ki: «Zekâtın verileceği yerler bâbında Mi'râc'dan naklen söylemiştik ki; bir kimsenin, benden değildir diye nefyettiği ümmüveledinin çocuğuna zekât vermesi caiz değildir.» Bu sözün muktezası, ihtiyata istinat eden yerde kızın nesebi ondan sabit olmaktır. Binaenaleyh o adamın oğlu o kızla evlenemez. Çünkü ihtiyatten kız kardeşidir. Ve nakle bağlıdır. Liân yapılan kadının kızı hakkında şöyle demek mümkündür: «Bu kızın o kimseye haram olması, üvey kızı olmasındandır.
Kızın annesiyle zifaf olmuştur.» Yoksa Fetih sahibinin zorlanarak gösterdiği sebepten dolayı değildir. Lâkin ilânın sabit olması, o adamın kızın annesiyle zifaf olmasına bağlı değildir. O zaman kızın da üvey kızı olması lâzım gelmez. Nehir.
«Bu yedi nevi ilh...» Âyette zikredilmiştir. Lâkin ninelerin ve bir kimsenin kızının kızlarını tezviç hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, "Bunlar sözün mânâya vaz'ı ve hakikatı itibariyle dahildir. Çünkü ana kelimesi lügatta asıl; kız da fer mânâsına gelir. Bu takdirde isim müşekkik kabilinden olur." demişlerdir. Bazıları umum mecazla, birtakımları da delâleti nassla dahil olduklarını söylemişlerdir. Bunların hepsi sahihtir. Meselenin tamamı Bahır'dadır. Bahır sahibi zinadan doğan kızın mezkûr âyetle haram kılındığını söylemiştir.
METİN
Dedesinin ve ninesinin halası ve ana-baba bir teyzeleri ve diğerleri bunda dahildir. Annesinin halasının halasına ve babasının teyzesinin teyzesine gelince: Bunlar helâldir. Ve amcasının kızı, halasının kızı, dayısının ve teyzesinin kızları gibidir. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Bu sayılanlardan geri kalanlar ise helâl kılınmıştır." buyurmuştur.
Musahere ile cimada bulunduğu karısının kızı ve karısının annesi ve mücerret sahih akitle mutlak surette nineleri haram olur. Velev ki zevce ile cima edilmemiş olsun. Çünkü tekerrür etmiş bir kaidedir. Anneleri cima etmek kızları haram kılar. Kızları nikâh etmek ise anneleri haram kılar. Burada üvey kızlar ile üvey oğullar da dahildir. Keşşâf'ta, "Dokunmak ve benzeri Ebû Hanîfe'ye göre cima gibidir." denilmiş; musannıf da onu kabul etmiştir.
İZAH
«Bunda dahildir.» Yani metindeki, "halasını almak haramdır" ifadesinde dahildir. Nitekim âyetteki, "Halalarınız da haram kılındı." ifadesinde de dahildir.
«Ana-baba bir teyzeleri» ifadesi dahi böyledir. Nitekim Zeylâî'de beyan edilmiştir. H.
«Ana-baba bir teyzeleri ve diğerleri ilh...» dahildir. Yani bu ta'mim yalnız hala ile teyzeye mahsus değildir. Asılla fer'den maada yukarıda zikredilenlerin hepsi böyledir. zikredilenlerin hepsi böyledir. Nitekim sözün mutlak olmasından da anlaşılır. Lâkin burada onu açık söylemenin faydası, ondan sonra zikredilenlere muhalif olduğuna tembih içindir.
«Annesinin halasının halasına ilh...» meselesinde Nehir sahibi şunları söylemiştir: «Halanın halasına ve teyzenin teyzesine gelince: Yakın olan hala annesinin ise haram değildir. Aksi takdirde haram olur. Yakın olan teyze babasının ise haram değildir. Aksi takdirde haramdır. Çünkü halanın babası bu takdirde babasının anasının kocası olur. Onun halası, babasının anası olan ninenin kocasının kız kardeşidir. Ananın kocasının kız kardeşi haram değildir. Ninenin kocasının kız kardeşi ise evleviyetle haram değildir. Yakın teyzenin anası, annenin babası olan dedenin karısıdır. Onun kız kardeşi ise ananın babasının karısının kız kardeşidir. Dedenin karısının kız kardeşi haram değildir.» Annenin tabirinden murad, halanın babasının anne bir kız kardeşi olmasıdır. Bu, babasının baba bir yahut ana-baba bir kız kardeşi olmasından ihtiraz içindir. Çünkü böyle bir halanın halası helâl olamaz. Zira babanın babası olan, dedenin kız kardeşidir.
«Yakın teyze babadansa...» ifadesinden murad, annesinin baba bir kız kardeşi olmasıdır. Bu da anne bir kız kardeşi veya anne-baba bir kız kardeşi olmasından ihtiraz içindir. Çünkü bu teyzenin teyzesi annesinin annesi olan ninesinin kız kardeşidir. Ve helâl değildir. Galiba şarih Nehir sahibinin, "Anne bir ve bâba bir" sözünden bunlardaki zamirin nikâh yapmak isteyene râcî olduğunu anlamıştır. Nitekim böyle anladığı seziliyor. Ve söylediklerini buna göre söylemiştir. Halbuki öyle değildir. Binaenaleyh şarihin, "Ana bir halanın halasına ve baba bir halasına ve baba bir teyzesinin teyzesine gelince...» demesi gerekirdi. Ama onun sözünü şöyle düzeltmek mümkündür: «Yakın hala diye kayıtlaması, ana bir dedenin kız kardeşi olduğu içindir. Yakın teyze diye kayıtlaması da baba bir nine sisinin kız kardeşi olduğu içindir. Nitekim hâşiye yazarı bunu açıklamıştır. Fakat mutlak olarak bırakılırsa doğru değildir.»
«Cimada bulunduğu karısının kızı...» Yani gerek kendi himayesinde olup nafakasını versin, gerekse böyle olmasın haramdır. Âyette himayenin zikredilmesi, âdeti beyandır. Yahut üvey babaları kınamak içindir. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir. Cima bulunduğu kaydıyla, cimada bulunmadığı kadından ihtiraz etmiştir. Çünkü öylesinin mücerret akitle kızı haram olmaz. Halebî'nin Hindiyye'den naklettiğine göre. bir adamın karısıyla baş başa halvette kalması, kızının haram olması hususunda cima Verini tutmaz.
Ben derim ki: Lâkin Tecnis'te Nâtıfî'nin Ecnâs'ından naklen şöyle denilmiştir: «Ebû Yusuf'un Nevâdir'inde bildirildiğine göre; bir kimse karısı ile ramazan orucu esnasında veya ihramhalinde baş başa halvette kalırsa, o kimseye o kadının kızıyla evlenmek helâl olmaz. İmam Muhammed helâl olduğunu söylemiştir. Çünkü kocası cima etmiş sayılmamıştır. Hattâ kadına yarım mehir verilir.» Bu ifadenin zâhirine bakılırsa, ihtilâf, fâsit olan halvet hakkındadır. Sahih halvete gelince: Onun, kızı haram kılacağından hilâf yoktur. Bu husustaki sözün tamamı mehir bâbında halvet hükümlerinden bahsedilirken gelecektir. Kadını kendisinden şehvet duyulur bir halde cima etmesi şarttır. Şehvet duyulmayacak derecede küçük bir yaşta onunla cima eder de boşarsa; ve kadın aylarca iddet bekledikten sonra başkasına kocaya varır da bir kız doğurursa, o kızın annesiyle cima eden erkekle evlenmesi helâldir. Nitekim metinde gelecektir.
«Ve karısının annesi» haramdır. Bu kayıtla cariyesinin anası hariç kalır. O ancak cima veya cimaın mukaddimeleriyle haram olur. Zira kadınlar tabiri kocalara izafe edilince, bundan hür kadınlar murad olur. Nitekim zıhâr ve îlâ meselelerinde böyledir. Bahır. Hür kadınlar tâbirinden murad, nikâhla alınanlardır. Velev ki başkasının cariyesi olsun. Nitekim bunu Rahmetî ile Ebussuud söylemişlerdir.
«Mutlak surette nineler»den murad; anne ve baba tarafından olanlardır. Velev ki yukarıya doğru çıksınlar. Bahır.
«Sahih» sözü fâsit nikâhtan ihtirazdır. Çünkü fâsit nikâh sırf akitle hürmeti musahere icabetmez. Onunla birlikte cima yahut cima yerini tutacak şehvetle dokunmak ve şehvetle bakmak gibi bir şey bulunmalıdır. Zira izafet ancak sahih akitle sabit olur. Bahır. Yani Teâlâ Hazretlerinin, "Kadınlarınızın anneleri" hitabındaki zamir, yahut 'zevcesinin annesi" izafetindeki zamire izafet ancak sahih akitle sabit olur. Bazı nüshalarda şu ziyade de bulunmaktadır: «Fâsit nikâhla haram olmaz. Meğer ki şehvetle dokunmak ve benzeri bir fiille beraber olsun.»
"Burada..." Yani karısının kızı tabirinden üvey kızlarla üvey oğullar da dahildir. Bunların haram olması icma ile, bir de âyetteki "üvey kızlarınız" ifadesiyle sabit olmuştur. Bahır.
«Keşşaf'tan ilh...» nakil hususunda şarih Bahır sahibine uymuştur. Âşirkârdır ki, dokunmak ve benzerinin hiçbir yere mahsus olmaksızın cima gibi hürmet-i musahere icabettiği bütün metinlerde bildirilmiştir Lâkin âyet-i kerimede anneleriyle cima edilen üvey kızların haram olduğu, anneleriyle cima edilmemişse haram olmadığı açıklanınca, burada da cimanın mutlaka lâzım olduğu zannedilir. Keza ulemanın dokunmak ve benzeri şeylerin hürmet-i musahere icabettiğini açıklamaları, üvey kızlardan başkalarına mahsus sanılır. Onun için Ebû Hanîfe'den dokunmanın cima yerine geçtiği burada acık olarak nakledilmiştir ki, bu vehim ortadan kalksın ve bu hükmün ulemanın hüküm çıkardığı meselelerden olmadığı anlaşılsın. Galiba şarih burada Keşşâf'tan başka Ebû Hanîfe'deri bu rivayeti açıklayangörmemiş olacak ki, bunu ondan nakletmiştir. Çünkü Keşşâf sahibi Zemahşerî (Mutezili olmakla beraber) mezhep ulemasındandır. Kendisi nakil hususunda haccettir. Burası gizli olduğu için şarih, "Musannıf da onu kabul etmiştir." diyerek sözünü te'kid etmiştir.
METİN
Bir kimseye aslının ve fer'inin zevceleri de mutlak surette haramdır. Velev ki uzak olsun. Zevcesine zifaf olup olmaması da bu hususta müsavidir. Babasının karısının kızı veya oğlu ise helâldir. Yukarıda neseben olsun, musahereten olsun haram olduğu zikredilenlerin hepsi süt cihetinden de haramdır. Ancak radâ bâbında istisna edilenler başkadır.
İZAH
«Aslının ve fer'inin» zevceleri şu âyetlerden dolayı haramdır: «Babalarınızın nihâk ettiği kadınları almayan.» «Kendi sulbünüzden doğan oğullarınızın halîleri de size haramdır.» Halîle; zevce demektir. Nikâhsız cima edilen kadının haram olması, başka delilledir. Oğulların sulbü diye zikredilmesi, evlâtlığın karısını iskat içindir. Süt oğlunun kansını helâl kılmak için değildir. O, neseben oğlunun karısı gibi haramdır. Bahır ve diğer kitaplar.
«Velev ki uzak olsun ilh...» cümlesi, mutlak olan sözün beyanıdır. Yani velev ki asıl veya fer uzak olsun. Dede yukarıya doğru çıksın; oğlunun oğlu da aşağı doğru insin. Asıl ve fer'in karıları mücerret akitle haram olur. Zifaf olup olmaması müsavidir.
«Babasının karısının kızı veya oğlu ise helâldir.» Babasının karısının oğlunun kızı da öyledir. Bahır. Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Ananın kocasının kızı haram değildir. Kocasının annesi, babanın karısının annesi, o zevcenin kızı, oğlunun karısının annesi ve kızı, üvey oğlunun karısı ve üvey babanın karısı da haram değildir.»
«Neseben olsun, musahareten olsun ilh...» kelimeleri temyizdir. Yani süt cihetinden de usûlü, fürûu, anne-babasının fürû ve fürûnun fürû sulbî dedelerinin ve ninelerinin fürû, zevcenin fürû ve usûlü, zevcenin usûlü. usûl ve fürûnun zevceleri haramdır.
«Ancak radâ bâbında istisna edilenler başkadır.» Bunlar dokuz suret olup, tafsilâtıyla yüzsekize varır. Nitekim ileride tahkik edeceğiz. H.
TEMBİH: "Yukarıda zikredilenlerin hepsi süt cihetinden de haramdır." ifadesinin; yine yukarıda geçen, "velev ki zinadan olsun." sözüyle birlikte muktezası, zina ettiği kadının süt cihetinden aslı ve fer'inin haram olmasıdır. Kuhistânî'de ise Tahâvî şerhinden naklen haram olmadığı bildirilmiştir. Kuhistânî bundan sonra şunları söylemiştir: «Lâkin Nazım ve diğer kitaplarda beyan edildiğine göre, zina eden erkek ile kadının her biri, diğerinin süt cihetinden aslına fer'ine haramdır.» Aslına fer'ine diye kayıtlaması, kardeş ve amca gibi sair yakınlarına bilittifak haram olmamayı gerektirir. Tecnis'te şöyle deniliyor: «Bir kimse bir kadınla zina eder de kadın çocuk doğurursa, bu sütle bir kız çocuğu emzirdiği takdirde, kendisiyle zinaeden adamın o kız çocuğuyla evlenmesi caiz olmadığı gibi; onun usûl ve fürûu ile evlenmesi de caiz değildir. Ama zina eden adamın amcası o kızla evlenebilir. Nasıl ki o kız o kimsenin zinadan doğan kızı olsa evlenirdi. Dayı da amca gibidir. Çünkü kızın nesebi zina eden şahıstan sabit olmamıştır ki, kızda akrabalık hükmü zâhir olsun. Zina eden şahsın, babasına, çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına haram olması cüz'iyyet itibariyledir. O kızla amca arasında ise cüz'iyyet yoktur. Zinadan doğan kız hakkında bu sabit olunca, zina sebebiyle gelen sütle emziren hakkında da böyledir.»
Ben derim ki: Bu, şarihin sözünde yukarıda geçen ta'mamiyle aykırıdır. Orada, "Velev ki zinadan olsun." denilmiş; biz de buna tembihte bulun-muştuk.
METİN
FER'Î MESELELER: 1) Bir şaşırtmaca olmak üzere şöyle derler: «Bir adam kansını iki talâkla boşar ve kadının ondan sütü gelirse, kadın iddetini bitirdikten sonra küçük bir çocukla nikâhlanarak onu emzirir ve bu sebeple ona haram olursa, sonra başka bir kocaya nikâhlanarak onunla zifafa girer, arkacığından kocası onu boşarsa, ilk kocasına bir talâkla mı döner yoksa üç talâkla mı?» Buna şöyle cevap verilir: «İlk kocasına ebediyyen dönemez. Çünkü kendisi onun süt oğlunun karısı olmuştur.»
2) Bir kimse babasının cariyesini satın alır da, babasının onunla cima ettiğini bilirse, cariyeye yaklaşması haram olur.
3) Bir kızla bâkire diye evlenir de dul çıkar ve kız, "Beni senin baban bozdu" derse, kocası tasdik ettiği takdirde mehirsiz talâk-ı bâinle boş düşer, Aksi takdirde mehirsiz boş düşmez. Şumunni.
İZAH
"Şaşırtmaca"dan murad; düşünmeden cevap vereni şaşırtan meseledir.
«Kadının ondan sütü gelirse...» Yani ondan doğurduğu için sütü gelirse demektir.
«Ona haram olursa...» Yani çocuğun sütannesi olduğu için ana haram olursa demektir.
«Onunla zifafa girerse...» diye kayıtlaması, ilk kocasına helâl olması tevehhüm edilebilsin diyedir. Küçük çocuğun cima etmesi mümkün değildir.
«Bir talâkla mı döner yoksa üç talâkla mı?» Bir talâkla mı demesi, "İkinci koca üçten aşağı olan talâkları yıkamaz." diyen kavle göredir. Yoksa üç talâkla mı sözü, "yıkar" diyen kavle göredir. Nitekim bâbında gelecektir.
«Süt oğlunun karısı olmuştur.» Çünkü emzirmekle oğulluğun sübutu kocalık ile beraberdir. Binaenaleyh kadını, hem adamın hem kendinin süt oğlunun karısı diye vasıflamak sahih olur. Keza oğulluğun sübutu evlilik üzerine arızîdir. Ve ondan sonradır dersek hüküm yine budur. Çünkü bir zamanda iki vasfın bir yerde bulunması lâzım gelmez. Onun içindir ki, birkimseye karısını boşadıktan sonra doğan üvey kızı ve o emmezden evvel boşanan babasının karısı olan süt annesi haram olur.
«Babasının onunla cima ettiğini bilirse...» yaklaşması haram olur. Cima etmediğini bilir veya bunda şüphe ederse, yaklaşması helâl olur. H.
Bilmekten murad; zann-ı galibe de şâmildir. Çünkü bu hususta kesin bilgi edinmek nadirdir. Babanın milkinde iken o cariye ile cima ettiğini haber vermesi bu kabildendir. Bahır'da Muhit'ten naklen şöyle denilmiştir: «Bir adamın bir cariyesi bulunur da onunla cima ettiğini söylerse, o cariye oğluna helâl olmaz. Ama cariye milkinde bulunmaz da onunla cima ettiğini söylerse, oğlunun onu yalanlayarak cariye ile cima etmesi helâl olur. Çünkü zâhir ona şahittir.» Yani zâhir oğluna şahittir. Zâhire göre murad, cima haberini kendi milkinde değilken vermesidir. Cariye milkinde bulunur da sonra onu satar ve milkinde îken cima ettiğini haber verirse, oğluna helâl olmaz.
«Dul çıksa...» Yani onunla cima etmek istediğinde dul çıkarsa demektir. Nitekim Bahır ve Minah'ta da böyle denilmiştir. Dul çıktığı, ya kızın söylemesiyle yahut cimadan başka bir şeyle anlaşılacaktır. Cima eder de dul çıkarsa, mehr-i mislini vermek vâcip olur. Çünkü şüpheyle cima etmiştir. İslâm diyarında cima; ya kısırlık veya mehirden hâli değildir. Rahmetî.
METİN
Yine sıhriyyetle zina ettiği kadının aslı haram olur. Musannıf zina ile, haram cimaı kasdetmiştir. Şehvetle dokunduğu kadının aslı da haram olur. Velev ki hararetin geçmesine mâni olmayan bir örtü üzerinden başındaki saçına dokunmuş olsun. Kendisine şehvetle dokunan kadının, cinsiyet organına şehvetle bakanın ve yuvarlak dâhilî fercine bakılan kadının - velev ki camdan veya kadının içinde bulunduğu sudan bakmış olsun - asıl ve fer'leri mutlak surette haram olur. İtibar, dokunurken ve bakarken şehvetli bulunmasıdır. Ondan sonraki şehvete itibar yoktur. Dokunmak ve bakmakta şehvetin sınırı, âletinin hareket etmesi yahut hareketin ziyadeleşmesidir. Bununla fetva verilir.
İZAH
«Zina ettiği kadının aslı haram olur. »Bahır sahibi diyor ki: «Hürmet-i musahere sözüyle, dört haramı kasdetmiştir. Bunlar; kadının zina eden şahsın nesep ve süt cihetinden usûl ve fürûuna haram olması, nesep ve süt cihetinden usûl ve fürûunun zina eden şahsa haram olmasıdır. Nitekim bu, helâl cimada da böyledir. Zina eden şahsın usûl ve fürûuna zina ettiği kadının usûl ve fürûu helâldir.» Bu sözün bir mislini az yukarıda Kuhistânî'den nakletmiştir.
«Usûl ve füru helâldir ilh...» Yani helâl cima ile bunlar helâl olduğu gibi; haram cima ile de birbirlerine helâldirler. Bahır sahibinin dört haramı diye kayıtlaması, geri kalanları hariç bırakır. Bu hususta az yukarıda söz ettik.
«Zina ile haram cimaı kasdetmiştir» Çünkü zina bir mükellefin şehvet duyulan bir ferce cima etmesidir. Velev ki geçmişte milkten ve milk şüphesinden hâli olarak yapmış olsun. Keza nikâhlı karısını yahut satın aldığı cariyesini fâsit bir şekilde cima etmekle veya müşterek cariyeyi yahut mükâtebi veya zıhâr yaptığı kadını yahut Mecûsi cariyeyi veya hayızlı nifaslı karısını cima etmekle yahut kendisi ihramlı veya oruçlu iken cimada bulunması ile dahi hürmet-i musahere sabit olur. Zina ile kayıtlamamız; burada Şâfiî muhalif olduğu içindir. Bir de, dübüre cima etmekle hürmet-i musahere sabit olmayacağını anlatmak içindir. Nitekim gelecektir. Burada Evzâî ile İmam Ahmed muhaliftirler. Fetih sahibi diyor ki: «Bir rivayette imam Mâlik ile İmam Ahmed de bizimle beraberdirler. Bu kavil Hazret-i Ömer'le İbn-i Mesûd'dan, esah kavle göre İbn-i Abbâs'dan Ümran b. Husayn'dan, Câbir. Übeyy ve Aişe'den ve Tâbiinin Hasan-ı Basrî, Sa'bî, Nehâî, Evzâî, Tâvûs, Mücahid, Atâ, İbn'l-Müseyyeb, Süleyman b. Yesar, Hammâd, Sevrî ve İbn-i Râhavey gibi cumhurundan rivayet edilmiştir.» Tamamı, delilinin izahı ile birlikte Fetih'tedir.
«Şehvetle dokunduğu kadının aslı da haram olur.» Çünkü dokunmak ve bakmak, cimaya sebep olan mukaddimelerdir. Binaenaleyh ihtiyat yerinde cima yerine geçer. Hidâye. Fetih sahibi buna hadislerle Sahabe ve Tâbiinden eserlerle istidlâl etmiştir. Şehvet yalnız bir taraftan olsa bile, hükmün isbatı için kâfidir. Nitekim gelecektir.
«Başındaki saçına» kaydı ile, etrafa sarkan uzun saç hariç kalmıştır. Hâniyye'nin zâhir olan ibaresine bakılırsa, saça dokunmak haram kılmaz. Muhit sahibi kesin olarak bunun hilâfına kail olmuş; Bahır sahibi ise Muhit'in sözünü tercih etmiştir. Hulâsa sahibi ise tafsilâta giderek haram kılan saçı başın üzerindekine tahsis etmiş; sarkan saçın haram kılmadığını söylemiştir. Cevhere sahibi kesinlikle bunu kabul etmiştir. Nehir sahibi ise bunu iki kavlin yorumu kabul etmiştir Bu zâhirdir. Onun için şarih kesinlikle buna kail olmuştur.
«Hararetin geçmesine mâni olmayan ilh...» Yani hararetin geçmesine mâni olursa, hürmet sabit olmaz. Ekseri kitaplarda böyle denilmîştir. Keza âletine bir bez sararak cima ederse, hüküm yine budur. Gerçi Zahire'de, "İmam Zahîruddin, ağızı, çeneyi, yanak ve başı öpmek, peçe üzerinden bile olsa hürmeti icabeder diye fetva verirdi." denilmişse de; bu ifade, peçe ince olup harareti geçirdiğine yorumlanmıştır. Bahır.
«Kendisine şehvetle dokunan kadının...» Usûlü fürûu da haramdır. Fetih sahibi diyor ki: «Kadının dokunmasıyla hürmet sabit olmak için, erkeğin onu tasdik etmesi ve doğru söylediğine gönlü yatması şarttır. Bu izaha göre, erkeğin kadına dokunmasında şöyle demek gerekir: O kadın babasına ve oğluna haram olmaz. Meğer ki onu tasdik etsinler yahut doğru söylediğine gönülleri yatsın. Sonra Ebû Yusuf'tan nakledilen bir rivayetin bunu ifade ettiğini gördüm.» «Yuvarlak dâhili fercine bakılan kadının...» cümlesinde fercle kayıtlamıştır. Çünkü Zâhîre ve diğer kitapların zâhirine bakılırsa, kadının fercden başka uzuvlarına şehvetle bakması muteber olmadığına ulema ittifak etmişlerdir. Şu halde Kenz sahibi, kayıtlı olmak gereken yerde sözü mutlak bırakmıştır.
Bahır. Yuvarlak dâhilî ferc ifadesini Hidâye sahibi tercih etmiş; Muhit ve Zahîre sahipleri de sahihlemişlerdir. Hâniyye'de fetva buna göredir denilmiş: Fetih'te ise, "Zâhir rivayet budur. Çünkü bu ferce ait bir hükümdür. İç kısmı her cihetle fercdir. Dış kısmı ise bir vecihle fercdir. Dış kısmından korunmak imkânsızdır. Binaenaleyh o itibardan düşürülmüştür. Bu ancak kadın bir şeye dayandığı zaman tahakkuk eder." denilmiştir. Bahır. Ayakta olur veya dayanmaksızın oturursa hürmet sabit olmaz. İsmail. Bazıları kıl biten yerlere bakmakla, bazıları da çatlağına bakmakla sabit olacağını söylemişlerdir. Hulâsa sahibi bunu sahih bulmuştur. Bahır.
«Kadının içinde bulunduğu sudan bakmış olsun.» sözü, suyun üzerinde bulunup fercinî suda görmesinden ihtiraz içindir. Nitekim gelecektir.
«Mutlak surette haram olur...» sözü, usûl ve fürûa râcîdir. Yani velev ki yukarıya doğru çıksınlar, aşağı doğru insinler demektir. T.
«İtibar, dokunurken ve bakarken şehvetli bulunmayadır.» Fetih sahibi diyor ki: «Şehvetle sözü haldir. Binaenaleyh dokunurken şehvetli bulun-manın şart olduğunu ifade eder. Şehvetsiz dokunur da, sonra bu dokunmadan şehvete gelirse, kendisine haram olmaz.» Bakmakta da şehvet şarttır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Gözünü yumduktan sonra şehvete gelse haram olmaz.
Ben derim ki: Şehvetin o kadınca duyulması şarttır. Başkasına duyursa olmaz. Çünkü Feyz'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse şehvetsiz olarak kızının fercine bakar da, bunun gibi bir cariyesi olmasını diler ve kızına şehvetlenirse, hürmet sabit olur. Dilediği cariyeye şehvetlenirse hürmet sabit olmaz.»
«Yahut hareketin ziyadeleşmesidir.» Yani hareketi zaten mevcutsa artmasıdır.
«Bununla fetva verilir.» Bazıları. "Şehvetin sınırı, şehveti yoksa kalbiyle arzu etmesidir. Şehveti varsa ziyadeleşmesidir. Âletin hareket etmesi şart değildir." demişlerdir. Muhit ve Tûhfe sahipleri bu kavli sahih bulmuşlardır. Gâyetü'l-Beyân'da îse, "İtimat bunadır. Fakat mezhep birincisidir." denilmiştir. Bahır. Fetih sahibi diyor ki: «Buna şu mesele teferru eder: Aleti kalkar da karısını çağırır ve hata ederek onu kızının uylukları arasına sokarsa, kalkınması fazlalaşmadıkça annesi haram olmaz.»
METİN
Kadında ve ihtiyar erkek gibilerde, kalbinin hareketi veya hareketinin ziyadeleşmesi itibara alınır. Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Ferce bakmak için âletinin hareket etmesi şartdeğildir. Bununla fetva verilir.» Bu meni gelmediğine göredir. Dokunmak veya bakmakla meni gelirse haram olmaz. Bununla fetva verilir. İbn-i Kemâl ve başkaları. Hulâsa'da, "Bir kimse karısının kız kardeşi ile cima ederse, karısı kendisine haram olmaz." denilmektedir. Aynadan yahut sudan görülürse, dâhilî fercine bakılan kadın haram olmaz. Çünkü görülen, o şeyin kendisi değil, in'ikâs suretiyle misalidir.
İZAH
«Kadında ve ihtiyar erkek gibilerde ilh...» Fetih sahibi diyor ki: «Sonra bu sınır genç hakkındadır. İhtiyar ile kalkınamayana gelince: Bunların sınırı, kalplerinin harekete geçmesi veya harekette ise ziyadeleşmesidir. Sadece nefsin meyletmesi değildir. Çünkü bu geçkin ihtiyar gibi hiç şehveti olmayanda da bulunur.» Fetih sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: «Ulema kadının haram kılan şehvetini sınırlandırmamışlardır. Bunun en azı, fikri bozacak şekilde kalbin hareketedir.» Tahtâvî, "Ben şehvet hususunda hünsa-i müskilin hükmünü görmedim. Kendisine en zararlı ile muamele yapılmasının gereği ona kadın hükmü vermektir." demiştir.
«Cevhere'de...» Keza Nehir'de Cevhere'deki gibi denilmektedir. Bundan dolayıdır ki. ferce dokunmanın da böyle hattâ evlâ olması gerekir. Çünkü dokunmanın tesiri, bakmanın tesirinden daha çoktur. Buna delil, şehvetle olursa fercden başka bir yere dokunduğu zaman hürmet-i musahare icabetmesidir. Bakmak bunun hilâfınadır. H.
Ben derim ki: Cevhere'nin sözü, şehvetin sınırı hakkında başka bir kavil üzerine tefri edilmiş olabilir. O zaman bakmak, ferce veya başka bir yere dokunmaktan ihtiraz olmaz.
«Haram olmaz.» Çünkü meninin gelmesiyle anlaşılır ki, bu kalkınma cimaya vardırmamıştır. Hidâye. İnâye sahibi şöyle demiştir: «Ulemanın, meni gelmekle hürmet icabetmez; sözlerînin mânâsı şudur: Evvelâ şehvetle dokunurken hürmetin hükmü, meni gelmekle iş anlaşılıncaya kadar mevkûf idi. Meni gelirse hüküm sabit olmaz; gelmezse sabit olur. Ama dokunmakla sabit olmuş değildir. Sonra meni gelmekle hürmet sâkıt olur. Çünkü hürmet-i musahare bir defa sabit oldu mu, bir daha ebediyyen sâkıt olmaz.»
«Hulâsa'da ilh...» sözü, usûl ve fürû ile kayıtlamanın ihtiraz yeridir. Karısı haram olmaz demek, hürmet-i musahare sabit olmaz demektir. Mânâ şudur: O kadın ebedî olarak haram olmaz. Yoksa şüpheyle cima edilmişse, iddeti bitinceye kadar ona yaklaşmak haramdır. Bahır sahibi diyor ki: «Bir kimse karısının kız kardeşine şüphe ile cima ederse, şüphe sahibinin iddeti bitmedikçe karısı kendisine haram olur.» Dirâye'de dahi Kâmil'den naklen şöyle denilmektedir: «İki kız kardeşten birine zina ederse, o kadın hayzını görmedikçe ötekine yaklaşamaz.» Fetih sahibi bunu müşkil saymıştır. Vechi şudur: Zina eden kimsenin menisine itibar yoktur. Onun için bir adamın karısı zina etse, o adama haram olmaz. Zinanınakabinde cima caizdir.
«Fercine bakılan kadın haram olmaz ilh...» Musannıf bu ifadede Dürer sahibine uymuştur. Şurunbulâlî buna itiraz etmiş; "Bu ifade muzaf takdir etmeden sahih değildir. Yani fercine bakılan kadının aslı ve fer'i haram değildir. Çünkü fercine bakılan kadının kendisi haram değildir." demiştir. Kendisine şöyle cevap verilmiştir: «Bu ibareden murad: bakanın usûl ve fürûuna o kadın haram değildir. demektir.» Burada şöyle bir itiraz vârit olabilir: Sözümüz, kadının usûlüne fürûuna nisbetle hürmet sabit (Olup olmaması hususundadır. Evlâ olan, haram olur sözünü kaldırmak ve metni haline göre bırakmaktır. O zaman mânâ düzelir. Fercine bakılmayan ifadesi, bakılan ifadesi üzerine atfedilmiş olur. Mânâ şudur: Bu kadının aslı ve fer'i haram değildir. Bundan, kadının o adama ve onun usûlüne fürûuna haram olmayacağı evleviyetle anlaşılır.
«Çünkü görülen, o şeyin misalidir ilah...» ifadesiyle, şarih Feth'in ibaresine işaret etmektedir. Orada, camdan ve aynadan görmekle, suda ve sudan görmek arasında fark yapılmış: şöyle denilmiştir: «Galiba illet - Allahu a'lem - aynada görülenin, o şeyin kendisi değil misali olmasıdır. Ulema yeminin bozulmasını bununla illetlendirmişlerdir. Şöyle ki; bir kimse fîlanın yüzüne bakmayacağına yemin eder de, aynada veya suda bakarsa yemini bozulmaz. Bu izaha göre cam arkasından bakmakla haram olması, göz cama nüfuz ettiği içindir. O kimse görülen şeyin kendisini görür. Aynadan ve sudan görmek bunun hilâfınadır. Bu, aynadan veya sudan görmenin, ziyanın in'ikâsı vasıtasıyla olmasını nefyeder. Yoksa onu aynı ile görürdü. Bilâkis suretinin aynayla suya basılmasıyla görür. Su içinde görülen bunun hilâfınadır. Çünkü temiz ise, suya göz işler ve su içindekinin kendini görür. Velev ki bulunduğu hâl üzere göremesin. Onun içindir ki, bir kimse suda gördüğü bir balığı satın alırsa, sudan vasıtasız Çıkarıldığı takdirde muhayyerdir.»
Şarihin, misalidir demesinin faydası bununla anlaşılır. Lâkin musannıfın Dürer sahibine uyarak in'ikasla demesine uygun düşmez. Ama şöyle cevap verilebilir: Musannıfın in'ikastan muradı; gözden çıkan şua, aynâ ve su gibi parlak satıhtan görülen şeye in'ikas eder. diyenlerin sözüne istinat etmek değildir ki, bu takdirde görülen şey onun misali değil, hakikatı olmak lâzım gelsin. Musannıfın, muradı, görülen şeyin kendisinin in'ikas etmesidir. Misalden murad da odur. Binaenaleyh musannıfın sözü diğer kavle istinat eder. Buna intibah yoluyla görmek derler ki, şundan ibarettir: Yalabık bir şeyin karşısında duran kimsenin sureti ve misali o şeyin içine basılır, kendisi basılmaz. Kadıhân'ın, "Çünkü o kimse kadının fercini görmemiştir. O ancak fercin aksini görmüştür." sözü de buna delâlet eder.
METİN
Bu, kadın diri olduğuna ve şehveti celbettiğine göredir. Velev ki geçmişte olsun. Başkalarınagelince: Yani ölü kadınla şehveti celbetmeyen küçük kızda bununla aslâ hürmet sabit olmaz. Nasıl ki dübüre cima etmek mutlak surette hürmet isbat etmez. Ve nasıl ki kadının iki yolunu bir ederse hüküm budur. Çünkü o adamdan gebe kalmadıkça, fercine cima ettiği yüzde yüz kestirilemez. Bu hususta zina ile nikâh arasında fark yoktur. Şehveti celbetmeyen küçük bir kızla evlenir de, cima ettikten sonra onu boşar ve iddeti geçerse, başka bir kocaya vardığı takdirde, ilk kocasının onun kızıyla evlenmesi caiz olur. Çünkü şehvet yoktur. Kezd şehvet erkekte de şarttır. Bülûğa yaklaşmayan bir çocuk, babasının karısıyla cima etse kadın haram olmaz. Fetih. Bu söylenenler hususunda; dokunmak ve şehvetle bakmak, kasıtla unutmak, hata ve zorlama arasında fark. yoktur.
İZAH
"Bu..." Yani musaharet meselelerinde zikredilen şeylerin hepsi, kadın diri olduğuna ve şehveti celbettiğine göredir. Şehveti celbedenin tarifi ileride gelecektir. Bundan murad, dokuz yaşında ve daha büyük olan kızdır.
«Velev ki geçmişte olsun.» Geçkin kocakarı gibi ki, o da haram olmakta dahildir. Bir de kocakarının çocuk doğurması caizdir. Nitekim İbrahim ve Zekeriyya (a.s.)'ın zevceleri doğurmuşlardır.
"Bununla..." Yani ona cima etmekle dokunmak veya fercine bakmakla aslâ hürmet sabit olmaz. Yani ister şehvetle dokunsun, ister şehvetsiz ve ister meni gelsin, ister gelmesin fark etmez.
«Mutlak surette...» Yani ister çocuk, ister kadın olsun hürmet isbat etmez. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da bildirilmiştir. Fetva da buna göredir. Vâkıat'da bu bildirilmiştir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir. Valvalciyye'de şöyle denilmektedir: «Bir adam bir adamla cinsî münasebette bulunsa, o adamın kızını alabilir. Çünkü bu fiil kadınlarda olsa hürmet-i musahare icabetmez. Erkeklerde etmemesi ise evleviyette kalır.»
«Fercine cima ettiği yüzde yüz kestirilemez.» Bu cümle, yalnız musaharet icabetmeyeceğinin illetidir. Dübürden cima etmenin musaharet icabetmemesinin illeti ise, cimanın ferce yapılmadığı yüzde yüz bilindiği içindir. Cimanın yeri fercdir. Şarihin bunu terk etmesi, evleviyetle anlaşıldığı içindir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu iki meseleye şöyle itiraz olunur: Bu iki yere cîmada bulunmak hürmet-i musahareye sebep olmasa da, şehvetle dokunmak buna sebeptir. Bunlarda dokunmak daha kuvvetle mevcuttur. Cevap şudur: İllet, çocuk doğmasına sebep olan cimadır. Dokunmakla hürmetin sabit olması, ancak bu cimaya sebep olduğu içindir. Bu iki surette ise bu tahakkuk etmemiştir.» Bundan anlaşılır ki, bu iki meselede meninin gelmesiyle gelmemesi arasında fark yoktur. H.
«O adamdan gebe kalmadıkça...» Fetih'te ve çocuğun ondan olduğu bilinmedikçe kaydıziyade olunmuştur. Yani kızı doğuruncaya kadar elinde tutar. Nitekim evvelce arzetmiştik. Ama bu, nikâhta değil zinadadır. Nitekim gizli değildir.
«İlk kocasının onun kızıyla evlenmesi caiz olur.» Anası ise mücerret akit ile ona haram olur. T.
«Bülûğa yaklaşmayan bir çocuk ilh...» ifadesi Fetih'te şöyledir: «Hattâ dört yaşında bir çocuk babasının karısıyla cima etse hürmet sabit olmaz.» Bahır sahibi diyor ki: «Bunun zûhirine bakılırsa, şehveti celbeden kızın yaşındaki sınır, yani dokuz yaş itibar edilecektir.» Nehir sahibi şöyle demiştir: «Ben derim ki: Şehvet olmamakla ta'lil, şehveti olmayan çocuğun cimasıyla hürmet sabit olmayacağını ifade eder. Şüphesiz dokuz yaşında bir çocuk bundan hâlidir. Çocuğun mutlaka mürâhik (Yani bülûğa yaklaşmış) olması lâzımdır. Sonra bunu Hâniyye'de gördüm. Şöyle diyor: Akranı cima eden çocuk bâliğ gibidir. Ulema demişlerdir ki: Mürâhik cima eder, şehvetlenir ve kadınlar kendisinden utanır. Mürâhik sayılması hususunda bu zâhirdir. Dokuz yaşında olması hususunda zâhir değildir. Buna delil, Fetih'deki şu ifadedir: Mürâhik çocuğun dokunması bâliğ gibidir. Bezzâziye'de, mürâhik bâliğ gibidir. Hattâ karısıyla cima etse yahut şehvetle dokunsa, hürmet-i musahare sabit olur, denilmiştir.»
Bu suretle anlaşılır ki; şarihin Fethu'l-Kadir'e nisbet ettiği söz açıktan onun sözü değilse de, lâkin muradı odur. Bundan şu hâsıl olur ki: Her ikisinin mürûhik yaşına ermiş olmaları tâzımdır. Bu yaşın kadın için en azı dokuz, erkek için onikidir. Çünkü bülûğun mümkün olduğu en az müddeti budur. Nitekim ulema bunu çocuğun bülûğu bâbında açıklamışlardır. Bu da, yukarıda geçen şu söze uymaktadır: «(İllet, çocuk doğmasına sebep olan cima yahut bu cimaya sebep olan dokunmadır. Şüphesiz ki mürâhik olmayan çocuktan çocuk beklenemez.»
«Bu söylenenler...» Yani tahrim hususunda kasıtla unutmak arasında fark yoktur. Feth'in ibaresi şöyledir: «Dokunmakla hürmetin sabit olmasında. kasten yahut unutarak veya zorlanarak yahut yanılarak yapmak arasında bir fark yoktur.» Bunu Halebî söylemiştir. Rahmetî, "Dokunmak ve bakmakta bu bilinince, cimada evleviyetle bilinir." demektir.
METİN
Kocası karısını, yahut kansı kocasını cima'ı için uyandırır da; kocasının eli, şehvet çağına gelmiş bulunan kızına yahut zevcesinin eli kocasının oğluna temas ederse, anne ebediyyen haram olur. Fetih. Bir kimse karısının anasını öperse, sahih kavle göre neresinden olursa olsun - Cevhere - şehvetsiz olduğu anlaşılmadıkça karısı kendisine haram olur. Velev ki ağzından öpsün. Nitekim Zahîre sahibi böyle anlamıştır. Dokunmakta ise, şehvet olduğu bilinmedikçe haram olmaz. Çünkü öpmekte asıl şehvettir. Dokunmak bunun hilafınadır.
İZAH
«Yahut zevcesinin eli kocasının oğluna temas ederse...» cümlesinden murad, mürâhik yani bülûğa yaklaşan oğludur. Nitekim yukarıda geçen izahattan anlaşılmıştır. Feth'in, "Başkasından olan oğlunun." diye kayıtlaması için Nehir sahibi şunları söylemiştir: «Bunu kayıtlaması, o kadından olan oğluna dokunursa, evleviyetle haram olacağı bilinsin diyedir. İki yerde de şehvetle yahut şehvetin ziyadeleşmesiyle diye kayıtlamak mutlaka lâzımdır.»
«Bir kimse karısının anasını öperse ilh...» Burada Zahîre sahibi şöyle demiştir: «Karısının anasını öptüğü veya ona dokunduğu yahut fercine baktığı zaman, bunun şehvetle olmadığını söylerse, Sadru'ş-şehid'in beyanına göre öpmede şehvetsiz olduğu anlaşılmadıkça haramdır diye fetva verilir. Dokunmakla bakmakta haram fetvası verilmez. Meğer ki şehvetle olduğu anlaşılsın. Çünkü öpmede asıl şehvettir. Dokunmak ve bakmak bunun hilafınadır. Uyûn'un satışlar bahsinde bunun hilâfı bildirilmiş; "Muhayyerlik şartıyla bir cariye satın alır da onu öper veya fercine bakarsa, sonra da bunu şehvetle yapmadığını söyleyerek cariyeyi iade etmek isterse, tasdik olunur. Bu işe girişen cariye ise, o adam tasdik edilmez. Ulemadan bazıları öpmede tafsilât vermiş ve eğer ağzından öperse haramdır diye fetva verilir. Şehvetsiz olduğunu iddiası tasdik edilmez; başından veya çenesinden yahut yanağından öperse, haram fetvası verilmez. Meğer ki şehvetle öptüğü anlaşılsın. İmam Zahîruddin, öpme meselesinde mutlak olarak haramdır diye fetva verir ve o adamın şehvetle öpmedim iddiasının tasdik edilmeyeceğini söylermiş" denilmiştir. Uyûn'un mutlak sözü gösteriyor ki, ağzından veya başka yerinden öptüğünde adamın sözü tasdik olunur. Bakkâlî'de zikredildiğine göre; şehvetle dokunduğunu inkâr ederse tasdik olunur. Meğer ki kadının yanına âleti kalkmış olarak varıp da onu kucaklamış olsun. Mücerred'de dahi, "Âletin kalkması şehvetine delildir." denilmiştir.
«Sahih kavle göre Cevhere...» Haddâdînin Cevhere'deki sözü buna muhaliftir. Çünkü şöyle demiştir: «Emer veya öper de, şehvetlenmedim derse tasdik olunur. Meğer ki dokunmak ferce, öpmek de ağıza olsun.» Şarihin ileride Haddâdî'den nakledeceği ibareye uygun olan budur. Bahır'ın ondan naklettiğine uyan da budur. Bahır sahibi, "Fethu'l-Kadir sahibi bunu tercih etmiştir. Yanağa ağız hükmü verilmiştir." demiştir. Feyz'de dahi şöyle denilmektedir: «Âleti kalkmadan öper de bunun şehvetsiz olduğunu söylerse tasdik edilir. Bazıları ağızdan öperse tasdik edilmez demişlerdir. Bununla fetva verilir.»
Görüyorsun ki bu, tafsilâtı tercih hususunda acıktır. şarihin söylediği mutlak ifadeyi kendisinden başka sahihleyen görmedim. Evet Kuhistânî şöyle demiştir: «Öpmekte, şehvetsiz olduğu anlaşılmadıkça haramdır diye fetva verilir. Ağzını veya çenesini yahut yanağını veya başını öpmesi müsavidir. Bazıları, ağzını öperse şehvetsiz olduğunu iddiaetse bile haramdır diye fetva verileceğini; başka yerinden öperse haram fetvası verilmeyeceğini söylemişlerdir. Meğer ki şehvet sabit ola.» Görülüyor ki ıtlak tercihi öpmedir. Lâkin tafsilât tercih olunduğunu açıkça gördün.
«Karısı kendisine haram olur ilh...» Yani bu mesele sorulduğu vakit haramdır diye fetva verilir. Şehvetsiz olduğunu iddia ederse tasdik olunmaz. Meğer ki şehvetsiz olduğu hâl karinesiyle anlaşıla. İşte bu, Kuhistânî'den ve Şehid'den yukarıda nakledilenlere uygundur. Cevhere'den naklettiğimize ise muhaliftir. Fetif sahibi Cevhere'nin sözünü tercih etmiştir. Buna göre evlâ olan. "Şehvet bilinmedikçe haram olmaz." demektir. Yani kadını, âleti kalkık olarak yahut ağzından öpmüştür. Ve böylece Feyz'den naklettiğimize, ileride de gelecek sözlere uygun olur. O zaman öpmekle dokunmak arasında fark kalmaz.
«Velev ki ağzından öpsün.» Bu söz, nefyde değil, menfîde mübalâğadır. Mânâ şudur: Şehvetli olmadığı anlaşılmazsa, karısı haram olur. Bu, şehvetin anlaşılmasına da, şüpheli kalmasına da sâdıktır. Fakat şehvetsiz olduğu anlaşılırsa kadın haram olmaz. Velev ki ağzından öpmüş olsun. H.
«Nitekim Zahire sahibi böyle anlamıştır.» Yani bunu Uyûn'un ibaresinden anlamış ve şöyle demiştir: «Uyûn'un satışlar bahsinde mutlak olan sözünden anlaşılan budur ilh...» Sen biliyorsun ki, musannıfın sözü, "öpmekte asıl olan şehvettir. Şehvet yoktu iddiası tasdik edilmez." esasına göredir. Bu ise Uyûn'da beyan edilenin hilâfınadır.
METİN
Sarmaşmak öpmek gibidir. Şehvetle sıkmak ve ısırmak da öyledir. Velev ki ecnebi bir kadını olsun. İkisinden birinin şehvetlenmesi kâfidir. Mürâhik, deli ve sarhoş baliğ gibidir. Bezzâziye. Kınye'de şöyle denilmektedir: «Sarhoş bir kimse kızını öpse, anne haram olur. Ama hürmet-i musahare ile nikah ortadan kalkmaz. Hattâ o kadının başka bir kocaya varması ancak birbirlerinden ayrıldıkları ve iddet bittikten sonra helâl olur. O kadınla cima etmek zina olmaz.» Hâniyye'de bildirildiğine göre. bir kimsenin şehvetle kızının fercine bakması, karısının haram olmasını icabeder. Keza kız korkarak çıplak bir halde babasının yatağına girer de, babasının âleti ona kalkarsa, kızın annesi o babaya haram olur. Dokuz yaşından aşağı bir kız müştehat (şehveti celbeden) değildir. Bununla fetva verilir.
İZAH
«Şehvetle sıkmak ve ısırmak da öyledir.» Şehvetle tabirini söylememesi gerekirdi. Nitekim musannıf sarmaşma meselesinde böyle yapmıştır. Çünkü maksat, bu yapılanları yukarıda geçen tafsilât dairesinde öpmeye benzetmektir. Binaenaleyh kayıtlamanın mânâsı yoktur. H.
«Velev ki ecnebi bir kadın olsun.» Yani bu hususta kendi karısıyla ecnebi bir kadın arasında fark yoktur. Ecnebi kadının sureti zâhirdir. Kendi karısına gelince: Misâli şudur: Bir kadınlaevlenir de onu sıkar veya ısırır yahut öper veya kucaklar da sonra cima etmeden boşarsa, o kadının kızı bu adama haram olur. Bilmelisin ki bu ta'mim bizim meselemize has değildir. Çünkü bundan öncekilerin hepsi öyledir. H. Hassaten kızı zikretmesi, anne mücerret akitle haram olduğu içindir.
«İkisinden birinin şehvetlenmesi kâfidir.» Bu ancak dokunmada zâhirdir. Bakmaya gelince: Bakan kimsenin şehveti muteberdir. Diğerinde şehvet bulunmuş bulunmamış fark etmez. T. Hayreddin-i Remlî ulemanın bunu yalnız dokunma bahsinde zikretmelerinden alarak incelemiş ve şöyle demiştir. «Fark, her ikisinin cima lezzetinde ortak oldukları gibi, dokunma lezzetinde de ortak olmalarıdır. Bakmak bunun hilafınadır.»
«Bâliğ gibidir.» Yani cima, dokunmak ve bakmakla hürmet-i musaharenin sabit olması hususunda bâliğ hükmündedir. Şarih bunların mukabilerini tamamlayarak, bâliğ, akıl, ayık dese daha iyi olurdu. T. Fetih'te şöyle denilmektedir; «Bülûğa yaklaşan bir mürâhik kadına dokunarak bunu şehvetle yaptığını ikrar etse, aleyhine hürmet sabit olur.»
"Bezzâziye..." Ben Bezzûziye'de yalnız mürâhiki gördüm. Deli ile sarhoşu görmedim. Ama bunları Zahıdî'nin Hâfî'sinde gördüm.
«Anne haram olur.» Bazı nüshalarda böyle denilmiştir. Umumiyetle nüshalarda ise anne zikredilmemiştir. Binaenaleyh bu, Halebî'nin dediği gibi hazıf ve îsal kabilindendir. Kınye'nin ibaresi şöyledir: «Deli, karısının anasını şehvetle öpse; yahut sarhoş kızını öpse haram olur.» Yani karısı kendisine haram olur.
«Hürmet-i musahare ile nikâh ortadan kalkmaz ilh...» Zahîre sahibi diyor ki: «İmam Muhammed'in Asıl adlı kitabındaki nikâh bahsinde beyanına göre; hürmet-i musahare ile ve süt emmekle nikâh ortadan kalkmaz; yalnız fâsit olur. Hatta kocası ayrılmadan o kadını cima ederse, şaşırmış olsun olmasın kendisine had vâcip olmaz.»
«Ancak birbirlerinden ayrıldıktan ve iddet bittikten sonra helâl olur.» Velev ki üzerinden yıllar geçmiş olsun. Nitekim Bezzâziyye'de böyle denilmiştir. Hâfî'nin ibaresi ise; "Ancak hâkim ayırdıktan yahut birbirlerinden ayrıldıktan sonra helâl olur." şeklindedir. Biliyorsun ki nikâh kalkmaz, fakat fasit olur. Ulemanın fâsit nikâhta açıkladıklarına göre, karı-kocanın birbirlerini terk etmesi zifaftan sonra ise, ancak seni bıraktım veya yolunu serbest bıraktım gibi sözlerle tahakkuk eder. Zifaftan önce ise; bazılarına göre hem sözler, hem de dönmemek kasdıyla terk etmekle, bazılarına göre ise her iki surette ancak sözle olur. Hattâ kadını terk eder de iddetinin üzerinden seneler geçerse, başka kocaya varamaz.
«O kadınla cima etmek zina olmaz.» Yani ayrılmazdan veya birbirlerini terk etmezden önce yaptığı cima zina olmaz. Hâvî sahibi şöyle demiştir: «Bu müddette yapılan cima zina değildir. Çünkü ihtilâflıdır. Haram olduktan sonra cima ettiği için erkeğin mehr-i misil vermesiicabeder. Ama kendisine had vurulmaz.Nesep de sabit olur.»
«Babasının yatağına girerse...» sözü ile şarih dokunmaktan kinaye yapmıştır. Yoksa dokunmadan sırf yatağa girmek bir şey değildir. T.
«Müştehat değildir; bununla fetva verilir.» Bahır'da Hâniyye'den naklen böyle denilmiştir. Bahır sahibi sonra şunları söylemiştir: «Bu, kızın semiz ve zayıf olması arasında fark olmadığını gösterir. Onun için Mi'râc sahibi, "Beş yaşında bir kız bilittifak müştehat değildir. Dokuz yaşında veya daha fazla olan ise bilittifak müştehattır. Beşle dokuz arasında ise, rivayetler ve ulema ihtilâf etmişlerdir. Esah kavle göre böyle bir kız çocuğu hürmeti isbat etmez." demiştir.»
METİN
Kadın kocasının şehvetle öptüğünü; yahut kocasının oğlu kendisini şehvetle öptüğünü iddia eder de, erkek inkârda bulunursa, erkek tasdik edilir, kadın edilmez. Meğerki âleti kalkmış olarak kadına varmış ve ona sarmaşmış olsun. Bu, erkeğin yalan söylediğine karinedir. Yahut memesini tutmuş veya kadınla beraber hayvana binmiş yahut fercinden tutmuş veya ağzından öpmüş olsun. Bunu Haddûdî söylemiştir. Fetih'te, "Yanaklar için ağız hükmü verildiği görülüyor." denilmiştir. Hulâsa'da beyan edildiğine göre, bir adama, sen karının anasına ne yaptın diye sorulur da, onunla cima ettim derse, hürmet sabit olur. Yalan söylediği şakadan bile olsa tasdik edilmez. Şehvetle dokunduğunu ve öptüğünü ikrâr ettiğine şahitlik kabul edilir. Keza muhtar kavle göre şehvetle dokunduğuna, öptüğüne, zekerine ve fecrine baktığına şahitlik dahi kabul edilir. Tecnîs. Çünkü şehvet, âletin kalkmasıyla veya bazı eserlerle kısmen vâkıf olunan şeylerdendir.
İZAH
«Kadın kocasının şehvetle öptüğünü iddia ederse...» Yani kendi usûl ve fürûundan birini şehvetle öptüğünü iddia ederse demektir.
«Erkek tasdik edilir.» Çünkü hürmetin sabit olduğunu inkâr etmektedirler. Söz inkâr edenindir. Ama bunu Zahîre sahibi, öpmek değil dokunmak meselesinde söylemiştir. Şarihin yaptığı, musannıfın evvelâ söylediğine muhaliftir. O, öpmek meselesinde şehvetsiz olmadığı anlaşılmadıkça haramdır diye fetva verilir demişti. Biz Zahîre'den naklen bu husustaki hilafı bildirmiştik. Burada şarihin anlattığı, Uyûn'un satışlar bahsindeki sözüne göredir.
«Veya kadınla beraber hayvana binmiş olsun.» Ama kadın erkeğin sırtına binerek suyu geçerse, erkeğin şehvetsizlik iddiası tasdik olunur. Bezzâziyye.
"Fetih'te" şöyle denilmiştir: «Hâsılı erkek baktığını ikrar, şehveti inkâr ederse, hilâfsız tasdik olunur. Tenine sarılırsa, benim bildiğime göre hilâfsız tasdik edilmez. Öpmek ihtilâflıdır. Bazıları, "Tasdik edilmez. Çünkü öpmek ekseriya şehvetle olur. Binaenaleyh sözü kabuledilmez." demişlerdir. Birtakımları kabul edileceğini, ancak hilâfı zâhır olursa, meselâ âleti kalkmışsa o zaman kabul edilmeyeceğini söylemişlerdir. Bazıları da tafsilâta giderek; başından, yüzünden veya yanağından öperse tasdik edileceğini; ağzından öperse tasdik edilmeyeceğini söylemişlerdir ki, en ziyade tercih edileni budur. Şu kadar var ki; yanak için ağız hükmü verildiği görülüyor.»
Fetih sahibi dokunmayı zikretmemiştir. Biz Zahîre'den naklen arzetmiştik ki; burada asıl olan, bakmakta olduğu gibi şehvetsizliktir. Binaenaleyh şehveti inkâr ettiği vakit tasdik olunur. Meğer ki âleti kalkmış olarak kadına varmış olsun. Çünkü âletin kalkması şehvete delildir. Ferce dokunmak da böyledir. Nitekim Haddâdî'den naklen yukarıda geçti. Çünkü bu ekseriyetle şehvete delildir. Fetih sahibinin inceleme neticesi yanağından öpmeye ağız hükmünü vermesi, yukarıda geçen Zahîre sahibinin İmam Zahîruddin'den naklettiği sözden başkadır. Çünkü o ayırmamıştı.
«Yalan söylediği tasdik edilmez ilh...» Yani hâkim huzurunda tasdik edilmez. Kendisiyle Allah Teâlâ arasında tasdik edilir. Ve şâyet ikrarında yalancı ise, hürmet sabit olmaz. Keza evlenmezden önce karısının annesiyle cima ettiğine ikrarda bulunursa, karısı hakkında tasdik olunmaz ve zifaftan sonra ise mehr-i müsemmanın tamamını; önce ise yarısını vermesi icabeder. Bahır.
«Tecnis...» Bu sözü Bahır sahibi dahi Tecnis'e nisbet etmiştir. Onu Tecnis'te ben de gördüm. İbaresi şudur: «Muhtar kavle göre kabul edilir. İmam Muhammed Câmi'de buna işaret etmiş; Fahru'l-islâm dahi bunu tercih etmiştir. Çünkü şehvet azâsı, hareket edenlerde uzvun hareketiyle;hareket etmeyenlerde başka eserlerle bilinir.» Şarihin yaptığı ta'lil dahi Tecnis'in ifadesindendir. Bu suretle anlaşılır ki, Nehir sahibinin Tecnis'e atfen, "Muhtar kavle göre kabul edilmez." sözü kalem hatasıdır.
METİN
Nikâhı haram olan kadınları, nikâhla yani sahih akitle ve iddetle -Velev ki talâk-ı bâin iddeti olsun- biraraya toplamak haramdır. İki kadından hangisi erkek farzedilse, diğerine helâl olmayacaksa, öyle iki kadını milk-i yeminle biraraya getirerek cima etmek de ebediyyen haramdır. Çünkü Müslim'in rivayet ettiği bir hadîste, "Bir kadın halasının üzerine nikâh edilmez." buyrulmuştur. Bu hadis meşhurdur. Kitabı tahsise elverişlidir.
İZAH
«Nikâhı haram olan kadınlar»dan murad, neseben ve süt cihetinden haram olanlara şâmildir. Bir adamın süt emen iki karısı olsa, bunları ecnebi bir kadın emzirdiği takdirde nikâhlan fâsit olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Sahih akitle» ifadesinde daha münasip olan, sahih tabirini atmaktı. Nitekim Bahır ve Nehirsahipleri öyle yapmışlardır. Onun için Halebî, "ikisini bir akitle alırsa, bu kaydın hiçbir semeresi yoktur. Çünkü akit kesin olarak sahih değildir. Keza kadınları birbirinin ardından alır da, birincinin nikâhı sahih olursa, bu halde ikincinin nikâhı kesin olarak bâtıldır. Evet birinciyi fâsit nikâhla alırsa, bu kaydın bir semeresi olabilir. Çünkü o zaman ikinci kadına nikâh akdedebilir. Ve kendisine kadınları nikâhla biraraya getirdi denilebilir. Birincinin nikâhı fâsit olsa da, ona yine nikâh denilir. Nitekim ulemanın ifadelerinde bu yaygındır." demiştir.
«Velev ki talâk-ı bâin iddeti olsun. » ifadesi, ric'î talâk iddetine ve ümmü veled âzâdına şâmildir. İmameyn buna muhaliftirler. Keza fâsit nikâhtan sonra ayrılmaya da şâmildir. Musannıf şuna da işaret etmiştir ki; bir kimse dört karısını boşarsa, onların iddeti bitmedikçe evlenmesi caiz olmaz. Hepsinin iddeti birden sona ererse, dört kadın alabilir. Birinin iddeti sona ererse bir kadın alır. Bahır.
FER'Î MESELE: Bir adamın karısı ölürse, ölümünden bir gün sonra onun kızkardeşiyle evlenebilir. Nitekim Hulâsa'da Asıl'dan naklen böyle denilmiştir. Sadru'l-İsiâm'ın Mebsût'unda, Serahsî'nin Muhît'inde, Bahır'da, Tatarhâniyye'de ve diğer güvenilir kitaplarda da böyle denilmiştir. Gerçi Netif sahibine nisbetle iddet vâciptir dediği bildirilmişse de, bu söze itimat edilemez. Tamamı bizim kitabımız Tenkîhu'l-Fetvâ'dadır.
«Milk-i yeminle biraraya getirerek cima etmek...» sözüyle, cimasız milk-i yeminle biraraya getirmekten ihtiraz etmiştir. Çünkü bu caizdir. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. T.
«Hangisi erkek farzedilse...» diğerine helâl olmayacaksa, milk-i yeminle cem ederek cimada bulunmak haramdır. Bir kadınla halasını veya teyzesini beraber almak, neseben yahut süt cihetinden anasıyla kızını beraber almak, iki hala veya iki teyzeyi birlikte almak bu kabildendir. Meselâ iki adam birbirlerinin anneleriyle evlenir de her birinin birer kızı doğarsa, kızlardan her biri diğerinin halası olur. Yahut iki adamdan her biri diğerinin kızıyla evlenir ve ikisinin de kızları olursa, bu kızlardan her biri diğerinin teyzesi olur. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
«Ebediyyen haramdır.» kaydını şarih Bahır'a ve diğer kitaplara uyarak koymuştur. Bu kayıt şunu çıkarmak içindir: Bir kimse bir cariye ile evlenir de sonra onun sahibi olan kadını alırsa caiz olur. Çünkü cariye erkek farzedilirse, sahibi olan kadına nikâh akdetmesi sahih olmaz. Sahibi olan kadın erkek farzedilirse, onun da cariyesini nikâhlaması helâl olmaz. Ancak ihtiyat yerinde helâl olabilir. Nitekim gelecektir. Lâkin iki taraflı bu hürmet muvakkattır. Milk-i yemin ortadan kalkıncaya kadar devam eder. O kalktı mı, hangisi erkek farzedilse, diğerini nikâhla alması sahih olur. Onun için ikisini bir arada bulundurmak caizdir ve bu sureti kaideden çıkarmak için ebediyyen kaydına ihtiyaç vardır. Ancak bu, "Hangisi erkek farzedilirse, diğerine helâl olmaz." sözünden, akit helâl olmaz mânâsı kasdedildiğinegöredir. Bu sözden cimanın helâl olmaması kasdedilirse, onu çıkarmak için ebedî kaydına hâcet yoktur. Çünkü onsuz da hariçtir. Zira cariyenin sahibi olan kadın erkek farzedilirse, cariyesiyle cima etmek kendisine helâl olur. Bunu Halebî söylemiştir.
«Bir kadın halasının üzerine nikâh edilmez.» Hadisin tamamı şudur: «Teyzesinin üzerine de, kardeşinin kızı üzerine de, kızkardeşinin kızı üzerine de nikâh edilmez.»
«Bu hadis meşhurdur.» Çünkü Müslim'in ve İbn-i Hibbân'ın Sahih'lerinde sabit olmuştur. Onu Ebû Dâvûd, Tırmîzî ve Nesâî de rivayet etmiş;
Sahabe ve Tâbiîn'den ilk devir uleması kabul ile telakkî etmişlerdir. Hadisi kalabalık bir cemaat rivayet etmiştir ki, Ebû Hureyre, Câbir, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, İbn-i Mes'ud ve Ebû Said-i Hudrî bunlardandır.
Binaenaleyh Teâlâ Hazretlerinin, "Bundan ötesi size helâl kılındı." âyet-i kerîmesinin umumunu tahsis edebilir. Halbuki adı geçen umum müşrik ve mecûsî kadını ve bir kimsenin süt kızlarıyla tahsis edilmiştir. Bu hadis haber-i vâhitlerden olsa, onunla tahsis caiz olur; meşhur olmasına bağlı kalmazdı. Zâhire bakılırsa, meşhur olduğunu iddia mutlaka lazımdır. Çünkü hadisin yeri tahsis değil neshtir Zira. "müşrik kadınları nikâh etmeyin." âyet-i kerîmesi, "Bundan ötesi size helâl kılındı." âyetinin umumunu neshetmektir. Hadis önce olsa, âyetle neshi lâzım gelir. Bu takdirde müşrik kadınların helâl olması lâzım gelir ki, bu doğru değildir. Yahut neshin tekrarı gerekir, bu da kaidenin hilâfınadır. Mülâzemet şöyle izah olunur: Önce müşrik kadınlar haram edilmiştir. Sonra bu âm olan, "Bundan ötesi size helâl kılınmıştır." âyetiyle meshedilmiştir. Sonra bir nasih daha takdir etmek gerekir. Çünkü şimdi sabit olan hürmettir. Fetîh. Bu izahla İnâye'nin itirazı defedilmiş olur. Orada, "Tahsisin şartı, bize göre beraberliktir. Bu ise mâlûm değildir." denilmiştir.
T E M B İ H : Şarihin zikrettiği delil umumî kaideyi isbata yetmez. Kaide, mahrem kadınları bir araya toplamanın haram olmasıdır. Zira onların haram olması, akrabalık hakkını bozmaya vardırdığı içindir. Ortak kadınlar arasında âdeten kavga çok olur. Bunun muteber olduğuna delil, hadisin Taberânî rivayetidir. Bu rivayette Peygamber (s.a.v.), "Çünkü siz bunu yaparsanız, akrabalık hakkını kesmiş olursunuz." buyurmuştur. Tamamı Fetih'tedir.
T E T î M M E : Bundan dolayı Şâfiîlerden Remlî, Cennet'te iki kız kardeşi bir araya getirme meselesine cevap vermiş; «Buna mâni yoktur. Çünkü hüküm, varlığında yokluğunda illetle beraber devam eder. Küsüşme ve akrabalık bağını koparma illeti Cennet'te yoktur. Yalnız ana ve kız illeti vardır.» demiştir. Yani ana ile kızda cüz'iyyet illeti olduğu için onlar müstesnadır. Bu Cennet'te vardır. İki kız kardeş gibiler bunun hilâfınadır.
METİN
Binaenaleyh bir kadınla kocasının kızını yahut oğlunun karısını veya bir cariyeyi, sonra onunsahibi hanımı bir nikâh altında toplamak caizdir. Çünkü o kadın veya oğlunun karısı yahut cariyenin hanımefendisi erkek farz edilse, nikâhı diğerine haram olmaz. Aksi bunun hilâfınadır. Sahih bir nikâhla cimada bulunduğu bir cariyenin kız kardeşini alsa, nikâh sahih olur. Lâkin herhangi bir sebeple ikisinden birinin helâl olan cimasını kendine haram kılmadıkça, biriyle cimada bulunamaz.
İZAH
«Bir cariyeyi, sonra onun hanımını bir nikâh altında toplayabilir.» Evlâ olan bu sureti zikretmemekti. Biliyorsun ki, bunu ebediyyet kaydıyla kaideden çıkarmak, "Helâl değildir." sözünden, nikâh akdi helâl değildir mânâsı kasdedildiğine göredir. Bu, iki tarafta da sabittir. Nitekim anlatmıştık. Binaenaleyh aşağıda gelen, "Haram olmaz." sözüne aykırıdır. "Helâl değildir." sözünden ciması helâl değildir mânâsı kasdedilirse, haram olmaz sözü sahih olur. Lâkin bunun ebediyyet kaydına ihtiyacı yoktur. İhtimal şarih her iki takdirde ikisini bir araya getirmenin caiz olduğuna işaret etmiştir.
Halebî diyor ki: «Şarih 'sonra' demekle, ikisini bir akitle alsa, hiçbirinin nikâhının caiz olmayacağına işaret etmiştir. ikisini iki akitle alır da, hanımın nikâhı önce olursa, cariyenin nikâhı sahih olmaz. Nitekim bunu faslın başında arzetmiştik.»
«Haram olmaz.» Yani o üç surette birinin diğerine nikâhı haram olmaz. Çünkü birinci surette erkek farz ettiğimiz kocasının kızıyla evlenmiş olur ki. ecnebi bir adamın kızı demektir. İkincide ecnebi bir kadınla evlenmiş, üçüncüde cariyesi ile cima etmiş olur.
«Aksi bunun hilâfınadır.» Yani kocasının kızı veya kocasının annesi yahut cariye erkek farz edilirse, diğeri ona karam olur. Çünkü birinci surette kocasının oğlu olur. Oğluna, babasının cima ettiği kadın helâl olamaz. ikincide kocasının babası olur. Ve ona oğlunun karısıyla evlenmek helâl olamaz. Üçüncüde köle olur. Kölenin hanımefendisiyle evlenmesi helâl değildir.
«Nikâhla alsa...» diye kayıtlaması şundandır: Zira cimada bulunduğu cariyesinin kız kardeşini satın alırsa, birinci ile cima etmesi caizdir. Ama birinciyi kendisine haram kılmadıkça ve nikâh sahih olmadıkça, cariyelerden hiçbiriyle cimada bulunması helâl değildir. Çünkü nikâh fâsit olursa, nikâhlı ile cima etmedikçe, cima edilen cariye haram olmaz. Zira nikâhlı ile cima ederse, hakikaten bir araya getirme mevcuttur. Musannıf evlenen kız kardeşi mutlak söylemiştir. Binaenaleyh hür kadına da, cariyeye de şâmildir. Cariyeyi de mutlak söylemiştir. Binaenaleyh o da ümmü velede şâmildir. Cariyeyi cima edilmiş olmakla kayıtlamıştır. Çünkü cima etmemişse, nikâhlı ile cima etmesi caizdir. Nitekim gelecektir. Çünkü cariye hükmen cima edilmiş sayılmaz ve o kimse ikisinin arasını ne hakikaten ne hükmen cima ile bir araya getirmiş değildir. Şarih şuna işarette bulunmuştur ki: Nikâhlı ilecima etmeden kız kardeşini satın aldığı ile cimada bulunamaz. Çünkü nikâhlı hükmen cima edilmiş sayılır. Bahır sahibi bunu böyle ifade etmiş ve cariyenin kız kardeşi sözü ile aralarında cüz'îyyet olmayanı kasdetmiştir. Bunu annesinden veya kızından ihtiraz için yapmıştır. Çünkü bunlardan biriyle cimada bulunmak, diğerini ebediyyen haram kılar.
«Kendine haram kılmadıkça...» ifadesinden delâlet yoluyla anlaşılır ki, birinin ölümü ve dinden dönmesi gibi kendi fiili olmayan bir sebeple haram hükmü değişir. Çünkü maksat hâsıl olmuştur.
«Herhangi bîr sebeple ilh...» Meselâ nikâhlı karısını boşamak. hul' yapmak ve dinden dönmek gibi sebeplerle iddeti bittiğinde haram kılar. Kuhistâni. Cariyeyi ya tamamen, ya kısmen satar; âzâd etmesi, hîbe ederek teslimi, kitabete kesmesi ve sahih nikâhla evlendirmesi de öyledir. Fâsit nikâhla evlendirmesi bunun hilâfınadır. Meğer ki kocası kendisiyle cimada bulunmuş olsun. Çünkü kocasından iddet beklemesi vâcip olduğu için sahibine haramdır. O zaman sahibine nikâhlısı helâl olur. İhram, hayız, nifas, oruç, rehin, icare ve tedbir gibi şeylerin tesiri yoktur. Çünkü cariyenin ferci bu sebeplerden biriyle haram olmaz. Bahır. Nehir sahibi diyor ki: «Cariyeyi fâsit satışla satarsa; yahut fâsit olarak hîbe eder de teslim alınırsa, ne hüküm verileceğini ulemanın sözlerinde görmedim. Zâhire bakılırsa, nikâhlı kadının ciması helâl olur.» Yani fâsit olarak satılan birşey, teslim olmakla alanın milki olur. Müftabih kavle göre fâsit olarak yapılan hîbe de öyledir. İmâdiye sahibinin sahihlediği kavil bunun hilâfınadır. Nitekim bâbında gelecektir. inşâllah.
T E M B İ H : Bahır sahibi şöyle demektedir: «Cima edilen cariye, elden çıkardıktan sonra tekrar milkine dönerse -ister fesh ile ister yeni satış ile olsun- cariyeyi kendine evvelki gibi haram kılmadıkça, ikîsinden biriyle ciması helâl olmaz.
METİN
Çünkü akit için cima hükmü vardır. Hattâ doğulu bir adam batılı bir kadını nikâh etse, çocuklarının nesebi o adamdan sâbit olur. Çünkü hükmen cima mevcuttur. Cariyeyle cimada bulunmamışsa, nikâhlı karısıyla cima edebilir. Cimanın sebep ve mukaddimeleri cima gibidir. İbn-i Kemâl. İki kız kardeşi veya o mânâda iki kadını beraberce yahut ayrı iki akitle alır da, ilk defa hangisine nikâh kıyıldığını unutursa, hâkim o kîmseye kadınların arasını ayırır; ve bu bir talâk olur. İki kadına mehrin yarısı verilir. Yani unutma meselesinde böyle yapar. Çünkü beraberce nikâh edilmelerinin hükmü butlandır. Mehir vâcip olmamaktır. Ancak cima bulunursa mehir vâcip olur. Nitekim bilumum kitaplarda böyledir. Dikkatli ol!
İZAH
«Çünkü akit için cima hükmü vardır.» Buna şöyle itiraz olunmuştur: Böyle olsaydı, bu nikâhın sahih olmaması icabederdi. Nitekim Mâlikîlerden bazıları sahih değildir demişlerdir. Aksi takdirde iki kadının arasını hükmen cima ile birleştirmiş olması lâzım gelir. Çünkü sâbık cima dahi hükmen mevcuttur. Şu delil ile ki; o cariyeyi satmak istese, istibra yapması müstehap olur. Bu lâzım bâtıldır. Binaenaleyh melzumunun da bâtıl olması lâzım gelir. Melzumu akdin sahih olmasıdır. Fetih sahibi buna cevap vermiş; "Bu lâzım-ı müfarıktır. Çünkü gidermesi elindedir. Binaenaleyh sahih olmasına zarar etmez." demiştir.
«Nikâhlı karısıyla cima edebilir.» Çünkü nikâhlı karısıyla cima etmesi cariyeyi haram kılar. Ve bu hürmet nikâhlı karısından ayrılıncaya kadar devam eder. İhtiyar'da böyle denilmiştir.
«Cimanın mukaddimeleri cima gibidir.» Hattâ cariyesini öpse veya şehvetle dokunsa yahut bunları cariyesi ona yapsa da sonra o cariyenin kız kardeşiyle evlense, birini haram kılmadıkça diğeri ona helâl olmaz. Rahmeti.
«Veya o mânâda...» iki kadından murad; kadınlardan hangisi erkek farz edilirse, diğerine helâl olmamaktır. H. Bu ziyadeye hâcet yoktur. Çünkü musannıfın bundan sonra gelen, "Haram kadınlardan bir araya getirdiklerinin hepsi hakkında hüküm budur." ifadesi buna hâcet bırakmamaktadır. T.
«İlk defa hangisine nikâh kıyıldığını unutursa...» oraları ayrılır. Bilirse, o nikâh sahih; İkincisi bâtıldır. İlk kadınla cima edebilir. Meğer ki ikincisiyle de cîma etmiş bulunsun! Bu takdirde ikincinin iddeti bitinceye kadar birinci kadın kendisine haram olur. Nitekim kansının kız kardeşine şüphe ile cimada bulunsa, şüpheli kadının iddeti bitmedikçe kendi kansı haram olur. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir. Dürerü'l-Bihâr şerhinde şöyle denilmektedir: «Unutmakta kayıtlamıştır. Çünkü koca iki kadından birini cima etmekle fiilen yahut önceki budur diye kavlen tayin etse, birbirlerini tasdik ettikleri için kadının nikâhına hüküm verilir. Ve diğer kadınla o kimsenin aralan ayrılır. Bîrisiyle cimada bulunur da sonra ötekinin önce nikâhlandığını bildîrirse, beyan muteber olur. Çünkü delâlet açık söze karşı duramaz.» Şurunbulâliyye'de de Mecma şerhinden naklen böyle denilmiştir.
«Hâkim o kimseyle kadınların arasını ayırır.» Yani ayırmak hâkime tarzdır. Erkek o kadınlardan ayrılmazsa, hâkimin -bildiği takdirde- ma'siyeti def için aralarını ayırması vâcip olur. Bahır. Lâkin Feteva'l Hindiyye'de Tahâvî şerhinden naklen şöyle denilmektedir: «İki kadını iki akitle alır da, hangisinin önce olduğu bilinmezse, kocaya beyan emredilir. Beyan ederse, onun dediği gibidir. Beyan etmezse, bu hususta araştırma yapılmaz ve kadınlarla o kimsenin arası ayrılır.» H.
Ben derim ki: Bunların arasında zıddiyet yoktur. Çünkü kocanın beyanı, öncekinin kim olduğunu bilmeye bağlıdır. Sebebi Dürer şerhinden naklettiğimizdir. Bir de araştırma yapılmaz dediği içindir. Nehîr'de, "Kocadan ayırmanın mânâsı, onların boşamasıdır. Ama ben bunu bir yerde görmedim." denilmektedir.
«Bu bir talâk olur.» Yani hâkimin ayırması bir talâktır. Fetih sahibinin sözüne bakılırsa, bu onun incelemesidir. Çünkü şöyle demiştir: «Zâhire bakılırsa, bu bir talâktır. Hattâ bundan sonra o kadını alırsa, her iki kadının talâklarından birer sayı eksilir. Bahır ve Nehir sahipleri bunu ikrar etmişlerdir. Bunu şu da te'yid eder ki: Zeylâî, adı geçen ayırmaya talâk demiştir. Etkânî dahi Gâyetü'l-Beyân'da aynı şeyi söylemiş; "Hâkimin ayırması kocanın boşaması gibidir." demiştir.» Sonra Fetih sahibi şunları söylemiştir: «Eğer cimadan önce ayırma vâki olursa, o adam hangisiyle isterse o anda evlenebilir. Ayırma cimadan sonra olmuşsa, iddetleri bitinceye kadar hiçbiriyle evlenemez. Birinin iddeti biter de diğerininki bitmezse, iddeti bitmeyenle evlenebilir, ötekiyle evlenemez. Çünkü evlenirse, ikisini bir nikâhta toplamış olur. İkisinden biriyle cimadan sonra vâki olursa, o kadınla derhal evlenebilir, ötekiyle evlenemez. Çünkü kadının iddetî kızkardeşiyle evlenmesine mânidir»
«Yani unutma meselesinde böyle yapar» Bu söz, "talâk olur" sözünün kaydıdır. Musannıfın, "ikisine mehrin yarısı verilir." sözünün de kaydıdır. Zira bâtıl nikâhta aralarını ayırmak talâk değildir.
«Çünkü beraberce nikâh edilmelerinin hükmü butlandır.» ifadesi iki meselenin arasındaki farkı beyandır. Şöyle ki: Unutma meselesinde öncekinin nikâhı sahihtir. Sonradan alınanın nikâhı sahih değildir. Bilinmediği için aralarını ayırmak taayyün eder. Nikâhı sahih olan için cimadan önce ayırmakla mehrin yarısını vermek icabeder. Bu bilinmediği için yarım mehri ikisine vermek gerekir. ikisini bir akitle alması meselesine gelince: Yüzde yüz bâtıl olan her ikisinin nikâhlarıdır. Araları cimadan önce ayrılırsa. her ikisine mehir ve iddet yoktur. ikisiyle de cima etmişse, herbirine mehr-î müsemma ile mehr-i mislin hangisi azsa o verilir. Nitekim fâsit nikâhın hükmü budur. Kadınların ikisine de iddet lâzımdır. Bahır sahibi diyor ki: «Muhit'te her iki nikâhın bâtıl olması, birisinin başkasının nikâhı veya iddetiyle meşgul olmaması kaydıyla mukayyettir. Meşgul ise, meşgul olmayanın nikâhı sahihtir. Çünkü ikisinî bir nikâh altında toplamak tahakkuk etmemiştir. Nasıl ki bir kadın bir akitle iki kocaya varsa, kocalardan biri dört kadınla evli bulunsa, bu kadın öteki kocanın karısı olur. Çünkü kadın birisine helâl olmayınca, iki erkeği bir hikâhta toplamak tahakkuk etmemiştir.»
METİN
Bu, ikisinin mehirleri miktar ve cins itibariyle müsavi oldukları vakittir. Akitte söz edilen mehir budur. Ve ayrılma cimadan önce olmuştur. Kadınlardan herbiri kendisinin önce nikâhlandığını iddia etmiştir. İkisinin de beyyineleri yoktur. Şayet mehirleri muhtelif olur ve bilirlerse, herbirine mehrinin dörtte biri verilir. Bilmezlerse, herbiri iki müsemmanın az olanının yarısını alır. Mehr-i müsemme yoksa, yarım mehrin yerine ikisine bir müt'a yermek vâcip olur.
İZAH
"Bu" Yani unutma meselesinde iki kadına yarım mehrin verilmesi, mehirleri miktar ve cins itibariyle müsavi oldukları zamandır. Meselâ ikisinin mehri de biner dirhem olur. H.
«Kadınlardan herbiri kendisinin önce nikâhlandığını iddia etmiştir.» Fakat hangimizin nikâhının önce olduğunu bilmiyoruz derlerse, kendilerine bir şey verilmez. Çünkü hükmedilecek şey meçhuldür. Bu, doğru hüküm vermeye mânidir. Nasıl ki bir adam iki kimseye, "Birinize bin dirhem borcum var" dese, hiçbirine bir şey verilmez. Meğer ki yarım mehri almak için anlaşmış olsunlar. Bu takdirde kendilerine o verilir. Bu kayıt, yani herbirinin dâvâ etmesi, Ebû Cafer Hindüvânî tarafından ziyade edilmiştir. Hidâye'nin zâhirine bakılırsa zayıftır. Lâkin güzeldir. Bahır. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
«İkisinin de beyyineleri yoktur.» İkisinin de öncelik isbatı için beyyinesi bulunması dahi bunun gibidir. Nitekim Fetih'te ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Yani beyyineleri, birbirini tekzib ettiği için düşer. Halebî diyor ki: «Birisi öncelik isbatı için beyyine getirirse, onun nikâhı sahihtir; ikincisinin nikâhı bâtıldır.»
«Mehirleri muhtelif olursa...» sözü, yalnız miktarca muhtelif olmaya sâdıktır. Meselâ birinin mehri bin dirhem gümüş ağırlığında, diğerininki ikibin dirhem gümüş ağırlığında olur. Bu söz yalnız cinsçe muhtelif olmalarına da sâdıktır. Meselâ birinin mehri bin dirhem gümüş ağırlığında, diğerininki bin dirhem altın ağırlığında olur. Hem miktar, hem cinse muhtelif olmalarına da sâdıktır. Meselâ birinin mehri bin dirhem gümüş ağırlığında, diğerininki ikibin dirhem altın ağırlığında olur.
«Ve bilirlerse ilh...» Bilmelisin ki, bu tafsilât Dürer'den alınmıştır. Hâşiyecileri Dürer sahibine itiraz etmiş; ondan başka bu tafsili yapan olmadığını söylemişlerdir. Ekseri kitaplarda mevcut olan şudur: «Mehr-i müsemma ikisine verilir. Eğer müsemmaları muhtelif ise, herbirine mehrinin dörtte biri verilir.» Bazı kitaplarda da, "ikisine iki mehr-i müsemmanın yarısının az olanı verilir. Birinin mehr-i yüz dirhem, diğerininki seksen dirhem ise; birinci kavle yöre birinci kadına yirmibeş dirhem, ikinciye yirmi dirhem verilir. ikinci kavle göre, iki mehr-i müsemmadan az olanının yarısı ki kırk dirhemdir ayrılır, sonra aralarında yarıya bölünür ve her birine yirmişer dirhem verilir, denilmiştir.
Dürer'in Nuh Efendi hâşiyesinde böyledir. Dürer'in Şeyh İsmail şerhinde ise, ihtiyatın ikincisi olduğu kaydedilmektedir. Kâfi ve Kifâye'de mevcut olan da budur. Bunun iIIetini bildirirken, bunda yakînen bilgi olduğu kaydedilmiştir. Zâhire bakılırsa, Dürer sahibi iki kavlin arasını bulmak istemiş, birincisi; herbir kadına aynen mâlûm bir mehir tesmiye edildiği zamandır. Meselâ, Fâtıma'ya beşyüz, Zâhide'ye bin dirhem demiştir. İkincisi; bu şekilde mâlûm olmadığı zamandır. Meselâ, birisine beşyüz, diğerine bin dirhem mehir koyduğunu bilir, ancak muayyen olarak kime ne dediğini unutmuştur. Lâkin Kâfi ve Kifâye'nin söz gelişleri işin bu kadara münhasır olduğunu göstermemektedir. Onun için denilmiştir ki; bu mesele rivayetin muhtelif olduğuna yorumlanırsa, daha iyi olur. Bu anlaşıldıktan sonra görürsün ki, şarihin Dürer sahibine uyarak, "Bilmezlerse; herbiri iki müsemmadan az olanının yansını alır." demesi doğru değildir. Nitekim Şurunbulâliyye sahibi ile başkaları buna tembihte bulunmuşlardır. Çünkü bu söz, iki kadının tam mehir almasını iktiza eder. Halbuki kocalarına vâcip olan bir mehirdir. Doğrusu, şerhin bazı nüshalarında belirtilendir ki, şudur: «Aksi takdirde iki mehr-i müsemmadan hangisi azsa onun yarısı ikisine verilir.» Bu, Dürer'de yapılan ara bulmaya göredir. Halbuki onun söz götürdüğünü gördün.
«Mehr-i müsemma yoksa...» Yani iki mehirden biri söylenmemişse,, vâcip olan müt'adır. Birisi için mehir konmuş da öteki için konmamışsa, mehir konulan dörtte birini alır. Mehir konulmayan ise müt'anın yarısını alır. H. Bu sözün bir benzeri de Şeyh İsmail'in şerhindedir.
METİN
Eğer ayrılık cimadan sonra olursa, her kadın için tam bir mehir verilir. Çünkü cima ile mehir tekarrur etmiştir.
İZAH
Fetih'te şöyle denilmiştir: «Ayırma cimadan sonra olursa, herbirine mehrini tam olarak vermek icabeder. Fâsit nikâhta ise, tam mehir ve kâmil ukr iIe hüküm verilir. (Ukr; şüphe ile cimanın karşılığında verilen mehirdir.) Bunu, her ikisinin mehr-i müsemmaları miktar ve cins itibariyle bir olduğu zamana yorumlamak icabeder. Değişik olurlarsa, ukr icabı imkânsız olur. Çünkü kadınlardan biri ukr almak için diğerinden evlâ değildir. Zira ukr vermek, fâsit olan bu nikâhta yapılan cimanın hükmüne teferru eder. Halbuki fâsit nikâhta yapılan cimanın hükmü, mehir konmuşsa, ukr değil, mehr-i müsemma ile mehr-i mislin hangisi azsa odur.» Bu ifadenin bir misli de Bahır'dadır. Yalnız, "Halbuki fâsit nikâhta ilh..." cümlesî yoktur. Anlaşılan Fetih sahibi evvelâ herbirine tam mehir vermek vâcîptir demiş; sonra başkalarının sözüne uyarak ukr lâzım geldiğini ilâve etmiştir. Sonra fâsit nikâhta cimadan sonra vâcîp olanın, mehr-i müsemma ile mehr-i misilden hangisi azsa o olacağını tahkik etmiştir. Ve anlaşılmıştır ki, ukrdan murad budur. Muğrib'de beyan edildiğine göre ukr, şüphe ile cima edilen kadının mehridir. Şüphesiz ki fâsit nikâhta cima şüphe ile cimadır. Kenz ve diğer kitaplarda açıklandığına göre fâsit nikâhta vâcip olan, mehr-i müsemma ile mehr-i mislin az olanıdır. Binaenaleyh Bahır 'sahibinin ukr demekle yetinmesinin sahih olduğu anlaşılır.
Hâsılı sen biliyorsun ki, unutma meselesinde iki nikâhtan biri sahih, diğeri fâsittir. Cimadan sonra sahih nikâhta mehr-i müsemma, fâsit nikâhta ise ukr, yani mehr-i müsemma ile mehr-i mislin az olanı vâcîp olur. Hangîsinin nikâhı sahih, hangîsinin fâsit olduğu bilinmeyince. ikimehir mezkûr vasıfla aralarında taksim edilir. Ve herbirine tam bir mehîr verilir. Sonra bil ki, suretler dörttür. Çünkü ya her iki kadının mehr-i müsemmalan birdir, yahut değişiktir. Her iki mehr-i misilleri de birdir, yahut değişiktir. 'Her iki mehr-î müsemma ve mehr-i mîsil bir olursa, şüphesîz herbirine mehrini tam olarak vermek icabeder. Mehr-i müsemmalar bir olur da, mehr-i misiller değişik bulunursa; meselâ Hind için yüz dirhem mehir konmuş, halbukî mehr-i misli doksan dirhem îse, kızkardeşi Da'd için dahi yüz dirhem mehr-i müsemma konmuş, mehr-i misli îse seksen dirhem ise, nikâhı sahih olan kadına müsemmayı vermek vâcip olur kî, o da yüz dirhemdir. Nikâhı fâsit olana ukr verilecektir. Burada ukr, doksanla seksen arasında değişir. Kadınların birisinî tayin etmek imkânsızdır. Çünkü ukr vermek için biri diğerinden evlâ değildir. Onun için hâşye yazan Fetih sahibinin, "Hamli icabeder." sözünü, "Yani herbirine tam mehrin vâcip olmasını, mehr-i misilleri de bir olduğu için, mehr-i müsemmalarının bir olduğu zamana yorumlamak îcabeder." diye kayıtlamıştır. Fetih sahibinîn. "Ama mehr-i mûsemmalar başka başka olursa, ukr icabı imkansızdır." sözüne gelince: Onu böyle muttak bırakması söz götürür. Çünkü mehr-i müsemmaları da başka başka olduğunda bu zâhırdır. Meselâ, Hînd için yüz dirhem mehr-i müsemma konulmuştur. Mehr-i mîsli ise seksen dirhemdir. Da'd için doksan dirhem müsemma konmuştur. Mehr-î misli ise meselâ altmış dirhemdir. Burada ukr vâciptir demek imkânsızdır. Mehr-i müsemma vâciptir demek de îmkânsızdır. Çünkü iki kadından biri sahih veya fâsit nikâh sahibi olmakta diğerinden evlâ değildir. Ki, her ikisine muayyen olarak iki müsammadan birisi ve muayyen olarak iki ukrdan birisi vâcip olsun. Çünkü herbiri başkadır. Ama mehr-i müsemmalar başka başka, mehr-i misiller bir olursa; meselâ Hind için yüz dirhem, Da'd için de doksan dirhem mehir konmuş ve her ikisinin mehr-i misilleri seksener dirhem ise, ukr tayini imkânsız değildir. Çünkü herhalde ukr seksen dirhemdir. ister Hind'in, ister Da'd'ın nikâhı fâsit olsun fark etmez. Bilâkis mehr-i müsemmayı tayin imkânsızdır.
Sonra Fetih sahibinin sözünden, bu üç suretin hükümleri anlaşılmamıştır. Tahtâvî diyor ki: «Zâhire göre ukr tayini imkansız olunca, herbiri için mehr-i müsemma ile mehr-i misilden az olanı vermek icabeder.»
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü bu, kadınların hakkını kesmek ve kesin olarak bilinen bir şeyin bir kısmını terk etmektir. Çünkü kadınların birinin nikâhının sahih olduğu şüphesizdir. Ona tam olarak mehri müsemma verilecektir. Bahusus müsemmalar bir olursa, o mehr-i müsemmayı tam olarak alacaktır. Şu da var ki, bundan ukr tayini imkânsız olmadığı şeklin hükmü bilinmez. Bilâkis zâhir olan, üstadımız hazretlerinin anlattığıdır ki, o da şudur: Kadınlardan hangisinin nikâhının sahih hangisinin fâsit olduğu bilinmediğine ve birine mehr-i müsemma diğerine ukr verileceğine göre, her ikisi yüzde yüz mâlûm olanı alarak dörtsurette onu aralarında taksim ederler. Mehr-i müsemmalarla mehr-i misiller bir oldukları vakit herbirine müsemmanın biriyle mehr-i mislin biri verilir. Yalnız müsemmalar bir olduğu vakit herbirine bir müsemma ve mehr-i mislin azı verilir. Yalnız müsemmalar değişik olduğu vakit herbirine müsemmanın azı ve mehr-i mislin biri verilir. Hem mehr-i müsemmalar, hem mehr-i misiller değişik olursa, herbirine iki müsemmanın azı ve iki mehr-i mislin azı verilir. Allahu a'lem.
METİN
Biriyle cima ederse hükmünün ne olacağı bundan anlaşılır. Mahrem kadınlardan ikisini bir nikâh altına toplamanın hükmü de böyledir. Sahibinin cariyesini, kölenin hanımefendisini nikâh etmesi haramdır. Çünkü mal olmak mâlik olmaya aykırıdır. Evet, sahibi bunu ihtiyaten yapsa iyi olur.
İZAH
«Bundan anlaşılır.» Yani cima ettiği kadına mehr-i müsemmanın yarısını ve mehr-i misille mehr-i müsemmadan hangisi azsa onun yarısını vermesi vâcip olur. Çünkü eğer bu kadın Önce nikâhlanmışsa, bütün müsemmayı ona vermek vâcip olur. Sonra nikâhlanmışsa, mehr-i misille mehr-i müsemmanın hangisi azsa onun yarısını vermek icabeder. Ve bunlardan herbirinin yarısını alır. Cima edilmeyen kadın için mehr-i müsemmanın dörtte biri verilir. Çünkü eğer onun nikâhı önce kıyılmışsa, kendisine mehr-i müsemmanın yarısını vermek icabetmez. Böylece yarım mehir ikiye verilir. H.
Ben derim ki: Şarihin bu söyledikleri Şurunbulâliyye'den alınmıştır. Bunu, kadınlardan biri ile cima ettiğine ve hangisinin nikâhının önce olduğunu bilmediğini ikrar ettiği hal ile kayıtlamak icabeder. Ama kadınlaların biriyle cima ettiğini beyan ederse, onun nikâhına hükmolunur. Nitekim bunu evvelce Dürerü'l Bihâr ve diğer kitaplardan nakletmiştik. Bu takdirde kadına bütün mehr-i müsemmasını vermek icabeder. Ve o adamdan diğer kadın ayrılır. Kadına bir şey de verilmez. Çünkü onun sonra nikahlandığı anlaşılmıştır. Binaenaleyh nikâhı bâtıldır. Yukarıda geçmişti ki, batıl nikahta mehir ancak cima ile vâcip olur.
«Mahrem kadınlardan ikisini ilh...» Burada Zeylâî'nin ifadesi daha güzeldir. O şöyle demiştir: «İki kızkardeş arasında zikrettiğimiz hükümlerin hepsi, bir nikâhta toplanmaları caiz olmayan haram kadınlarda da geçerlidir. »
«Sahibinin cariyesini nikâh etmesi haramdır.» Yani velev ki onun bir cüzüne mâlik olsun. Keza kadın kölesinden bir hisseden başka bir şeye mâlik değilse, hüküm yine budur. Fetih. Cevhere'de şu ziyade vardır: Keza karı-kocadan biri diğerinin bütününe veya bir kısmına mâlik olursa, nikâh fâsit olur. Fakat izinli köle ve müdebber karılarını satın alırlarsa nikâh fâsit olmaz. Çünkü onlar kadına akitle mâlik değildirler. Mükâtep de öyledir. O da karısına akitlemâlik değildir. Sadece kadında onun için milk hakkı sabit olur. Ebû Hanîfe, karısını muhayyer olmak şartıyla satın alan hakkında da böyle söylemiştir. Kadının nikâhı fâsit olmaz. Onun kaidesine göre. müşterinin muhayyerliği satılan malı milkine sokmaz.
«Çünkü mal olmak mâlik olmaya aykırıdır.» cümlesi her iki meselenin illettidir. Fetih sahibi diyor ki: «Zira nikâh ancak nikâhlanan iki şahıs arasında milkte ortak semereler vermek üzere meşru kılınmıştır. Bu semerelerden bazıları; nafaka, mesken, kasm (zevceler arasında adalet) ve izinsiz azl yapamamak gibi milkiyeti kadına mahsus olan şeylerdir. Bazılarının milkiyeti de erkeğe mahsustur. Kocaya teslimiyetin vâcip olması, evinde oturmak, başkalarından kaçmak bunlardandır. Bazılarının milkiyeti de aralarında ortaktır. Birbirlerinden istifade, cima, mübaşeret, çocuğun nesebi gibi şeyler bu kabiledendir. Mal olmak mâlik olmaya aykırıdır. Bunlar nikâh akdinin lâzımı olan şeye aykırıdır. Lâzıma aykırı olan şey, melzûme de aykırıdır. Bununla, "Kadının cariyelik cihetinden memlûk olması, nikâh cihetinden de mâlik olması caizdir." sözü itibardan sâkıt olur. Çünkü farz ve tahminimize göre nikâhın lâzımı bu söylediklerimizden herbirine tam bir şekilde mâlik olmaktır. Kölelik buna mânidir.
«Evet...» cümlesiyle şarih, "haramdır" sözünden muradın mutlak surette memnu demek olduğuna; bu kelimeden zihne gelen, üzerine günah terettüp edecek şekilde memnu mânâsı kasdedilmediğine işaret etmektedir. Aksi takdirde efendinin cariyesiyle evlenmesindeki mevhum işten münezzeh kalmak için haramı işlemek imkânsızdır. Yahut haramdır kelimesinden, semere veren şer'î akit yoktur mânâsı kasdedilir. Nitekim Fetih'ten yukarıda naklettiğimiz ibare buna işaret etmektedir. Cevhere'deki şu ifadenin mânâsı budur: «Keza Muzmerât'tan naklen Bahır'da bildirildiğine göre bundan murad, mehrin köle sahibinin zimmetinde sabit olması, âzâd edildikten sonra nikâhın bâki kalması ve kadının üzerine talâkın vâki olması gibi nikâh hükümleridir. Ama onunla, muhtemel olan haram cimadan nezih kalarak evlenirse bu güzeldir. Çünkü o kadının hür yahut başkasının âzâdlısı veya âzâdına yemin edilmiş de yemin eden dönmüş olması ihtimali vardır. Bu çok başa gelir. Bahusus cariye birçok eller değiştirmişse...»
Ben derim ki: Bahusus zamanımızda ganimet olarak alınan cariyeler... Çünkü ganimetin taksim edilmediği yüzde yüz mâlûmdur. Şu halde bu cariyelerde beşte bir sahiplerinin ve diğer ganimetçilerin hakları kalır. Şarihin cihad bahsinde Müftü Ebussud'dan naklettiği, "Zamanımızda Sultan tarafından umumi ihsan vâki olmuştur. Binaenaleyh beşte biri verdikten sonra bu cariyelerin cimalarının helâl olduğunda şüphe kalmaz." sözü bir şey ifade etmez. Şunun için ki, evvelâ umumi ihsan doğru değildir. Bu bâbta ister sultan beşte biri almayı şart koşsun, ister koşmasın fark yoktur. Çünkü bunda mukadder hisseleri iptalvardır. Nitekim bunu İmam Serahsî Siyer-i Kebir şerhinde belirtmiştir. ikincisi; onun zamanındaki sultanın ihsanda bulunması, bizim zamanımızda geçerli değildir. Üçüncüsü; o beşte biri vermekle şüpheyi nefyetmiştir. Mâlûmdur ki, zamanımızda askerden kimin eline bir şey geçerse onu alır. Beşte birini de vermez. Binaenaleyh cariyenin ganimetten alındığı bilinirse, akdin vâcip olması gerekir. Bundan dolayıdır ki Şâfiîlerden biri, "Bugün Rum'dan, Hint'den ve Türkistan'dan celbedilen cariyelerle cimada bulunmak haramdır." demiştir. Eşbâh sahibi bunu naklettikten sonra, «Ferclerde asıl olan tahrimdir.» kaidesi hakkında, "Bu takvadır: lâzım bir hüküm değildir. Çünkü hâli bilinmeyen cariye hakkında; küçükse elinde bulunan şahsa, büyükse cariyenin ikramına müracaat olunur. Hâli mâlûm ise işkâl yoktur." demişse de, bu söz ancak ganimetten alındığı bilinen cariyeden başkaları hakkındadır. Ganimetten alındığı bilinen cariye hakkında ise hüküm söylediğimiz gibidir. Lâkin şöyle denilebilir: İhtimâl bu cariyeyi kumandan satmıştır. Yahut askerden biri satmış da, kumandan satışını geçerli saymıştır. Böyle olmazsa Siyer-i Kebir şerhinde bildirilmiştir ki, gazinin taksimden evvel hissesini satması bâtıldır, âzâd etmesi gibidir. Lâkin cariyeye nikâh akdi yapmak şüpheyi kaldırmaz. Çünkü cariye ganimet olunca. ganimetçilerle beşte bir sahipleri arasında ortak olur. Ve kendisini tezviç etmesi sahih değildir. Şüpheyi kaldıran onu beytü'l-malın vekilinden satın almak yahut bir fakire tasadduk edilerek ondan satın almaktır. İnşaallah bu meselenin tamamı cihad bahsinde gelecektir.
METİN
Ama bunda görülüyor ki, cariyeyi beşinci kadın saymamak ve benzeri ihtiyatsızlıklar vardır. Vesenî bir kadım nikâh etmek bil icma haramdır. Kitabîye olup, gönderilen bir peygambere inanan, Allah tarafından indirilen bir kitabı ikrar eden kadını nikâh etmek ise sahihtir. Velev ki tenzilen mekruh olsun. Velev ki Mesih'in ilâh olduğuna inansınlar. Mezhebe göre onların kestikleri de helâldir. Bahır.
İZAH
«Ama bunda görülüyor ki ilh...» cümlesi Şurunbulâliyye'den alınmıştır.
«Ve benzeri»nden murad, cariyeye kasım lâzım gelmemesi, cariyenin boşanmaması, iddiasız çocuğunun nesebinin sabit olmaması gibi şeylerdir.
Lâkin âşikârdır ki, ona nikâh kıyılırken ihtiyat olan, ancak bunu milkin sahih olmaması ihtimali kuvvetli olduğu zaman yapmaktır. Tâ ki cima şüphe götürmeksizin helâl olsun. Bundan dolayı ona nikâh kıymaktan cariyeyi kendisine beşinci kadın ve benzeri saymaması lâzım gelmez. Bilâkis diyoruz ki, bunda da ihtiyat göstermesi gerekir.
"Vesenî" kelimesi 'vesen'e tapmaya nisbet edilmiştir. Vesen; cüssesi olan, yani insan suretinde ağaçtan, taştan veya gümüşten, cevherden oyulan heykeldir. Cem'i 'evsân' gelir. Sanem ise, cüssesiz surettir. Lügat ulemasından birçokları, aralarında böyle fark yapmışlardır. Bazıları aralarında fark olmadığını söylemiş; birtakımları da suretten başkasına ve sen denileceğini bildirmişlerdir. Binâye'de böyle denilmiştir. Nehir. Fetih'te beyan edildiğine göre;güneşe yıldızlara ve beğendikleri suretlere tapanlara Muattile (Allah'ın sıfatlarını inkâr eden fıkra), Zındıklar, Bâtıniler, İbahacılar da efsâne tapanlarda dahildir. Veciz şerhinde, "îtikat edenlerin kâfir sayıldığı her mezhep, evsâne tapanlarda dahildir." denilmiştir.
Ben derim ki: Bu Dürzîlere, Nusayrîlere ve Teyamine'ye de şâmildir. Onlardan da kız alıp vermek ve kestiklerini yemek caiz değildir. Çünkü semavî bir kitapları yoktur. Şarih nikâhlarının haram olması ifadesiyle, milki yeminle (yani cariye olarak) cimalarının da haram olduğunu anlatmak istemiştir. Nitekim gelecektir. Maksat, müslümana haram olmalarıdır. Çünkü Hâniyye'de, "Mecûsi ve vesenî olan kadın her kâfire helâldir. Bundan yalnız mürted müstesnâdır." denilmiştir.
"Kitâbî" kelimesini musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh harbiyeye, zımmîyeye, hürre ve cariyeye şâmildir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«Bir kitabı ikrar eden kadını nikâh etmek sahihtir.» Nehir'de Zeylâî'den naklen şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki, her kim semâvî bir dine îtikat eder de, Hz. İbrahim'in ve Şît'in sahifeleri, Dâvûd'un Zebur'u gibi Allah'tan indirilmiş bir kitabı olursa, o Ehl-i Kitap'tandır. Böylelerin nikâhla alınmaları ve kestiklerinin yenilmesi caizdir.»
«Velev ki tenzihen mekruh olsun.» Yani kadın zımmîye olsun, harbîyye olsun, nikâhla alınması tenzihen mekruhtur. Zira Bahır sahibi harbî olan kitâbîyenin keraheti tenzihiye olduğunu zâhir bulmuştur. Zımmîyyenin de öyle olacağı evleviyette kalır. H.
Ben derim ki: Bunu Bahır sahibi şöyle ta'lil etmiştir: «Kerahet-i tahrimiye için mutlaka bir yasaklama veya o mânâda bir şey bulunmalıdır. Çünkü o vâcip kuvvetindedir.» Yine Bahır'da beyan edildiğine göre; ulemanın harbîyye hakkında mutlak olarak kerâhet sözünü kullanmaları, ondaki kerahetin kerahet-i tahrimiye olduğunu ifade eder. Delilini müctehid bilir. Şu da var ki. ta'lil de bunu ifade eder. Fetih'te şöyle denilmiştir: «Kitâbî kadınlarla evlenmek caizdir. Ama evlâ olan, bunu yapmamak ve kestiklerini yememektir. Zaruret bundan müstesnadır. Harbî olan kitâbî kadınla evlenmek bilicma mekruhtur. Çünkü fitnenin kapısını açar. Ona aşık olur; bu da onunla birlikte dûr-ı harpte oturmayı gerektirir Çocuğu ehl-i küfrün ahlâkıyla ahlâklanmaya ve köleliğe mâruz bırakılmış olur. Bu şöyle olur: Kadın gebe iken esir edilir, çocuk köle olarak doğar. Velev ki müslüman olsun,» Evlâ olan yapmamaktır sözü, harbîyyeden başkaları hakkında kerahet-i tahrimiye ifade eder.
«Mezhebe göre» Yani müstesfa'ya muhalif olarak demek istiyor. Çünkü Müstesfa'da helâlolmak, "bunu îtikat ederlerse" diye kayıtlanmıştır. Şeyhü'l-İslâm'ın Mebsût'undaki şu ibare de ona uymaktadır: «Ehl-i Kitap, Mesih'in ve Üzeyir'in ilâh olduğunu îtikat ederlerse, onların kestiklerini yememek, kadınlarını nikâh etmemek vâcip olur. Fetvanın buna göre olduğu söylenir. Lâkin delile bakarak kestiklerin! yemek ve kadınlarını almak caizdir.» Bahır sahibi diyor ki: Bunun hâsılı şudur: Mezhep bunu mutlak bırakmaktır. Çünkü Şemsü'l-Eimme'nin Mebsût'ta zikrettiğine göre, hıristiyanın kestiği mutlak surette helâldir. İsterse, Allah üçün üçünsüdür desin, ister demesin fark etmez. Çünkü burada kitap ve delil mutlaktır. Fethu'l-Kadir sahibi bunu tercih ederek, Peygambere Allah diyenlerin, yahudilerle hıristiyanlardan iki taife olduğunu. bunların tamamen munkarız olup bittiğini, bununla beraber şirk lâfzı mutlak söylenildiği vakit şeriat dilinde Ehl-i Kitab'a yorumlanmadığını söylemiş; "Velev ki bir veya birkaç taife hakkında sahih olsun. Çünkü bundan Allah'la birlikte başka-sına yani bir peygambere ve kitaba tâbi olduğunu iddia etmeyen birine ibadet etmek murad edildiği mâlûmdur." denmiştir.
METİN
Nehir'de, "Mutezile taifesiyle nikâh alışverişinde bulunmak caizdir. Çünkü biz Ehl-i Kıble'den hiçbirini tekfir etmeyiz. Velev ki münakaşalarda hasmı ilzam için söylenmiş olsun." denilmiştir. Kitabı olmayan yıldızperest bir kadını nikâh etmek ve milk-i yeminle ona cimada bulunmak sahih değildir. Mecûsiyye ile vesenîye de öyledir. Bu cümle şerhin nüshalarından düşmüş, metnin nüshalarında mevcuttur. Ve yıldızperest cümlesi üzerine matuftur.
İZAH
«Nehir'de ilh...» ifadesi, Fethu'l-Kadir'den alınmıştır. Orada şöyle denilmektedir: «Mutezile'ye gelince: Vechin muktezası, onlarla nikâhlanmanın helâl olmasıdır. Çünkü hak, Ehl-i Kıble'nin tekfir edilmemesidir. Velev ki mubahaselerde ilzam için söylensin. Zarurat-ı diniyyeden olduğu kesin bilinen şeylere muhalefet edenler bunun hilâfınadır. Meselâ bu âlemin kadîm olduğunu söyleyenlerle, Allah cüz'iyyatı bilmez diyenler, muhakkık ulemanın açıkladıklarına göre tekfir edilirler.»
Ben derim ki: "Allah bizzat icabeder, Allah'ın ihtiyarı yoktur." diyenler de böyledir.
«Velev ki mubaheselerde ilzam için söylensin.» sözünün mânâsı, "Onlarla münakaşa ederken, mezheplerini reddetmek için Mutezile kâfirdir diye açık söylense bile, bundan murad, onların bu şöyledir demesinden küfür lazım gelir." demektir. Bundan onların kâfir olmaları lâzım gelmez. Çünkü mezhebe lâzım gelen şey mezhep değildir. Bir de onlar bu söylediklerini kendi îtikatlarınca ancak şer'î bir delil şüphesiyle söylemişlerdir. Velev ki hata etmiş olsunlar. Şu da var ki, onların halleri Ehl-i Kitap'tan aşağı değildir. Bilâkis Kütüb-i Semâviyye'nin en şereflisini ikrar ederler. Onlarla nikâh alış-verişinde bulunmanın helâlolmadığını söyleyen, herhalde îtikatları dolayısıyla onların mürted sayıldığına hükmetmiş olacaktır. Bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu, onların îtikadının aslıdır. Küfür olduğu teslim edilse bile, dinden dönmek sayılamaz.
Bahır sahibi şöyle diyor: «Bir kimse tekfir edildiği bir mezhebe îtikat eder de, bu önceden sahih itikatda bulunmadan oluyorsa, o kimse müşriktir. Sahih îtikat üzerine geliyorsa mürted sayılması gerekir» Bununla anlaşılır ki, Râfızî bir kimse Hz. Ali'nin Allah olduğuna yahut Cebrâil'in vahyi getirirken yanıldığına îtikat ederse, veya Ebû Bekr-i Sıddîk'ın Sahabî olduğunu inkâr eder yahut Hz. Aişe'ye iftira atarsa kâfirdir. Çünkü dinden olduğu bizzarure bilinen kesin delillere muhalefette bulunmuştur Hz. Ali'yi diğerlerinden üstün gören veya Ashab'a söven bunun hilâfınadır. O kâfir değil bid'atçıdır. Nitekim ben bunu, "Tenbîhü'l-Vülat Ve'l-hükkâm...» adlı kitabımda izah etmişimdir.
T E M B İ H : Ben mü'minim inşaallah diyen kimseyle nikâh alışverişinde bulunmak caiz değildir. Çünkü o kâfirdir denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu söz, onun îmanında şüphe ederek söyleyen hakkındadır diye yorumlanmıştır. Şâfiîler böyle bir şey söylemezler. Binaenaleyh onlara aramızda hiç şüphe etmeksizin nikâh alış-verişi caizdir.» Fetih sahibi bunu tahkîk etmiş ve, «Şâfiîler bununla can teslim ederken îmanı kasdederler. Nitekim bunu açıkça söylemişlerdir. Bu, istikbalde kendisinin yapacağı bir şeyi haber vermektir. Binaenaleyh ona Teâlâ Hazretlerinin, "Sakın bir şey için ben bunu yarın yaparım deme. İnşaallah dersen o başka." âyet-i kerîmesi taallûk eder. Şu kadar var ki, bize göre bu, evlânîn hilâfıdır. Çünkü böyle yerlerde meleke olsun diye nefsi kesin söylemeye alıştırmak, tereddüt edatını oraya sokmaktan daha hayırlıdır. Yani ben ölürken mü'min olur muyum olmaz mıyım diye tereddüt etmekten hayırlıdır.» demiştir.
«Kitabı olmayan yıldızperest bir kadın...» ifadesi, metinlerde zikredilen sâbienin iki tefsirinden biridir. Hidâye sahibi diyor ki: «Sabiîler bir peygamberin dinine inanır ve bir kitabı tasdik ederlerse, kadınlarını almak caizdir. Ehl-i kitap'tandırlar. Şayet yıldızlara taparlar da kitapları yoksa, onlarla nikâh alış-verişinde bulunmak caiz değildir. Zira müşriktirler. Bu hususta nakledilen hilaf, mezheplerinde şaşırıldığına yorumlanır. Herkes elinde olana göre cevap vermiştir. Kestikleri hayvanların hâli de buna göredir.» Yani onların kitabı olduğunu; lâkin kendileri müslümanın Kâbe'yi tâzimi gibi yıldızları tâzimde bulunduklarını söyleyen ve buna binaen kestikleri helâldir diyen İmam-ı Azam'la; onlar yıldızlara taparlar, binaenaleyh kestikleri helâl değildir diyen İmameyn arasında hilâf vardır. Fetih sahibi diyor ki: «Bunların tefsiri hususunda ittifak edilse, haklarında verilecek hükümde de ittifak edilirdi.» Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Hidâye'nin zâhirine bakılırsa, onlarla nikâh alış-verişinde bulunulması iki kayıtla menedilmiştir. Birisi yıldızlara tapmaları, diğeri kitapsız olmalarıdır. Şayet yıldızlarataparlar da kitapları varsa, onlarla nikâh alış-verişi caizdir. Bazı ulemanın kavli budur. Derler ki; yıldızlara ibadet etmek onları Ehl-i Kitap olmaktan çıkarmaz. Doğrusu şudur: Bunlar hakikaten yıldızlara taparlarsa Ehl-i Kitap değillerdir. Müslümanın Kâbeyi tâzimi gibi yıldızlara tâzimde bulunurlarsa Ehl-i Kitap'tırlar. Müctebâ'da böyle denilmiştir.» Bu izaha göre musannıfın, "kitabı olmayan" demesinin mânâsı yoktur. Lâkin yukarıda geçen, "Nasrânî bir kadın Mesih'in ilâh olduğuna îtikat etse bile helâldir." sözü bazı ulemanın kavlini te'yid eder. Nitekim bunu Nehir sahibi söylemiştir.
"Mecûsiyye", mecûse nisbet edilmiştir. Mecûsi, ateşe tapan kimselerdir. Bunların nikâhlarının -velev milk-i yeminle olsun- caiz görülmemesi dört mezhebin imamlarına göre ittifâkî bir meseledir. Davud-u zâhiri buna muhaliftir. Ona göre bunların kitabı vardı. Sonra kaldırıldı. Meselenin tamamı Fetih'tedir.
«Bu cümle şerhin nüshalarından düşmüştür.» demekle şarih vesenîleri tekrar ettiği için özür dilemekte ve atıf îhamını def etmektedir.
METİN
Hacc veya umre için ihramlı bir kadın velev ihramlı bir erkeğe olsun nikâh edilebilir. Bu cümle, yukarıda geçen, "kitâbiyye olup...» cümlesi üzerine matuftur. Dikkatli ol. Cariyenin nikâhı dahi velev kitabîyye yahut hürreye kudretle beraber olsun caizdir. Bize göre kaide şudur: Milk-i yeminle helâl olan her cima, nikâhla da helâl olur. Milk-i yeminle helâl olmayan cima, nikahla da helâl olmaz. Velev ki ihramlı kadının nikâhı tahrimen, cariyenin nikâhı tenzihen mekruh olsun. Cariye üzerine hürre almak da caizdir.
İZAH
«Yahut hürreye kudretle beraber...» Yani hür kadının mehir ve nafakasını vermeye kudreti olsa da cariyeyle evlenebilir.
«Kaide şudur.» Burada şöyle münakaşa edilebilir: «Hûr kadınla evlendikten sonra edinilen cariye ile milk dolayısıyla cima caizdir. Ama hür kadın üzerine nikâhla cariye almak caiz değildir.» T.
«Velev ki ihramlı kadının nikâhı tahrimen, cariyenin nikâhı tenzihen mekruh olsun.» Cariyenin nikâhının tenzihen mekruh olmasını Bahır sahibi Bedâyi'nin sözünden alarak zâhir saymıştır. Kuhistânî'de de öyledir. Ve bunu Mebsût sahibinin, "Ama evlâ olan yapmamaktır." sözüyle te'yid etmiştir. Kerahet-i tahrimiyye meselesini Mehir sahibi Fetih sahibinin sözünden anlamıştır. Ama bu anlayış yersizdir. Çünkü Fetih sahibi meselenin bize olan delilini zikretmiştir ki, o da Kütüb-i Sitte'nin İbn-i Abbas'tan tahriç ettikleri; "Rasulullah (s.a.v.) Meymune ile ihramlı iken evlendi, ihramdan çıktıktan sonra zifaf oldu." hadisidir. Üç mezhep imamlarının delilini de zikretmiştir. O da Buhârî'den maada hadis imamlarının rivayetettikleri. "İhramlı ne nikâh eder. ne de nikâh ettirir." hadisidir. "Ne de nikâh edilir." şeklinde okuyan hata etmiş olur. Bahır, Müslim'in rivayetinde, "Dünürlük de yapmaz." ziyadesi vardır.
Bundan sonra Fetih sahibi cevap vererek birçok vecihlerden birinciyi tercih etmiş, sonra muarazayı teslim etse bile ikinciyi ya ihramlı iken cimaya yahut delillerin arasını bulmak için kerahete yorumlanmıştır. Sebebi şudur: Çünkü ihramlı bir kimse nikâh akitlerine girişmekten meşguldür. Bu, onun kalbini ibadeti güzel yapmaktan meşgul eder. Zira bunda dünürlük, dilekler, davet ve toplantılar vardır. Nefsi cîma için uyandırır. İşte, "Dünürlük yapılmaz." buyurması buna yorumlanır. Peygamber (s.a.v.)'in mekruh olan bir şeyi yapmış olması lâzım gelmez. O bundan münezzehtîr. Onun hakkında hükmün başka olması da ihtimalden uzak değildir. Zira onun hakkında illet başka. bizim hakkımızda başkadır. Meselâ visal orucunu bize yasak etmîş kendisi tutmuştur.
Hasılı nikahtan murad cima ise, nikâh yapmamalı, zira nehy haram olduğunu bildirmek içindir. Bu kesin ve şüphesizdir. Nikâhtan murad akit ise, o zaman nehy kerahet içindir. Zikrettiği vecih kerahet-i tahrimiyye icabetmez. Aksi takdirde ihramlı bir kimsenin cariye ticareti de haram olur. Zira onda da kalbi meşgul etmek ve nefsi cimaya uyandırmak vardır.
«İşte dünürlük yapılmaz buyurması buna yorumlanır.» demesi de bunu te'yid eder. Şu da var ki, Dürerü'l Bihâr şerhinde nehyin tenzih için olduğunu açıklamıştır. Kenz'in, "Kitâbî, saibî ve ihramlı kadınlarla evlenmek helâldir." sözü de bu hususta açıktır. Çünkü tahrimen mekruh olan bir şey helâl değildir.
METİN
Bunun aksi sahih olmaz. Velev ki ümmü veled olsun. Velev ki hür kadının talâk-ı bâinden beklediği iddet içinde olsun. Cariyeye hürrenin üzerine müracaat ederse sahih olur. Çünkü milk bâkidir. Bir kimse bir akitle dört cariye ve beş hürre nikâh etse, cariyelerin nikâh» sahih olur. Çünkü beş kadının nikâhı bâtıldır. Hür bir adam için hür ve cariyelerden yalnız dört kadınla evlenmek caizdir. Fazlasını alamaz. Ama cariye olarak dilediği kadar alabilir. Bir adamın dört karısı ve bin cariyesi olsa, başka bir cariye satın almak dileğinde biri onu kınasa, o kimsenin küfründen korkulur. Adam cariyeyi satın almak istediğinde karısı kendîmi öldürürüm dese yine vazgeçmez. Çünkü yaptığı iş meşrudur. Lâkin karısını gücendirmemek için vazgeçerse sevaba girer. Çünkü hadiste, «Her kim benim ümmetîme acırsa, Allah da ona acır." buyrulmuştur. Bezzâziyye. Köle için bu sayının yarısı vardır. Velev ki müdebber olsun.
İZAH
«Bunun aksi sahih olmaz.» Yani ikisini bir akitle almak dahi caiz değildir. Belki cemide hür kadının nikâhı caiz olur, cariyeninki caiz olmaz. Nitekim bunu Zeylâî ve başkaları açıklamışlardır. Eşbâh'ta, "Helâlle haram bir yere gelirse" kaidesinde, ikisinin de bâtıl olduğubildîrilmişse de, bu kalem hatasıdır. Bir de cariyeyi hür kadın üzerine getirmenin haram olması, hür kadının nikâhı sahih olduğu zamandır. Hür kadına fâsit nikâhla zifaf olursa, onun üzerine cariye nikahlaması menedilemez. ŞurunbulâIiyye.
FER'Î BİR MESELE :Bir kimse sahibinin izni olmaksızın bir cariyeyle evlenir de zifaf olmadan bir de hür kadınla evlenirse, cariyenin sahibi ondan sonra razı olduğu takdirde o nikâh caiz değildir. Çünkü helâllik ancak razı olduğu vakit sübut burur. Ve yeni nikâh hükmünde olur. Binaenaleyh o adam hür kadın üzerîne cariye almış sayılır. Sahibi izin vermeden o cariyenin hür olan kızını olsa caiz olur. Çünkü nikâh-ı mevkuf helâl olmak hususunda yok hükmündedir. Binaenaleyh başkasının nikâhına mâni olamaz. Bunu Muhît'ten Bahır sahibi kısaltarak nakletmiştir.
«Velev ki hür kadının» sözü mübalâğa cümlesindendir. Yani velev ki dir. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
«Velev ki hür kadının» sözü mübalâğa cümlesindendir. Yani velev ki hür kadının iddeti içinde olsun.
«Talâk-ı bâinden» sözü ile imameyn'in hilâfına işaret etmiştir. Onlar bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Fakat ric'î talâkta caiz olmayacağına bütün imamlarımız ittifak etmişlerdir.
«Çünkü milk bâkidir.» Yani cariyenin nikâhına mâlik olması bâkidir. Çünkü talâk-ı ric'î ile cariye nikâhtan çıkmış değildir. Burada hür kadın cariye üzerine gelmiştir.
«Çünkü beş kadının nikâhı bâtıldır.» Bundan şu anlaşılır ki, hür kadınlar dört olsa nikâhları sahih olur; cariyelerîn nikâhı bâtıl olurdu. Nasıl ki hür kadınla cariyeyi bir akitle alırsa hüküm budur. Rahmetî'nin Hâkim'in Kâfî'sinden naklettiği söz bunu izah etmektedir ki, şöyledir: Bu meselenin esası şudur: Hür kadınların nikâhına bakılır: Eğer yalnız olsalar nikâhları caiz olacaksa bu nikâh caiz; cariyelerinki bâtıldır. Yalnız başına caiz değilse, onların nikâhı bâtıl; cariyelerin nikahı caizdir. O da, yalnız başkalarına olsalar nikâhları caizse kaydıyla mukayyeddir.
Ben derim ki: Bundan şu çıkarılır: Hür kadınlarla cariyelerin mecmuu dörtten ziyade değilse, nikâh sadece hür kadınlar hakkında caizdir. Az yukarıda, "Bunun aksi sahih olmaz." dediği yerde söylediklerimiz bunun tâ kendisidir.
«O kimsenin küfründen korkulur.» Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Ancak kocalarına yahut satın aldıkları kölelerine görünebilirler. Çünkü bunlar kınanmazlar." buyurmuştur. Bezzâziyye. Bunun muktezası şudur: Karısının üzerine evlenmesini kınarsa, o da bunun gibidir. Bahır sahibi aralarında fark görerek; «Hür kadınları bir nikâh altına almakta meşakkat vardır. Çünkü aralarında adalete riayet vâciptir. Cariyeleri bir nikâh altına toplamak bunun hilâfınadır. Çünkü ondan zihne gelen, o adama ârız olacak zulüm demişse de, nassınkarşısında bu sözün bir tesiri yoktur. Nehir. Yani nass iki taraftan kınamayı nefyetmiştir. Şöyle denilebilir: Cariye üzerine cariye almaktan zihne gelen, fiilin aslını kınamaktır. Başka kadın almayı kınamak bunun hilâfınadır. Çünkü ondan zihne gelen, o adama ârız olacak zulüm ve cefa korkusundan dolayı kınamadır. Fiilin aslından dolayı kınamak değildir. Binaenaleyh bu, Teâlâ Hazretlerinin, "Eğer adalet gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadınla yetinin." âyet-i kerîmesiyle amel etmek olur. Bahır sahibinin yaptığı farkın vechi budur. O bunu yalnız cariye almak dolayısıyla yapılan kınama hakkında ulemanın kavillerinden almıştır. Halbuki tahkîk şudur: Eğer kınamadan asıl fiili kasdediyorsa, yani sen çok çirkin bir iş yaptın derse, o adam her iki yerde kâfirdir. Ama kınaması; sen, terki senin için daha iyi olanı yaptın; çünkü bu işte nafaka husunda yorulacaksın; çoluk çocuk fazlalaşacak, aldığın cariyeyle veya yeni evlendiğin kadınla eşin zarar görecek mânâsına söylerse her iki yerde kâfir olmaz, her iki mânâdan bir şey mülâhaza etmeyerek söylerse yine her iki yerde küfretmiş olmaz. Lâkin ulema birincide küfründen korkulur demişlerdir. Çünkü ondan zihne gelen, asıl fiilden dolayı kınamasıdır. îkincide küfründen korkulmaz. Çünkü dediğimiz gibi zihne bunun hilâfı gelir. Buna zâhir olan budur. Allahu a'lem.
«Allah da ona acır.» Yani ona sevap verir, ihsanda bulunur demektir. T.
«Velev ki müdebber olsun.» Mükâteb ile ümmü veledin sahibinden başkasından olan oğlu da onun gibidir . Nitekim Ğaye'de bildirilmiştir . T .
METİN
Ona bundan maadası yasaktır. Onun cariye edinmesi asla helâl değildir. Çünkü kendisi talâktan başka bir şeye mâlik değildir. Zinadan gebe kalan kadını nikâh etmek sahihtir. Zinadan başka bir suretle gebe kalanı nikâh etmek sahih değildir. Çünkü onun nesebi sabittir. Velev ki bir harbîden veya bu işi ikrar eden efendisinden sabit olsun. Ama doğuruncaya kadar o kadınla cima ve cima mukaddimelerinde bulunmak haramdır. Bu cümle, birinci meseleye iattir. Tâ ki suyu başkasının ekinini sulamasın. Çünkü sac bundan biter.
FER'Î MESELELER: O kadını zina eden şahıs alsa, olması bilittifak helâl olur. Çocuk kendisinindir. Nafakası kendine lâzım gelir.
İZAH
«Ona bundan maadası yasaktır.» Yani köleye - velev ki mükâteb olsun - ikiden fazla kadınla evlenmek yasaktır. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Aslâ helal değildir.» Yani sahibi izin verse bile cariye edinemez.
«Çünkü kendisi...» Bu bâbta yalnız talâka mâliktir. Bu, kendi aleyhine ikrarda bulunmak gibi talâktan başka şeylere mâlik olmasına aykırı değildir.
«Zinadan gebe kalan kadını nikâh etmek...» Tarafeyn'e göre sahihtir. İmam Ebû Yusuf'a göre sahih değildir. Fetva Tarafeyn'in kavline göredir. Nitekim Muhît'ten naklen Kuhistanî'de bildirilmiştir. Timurtâşî bu kadına nafaka verilmeyeceğini söylemiştir. Bazıları nafaka verilir demişlerdir. Birinci kavil daha râci'dir. Çünkü cimaya mani kadından gelmektedir. Hayız bunun hilâfınadır. Çünkü o Allah, tarafından gelir. Bunu Fetih'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Zinadan başka bir suretle gebe kalanı nikah etmek sahih değildir. »
Bu söz, sahih veya fâsit nikâhtan gebe kalana, şüpheyle veya milk-i yeminle cima edilene, gebeliği müslümandan veya zımmîden yahut harbîden sabit olana şâmildir.
«Çünkü onun nesebi sabittir.» Kadın iddet içindedir, iddet bekleyen kadının nikâhı ise sahih değildir. T.
«Velev ki bir harbîden olsun.» İslâm memleketine hicret eden ve esir alınan kadınlar gibi kî, çocuklarının nesepleri harbîden sabittir. Ebû Hanîfe'den bir rivayete göre böyle bir kadının nikâhı sahihtir. Zeylâî sahih olmadığını doğrulamıştır ki, mutemet olan da budur. Fetih'te bunun zâhir mezhep olduğu bildirilmiştir. Bahır.
«Bu işi ikrar eden efendisinden sabit olsun.» Bu söz ile şarih, Hidâye'deki; "Bir kimse kendisinden hâmile kalan ümmü veledini evlendirse, nikâh batıl olur." ifadesinin çocuğu ikrar ettiği sürette yorumlandığına işaret etmiştir. Çünkü, "kendisinden hâmile kalan" demektir. Nehir sahibi diyor ki: «Tevşih'te, "Bu izaha göre efendisi cariyesinin gebe kaldığını anladıktan sonra çocuğun kendinden olduğunu itiraf etmeden evlendirse, nikâhın caiz olması gerekir. Ve çocuğu nefyetmiş olur." deniliyor. Ben derim ki: Buradan anladın ki, o kimse ümmü veledi olmayan hâmile bir cariyesini evlendirse caiz olur. Çünkü bendendir diye dâvâya bağlı olmayan yerde nefy sayılınca, buna bağlı olan yerde evleviyetle nefy sayılır.»
«Cima mukaddimelerinde bulunmak haramdır.» Bahır sahibi diyor ki:«Tarafeyn'in kavline göre cima mukaddimelerinin hükmü cima gibidir. Nitekim Nihaye'de belirtilmiştir.» Halebî, «Bahır'ın nafakalar bahsinde mukaddimelerin caiz olduğu bildirilmiştir. Düzeltilmelidir.» diyor.
Ben derim ki: Nafakalar bahsinde bildirilen şudur: «Küçük çocuğun karısına çocuğun babası nafaka verir de, sonra kadın doğurarak çocuğun zinadan olduğunu itiraf ederse, aldığı nafakadan bir şey iade etmez. Çünkü zinadan gebe kalmak cimaya mani ise de mukaddimelerine mâni değildir.» Ama şöyle fark yapılabilir: Buradaki suret, zinadan gebe kalıp da sonra evlendiğine göredir. Nafakalar bahsinde ise, karısı zinadan hâmile kaldığına göredir.
"Nafakalar bahsindeki söz İmam-ı Âzam'ın kavlidir. Buna delil, Bahır sahibinin burada İmameyn'in kavline göre demesidir." diye cevap vermek de mümkün değildir. Çünkü buradaki zamir Ebû Hanife ile İmam Muhammed'e râcîdir. Onlar nikâhın sahih olduğuna kaildirler. Ebû Yusuf ise aslından sahih olduğuna kail değildir.
«Bu cümle birinci meseleye aittir.» Aittir cümlesindeki zamir musannıfın, "Ama doğuruncaya kadar o kadınla cima haramdır." sözüne aittir.
«Çünkü saç bundan biter.» Bundan murad, biten saçın büyümesidir. Saçın bitmesi değildir. Onun için Tebyin ve Kâfî'de, "Çünkü bununla işitmesinin ve görmesinin keskinliği artar. Nitekim hadiste bildirilmiştir." denilmiştir. Bu onun hikmetidir. Yoksa murad, cimadan men etmektir. Çünkü Fetih'te şu ibare vardır: «Rasulullah (s.a.v.) Allah'a ve âhiret gününe îmanı olan bir kimseye, "Suyunun başkasının ekinini sulaması helâl değildir." buyurmuştur. Bundan, gebe kadınla cimayı kasdetmiştir. Bu hadisi Ebû Dâvud ile Tirmîzî rivayet etmiş; Tirmîzî, "Hasen bir hadistir." demiştir.» Şurunbulâliyye.
"Bilittifak"tan murad, üç imamımızın ittifakıdır. şu halde yukarıda geçen hilâf zina etmeyen hakkındadır. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda bildirilmiştir.
«Çocuk kendinindir.» Yani kadın çocuğu nikâhtan attı ay sonra doğurursa, çocuk o kimsenindir. Muhtaratü'n-Nevâzil. Nikâhtan sonra altı aydan daha azda doğurursa, nesebi sabit olamaz. O adama mirasçı da olamaz. Ancak o adam o çocuk bendendir diyerek zinadan olduğunu söylemezse, o zaman mirasçı olur. Zâhire bakılırsa bu, hüküm cihetinden böyledir. Diyanet cihetinden ise çocuğu iddia etmesi caiz değildir. Çünkü şeriat çocuğun nesebîni ondan kesmiştir. Artık onu kendisine nisbet etmesi helâl olamaz. Onun içindir ki, çocuğun zinadan olduğunu açıklasa, kazaen dahi nesebî sabit olmaz. Sadece açıklamazsa sabit olur. Çünkü geçmiş bir akitle yahut şüpheyle gebe kalması ihtîmali vardır. Bu da müslümanın halini salâha yormak içindir. Keza nikâhtan itibaren altı ayda doğurduğunda mutlak olarak nesebin sabit olması, akitten sonra gebe kalması ihtimalindendir. Akitten önceki hâli şişkînliktir, hâmilelik değildir. Nesebin isbatından mümkün mertebe ihtiyat gösterilir.