03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..HARAM MALLA HACC


Haram Malla Hacc 

METİN
Çünkü ileride geleceği vecihle o kimseye iki ibadetten biri vâcip olur. Eğer haccı tercih ederse, vücupla vasıflanır. Bazen haram olmakla da vasıflanır. Haram malla hacc böyledir. Kerahetle vasıflandığı da olur. İzni gereken kimseden izinsiz hacca gitmek böyledir. Nevâzil'de beyan edildiğine göre, çocuğun henüz sakalı bitmemişse, sakalı bitinceye kadar babası haccına mâni olabilir.
İmam Ebû Yusuf'a ve İmam-ı Azam'dan gelen iki rivayetin esah olanına ve İmam Malik'le İmam Ahmed'e göre, hacc fevren hemen ilk yıl farzdır.
İZAH
«İleride...» ihram bâbından az önce gelecektir.
«Haccı tercih ederse vücupla vasıflanır.» ve muhayyer vâcip kabilinden olur. Yani umreyi tercih ederse, o da vücupla vasıflanır. Şârih'in bunu söylememesi makam iktiza etmediği içindir. H.
«Haram malla hacc böyledir...» Bahır'da böyle denilmiştir. Bunu riya için yapılan haccla temsil etse daha iyi olurdu. Zira denilebilir ki: Haccın kendisi Mekan-ı mahsusu ziyarettir ve haram değildir. Haram olan, haram malı harcamaktır. Bunların arasında ise telâzüm yoktur. (Birinden diğeri lâzım gelmez.) Nasıl ki gasp edilen yerde namaz kılmak farz yerine geçer; haram olan, gasp edilen yerin meşgul edilmesidir; fiil namaz olduğu için haram edilmiş değildir. Çünkü farzın haramla vasıflanması mümkün değildir. Burada da öyledir. Zira haddi zatında hacc emredilmiş bir ibadettir. Haram olması, sarfiyat cihetiyledir. Galiba ona Haram demesi, malın haccda dahlü tesiri olduğundandır. Hacc, bedenin ameli ile maldan mürekkeptir. Nitekim yukarıda arz etmiştik. Onun için Bahır sahibi, «Hacca giden kimse helâl nafaka toplamaya çalışır; çünkü haram malla hacc kabul edilmez. Nitekim hadiste beyan buyrulmuştur. Bununla beraber haram malla farz sâkıt olur. Farzın sükutu ile kabul edilmemesi arasında zıddıyet yoktur. Kabul edilmediği için sevap verilmez; ama haccı terk edenlere verilen ceza da verilmez.» demiştir. Yani terk etmemek sahih olmaya dayanır ki, o da bütün şart ve rükünlerini yapmakla olur. Üzerine sevap terettüp eden kabul ise, malın helâl olması ve ihlâs gibi şeylere dayanır. Meselâ riya için namaz kılar veya oruç tutup gıybet ederse; fiil sahih, fakat sevabı yoktur. Allah'u alem!
«İzni gereken kimse...» hizmetine muhtaç anne veya babası gibi ki, onlar yoksa ninelerle  dedeler de ana - baba gibidirler. Malı olmayan borçlunun alacaklısı ve izinle olursa kefil de öyledir. Bunların izni olmazsa, hacca gitmesi mekruh olur. Nitekim Fetih'te böyle denilmiştir, Zâhirine bakılırsa, bu kerahet tahrimidir. Onun için Şârih "vücup" tabirini kullanmıştır. Bahır sahibi Siyer'den naklen, «Keza karısı ve nafakasını veren hacca gitmesini istemiyorsagitmesi mekruhtur.» cümlesini ziyade etmiştir. Zâhire bakılırsa bu, o yokken verecek nafakası olmadığına göredir. Bahır sahibi diyor ki: «Bütün bunlar farz olan hacc hakkındadır: Nâfile hacca gelince: Anne-babaya itaat mutlak surette evlâdır. Nitekim Mültekat'ta açıklanmıştır.»
«Sakalı bitinceye kadar mâni olabilir.» Yol tehlikeli ise, sakalı bitse bile gitmez. Bunu Bahır  sahibi Nevâzil'den nakletmiştir.
«Fevren» "hemen" demektir; ve mümkün olan ilk vakitte yapmaktır. Bunun mukabili İmam Muhammed'in, "Hacc terahî üzere farz olur." kavlidir. (Terahî, gecikmeli, mühletli demektir). Ama bunun mânâsı "gecikme mutlaka yapılmalı" demek değildir. "Hemen yapmak lâzım gelmez" mânasınadır.
«Mâlik'le İmam Ahmet» İmam-ı Azam üzerine atfedildiğine göre, Onlardan gelen rivayetlerin de muhtelif olmasını ifade eder. Dürerü'l-Bihâr Şerhi de bunu ifade etmektedir. Orada şöyle denilmiştir: "Bu kavil Ebû Hanife ile Mâlik ve Ahmed'den gelen rivayetlerin en sahihidir."
METİN
Binaenaleyh birkaç sene geciktirmekle şahitliği reddedilir. Çünkü onu geciktirmek küçük günahtır. Onu bir defa irtikâp etmekle fâsık sayılmaz; ancak ısrar ederse fâsık olur. Bahır. Bunun vechi şudur: Haccın tevri olması zannîdir; zira ihtiyat delili zannîdir. Onun için, gecikirse eda olacağında ulema ittifak etmişlerdir. Velev ki edadan önce ölmekle günahkâr olsun. Yine ulema, "Bir kimse haccetmeden malını telef etse, ödünç para alarak haccedebilir. Velev ki ödemeye kudreti olmasın. Bundan dolayı Allah'ın onu muahaze etmemesi umulur." demişlerdir. Yani "Kûdreti olduğu vakit ödemeye niyeti varsa" demek istemişlerdir. Nitekim Zahîriyye'de bu kaydedilmiştir.
İZAH
«Ancak ısrar ederse fâsık olur.» Buradaki istisna munkatıdır; lâkin ısrar ederse mânâsınadır. Çünkü ısrar bir defada dahil değildir. H. Sonra âşikârdır ki, fasık olmamaktan  günahkâr olmamak lâzım gelmez. O kimse günahkârdır; velev ki bir defa geciktirsin. İbn-i Nüceym'in Menâr Şerhi'nde Ekmel'in Takrir'inden naklen şöyle denilmiştir: «Israrın haddi, dinine aldırış etmediğini gösterecek şekilde tekrarlamasıdır ki, bununla büyük günah irtikâp edeceğini göstermiş olur.» Bu sözün muktezası, ısrarın bir sayı ile mukadder olmayıp reye ve örfe bırakılmış cimasıdır. Zâhire bakılırsa, o kimse iki defa ile ısrar etmiş olmaz; onun için "birkaç sene" demiştir. Şu halde ibn-i Nüceym'in Mültekâ Şerhi'ndeki, "Fâsık sayılır ve özürsüz birinci seneden geciktirmekle şahitliği reddedilir." sözü düzeltilmemiş demektir. Çünkü bu sözün muktezası, iki değil; bir defa ile ısrar hasıl olmasıdır.
«Bunun vechi şudur» Yani geciktirmenin küçük günah olmasının vechi şudur: Hemenhacca gitmek vaciptir. Çünkü delili -ki ihtiyattır- zanni olduğu için, acele gitmek de zannîdir. Zira geciktirmekte onu terk etmeye maruz bırakmak vardır. Bu ise kesin değildir. Şu halde geciktirmek kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olur. Haram olmaz. Çünkü haram olmak, mukabili olan farz gibi, ancak kesin delil ile sabit olur. Şârih'in söylediği ise, Bahır sahibinin günahları beyan için telif ettiğî risalesindeki şu sözlerine dayanmaktadır: «Bize göre her kerahet-i tahrimiyye küçük günahtır.» Lâkin orada, bazı kesin delille sabit olan şeyleri küçük günahlardan saymıştır. Meselâ zıhâr yaptığı karısı ile, kefaret vermeden cimada bulunmayı ve cuma ezanı zamanında alış veriş yapmayı bunlardan saymıştır.
«Gecikirse eda olacağında ittifak etmîşlerdir.» Yani kendisinden günah bil ittifak sâkıt olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Bazıları, "Murad, haccı geciktirme günahı değil, kaçırma günahıdır." demişlerdir.
Ben derim ki: Bunun söz götürdüğü meydandadır. Hattâ zâhire göre, doğrusu geciktirme günahıdır. Çünkü edadan sonra vaktini geçirmek diye bir şey yoktur. Fetih'te, "İmkân bulduğu ilk seneden geciktirmekle günahkâr olur. Ondan sonra haccederse günah kalmaz." denilmektedir. Kuhistânî'de şöyle denilmiştir: "Özürsüz başka seneye geciktirmekle, Şeyhayn'a göre günahkar olur. Meğer ki ömrünün sonunda olsun eda etsin, Bu, hilâfsız günahı giderir."
«Velev ki edadan önce ölmekle günahkâr olsun.» Bu, bilittifaktır. Nitekim Zeylâî'de bildirilmiştir. Şeyhayn'ın kavline göre, günahkâr olması açıktır. İmam Muhammed'in kavline göre de günahkârdır. Çünkü geciktirmekle, Ona göre günahkâr olmasa da bu ölmeden eda etmek şartı iledir. Eda etmeden ölünce, günahkâr olduğu meydana çıkar. Bazıları ilk seneden itibaren günahkâr olacağını söylemiş; birtakımları kendinde zayıflık gördüğü son seneden itibaren günahkar sayılacağını bildirmişlerdir. Muayyen bir vakitle hükmedilmeksizin günahkâr olacağını söyleyenler de vardır. Bunlar, "İlmi Allah'a kalmıştır." derler. Nitekim Fetih'te böyle denilmiştir.
«Ödünç para ile haccedebilir.» Bazıları, "Ödünç alması lâzımdır." demişlerdir. Nitekim Lübâbü'l-Menâsik'te böyledir. Molla Aliyyal-Kaarî buna yazdığı şerhte şöyle demektedir: «Bu kavil Ebû Yusuf'tan bir rivayettir. Ama zayıflığı meydandadır. Çünkü Allah Teâlâ'nın haklarını üzerine almak, kul haklarını yüklenmekten daha hafiftir.»
Ben derim ki: Eğer birinci kavildeki "velev ödemeye kudreti olmasın" sözünde, ödeyecek hiçbir imkanı olmadığını biliyorsa, bu itiraz ona da vârittir. Fakat halen kudreti olmadığını bilir de, çalıştığı takdirde ödeyebileceğine aklı keserse, itiraz vârit değildir. Zahire bakılırsa, Zahiriyye'nin zekât bahsindeki sözünden alarak, murad budur denilebilir. Orada şöyle denilmiştir: «Malı yok da zekâtı eda için ödünç almak isterse, çalışırsa ödeyebileceğine aklıkestiği takdirde ödünç alması efdaldir. Şayet ödünç alarak eda eder de, ölünceye kadar ödeyemezse, borcunu âhirette Allah Teâlâ'nın ödemesi ümit edilir. Eğer ödeyebileceğine aklı kesmezse, efdal olan, ödünç almamaktır.» Fakirlerin hakkı taallûk eden zekâtta hüküm bu olunca, haccda da böyle olacağı evleviyetle kalır.
METİN
Hacc, Müslüman, hür ve mükellef kimseye farzdır. Çünkü kafir eda hakkında îmanın furuu olan amellerle mükellef değildir. Biz bunu Menâr üzerine yaptığımız talikatta tahkik ettik.
İZAH
Musannıf burada haccın şartlarını izaha başlamıştır. Lübab sahibi bu şartları dört kısma ayırmıştır.
Birincisi, vücubunun şartlarıdır. Bunlar tamamen bulunursa hacc vâcip olur; tamamı bulunmazsa hacc vâcip olmaz. Mezkûr şartlar yedi olup şunlardır: İslâm, dâr-ı harpte olan Müslüman'ın haccın farz olduğunu bilmesi, buluğ, akıl, hürriyet, güç yetmesi ve vakit, yani hacc aylarında yahut memleketi halkının hacca gittikleri vakitte gitmesidir Bu gelecektir.
ikinci nevi, edasının şartlarıdır. Bunların tamamı vücup şartları ile birlikte bulunursa, o kimsenin bizzat haccı eda etmesi vâcip olur. Vücup şartları tahakkuk eder de, bunların bazısı bulunmazsa; bizzat edası değil, yerine bedel göndermesi veya ölürken vasiyet etmesi lâzım gelir. Bunlar şu beş şarttır: Vücut sağlığı, yol emniyeti, hapsedilmiş olmamak, kadının mahremi veya kocası bulunmak ve iddet beklememek.
Üçüncü nevi, edanın sahih olmasının şartlarıdır ki, dokuzdur: İslâm, ihram, zaman, mekan, temyiz, akıl, özür hali müstesna olmak üzere fiillerî Kenan yapması, cinsi münasebette bulunmaması ve haccı ihrama girdiği yıl eda etmesi.
Dördüncü nevi, haccın farz namına olmasının şartlarıdır. Bunlar da dokuzdur: İslam, İslam'ın ölünceye kadar devamı, akıl, hürriyet, buluğ, kudreti varsa bizzat eda etmesi, nâfileye niyet etmemiş olması, haccı bozmamak ve başkası namına niyetlenmiş olmamak. 
Hacc "Müslüman'a" farzdır. Kâfir, hacca götürecek mala sahip olsa da fakirledikten sonra Müslümanlığı kabul etse, bu imkânla kendisine bir şey lazım gelmez. Müslüman olduktan sonra imkân bulup haccetmemesi bunun hilafınadır; çünkü hacc boynuna borç olup kalır. Fetih. Bu söz, "hacc fevrîdir" diyenlere göre zâhirdir; fakat "mühletli farz olur" diyene göre zâhir değildir. Nehir.
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Çünkü "mühletli farz olur" diyene göre vücup, imkân bulduğu ilk seneden tahakkuk eder; yalnız, o sene eda etmekle, sonraya bırakmak arasında muhayyer bırakılır. Nitekim namaz da, vaktin evvelinde geniş olarak vâcip olur. Aksi halde vücup, ancak ölümden az önce tahakkuk etmek, sağlamken hacc farz olup da sonrahastalanan veya gözleri görmez olan kimsenin bedel göndermesi vacip olmamak, fazla geciktirip eda etmeden ölenin günahkâr olmaması lâzım gelir ki, bunların hepsi icmaa muhaliftir. Düşün!
«Hûr» kimseye farz olur. Müdebber olsun, mükâtep olsun köleye, bir kısmı âzâd edilmiş köleye ve izinli köleye - Mekke'de bile olsa - hacc farz olmadığı gibi; ümmü veled olana da farz değildir. Çünkü azık ve vasıtaya mâlik olmaya ehliyeti yoktur. Onun için Mekke'nin kölelerine farz olmamıştır. Fakir hakkında azık ve vasıtanın şart olması bunun hilâfınadır. Çünkü o ehliyet için değil, kolaylık içindir. Onun için Mekke'nin fakirlerine de vaciptir. Bu izahattan, köleye namazla orucun farz olması ile, haccın farz olmaması arasındaki fark anlaşılmış olur. Nehir. Bu fark, namazla oruçta ehliyet bulunması, hacc da ehliyet bulunmamasıdır. Maksat vücüp ehliyetidir. Aksi takdirde köle edaya ehildir ve yaptığı hacc nâfile olur. Nitekim gelecektir.
«Mükellef»ten murad, akıl bâliğ olan kimsedir. Çocuğa ve deliye hacc farz değildir. Bunamış kimse hakkında usûlde ihtilâf edilmiştir. Fahru'l-İslâm'a göre, çocuk gibi bunaktan da hitap sâkıttır. Binaenaleyh ona hiçbir ibadet farz olmaz. Debbûsî ise ihtiyaten muhatap olduğunu söylemiştir. Bahır. Biz bunak hakkında zekâtın başında söz etmiştik. Oraya müracaat et!
T E M B İ H : Bedâyi'de beyan olunduğuna göre, delinin ve aklı ermeyen çocuğun, haccı eda  etmeleri caiz değildir. Nasıl ki onlara farz da değildir. Başkaları ise, bunların haccının sahih olduğunu nakletmişlerdir. Lübab Şerhi'nde bu iki kavlin arası bulunarak; bir parça anlayışı olanla, hiç anlayışı olmayan arasında fark olduğu bildirilmiştir.
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Ara bulmak, birinciyi her ikisinin bizzat eda etmelerine; ikinciyi velinin yapmasına yorumlamakla olur. Valvalciyye ve diğer kitaplarda beyan edildiğine göre; çocuğa ve keza deliye, babası haccettirir. Çünkü onlar namına ihrama girmesi bizzat kendilerinin ihramı gibidir. Meselenin tamamı gelecektir.
«Tahkik ettik.» Orada söylediklerinin hulâsası şudur: Kâfirin, ibadetlerle mükellef olup olmaması hususunda üç mezhep vardır.
Birincisi, Semerkantlıların mezhebidir. Ona göre, eda ve inanç cihetinden muhatap değillerdir.
İkincisi, Buharalıların mezhebidir. Buna göre kâfirler yalnız îtikat ciheti ile muhataptırlar.
Üçüncüsü, Iraklıların mezhebidir ki, ona göre, her ikisi ile muhataptırlar ve her ikisinden dolayı ceza görürler. Şarih orada, "Mutemet olan da budur. Nitekim İbn-i Nüceym açıklamıştır. Çünkü nâsların zahirleri onlara şahittir; hilâfı tevîldir. Ebû Hanife ile eshabından bir şey nakledilmemiştir ki, Ona müracaat olunsun!" demektedir. Âşikârdır ki "eda hakkında" demesinden, yalnız îtikat hakkında füru ile muhatap oldukları anlaşılıyor. NitekimBuharalıların mezhebi de budur. Menâr sahibinin sahih kabul ettiği de budur. Lakin Şârih'in sözünde, buradakinin orada itimat etmiş olduğunu gösteren bir şey yoktur. Buradaki, mezhebin hilâfınadır deniliyorsa da söz götürür. Çünkü biliyorsun mezhep ulemasından bir nâss yoktur. Anla!
METİN
Haccın farz olduğunu, ya İslâm memleketinde bulunmakla; yahut âdil bir kişinin veya hâlleri gizli iki kimsenin haber vermeleri ile bilecektir. Hacının bedeni sağlam, gözleri görür olacak; hapiste olmayacak, haccdan men edecek bir sultandan korkusu bulunmayacaktır. Beden sağlığını koruyacak azığa, ve kendisine mahsus deveye mâlik bulunacaktır. Mutâd azık, et ve benzeri şeylerdir. Ekmek ve peynirle kaadir sayılmaz. Kendisine mahsus deveden murad, kudreti varsa mukatteptir. Aksi takdirde mehâraya kudreti olması şarttır.  
İZAH
«İslâm memleketinde bulunmakla» haccın kendisine farz olduğunu, bilsin bilmesin, orada Müslüman olarak yetişsin yetişmesin hacc farz olur. Bahır.
«Yahut âdil bir kişinin ilh...» sözü, dâr-ı harpte Müslüman olan hakkındadır. Böylesine, farz olduğunu bilmezden önce hacc farz değildir. Kaldı ki, bilmeden önce haccetse. Kutbî'nin Menâsik'înde inceleyerek anlattığına göre farz yerine geçmez. Bu söz münakaşa edilmiş ve, «Haccın farz yerine geçmesi için bilmek şart değildir. Nitekim buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldı. Bir de hacc farzı tayin etmeksizin mutlak niyetle sahih olur. Namaz böyle değildir. Şu da var ki hacc, İslâm memleketinde yetişen kimseden farz olduğunu bilmese bile sahih olur.» denilmiştir.
«Veya halleri gizli iki kimsenin» haber vermeleri ile bilinir. Bundan anlaşılır ki şart şahitliğin iki yarısından biridir; yani ya adet bulunacaktır yahut adalet. Nitekim Nehir'de bildirilmiştir.
"Hacının bedeni sağlam olacaktır." Yani seferde lazım olan şeylere mâni olacak dertlerden sâlim bulunacaktır. Binaenaleyh kötürüm, inmeli ve çok ihtiyar olup vasıta üzerinde kendiliğinden duramayacak kimselere körlere - yedek kimse bulunsa bile - ve sultandan korkusu olanlara bizzat haccetmeleri farz olmadığı gibi; İmam-ı Âzam'dan rivayet edilen zâhir mezhebe göre, bedel göndermek sureti ile de farz olmaz. Bu kavil İmameyn'den de bir rivayettir. İmameyn'den gelen zâhir rivayete göre, böylelerin bedel göndermeleri icap eder ve acizleri devam ederse, bedel onlara kâfidir. Aczleri kalmazsa, bizzat haccı tekrar ederler.
Hâsılı: İmam-ı Âzam'a göre ' sağlamlık ' vücubun şartlarından; İmameyn'e göre ise vücûb-u edasının şartlarındandır. Bu hilâfın semeresi, bedel göndermekle vasiyetin vâcip olması hususlarında zâhir olur. Bu, sağlamken hacca kaadir olamamakla kayıtlıdır. Eğer kudreti olur da, ' hacca ' diye yola çıkmadan âciz kalırsa, boynuna borç olarak kalır ve bedel göndermesilâzım gelir. ' Hacca ' diye çıkar da, yolda ölürse, vasiyet etmesi vâcîp olmaz. Çünkü icaptan sonra geciktirmiş değildir. Böyleleri bizzat haccetmeyi göze alırlarsa, üzerlerinden borç sâkıt olur. Tuhfe'nin zâhirine bakılırsa, İmameyn'in kavlini tercih etmiştir. İsbîcâbî de öyledir. Fetih sahibi de bunu kuvvetli bulmuş ve 'sağlamlığın' vücub-u edanın şartlarından olduğunu kabul etmiştir. Bu satırlar Bahır ve Nehir'den alınmıştır.
Lübab'da sahih kabul edilen kavlin muhtelif olduğu hikâye edilmiş; şerhinde ise, Nihâye sahibinin birinci kavle göre hareket ettiği bildirilmiştir. Bahr-ı Amîk sahibi, sahih mezhebin bu olduğunu; ikinci kavli ise Câmi Şerhi'nde Kâdıhan'ın sahihlediğini, içlerinde Kemâl b. Hümam da bulunmak üzere birçok ulemanın bunu tercih ettiklerini söylemiştir.
«Görür olacak» Burada, bildiğin gibi yukarıda geçen hilâf vardır.
«Hapiste olmayacak.» Bu, edanın şartlarındandır. Nitekim geçti. Zâhire göre, edasına kaadir olduğu bir hakkını vermediği için hapsederse, vücub-u eda ondan sâkıt olmaz.
TEMBİH: Lübab Şerhi'nde Şemsülislâm'dan naklen bildirildiğine göre, sultan ve sultan mânâsındaki emirler mahpusa katılırlar. Binaenaleyh bölgesinin kul hakkından hâlî olan malından hacc farz olur. Tamamı oradadır. Şüphesiz ki bu aczi ölünceye kadar devam ettiğine göredir. Aksi takdirde özrü kalktığı vakit bizzat haccetmesi vâcip olur. Bu şununla da kayıtlıdır: Evvelâ hacca gitmeye kaadir olup, sonradan âciz kalacaktır. Aksi takdirde, yukarıda zikredilen hilâfa göre onun namına bedel göndermek lâzım gelmez.
«Azığa ve bineğe mâlik bulunacaktır.» Bu cümle şunu ifade eder ki, hacc ancak yiyecek ile vasıta ücretine malik ise farz olur. İbâha veya emanet almakla olmaz. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Buna Şârih de işaret edecektir. Binek kendisine mahsus olacaktır. Başkası ile ortak bir vasıtaya mâlik olup, nöbetle binmeleri kâfi değildir. Lübab şerhi.
«Mukattep» Kâmus'ta "katepli" demektir. Katep, hörgücün iki yanına konulan küçük semerdir. H. "Mehâra" hevdece benzer bir nevi eğerdir. Kâmus. Yani öteki yanına oturacak bir ortak bulmak şartı ile onun bir yanına oturur. Nitekim Şâfiîler bunu açıklamışlardır. Gerçi Bahır'da, "Öteki yanına da eşyasını koyabilir." denilmişse de, Hayreddin Remlî bunu reddetmiştir. Lübab Şerhinde, "Zâmileye, yani mukattebe veya mahmelin yarısına binerek gider. Mihaffe ise, refah sahiplerinin çıkardığı modalardandır. Ona itibar yoktur." denilmektedir. Zâhire bakılırsa mihaffeden murad, zamanımızda "taht adı ile bilinen ve iki deve yahut iki katır arasında taşınan şeydir. Lâkin buna Şeyh Abdullah Afîf Mensek Şerhinde itiraz etmiş ve, «Bu, ulemanın, "Herkese, haline göre âdeten ve örfen uygun olana itibar edilir" sözüne aykırıdır. Bundan başkasına gücü yetmeyen hakkında hiç şüphesiz bu muteberdir. Mahmelle veya mukatteple gitmeye kaadir olsa bile  mazur sayılmaz, velev ki eşraftan veya servet sahiplerinden olsun.» demiştir.
METİN
Azık ve deve ile gitmek, uzaktan gelenlere vaciptir. Yürümeye kudreti olan Mekkeliye vacip değildir. Zira bu, cuma için camiye gitmeye benzer. Bu şunu ifade eder ki, deveden başka katır veya eşek gibi bir vasıtaya kudreti olsa, hacc vâcip olmaz. Bahır sahibi diyor ki: «Ama ben bunu açık olarak görmedim. Ulema sadece kerahet bulunduğunu açıklamışlardır.» Siraciyye'de, "Binekle hacca gitmek, yaya olarak gitmekten efdaldir." denilmektedir.
İZAH
«Vasıta uzaktan gelenlere vâciptir.» Hâsılı azık, yani yiyecek, Mekkeli de olsa herkese Iazımdır. Nitekim bunu birçok ulema açıklamışlardır ki, Yenabî ve Sirâc sahipleri bunlardandır. Şu halde Haniyye ile Nihâye'deki "Mekkeliye yiyeceği olmayan fakir bile olsa hacc lazımdır." ifadesi söz götürdüğünü İbn-i Hümam söylemiştir. Meğer ki bu sözden yolda kazanmak kastedile!
Deveye (vasıtaya) gelince: Yalnız uzaktan gelene şarttır. Yürümeye kudreti olan Mekkeliye şart değildir. Bazıları mutlak surette şart olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Mekke ile Arafat arası dört fersahtır. Onu herkes yürüyemez. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir. Lübab sahibi Mensek-i Kebîr'inde birinciyi sahih bulmuştur. Şarihi Aliyyü'l-Kâri ise bunu tenkit ile şöyle demiştir: «Kudreti olan nâdirdir. Hükümlerse, ekseriyete göre verilir. Mekkelinin sınırı, bizce mikatların içinden Harem'e kadardır. Nitekim Kirmani beyan etmiştir. Bu cidden ihtimalden uzaktır. Bilâkis zâhir olan Sirâc ve diğer kitaplardakidir ki, sınır o kimse ile Mekke arasında üç, günden az mesafe bulunmaktır. Bahr-ı Zâhir'de beyan edildiğine göre, kendisi ile Mekke arasında üç günlük veya daha fazla mesafe bulunan kimseye vasıta şarttır. Bundan aşağı olursa, yürüyebildiği takdirde vasıta şart değildir.» tamamı Lubab Şerhindedir.
TEMBİH: Lübab'da şöyle denilmektedir: «Uzaktan gelen fakir mikata ulaştı mı, Mekkeli gibi olur.» Şârihi diyor ki: "Yani yürümekten aciz değilse, onun hakkında sadece yiyecek ve vasıta şarttır. Uzaktan gelen zenginin de, mikatlardan birine vardığında binecek vasıtası bulunmazsa hükmü budur. Şu halde ' fakir' le kayıtlaması, vasıtaya kudreti olmadığı anlaşıldığı; bir de onun 'fakir olduğum için bana hacc farz değildir' zannederek nâfile hacca niyetlenmemesi taayyün ettiğini anlatmak içindir. Çünkü uzaklarda iken ona hacc farz değildi. Mekkeli gibi olunca farz olur. Eğer bu hacca nâfile olarak niyet ederse, kendisine hacc tekrar farz olur.» Kısaltılarak alınmıştır. Bunun benzeri, başkası namına hacc bâbında  anlatacağımız şu meseledir: Hacca memur olan şahıs Mekke'ye vardığında, orada kalması ve kendisine farz olan haccı da eda etmesi lâzım gelir. Çünkü hacca kâdir olmuştur. Bununla beraber inşaallah göreceksin ki bu iddia söz götürür.
«Cuma için camiye gitmeye benzer.» Yani cumada vasıta şart olmadığı gibi, bunda da şartdeğildir.
"Bu şunu ifade eder." Yani mademki 'râhile' tabirini kullanmıştır, başkasına kudreti olmakla ona hacc farz değildir. Rahile, hâssaten deveden olan vasıtadır. Hidaye ve şerhlerindekine uygun olan budur. Keza lügat kitaplarında, "Râhile, erkek olsun, dişi olsun deveden yapılan vasıtadır'" denilmektedir. Kuhistanî'de râhilenin tefsiri hakkında, "Kendini ve muhtaç olduğu yiyecek vesaire yi taşıyan hayvandır. Aslında yollara ve yüklere dayanıklı deve mânâsına gelir." denilmiş olması buna aykırı değildir. Çünkü deveden başka hayvan, insanı eşyası ile uzak mesafelere götüremez. Müctebâ'da Sabbağî Şerhinden naklen açıklandığına göre, bir kimse eşek kiralamaya muktedir olsa, nafakadan âciz sayılır. Söylenmesi gereken söz, Şâfiîlerden imam Ezruî'nin sözüdür. Ona göre Mekke ile arasında uzak değil de az bir mesafe bulunan kimse hakkında eşek ve katıra kudreti olmak muteberdir. Çünkü uzak mesafelere deveden başka hayvan dayanamaz. Sindi Mensik-i Kebir'inde, "Bu çok güzel bir ayrımdır. Ben bizim ulemamızdan da buna muhalefet eden görmedim. Bilakis muradları, bu ayrıma göre olsa gerektir." demekledir. Anla!
«Kerahet» yani kerahet-i tenzihiyye bulunduğunu açıklamışlardır. Nitekim mukabilinin efdal olması delili ile, Bahır sahibi bunu daha zâhir görmüştür.
METİN
Bununla fetva verilir. Mukattep, mehâradan efdaldir. Hulâsa'nın icâre bahsinde, "Deve yükü, iki yüz kırk batmandır; eşek yükü ise yüz elli batmandır." denilmektedir. Bunun zâhirine bakılırsa, katır eşek gibidir. Bir baba, oğluna, kendisi ile haccedilmeyen bir şey hîbe etse, kabulü vâcip olmaz. Çünkü vücup şartlarını elde etmek vâcip değildir. Bu da fukahanın ittifakı ile onlardandır. Usulcüler buna muhaliftir. Hacc aslî ihtiyaçlardan fazlasından vacip olur. Nitekim zekât bahsinde geçmişti. Ev ve tamiri de aslî ihtiyaçlardandır. Evi büyük olur da, bir kısmı kendine yeter; kalanı ile hacc edebilirse, fazlasını satması lâzım gelmez. Evet efdal olan budur. Bundan anlaşılır ki, evin bütününü satmak ve kirada oturmakla yetinmek evleviyetle lâzım değildir.
İZAH
«Bununla fetva verilir.» Vechi şu olsa gerektir: Bunda harcama fazlalığı vardır. Haccda ise bu maksuttur. Onun için başkası namına hacca gidenin, nafaka yettiği takdirde binekle gitmesi şart kılınmıştır. Hatta yaya giderse - velev ki emri ile olsun - öder. Nitekim Lübab sahibi bunu açıklamıştır. Lâkin Hacc bahsinin sonunda geleceği vecihle, bir kimse yürüyerek hacca gitmeyi nezrederse, esah kavle göre yayan gitmesi vâcip olur. Metinler buna göre yazılmıştır. Hidaye ve diğer kitaplarda bunun ta'lîli yapılmış ve şöyle denilmiştir: «O kimse kemâl sıfatı ile ibadet yapmayı iltizam etmiştir. Zira Peygamber (s.a.v.), "Her kimyürüyerek haccederse, Allah ona her adım için Harem hasenatından bir hasene yazar!" buyurmuş; "Harem haseneleri nedir?" denilince, "Bire yedi yüz kat verilen  sevaptır", buyurmuştur. Bir de böyle hacc, bedene daha meşakkatli gelir; onun için efdaldir.» Tamamı Câmi-i Hânî Şerhindedir. Fetih sahibi diyor ki: «Eğer, "Ebû Hanife yürüyerek hacca gitmeyi mekruh saymıştır. O halde nasıl kemâl sıfatı olur?" denilirse; biz de deriz ki: "O bunu ancak huysuzluğa sebep olması düşünülürse, kerih görmüştür. Meselâ yayan giderken oruçlu bulunur veya yürüyemezse mekruhtur. Aksi takdirde şüphesiz ki yürüyerek gitmek haddi zatında efdaldir. Çünkü tevazua daha yakındır..."» Bundan sonra, yukarıda geçen hadisi ve daha başkasını zikretmiştir.
Ben derim ki: Başkası namına haccetmeye gelince: İhtimal vechi şudur: Ölü iki meşakkatten biri olan beden meşakkatinden âciz kalıp, ancak ötekine, yani mal meşakkatine kaadir olunca, sanki maksut o imiş gibi olur ve onu kâmil olarak îfâ etmesi lâzım gelir. Onun içindir ki, bedel gidecek kimseyi emredenin evinden göndermek ve onun malından sarf etmek vâcip olur; onun namına başkasının teberruda bulunması kâfi değildir; zira maksudu bununla hâsıl olmaz. Düşünülsün!
«Mukattep mehâradan efdaldir.» Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle haccetmiştir. Bir de bu şekilde hacc riyadan daha uzak, hayvana daha hafiftir.
«Hulâsanın icâre bahsinde» ki sözü için Hayreddin Remlî şöyle demektedir: «Bunu Hulâsa sahibi Feteva's-Suğrâ'dan nakletmiştir. Ömrüme yemin ederim ki, bu, eşek hakkında eksiklik, deve hakkında insaftır; düşün! Cevhere'de beyan edildiğine göre, batman yirmi altı okıyyedir Bir okıyye, yedi miskaldir ki on dirhem eder. İki yüz kırk batman, bir vesk eder. Bu da aşağı yukarı bir Dimaşk kantarıdır.
«Zâhirine bakılırsa katır eşek gibidir.» Nehir'de böyle denilmiştir. Galiba seferde yük taşımak için hazırlanan kuvvetli eşeği kast etmiş olacak; çünkü o katır gibidir. Yoksa eşeklerin ekserisi katırlardan çok aşağıdır.
«Bir baba oğluna» keza oğlu babasına hîbe etse, kabulü vâcip olmaz. Halbuki bunlar birbirlerine minnet etmezler (başa kakmazlar). Bundan yabancının hükmü evleviyetle anlaşılır. Şarihin muradı, azık ve vasıtaya kudrette mutlaka milk lâzım geldiğini, bu işin ibâha ve ödünç almakla olmayacağını anlatmaktadır. Nitekim arz etmiştir.
«Bu da» yani zikri geçen azık ve vasıtaya kudret de, o şartlardandır. Usulcüler, "Bunlar vücubu edanın şartlarındandır." demişlerdir. Tamamı Bahır'da ve bizim Bahır üzerine yazdığımız derkenardadır.
«Nitekim zekât bahsinde geçmişti.» Yani atı, silâhı, elbiseleri, sanatının aletleri, evinin kilimleri gibi aslî hacetleri ve kendi borçları ile dostlarının borçlarını - velev tecilli olarak -ödemesi gibi lüzumlu şeyleri beyan etmişti. Nitekim Lübab ve diğer kitaplarda da beyan edilmiştir. Maksat, kul borçlarını ödemektir. Onun için Lübab'da da, "Eğer mal bulur da hacc ve zekât borcu olursa, o malla hacceder. Denilmiştir ki: Ancak mal kendisinde zekat farz olacak cinsten ise zekâta sarf edilir." ifadesi vardır.
TEMBİH: Sonradan çıkma akrabaya ve dostlara hediye getirme âdeti, aslî hacetlerden değildir. Bunu yapamadığı için haccı terk eden kimse mazur olamaz. Nitekim İmâdî Mensek'inde buna tembih etmiş; Şeyh İsmail de onu tasdikte bulunmuştur. Bazıları bunu ehl-i tahkiktan İbn-i Emîr Hâcc'ın Mensik'ine nispet etmişlerdir. Ebussuud Efendi ise Kirmânî'nin Mensik'ine nisbet etmiştir.
«Ev de aslî ihtiyaçlardandır.» Yani kendi oturduğu veya iskânı kendine ait bir kimseyi oturttuğu evi de aslî ihtiyaçlardandır. Bundan fazla ev, köle, ev eşyası, şer'î kitaplar ve arabiyyat gibi alet kitapları bunun hilafınadır. Tıp, astronomi ve benzerleri riyazî kitaplarla ise, onlara muhtaç olsa bile hacca kudret sabit olur. Nitekim Tatarhâniyye'den naklen Lûbab şerhinde beyan olunmuştur.
«Fazlasını satması lâzım gelmez.» Çünkü ihtiyaçta zaruri miktarı itibara alınmaz. Velev ki o kimsenin bir senelik yiyeceği olsun. Hacca yeterse, fazlasını satması lâzım gelir. Nitekim Lübab ve şerhinde beyan edilmiştir.
METİN
Keza elindeki para ile bir ev ve hizmetçi satın alsa, kalanı hacca yetmeyecekse, haccetmesi lazım gelmez. Hulâsa. Nehir'de beyan edildiğine göre, sanatı sermayenin devamına muhtaç ise, sermayenin kalması şarttır; muhtaç değilse şart değildir. Eşbâh'ta,  «Bir kimsenin elinde bin dirhemi bulunur da, bekârlıktan korkarsa, beldesi halkının hacca çıkmalarından önce ise, evlenebilir. Hacca çıktıkları vakitte ise, haccetmesi lazım gelir.» denilmektedir.
Hacc, çoluk-çocuğunun nafakasından artan malla vâcip olur. Bundan murad, dönünceye kadar nafakaları kendisine düşenlerdir. Çünkü kul hakkı önce gelir. Bazıları, "Döndükten bir gün sonraya kadar," birtakımları da "Bir ay sonraya kadar nafakaları kendisine düşenlerdir." demişlerdir. Selâmet galip olmakla, yol emniyeti de şarttır.
İZAH
«Haccetmesi lâzım gelmez...» Şarih bunu Hulâsa'ya nisbet etmekte Bahır ve Nehir'e uymuştur. Benim Hulâsa'da gördüğüm şudur: «Evî ve buna ait bir şeyi yok da, kendini hacca götürecek, bir ev ve hizmetçi alacak parası, kendine yetecek yiyeceği varsa, ona hacc vâcip olur. Bu parayı başka yere harcarsa günahkâr olur.» Lâkin bu hüküm, beldesi halkının hacca çıktıkları vakte mahsustur. Nitekim Lübab'da açıklanmıstır. O vakitten önce olursa, bu para ile dilediğini satın alabilir. Çünkü bu vücuptan öncedir. Nitekim aşağıda gelen evlenmemeselesinde de öyledir. Şarihin sözü buna yorumlanır.
«Sermayenin kalması şarttır.» Meselâ tüccarın, çiftçinin işi sermayeye bağlıdır. Nitekim Hulâsa'da bildirilmiştir. Sermaye adamına göre değişir. Bahır.
Ben derim ki: Murad, kendîne ve çoluk çocuğuna yetecek rızkı kazandıran sermayedir. Daha fazlası değildir; çünkü onun sonu yoktur.
«Eşbâh'ta» ki mesele, Ebu Hanife'den nakledilmiş olup, haccın evlenmeye tercihi hakkındadır. Bu tafsilâtı Hidâye sahibi Tecnîs adlı eserinde zikretmiştir. Hidaye'de onu mutlak olarak anmış ve onunla haccın kendine göre fevrî olduğuna istişhat etmiştir. Bu kavlin muktezası, haccı evlenmeye tercih etmektir. Velev ki evlenmek, şehvet fazlalığında vâcip olsun. Bu, İnâye'de açıklananın kendisidir. Hem bu takdirde o, aslî hacetlerdendir. Onun için İbn-i Kemal Paşa Hidâye, üzerine yazdığı şerhte, kendisine itiraz ederek, «Şehvetin şiddetlendiği halde evlenmek, bil ittifak hacca tercih edilir. Çünkü bunun terkinde iki şey vardır. Biri farzı terk etmek, diğeri de zinaya düşmektir. Ebû Hanife'nin cevabı, şiddetli şehvet olmadığı hale göredir.» demiştir. Yani zinanın tahakkuk etmeyeceği hâle mahsustur, demek istemiştir. Çünkü zina tahakkuk ederse, evlenmek farz olur. Zinadan korkarsa, evlenmek farz değil; vâcip olur. Bu takdirde, farz olan haccı ona tercih etmek gerekir.
"Hacc, çoluk-çocuğunun nafakasından artan malla vâcip olur." Bu hüküm aslî hacetlerde dahildir; binaenaleyh hâssı âm üzerine atıf kabilindendir. Bu ona verilen ehemmiyettendir. Nehir. Nafaka, yiyecek, giyecek ve meskene şâmildir. Gerek kendi nafakasında, gerekse çoluk-çocuğununkinde israf ve fazla kısıntı yapmaksızın ortayı itibara almak gerekir. Bahır. Yani mâlûm olan, kendi halinin ortalaması alınır; yoksa zenginle fakir nafakasının arası itibara alınmaz. Binaenaleyh Bahır'daki, "Zeycenin nafakasında ortayı itibara almak müftâbih kavle aykırıdır. Fetva, her ikisinin halleri itibar edileceğine göredir. Nitekim gelecektir inşaallah!" ifadesi vârit değildir. Çünkü oradaki 'Orta'dan murad, ikinci mânâdır. Bundakinden murad ise, birincisidir.
«Çünkü kul hakkı» şeriatın hakkından öncedir. Bu, şeriatın hakkı küçümsendiğinden değil, kul muhtaç olduğundandır. Şeriatın ihtiyacı yoktur. Görmüyor musun şer'î hadler bir araya gelir de, içlerinde kul hakkı da bulunûrsa, beyan ettiğimiz sebepten dolayı kul hakkından başlanır. Bir de şu var ki, her şeyde Allah'ın hakkı vardır. Bir araya gelen haklarda şeriatın hakkı öne alınırsa, kul hakları bâtıl olur. Câmi-i Sağîr'de Kadıhan böyle demiştir. Peygamber (s.a.v.)'in, "Allah borcu daha ileridir." hadisi, zâhire göre tâ'zim cihetinden daha ileridir mânâsınadır; tercih cihetinden değildir. Onun için diyoruz ki: Hacca gitmek için  ödünç para almaz; meğer ki ödemeye kudreti ola! Nitekim yukarıda geçti. Kez bir kimse canından veya malından yahut başkasının canından veya malından korktuğunda namazı bozabilir vesonraya bırakır. Meselâ ebe kadının, çocuğun ölmesinden korkması, körün çukura yuvarlanmasından korkutması, çobanın kurttan korkması ve emsali böyledir.
«Dönünceye kadar...» Yani döndükten sonra nafakanın kalması şart değildir. Zâhir rivayet  budur.
«Selâmet gâlip olmakla yol emniyeti de şarttır.» Fâkih Ebulleys bunu tercih etmiştir. İtimat bunadır. Deniz yolu ile gitmekten başka çare yoksa, haccın sakıt olup olmayacağında ihtilâf edilmiştir. Bazıları sükut edeceğini söylemiş; Kirmânî, "Gidilmesi âdet olan deniz yolunda selâmet gâlip görülürse hacc vâciptir. Aksi takdirde vâcip değildir." demiştir ki, esah olan budur. Bahır. Fetih sahibi diyor ki: «Öyle görülüyor ki, selâmetin galip görülmesi ile birlikte, korkunun galip görülmemesi de muteberdir. Hattâ yağmacılık olduğu ve eşkıyanın gâlip geldiği defalarca tecrübe edilmekle, korku gâlip görülür veya bir eşkıya taifesinin yolu kestiği, hem kuvvetli olduğu duyulur da, hacılar onların karşısında kendilerini zayıf hissederlerse, hacc vâcip olmaz.» Râzî'nin "Bağdatlılardan hacc sakıttır." diye verdiği fetvaya; İskâf'ın 636 yılında, "Ben haccın zamanımızda farz olduğunu söyleyemem." demesine ve Selcî'nin, "Horasanlılara falan seneden beri hacc yoktur." sözüne gelince: Bunlar yağmacılığın ve yolda korkunun gâlip olduğu vakitlerde söylenmiş sözlerdir. Sonra - Allah'a hamdolsun - bu korku kalmamıştır. Yol emniyeti o yer hacılarının yola çıktıkları vakit şarttır. Velev ki başka zamanlarda bulunmasın. Bahır. Lübab'dan naklen biz bunun vücûb-u edanın şartlarından olduğunu arz etmiştik. Lübab şerhi'nde bunun esah olduğu bildirilmiştir. Fetih sahibi de bunu tercih etmiştir. İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre, yol emniyeti haccın vûcubunun şartlarındandır. Şu halde birinci rivayete göre yol emniyeti yokken ölürse, haccı vasiyet vâcip olur. Emniyet sağlandıktan sonra ise, bil ittifak vasiyet vâciptir.Bahır.
METİN
Kul hakkı şeriatın hakkından önce gelir.
Kemâl'in tahkîkine göre, rüşvetle bile olsa yol emniyeti şarttır. Bahsin sonunda geleceği vecihle, bazı hacıların öldürülmesi özürdür. Acaba yolda alınan baç ve bekçi parası da özür müdür? Bu hususta iki kavil vardır. Mutemet olanına göre özür değildir. Nitekim Kınye ve Müctebâ'da beyan olunmuştur. Böyle olunca, zaruri ihtiyaçlarından artan malında bâç parası gibi şeylere kudreti olup olmadığını hesaba katar. Nitekim Tarablûsî'nin Menâsik adlı eserinde beyan edilmiştir.
İZAH
«Kemâl'in tahkiki...» şudur: Saffâr'ın, "Ben, yol kesiciler çıkalı, yirmi senedir haccın farz olduğuna kail değilim. Çünkü hacca ancak onlara rüşvet vermekle gidilebiliyor Ve taat günaha sebep oluyor." ifadesi söz götürür. Çünkü onların programında rüşvet almak yoktu. Onların halleri, insan öldürmeyi ve mal almayı helâl saymaktan ibarettir. Beldeleri alarak oralarda hacılar için pusu kurarlardı. Bir defa hacılara Mekke'de hücum ederek, Harem'de birçok insan öldürmüşlerdi. Kerhî'ye bunlardan korkarak haccetmeyen kimsenin hükmü sorulmuş da. "Çöl, âfetlerden sâlim kalmamıştır." cevabını vermiştir. Yani su az olduğu ve nehirler coştuğu için âfetlerden hâli kalmaz; demek istemiştir. Merhumun bu cevabı îcaptır ve şöyle yorumlanır: Kendisi ekseriyetle, hacıların bu adamların şerrinden kurtulacağı kanaatindedir. Rüşvet aldıklarını farz etsek, böyle yerlerde rüşvetin vebali alanadır; nasıl ki kaza bahsinde rüşvetin taksiminden mâlumdur. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
İbn-i Kemâl Paşa Hidaye üzerine yazdığı şerhinde Kemâl'e itiraz etmiş. "Kaza bahsinde zikredilen mutlak değil, veren muztar ve mecbur olduğuna göredir. Meselâ kendisi için veya malından dolayı vermek zorundadır. Kendi iltizamı ile verirse, veren de günahkâr olur. Sadedinde bulunduğumuz mesele bu kabildendir." demiştir. Nehir sahibi de Onu tasdikleşmiştir. Fakat Ebussuud Efendi kendisine cevap vererek, "Burada hacı, kendinden farzı ıskat için muztardır." demiştir.
Ben derim ki: Kınye ile Müctebâ'nın aşağıda gelen sözleri de bunu te'yîd etmektedir. Çünkü baç ve bekçi parası da rüşvettir. Halebi'nin Bahır'dan naklettiğine göre, böyle yerlerde rüşvet vermek caizdir. Ama ben bunu Bahır'da görmedim. Araştırılsın!
«Bazı hacıların öldürülmesi...»nden murad, ya her senedir; yahut ekseri yıllardadır ki, o zaman selâmet gâlip sayılamaz. H.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Zira selâmetin gâlip olmasından murad, herkes için değil, toplum içindir. Bu ise, ekserisinin veya birçoklarının öldürülmesi ile olur. Hırsızların büyük bir toplumdan birkaç kişiyi öldürmesine gelince: Bu husus, cemaattan ayrılmak sureti ile kendi kusurları ile olursa, orada selamet gâliptir. Evet, ölüm yol kesicilerle hacılar savaşırken meydana gelirse, korku galip olduğu takdirde bu bir özürdür. Çünkü yukarıda Fetih'ten naklettik ki, korkunun galip olmaması şarttır. Şu da var ki: Az yukarıda Kerhî'nin hacıları öldürmeyi helâl sayan yol kesiciler hakkındaki cevabını işittin. Keza susuzluktan ve nehirlerin coşmasından meydana gelen ölümler, hırsızların öldürmesi ile meydana gelenlerden kat kat fazladır. Bu özür olsa idi, hacc yalnız Mekke'ye yakın yerlerde olanlara hususi vakitlerde farz olurdu. Halbuki Allah Tealâ başka sebeplerde olduğu gibi, hacc seferinde de, ölme, öldürme ve hırsızlık olacağını bildiği halde, onu uzaklardan gelecek kimselere farz kılmıştır.
"Mutemet olan kavle göre özür değildir." Fetva buna göredir. Bunu Minhâc'dan Lübab şârihi nakletmiştir.
«Böyle olunca» Yani mutemet kavle göre özür sayılmayınca, bâç parası gibi şeyleri hesabakatar. Şârih bunu Tarablûsî'nin Menâsik adlı eserinden nakletmiştir. Lubab Şerhinde ise, Kırmâni'ye nispet olunmuştur.
METİN
Hür bir kadına - ihtiyar bile olsa - seferde akıl bâliğ bir koca veya mahrem lâzımdır. Velev ki köle veya zımmî yahut süt cihetinden mahremi olsun. 'Akıl bâliğ' kaydı, koca ile mahremin ikisine de şâmildir. Nitekim Nehir'de, inceleme neticesi beyan olunmuştur. Mürâhik, baliğ gibidir. Cevhere. Mecûsi ve fâsık olmayacaktır. Çünkü böylelerinden muhafaza beklenemez. Mahreminin nafakası kadına aittir. Çünkü onun namına hapsedilmiştir. Acaba kadına evlenmek lâzım mıdır? Bu hususta iki kavil vardır.
İZAH
«Hür» kelimesi, burada istidrak için zikredilmiştir. Çünkü sözümüz, kendisine hacc farz olan kimse hakkındadır. Hacc için hürriyetin şart olduğu evvelce geçmişti. Lâkin Şârih bununla şuna işaret etmiştir ki, bu makamdan anlaşılan, kadının kocasız veya mahremsiz sefere çıkamaması meselesi, hür olan kadına mahsustur. Cariye, mukâtebe, müdebbere ve ümmü veled olanlar yalnız da sefere çıkabilirler. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir. Lâkin Lübab Şerhi'nde, zamanımızda bunların yalnız başlarına sefere çıkmalarının mekrûh olduğuna fetva verildiği bildirilmektedir.
«Kadın ihtiyar bile olsa» yalnız başına sefere çıkamaz. Çünkü deliller, mutlaktır. Bahır. Şair, "Mahallede, her düşenin bir kaldıranı vardır. Ve her kesat için bir gün sürüm olur." demiştir. (Yani "ihtiyar kadının da peşinden giden ihtiyar zampara bulunur" demek istemiştir.)
«Seferde...» Yani üç gün üç gecelik yolda akıl bâliğ bir koca veya mahrem lâzımdır. Bundan az olursa, bir hacet için mahremsiz gidebilir. Bahır, İmam Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre, kadının bir günlük yola mahremsiz gitmesi mekruhtur. Zaman bozulduğu için fetvanın buna göre olması gerekir. Lübab şerhi, Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri şu hadis de bunu te'yîd eder: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir kadının, bir gün bir gecelik yola mahremsiz gitmesi helâl olmaz." Müslim'in bir rivayetinde, "bir gecelik yola"; diğer bir rivayetinde, "bir günlük yola" denilmiştir. Lâkin Fetih'te, "Mezhep birinci kavil olduğuna göre, kadınla Mekke arasında üç günlükten az bir mesafe bulunursa, kocası onu haccdan men edemez." denilmiştir. Bu ibaredeki "koca veya mahrem" tabirleri ile, aşağıda gelecek, "iddeti bulunmamak" kaydı, kadına mahsus iki şarttır. Diğer şartlar erkekle kadın arasında müşterektir.
Mahrem, akrabalık veya süt yahut damatlık dolayısı ile kadını ebediyyen nikâhına alamayan erkektir. Nitekim Tuhfe'de beyan olunmuştur. Zâhiriyye'de, 'zina ettiği' kadının  kızı da sayılmıştır. Çünkü o erkek ona mahrem olur. 'Bunda mahremiyetin haram cima ile vehürmet-i musaherenin sabit olduğu şeyle sübut bulduğuna delil vardır. Hâniyye'de böyle denilmiştir. Nehir. Lâkin Lübab Şerhinde şöyle denilmektedir: «Hidâye şârihi Kıvamüddin'in beyanına göre, zina sebebi ile mahrem olan erkekle, bazılarına göre kadın sefere çıkamaz. Kudûri bunu tercih etmiştir. Biz de bununla amel ederiz.» Dinde ihtiyat ve töhmetten uzak olan kavil de budur.
«Velev ki köle veya zımmî olsun.» "Köle" sözü, "koca" ile "mahrem" in ikisine de râcîdir. Zımmî ile süt ise mahreme mahsustur. Nitekim gizli değildir. H. Lâkin Ebussûd Efendinin, Bezzaziye'nin nafakalar bahsinden naklettiğine göre, zamanımızda kadın süt kardeşi ile sefere çıkamaz. Yani "Fesat galebe çaldığı için çıkamaz" demek istemiştir.
Ben derim ki: Bunu, Onunla baş başa kalmanın mekruh olması da te'yîd eder. Genç kaynana da böyledir. Binaenaleyh genç kaynanayı burada da istisna etmek gerekir. Çünkü sefer halvet (baş başa kalmak) gibidir.
«Nehir'de inceleme neticesi beyan olunmuştur.» ve "Mahremde şart koşulan şey, kocada da şart koşulmak gerekir. Mahremde akıl ve bulûğ şart koşulmuştur...» denilmiştir. Ancak Şârihin "bâliğ" kelimesini "akıl" dan sonra zikretmesi gerekirdi. Bu bahsi Kuhistânî, Tahâvî Şerhi'nden nakletmiştir. H.
«Mürâhik bâliğ gibidir.» cümlesi, sıfatların arasına girmiş bir itiraz cümlesidir. H. Mürâhik, bulûğa yaklaşan çocuktur.
«Mecûsi» sözü, mahreme mahsustur. Çünkü hacı kadının kocasının Mecûsi olması tasavvur olunamaz. H.
«Fâsık» kelimesi hem 'kocaya', hem 'mahreme' şâmildir. Lübab Şerhi'nde bu kelime, "aldırmayan utanmaz" diye kayıtlanmıştır.
«Böylelerinden muhafaza beklenemez.» Zira Mecûsi, mahrem ile evlenmeyi helâl îtikat ettiği için, kadına tecavüz etmesinden korkulur. Fâsıkın da Mürüvveti, kişiliği yoktur; velev ki koca olsun. Musannıf mahremin güvenilir bir kimse olacağını kaydetmemiştir. Çünkü anlattıkları buna hacet bırakmamıştır.
«Mahreminin nafakası kadına aittir.» Bu cümle ile kayıtlamasının sebebi şudur: Kocası da onunla beraber haccederse, onun nafakası kadına ait değildir; bilâkis kadının nafakası kocasına ait olur. Kocası beraberinde olmasa da Ebû Yusuf'a göre nafaka yine ona aittir. İmam Muhammed'e göre o kadına nafaka yoktur. Çünkü kendi fiili ile kendini kocasından menetmiştir. Sirâc. Onun namına hapsedilmiştir. Yani mahremi kendini o kadın için hapsetmiştir. Bir kimse kendini başkası için hapsederse nafakası ona ait olur.
«Bu hususta iki kavil vardır.» Bu iki kavil, koca ve mahrem bulunması vücubun şartı mı yoksa vücub-u edanın şartı mı olduğuna ibtina eder, Fetih sahibinin tercih ettiği, sıhhat veyol emniyeti ile birlikte vücub-u edanın şartı olmasıdır. Binaenaleyh hacca hastalık veya yol korkusu mâni olur: yahut kadına koca veya mahrem bulunmazsa, haccı vasiyet etmesi vâcip olur. Mahremi yoksa, kadının evlenmesi vâcip olur. Birinci kavle göre hiçbir şey lâzım gelmez. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir. H. Nehir'de şöyle denilmektedir: «Bedâyi sahibi, birinci kavli sahih bulmuştur. Nihâye sahibi ise Kadıhan'a uyarak ikinciyi tercih etmiş; Fetih sahibi de bunu kabul etmiştir.»
Ben derim ki: Lâkin Lübab sahibi, bu kadına evlenmek vâcip olmadığına kesinlikle hükmetmiştir. Halbuki kendisi mahrem veya koca bulunmasını edanın şartı kabul etmiştir.  Cevhere sahibi ile İbn-i Emîr Hâcc Menâsik'te bunu tercih etmişlerdir. Nitekim Musannıf bunu Minah adlı eserinde bildirmiş; «Bunun vechi şudur: Evlenmekle kadının maksadı hasıl olmuyor. Çünkü kocası ona mâlik olduktan sonra, onunla hacca gitmekten vazgeçebilir. O da kendini ondan kurtaramaz, çok defa da kocası ona uymaz; böylece ondan zarar görür. Mahreme böyle değildir. O kadına uyarsa, kadın onun nafakasını verir; uymazsa nafakasını keser ve haccdan vazgeçer.» demiştir.
METİN
Kadının kölesi, kendisine mahrem değildir. Kocası, kadını farz olan haccı edadan men edemez. Kadın mahremsiz haccederse kerahetle caiz olur. Kadının mutlak surette iddet için de olmaması şarttır. Yani hangi iddeti olursa olsun, bekler olmamalıdır. İbn-i Melek. Kadının seferine mânî olan iddetin vâcip olması için, beldesi halkının hacca gittikleri vakit itibara alınır. Sair şartlar da öyledir. Bahır.
İZAH
«Kadının kölesi kendisine mahrem değildir.» Yani aleti kesilmiş veya enenmiş bile olsa yine mahrem olmaz. Çünkü kadının nikâhı ona ebedî değil, kölesi bulunduğu müddetçe haramdır.
"Kocası kadını... men edemez." Yani yanında mahremi varsa men edemez; mahremi yoksa men edebilir. Nasıl ki farz olmayan haccdan men edebilir. Velev ki kendi fiili ile vâcip  olsun. Nitekim nezir hacc böyledir. Keza hacc için ihrama girip de, vaktini geçirir ve umre yaparak ihramdan çıkarsa, o haccı ancak kocasının izni ile kaza eder. Mikatı ihramsız geçtikten sonra Mekke'ye girerse, yine kocasının izni ile mikata döner. Çünkü kocanın hakkını kadın kendi fiili ile men edemez; o, farz olan haccda Allah'ın vâcip kılması ile men edilir. Rahmetî. Kocası mâlik olduğu hususta men ederse, kadın muhsara (men edilmiş) olur. Nitekim inşaallah bâbında gelecektir.
«Kadın mahremsiz haccederse kerahetle caiz olur.» Bu kerahet, tahrimidir. Çünkü Sahîhayn'ın rivayet ettikleri bir hadiste bu yasaklanmış; "Bir kadın üç günlük yolamahremsiz gidemez." buyrulmuştur. Müslim'in bir rivayetinde, "Veya kocasız gidemez." ifadesi vardır. T.
«İddet içinde olmaması şarttır.» Yani iddet içinde bulunursa, ona hacc, farz değildir. Nitekim Mecmû Şerhi ile Lübab'da beyan edilmiştir. Lübab şârihi diyor ki: "Bu söz bunun vücubunun şartı olduğunu gösterir. Ama İbn-i Emîr Hâcc, onun edanın şartı olduğunu söylemiştir ki, bu daha zâhirdir."
«Kadının seferine mani olan iddetin...» seferi esnasında başına gelen iddette ise ric'î talâkla boşarsa, kocası yanından ayrılmaz. Bâin talâkla boşarsa, memleketi ile Mekke arası her ikisinde sefer mesafesinden az olduğu takdirde kadın muhayyerdir; Birine sefer mesafesi, ötekine daha azsa, az olana gitmesi taayyün eder. Her ikisi sefer mesafesi ise, kadın o anda bir şehirde bulunduğu takdirde, iddeti bitinceye kadar orada kalır; mahrem bulsa bile oradan çıkmaz. İmameyn buna muhaliftirler. Kadın köyde veya ovada olup, kendini emniyette görmüyorsa, emin olacağı bir yere gidebilir; ve iddeti bitinceye kadar oradan çıkmaz. İmam-ı Âzam'a göre velev ki mahremi bulunsun. İmameyn buna muhaliftirler. Fethu'l-Kadir'de böyle denilmiştir.
«Beldesi halkının hacca gittikleri vakit itibara alınır.» Velev ki hacc aylarından önce olsun. Çünkü mesafe uzaktır. T. Sair şartların da o vakit bulunmaları muteberdir.
T E T İ M M E : Lübab sahibinin Mensik-i Kebir'inde beyan ettiğine göre, şartlardan biri de yürüme imkânıdır. Bundan maksat mutad yürüyüşle hacca gidecek vakit kalmaktır. Şayet her gün veya bazı günlerde bir konaktan fazla yol almaya muhtaç olursa, hacc vâcip değildir. Lübab şârihi, farz namazları, vakitlerinde eda edebilmenin de şartlardan olduğunu söylemiştir. Kirmâni diyor ki: "Zira başka bir farzı kaçırmak sureti ile bir farzı meşru kılmak hikmete layık değildir." Tamamı oradadır;
METİN
Aklı eren bir çocuk ihrama girse, yahut onun namına babası ihramlansa muhrim olur. Babasının, onu önceden soyarak bir örtü ve kaftan giydirmesi gerekir. Mebsût. Bunun zâhiri gösteriyor ki, aklı erdiği halde babasının onun namına ihrama girmesi sahihtir. Aklı ermeyen çocuk namına girmesi ise evleviyetle sahih olur.
Vakfeden evvel çocuk bulûğa erse, yahut bir köle ihrama girerek vakfeden evvel âzâd olsa da her biri ihramlı olarak hacca devam etseler, farz haccları sâkıt olmaz. Çünkü bu yaptıkları nâfile olmuştur. Çocuk Arafat'ta vakfe yapmadan ihramı yenileyerek farz hacca niyet ederse, kâfidir. Ama köle bu zikredilen yenilemeyi yaparsa ona kâfi gelmez. Çünkü lâzım olarak mün'akittir. Çocuk, kâfir ve deli bunun hilâfınadır.
İZAH
«Yahut onun namına babası ihramlansa muhrim olur.» Maksat, nesep itibarı ile en yakınıdır. Baba ile kardeş bir arada bulunsalar, baba ihramlanır. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Zâhire bakılırsa bu, evleviyetin şartıdır. Lübab ve Şerhi.
«Giydirmesi gerekir.» Lübab ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Velisi, çocuğu, dikişli elbise giymek ve koku sürünmek gibi ihram yasaklarından koruması gerekir. Ama bunları çocuk kendiliğinden irtikâbederse, ikisine de bir şey lâzım gelmez.»
«Bunun zâhiri gösteriyor ki...» Yani Mebsût'un sözünün zâhiri, yahut babasının onun namına ihrama girmesi gösteriyor ki demektir. Lâkin bunu Lübab'ın, "Çocuğun bizzat yapabildiği her şeyde niyabet caiz değildir." sözü ile birlikte düşün! Kezâ Ustruşnî'nin Cami'inde Zahire'den naklettiği şu sözü düşün: «İmam Muhammed Asıl adlı kitabında şöyle demiştir: Kendisi namına babası hacceden çocuk, hacc fiillerini kaza eder ve şeytan taşlarını atar. Bu, iki surette olur. Birincide çocuk kendiliğinden edayı akıl etmez. Bu vecihte onun namına babası ihramlanırsa caizdir. Eğer bizzat edayı akıl ederse, bâliğin yaptığı gibi bütün fiilleri kaza eder.» Bu ifade, babasının ihramı ancak çocuk akıl etmediği zaman sahih olacağı hususunda açık gibidir.
«Vakfeden evvel...» haccları sâkıt olmayınca, vakfeden sonra da evleviyetle sâkıt olmaz.
«Çünkü nâfile olarak mün'akittir.» Kıyasa göre, vakfe halinde farz hacca niyet ederse farz  yerine geçmeli idi. Çünkü ihram şarttır. Nasıl ki çocuk yıkanır da, sonra bulûğa ererse, o temizlikle farzı eda etmesi sahih olur. Şu kadar var ki, ihramın rükne benzerliği vardır; zira niyete şâmildir. Bunu tekrarlamayınca sahih olmaz. Nasıl ki bir namaza başlar da, sonra bulûğa ererse, niyetini yenileyip farza çevirirse, kıldığı farz yerine geçer. Aksi takdirde geçmez. Lübab şerhi.
"İhramı yenileyerek farz hacca niyet ederse kâfidir" Bu, mikatlardan birine dönerek, hacc için telbiye yapmakla olur. Nitekim Mülteka şerhi'nde böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa, dönmek şart değildir. Çünkü ihramı mikattan yapmak sadece vâciptir. Nitekim gelecektir. T.
«Arafat'ta vakfe yapmadan...» deniliyor ki, Mübteğâ'nın ibaresi şöyledir: «Çocuk veya deli yahut kâfir ihrama girer de, sonra bulûğa erer veya deli ayılırsa, hacc vakti bâki olduğu takdirde, ihramı yenilerlerse, farz hacc yerine onlara kafidir.» Bunun muktezasınca, "vakfe yapmadan önce" ifadesinden murad, vakti geçmezden önce demektir. Nitekim Molla Aliyyü'l-Kâri, Vikâye ve Lübab üzerine yazdığı şerhinde bu tabiri kullanmıştır. Lâkin Kadi İyâz, Lübab üzerine yazdığı şerhinde Şeyh Hasan el-Uceymî el-Mekkî'den nakletmiştir ki, bundan murad, Arafat'ta bulunmaktır. Hattâ zevâlden sonra orada bir lâhza durur da bulûğa ererse, vakfe zamanı bâki bile olsa, yenilemesi gerekmez. Abdullah el-Afîf Mensik'inin»Şerhi'nde bunu Peygamber (s.a.v.)'in şu hadisi ile te'yîd etmiştir: «Her kim Arafat'ta gecenin veya gündüzün bir saatinde durursa haccı tamam oldu demektir.» Şeyh Abdullah diyor ki: "Zamanımızda bu meselede ihtilâf edildi. Bazıları vakfe başladıktan sonra ihramı yenilemesinin sahih olduğuna, bazıları sahih olmadığına fetva verdiler. Ama bu hususta açık bir delil göremedik." Kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki: Musannıf'ın sözünden anlaşılan, Dürer'e uyarak "vakfesinden önce" sözü ile,  vakfenin, vaktini değil; haki katını kast etmiş olmasıdır. O, Uceymî'nin sözünü te'yîd etmektedir.
«Ona kâfi gelemez.» Yani köleye bu yemleme, farz hacc yerine geçmez. T. Çünkü onun ihramı lâzım, nâfile olarak mün'akittir. Artık ondan çıkmasına imkân yoktur. Bahır. "Çocuk"  bunun hilâfınadır. "Zira onun ihramı lâzım değildir. Üzerinde lüzum ehliyeti yoktur. Onun için haccdan men edilip ihramdan çıkmış olsa, ne ceza kurbanı lâzım gelir; ne de kaza. Yasakları irtikâbından dolayı ona bir ceza yoktur. Fetih. "Kâfir" de bunun hilâfınadır. Yani kâfir ihrama girer de sonra Müslüman olursa, farz olan hacc için ihramını yenilediği takdirde, bu ona kâfi gelir. Çünkü ehliyeti olmadığı için, onun ilk ihramı mün'akit olmamıştır. Bunu, Tahtâvî Bedâyi'den nakletmiştir.
«Deli» de bunun hilâfınadır. Yani onun namına velisi ihrama girer de sonra ayılarak vakfeden önce ihramı yenilerse, farz hacc yerine kâfi gelir. Lübab şerhi. Zâhîre'de bildirildiğine göre, Asıl'da İmam Muhammed, "Çocuk hakkında babası onun namına ihrama girebilir diye gördüğün her cevap, deli hakkında da cevaptır." demiştir. Valvalciyye'de ihsar ba'bından önce şöyle denilmektedir: Çocuk da öyledir. Ona babası hacc ettirir. Deli de öyledir. Babası onun namına hacc fiillerini yapar; taşlan atar. Çünkü bunlar, acizken babalarının onlar namına ihrama girmesi, kendilerinin girmesi gibidir.» Makdisî Şerhi'nde de Bahr-ı Amîk'ten naklen şöyle denilmektedir: «Müslüman deliye hacc yoktur. Bizzat haccederse sahih olmaz. Lâkin onun namına velisi ihrama girer.»
Bu nakiller, deli için çocukta olduğu gibi, velisinin ihrama gireceği hususunda açıktır. Bununla Bahır'daki şu ifade defedilmiş olur: «Delinin bizzat ihrama girmesi nasıl tasavvur edilebilir? Velisinin onun namına ihrama girmesi ise açık bir nakle muhtaçtır.» O, çocuk gibidir demek istiyor. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...