03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..HACClN SADAKADAN EFDAL OLDUĞU;



METİN
Mükâtep cariye de öyledir. Hâlis cariye bunun hilâfınadır. Meğer ki sahibi cariyesine izin vermiş olsun. Bu takdirde kocası ona mâni olamaz.
FER'Î MESELELER:
1) Zenginin haccı fakirin haccından efdaldir.
2) Farz hacc, anneye-babaya itaattan evlâdır. Nâfile hacc bunun hilâfınadır.
3) Kışla yaptırmak nâfile haccdan evlâdır. Sadaka hakkında ihtilâf edilmiştir. Bezzâziye'de haccın efdal olduğu tercih edilmiştir. Çünkü haccda hem mal, hem beden hususunda meşakkat vardır. Ebû Hanife, haccettiği vakit meşekkatı gördüğünde bununla fetva vermiştir.
4) Cuma günü yapılan vakfe için yetmiş hacc meziyeti vardır. O vakfede her ferdin günahları vasıtasız affolunur.
İZAH
«Mükâtep cariye de öyledir.» Çünkü bir vecihten hür olmuş sayılır.T.
«Hâlis cariye bunun hilâfınadır.» Ona izin verdikten sonra dönebilir. Çünkü cariyeye menfaatlerini temlik etmiştir. Menfaatler ise temlik edilemez. Binaenaleyh söz efendisinindir. T. Lâkin dönmesi mekruhtur. Nitekim geçmişti.
«Kocası ona mâni olamaz.» Çünkü cariye, evlendikten sonra dahi sahibinin tasarrufundadır. Sahibi onu hizmetinde kullanabilir. Kocasıyla başbaşa bırakması vâcîp değildir. T.
«Zenginin haccı fakirin haccından efdaldir.» Çünkü fakir, farzı Mekke'den eda eder. Oraya gitmek hususunda gönüllü sayılır. Farzın fazileti ise tetavvuun faziletinden daha çoktur. Bunu Halebî Minah'tan nakletmiştir. Ama bu, Tahtâvî'nin dediği gibi ancak farz olan haccda, bir de her İkisi mikâttan ihrama girdiklerinde meydana çıkar. İkisi de memleketinde ihrama girerlerse, gitmenin vücubunda müsavi olmuşlardır.
«Farz hacc anneye-babaya itaatten evladır.» Çünkü Hâlik'a (Allah'a) ma'siyet olan yerde mahlûka itaat yoktur. Lâkin bu, onun yolculuğu sebebiyle helâk olmayacaklarına göredir. Zira hacc bahsinin başında beyan edildiğine göre, izin alması vâcip olan bir kimseden izinsiz hacca gitmek mekruhtur. İzin alması vâcip olanlar, kendi hizmetine muhtaç olan anne ve babası gibi kimselerdir. Anne-baba bulunmadığı zaman dedelerle ninelerin de onlar gibi olduğunu söylemiştik.
«Nâfile hacc bunun hilafınadır.» Yani anneye-babaya itaat mutlak surette nâfile haccdan evlâdır. Nitekim bunu Bahır'dan nakletmiştik.
«Bezzâziye'de haccın efdal olduğu tercih edilmiştir.» Bezzâziye sahibi şöyle demiştir: «Sadaka nâfîle haccdan efdaldir. İmam-ı Âzam'dan böyle rivayet olmuştur. Lâkin kendisihaccedip meşekkatı görünce, haccın efdal olduğuna fetva vermiştir. Onun muradı şudur: Nâfile haccederek bin dirhem harcarsa, bu parayı muhtaçlara sadaka vermek daha yerinde olur. Yoksa maksadı bir kuruş sadaka vermek, Allah yolunda bin dirhem harcamaktan efdal demek değildir. Haccda çekilen meşekkat hem mala, hem bedene ait olduğundan, muhtar kavle göre haccı sadakadan üstün görmüştür.»
Rahmeti diyor ki: «Hak olan, tafsilâta gitmektir. Hangisine ihtiyaç daha çok ve menfaati daha şumüllü ise, o daha faziletlidir. Nitekim hadis-i şerifte, "Bir hacc on gazadan efdaldir", buyrulmuştur. Bunun aksi de rivayet olunmuştur. Binaenalyh hangîsi daha faydalıysa o daha fazîletlidir diye yorumlanır. O kimse daha cesur ve harpte daha faydalıysa, cihadı haccından efdaldir. Bunun aksine ise haccı efdaldir. Kışta yaptırmak da öyledir. İhtiyaç varsa, sadakadan ve nâfile haccdan evlâdır. Fakir muztar kalmışsa, yahut salah ve takva ehlinden veya Peygamber (s.a.v.)'in sülalesinden ise, ona ikramda bulunmak, birkaç haccla umreden ve kışla yaptırmaktan efdal olur. Nitekim Müsâmerât'da hikâye edildiğine göre: bir adam hacca niyet ederek bin altın hazırlamış, giderken yolda bir kadına rastlamış. Kadın, "Ben Peygamber (s.a.v)'in sülalesindenim ve zaruret içindeyim." demiş. Bunun üzerine elinde olan bütün parayı kadına vermiş. Memleketinin hacıları döndüğü vakit onlardan hangisine rastlarsa, buna "Allah senden kabul etsin." dermiş. O da hacıların böyle demesine şaşarmış. Derken rüyasında Peygamber (s.a.v.)'i görmüş. O kendisine, "Sen hacıların Allah senden kabul etsin demesine mi şaşıyorsun?" diye sormuş. "Evet ya Rasulullah!" deyince şöyle buyurmuşlar: "Gerçekten Allah senin şeklinde bir melek yarattı. Senin yerine o haccetti. Benim sülâlemden nâçar kalan bir kadına ikramda bulunduğun için, o melek senin namına kıyamete kadar haccedecek." Şu zâtın nâil olduğu ikrama bak!.. Buna, defalarca haccederek ve kışlalar yaptırarak nâil olmamıştır.»
«Cuma günü yapılan vakfe için yetmiş hacc meziyeti vardır.» Şurunbulâliyye'de Zeylâî'den naklen şöyle denilmiştir: «Günlerin en faziletlisi, cumaya rastlayan arefe günüdür. O, cumaya rastlanmayan yetmiş haccdan daha faziletlidir. Bunu Rezîn b. Muâviye Tecrid-i Sıhah'ta rivayet etmiştir.» Menâvi'nin bazı hâfızlardan nakline göre bu hadis bâtıldır, aslı yoktur. Evet İmam Gazâlî'nin İhya'da beyan ettiğine göre, Seleften biri, "Arefe günü cumaya rastlarsa, bütün Arafat'takilerin günahları affolunur." demiştir. Dünyada en faziletli gün odur. Rasulullah (s.a.v.) Vedâ Haccını o gün yapmıştır. Vakfe halinde iken (Size dininizi bugün ikmâl ettim ve size olan ni'metimi tamamladım...) âyeti inmiştir. Bunun üzerine Ehl-i Kitap olanlar, "Bu âyet bize inseydi, mutlaka biz bu günü bayram ederdik." demişler, Ömer (r.a.) de, "Ben şahidim! Gerçekten bu âyet, iki bayram olan bir günde, yani hem arefe hem cuma olan günde Rasulullah (s.a.v.)'e Arafat'ta vakfe esnasında indi." demiştir.
«Vasıtasız affolunur.» Sindî'nin Mensik-i Kebir'inde şöyle denilmektedir: Eğer, bütün vakfe yapanların mutlak surette affolunacağı rivayet edilmiştir. Şu halde bunu cuma gününe tahsis etmenin vechi nedir? denilirse; şöyle cevap verilir: Çünkü cuma gününde vasıtasız affedilir. Başka günde ise vasıtayla bağışlanır. Bazıları, cuma gününün vakfesinde haccedenlere de, etmeyenlere de günahları affolunur. Başka günlerde ise yalnız hacıların günahları affolunur demişlerdir. Vakfe yerinde haccı kabul olunmayanlar da bulunabilir. Onun günahı nasıl affedilir? denilirse şöyle cevap verilir: Caiz ki günahları affolunur da hacc-ı mebrur sevabı verilmez. Mağfiret, kabulle kayıtlı değildir. Bu şunu icabeder ki, bütün hadisler vakfe yapanların günahları affolunur şeklinde rivayet olunmuştur. Blnaenaleyh bu kayıt mutlaka lâzımdır. Allahu a'lem!
T E T İ M M E: Allâme Nûh Efendi, hacc-ı ekberi tahkik için yazdığı risalesinde şöyle demiştir: «Söylenildiğine göre hacc-ı ekber (en büyük hacc) Rasulullah (s.a.v.)'ın haccettiği senedir. Meşhur olan da budur. Bazıları cumaya rastlasın rastlamasın arefe günü olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr ve başkaları buna kaildirler. Birtakımları, hacc-ı ekber kurban bayramı günüdür demişlerdir. Hz. Ali (r.a.) ile İbn-i Ebi Evfâ ve Muğîre b. Şu'be'nin kavilleri budur. Bazıları da Mina günlerinin hepsi hacc-ı ekber olduğunu söylemişlerdir. Mücahid ile Süfyan-ı Sevrî'nin kavillerl de budur. Mücahid, "Hacc-ı ekber kırândır, hacc-ı asgar (küçük hacc) da ifrâddır." demiş, Zührî ile Şa'bî ve Atâ, ekberin hacc; asgarın umre olduğunu söylemişlerdir.»

Haccın Büyük Günahları Örtmesi


METİN
5) Yatsının vaktiyle vakfe daralırsa, namazı bırakır ve Arafat'a gider. Çünkü güçlük vardır.
6) Hacc büyük günahları örter mi örtmez mi? Bazıları buna evet cevabını vermişlerdir ve Müslüman olan harbî gibidir demişlerdir. Birtakımları insana taallûk etmeyen günahları örteceğini söylemişlerdir ve Müslüman olan zımmî gibidir demişlerdir. Kadı iyâz diyor ki: Büyük günahları ancak tevbenin örteceğine Ehl-i Sünnet uleması ittifak etmişlerdir. Borcun sâkıt olduğunu söyleyen yoktur. Velev ki namaz ve zekât gibi Allah Teâlâ'nın hakkı olan borç olsun. Evet uzatmanın, namazı geciktirmenin ve benzerlerinin günahı sâkıt olur. Kefaret olur diyenlerce tekfirin mânâsı budur.
İZAH
«Yatsının vaktiyle vakfe daralırsa...» Meselâ yatsıyı kılmak için yolda durmuş olsa, Arafat'a varmadan fecir doğacaksa, yahut Arafat'a giderek vakfeyi yapsa, yatsının vakti geçecekse namazı bırakır. Sirâc sahibi bu yoldan yürümüştür. Lübab şarihi ise aksini tercih etmiştir. Çünkü bir özürden dolayı vakfeyi tehir etmek, hele de gelecek sene tedariki mümkünse caizdir. Fakat şeriatta başka bir farzı yapmak için vakti gelmiş farzı terk etmek yoktur. Naklî ve aklî delillerden zâhir olan ve akla gelen budur. Râfiî de bunu tercih etmiştir. Şâfiî imamlarından Nevevi buna muhaliftir. Nuhbe sahibi diyor ki: «Caizdir diyenlerin kavline göre, yürürken îmâ ile namaz kılar, sonra ihtiyaten onu kaza eder. Bu güzel bir sözdür ve iyi bir ara bulmadır.»
«Bazıları evet cevabını vermişlerdir.» Çünkü İbn-i Mâce'nin Süneninde Abdullah b. Kinâne b. Abbas b. Mirdâs'tan, ona da babası dedesinden naklen haber vermiş olmak üzere rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: «Rasulullah (s.a.v.) arefe günü akşam üzeri ümmeti için dua etti de kendisine, "Ben onların zâlimden maada hepsinin günahlarını affettim. Çünkü zâlimden mazlumun hakkını alacağım", diye cevap verildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), "Ey Rabbim! Sen dilersen mazluma cenneti verir, zâlimi de affedersin." dedi. Arefe günü akşamı kendisine cevap verilmedi. Ertesi sabah Müzdelife'de bu duayı tekrarladı ve dileğî kabul edildi...»
İbn-i Hibbân, "Kinâne'nin kendisinden oğlunun rivayet ettiği hadis münkerdir. Oğul-baba her ikisiyle ihticac olunmaz." demiştir. Beyhâkî de şunları söylemiştir: «Bu hadisin birçok şahitleri vardır. Biz onları Kitabü'şşüab'da zikrettik. Eğer hadis, şahitleriyle sahih ise, huccet teşkil eder. Değilse, Allah Teâlâ, "Bundan aşağısını dilediğine affeder" buyurmuştur. Şirkten gayrı kulların birbirine zulmünü da bağışlar.»
İbn-i Mübârek'in rivayet ettiğl bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki Allah Azze ve Cell Arafat'ta ve Meş'ar-i Haram'da duranları affetmiş, mes'uliyetleriniüzerine almıştır. Bunun üzerine Ömer kalkarak, "Ya Rasulallah! Bu yalnız bize mi mahsus?" diye sormuş. Rasulallah (s.a.v.), "Size ve sizden sonra kıyamet gününe kadar gelenleredir" buyurmuş. Ömer (r.a.) de, "Rabbimizin hayrı çoktur." demiştir. » Tamamı Fetih'tedir. Fetih sahibi başka hadisler de rivayet etmiştir. Hâsılı İbn-i Mâce hadisi zayıf da olsa onu sahihleyecek şahitleri vardır. Âyet dahî onu te'yîd etmektedir. Buhâri'nin merfu olarak rivayet ettiği şu hadis dahi ona şahittir: «Bir kimse hacceder de kötülük konuşmaz, fâsıklık yapmazsa, günahlarından anasının doğurduğu gün gibi döner.»
Müslim'in merfu olarak rivayet ettiği şu hadis da öyledir: «İslâm, kendinden öncekini yıkar hicret kendinden öncekini yıkar: hacc dahi kendinden öncekini yıkar.» Lâkin Ekmel'in Meşârik şerhinde bu hadisi şerhederken bildirdiğine göre; harbînin bütün günahları; İslâmiyet, hicret ve haccla sâkıt olur. Hattâ insan öldürürse, ve malını alıp düşman memleketine götürse, sonra Müslüman olduğu takdirde kendisine hiçbir hesap sorulmaz. Bu izaha göre, maksadını elde etmek için Müslüman olması kâfi idi. Lâkin Peygamber (s.a.v.) onun müjdesini te'kîd, bey'atını tergib için hicretle haccı da zikretmiştir. Zira hicret ile hacc, yapılan zulümlere kefaret olmazlar. Onların büyük günahları mahvettiği kesin söylenemez. Ancak küçük günahları örterler. Zımmînin Müslüman olması gibi, kimsenin hukukuna temas etmeyen büyük günahları da mahvettikleri söylenebilir. Bu satırlar Meşârik şerhinden kısaltılmıştır. İmam Tibî dahi şerhinden böyle zikretmiş, şarihlerin buna ittifak ettiklerini söylemiştir. Nevevî ile Kurtubî dahi Müslim şerhinden bunu söylemişlerdir. Bahır'da da mezkûrdur. Lübab şerhinde şöyle denilmiştir: «Tîbî, "Hacc büyük günahları ve zulümleri yıkar." demiştir. Hanefîlerden Emir Padişah ile Şâfiîlerden İbn-i Hacer-i Mekkî arasında garip bir münakaşa olmuştur. Emir Padişah Tîbî'nin sözüne meyletmiş. İbn-i Hacer ise Cumhur'un kavlini tutmuştur. Ben bu meseleyi açıklamak için bir risale yazdım.»
Ben derim ki: Fetih sahibinin zâhir olan sözüne bakılırsa, o haccın zulümlere de kefaret olduğuna meyletmektedir. İmam Serahsî dahi Siyer-i Kebir şerhinde bu yoldan yürümüş; Allah için sabrederek ölen şehidi buna kıyas etmiştir. Bunu Menâvî de Kurtubî'ye nisbet etmiş ve şöyle demiştir: «Bu büyük günahlara ve mes'uliyetlere şamildir. Kurtubî de buna kaildir. Kadı İyâz bu zulümlere nisbetle tevbe edip de icabını yapmaktan âciz kalana yorumlanmıştır. demiştir.» Tirmizî de bunun Allah Teâl'ânın hakkına müteallik günahlara mahsus olduğunu; kulların günahlarına taallûku olmadığını söylemiş ve, "Bizzat hak sâkıt olmaz. Bilâkis üzerinde namaz borcu olanın namazı geciktirmekle günahı sâkıt olur. Ondan sonra bir daha geciktirecek olursa günah yenilenir." demiştir. Bahır'da da buna benzer bir ifade vardır. Burhan-ı Lakkânî bunu Cevheratü't Tevhid şerhinde tahkik etmiş; «Peygamber (s.a.v.)'in, "Günahlarından çıkar." buyurması, Allah haklarıyla kullarının haklarına şâmildeğildir. Çünkü bunlar zimmette olup günah değildirler. Günah olan onları uzatmaktır. Düşen de sadece Allah Teâlâ'ya muhalefetten doğan günahtır.» demiştir.
Hâsılı borç vesaireyi geciktirmekle ve Allah haklarından namaz ve zekât gibileri geciktirmekle sadece geciktirme günahı sâkıt olur. Asılları sâkıt olmaz. İleride geciktirilecek olanlar da sâkıt olmaz. Bahır sahibi diyor ki: «Şu halde kefaret olmanın mânâsı, birçok kimselerin zannettiği gibi, borcun o kimseden sâkıt olması değildir. Keza namazın, orucun ve zekâtın da kazaları sâkıt olmaz. Çünkü bunu hiçbir kimse söylememiştir.» Bununla anlaşılır ki, şarihin, "Müslüman olan harbî gibi" sözü yersizdir. Çünkü Halebînin dediği gibi bizzat hakkın sâkıt olmasını gerektirir. Bildiğin gibi buna kail olan yoktur. Bilâkis bu hüküm, Ekmel'den naklettiğimiz gibi harbîye mahsustur.
Ben derim ki: Bazen bizzat hak sâkıt olur denilebilir. Kul hakkı olsun Allah Teâlâ'nın hakkı olsun; edasına imkân bulamadan ölür de ödeyecek malı bulunmazsa, bizzat hak da sâkıt olur. Çünkü geciktirmenin günahı sâkıt olur da, bir daha günah işlemezse, bizzat hakkın sâkıt olmasına bir mâni yoktur. Allah Teâlâ'nın hakkında bu zâhirdir.
Kul hakkına gelince: Allah Teâlâ hasmını ondan razı eder. Nitekim hadiste geçmiştir. Zâhire bakılırsa, zulümlere de kefaret olur diyenlerin murada budur. Aksi takdirde onların kefaret olmasını söylemeye mahal yoktur. Şu da var ki, bizzat borcu vermeyip uzatmak dahi kul hakkıdır. Çünkü bunda hakkını geciktirmekle o kula cinayet vardır. Madem ki ulema bunun sâkıt olduğunu söylemişlerdir, acz halinde borcun kendisi de sâkıt oluversin. Nitekim Kadı İyâz'dan naklen yukarıda geçti. Lâkin iyâz' ın tevbe ve aczle kayıtlaması zâhir değildir. Çünkü tevbe bizzat kefaret olur. O ancak Allah'ın hakkını ıskat eder, kul hakkını ıskat etmez. Binaenaleyh yukarıda geçen hadislerin iktizasınca ıskat eden hacc olarak taayyün eder.
«Borcun sükutuna kail olan yoktur.» sözüne gelince: Biz de evet deriz. Ama bu, haccdan sonra ödemeye kâdir olduğuna göredir. Şarihlerin gecen sözleri buna yorumlanır. O zaman şarihimizin "Müslüman olan harbî gibi" sözü bu itibarla sahih olur. Sonra bilmiş ol ki, ulemanın hicret ve haccın büyük günahlara kefaret olduğunu caiz görmeleri, Kadı İyâz'ın, "Büyük günahlara tevbeden başka hiçbir şey kefaret olamayacağına icma vardır." demesine aykırıdır. Bâhusus yapılan zulümlere de kefaret-tir diyen kavle aykırıdır. Hattâ borcu uzatma ve namazı geciktirme günahına da kefaret olduğunu bildiren kavil bile buna aykırıdır. Çünkü bu büyük bir günahtır, hacc ona tevbesiz kefaret olmuştur. Teâlâ Hazretlerinin, "Bundan aşağısını dilediğine affeder." âyet-i kerimesine dahi aykırıdır. Ehl-i Hakkın îtikadı şudur ki: Küfürden maada bütün büyük günahları ısrarla işleyerek ölen bir kimse şefaat sayesinde yahut sırf Allah'ın fadl-u keremiyle affolunur. Hâsılı Bahır'da denildiği gibi mesele zannîdir. Kul hakları şöyle dursun, haccın Allah haklarının büyüklerine bile kefaret olacağı kesinliklesöylenemez. Allah-u a'lem!

Kabeye Girmek, Kâbe Örtüsünü Kullanmak Ve Harem Dışında Cinayet İşleyerek Harem'e Sığınmak


METİN
İbn-i Mâce'nin rivayet ettiği, "Peygamber (s.a.v.)'in kanlar ve zulümler hakkındaki duası bile kabul olunmuştur." hadisi zayıftır.
7) Kendine veya başkasına eziyet vermeyecekse. Kâbe'nin içine girmek menduptur. Avam takımının Urvetü'l-Vüskâ dedikleri ve onun ortasındaki dünyanın göbeği adını verdikleri çivinin aslı yoktur Kâbe örtüsünü Benî Şeybe kabîlesinden satın almak caiz değildir Bu, ya imamdan, yahut naibinden satın alınır Alan kimse o örtüyü giyebilir Velev ki cünüp veya hayızlı olsun.
Burası Kâbe'nin duvarında yüksek bir yerdir.
8) Harem-i Şerif'te insan öldürülmez. Meğer ki kâtil orada insan öldürmüş olsun.
İZAH
"Zayıftır." Yani râvileri arasında Kinâne ile oğlu Abdullah bulunduğu için zayıftır. Yukarıda geçtiği vecihle, bunların ikisiyle ihticac olunmaz. Babası Abbas b. Mirdâs Bahır'da bildirdiği gibi zayıf değildir. Çünkü sahabidir. Ashabın hepsi âdildirler. Nitekim yerinde beyan edilmiştir.
«Kâbe'nin İçine girmek menduptur.» Kâbe'nin içinde Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yere gitmek gerekir. İbn-i Ömer (r.a.) Kâbe'ye girdiği vakit yüzü istikametinde yürür, kapıyı arka tarafında bırakırmış. Yüzü tarafındaki duvara üç arşın kaldı mı orada namaz kılar. Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yeri ararmış. İki direk arasındaki yeşil mozaik Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yer değildir. Zikredilen duvara karşı namaz kılındığında,yanağını o duvara sürerek hamd-ü senâ ve istiğfar etmeli, sonra direklere tehlil, tesbih, tekbir getirmeli, Allah'a hamd etmeli ve O'ndan dileğini istemelidir. İçi ile dışarıya mümkün olduğu kadar edbe riyat etmelidir. Fetih.
«Eziyet vermeyecekse ilh...» Anlaşıldığına göre. girmek için rüşvet vermemek de bu kabildendir. Çünkü Lübab şerhinde. "Kâbe'ye girmek veya Makam-ı İbrahim'i ziyaret etmek isteyenden ücret almak İslam uleması ve cihan imamların arasında hilâfsız haramdır. Nitekim Bahîr sahibi ve başkaları bunu açıklamışlardır." denilmiştir. Ulemanın açıkladıklarına göre, alması haram olan şeyin vermesi de haramdır. Bundan ancak zaruret müstesnadır. Burada ise zaruret yoktur. Çünkü Kâbe'nin içine girmek, haccın ibadetlerinden değildir.
«Caiz değildir ilh... » Derler ki Mürşidî Tezkire'sinde şunu zikretmiştir: «Allâme Kutbiddin Hanefî şöyle demiştir: Bana öyle geliyor ki, eğer Kâbe örtüsü sultan tarafından Beytü'l-Malden gönderilmişse, bu iş sultana râcî'dir. Onu, Benî Şeybe'den olsun başkalarından olsun, dilediğine verir. Sultanların veya başkalarının evkafından ise, meselevakfeden zâtın bu husustaki şartına râci'dar. O kimi tayin ettiyse, Kâbe örtüsü ona verilir. Vâkıfın bu husustaki şartı bilinmezse, bu hususta eskiden âdet ne ise ona göre hareket edilir. Nitekim sair vakıflarda hüküm budur. Kâbe-i Şerife'nin bugünkü örtüsü sultanların vakıflarındandır. Bu husustaki şart da bilinmemektedir. Benî Şeybe kabîlesi âdet edinmiştir. Kâbe'nin yeni örtüsü geldi mi, ekserisini kendilerine alırlar. Allah-u a'lem.»
«Alan kimse... » Erkek olsun. kadın olsun, o örtüyü elbise yapabilir. Yalnız erkek için ipek olmaması şarttır. Nitekim Lübab şerhinde beyan edilmiştir. Hâşiye yazarlarından biri, Sindi'nin Mensikk-i Kebir'inden naklen bunun, üzerinde yazı -bilhassa Kelime-i Tevhit - bulunmaması ile kayıtlı olduğunu söylemiştir.
«Meğer ki kâtil orada insan öldürmüş olsun.» Mürted, yani dinden dönen de orada öldürülür. Evvelâ kendisine İslâm arzolunur, kabul ederse selâmet bulur, etmezse öldürülür. Şeyh İsmail'in şerhinde Müntekâ'dan naklen böyle denilmiştir. Lâkin Lübab'ın ibaresi şöyledir: «Bir kimse Harem dışında bir cinayet işler, meselâ adam öldürür veya dinden döner yahut zina eder, içki içer veya haddi icabedecek başka bir şey yapar da Harem'e sığınırsa, orada bulunduğu müddetçe kendisine dokunulmaz. Lâkin onunla alış-verişte bulunulmaz. Beraber yemek yenilmez, oturulmaz ve himaye edilmez. Oradan çıkıp da kendisinden kısas alınıncaya kadar beklenir. O kimse Harem'de bu söylediklerimizden birini yaparsa, kendisine Harem'de had vurulur.
Harem-i şerif'e harbederek giren kimse orada öldürülür.» Keza metinde cinayetlerde kısas bâbından az önce gelecektir ki, idama mahkûm bir kimse Harem'e sığınırsa, orada öldürülmez. Öldürülmek için oradan çıkarılmaz ilh... Şarih orada şu cümleyi de ziyade etmiştir: «Ama can almaktan aşağı bir cinayet işlemişse, Harem'de bilittifak kısas edilir.» Lübab şarihi Netif'ten yukarıda Müntekâ'dan naklettiğimiz tafsilâtın benzerini nakletmiş ve, "Bu, zâhiri ile ulemanın mutlak olan sözlerine muhaliftir." demiş; sonra cevap vererek, ulemanın mutlak olan öldürülmez sözleri kendisine İslâmiyet arzolunmadığı, onun da İslâm'dan kaçınmadığı zamandır diye kayıtlanır demiştir. Çünkü İslâm'dan yüz çevirmesi, Harem'de bir cinayettir. Lübab şarihi Hâniyye'den de şunu nakletmiştir: «Ebû Hanife'den rivayet olunduğuna göre, Harem'de hırsızın eli kesilmez. İmameyn buna muhaliftirler.»
Ben derim ki: Hâniyye'nin ibaresinin tamamı şöyledir: «Bunlardan birini Harem'de yaparsa, kendisine orada had vurulur.» Hâniyye'nin sözüyle Lübab'ın yukarıda geçen ifadesi gösteriyor ki, Harem dışında bir cinayet işleyip de sonra Ona sığınan kimseye Harem'de had vurulmaz. Velev ki bu cinayet ölümden başka olsun. Ama cinayet Harem'de işlenirse bunun hilâfınadır. Bu izaha göre, had vurmakla kısas almak arasında ölümden başka yerlerde fark vardır. Harem'de had vurulmaz. Meğer ki cinayet Harem'de işlenmiş olsun. Kısas bununhilâfınadır. Farkın vechi şu olsa gerektir: Ulemanın açıkladıklarına göre, kol ve bacaklara mal muamelesi yapılır. Mala cinayet işleyip de Harem-i Şerif'e sığınan kimseden o mal alınır. Çünkü kul hakkıdır. Bunun gibi kul ve bacaklar hususunda da kısas alınır. Had vurmak bunun hilâfınadır. Çünkü o Allah Teâlâ'nın hakkıdır. ölüm hakkında kısas da bunun hilâfınadır. Çünkü mal mesabesinde değildir. Sahih-i Buhârî'de Peygamber (s.a.v.)'in Fetih yılında Benî Mahzûm kabîlesinden bir kadının elini Mekke'de kestiği bildiriliyorsa da, bu bizim söylediğimize aykırı değildir. Meğer ki kadının Harem dışında hırsızlık ettiği sübut bulmuş olsun. Allah-u a'lem!

Zemzem Suyu İle Taharetlenmenin Mekruh Olması, Mekke'nin Medine'den Efdal Oluşu,Peygamber (S.A.V.)'İn Kabrinin Fazileti


METİN
Evde öldürürse, kendisi Harem'de öldürülmez
9) Zemzem suyu ile taharetlenmek mekruhtur; yıkanmak mekruh değildir.
10) Bize göre Medine'nin Harem'i yoktur. Râcih kavle göre Mekke Medine'den efdaldir. Bundan yalnız Peygamber (s.a.v.)'in mübarek nâşının bulunduğu yer müstesnadır. O, mutlak surette efdaldir. Hattâ Kâbe'den de, Arş-u Kürsî'den de efdaldir.
İZAH
«Kendisi Harem'de öldürülmez.» Çünkü bunda Beyt-i Şerif'i kirletmek vardır. Halbuki Allah Teâlâ onu temiz tutmayı emir buyurmuştur. Mescidin diğer yerlerinde de hüküm budur. Çünkü oralarını da pislikten temizlemek vâciptir. Rahmetî.
Ben derim ki: Eğer sebep ve illet buysa, bütün mescitlere şâmildir. «Zemzem suyu ile taharetlenmek mekruhtur.» Orada bedeninden veya elbisesinden hakiki pisliği gidermek de öyledir. Hattâ ulemadan bazıları bunun haram olduğunu söylemişlerdir. Zemzemi memlekete götürmek müstehaptır. Tirmizî'nin Aişe (r.a.)'den rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Aişe'nin onu memleketine götürdüğü ve Rasulullah (s.a.v.)'in götürdüğünü haber verdiği bildirilmektedir. Tirmizî'den başkalarının rivayet ettiği bir hadiste. "Peygamber (s.a.v.) zemzemi memleketine götürür, onu hastaların üzerine serper ve onlara içirirdi. Hasan'la Hüseyin'in ağızlarına zemzemle tatlı çalmıştı." buyrulmuştur. Bu satırlar Lübab ile şerhinden alınmıştır.
T E M B İ H : Harem'den taş ve toprak çıkarmakta beis yoktur. Az olmak şartıyla Beyt-i Muazzam'ın toprağından teberrük için almakta da bir beis olmadığı söylenir. Öyle ki oradan toprak almakla yerin düzeni bozulmamalıdır. Zahîriyye'de böyle denilmiştir. İbn-i Vehban, "Beyt-i Şerifin toprağını almak caiz değildir." sözünü tasvip etmiştir. Tâ ki cahiller ona musallat olup da iş Beytullah'ın harabına varmasın. (Allah'a sığınırız.) Çünkü çoktan alınan az, çok olur. Musannıfın Muînu'l-Müftî adlı kitabında böyle denilmiştir.
«Bize göre Medine'nin Harem'i yoktur.» Diğer üç mezhebin imamlarına göre vardır. Kâfî sahibi diyor ki: «Çünkü biz burada avlanmanın helâl olduğunu kesin nassla bildik. Binaenaleyh kesin bir delil bulunmadıkça naram olamaz. Böyle bir delil de yoktur.» İbn-i Münzir diyor ki: «Yeni mezhebinde İmam Şâfiî ve meşhur kavline göre İmam Mâlik ile rastladığımız şehirler ulemasının ekserisi, Medine'nin avını vurana ve ağacını kesene ceza olmadığına kaîldirler. Ceza tâzımdır diyen İbn-i Ebî Leylâ ile İbn-i Ebî Zi'b ve Mâlikîlerden İbn-i Nâfi'dir. Şâfiî'nin eski mezhebi de budur.» Nevevî de bunu tercih etmiştir. Tamamı Mi'râc'dadır.
«Râcih kavle göre...» sözü, burada mezhep imamları arasında hilâf olduğu zannım veriyor. Ben böyle bir şey görmedim. Lübab ile şerhinin sonunda şöyle denilmektedir: İttifak etmişlerdir ki, Mekke ile Medine memleketlerin en faziletlisidirler. Allah şeref ve ta'zimlerini arttırsın. Bu İkisinden hangisinin efdal olduğunda ihtilâf edilmiş; bazıları Mekke'nin efdal olduğunu söylemişlerdir. Üç imamımızın mezhepleri budur. Bu kavil, Sahabenin bazılarından dahi rivayet olunmuştur. Birtakımları Medine'nin efdal olduğunu söylemişlerdir. Bazı Mâlikîler ile Şâfiîlerin kavli budur. Bunun da bazı Ashabdan rivayet olunduğu söylenir. Bu herhalde Peygamber (s.a.v.)'in hayatına mahsus olsa gerektir. Yahut Mekke'den hicret edenlere nisbetledir. Mekke ile Medine'nin faziletçe müsavi olduklarını söyleyenler de vardır. Fakat bu kavil meşhuldür. Naklî ve aklî delili yoktur.
«Bundan yalnız Peygamber (s.a.v.)'in mübarek nâşının bulunduğu yer müstesnadır.» Lübâb sahibi diyor ki: «Hilâf, Kabr-i Şerif'ten ve Rasulullah (s.a.v.)'in mübarek uzuvlarının bulunduğu yerden başka yerlerdedir. Kabr-i Şerif bilittifak dünyanın en faziletli yeridir.» Şarihi de şöyle demiştir: «Keza, yani hilâf Beytullah'tan başka yerler hakkındadır. Zira Kâbe Medine'den de efdaldir. Yalnız Kabr-i Şerif müstesnadır. Keza Kabr-i Şerif Mescid-i Haram'dan da faziletlidir. Kadı İyâz ve başkaları Kabr-i Şerf'in Kâbe'den dahi efdal olduğuna icma nakletmişlerdir. Hilâf ondan başkası hakkındadır.» Hambelî İbn-i Ukayı'den nakledildiğine göre, Kabr-i Şerif'in yeri Arş'tan da efdaldir. Bekrî Tarikatının büyükleri de bu hususta Ona muvafakat etmişlerdir. Tâc-i Fakihî'nin açıkladığına göre, yer göklerden efdaldir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ondadır. Bu kavli bazıları ekser-i ulemadan nakletmişlerdir. Çünkü peygamberler topraktan yaratılmış toprağa defnedilmişlerdir. Nevevî diyor ki: «Cumhur'a göre gökyüzü yerden faziletlidir. Ama ulemanın sözlerinin orasını bulmak için bundan peygamberlerin uzuvlarının bulunduğu yerleri istisna etmek gerekir.»
METİN
Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaret etmek menduptur. Hattâ vakti olana vâciptir diyenler vardır. Farz haccı yapacak olan, işe evvelâ hacc-dan başlar. Nâfile hacc yapacak olan, Medine'ye uğramadıkça muhayyerdir. Oraya uğrarsa, işe mutlaka Kabr-i Şerif'i ziyaretten başlaması gerekir. Haccla birlikte Peygamberimizin mescidini ziyareti de niyet etmelidir. Hadiste haber verildiğine göre; orada bir namaz, başka yerdeki bin namazdan daha hayırlıdır. Bundan yalnız Mescid-i Haram müstesnadır.
İZAH
"Menduptur." Yani bunda Müslümanların icmaı vardır. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. Hambelîlerden Hâfız İbn-i Teymiyye'nin, "Bu yasaktır." dediği nisbet edilmişse de, ulemadan bazıları bunun aslı olmadığını söylemiş; onun sadece üç mescitten başkasına seferi yasak ettiğini; nefsi ziyarete, sair kabir ziyaretleri gibi muhalif olmadığını bildirmişlerdir. Bununlaberaber Onun sözünü ulemadan birçokları reddetmişlerdir. İmam Subkî'nin bu hususta güzel bir eseri vardır.
Lübab şarihi diyor ki: «Acaba Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaret kadınlara da müstehap mıdır?» Sahih kavle göre evet bazı ulemanın açıkladığı şartlarla kerahetsiz caizdir. Mezhebimizin esah kavline göre, kabirleri ziyaret hakkındaki ruhsat erkek ve kadınlara toptan sabittir. Kerhî ve diğer ulemanın kavilleri de budur. İşkâl yoktur. Başkalarının kavline göre de müstehap olduğunu söyleriz. Çünkü Ashab-ı Kiram mutlak haber vermişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
«Hattâ vâciptir diyenler vardır.» Bunu Lübab şarihi söylemiş, Hayreddin-i Remlî dahi Minah hâşiyesinde İbn-i Hacer'den nakletmiş ve, «Evet buna Lübab ile Feth'in ibareleri ve Muhtar şerhindeki, "vakti olana bu ziyaret vâcibe yakındır", sözü de yardım etmektedir.» demiştir. Bu ziyaretin fazileti, keyfiyeti ve âdâbı hakkında vârit olan haberleri Fetih sahibi uzun uzadıya beyan etmiştir. Muhtar ve Lübab şerhlerinde de öyledir. İsteyenler müracaat edebilirler.
«Evvelâ haccdan başlar ilh...» Lübab şarihi diyor ki: «İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den rivayetine göre, farz hacc için en iyisi hacının işe hacc dan başlayarak ziyareti sonra yapmasıdır. Ama ziyaretten başlaması da caizdir.» Bu zâhirdir. Çünkü nâfileyi farzdan önce yapmak, farzı kaçıracağından korkmazsa bilittifak caizdir.
«Medine'ye uğramadıkça muhayyerdir.» Şamlı'lar, gibi Medine'ye uğrayarak geçerse, mutlaka işe Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaretten başlaması icabeder. Çünkü yakınına gelmişken onu terketmesi kasavet ve şekavetten sayılır. O zaman ziyaret vesile mesabesinde ve namaz için kıblenin sünnet olması mertebesinde olur. Lübab şerhi.
«Ziyareti de niyet etmelidir ilh...» Kemâl b. Hümam diyor ki: «Ben âcizlerine göre evlâ olan, Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaret için ayrı niyet etmelidir. Sonra mescidi ziyarete geldiğinde yahut Allah'ın fadlını dilediğinde orada tekrar niyet etmelidir. Çünkü bunda Peygamber (s.a.v.)'e fazla tâzim ve iclâl vardır. Buna zikrettiğimiz şu hadisin zâhiri de uymaktadır: "Her kim beni ziyarete gelir de, bunu beni ziyaretten başka bir şey için yapmazsa, kıyamet günü ona şefaatçi olmam boynuma borç olur."» H. Rahmetî'nin Molla Câmi'den naklettiğine göre, Câmi seferine bir maksat karışmasın diye ziyareti haccdan ayırırmış.
«Hadiste haber verildiğine göre ilh...» Bundan murad, Peygamber (s.a.v.)'in, "Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, başka mescitlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Bundan yalnız Mescid-i Haram müstesnadır. Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz, benim mescidimde kılınan yüz namazdan efdaldir." hadis-i şerifidir. Bu hadisi imam Ahmed ile İbn-i HibbânSahih'inde rivayet etmiştir. İbn-i Abdi'l-Berr onu sahihlemiş ve umumiyetle hadis ulemasının mezhebi olduğunu söylemiştir. Lübab şerhi. Biz bu katlamayı kırân bâbından az önce arzetmiştik. Müttefekun aleyh bir hadiste, "Üç mescitten başkası için yükler bağlanmaz (yolculuk edilmez). Bunlar Mescid-i Haram, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksâ'dır." buyrulmuştur. Mânâ ihya'da beyan edildiği gibi, "Mescitlerden hiçbiri için sefer edilmez. Ancak şu üç mescit için edilir. Çünkü bunlarda katlama sevap vardir. Geri kalan mescitlerde bu yoktur. Onlar bu hususta müsavidir." demektir. Binaenaleyh, "Bundan başka, akraba dolaşmak, ilim öğrenmek, Peygamberimizin ve Halilu'r-Rahman (a.s.)'ın kabirlerini ziyaret gibi şeyler için de sefer edilebilir." diye bir itiraz vârit olamaz.
        

Mekke Ve Medine'de Mücavirlik


METİN
Geri kalan ibadetler de öyledir. Medine'de mücavir kalmak mekruh değildir. Kendine güvenen için Mekke'de mücavir kalmak da öyledir.
İZAH
«Geri kalan ibadetler de öyledir.» Yani oruç, îtikaf, sadaka. zikir ve Kur'an okumak gibi ibadetlerin sevabı da katlanır. Bâkânî Tahâvî'den naklen bu katlamanın farzlara mahsus olduğunu söylemiştir. Başkalarından nâfilelerin de öyle olduğu nakledilmiştir.
«Medine'de mücavir kalmak mekruh değildir ilh...» Bazıları Mekke'de olduğu gibi burada da mücavir kalmanın mekruh olduğunu söylemiş;
birtakımları bunun Ebû Hanife ile İmameyn arasında ihtilâflı olduğunu bildirmişlerdir. Kırân bahsinden az önce arzetmiştik ki, Medine'de mücavir kalmak Mekke'dekinden efdaldir. Lübab sahibi bunu tercih etmiş ve birçok yollardan te'yîdde bulunmuştur. Şarihi Aliyyü'I-Kârî Fetih sahibinin sözünü tercih ederek bu hususta inceleme yapmıştır. Fetih sahibi Mekke'de mücavir kalmanın faziletinden bahsetmiş; sonra şunları söylemiştir: «Lâkin bunda selâmetle muvaffak olan ekalli kalildir (azın azıdır). Binaenaleyh fıkıh onları itibara alarak bina edilemez. Onların hali cevaz hususunda kayıt olarak zikredilemez. Çünkü nefislerin şânı yalancı dâvâda bulunmaktır. Onlar yemin ettikleri vakit en ziyade yalan söylerler. İddiada bulunurlarsa nice olur!.. Bu izaha göre Medine-i Münevvere'de mücavir kalmak da öyle olmak gerekir. Çünkü orada her ne kadar kötülükler katlanmasa veya büyümese de, bıkmak korkusu, vâcip olan tâzîm ve iclâli bozmaya vardıracak edep noksanlığı mevcuttur.»
Halebî, "Bu güzeldir." demiştir. Binaenaleyh şarihe yaraşan, keraheti söylemek, güvenme kaydını terketmekti. Yani insanların bilhassa şu zamanda ekseriyetle hallerine bakarak bu kaydı koymamalıydı. Yardım Allah'tandır.
HATİME: Hacı, ailesi nezdine dönmek istediği vakit Mescid-i Haram'a namazla veda etmesi, namazdan sonra dilediği duayı okuması ve Peygamber (s.a.v.)'in kabrine giderek selâm vermesi, duada bulunması, Allah Teâlâ'dan kendisini sağ salim çoluğuna çocuğuna kavuşturmasını dilemesi müstehaptır. Veda etmeyerek "Yâ Rasulallah!" demeli, gözyaşı dökmeye gayret etmelidir. Çünkü bu, kabul alâmetlerindendir. Peygamber (s.a.v.)'in civarında olanlara bir şeyler tasadduk etmesi, sonra Huzur-ı Nebevi'den ayrıldığına üzülerek ağlar vaziyette oradan ayrılmalıdır. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Yine orada beyan edildiğine göre, sünnetlerden biri de, yeryüzünde her yüksek yere çıktıkça tekbir getirmek ve,
"Dönüyoruz! Tevbekarlarız! Abidleriz! Rabbimize secde ve hamd edenleriz! Allah va'dinde durmuş; kuluna yardım etmiş; hizipleri yalnız başına kahretmiştir!"demelidir. Bu hadis, Peygamber (s.a.v.)'den müttefekun aleyh olarak rivayet edilmiştir.
Memleketine yaklaştığı vakit hayvanını harekete geçirmeli ve yine "Ayibûn tâibûn ilh..." demelidir. Ailesine haberci göndermeli, ansızın yanlarına varmamalıdır. Çünkü bu yasak edilmiştir. Memleketine vardığında, işe mescitten başlamalı; kerahet vakti değilse orada iki rekât namaz kılmalıdır. Sonra evine girerek orada da iki rekât namaz kılmalı; ibadetini tamamlayarak selâmetle dönmeyi müyesser kıldığı için Allah'a hamd-ü şükür eylemelidir. Artık bu hamd-ü şükrü yaşadığı müddetçe devam ettirmeli; kalan ömründe amellerini düşürecek şeylerden sakınmalıdır. Mebrûr (makbul) haccın alâmeti, gittiğinden daha hayırlı dönmesidir.
Bu, Allah Taâlâ'nın şu zayıf kuluna müyesser kıldığı ibadetler çeyreğinin tamamıdır. Cömertliği umumi olan âlemlerin Rabbi Allah'tan dilerim ki, bana bu hususta ihlâs nâsib etsin! Eserimi kıyamet gününe kadar faydalı kılsın! çünkü O, dilediğine kâdir ve icabete lâyıktır. DiIerim ki bu kitabı ihlâsla tamamlamayı müyesser kılsın! Dilerim faydası bana ve ekseri memleketlerde bilumum kullara şâmil olsun! Evvelen ve âhiren, zâhiren ve bâtınen hamd Allah'a mahsustur! Allah, Efendimiz Muhammed ile Al-ü Ashabına salât-ü selâm eylesin! Bu kısım, mahlûkatın en fakiri ve toplayıcısı hakir Muhammed Abidin'in eliyle sona ermiştir. Allah onun, ebeveyninin ve bütün Müslümanların günahlarını af buyursun. Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur. Sene 1243. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...