METİN
Mükâtep cariye de
öyledir. Hâlis cariye bunun hilâfınadır. Meğer ki sahibi cariyesine izin vermiş
olsun. Bu takdirde kocası ona mâni olamaz.
FER'Î MESELELER:
1) Zenginin haccı
fakirin haccından efdaldir.
2) Farz hacc,
anneye-babaya itaattan evlâdır. Nâfile hacc bunun hilâfınadır.
3) Kışla yaptırmak
nâfile haccdan evlâdır. Sadaka hakkında ihtilâf edilmiştir. Bezzâziye'de haccın
efdal olduğu tercih edilmiştir. Çünkü haccda hem mal, hem beden hususunda
meşakkat vardır. Ebû Hanife, haccettiği vakit meşekkatı gördüğünde bununla fetva
vermiştir.
4) Cuma günü
yapılan vakfe için yetmiş hacc meziyeti vardır. O vakfede her ferdin günahları
vasıtasız affolunur.
İZAH
«Mükâtep cariye de
öyledir.» Çünkü bir vecihten hür olmuş sayılır.T.
«Hâlis cariye bunun
hilâfınadır.» Ona izin verdikten sonra dönebilir. Çünkü cariyeye menfaatlerini
temlik etmiştir. Menfaatler ise temlik edilemez. Binaenaleyh söz efendisinindir.
T. Lâkin dönmesi mekruhtur. Nitekim geçmişti.
«Kocası ona mâni
olamaz.» Çünkü cariye, evlendikten sonra dahi sahibinin tasarrufundadır. Sahibi
onu hizmetinde kullanabilir. Kocasıyla başbaşa bırakması vâcîp değildir. T.
«Zenginin haccı
fakirin haccından efdaldir.» Çünkü fakir, farzı Mekke'den eda eder. Oraya gitmek
hususunda gönüllü sayılır. Farzın fazileti ise tetavvuun faziletinden daha
çoktur. Bunu Halebî Minah'tan nakletmiştir. Ama bu, Tahtâvî'nin dediği gibi
ancak farz olan haccda, bir de her İkisi mikâttan ihrama girdiklerinde meydana
çıkar. İkisi de memleketinde ihrama girerlerse, gitmenin vücubunda müsavi
olmuşlardır.
«Farz hacc
anneye-babaya itaatten evladır.» Çünkü Hâlik'a (Allah'a) ma'siyet olan yerde
mahlûka itaat yoktur. Lâkin bu, onun yolculuğu sebebiyle helâk olmayacaklarına
göredir. Zira hacc bahsinin başında beyan edildiğine göre, izin alması vâcip
olan bir kimseden izinsiz hacca gitmek mekruhtur. İzin alması vâcip olanlar,
kendi hizmetine muhtaç olan anne ve babası gibi kimselerdir. Anne-baba
bulunmadığı zaman dedelerle ninelerin de onlar gibi olduğunu söylemiştik.
«Nâfile hacc bunun
hilafınadır.» Yani anneye-babaya itaat mutlak surette nâfile haccdan evlâdır.
Nitekim bunu Bahır'dan nakletmiştik.
«Bezzâziye'de
haccın efdal olduğu tercih edilmiştir.» Bezzâziye sahibi şöyle demiştir: «Sadaka
nâfîle haccdan efdaldir. İmam-ı Âzam'dan böyle rivayet olmuştur. Lâkin
kendisihaccedip meşekkatı görünce, haccın efdal olduğuna fetva vermiştir. Onun
muradı şudur: Nâfile haccederek bin dirhem harcarsa, bu parayı muhtaçlara sadaka
vermek daha yerinde olur. Yoksa maksadı bir kuruş sadaka vermek, Allah yolunda
bin dirhem harcamaktan efdal demek değildir. Haccda çekilen meşekkat hem mala,
hem bedene ait olduğundan, muhtar kavle göre haccı sadakadan üstün görmüştür.»
Rahmeti diyor ki:
«Hak olan, tafsilâta gitmektir. Hangisine ihtiyaç daha çok ve menfaati daha
şumüllü ise, o daha faziletlidir. Nitekim hadis-i şerifte, "Bir hacc on gazadan
efdaldir", buyrulmuştur. Bunun aksi de rivayet olunmuştur. Binaenalyh hangîsi
daha faydalıysa o daha fazîletlidir diye yorumlanır. O kimse daha cesur ve
harpte daha faydalıysa, cihadı haccından efdaldir. Bunun aksine ise haccı
efdaldir. Kışta yaptırmak da öyledir. İhtiyaç varsa, sadakadan ve nâfile haccdan
evlâdır. Fakir muztar kalmışsa, yahut salah ve takva ehlinden veya Peygamber
(s.a.v.)'in sülalesinden ise, ona ikramda bulunmak, birkaç haccla umreden ve
kışla yaptırmaktan efdal olur. Nitekim Müsâmerât'da hikâye edildiğine göre: bir
adam hacca niyet ederek bin altın hazırlamış, giderken yolda bir kadına
rastlamış. Kadın, "Ben Peygamber (s.a.v)'in sülalesindenim ve zaruret
içindeyim." demiş. Bunun üzerine elinde olan bütün parayı kadına vermiş.
Memleketinin hacıları döndüğü vakit onlardan hangisine rastlarsa, buna "Allah
senden kabul etsin." dermiş. O da hacıların böyle demesine şaşarmış. Derken
rüyasında Peygamber (s.a.v.)'i görmüş. O kendisine, "Sen hacıların Allah senden
kabul etsin demesine mi şaşıyorsun?" diye sormuş. "Evet ya Rasulullah!" deyince
şöyle buyurmuşlar: "Gerçekten Allah senin şeklinde bir melek yarattı. Senin
yerine o haccetti. Benim sülâlemden nâçar kalan bir kadına ikramda bulunduğun
için, o melek senin namına kıyamete kadar haccedecek." Şu zâtın nâil olduğu
ikrama bak!.. Buna, defalarca haccederek ve kışlalar yaptırarak nâil
olmamıştır.»
«Cuma günü yapılan
vakfe için yetmiş hacc meziyeti vardır.» Şurunbulâliyye'de Zeylâî'den naklen
şöyle denilmiştir: «Günlerin en faziletlisi, cumaya rastlayan arefe günüdür. O,
cumaya rastlanmayan yetmiş haccdan daha faziletlidir. Bunu Rezîn b. Muâviye
Tecrid-i Sıhah'ta rivayet etmiştir.» Menâvi'nin bazı hâfızlardan nakline göre bu
hadis bâtıldır, aslı yoktur. Evet İmam Gazâlî'nin İhya'da beyan ettiğine göre,
Seleften biri, "Arefe günü cumaya rastlarsa, bütün Arafat'takilerin günahları
affolunur." demiştir. Dünyada en faziletli gün odur. Rasulullah (s.a.v.) Vedâ
Haccını o gün yapmıştır. Vakfe halinde iken (Size dininizi bugün ikmâl ettim ve
size olan ni'metimi tamamladım...) âyeti inmiştir. Bunun üzerine Ehl-i Kitap
olanlar, "Bu âyet bize inseydi, mutlaka biz bu günü bayram ederdik." demişler,
Ömer (r.a.) de, "Ben şahidim! Gerçekten bu âyet, iki bayram olan bir günde, yani
hem arefe hem cuma olan günde Rasulullah (s.a.v.)'e Arafat'ta vakfe esnasında
indi." demiştir.
«Vasıtasız
affolunur.» Sindî'nin Mensik-i Kebir'inde şöyle denilmektedir: Eğer, bütün vakfe
yapanların mutlak surette affolunacağı rivayet edilmiştir. Şu halde bunu cuma
gününe tahsis etmenin vechi nedir? denilirse; şöyle cevap verilir: Çünkü cuma
gününde vasıtasız affedilir. Başka günde ise vasıtayla bağışlanır. Bazıları,
cuma gününün vakfesinde haccedenlere de, etmeyenlere de günahları affolunur.
Başka günlerde ise yalnız hacıların günahları affolunur demişlerdir. Vakfe
yerinde haccı kabul olunmayanlar da bulunabilir. Onun günahı nasıl affedilir?
denilirse şöyle cevap verilir: Caiz ki günahları affolunur da hacc-ı mebrur
sevabı verilmez. Mağfiret, kabulle kayıtlı değildir. Bu şunu icabeder ki, bütün
hadisler vakfe yapanların günahları affolunur şeklinde rivayet olunmuştur.
Blnaenaleyh bu kayıt mutlaka lâzımdır. Allahu a'lem!
T E T İ M M E:
Allâme Nûh Efendi, hacc-ı ekberi tahkik için yazdığı risalesinde şöyle demiştir:
«Söylenildiğine göre hacc-ı ekber (en büyük hacc) Rasulullah (s.a.v.)'ın
haccettiği senedir. Meşhur olan da budur. Bazıları cumaya rastlasın rastlamasın
arefe günü olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr ve
başkaları buna kaildirler. Birtakımları, hacc-ı ekber kurban bayramı günüdür
demişlerdir. Hz. Ali (r.a.) ile İbn-i Ebi Evfâ ve Muğîre b. Şu'be'nin kavilleri
budur. Bazıları da Mina günlerinin hepsi hacc-ı ekber olduğunu söylemişlerdir.
Mücahid ile Süfyan-ı Sevrî'nin kavillerl de budur. Mücahid, "Hacc-ı ekber
kırândır, hacc-ı asgar (küçük hacc) da ifrâddır." demiş, Zührî ile Şa'bî ve Atâ,
ekberin hacc; asgarın umre olduğunu söylemişlerdir.»
Haccın
Büyük Günahları Örtmesi
METİN
5) Yatsının
vaktiyle vakfe daralırsa, namazı bırakır ve Arafat'a gider. Çünkü güçlük vardır.
6) Hacc büyük
günahları örter mi örtmez mi? Bazıları buna evet cevabını vermişlerdir ve
Müslüman olan harbî gibidir demişlerdir. Birtakımları insana taallûk etmeyen
günahları örteceğini söylemişlerdir ve Müslüman olan zımmî gibidir demişlerdir.
Kadı iyâz diyor ki: Büyük günahları ancak tevbenin örteceğine Ehl-i Sünnet
uleması ittifak etmişlerdir. Borcun sâkıt olduğunu söyleyen yoktur. Velev ki
namaz ve zekât gibi Allah Teâlâ'nın hakkı olan borç olsun. Evet uzatmanın,
namazı geciktirmenin ve benzerlerinin günahı sâkıt olur. Kefaret olur diyenlerce
tekfirin mânâsı budur.
İZAH
«Yatsının vaktiyle
vakfe daralırsa...» Meselâ yatsıyı kılmak için yolda durmuş olsa, Arafat'a
varmadan fecir doğacaksa, yahut Arafat'a giderek vakfeyi yapsa, yatsının vakti
geçecekse namazı bırakır. Sirâc sahibi bu yoldan yürümüştür. Lübab şarihi ise
aksini tercih etmiştir. Çünkü bir özürden dolayı vakfeyi tehir etmek, hele de
gelecek sene tedariki mümkünse caizdir. Fakat şeriatta başka bir farzı yapmak
için vakti gelmiş farzı terk etmek yoktur. Naklî ve aklî delillerden zâhir olan
ve akla gelen budur. Râfiî de bunu tercih etmiştir. Şâfiî imamlarından Nevevi
buna muhaliftir. Nuhbe sahibi diyor ki: «Caizdir diyenlerin kavline göre,
yürürken îmâ ile namaz kılar, sonra ihtiyaten onu kaza eder. Bu güzel bir sözdür
ve iyi bir ara bulmadır.»
«Bazıları evet
cevabını vermişlerdir.» Çünkü İbn-i Mâce'nin Süneninde Abdullah b. Kinâne b.
Abbas b. Mirdâs'tan, ona da babası dedesinden naklen haber vermiş olmak üzere
rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: «Rasulullah (s.a.v.) arefe günü
akşam üzeri ümmeti için dua etti de kendisine, "Ben onların zâlimden maada
hepsinin günahlarını affettim. Çünkü zâlimden mazlumun hakkını alacağım", diye
cevap verildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), "Ey Rabbim! Sen dilersen
mazluma cenneti verir, zâlimi de affedersin." dedi. Arefe günü akşamı kendisine
cevap verilmedi. Ertesi sabah Müzdelife'de bu duayı tekrarladı ve dileğî kabul
edildi...»
İbn-i Hibbân,
"Kinâne'nin kendisinden oğlunun rivayet ettiği hadis münkerdir. Oğul-baba her
ikisiyle ihticac olunmaz." demiştir. Beyhâkî de şunları söylemiştir: «Bu hadisin
birçok şahitleri vardır. Biz onları Kitabü'şşüab'da zikrettik. Eğer hadis,
şahitleriyle sahih ise, huccet teşkil eder. Değilse, Allah Teâlâ, "Bundan
aşağısını dilediğine affeder" buyurmuştur. Şirkten gayrı kulların birbirine
zulmünü da bağışlar.»
İbn-i Mübârek'in
rivayet ettiğl bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki
Allah Azze ve Cell Arafat'ta ve Meş'ar-i Haram'da duranları affetmiş,
mes'uliyetleriniüzerine almıştır. Bunun üzerine Ömer kalkarak, "Ya Rasulallah!
Bu yalnız bize mi mahsus?" diye sormuş. Rasulallah (s.a.v.), "Size ve sizden
sonra kıyamet gününe kadar gelenleredir" buyurmuş. Ömer (r.a.) de, "Rabbimizin
hayrı çoktur." demiştir. » Tamamı Fetih'tedir. Fetih sahibi başka hadisler de
rivayet etmiştir. Hâsılı İbn-i Mâce hadisi zayıf da olsa onu sahihleyecek
şahitleri vardır. Âyet dahî onu te'yîd etmektedir. Buhâri'nin merfu olarak
rivayet ettiği şu hadis dahi ona şahittir: «Bir kimse hacceder de kötülük
konuşmaz, fâsıklık yapmazsa, günahlarından anasının doğurduğu gün gibi döner.»
Müslim'in merfu
olarak rivayet ettiği şu hadis da öyledir: «İslâm, kendinden öncekini yıkar
hicret kendinden öncekini yıkar: hacc dahi kendinden öncekini yıkar.» Lâkin
Ekmel'in Meşârik şerhinde bu hadisi şerhederken bildirdiğine göre; harbînin
bütün günahları; İslâmiyet, hicret ve haccla sâkıt olur. Hattâ insan öldürürse,
ve malını alıp düşman memleketine götürse, sonra Müslüman olduğu takdirde
kendisine hiçbir hesap sorulmaz. Bu izaha göre, maksadını elde etmek için
Müslüman olması kâfi idi. Lâkin Peygamber (s.a.v.) onun müjdesini te'kîd,
bey'atını tergib için hicretle haccı da zikretmiştir. Zira hicret ile hacc,
yapılan zulümlere kefaret olmazlar. Onların büyük günahları mahvettiği kesin
söylenemez. Ancak küçük günahları örterler. Zımmînin Müslüman olması gibi,
kimsenin hukukuna temas etmeyen büyük günahları da mahvettikleri söylenebilir.
Bu satırlar Meşârik şerhinden kısaltılmıştır. İmam Tibî dahi şerhinden böyle
zikretmiş, şarihlerin buna ittifak ettiklerini söylemiştir. Nevevî ile Kurtubî
dahi Müslim şerhinden bunu söylemişlerdir. Bahır'da da mezkûrdur. Lübab şerhinde
şöyle denilmiştir: «Tîbî, "Hacc büyük günahları ve zulümleri yıkar." demiştir.
Hanefîlerden Emir Padişah ile Şâfiîlerden İbn-i Hacer-i Mekkî arasında garip bir
münakaşa olmuştur. Emir Padişah Tîbî'nin sözüne meyletmiş. İbn-i Hacer ise
Cumhur'un kavlini tutmuştur. Ben bu meseleyi açıklamak için bir risale yazdım.»
Ben derim ki: Fetih
sahibinin zâhir olan sözüne bakılırsa, o haccın zulümlere de kefaret olduğuna
meyletmektedir. İmam Serahsî dahi Siyer-i Kebir şerhinde bu yoldan yürümüş;
Allah için sabrederek ölen şehidi buna kıyas etmiştir. Bunu Menâvî de Kurtubî'ye
nisbet etmiş ve şöyle demiştir: «Bu büyük günahlara ve mes'uliyetlere şamildir.
Kurtubî de buna kaildir. Kadı İyâz bu zulümlere nisbetle tevbe edip de icabını
yapmaktan âciz kalana yorumlanmıştır. demiştir.» Tirmizî de bunun Allah
Teâl'ânın hakkına müteallik günahlara mahsus olduğunu; kulların günahlarına
taallûku olmadığını söylemiş ve, "Bizzat hak sâkıt olmaz. Bilâkis üzerinde namaz
borcu olanın namazı geciktirmekle günahı sâkıt olur. Ondan sonra bir daha
geciktirecek olursa günah yenilenir." demiştir. Bahır'da da buna benzer bir
ifade vardır. Burhan-ı Lakkânî bunu Cevheratü't Tevhid şerhinde tahkik etmiş;
«Peygamber (s.a.v.)'in, "Günahlarından çıkar." buyurması, Allah haklarıyla
kullarının haklarına şâmildeğildir. Çünkü bunlar zimmette olup günah
değildirler. Günah olan onları uzatmaktır. Düşen de sadece Allah Teâlâ'ya
muhalefetten doğan günahtır.» demiştir.
Hâsılı borç
vesaireyi geciktirmekle ve Allah haklarından namaz ve zekât gibileri
geciktirmekle sadece geciktirme günahı sâkıt olur. Asılları sâkıt olmaz. İleride
geciktirilecek olanlar da sâkıt olmaz. Bahır sahibi diyor ki: «Şu halde kefaret
olmanın mânâsı, birçok kimselerin zannettiği gibi, borcun o kimseden sâkıt
olması değildir. Keza namazın, orucun ve zekâtın da kazaları sâkıt olmaz. Çünkü
bunu hiçbir kimse söylememiştir.» Bununla anlaşılır ki, şarihin, "Müslüman olan
harbî gibi" sözü yersizdir. Çünkü Halebînin dediği gibi bizzat hakkın sâkıt
olmasını gerektirir. Bildiğin gibi buna kail olan yoktur. Bilâkis bu hüküm,
Ekmel'den naklettiğimiz gibi harbîye mahsustur.
Ben derim ki: Bazen
bizzat hak sâkıt olur denilebilir. Kul hakkı olsun Allah Teâlâ'nın hakkı olsun;
edasına imkân bulamadan ölür de ödeyecek malı bulunmazsa, bizzat hak da sâkıt
olur. Çünkü geciktirmenin günahı sâkıt olur da, bir daha günah işlemezse, bizzat
hakkın sâkıt olmasına bir mâni yoktur. Allah Teâlâ'nın hakkında bu zâhirdir.
Kul hakkına
gelince: Allah Teâlâ hasmını ondan razı eder. Nitekim hadiste geçmiştir. Zâhire
bakılırsa, zulümlere de kefaret olur diyenlerin murada budur. Aksi takdirde
onların kefaret olmasını söylemeye mahal yoktur. Şu da var ki, bizzat borcu
vermeyip uzatmak dahi kul hakkıdır. Çünkü bunda hakkını geciktirmekle o kula
cinayet vardır. Madem ki ulema bunun sâkıt olduğunu söylemişlerdir, acz halinde
borcun kendisi de sâkıt oluversin. Nitekim Kadı İyâz'dan naklen yukarıda geçti.
Lâkin iyâz' ın tevbe ve aczle kayıtlaması zâhir değildir. Çünkü tevbe bizzat
kefaret olur. O ancak Allah'ın hakkını ıskat eder, kul hakkını ıskat etmez.
Binaenaleyh yukarıda geçen hadislerin iktizasınca ıskat eden hacc olarak taayyün
eder.
«Borcun sükutuna
kail olan yoktur.» sözüne gelince: Biz de evet deriz. Ama bu, haccdan sonra
ödemeye kâdir olduğuna göredir. Şarihlerin gecen sözleri buna yorumlanır. O
zaman şarihimizin "Müslüman olan harbî gibi" sözü bu itibarla sahih olur. Sonra
bilmiş ol ki, ulemanın hicret ve haccın büyük günahlara kefaret olduğunu caiz
görmeleri, Kadı İyâz'ın, "Büyük günahlara tevbeden başka hiçbir şey kefaret
olamayacağına icma vardır." demesine aykırıdır. Bâhusus yapılan zulümlere de
kefaret-tir diyen kavle aykırıdır. Hattâ borcu uzatma ve namazı geciktirme
günahına da kefaret olduğunu bildiren kavil bile buna aykırıdır. Çünkü bu büyük
bir günahtır, hacc ona tevbesiz kefaret olmuştur. Teâlâ Hazretlerinin, "Bundan
aşağısını dilediğine affeder." âyet-i kerimesine dahi aykırıdır. Ehl-i Hakkın
îtikadı şudur ki: Küfürden maada bütün büyük günahları ısrarla işleyerek ölen
bir kimse şefaat sayesinde yahut sırf Allah'ın fadl-u keremiyle affolunur.
Hâsılı Bahır'da denildiği gibi mesele zannîdir. Kul hakları şöyle dursun, haccın
Allah haklarının büyüklerine bile kefaret olacağı kesinliklesöylenemez. Allah-u
a'lem!
Kabeye Girmek, Kâbe
Örtüsünü Kullanmak Ve Harem Dışında Cinayet İşleyerek Harem'e
Sığınmak
METİN
İbn-i Mâce'nin
rivayet ettiği, "Peygamber (s.a.v.)'in kanlar ve zulümler hakkındaki duası bile
kabul olunmuştur." hadisi zayıftır.
7) Kendine veya
başkasına eziyet vermeyecekse. Kâbe'nin içine girmek menduptur. Avam takımının
Urvetü'l-Vüskâ dedikleri ve onun ortasındaki dünyanın göbeği adını verdikleri
çivinin aslı yoktur Kâbe örtüsünü Benî Şeybe kabîlesinden satın almak caiz
değildir Bu, ya imamdan, yahut naibinden satın alınır Alan kimse o örtüyü
giyebilir Velev ki cünüp veya hayızlı olsun.
Burası Kâbe'nin
duvarında yüksek bir yerdir.
8) Harem-i Şerif'te
insan öldürülmez. Meğer ki kâtil orada insan öldürmüş olsun.
İZAH
"Zayıftır." Yani
râvileri arasında Kinâne ile oğlu Abdullah bulunduğu için zayıftır. Yukarıda
geçtiği vecihle, bunların ikisiyle ihticac olunmaz. Babası Abbas b. Mirdâs
Bahır'da bildirdiği gibi zayıf değildir. Çünkü sahabidir. Ashabın hepsi
âdildirler. Nitekim yerinde beyan edilmiştir.
«Kâbe'nin İçine
girmek menduptur.» Kâbe'nin içinde Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yere
gitmek gerekir. İbn-i Ömer (r.a.) Kâbe'ye girdiği vakit yüzü istikametinde
yürür, kapıyı arka tarafında bırakırmış. Yüzü tarafındaki duvara üç arşın kaldı
mı orada namaz kılar. Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yeri ararmış. İki
direk arasındaki yeşil mozaik Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yer değildir.
Zikredilen duvara karşı namaz kılındığında,yanağını o duvara sürerek hamd-ü senâ
ve istiğfar etmeli, sonra direklere tehlil, tesbih, tekbir getirmeli, Allah'a
hamd etmeli ve O'ndan dileğini istemelidir. İçi ile dışarıya mümkün olduğu kadar
edbe riyat etmelidir. Fetih.
«Eziyet
vermeyecekse ilh...» Anlaşıldığına göre. girmek için rüşvet vermemek de bu
kabildendir. Çünkü Lübab şerhinde. "Kâbe'ye girmek veya Makam-ı İbrahim'i
ziyaret etmek isteyenden ücret almak İslam uleması ve cihan imamların arasında
hilâfsız haramdır. Nitekim Bahîr sahibi ve başkaları bunu açıklamışlardır."
denilmiştir. Ulemanın açıkladıklarına göre, alması haram olan şeyin vermesi de
haramdır. Bundan ancak zaruret müstesnadır. Burada ise zaruret yoktur. Çünkü
Kâbe'nin içine girmek, haccın ibadetlerinden değildir.
«Caiz değildir
ilh... » Derler ki Mürşidî Tezkire'sinde şunu zikretmiştir: «Allâme Kutbiddin
Hanefî şöyle demiştir: Bana öyle geliyor ki, eğer Kâbe örtüsü sultan tarafından
Beytü'l-Malden gönderilmişse, bu iş sultana râcî'dir. Onu, Benî Şeybe'den olsun
başkalarından olsun, dilediğine verir. Sultanların veya başkalarının evkafından
ise, meselevakfeden zâtın bu husustaki şartına râci'dar. O kimi tayin ettiyse,
Kâbe örtüsü ona verilir. Vâkıfın bu husustaki şartı bilinmezse, bu hususta
eskiden âdet ne ise ona göre hareket edilir. Nitekim sair vakıflarda hüküm
budur. Kâbe-i Şerife'nin bugünkü örtüsü sultanların vakıflarındandır. Bu
husustaki şart da bilinmemektedir. Benî Şeybe kabîlesi âdet edinmiştir. Kâbe'nin
yeni örtüsü geldi mi, ekserisini kendilerine alırlar. Allah-u a'lem.»
«Alan kimse... »
Erkek olsun. kadın olsun, o örtüyü elbise yapabilir. Yalnız erkek için ipek
olmaması şarttır. Nitekim Lübab şerhinde beyan edilmiştir. Hâşiye yazarlarından
biri, Sindi'nin Mensikk-i Kebir'inden naklen bunun, üzerinde yazı -bilhassa
Kelime-i Tevhit - bulunmaması ile kayıtlı olduğunu söylemiştir.
«Meğer ki kâtil
orada insan öldürmüş olsun.» Mürted, yani dinden dönen de orada öldürülür.
Evvelâ kendisine İslâm arzolunur, kabul ederse selâmet bulur, etmezse öldürülür.
Şeyh İsmail'in şerhinde Müntekâ'dan naklen böyle denilmiştir. Lâkin Lübab'ın
ibaresi şöyledir: «Bir kimse Harem dışında bir cinayet işler, meselâ adam
öldürür veya dinden döner yahut zina eder, içki içer veya haddi icabedecek başka
bir şey yapar da Harem'e sığınırsa, orada bulunduğu müddetçe kendisine
dokunulmaz. Lâkin onunla alış-verişte bulunulmaz. Beraber yemek yenilmez,
oturulmaz ve himaye edilmez. Oradan çıkıp da kendisinden kısas alınıncaya kadar
beklenir. O kimse Harem'de bu söylediklerimizden birini yaparsa, kendisine
Harem'de had vurulur.
Harem-i şerif'e
harbederek giren kimse orada öldürülür.» Keza metinde cinayetlerde kısas
bâbından az önce gelecektir ki, idama mahkûm bir kimse Harem'e sığınırsa, orada
öldürülmez. Öldürülmek için oradan çıkarılmaz ilh... Şarih orada şu cümleyi de
ziyade etmiştir: «Ama can almaktan aşağı bir cinayet işlemişse, Harem'de
bilittifak kısas edilir.» Lübab şarihi Netif'ten yukarıda Müntekâ'dan
naklettiğimiz tafsilâtın benzerini nakletmiş ve, "Bu, zâhiri ile ulemanın mutlak
olan sözlerine muhaliftir." demiş; sonra cevap vererek, ulemanın mutlak olan
öldürülmez sözleri kendisine İslâmiyet arzolunmadığı, onun da İslâm'dan
kaçınmadığı zamandır diye kayıtlanır demiştir. Çünkü İslâm'dan yüz çevirmesi,
Harem'de bir cinayettir. Lübab şarihi Hâniyye'den de şunu nakletmiştir: «Ebû
Hanife'den rivayet olunduğuna göre, Harem'de hırsızın eli kesilmez. İmameyn buna
muhaliftirler.»
Ben derim ki:
Hâniyye'nin ibaresinin tamamı şöyledir: «Bunlardan birini Harem'de yaparsa,
kendisine orada had vurulur.» Hâniyye'nin sözüyle Lübab'ın yukarıda geçen
ifadesi gösteriyor ki, Harem dışında bir cinayet işleyip de sonra Ona sığınan
kimseye Harem'de had vurulmaz. Velev ki bu cinayet ölümden başka olsun. Ama
cinayet Harem'de işlenirse bunun hilâfınadır. Bu izaha göre, had vurmakla kısas
almak arasında ölümden başka yerlerde fark vardır. Harem'de had vurulmaz. Meğer
ki cinayet Harem'de işlenmiş olsun. Kısas bununhilâfınadır. Farkın vechi şu olsa
gerektir: Ulemanın açıkladıklarına göre, kol ve bacaklara mal muamelesi yapılır.
Mala cinayet işleyip de Harem-i Şerif'e sığınan kimseden o mal alınır. Çünkü kul
hakkıdır. Bunun gibi kul ve bacaklar hususunda da kısas alınır. Had vurmak bunun
hilâfınadır. Çünkü o Allah Teâlâ'nın hakkıdır. ölüm hakkında kısas da bunun
hilâfınadır. Çünkü mal mesabesinde değildir. Sahih-i Buhârî'de Peygamber
(s.a.v.)'in Fetih yılında Benî Mahzûm kabîlesinden bir kadının elini Mekke'de
kestiği bildiriliyorsa da, bu bizim söylediğimize aykırı değildir. Meğer ki
kadının Harem dışında hırsızlık ettiği sübut bulmuş olsun. Allah-u a'lem!
Zemzem Suyu İle
Taharetlenmenin Mekruh Olması, Mekke'nin Medine'den Efdal Oluşu,Peygamber
(S.A.V.)'İn Kabrinin Fazileti
METİN
Evde öldürürse,
kendisi Harem'de öldürülmez
9) Zemzem suyu ile
taharetlenmek mekruhtur; yıkanmak mekruh değildir.
10) Bize göre
Medine'nin Harem'i yoktur. Râcih kavle göre Mekke Medine'den efdaldir. Bundan
yalnız Peygamber (s.a.v.)'in mübarek nâşının bulunduğu yer müstesnadır. O,
mutlak surette efdaldir. Hattâ Kâbe'den de, Arş-u Kürsî'den de efdaldir.
İZAH
«Kendisi Harem'de
öldürülmez.» Çünkü bunda Beyt-i Şerif'i kirletmek vardır. Halbuki Allah Teâlâ
onu temiz tutmayı emir buyurmuştur. Mescidin diğer yerlerinde de hüküm budur.
Çünkü oralarını da pislikten temizlemek vâciptir. Rahmetî.
Ben derim ki: Eğer
sebep ve illet buysa, bütün mescitlere şâmildir. «Zemzem suyu ile taharetlenmek
mekruhtur.» Orada bedeninden veya elbisesinden hakiki pisliği gidermek de
öyledir. Hattâ ulemadan bazıları bunun haram olduğunu söylemişlerdir. Zemzemi
memlekete götürmek müstehaptır. Tirmizî'nin Aişe (r.a.)'den rivayet ettiği bir
hadiste, Hz. Aişe'nin onu memleketine götürdüğü ve Rasulullah (s.a.v.)'in
götürdüğünü haber verdiği bildirilmektedir. Tirmizî'den başkalarının rivayet
ettiği bir hadiste. "Peygamber (s.a.v.) zemzemi memleketine götürür, onu
hastaların üzerine serper ve onlara içirirdi. Hasan'la Hüseyin'in ağızlarına
zemzemle tatlı çalmıştı." buyrulmuştur. Bu satırlar Lübab ile şerhinden
alınmıştır.
T E M B İ H :
Harem'den taş ve toprak çıkarmakta beis yoktur. Az olmak şartıyla Beyt-i
Muazzam'ın toprağından teberrük için almakta da bir beis olmadığı söylenir. Öyle
ki oradan toprak almakla yerin düzeni bozulmamalıdır. Zahîriyye'de böyle
denilmiştir. İbn-i Vehban, "Beyt-i Şerifin toprağını almak caiz değildir."
sözünü tasvip etmiştir. Tâ ki cahiller ona musallat olup da iş Beytullah'ın
harabına varmasın. (Allah'a sığınırız.) Çünkü çoktan alınan az, çok olur.
Musannıfın Muînu'l-Müftî adlı kitabında böyle denilmiştir.
«Bize göre
Medine'nin Harem'i yoktur.» Diğer üç mezhebin imamlarına göre vardır. Kâfî
sahibi diyor ki: «Çünkü biz burada avlanmanın helâl olduğunu kesin nassla
bildik. Binaenaleyh kesin bir delil bulunmadıkça naram olamaz. Böyle bir delil
de yoktur.» İbn-i Münzir diyor ki: «Yeni mezhebinde İmam Şâfiî ve meşhur kavline
göre İmam Mâlik ile rastladığımız şehirler ulemasının ekserisi, Medine'nin avını
vurana ve ağacını kesene ceza olmadığına kaîldirler. Ceza tâzımdır diyen İbn-i
Ebî Leylâ ile İbn-i Ebî Zi'b ve Mâlikîlerden İbn-i Nâfi'dir. Şâfiî'nin eski
mezhebi de budur.» Nevevî de bunu tercih etmiştir. Tamamı Mi'râc'dadır.
«Râcih kavle
göre...» sözü, burada mezhep imamları arasında hilâf olduğu zannım veriyor. Ben
böyle bir şey görmedim. Lübab ile şerhinin sonunda şöyle denilmektedir: İttifak
etmişlerdir ki, Mekke ile Medine memleketlerin en faziletlisidirler. Allah şeref
ve ta'zimlerini arttırsın. Bu İkisinden hangisinin efdal olduğunda ihtilâf
edilmiş; bazıları Mekke'nin efdal olduğunu söylemişlerdir. Üç imamımızın
mezhepleri budur. Bu kavil, Sahabenin bazılarından dahi rivayet olunmuştur.
Birtakımları Medine'nin efdal olduğunu söylemişlerdir. Bazı Mâlikîler ile
Şâfiîlerin kavli budur. Bunun da bazı Ashabdan rivayet olunduğu söylenir. Bu
herhalde Peygamber (s.a.v.)'in hayatına mahsus olsa gerektir. Yahut Mekke'den
hicret edenlere nisbetledir. Mekke ile Medine'nin faziletçe müsavi olduklarını
söyleyenler de vardır. Fakat bu kavil meşhuldür. Naklî ve aklî delili yoktur.
«Bundan yalnız
Peygamber (s.a.v.)'in mübarek nâşının bulunduğu yer müstesnadır.» Lübâb sahibi
diyor ki: «Hilâf, Kabr-i Şerif'ten ve Rasulullah (s.a.v.)'in mübarek uzuvlarının
bulunduğu yerden başka yerlerdedir. Kabr-i Şerif bilittifak dünyanın en
faziletli yeridir.» Şarihi de şöyle demiştir: «Keza, yani hilâf Beytullah'tan
başka yerler hakkındadır. Zira Kâbe Medine'den de efdaldir. Yalnız Kabr-i Şerif
müstesnadır. Keza Kabr-i Şerif Mescid-i Haram'dan da faziletlidir. Kadı İyâz ve
başkaları Kabr-i Şerf'in Kâbe'den dahi efdal olduğuna icma nakletmişlerdir.
Hilâf ondan başkası hakkındadır.» Hambelî İbn-i Ukayı'den nakledildiğine göre,
Kabr-i Şerif'in yeri Arş'tan da efdaldir. Bekrî Tarikatının büyükleri de bu
hususta Ona muvafakat etmişlerdir. Tâc-i Fakihî'nin açıkladığına göre, yer
göklerden efdaldir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ondadır. Bu kavli bazıları ekser-i
ulemadan nakletmişlerdir. Çünkü peygamberler topraktan yaratılmış toprağa
defnedilmişlerdir. Nevevî diyor ki: «Cumhur'a göre gökyüzü yerden faziletlidir.
Ama ulemanın sözlerinin orasını bulmak için bundan peygamberlerin uzuvlarının
bulunduğu yerleri istisna etmek gerekir.»
METİN
Peygamber
(s.a.v.)'in kabrini ziyaret etmek menduptur. Hattâ vakti olana vâciptir diyenler
vardır. Farz haccı yapacak olan, işe evvelâ hacc-dan başlar. Nâfile hacc yapacak
olan, Medine'ye uğramadıkça muhayyerdir. Oraya uğrarsa, işe mutlaka Kabr-i
Şerif'i ziyaretten başlaması gerekir. Haccla birlikte Peygamberimizin mescidini
ziyareti de niyet etmelidir. Hadiste haber verildiğine göre; orada bir namaz,
başka yerdeki bin namazdan daha hayırlıdır. Bundan yalnız Mescid-i Haram
müstesnadır.
İZAH
"Menduptur." Yani
bunda Müslümanların icmaı vardır. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir.
Hambelîlerden Hâfız İbn-i Teymiyye'nin, "Bu yasaktır." dediği nisbet edilmişse
de, ulemadan bazıları bunun aslı olmadığını söylemiş; onun sadece üç mescitten
başkasına seferi yasak ettiğini; nefsi ziyarete, sair kabir ziyaretleri gibi
muhalif olmadığını bildirmişlerdir. Bununlaberaber Onun sözünü ulemadan
birçokları reddetmişlerdir. İmam Subkî'nin bu hususta güzel bir eseri vardır.
Lübab şarihi diyor
ki: «Acaba Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaret kadınlara da müstehap mıdır?»
Sahih kavle göre evet bazı ulemanın açıkladığı şartlarla kerahetsiz caizdir.
Mezhebimizin esah kavline göre, kabirleri ziyaret hakkındaki ruhsat erkek ve
kadınlara toptan sabittir. Kerhî ve diğer ulemanın kavilleri de budur. İşkâl
yoktur. Başkalarının kavline göre de müstehap olduğunu söyleriz. Çünkü Ashab-ı
Kiram mutlak haber vermişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
«Hattâ vâciptir
diyenler vardır.» Bunu Lübab şarihi söylemiş, Hayreddin-i Remlî dahi Minah
hâşiyesinde İbn-i Hacer'den nakletmiş ve, «Evet buna Lübab ile Feth'in ibareleri
ve Muhtar şerhindeki, "vakti olana bu ziyaret vâcibe yakındır", sözü de yardım
etmektedir.» demiştir. Bu ziyaretin fazileti, keyfiyeti ve âdâbı hakkında vârit
olan haberleri Fetih sahibi uzun uzadıya beyan etmiştir. Muhtar ve Lübab
şerhlerinde de öyledir. İsteyenler müracaat edebilirler.
«Evvelâ haccdan
başlar ilh...» Lübab şarihi diyor ki: «İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den rivayetine
göre, farz hacc için en iyisi hacının işe hacc dan başlayarak ziyareti sonra
yapmasıdır. Ama ziyaretten başlaması da caizdir.» Bu zâhirdir. Çünkü nâfileyi
farzdan önce yapmak, farzı kaçıracağından korkmazsa bilittifak caizdir.
«Medine'ye
uğramadıkça muhayyerdir.» Şamlı'lar, gibi Medine'ye uğrayarak geçerse, mutlaka
işe Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaretten başlaması icabeder. Çünkü yakınına
gelmişken onu terketmesi kasavet ve şekavetten sayılır. O zaman ziyaret vesile
mesabesinde ve namaz için kıblenin sünnet olması mertebesinde olur. Lübab şerhi.
«Ziyareti de niyet
etmelidir ilh...» Kemâl b. Hümam diyor ki: «Ben âcizlerine göre evlâ olan,
Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaret için ayrı niyet etmelidir. Sonra mescidi
ziyarete geldiğinde yahut Allah'ın fadlını dilediğinde orada tekrar niyet
etmelidir. Çünkü bunda Peygamber (s.a.v.)'e fazla tâzim ve iclâl vardır. Buna
zikrettiğimiz şu hadisin zâhiri de uymaktadır: "Her kim beni ziyarete gelir de,
bunu beni ziyaretten başka bir şey için yapmazsa, kıyamet günü ona şefaatçi
olmam boynuma borç olur."» H. Rahmetî'nin Molla Câmi'den naklettiğine göre, Câmi
seferine bir maksat karışmasın diye ziyareti haccdan ayırırmış.
«Hadiste haber
verildiğine göre ilh...» Bundan murad, Peygamber (s.a.v.)'in, "Benim şu
mescidimde kılınan bir namaz, başka mescitlerde kılınan bin namazdan efdaldir.
Bundan yalnız Mescid-i Haram müstesnadır. Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz,
benim mescidimde kılınan yüz namazdan efdaldir." hadis-i şerifidir. Bu hadisi
imam Ahmed ile İbn-i HibbânSahih'inde rivayet etmiştir. İbn-i Abdi'l-Berr onu
sahihlemiş ve umumiyetle hadis ulemasının mezhebi olduğunu söylemiştir. Lübab
şerhi. Biz bu katlamayı kırân bâbından az önce arzetmiştik. Müttefekun aleyh bir
hadiste, "Üç mescitten başkası için yükler bağlanmaz (yolculuk edilmez). Bunlar
Mescid-i Haram, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksâ'dır." buyrulmuştur. Mânâ
ihya'da beyan edildiği gibi, "Mescitlerden hiçbiri için sefer edilmez. Ancak şu
üç mescit için edilir. Çünkü bunlarda katlama sevap vardir. Geri kalan
mescitlerde bu yoktur. Onlar bu hususta müsavidir." demektir. Binaenaleyh,
"Bundan başka, akraba dolaşmak, ilim öğrenmek, Peygamberimizin ve
Halilu'r-Rahman (a.s.)'ın kabirlerini ziyaret gibi şeyler için de sefer
edilebilir." diye bir itiraz vârit olamaz.
Mekke Ve Medine'de
Mücavirlik
METİN
Geri kalan
ibadetler de öyledir. Medine'de mücavir kalmak mekruh değildir. Kendine güvenen
için Mekke'de mücavir kalmak da öyledir.
İZAH
«Geri kalan
ibadetler de öyledir.» Yani oruç, îtikaf, sadaka. zikir ve Kur'an okumak gibi
ibadetlerin sevabı da katlanır. Bâkânî Tahâvî'den naklen bu katlamanın farzlara
mahsus olduğunu söylemiştir. Başkalarından nâfilelerin de öyle olduğu
nakledilmiştir.
«Medine'de mücavir
kalmak mekruh değildir ilh...» Bazıları Mekke'de olduğu gibi burada da mücavir
kalmanın mekruh olduğunu söylemiş;
birtakımları bunun
Ebû Hanife ile İmameyn arasında ihtilâflı olduğunu bildirmişlerdir. Kırân
bahsinden az önce arzetmiştik ki, Medine'de mücavir kalmak Mekke'dekinden
efdaldir. Lübab sahibi bunu tercih etmiş ve birçok yollardan te'yîdde
bulunmuştur. Şarihi Aliyyü'I-Kârî Fetih sahibinin sözünü tercih ederek bu
hususta inceleme yapmıştır. Fetih sahibi Mekke'de mücavir kalmanın faziletinden
bahsetmiş; sonra şunları söylemiştir: «Lâkin bunda selâmetle muvaffak olan
ekalli kalildir (azın azıdır). Binaenaleyh fıkıh onları itibara alarak bina
edilemez. Onların hali cevaz hususunda kayıt olarak zikredilemez. Çünkü
nefislerin şânı yalancı dâvâda bulunmaktır. Onlar yemin ettikleri vakit en
ziyade yalan söylerler. İddiada bulunurlarsa nice olur!.. Bu izaha göre Medine-i
Münevvere'de mücavir kalmak da öyle olmak gerekir. Çünkü orada her ne kadar
kötülükler katlanmasa veya büyümese de, bıkmak korkusu, vâcip olan tâzîm ve
iclâli bozmaya vardıracak edep noksanlığı mevcuttur.»
Halebî, "Bu
güzeldir." demiştir. Binaenaleyh şarihe yaraşan, keraheti söylemek, güvenme
kaydını terketmekti. Yani insanların bilhassa şu zamanda ekseriyetle hallerine
bakarak bu kaydı koymamalıydı. Yardım Allah'tandır.
HATİME:
Hacı, ailesi nezdine dönmek istediği vakit Mescid-i Haram'a namazla veda etmesi,
namazdan sonra dilediği duayı okuması ve
Peygamber (s.a.v.)'in kabrine giderek selâm vermesi, duada bulunması, Allah
Teâlâ'dan kendisini sağ salim çoluğuna çocuğuna kavuşturmasını dilemesi
müstehaptır. Veda etmeyerek "Yâ Rasulallah!" demeli, gözyaşı dökmeye gayret
etmelidir. Çünkü bu, kabul alâmetlerindendir. Peygamber (s.a.v.)'in civarında
olanlara bir şeyler tasadduk etmesi, sonra Huzur-ı Nebevi'den ayrıldığına
üzülerek ağlar vaziyette oradan ayrılmalıdır. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
Yine orada beyan edildiğine göre, sünnetlerden biri de, yeryüzünde her yüksek
yere çıktıkça tekbir getirmek ve,
"Dönüyoruz!
Tevbekarlarız! Abidleriz! Rabbimize secde ve hamd edenleriz! Allah va'dinde
durmuş; kuluna yardım etmiş; hizipleri yalnız başına kahretmiştir!"demelidir. Bu
hadis, Peygamber (s.a.v.)'den müttefekun aleyh olarak rivayet
edilmiştir.
Memleketine
yaklaştığı vakit hayvanını harekete geçirmeli ve yine "Ayibûn tâibûn ilh..."
demelidir. Ailesine haberci göndermeli, ansızın yanlarına varmamalıdır. Çünkü bu
yasak edilmiştir. Memleketine vardığında, işe mescitten başlamalı; kerahet vakti
değilse orada iki rekât namaz kılmalıdır. Sonra evine girerek orada da iki rekât
namaz kılmalı; ibadetini tamamlayarak selâmetle dönmeyi müyesser kıldığı için
Allah'a hamd-ü şükür eylemelidir. Artık bu hamd-ü şükrü yaşadığı müddetçe devam
ettirmeli; kalan ömründe amellerini düşürecek şeylerden sakınmalıdır. Mebrûr
(makbul) haccın alâmeti, gittiğinden daha hayırlı dönmesidir.
Bu, Allah Taâlâ'nın
şu zayıf kuluna müyesser kıldığı ibadetler çeyreğinin tamamıdır. Cömertliği
umumi olan âlemlerin Rabbi Allah'tan dilerim ki, bana bu hususta ihlâs nâsib
etsin! Eserimi kıyamet gününe kadar faydalı kılsın! çünkü O, dilediğine kâdir ve
icabete lâyıktır. DiIerim ki bu kitabı ihlâsla tamamlamayı müyesser kılsın!
Dilerim faydası bana ve ekseri memleketlerde bilumum kullara şâmil olsun!
Evvelen ve âhiren, zâhiren ve bâtınen hamd Allah'a mahsustur! Allah, Efendimiz
Muhammed ile Al-ü Ashabına salât-ü selâm eylesin! Bu kısım, mahlûkatın en fakiri
ve toplayıcısı hakir Muhammed Abidin'in eliyle sona ermiştir. Allah onun,
ebeveyninin ve bütün Müslümanların günahlarını af buyursun. Hamd, âlemlerin
Rabbine mahsustur. Sene 1243.