03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...BAŞKASI NAMINA HACC BÂBI


BAŞKASI NAMINA HACC BÂBI


METİN
(İbadetin sevabını başkasına hediye meselesi)
Asıl olan şudur ki: Bir ibadeti yapan kimse, onun sevabını başkasına bağışlayabilir. Velev ki onu yaparken kendisi için niyet etmiş olsun. Çünkü delillerin zâhiri bunu göstermektedir.
İZAH
"Bir ibadet"ten murad, bilumum ibadetlerdir. Namaz, oruç, sadaka, Kur'an okumak, zikirde bulunmak, tavaf etmek, hacc, umre vesaire gibi ki, peygamberlerin kabirleriyle şehitlerin, evliyanın ve sülehânın kabirlerini ziyaret etmek, ölüyü kefenlemek ve bütün hayrât işleri bunda dahildir. Nitekim Hindiyye'de beyan edilmiştir. T.
Zekât bahsinde Tatarhâniyye'den naklen arzetmiştik ki. nâfile bir ibadeti tasadduk etmek isteyen kimseye efdal olan, erkek-kadın bütün müminleri niyet etmektir. Çünkü bu hediyye onlara hiç noksansız ulaşır. Bahır sahibi şu incelemeyi yapmıştır: Ulemanın bu bâbtaki mutlak sözleri, farza da şâmildir. Lâkin hediye etmekle farz tekrar zimmetine borç olmaz. Çünkü sevap bulunma/nası zimmetten sükût etmemeyi (Yani ödenmemiş olmayı) gerektirmez. Halbuki bildiğin gibi sevap tamamen yok olmaz. İleride göreceğiz ki bir kimse anne ve babası namına hacca niyetlense, "Bu onun farz haccı namına kâfidir." denilmiştir. Bu da Bahır sahibinin bahsini te'yid eder. Yine Bahır sahibinin tetkikine göre bir ibadeti yaparken kendi namına niyet ederek sonra sevabını başkasına bağışlamakla. başkası namına niyet etmek arasında fark yoktur. Çünkü ulemanın sözleri mutlaktır.
Ben derim ki: Bunun farza şâmil olduğunu söylemek yerindedir. Çünkü farza kendi namına niyet eder. Sevabını başkasına bağışlamak sahih olunca,bu gösterir ki, sevabının başkasına erişmesi için bu fiili yaparken başkasını niyet etmek şart değildir. Cenazeler bahsinin sonunda şehit bâbından az önce Hambelî İbn-i Kayyim'dan naklen arzetmiştik ki, Hambelîlerce, filli yaparken başkasına niyetin şart olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Bazıları şart olmadığını söylemiş; "Çünkü sevap kendisinindir. Onu istediğine teberru edebilir." demişlerdir. Niyetin şart olduğunu söyleyenler de bulunmuştur. Hattâ bu kavil evlâ görülmüştür. "Çünkü fiil işleyen namına kabul edilince, başkasına intikal kabul etmez." denilmiştir. Yine İbn-i Kayyım'dan naklen arzetmiştik ki, sevabın gönderilene erişmesi için lâfzan hediye etmesi şart değildir. Meselâ zekât niyetiyle bir fakire para vermek nasıl caizse, bu da caizdir. Çünkü sünnette bu şart kılınmamıştır. Ne başkası namına yapılan hacc hadisinde, ne de diğer benzerlerinde böyle bir şey yoktur. Evet fiili kendi için yapar da sonra sevabını başkasına hediye ederse kâfi gelmez. Nitekim hîbe etmeyi, âzad veya tasaddukta bulunmayı niyet etmesi böyledir. Ama sevabının yarısını veya dörtte birini niyet etmesi sahihtir. Bunu şu da izah eder ki: Bir kimse fiilinin bütün sevabını dört kişiye hediye etse, her biri için çeyrek sevap hâsıl olur. Tamamı oradadır.
TEMBiH: Bahır sahibi diyor ki: «Bir kimse ibadetinin karşılığında dünyalık bir şey alsa hükmü ne olur görmedim. Ama bunun sahih olmaması gerekir.» Demek istiyor ki: Bu dünyalığı sâbık bir ibadeti karşılığında alırsa, onu satmış olur ki, bu kesin olarak bâtıldır. Dünyalığı alıp karşılığında ibadet yapmayı şart koşarsa, ibadet için kiralanmış olur ki, bu da bâtıldır. Nasıl ki bütün metinlerde, şerhlerde ve fetva kitaplarında nassan bildirilmiştir. Bundan yalnız müteehhirin ulemanın cevaz verdikleri okuma öğretmek, müezzinlık ve imamlık gibi şeyler için verilen ücret müstesnadır. Onlar bunu zaruretle illetlendirmiş, zamanımızda Beytülmal'dan bir şey verilmediği için dinin zayi olacağı korkusunu da ilâve etmişlerdir. Bundan anlaşılır ki, ölü namına ücretle haccedecek birini göndermek caiz değildir. Çünkü bunda bir zaruret yoktur. Nitekim bu bâbta beyan edilecektir. Yine zaruret olmadığı için Kur'an okumak ve zikretmek için ücretle adam tutmak da caiz değildir. Bu bâbta sözün tamamı, bizim. "Şifâü'l-Alîl...." adlı risalemizdedir.
«Sevabını başkasına bağışlayabilir.» Mutezile taifesi bütün ibadetlerde; İmam Mâlik ile Şâfiî ise namaz ve Kur'an okumak gibi sırf bedenî ibadetlerde buna muhaliftirler. Mâlik ile Şâfiî bedenî ibadetlerin ölüye vâsıl olmayacağına kaildirler. Sadaka ve hacc gibi diğer ibadetler bunun hilâfınadır. Hilâf, bir kimse bunu yapabilir mi, yapamaz mı meselesinde değil; onun yapmasıyla hediye olur mu olmaz mı meselesindedir. Onun hediye etmesiyle hediye olmazsa, hediye etmesi hükümsüz kalacaktır. Bunu Fetih sahibi söylemiştir. Yani hilâf, sevabının vâsıl olup olmamasındadır, Başkası'ndan murad, ölüler de olabilir, diriler de. Bunu Bedâyi' den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
Ben derim ki: 'Başkası' tabirinin mutlak bırakılması, Peygamber (s.a.v.)'e de şâmildir. Ama bizim imamlarımızdan bunu açıkça söyleyen görmedim. Diğer mezhepler uleması arasında bu hususta uzun münakaşa vardır. İmam Sübkî ile Şafiîlerin müteehhirin ulemasına göre caizdir. Nitekim cenazeler bahsinin sonunda izah etmiştik. Oraya müracaat edebilirsin.
METİN
«İnsana kazandığından başka bir şey yoktur.» âyetine gelince: Ondan murad, ancak biri ona hîbe ederse o zaman vardır, demektir. Nitekim Kemâl tahkîkini yapmıştır. Yahut âyetteki 'lâm' 'alâ' manâsınadır. Nitekim "Onlara da lânet vardır." âyeti kerimesindeki 'lâm' 'alâ' mânâsınadır.
İZAH
«Âyetine gelince...» O te'vil edilmiştir, Yani ancak bağışlarsa caiz olur denilmiştir.
«Nitekim Kemâl tahkikini yapmış...» ve kısaca şöyle demiştir: «Âyeti kerîme, Mutezile taifesinin söylediği mânâda zâhir ise de. nesih veya takyîd edilmiş o!ması ihtimali vardır. Buneticeyi tesbit eden hadis sabit olmuştur ki, o da Peygamber (s.a.v.)'in iki bakla koç kurban etmesidir. Bunların birini kendi namına, diğerini Ümmeti namına kesmiştir. Bu hadisi Sahabeden birçok kimseler rivayet etmiş; hadis yaygın bir hal almıştır. Binaenaleyh meşhur olması ihtimalden uzak değildir. Meşhur hadisle ise, mutlak olan ayet takyîd edilebilir. Dârekutnî'nin rivayetine göre, biri Peygamber (s.a.v.)'e sormuş; "Annem babam vardır. Hayatlarında kendilerine itaat ederdim. Ölümlerinden sonra onlara ne iyilik edeyim?" demiş. Rasulullah (s.a.v.); "ÖIdükten sonra hayır namına kendi namazınla birlikte onlar için de namaz; orucunla birlikte onlar için de oruç tutmaklısın." buyurmuştur. Hz. Ali'den dahi Rasulullah (s.a.v.)'den naklen şu hadis rivayet olunmuştur: "Bir kimse kabristana uğrar da onbir defa ihlâs suresini okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, kendisine ölülerin sayısınca sevap verilir." Enes'den de rivayet olunmuştur ki: "Yâ RasusulIah! Biz ölülerimiz namına sadaka veriyoruz. Onlar namına haccediyor, duado bulunuyoruz. Acaba bu onlara vâsıl oluyor mu?" diye sormuş. Rasulullah (s.a.v.), "Evet, onlara vâsıl olur ve onlar bundan, sizden birinize bir tabak hediye geldiği zaman nasıl sevinirse öyle sevinirler." buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Hafs Ükberî rivayet etmiştir. Bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.), "ölülerinize Yâsîn okuyun!" buyurmuştur. Bu hadisi Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Bütün bunlar, ve sözü uzatırız korkusuyla bıraktıklarımız arasındaki kadir-i müşterek tevatür derecesini bulmaktadır. Bu kadiri müşterekten murad, başkasının amelinden faydalanmaktır. Kezâ Kur'an-ı Kerîm'de anneye babaya dua edilmesi emir buyrulmuştur. Meleklerin müminlere istiğfarda bulundukları haber verilmiştir ki, bunlar fayda hâsıl olduğunu göstermekte kesindir. Ve bunlar Mutezilenin istidlâl ettikleri âyetin zâhirine muhaliftir. Çünkü o âyetin zâhiri, bir kimsenin biri için istiğfarda bulunması hiçbir vecihle fayda vermeyeceğini gösterir. Çünkü bu kendi emeği değildir. Biz, "Ayetin zâhiri murad değildir." diyerek, onu kişi hîbe etmezse diye kayıtladık. Bu, mensuhtur demekten evlâdır. Zira daha kolaydır. İrade ettikten sonra bâtıl olma yoktur. Bir de bu âyet haber kabilindendir. Haberlerde nesih yoktur»
«Yahut âyetteki 'lâm', 'alâ' mânâsınadır.» Bu ikinci bir cevaptır. Ama Kemâl onu reddetmiştir. Çünkü âyetin zâhirinden ve gelişinden uzaktır. Âyet, yüz çeviren ve cimrilik eden kimseye va'z ve nasihattir. Şu da var ki bu âyet, "Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez." âyetiyle tekerrür etmektedir. Daha başka cevaplar da verilmiştir ki, onları Zeylâî ve başkaları Sıralamıştır. Bazıları şunlardır:
1- Bu âyet neshedilmiştir.
2- Bu âyet Mûsa ve İbrahim (a.s.)'in kavimlerine mahsustur. Çünkü onların sahifelerindekini hikaye etmektedir.
3- Bu âyetteki insandan murad kâfirdir.
4- Bu, adâlet yoluyla değil, fakat fazi ve ihsan yoluyla olur demektir.
5- İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Lâkin bazan çalışması esbaba tevessülle olur. İhvanını çoğaltır, îmânı tahsil eder. Peygamber (s.a.v.)'in, "Ademoğlu ölünce ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez..." hadisine gelince: Bu hadis, başkasının ameli kesildiğine delâlet etmez. Bizim sözümüz ise. başkasının ameli hakkındadır. Zeylâî.
«Kimse kimse namına oruç tutamaz ve kimse kimse namına namaz kılamaz.» hadisi ise borçtan kurtulmak hususundadır. Sevap hakkında değildir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
METİN
Yemin ederim ki Zahidî burada Mutezili olduğunu açıklamıştır. Hidayeti veren Allah'tır. Zekât ve kefaret gibi mâlî ibadetler, mükellef namına mutlak surette niyabet kabul ederler. Yani kudreti olsun olmasın caizdirler. Velev ki naip zımmî olsun. Çünkü itibar, vekâlet verenin niyetinedir. Velev ki vekil verirken niyet etsin. Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler ise, mutlak surette niyabet kabul etmezler.
İZAH
«Zahidî Mutezili olduğunu açıklamıştır.» Çünkü Müctebâ'da Hidâye'nin ibaresini naklettikten sonra şöyle demiştir: «Ben derim ki: Adâlet ve tevhit ehlinin mezhebine göre, buna hakkı yoktur ilh...» Böylece Hidâye'den ayrılmış; kendi îtikadında olanlara adâlet ve tevhit ehli adını vermiştir. Çünkü onlar, "En iyiyi yaratmak Allah'a vâciptir. Bunu yapmazsa zulmetmiş olur." derler. Bir de Allah'ın sıfatlarını kabul etmezler. Derler ki: «Allah'ın kadîm sıfatları olsa, kadîmler çoğalırdı. Halbuki kadîm birdir...» Onların bu sapık îtikadının nasıl iptal edileceğini kelam kitapları beyan etmiştir. Zahidî'nin sözünü Mi'racı Dirâye sahibi nakletmiş, reddini de üzerine almıştır. Şeyh Mustafa Rahmetî dahi hâşiyesinde onu reddetmiştir. Sözü uzun tutmuş, fakat güzelce hatayı sevaptan ayırmıştır.
«Hidayeti veren Allah'tır.» cümlesindeki güzel îham, akıl sahiplerinin gözünden kaçmamaktadır.
"ibadet" kelimesi hakkında İmam Lameşî şunları söylemiştir: «İbadet; tevazu ve tezellülden ibarettir. Tarifi şudur: Ancak Allah Teâlâ'nın emrini ta'zim için yapılan iştir. Kurbet ise, ya sadece Allah'a yaklaşmak için yapılan iştlr; yahut kışla ve mescit yapmak gibi insanlara da iyilik sayılan şeylerle birlikte Allah'a yaklaşmak için yapılan şeydir. Tâat ise Allah'tan başkasına da yapılması caiz olan şeydir. Tâat emre uymak demektir. Allah Teâlâ, "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, sizden olan emir sahiplerine de itaat edin!" buyurmuştur. Bu satırlar Tahtâvî'nin Ebussuud'dan naklettiği ibareden kısaltılmıştır.
"Zekat'dan murad, malın zekatı, yahut sadakayı fıtır gibi canın zekâtı; yahut öşür gibi yerinzekâtıdır. Buradaki teşbihte nafakalar da dahildir. Şârih mâlî ibadetten murad; ya hâlis ibadet, ya nafaka mânâsını taşıyan ibadet yahut ibadet manasını taşıyan nafaka olduğuna işaret etmiştir. Bunlar usûl-i fıkıhtan öğrenilir.
"Kefaret" ten murad da; köle âzâdı, fakir doyurmak ve giydirmek gibi nevileridir. Bahır.
«Nihayet kabul ederler.» Burada kaide şudur; Tekliflerden maksat, deneme ve meşakattır. Bu, bedenî ibadette nefsi ve hususi fiillerle âzâyı yorarak yapılır. Naibinin yapmasıyla, bir insanın kendisinin çekeceği meşakkat tahakkuk etmez. Onun için onlarda mutlak surette niyabet caiz değildir. Yani âciz de olsa, kâdir de olsa caiz değildir. Mâlî ibadetlerde ise maksat, nefsin sevdiği malı eksiltip fakire ulaştırmak suretiyle onu denemektir. Bu deneme, naibin yapmasıyla da hâsıl olur. Kıyasa bakılırsa, haccda niyabet caiz olmamalıydı. Çünkü haccda hem bedenî hem mâlî meşakkatlar vardır. Bedenî ibadette naiple iktifa edilmez. Lâkin Allah Teâlâ sırf tarafından bir rahmet ve fazîlet olmak üzere, ölüme kadar devam eden aczde hacc parasını naibe vermek suretiyle, mâli meşakkatın tahammülüne ve haccın ıskatına ruhsat vermiştir. Bahır.
«Velev ki vekil verirken niyet etsin.» Bu umumda şunlar dahildir:
1 - Müvekkil parayı vekile verirken niyet edebilir.
2 - Vekil parayı fakirlere verirken niyet edebilir.
3 - Vekille müvekkil kendi oralarında niyet ederler.
Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Şimdi şu kalır: Parayı ayırır da vekile vermeden onunla zekâtı niyet ederse ne olur? Şarihin ibaresi buna da şâmildir. Zâhire göre caiz olur. Nitekim şu halde o paraları bizzat kendisi bir fakire verse, ulema bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü verirken hükmen niyet vardır. Bir de şu kalır: Vekil paraları fakire verdikten sonra, paralar fakirin elindeyken niyet etmiş olsa, zâhire göre caiz olur: Nitekim paraları bizzat kendisi fakire verse, ulema caiz olduğunu söylemişlerdir.
"Oruç"un bedenî ibadet olmasının mânâsı, onda beden amellerini terk etmek bulunduğundandır. Bunu Nehir sahibi Sa'diyye hâşiyelerinden nakletmiştir. "Oruç, iftar ettiren şeylerden kendini tutmaktır" dese daha iyi olurdu.
METİN
Farz olan hacc gibi her ikisinden mürekkep olan ibadet yalnız acz halinde niyabet kabul eder. Lâkin aczin ölüme kadar devamı şarttır. Çünkü hacc ömürde bir defa farz olur. Hattâ özrün kalkmasıyla iadesi lâzım gelir. Gönderen namına hacca niyet etmesi de şarttır. "Filan namına ihrama girdim ve filan namına telbiye ettim" diyecektir. İsmini unutur da, "gönderen namına" diyerek niyet ederse sahih olur. Kalbin niyeti kâfidir. Bu, yani aczin ölüme kadar devamının şart olması, acz, hapis ve düzelmesi umulan yani düzelmesi mümkün hastalıkgibi bir şey olduğuna göredir. Böyle değil de körlük ve kötürümlük gibi olursa, başkasının onun namına haccetmesiyle farz kendisinden sâkıt olur. Artık mutlak surette, yani ister bu özür devam etsin, ister etmesin haccı tekrarlamak lâzım gelmez. Kendisi sağlam iken yerine birini hacca gönderir de sonra aciz olur ve aczi devam ederse, bu kâfi gelmez. Çünkü şartı yoktur.
İZAH
«Her ikisinden mürekkep olan ibadet» Gâyetü's-Surûci sahibi diyor ki: «Mebsut'ta bildirildiğine göre, haccda mal vücûbun şartıdır. Ve hacc bedenle maldan mürekkep değildir.»
Ben derim ki: Bu söz doğruya daha yakındır. Onun için Arafat'ta yürümeye kâdir olan Mekkeli hakkında mal şart değildir. Kâdıhân'da, "Hacc, oruç ve namaz gibi bedenî bir ibadettir." denilmektedir. Haccda kudretin şart kılınması, kudretin de azık vasıtaya mâlik olmak diye tefsir edilmesinden haccın malla bedenden mürekkep olması lâzım gelmez. Çünkü şart meşruttan başkadır. Bir şey meşrutundan mürekkep olamaz. Nasıl ki namazın sahih olması için avret mahallini örtmek ve abdest için su şarttır. Bunların her ikisi malla olur. Ama hiçbir kimse namaz malla bedenden mürekkeptir dememiştir. Hâşiye yazarlarından biri böyle demiş;biz de hacc bahsinin başında cevabını vermiştik.
Farz olan hacc gibi diyerek mutlak bırakılan bu ibare, nezredilen hacca da şâmildir. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Şarih aczin ölüme kadar devam şartına bakarak bu kaydı koymuştur. Çünkü nâfile hacc - devamı şöyle dursun - acz bile şart koşmaksızın niyabet kabul eder. Nitekim gelecektir. T. Cihad dahi bu kısımdandır. Yalnız bedenî ibadet kısmından değildir. Hattâ haccdan da evlâdır. Çünkü cihad için harp aleti lâzımdır. Hacc ise bazan malsız da yapılır. Nitekim Mekkelinin haccı böyledir. Meselenin tam tahkîki İbn-î Kemâl'in şerhindedir.
«Çünkü hacc ömürde bir defa farz olur.» Bu cümle, aczin ölüme kadar devamı şartının ta'lîlidir. Yani bunda kolan ömrü kaplayacak acz muteberdir. Tâ ki bedenle eda etmekten ümit kesilsin. Bunu İbn-i Kemâl Kâfî'den nakletmiştir.
TEMBİH: Âciz namına haccettirmenin vâcip olduğu yer, evvelâ hacca gitmeye kâdir olup da sonra âciz kalmaktır. Ama bu, îmamı Âzam'a göredir. İmameyn'e göre o kimsenin malı varsa, onun namına birini hacca göndermek vâcip olur. Evvela sağlamken üzerine hacc farz olması şart değildir. Zeylâi. Hâsılı sağlamken hacca gitmeye kâdir olup da sonra âciz kalan kimse namına birini hacca göndermek bilittlfak lazımdır. Fakat hiçbir malı olmayıp bizzat eda etmekten âciz kalan hakkında ihtilâf edilmiştir. Esasen vücup için İmamı Âzam'a göre bedenin sağlam olması şarttır. İmameyn'e göre ise, bedenin sağlamlığı eda vâcip olmak içinşarttır. Hacc bahsinin başında sahih kabul edilen kavillerin muhtelif olduğunu, mezhebin kavlinin İmamı Azam'ınki olduğunu arzetmiştik.
«Hattâ özrün kalkmasıyla...» Yani hapis ve hastalık gibi kalkması umulan bir özür ortadan kalkmakla ladesi lâzım gelir. Körlük gibi özürler bunun hilâfınadır. Öyle bir özür yok olursa iade lâzım gelmez. Nitekim ileride göreceğiz.
«İsmini unutur da...» müphem olarak ihramlanırsa, yani "hacca niyet ettim" der de, kimin namına niyet ettiğini söylemezse, hacc fiillerine başlamadan kendisinin veya başkasının tayin etmesi sahihtir. Nitekim Lübab ve şerhinde beyan edilmiştir. Şarihi bu bâbta nass olmadığını Kâfî'den naklettikten sonra; "Tayinin bilittifak sahih olması gerekir. Şüphesiz ki icmanın yeri, o kimsenin üzerinde farz hacc bulunmadığı zamandır. Aksi takdirde o kimsenin başkasını tayini caiz olmaz. Hattâ başkasını tayin etse, Şâflî'ye göre hacc başkası namına olur." demiştir.
«Hapis ve hastalık gibi» sözü ile musannıf, özrün semâvî olmasıyla kuldan gelmesi arasında fark olmadığına işaret etmiştir. Bahır'da Tecnîs'ten naklen şöyle denilmiştir: Kendisi ile Mekke arasında düşman bulunduğu için yerine birini hacca gönderse, düşman yolun üzerinde dururken o kimse ölürse, vekilin haccı kâfidir. Aksi takdirde kâfi olmaz. Kalkması umulan aczin bir nevi de kadının mahrem bulamamasıdır. Böyle bir kadın haccdan âciz kalacağı bir zamana kadar, yani ihtiyarlayıncaya veya kör, kötürüm oluncaya kadar bekler. Artık o zaman kendi namına haccedecek birini gönderir. Bundan önce gönderirse caiz olmaz. Çünkü mahrem bulunması ihtimali vardır. Ancak mahrem yokluğu ölünceye kadar devam ederse caiz olur. Nasıl ki hasta kendi namına bir adamı hacca gönderir de hastalığı ölünceye kadar devam ederse caizdir. Nitekim Bahır'da ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir.
«Artık mutlak surette tekrarlamak lâzım gelmez.» Metinlerin mutlak olan ifadelerinden anlaşıldığına göre, şart olan daimi aczdir. Aczin, kalkması umulanla umulmayan arasında tekrarın lüzumu hususunda fark yoktur. Fetih sahibi buna göre hareket etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu doğru değildir. Hak olan, tafsilât vermektir. Nasıl ki Muhit, Hâniyye ve Mi'râc'da açıklanmıştır.» Nehir sahibi de bunu kabul etmiş, musannıf da ona uymuştur. Şurunbulâliyye sahibi bunu tahkik etmiş; Kâfî'den bunu açıkladığını nakletmiştir.
«Sonra âciz olur ve aczi devam ederse...» Yani gönderilen vekil, haccı bitirdikten sonra âciz olursa demek istiyor. Vekil haccı bitirmeden gönderen âciz kalırsa, aczi devam ettiği takdirde vekilin haccı kâfidir. Şarihin "Kâfi gelmez" sözünün mânâsı, farz yerine kâfi değildir demektir. Yoksa nâfile olarak gönderen namına sahihtir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Hamevî diyor ki: «Sultanların, vezirlerin kendileri namına başkalarını hacca göndermelerinin doğru olmadığı bundan anlaşılır. Çünkü onların aczleri ölüme kadar devam etmez.» Yahutesas itibariyle âciz değillerdir. Maksat farz namına sahih olmadığını anlatmaktır. Yoksa nâfile olarak sahihtir. T.
Ben derim ki: Lâkin Lübab şerhinden - o do Şemsü'l-İslâm'dan naklen - arzetmiştik ki, sultan ve sultan mânâsındaki emirler mahpus hükmündedir. Binaenaleyh içinde kul hakkı olmayan malından kendi namına birini hacca göndermesi icab eder. Mezkûr şekilde aczi tahakkuk eder de ölünceye kadar devam ederse böyle yapılır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...