03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...(HACCDA) CİNAYETLER BÂBI ...1


(HACCDA) CİNAYETLER BÂBI


METİN
Burada 'cinayet' ten murad, ihram veya Harem-i Şerif sebebiyle haram olan şeydir. Bazen cinayet sebebiyle iki kurban, bazen bir kurban veya oruç yahut sadaka vâcip olur. Musannıf bunu şu sözüyle açıklamıştır: «Bâliğ ihramlıya vâcip olan bir kurbandır. Çocuğa bir şey lâzım gelmez. İmam Şâfiî buna muhaliftir.»
İZAH
Musannıf ihramlıların kısımlarıyla hükümlerini anlattıktan sonra, ihram ve Harem itibariyle ârız olan cinayetleri, hacc vaktini geçirmeyi ve ihsarı beyana başladı. Ve cinayetleri öne aldı. Çünkü kusurlu olarak eda hiç yoktan efdaldir. 'Cinayet' ten murad, mastarı isim yapmak kabilinden yaptığın kötülüktür. Bu umumi bir kelime ise de, "yapılması haram olan fiil" diye tahsis edilmiştir. Musannıfın ' cinayetler ' diye cem yapması, nevileri itibariyledir. Nehir.
«İhram veya Harem sebebiyle haram olan şeydir.» İhram sebebiyle haram olan şeyler yedidir. Şeyh Kutbuddin onları şöyle nazma çekmiştir:
«İhramın haram kıldığı şeyler ey bilen!
Kıl gidermek, tırnak kesmek
Dikişli giymek, sebebiyle beraber cima
Koku sürünmek yağlanmak ve kara avcılığıdır.»
Bahır sahibi bir sekizinci ilâve etmiştir ki, o da haccın vâciplerinden birini terk etmektir. Şeyh Kutbuddin' "İhramın haram kıldığı şeyler bir vâcibi terk etmek ilh..." diye başlasa daha iyi olurdu.
Harem sebebiyle haram olan şeyler; Harem'in avı ve ağacıdır. Bahır sahibi diyor ki: «Sebebiyle ilh... demesiyle, kadınların huzurunda cima lâfı etmek hariç kalır. Çünkü o mutlak olarak yasak edilmiştir. Ceza kurbanı icabetmez.»
Tahtâvî diyor ki: «Yine orada beyan edildiğine göre, cima'nın zikri ancak yaklaşmak caiz olmayan kadınların huzurunda mutlak olarak yasaklanmıştır. Helâl kadınların huzurunda ise bundan ancak ihramlı olanlar men edilir. O da ihram sebebiyle haram olanlarda dahildir. Velev ki kendisine bir şey lâzım gelmesin.»
«Bazen cinayet sebebiyle iki kurban vâcip olur.» Hacc ihramını giydikten sonra hedy kurbanı gönderen kırân ve temettu hacılarının cinayetleri bu kabildendır.T.
«Bazen bir kurban...» ifrad haccı yapmanın ekseriyetle cinayetleri bir kurbanla ödenir.
«Yahut oruç yahut sadaka vâcip olur.» Bu cümlelerdeki 'yahut'lar, muhayyerlik içindir (Yani ya kurban kesmek ya oruç tutmak, ya sadaka vermek arasında muhayyerdir). Bu da av cinayeti yahut kokulanmak veya elbise giymek, özürden dolayı tıraş olmak gibi cinayetlerde olur. Ve hayvan kesmekle sadaka vermek ve oruç tutmak arasında muhayyer kaIır. Nitekimileride gelecektir.
Yahut muhayyerlik sadece oruçla sadaka arasındadır. Meselâ bir serçe öldürse, oruç tutmakla sadaka vermek arasında muhayyer bırakılır. Hidâye'de, "İhramda miktarı belli edilmeyen her sadaka buğdaydan yarım sa'dır (Bir fitre tası). Ancak bit ve çekirge öldürmekle vâcip olan başkadır." denilmiştir. Şarihler, "Yahut birkaç kıl koparmakla vâcip olan" ifadesini ziyade etmişlerdir. Lâkin burada sadakadan murad umumidir. Buna delil, Mültekâ şerhinde, "Yahut sadakadır. Velev bir güvercin öldürmekle çeyrek sa' buğday yahut bir çekirge öldürmekle bir kuru hurma olsun." denilmesidir. (Sindî'de şöyle denilmiştir: «Oruçta vücup ancak onunla kurban ve sadaka arasında muhayyer bırakılarak sabit olmuştur. Bundan yalnız iki şey müstesnadır:
Birincisi, hastalık özüründen dolayı ihram yasaklarından birini irtikâbettiği vakittir. Teâlâ Hazretleri, "Sizden biriniz hasta olur veya başından elemi bulunursa, ya oruçtan ya sadakadan yahut nûsükten bir fidye versin." buyurmuştur. Oruç fidyesı üç gün, sadaka altı fakire yarımşar sa' nûsük de kurbandır.
İkincisi, av cinayeti işleyen kimse avın kıymetiyle bir hedy kurbanı satın almak yahut fakirlere yiyecek vermek, yahut her fakirin yiyeceği yerine bir gün oruç tutmak arasında muhayyerdir.» (Takrirat-ı Râfiî.)
«Bâliğ ihramlıya vâcip olan bir kurbandır.» İbn-i Melek bunu koyunla tefsir etmiştir. Bahır sahibi bunun sırrına işaret ederek, "Çünkü devenin yedide biri bu hususta kâfi gelmez. Şükür kurbanı bunun hilâfınadır" demiştir. Ama bundan sonra, haccını iki yoldan birine cima etmek suretiyle bozan kimse hakkında "Devede olmak, koyun yerini tutar." demiştir. Şurunbulâliyye.
Ben derim ki: Kuhistânî'nin kurban bahsinde şöyle denilmiştir; «Yedi kişi, kimisi kurban, kimisi müt'a, kırân, ihsar ve av yahut tıraş cezası, kimisi akika, kimisi tetavvu namına kesmiş olsalar, temel kitapların zâhirine göre sahih olur. Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre bir cinsten olmaları efdaldir. Ayrı cinslerden olurlar da herbiri ibadet niyetiyle keserse caizdir. Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre mekruhtur. Nitekim Nazım'da da böyledir» Sonra hâşiye yazarlarından birinin şöyle dediğini gördüm: «tBahır'ın ifadesi. kendisinin hedy bâbında bir devenin yedide biri kâfidir, demesiyle çelişmektedir. Keza mezhebin ekseri kitaplarıyla Menâsik'te kâfidir diye açıklanmıştır.»
TEMBİH : Aliyyü'l - Kâri'nln Nikâye şerhinde şöyle denilmektedir: «Sonra bütün kefaretler mühletli olarak vâciptir. Binaenaleyh ne vakit verse eda olur. Vücup ancak ömrünün sonunda zan-nı galibine göre vermezse elden gidecek bir vakitte daralır. Artık o vakit eda etmez de ölürse günahkâr olur. Onu vasiyet etmesi gerekir. Vasiyet etmezse, mirasçılaravâcip olmaz. Ama onun namına teberru ederlerse, oruçtan geri kalanı caiz olur.»
METİN
Velev ki unutarak veya bilmeyerek yahut zorla yapmış olsun. Binaenaleyh uyurken yüzünü örtene de vâcip olur.
İZAH
«Velev ki unutarak yapsın» Lübab'da şöyle denilmiştir: «Sonra cezanın vâcip olması için, kasten cinayet işlemekle hataen işlemek arasında fark olmadığı gibi; yeni yapmakla tekrarlamak, hatırlamakla unutmak, bilerek yapmakla bilmeyerek yapmak, isteyerek yapmakla zorla yaptırılmak, uyuyarak yapmakla uyanık olarak yapmak, sarhoş olmakla ayık bulunmak, baygın olmakla ayık bulunmak, zengin olmakla fakir olmak, kendi yapmasıyla başkasına yaptırması arasında da fark yoktur.»
Şarihi Aliyyü'l-Kâri de şunları söylemiştir: İbn-i Cemaâ'nın dört mezhep imamlarından rivayetlne göre bir kimse ihramın yasak olan bir fiilini kasten irtikâbederse günahkâr olur. Fidye ve o fiilden vazgeçmek kendisini âsî olmaktan çıkarmaz. Nevevî demiştir ki: Çok defa avamdan bazıları bu yasak fiillerden birini irtikâbeder de; "Ben fidye iltizamı iIe ma'siyet vebalinden kurtulunacağını zannederek fidye veriyorum" der. Bu açık bir hata, çirkin bir cehalettir. Zira fiil ona haramdır. Muhalefet ettiğinde günahkâr olur, kendisine fidye lâzım gelir. Ama fidye haram fiile yönelmeyi mübah kılmaz. Böylesinin cahilliği, "Ben şarabı içiyorum, zina da ediyorum, ama vurulan hadd beni temizliyor." diyenin cehaletine benzer. Her kim haram olduğuna hükmedilen bir şey yaparsa, haccın» mebrûr olmaktan çıkarmıştır.»
Ulemamız buna benzer sözleri hudûd bahsinde açıklamış ve; "Şüphesiz hadd vurmak, günahtan temizleyici değildir. Günahın sükutuna da tesir etmez. Bilâkis mutlaka tevbe lazımdır. Tevbe ederse had onu temizler ve uhrevî cezası bilittifak sâkıt olur. Tevbe etmezse sâkıt olmaz." demişlerdir.
Lâkln Mültekât sahibi yeminler bahsinde şöyle demiştir: «Kefaret günahı giderir. Velev ki sahibi o cinayetten tevbe etmemiş olsun.» Şeyh Necmeddin-i Nesefî'nin Teysir adlı tefsirinde "Bundan sonra kim tecavüz ederse, ona acıklı bir azap vardır." âyeti kerîmesinde, yani bu başlangıçtan sonra avlarsa dediği yerde, "Söylendiğine göre bu, dünyadaki kefaretle birlikte tevbe edilmezse âhiretteki azaptır. Çünkü kefaret ısrarla günah işleyen kimseden günahı kaldırmaz." demesi de bunu te'yid eder. Bu güzel bir izah, hoş bir kayıtlamadır. Bütün delillerle rivayetlerin arasını toplamaktadır. Allah'u a'lem! Yani Mültekât'ın söylediği ısrar etmeyene; başkalarının söyledikleri ısrar edene yorumlanır. Bu yorumu Allâme Nûh da Dürer hâşiyesinde zikretmiştir.
TETİMME: Cezanın vâcip olması hakkında yukarıda geçen mutlak sözden Lübâb'dakl şumesele istisna edilir: «Bir kimse özürden dolayı haccın vâciplarinden bir şey terkederse, Bedâyi'de bildirildiğine göre ona bir şey lâzım gelmez. Bazıları ceza vâcip olduğunu mutlak söylemiş, ancak nass vârit olan hususu istisna etmiştir. Bunlar da; Müzdelife'de vakfeyi terketmek, tavaf-ı ziyareti vaktinden geciktirmek, hayız ve nifastan dolayı tavaf-ı saderi terketmek, tavaf ve sa'yde yürümeyi terketmek, sa'yi terketmek ve başındaki bir rahatsızlıktan dolayı tıraşı terketmektir.» Lâkin Lübab şarihi özürden muradın, kullardan gelmeyen arıza olduğuna delâlet eden sözler söylemiş, Lübab sahibinin, "İhsar sebebiyle Muzdelife'de vakfeyi yapamazsa kurban kesmesi gerekir." dediği yerde şunları söylemiştir: «Bu zâhir değildir. Çünkü ihsar özürler cümlesindendir. Meğer ki şöyle denile: Bu mahlûk tarafından gelme bir mânidir. Binaenaleyh tesir etmez.» Buna Bedâyi'de vakfeden sonra kurban günleri geçinceye kadar tevkif edilerek sonra serbest bırakılan kimse hakkında: "Müzdelife'de vakfeyi terkettiği için ona bir kurban lâzım gelir. Bir kurban da şeytan taşlamayı terkettiği için, bir kurban da tavaf-ı ziyareti geciktirdiği için lâzım gelir." denilmiş olması da delildir. Bahır'ın ihsar bâbında bunun benzeri vardır. İzahı inşaallah ihsar bâbında gelecektir.
METİN
İhramlı tam bir uzvunu kokularsa-velev kokulu bir şeyi çok yemekle ağzını olsun yahut toplandığında bir uzuv olacak yerlerine koku sürsün- kurban kesmesi vâcip olur. Meclis bir olursa bütün beden bir uzuv hükmündedir. Aksi takdirde her kokulama için bir kefaret lâzım gelir.
İZAH
«İhramlı bir uzvunu kokularsa...» Meselâ uyluk, bacak, yüz ve baş gibi bir uzvuna koku sürerse, istifade tamam olduğu için cinayet de tamam olduğundan kurban lâzım gelir. Kokudan murad. safran, menekşe ve yasemin gibi kokusu olan tatlı cisimlerdir. Sözün mefhumu şartından anlaşılıyor ki böyle bir şeyi yahut olgun meyveyi koklasa kefaret lâzım gelmez. Velev ki mekruh olsun. 'Ihramlı' diye kaydetmesi, ihramsız bir kimsenin koku sürünüp de sonra ihrama girmesi ve ondan başkalarına koku gitmesi sebebiyle bilittifak bir şey lâzım gelmeyeceği içindir. 'Kendi uzuvlarını' diye kayıtlamamız da, başkasının uzvunu kokularsa veya başkasına dikişli elbise giydirirse bilittifak lâzım gelmeyeceği içindir. Nitekim Zahîriyye'de de böyle denilmiştir. Nehir.
«Tam bir uzvunu» diye kayıtlaması, çokluğa itibar edildiği içindir. İbn-i Kemâl Hidâye şerhinde şöyle demektedir: «UIema azla çoğun arasını ayıran sınırın ne olacağında ihtilâf etmişlerdir. Çünkü İmam Muhammed' den rivayet edilen ibareler çeşitlidir. Bazılarında çokluğun sınırını büyük bir uzuv göstermiş bazılarında ise kokunun kendisindegöstermiştir. Onun için ulemadan bazıları birinciyi, bazıları da ikinciyi itibara almış ve "Bakan kimse çok görürse çoktur. Meselâ gülsuyundan iki avuç, misk ve galiyeden bir avuç çoktur. Az görürse azdır." demişlerdir. Bir takımları çokluğu büyük bir uzvun dörtte biriyle ölçmüş ve, "Baldırının veya uyluğunun dörtte birini kokularsa ceza kurbanı lâzımdır, bundan daha az olursa sadaka vermesi gerekir." demişlerdir. Şeyhülislâm ise, "Koku kendisi azsa tam uzva bakılır, çok ise uzva bakılmaz." demiştir.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Şeyhülislâm'ın bu sözü üç kavlin arasını bulmaktadır. Hattâ az kokuyla tam bir uzvu yahut çok kokuyla bir uzvun dörtte birini kokularsa ceza kurbanı lâzım gelir. Aksi takdirde sadaka gerekir. Muhit sahibi bu kavli sahih bulmuş, Fetih sahibi de, "Tevfik işte budur." demiştir. Bahır sahibi birinci kavli tercih etmiştir. Metinlerde olan da odur. Şurunbulâliyye sahibi diyor ki; "Boş gibi demesi, uzuvdan muradın ne olduğuna beyandır. O avret uzuvları gibi değildir. Şu halde meselâ kulak müstakil bir uzuv değildir." İbn-i Kemâl de bunun gibi söylemiş; "Murad burun ve kulak gibi küçük uzuvdan ihtirazdır. Çünkü biliyorsun çokluğun sınırında tam bir uzvu itibara alan onu büyük olmakla kayıtlamıştır." demiştir. Sonra "Kâmil uzuvdan az olursa sadaka gerekir." sözü, İmam-ı Âzam'la Ebû Yusuf'undur. İmam Muhammed. "Miktarına göre vâcip olur. Uzvun yarısına varırsa bir koyunun yarısı miktarından sadaka vâcip olur. Uzvun dörtte birini bulursa koyun kıymetinin dörtte biri lâzım gelir. Böylece hesap edilir." demiştir. Bahır sahibinin söylediğine göre İmam İsbicâbî bunu tercih etmiş; hilâf nakletmeksizin bunu söylemekle yetinmiştir.
«Velev kokulu bir şeyi çok yemekle...» Yani başka bir şey karıştırmadan ve pişirmeden sırf kokulu şeyi yerse demek istemiştir.
Hükmü ileride gelecektir. 'Çok'tan maksadı, ağzının ekserisine bulaşandır. O kimseye ceza kurbanı lâzım gelir. Fetih sahibi diyor ki: «Bu söz kurban lazım gelmek için mutlak surette uzuv itibara alınmayacağına şahittir. Bilâkis o mesele yukarıda arzettlğimiz gibi haddi zatında çokluk derecesine varmadığı zamandır.» Bahır. Yani burada çok koku sebebiyle ceza kurbanının lâzım gelmesi - velev ki bütün ağıza yayılmasın- yukarıda geçen tevfika (ara bulmaya) şahitlik etmektedir. Bununla anlaşılıyor ki şarihin "tam bir uzvu" dedikten sonra "velev ağzını olsun" demesi söz götürür. Çünkü burada çokluktan murad, bütün ağıza dağılan mânâsı muradmış vehmini verir.
«Yahut toplandığında bir uzuv olacak ilh...» Yani toplanmış olsa tam bir uzuv olacak yerlerine koku sürse ceza kurbanı vâcip olur. Zâhire bakılırsa, koku sürülen uzuvların en küçüğü kadar olursa kurban lâzım geIir. Nitekim avret yerinin açılmasında ulema en küçük uzvu itibara almışlardır. Lâkin o en küçük uzuv büyük bir uzuv kadar olursa kurban lâzım gelir. Biliyorsun ki küçük uzuvda kurban vâcip olmaz. Meğer ki kokulu şey çok olsun. Nitekim yukarıda geçen tevfiktan anlaşılmıştır.
«Her kokulama için...» Yani bu meclislerden (kokulama vaziyetlerinden) her biri bütün bir uzva yahut bir uzvun ekserisine şâmil olursa, bir kefaret Iâzım gelir. Şeyhayn'a göre ilk süründüğü koku için kefaret versin vermesin ikinciye ayrı kefaret gerekir. İmam Muhammed; "Birinci için kefaret vermemişse bir kefaret kâfidir." demiştir. Bahır.
METİN
Kurban keser de kokuyu gidermezse, onu yerinde bıraktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir. Ekserisi kokulanmış elbiseye gelince: Ceza kurbanı lâzım gelmek için onu bir gün devamlı olarak giymesi şarttır. Yahut başını ince kına ile kınalarsa bir ceza kurbanı lâzım gelir. Keçeleşecek şekilde kınalarsa iki ceza kurbanı gerekir.
İZAH
«Yerinde bıraktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir.» Çünkü iptidaen koku sürünmek haram idi. Binaenaleyh devamı için de iptida hükmü verilir. Bahır.
«Ekserisi kokulanmış elbiseye gelince:» Bu sözün zâhirine bakılırsa, muteber olan, kokunun çokluğu değil elbisenin ekserisidir. Şarih burada Şurunbulâlı'ye tâbi olmuştur. Halbuki gerek Şurunbulâlîyye'de gerekse Fetih ve diğer kitaplarda zikredilen, elbisede kokunun çokluğu itibara alınacak şeklindedir. Burada örfü- âdete müracaat edilecektir. Hattâ Bahır sahibi örfün üç kavilden ikinciyi tercih ettirdiğini söylemiştir. Çünkü koku hem bedene, hem elbiseye yayılır.
Ben derim ki: Lâkin ulemanın Mücerred'den naklettiklerine göre, elbisesinde dörtgen şeklinde bir karış koku sürülmüş yer bulunur da, o elbiseyle bir gün geçirirse yarım sâ' (bir fitre tası) zahîre sadaka verir. Bir günden daha az olursa bir avuç zahîre verir. Fetih sahîbi diyor ki: «Bu söz, dörtgen şeklinde bir karışın azda dahil olduğunu nassan ifade etmektedir.» Yani bununla kurban değil sadaka vâcip olur. Bununla beraber çokluğun kokuda değil elbisede itibara alınacağını gösteriyor. Şu kadar var ki elbisenin ekserisinin muteber olacağını göstermiyor. Bilâkis zâhirinden anlaşılan, bir karıştan fazla olursa çok sayılır, ceza kurbanı icabeder. Çünkü o zaman koku örfen çoktur. Böylece çokluğun elbisede değil, kokuda itibar edileceğine dönmüştür. Bu izaha göre yukarıda geçen tevfîki (ara bulmayı) da, "Koku haddi zatında çoksa ceza kurbanı lâzım gelir. Velev ki elbiseye bir karıştan az bulaşsın, koku azsa dörtgen bir karıştan fazla yere isabet etmedikçe bir şey lâzım gelmez." şeklinde yürütmek mümkündür. Ulemanın şu sözü de işaret olabilir: «Beline bağladığı veya omuzuna aldığı peşkirin bir tarafına misk, kâfur veya anber gibi kokulardan çok miktar çıkılasa ceza kurbanı lâzım gelir.» Yani bir gün devam ederse kurban, daha az olursa sadaka lâzım gelir.
«Ceza kurbanı lâzım gelmek için bir gün giymesi şarttır.» Şarihin ceza kurbanını ayrıca söylemesi, elbiseden murad ihramlı kimsenin elbisesi olduğu içindir. Bu iki peşkirden ibarettir. Fakat dikişli elbise giyerse, ondan dolayı bir kurban daha vâcip olur, Bundan bahsetmemesi, ileride geleceği içindir. "Bir gün giymesi" diyerek kokunun elbisede zamanla ölçüleceğini göstermesi, elbiseyle uzuv arasında fark olduğuna işaret içindir. Zira uzuvda zaman muteber değildir. Hattâ koku bulaşan uzvu derhal yıkasa yine kurban vâciptir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Elbise bunun gibi değildir.
«Yahut başını kınalarsa» demesi misâl içindir. Yoksa kadın elini, erkek sakalını kınalamış olsa yine kurban vâcip olur. Nitekim Nehir sahibi bunu izah etmiştir. Bahır'ın sözü buna muhaliftir. Kına kokuda dahil olduğu halde musannıfın ayrıca ondan bahsetmesi, ihtilâflı olduğu içindir. Bahır.
«Keçeleşecek şekilde ilh...» Keçeleştirmek, hatmi, mersin ağacı ve zamk gibi bir şey alarak saçlarının köküne koymaktır. Bahır. Burada münasip olan, "koyu kınaya gelince" demekti. Fetih sahibi diyor ki: «Kına koyu olur da başını keçeleştirirse iki ceza kurbanı lâzım gelir. Bunun birisi koku için, birisi de - bir gün bir gece bütün başını veya dörtte birini kaplayarak devam ettiyse - başını örttüğü içindir.» Bir günden daha az örterse sadaka vermesi lâzım gelir. Bu erkek hakkındadır. Kadına gelince: O başını örtmekten menedilemez. Şurunbulâliyye sahibi, kınayla örtmekten kurban lâzım gelmesini, ulemanın, "Mûtad olmayan bir şeyle örtmek hiçbir ceza gerektirmez." sözü karşısında müşkil saymıştır.
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir; Saçı keçeleştirmek suretiyle örtmek çöl halkınca mûtaddır. Onlar bunu saçın dağılmasını ve kirlenmesini menetmek için yaparlar. Bunu Peygamber (s.a.v.) dahi ihramında yapmıştır. Bunu Bahır sahibi de müşkil saymış ve, "İhramdan önceki örtmeyi istishâb yapmak (şimdi de örtü saymak) caiz değildir. Koku bunun hilâfınadır." demiştir. Lâkin Makdisî buna şu cevabı vermiştir: «Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı keçeleştirmeyi caize hamletmek icabeder. Bundan murad, örtünme teşkil etmeyecek derecede az olanıdır.»
Ben derim ki: Fetih'te Râşidüddin'in Menâsik'inden nakledilen, "İhrama girmezden önce başını keçeleştirmesi iyi olur." sözü buna yorumlanır.
METİN
Zeytinyağı yahut susamyağı ile yağlanırsa, velev ki her ikisi de hâlis olsun kurban gerekir. Çünkü bunlar kokunun aslıdır. Sair yağlar bunun hilâfınadır. Onu yer veya burnuna çeker yahut bir yara tedavi eder yahut ayaklarının yarık yerlerine sürerse, veya kulaklarına akıtırsa ittifaken kurban ve sadaka vâcip olmaz. Misk, amber, gâliye, kâfûr ve benzeri bizzat koku sayılan şeyler bunun hilafınadır. Çünkü bunları kullanmakla ceza lâzım gelir. Velev ki tedaviyoluyla kullansın. Bunu pişmiş bir yiyeceğin içine koyarsa, bir şey lâzım gelmez.
İZAH
«Yağlanırsa...» Yani tam bir uzvu yağlarsa demektir. Lübab. Lübab şarihi diyor ki: «Bazıları kokunun çokluğunu, bakan kimsenin çok görmesiyle ölçmüşlerdir. Herhalde bunun yeri, yukarıda geçen tevfik gereğince tam uzuv olmayan şeydir. Nevâdir'de beyanedildiğine göre başın veya sakalın dörtte birini yağlamakla kurban vacip olur. Bu mesele kokuda dörtte bir rivayeti üzerine tefrî edilmiştir. Doğrusu bunun hilafıdır.»
«Çünkü bunlar kokunun aslıdır.» Şu itibarla ki gül ve menekşe gibi çiçekler bunların içine konulur da koku yapılır. Kendileri de bir nevi kokudan hâli değillerdir. Böcekleri öldürürler, saçı yumuşatırlar, kiri ve dağınıklığı önlerler. Bahır. Bu, İmamı- Azam'a göredir. İmameyn o kimseye sadaka lâzım geldiğini söylemişlerdir.
«Sair yağlar bunun hilâfınadır.» Bahır'in ibaresi şöyledir: «Zeyt'-den zeytinyağını kasdetmiştir. Simsim, susam denilen şeydir. Böylece içyağı ve tereyağı gibi diğer yağlar hariç kalmıştır.» Bu sözün muktezası, bademyağı ile kayısı çekirdeği gibi şeylerin harîç kalmasıdır.
«Onu yer veya burnuna çekerse...» Yani zeytinyağını yahut susamyağını yerse veya burnuna çekerse bilittifak birşey lâzım gelmez. Çünkü hiçbir cihetten koku değildir. Kokulanmak için kullanılmayınca, ona koku hükmü verilmez.
«Velev ki tedavi yoluyla kullansın.» Lâkin kurban kesmekle oruç tutmak ve fakir doyurmak arasında muhayyerdir. Nitekim gelecektir. Nehir.
«Bunu pişmiş bir yiyeceğin içîne koyarsa...» Yani kokuyu pişmiş yemeğe katarsa bir şey lâzım gelmez. Bilmelisin ki kokuyu başka şeye karıştırmak muhtelif şekillerde olur. Zira ya pişmiş yiyeceğe katılır, yahut pişmemiş olana. Birincide koku ister gâlip, ister mağlûp olsun hükümsüzdür. İkincide hüküm galebe çalana verilir. Kokan şey galipse kurban vâciptir, velev ki kokusu duyulmasın. Nitekim Fetih'te de böyle denilmiştir. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Şu kadar var ki kokusu hissedilirse mekruhtur. Kokan şey meşrubata karıştırılırsa, burada galip gelsin mağlûp olsun hüküm kokan şeyedir. Ancak kokan şey galip ise kurban vâcip olur. Mağlûp ise sadaka icabeder. Meğer ki tekrar tekrar içmiş olsun. Bu takdirde kurban vâcip olur. Bahır sahibi inceleme yaparak, "Yenilen içilen şeylere az koku karışırsa, ya hiçbir şey vâcip olmamak, yahut her ikisinde sadaka vâcip olmak suretiyle ikisini bir tutmak gerekir.'' demiştir. Tamamı Bahır'dadır.
TEMBİH: İbn-i Emir Hâcc Halebî diyor ki «Yalnız kokan şeyi yerse galebenin ne suretle itibar edileceğini görmedim. UIema burada azla çoğun orasını ayırmamışlardır. Zâhire bakılırsa, karıştıran kimse kokulu nesnenin kokusunu karıştırmazdan önceki gibi duyarsa o galiptir. Duymazsa mağlûptur. Gâlip olduğu takdirde ondan çok yer veya İçerse kurban vâcip olur. Çok. bilen âdil bir kişinin çok saydığı şeydir. Bundan maadası azdır. Öd ağacı ve benzeri bir şeyle buhurlanarak yapılan helvadan yerse bir şey tâzım gelmez. Ancak kokusunu duyarsa mekruh olur. İçine gülsuyu ve misk gibi bir şey karıştırılarak yapılan helva bunun hilâfınadır. Ondan çok yerse kurban, az yerse sadaka tâzım gelir.» Nehir.
«Ben derim ki: Lâkin Fetih'in pişmemiş yiyecek hakkında geçen, "kokusu duyulmazsa" sözü, galebenin cüzle değil. kokuyla ölçüleceğini anlatmaktadır. Lübab şerhinde bu açıkça ifade edilmiştir. Sonra zâhire göre 'helva' sözünden pişmemiş olanı kasdetmiştir. Aksi halde pişmiş helva hakkında bildiğin gibi tafsilât yoktur. Yenilen içilen şeylerin hükmü budur. Bedene sürülen çöven ve benzeri bir şeyle karıştırılırsa, bu hususta Lübab şerhinde Müntekâ'dan naklen şöyle denilmektedir: «Bakıldığı zaman bu çövendir derlerse sadaka vermesi gerekir; kokudur derlerse kurban vâcip olur.»
METİN
Pişmemiş ve mağlûp olursa, güzel kokan bir şeyi ve elmayı koklamak gibi yenilmesi mekruh olur. Dikişli bir elbiseyi mûtad şekilde bütün bir gün veya bir gece giyer yahut başını mûtad örtüyle bir gün veya bir gece örterse kurban vâcip olur. Elbiseyi üzerine ilikler veya omuzlarına koyarsa bir şey lâzım gelmez. Başının üzerinde testi veya denk gibl bir şey taşırsa bir şey tâzım gelmez. Bir günden ve bir geceden az olursa sadaka lâzım gelir. Bir günden fazlası bir gün gibidir. Elbiseyi geceleyin çıkarıp gündüzün giyse ve bütün giyim eşyasını böyle yapsa bile. çıkarırken tekrar giymemeye niyet etmedikçe bir kurban lâzım gelir. Eğer giymemeye niyet eder de sonra yine giyerse ceza çoğalır. Evvelâ birinci için kefaret verir. Keza bir gün elbise giyer de giydiği için kurban keser, sonra ertesi gün yine giymeye devam ederse ceza yine çoğalır. Ertesi gün için de kurban lâzım gelir. Çünkü yasak edilmiştir. Ona devamı için iptidanın hükmü verilir.
İZAH
«Mekruh olur.» Yani yukarıda geçtiği vecihle kokusunu duyarsa mekruh olur.
«Dikişli elbise»nin tarifi ihram faslında geçmişti.
«Mûtad şekilde giyerse...» Yani çalışırken onu 'korumaya dikkat etmesi gerekmezse demektir. Bunun zıddı, korumaya muhtaç olmasıdır. Meselâ entarisinin eteğini yukarıya kıvırmak, yakasını aşağıya indirmek böyledir. Lübab şerhî.
«Veya omuzlarına koyar»da iliklemezse birşey lazım gelmez. Yalnız bu mekruhtur. Bu hususta sözün tamamı ihram faslında geçmişti.
«Başını örterse...» Yanı başının bütününü veya dörtte birini örterse demektir. Yüz de baş gibidir. Nitekim gelecektir. Elini veya benzeri bir uzvu sarması bunun hilâfınadır.
«Veya denk gibi bir şey»den murad, blr hayvan yükünün yansıdır. Lübab şerhi. Dengi Bahır ve Minâh sahipleri dolu olmakla kayıtlamışlardır. Hatta içi dolu olmazsa ona denk denilmezmiş. Çünkü ancak içi dolu olduğu takdirde yükün diğer yarısına muadil olurmuş. Onun için burada mutlak zikretmiştir. Rahmetî.
Ben derim ki: Lâkin ben Bahır ve Minâh'ta bu söylenenlerle kaydedildiğini görmedim. Başka nüshaya müracaat etmelidir!
«Bütün bir gün veya bir gece»den murad, zâhire göre bunların miktarıdır. Günün yarısından itibaren elbiseyi çıkarmadan gecenin yarısına kadar giyse, yahut bunun aksini yapsa kurban lâzım gelir. Nitekim "daha azda sadaka lâzım gelir." demesi buna işarettir. Lübab şerhi.
«Az olursa sadaka lâzım gelir.» Yani buğdaydan yarım sâ (bir fitre tası) vermesi gerekir. 'Az' tabirinin içinde bir saat ve daha azı da dahildir. Hızânetü'I-Ekmel'de, "Bunun hilâfına olarak bir saat için yarımsâ, daha azı için bir avuç buğday lâzım gelir." denilmiştir. Bahır. Lübab sahibi de Hızâne'nin yolundan yürümüş, şarihi bunu ikrar etmiş, fakat fukahanın söylediğine muhalefetinden dolayı O'na itirazda bulunmuştur.
TEMBİH: Bazı Menâsik şarihlerinin beyanına göre bir kimse bir hacc nevi için ihrama girer de, dikişli elbise giymiş bulunursa, ve bu ibadeti bir günden azda tamamlayıp ihramdan çıkarsa ne hüküm verileceği hususunda açık bir söz görmedim. Fukahanın, "Ceza kurbanı icabeden kâmil istifade ancak tam bir gün giymekle hasıl olur." demeleri, sadaka vermesini gerektirir. Şöyle de denilebilir: istifadenin kemâline bakarak bir günle sınırlandırmak ancak ihram zamanı uzun sürdüğüne göredir. Ama meselemizde olduğu gibi kısa sürerse, tüm istifade hasıl oldu demektir. Binaenaleyh kurban vacip olması gerekir. Bununla beraber mutlaka açık bir delil lâzımdır.
«Elbiseyi geceleyin çıkarıp gündüzün giyse...» Aksi de böyledir. Yani geceleyin giyip gündüzün çıkarsa hüküm birdir. Nitekim Lübab şerhinde böyle denilmiştir.
«Ve bütün giyim eşyasını böyle yapsa» cümlesi. "dikişli elbise giyerse" sözü üzerine mübalâğadır. Yani gömlek, kaftan, sarık, külâh, don ve mest gibi bütün elbiseleri toplayıp bir gün giyse sebep bir olduğu takdirde bir kurban kesmesi icabeder. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. Yani hepsini zaruretten dolayı veya hepsini zaruretsiz olarak giymişse hüküm budur. Bazısını giymeye muztar ve mecbur olur da kalanlarını hiçbir zaruret yokken giyerse, müteaddit kurban lazım gelir. Nitekim ileride izah edeceğiz. Musannıfın söylediğine bakılırsa, bu eşyanın hepsini bir mecliste giymek lâzım değildir. Aliyyü'lKâri buna muhâlif olarak hepsinin bir mecliste giyilmesini şart koşmuştur. Bu eşyanın hepsini bir günde giymek kâfidir. Lübâb'da, "Çeşitli elbiseleri giymekle beraber bir takım sebeplerden dolayı ceza bir olur. Bunlar, hepsinin sebebi bir olması, çıkarırken artık giymemeğe niyet etmemesi, bütünelbiselerini bir mecliste veya bir günde giymek gibi şeylerdir." Yani sebep bir olmakla beraber demektir. Nitekim biliyorsun. Fakat bazısını bir gün, bazısını başka gün giyerse, sebep bir bile olsa ceza müteaddit olur.
«Çıkarırken tekrar giymemeye niyet etmedikçe bir kurban lâzım gelir.» Tekrar niyetiyle yahut yerine başkasını giymek niyetiyle çıkarırsa, ikinci bir kefaret lâzım gelmez. Çünkü giyme işi iç içe girer, ikisine bir fiil hükmü verilir. Lübab şerhi.
METİN
Elbisesi sırtında iken ihrama girdikten sonra o elbiseyle devam etmesi, ondan sonra yeniden giymesi gibidir. Velev ki zorla veya uyurken giydirilmiş olsun. Giyme sebebi başka başka olursa, ceza da başka başka olur. Bir gömlek giymeye muztar kalır da, iki gömlek giyer yahut bir külâh giymeye muztar kalır da onu sarığı ile beraber giyerse, hem kurban lâzım gelir, hem günah. Zaruretin kalmadığını kesin olarak bilir de yine o halde devam ederse, ikinci bir kefaret verir. Başın veya yüzün dörtte birini örtmek, bütününü örtmek gibidir. Kulaklarını ve ensesini örtmekte, elbisesiz olarak ellerini burnunun üzerine koymakta beis yoktur.
İZAH
«Yeniden giymesi gibidir.» Yani bir gün veya bir gece devam ederse kurban vâcip olur. Burada özürsüz olarak elbisesi sırtında iken ihrama girmenin sahih olduğuna işaret vardır. Avamın îtikadı bunun hilâfınadır. Çünkü dikişli elbiseden soyunmak ihramın vâciplerindendir. Sıhhatinin şartlarından değildir.
«Giyme sebebi başka başka olursa.» Meselâ sıtmalı olup elbisesini giymeye muhtaç olur da sıtma geçer, başka bir hastalığa tutulursa veya başka bir sıtmaya tutulur da elbisesini tekrar giyerse. iki kefaret vermesi icabeder. Birincisi için evvelden kefaret verip vermemesi farketmez. Düşman muhasara eder de onunla çarpışmak için günlerce elbisesini giymeye muhtaç olursa ve çarpışmaya çıkarken elbisesini giyer, döndüğü vakit çıkarırsa, o düşman oradan gitmedikçe bu adama bir kefaret lâzım gelir. Düşman gider de başka bir düşman gelirse iki kefaret icabeder. Bunun muktezası, Halebî'nin dediği gibidir. Yani soğuktan korunmak için giymiş, sonra hep aynı sebepten dolayı giyip çıkarmış, nihayet bu soğuk giderek başka bir soğuğa tutulmuş ve ondan dolayı giymişse, kendisine iki kefaret vâcip olur.
«Bir gömlek giymeye muztar kalır da iki gömlek giyerse ilh...» cümlesi öncekini tahsistir. önceki cümle, sebep değişince cezanın da değişeceğini anlatıyordu. Zahîre sahibi diyor ki: «Bu meselenin cinsinde asıl olan şudur: Zaruret yerinde ziyade, yeni bir cinayet sayılmaz. Lübab'da şöyle denilmektedir: Sebep başka başka olursa, meselâ bir elbise giymeye muztar kalır da iki elbise giyerse, bunları zaruret yerinde giydiği takdirde meselâ bir gömleğemuhtaç olup da iki gömlek yahut bir gömlekle bir cübbe giydiği, veya bir külâha muhtaç olup da onu sarıkla beraber giydiği takdirde bir kefaret vermesi vâcip olur. Bu kefarette muhayyer bırakılır.» Şarihi diyor ki: «Bir mecliste her ikisini giymeye zaruret bulunursa, bunları iki yerde giymesi de böyledir. Meselâ bir özürden dolayı bir sarıkla bir mest giyerse bir kefaret vermesi icabeder.» Bunları iki muhtelif yerde giyerse, yani biri zaruret yerinde, diğeri zaruretten başka bir yerde olursa nitekim sarık giymeye muztar kalır da, onu meselâ gömlekle beraber giyerse, yahut zaruretten dolayı bir gömlek giyer. zaruret yokken de iki mest giyerse o kimseye iki kefaret lâzım gelir. Bunların birincisi zaruret kefaretidir. Bu kefaret hakkında muhayyerdir. Bir de ihtiyârî kefaret verir. Bunda muhayyerlik yoktur.
«Hem kurban lâzım gelir, hem günah.» Kurban lâzım gelmesi biri sebebiyledir. Diğeri sebebiyle günah lâzım gelir. Burada münasip olan tabir, yukarıda arzettiğimiz gibi muhayyer kefaretin Iüzumudur demekti. Çünkü bir özürden dolayı olunca kurban taayyün etmez. Nitekim gelecektir. Sarıkla külâh giymekte - iki gömlekte olduğu gibi - bir kefaret lâzım gelmesi nassan bildirilmiştir. Nitekim Lübab'dan nakli, yukarıda geçti. Fetih ve Mi'râc'da da böyle denilmiştir. Bahır sahibi buna muhalif olarak aralarında fark görmüştür. Nitekim Şurunbulâliyye'de buna tembih edilmiştir. "Hem günah lâzım gelir" diye söylediğine Bahır sahibi dahi Halebî'den naklen tembihte bulunmuş; sonra; "Bu bellenmelidir. Çünkü birçok ihramlılar bundan gafildirler. 'Nasıl ki gördük.' demiştir.
«İkinci bir kefaret verir.» Yani kesin bildikten sonra bir gün devam ederse, muhayyerlik olmaksızın ikinci bir kefaret verir. Fakat zaruretin kalmadığını şüpheyle bilerek devam ederse bir şey tâzım gelmez. Bahır.
«Bütününü örtmek gibidir.» Ebû Hanife'den meşhur rivayet budur Birçoklarının söylediği vecihle sahih olan da budur. Lübab şerhi.
«Kulaklarını ve ensesini örtmekle...» Keza bedenin ellerle ayaklardan maada yerlerini örtmekte beis yoktur. Ellere eldiven. ayaklara çorap giymek ise yasaklanmıştır. Meselenin tamamı ihram faslında geçmişti.
«Elbisesiz olarak» ifadesi, Fetih ve Bahır'da da vardır. Zâhire bakıIırsa, ellerini elbiseyle burnuna koyması sadece kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü burun yüzün dörtte biri etmez. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
METİN
Başının dörtte birini tıraş eder, yani saçlarını giderirse yahut sakalının dörtte birini tıraş eder veya kan alınan yerlerini tıraşlarsa. yani kan aldırırsa kurban vâcip olur. Aksi halde vâcip olan sadakadır. Nitekim Fetih'ten naklen Bahır'da böyle denilmiştir. Yahut koltuklarından birini veya kasıklarını yahut ensesini veya bunların bütününü tıraş ederse, yine kurban lâzımgelir.
İZAH
«Yani saçlarını giderirse...» Tıraştan ustura veya başka bir şeyle isteyerek veya istemeyerek saçlarını kazımayı kastediyor. Ağdayla giderir veya sakalını yolarsa, yahut ekmek kararken saçı yanarsa, yahut eliyle saçına dokunur da düşerse, tıraş olmak gibidir. Saçlarının hastalıktan veya ateşten dökülmesi bunun hilafınadır. Bahır.
Ben derim ki: Bu, saç kısaltmaya da şâmildir. Nitekim Lübab'da açıklanmıştır. Lübab şarihi diyor ki: «Bunu Kâfî sahibi ve Kirmânî açıklamışlardır. ihramdan çıkmaya kıyasen doğru olan da budur. Hidâye şerhi Kifaye'de saç kısaltmanın kurban icabetmediği söylenilmiştir.»
«Başının dörtte birini» tıraş eder. Sahih ve ekseriyetle mezhebimiz ulemasının tercih ettikleri muhtar kavil budur. Tahtâvî'nin Muhtasar'ında bildirildiğine göre İmameyn, başının ekserisini tıraş etmedikçe kurban vâcip olmaz, demişlerdir. Lübab şerhi. Hacının başı saçsız ise, saç biten yerleri dörtte birini bulduğu takdirde kurban lâzım olur. Aksi takdirde sadaka vermesi gerekir. Sakalı son derece hafifse,dörtte bir miktarı tam olduğu takdirde kurban kesmesi vâcip olur. Aksi takdirde sadaka vermesi gerekir. Lübab. Sakalla bıyıklar bir uzuv sayılır. Fetih.
«Kan alınan yerleri»'nden murad, boynundaki hacamet yerleridir. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
«Aksi halde vâcip olan sadakadır. » Yani tıraştan sonra kan aldırmazsa sadaka vermesi vâcip olur.
«Nitekim Fetih'ten naklen Bahır'da böyle denilmiştir.» Nehir sahibi; "Ben kendi nüshamda 'Fetih'ten naklen ' denildiğini görmedim." diyor.
Ben derim ki: Herhalde O'nun nüshalarından bu kelime düşmüş olacaktır. Yoksa Fetih'te onu ben de gördüm. Fetih sahibi buna Zeylâî'nin, "Tıraş olması kan aldıran için maksuttur. Muteber olan budur. Başka şey için tıraş olması bunun hılâfınadır." sözünü şahit getirmiştir.
«Veya bunların bütününü...» Yani zikredilen üç şeyin hepsini tıraş ederse kurban lâzım gelir. 'Bütününü' diye kayıtlaması, bu uzuvların dörtte biri bütünü yerine geçmediği içindir. Çünkü bunların bir kısmını tıraş etmekle yetinmek âdet olmamıştır. Şu halde bir kısmını tıraş etmek tam istifade sayılmaz. Başın dörtte biri ile sakal bunun hilâfınadır. Çünkü bu şekil tıraş bazı insanların âdetidir. Muhit'te, "Boynunun ekserisi bütün gibidir. Çünkü bedenin eşi bulunmayan her uzvunun ekserisi bütünü makamınadır." denilmişse de bu söz zayıftır. Keza Hâniyye'nin. "Koltuk çok kıllı olursa kurban vâcip olmak için dörtte biri itibara alınır, değilse ekserisi itibara alınır." sözü dahi böyledir. Mezhep musannıfın zikrettiğidir ki, dörtte bir başta ve sakalda itibara alınır. Bunlardan maada yerlerde kurban lâzım gelmek için uzvunbütünü nazarı itibara alınır. Bahır. Kısaltılarak alınmıştır.
Lübab'da bu üç şey gibi göğsünü, baldırını, dizini, uyluğunu, pazusunu ve kolunu tıraş edene dahi kurban lâzım geleceği bildirilmiştir. Bazıları bunlarda sadaka gerektiğini söylemişlerdir. Azını tıraş ederse sadaka lâzım gelir. Bunların dörtte biri bütünün yerini tutmaz. Lübab şarihi diyor ki: Musannıf (bazıları bunlarda sadaka gerektiğini söylemişlerdir) sözüyle Mebsut'un ibaresine işaret etmektedir. Orada şöyle denilmiştir: "Her ne zaman kasten tıraş edilen bir uzvu tıraş ederse bir kurban kesmesi vâcip olur. Kasten tıraş edilmeyen bir yerini tıraş ederse sadaka vermesi gerekir." Mebsut sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: "Maksut olmayan yerlerden biri, göğüs ve baldırların kıllarını tıraş etmektir. Maksut olan yerlerden biri de başı ve koltukları tıraş etmektir." Bedayi, Timurtâşî ve Nuhbe'de dahi böyle denilmektedir. Esah olan Mebsut sahibinin söylediğidir. İbn-i Hümâm, "Hak olan budur." demiştir. Hâsılı üçten her biri, yani koltuk, kasık ve boyun başlı başına kasten tıraş edilen yerlerdir. Binaenaleyh bunlarda kurban vâcip olur. Lâkin hiçbirinin dörtte biri bütünü yerine geçmez. Sebebini yukarıda gördük. Göğüs, baldır ve benzerleri bunun hilafınadır. Onları tıraş etmekle sadaka vâcip olur. Fetih sahibi diyor ki: "Çünkü bunları tıraş etmek arzusu ancak başka yerlerin zımnındadır. Zira yalnız baldırı parlatmak âdet olmamıştır. Âdet sırttan ayağa kadar her yeri parlatmaktır." Bahır sahibi de şunları söylemiştir: "Bu izaha göre üçle kayıtlamak, göğüs ve baldır gibi maksut olmayan uzuvlardan ihtiraz içindir." Bilmelisin ki tıraş edilen dağınık yerler koku gibi toplanır. Ayrı ayrı yerlerden başının dörtte birini tıraş ederse, bir kurban kesmesi vâcip olur. Lübab. İleride gelecek ki bıyıklarını tıraş edene sadaka lâzım gelir.
TEMBİH: Tıraş etmeyi, Câmi-i Sağîr'e uyarak koltuklarda da zikretmesi, caiz olduğuna işaret içindir. Sünnet olan onları yolmaktır. Onun için Asıl nam kitapta bu tabir kullanılmıştır. Bıyığın kısaltılması mı sünnettir, yoksa tıraş edilmesi mi meselesi ihtilâflıdır? Müteehhirîn ulemamızdan bazılarına göre mezhep, kısaltılmasıdır. Bedayi sahibi, "Sahih olan budur." demiş; Tahâvî; "Kısaltmak iyidir, tıraş etmekse daha iyidir." ifadesini kullanmıştır. Üç İmamımızın kavli budur. Nehir. Fetih sahibi diyor kl: «Kısaltmanın tefsiri, bıyıklan dudak kenarlarından alarak kısaltmasını temin etmektir.» Hidâye sahibinin sözüne göre ise, bıyıklarını dudakları hizasında bırakmaktır.
Bıyıkların iki ucuna gelince: Bazılarına göre bunlar bıyıktan, bazılarına göre sakaldandır. Bu takdirde onları terketmekte beis yoktur, diyenler olmuş; mekruh olduğunu söyleyenler de bulunmuştur. Çünkü bunda alemlere ve Ehl-i Kitap'a benzemek vardır. Bu söz doğru olmaya lâyıktır. Tamamı Nûh Efendi Hâşiyesindedir. Bahır sahibi Tahâvi'nin söylediğini tercih etmiş; sonra, "Buhârî ile Müslim'de rivayet edilen İ'fay-i Lihye, sakalı sıklaşıp çoğalmayabırakmaktır. Bunun sünnet miktarı bir tutamdır, ziyadesini keser." demiştir. Tamamı bu kitap üzerine yazdığımız hâşiyededir. Bir kısmı da oruç bahsinde geçmişti.
Kasıklara gelince; Bahır'da Nihâye'den naklen, "Sünnet olan onları tıraş etmektir. Çünkü hadiste on haslet sünnettendir. Bunlardan biri de istihdâttır. buyrulmuştur. Bu kelime kasıkları demirle tıraş etmektir diye tefsir edilmiştir." denilmiştir.
METİN
Ellerinin veya ayaklarının yahut hepsinin tırnaklarını bir mecliste kesmekle kurban lâzım gelir. Meclis ayrı ayrı olursa kurban da müteaddit olur. Meğer ki yer bir olsun. Mesela koltuklarını iki mecliste yahut başını dört mecliste tıraş etmek böyledir. Yahut bir elle bir ayağının tırnaklarını keserse yine kurban lazım gelir. Çünkü dörtte bir, bütün gibidir. Tavaf-ı kudûmü veya tavaf-ı sadori cünüp yahut hayızlı olarak yaparsa yine bir kurban lâzım gelir. Zira tavaf-ı kudûm başlamakla vâcip hükmüne girer. Farz olan tavafı abdestsiz yaparsa, hüküm yine budur. Cünüp olarak yaparsa, tekrarlamadığı takdirde bir deve vâcip olur.
İZAH
«Meselâ koltuklarını iki mecliste tıraş etmek böyledir.» Bunu mahal birliği sayıp, iki elin tırnaklarını kesmeyi mahal birliği saymamak müşkildir. Bununla beraber bu hususta rivayet yoktur. Nitekim bunu inâye sahibi söylemiştir. Yani bu meselenin hükmü, mezhebimiz ulemasından bazıları tarafından çıkarılmıştır ki, bir olduğu takdirde bir kurban lâzım geleceği nakledilmiştir. Nitekim şarihin yaptığı da bunu iktiza etmektedir. Ama bunu açık söyleyen görmedim. İnâye sahibi rivayet sabit olduğu takdirde bu işkale şöyle cevap vermiştir: «Burada birkaç yerin bir sayılmasını icabeden bir şey vardır ki, o da tenvîrdir (Yani macunla kılları gidermektir). O kimse bütün bedeninin kıllarını paklasa, kendisine yalnız bir kefaret lâzım gelir. Tıraş etmek de tenvîr gibidir. Bahis mevzuu kısaltma meselesinde onu böyle yapacak bir şey yoktur.» Burada şöyle bir itiraz yapılabilir: Kısaltmak da böyledir. Hem tıraş yeri müteaddit olur, meclis de değişirse, kısaltmak kefaret icabeder. Halbuki her meclis için o mecliste yapılan cinayetin gereği vâcip olurdu. Nitekim bunu Bahır sahibi ve başkaları açıklamışlardır.
«Başını dört mecliste tıraş etmek», her mecliste dörtte birini almakla olur. Birinci meclis için kefaret vermemişse, mecmuu için bilittifak bir kurban vâcip olur. Lübab şerhi.
«Başlamakla vacip hükmüne girer.» sözüyle şarih, nâfile olarak yapılan her tavafta hükmün böyle olacağına işaret etmiştir. Binaenaleyh tavafı cünüp olarak yapmışsa kurban; abdestsiz yapmışsa sadaka vâcip olur. Nitekim Zeylâî'den naklen Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Şarihin bu sözü şunu da ifade eder ki, kefaret, kavi ile zayıf arasında fark yapmaksızın ıstılâhî vâcibi terk etmekle lâzım gelir. Çünkü başlamakla vâcip olan bir şey, Allah'ın vâcipkılmasıyla vâcip olan tavâfı- sader gibi vâcipten daha aşağıdır. Zira bunların ikisi de zannî delil ile sabit olan vücupta müşterektirler. Kat'î delille sabit olan farz tavaf bunun hilâfınadır. Onun için cinayet işlenirse, oralarında farkı göstermek ve sübut cihetinden bu tavafta deve boğazlamak vâcip olur.
«Farz olan tavafı abdestsiz yaparsa» diye kayıtlaması, tavafın sadece pis elbise veya pislik bulaşmış bedenle yapılması mekruh olduğu içindir. Zahîriyye'de her pis elbiseyle yapılan tavafta bir kurban vâcip olacağı kaydedilmişse de, rivayet itibariyle bunun aslı yoktur. Musannıf şuna da işaret etmiştir ki, namaz caiz olmayacak şekilde çıplak olarak tavaf ederse, vâcip olan örtünmeyi terk ettiği için kurban lâzım gelir. 'Farz' diye kaydetmiştir ki bundan murad, tavafın ekseri şavtlarıdır. Çünkü az miktarını abdestsiz tavaf eder de tekrarlamazsa, her şavt için yarım sâ' buğday tasadduk etmesi vâcip olur. Ancak sadakanın kıymeti, kurban kıymetine yükselirse, ondan dilediği miktarı kısar. Bahır.
"Cünüp olarak yaparsa, tekrarlamadığı takdirde bir deve vâcip olur." Ama az şavtlarını cünüp olarak tavaf eder de bunları tekrarlamazsa, bir koyun vâcip olur. Tekrarlarsa her şavt için yarım sâ' sadaka vâcip olur. Çünkü tavafı ziyaretin az olan şavtlarını geciktirmiştir. Bahır. Lakin Lübab'da, "Az miktarını cünüp olarak tavaf ederse, her şavt için sadaka vermesi vâcip olur. Tekrarlarsa sadaka sâkıt olur." denilmiştir. "Tekrarlamadığı takdirde" ifadesinden murad, tavaftır ki kudûme, sadare ve farza şâmildir. Tekrarlarsa bir şey lazım gelmez. Çünkü ile zaman tavafı herhangi hadesle yapar da sonra tekrarlarsa, hadesli tavafın gerektirdiği ceza sâkıt olur. H.
Ben derim ki: Lâkin farz tavafı kurban günlerinden sonra tekrarlarsa, İmam-ı Âzam'a göre geciktirdiğinden dolayı kurban lâzım gelir. Bu, tekrarlama cünüplükten dolayı olduğuna göredir. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Nitekim kurban günlerinde tavafı mutlak surette tekrarlaması böyledir. Bu, Hidâye'de bildirilmiştir. Bahır sahibi buna göre hareket etmiş; Sirâc sahibi ile diğer ulema da bu kavli sahih bulmuşlardır. Gâyetül'-Beyan sahibi bunun hata olduğunu söylemiştir. Çünkü tahâvî şerhinde, gecikmekle mutlak surette kurban lâzım geleceği rivayeti açıklanmıştır. Bahır sahibi buna cevap vermiş; "Bu, başka bir rivayettir." demiştir.
TEMBİH: Tavafı tekrarlama meselelerinden biri de Lübâb'da zikredilen şu meseledir: Tavafı ziyareti cünüp olarak, tavaf-ı saderi ise abdestli yaparsa, tavaf-ı saderi kurban günlerinde yaptığı takdirde, saderi terk ettiği için kurban vâcip olur. Çünkü yaptığı sader tavafı, tavafı ziyarete intikal etmiştir. Ziyaret için ikinci defa tavaf ederse, ziyaret tavafı sadere intikal ettiği için bir şey lâzım gelmez. Sader için kurban günlerinden sonra tavaf ederse, iki kurban vâcip olur. Biri saderi terk ettiği için, yani sader ziyarete döndüğü içindir. İkincisi de ziyaret tavafınıgeciktirdiği içindir. Sader için ikinci defa tavaf ederse, onun kurbanı sâkıt olur. Ziyaret tavafını abdestsiz, sader tavafını abdestli yaparsa, sader tavafı bayram günlerinde yapıldığı takdirde ziyaret tavafına intikal eder. Sonra sader için ikinci defa tavaf ederse, bir şey lâzım gelmez. ikinci defa tavaf etmezse, onu terk ettiği için kurban vâcip olur. Tavaf kurban günlerinden sonra yapılırsa intikal etmez. Tavaf-ı ziyareti abdestsiz yaptığı için bir kurban vâcip olur. Tavaf-ı ziyareti abdestsiz, tavaf-ı saderi cünüp olarak yaparsa iki kurban vâcip olur.
METİN
Esah olan, cünüplükte vâcip, abdestsizlikte mendup olmasıdır. Hem muteber olan birincidir. ikincisi onun tamamlayıcısıdır. Binaenaleyh sa'yi tekrarlamak vâcip değildir. Cevhere. Fetih'te beyan edildiğine göre. umre için cünüp veya abdestsiz olarak tavaf etse kurban vâcip olur. Onun tavafından bir şavt bırakması da kurban gerektirir. Çünkü umrede sadakanın tesiri yoktur. Arafat'tan - velev ki devesi kaçtığı için olsun - imamdan ve güneş batmazdan önce çekilirse kurban vâcip olur. Ama geri dönerse kurban sâkıt olur. Esah kavle göre velev ki güneş battıktan sonra dönsün. Gâye.
İZAH
«Esah olan, cünüplükte vâcip, abdestsizlikte mendup olmasıdır.»
Yani tekrarlamak cünüp olana vâcip, abdestsiz olana menduptur. Bahır sahibi, "Tavaf-ı kudûmu cünüp olarak yaparsa tekrarlaması lazım gelir." diyor. Tavaf-ı kudûmde tekrarlamak vâcip olunca, tavaf-ı saderle farz tavafta evleviyetle vâcip olur. H.
TEMBİH: Bahır sahibi diyor ki: «Vâcip olan iki şeyin biri, yani ya koyun kesmek yahut tekrarlamaktır. Mekke'de bulunduğu müddetçe tekrarlamak asıldır. Tâ ki tamamlayıcı tamamlanan cinsinden olsun. Bu kurbandan efdaldir. Fakat ailesinin yanına dönerse, abdestsiz hakkında koyun göndermenin tekrarlamaktan efdal olduğuna ulema ittifak etmişlerdir. Cünüp hakkında Hidâye sahibi geri dönmenin efdal olduğunu tercih etmiştir. Muhit sahibi ise fakirterin menfaatı için koyun göndermenin efdal olduğunu tercih etmiştir. Birinciye döndü mü yeni ihramla döner. Bu, tavaf-ı ziyareti cünüp olarak yapmakla kadınlar hakkında ihramdan çıkmış sayıldığına binaendir. Umre için ihrama girerse ondan başlar, sonra tavaf-ı ziyareti yapar. Onun vaktini geçirdiği için kendisine kurban lâzım gelir.
«Ham muteber olan birincidir» Bu cümle, cünüplükte vâciptir cümlesi üzerine atfedilmiştir. Kerhî'nin kavli budur. îzâh sahibi de bu kavli sahih bulmuştur. Râzî buna muhaliftir. Bu cünüplük hakkındadır. Abdestsizliğe gelince: Muteber olan bilittifak birincisidir. Sirâc. Şarihin, "Binaenaleyh sa'yi tekrarlamak vâcip değildir." sözü, bu hilâfın semeresini beyandır. Râzî'nin kavline göre sa'yi tekrarlamak vâciptir. Çünkü birinci tavaf bozulmuştur. Sanki hiçyapılmamıştır. Sirâc. Bahır sahibinin, "Bu hilâfırı. semeresi yoktur." demesi. vakiin hilâfınadır.
«Fetih'te beyan edildiğine göre ilh...» Fetih sahibi bunu Muhit'e nisbet etmiştir. Onu Şurunbulâliyye sahibi de nakletmiştir. Bir benzeri de Lübab'dadır. Orada şöyle denilmiştir: «Bütün umre için veya ekserisi yahut azı için tavaf eder de bir şavtında olsun cünüp veya hayızlı nifaslı yahut abdestsiz bulunursa, bir koyun vâcip olur. Burada çokla azın, cünüplükle abdestsizliğin arasında fark yoktur. Çünkü umrenin tavafında devenin ve sadakanın bir tesiri yoktur. Tavaf-ı ziyaret bunun hilâfınadır. Keza umrenin tavafından az miktarını velev bir şavtını - terkederse, kurban vâcip olur. Tekrarlarsa kurban sâkıt olur.»
Lâkin Bahır'da Zahîriyye'den naklen şöyle denilmektedir: «Azını abdestsiz olarak tavaf ederse, her şavt için buğdaydan yarım sâ' vermesi vâcip olur. Ancak bunun kıymeti kurbanın kıymeti kadar olursa, ondan dilediği kadar azaltır.» Sirâc'da da böyle denilmiştir. Zâhire bakılırsa bu başka bir kavildir. Musannıfın ileride gelecek olan "İfrad haccı yapana ihramına cinayeti sebebiyle nerede kurban lâzım gelirse, kırân yapana orada iki kurban lâzım gelir. Sadaka da öyledir." ifadesi ki şarih orada temettu yapanın da kırân yapan gibi olduğunu söylemiştir- buradakine ters düşmez. Velev ki temettu yapanın cinayeti hem hacc ihramına, hem umre ihramına karşı işlenmiş olsun. Çünkü orada murad, ihram yasaklarından birini yapmak suretiyle işlenen cinayettir. Vâcıplerden birini terk etmek bunun hilafınadır. Nitekim şarihin sözünde gelecektir. Burada ise cinayet, vâcip olan temizliği terketmekle olmuştur. Binaenaleyh umrede yasak bir fiili yapmakla sadakanın vâcip olmasına aykırı değildir. Onun için Lübab sahibi umumileştirmeyerek, "Umrenin tavafında sadakanın tesiri yoktur." demiştir. Şarih ise Fetih sahibine uyarak ibareyi mutlak söylemiştir.
«Arafat'tan imamdan önce çekilirse ilh...» Yani güneş batmadan Arafat hududundan çıkarsa mânâsınadır. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir.
«Velev ki devesi kaçtığı için olsun.» Lübab sahibi diyor ki: «Devesi kaçar da kendisini güneş batmadan Arafat'tan çıkarırsa, ona kurban Iâzım gelir. Keza devesi kaçar da, o da yakalamak için arkasından giderse hüküm budur.» Lübab şarihi Aliyyü'l-Kâri, "Burada- vâcibi özür için terketmek kurbanı ıskat eder diye itiraz olunabilir." demiştir. Fakat kendisine şöyle cevap verilmiştir: «Geri dönmek suretiyle bunun tedariki mümkündür. Kurbanı geri dönmek ıskat eder.»
Ben derim ki: En iyisi bâbın başında arzettiğimiz şekilde cevap vermektir. Yani, "Kurbanı ıskat eden özürden murad, kullar tarafından gelmeyen özürdür." demelidir. Bunun izahı ihsar bâbında gelecektir.
«Ve güneş batmazdan önce...» Sarih bu atıfla, ulemanın imamdan muradlarının, güneşin batması olduğunu anlatmak istemiştir. Çünkü aralarında mülâbeset (karışma) vardır. Ziraimama güneş battıktan sonra yola çekilmek vâcip olunca, onunla beraber çekilmek, güneş battıktan sonra çekilmek olur. Yoksa güneş batar da hacılar yola çekilir imam yerinde durursa, hacılara bir şey lâzım gelmez. İmam güneş batmadan çekilir de hacılar da ona tâbi olurlarsa, hem imama hem hacılara kurban vâcip olur. Bunun sebebi şudur: Gecenin bir cüzünde Arafat'ta durmak (vakfe) vâciptir. Onu terk edene kurban lâzım gelir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. H.
«Esah kavle göre velev ki güneş battıktan sonra dönsün.» Güneş battıktan sonra dönerse, zâhir rivayete göre kurban sâkıt olmaz. Kudûrî, İbn-i Şücâ'ın İmam-ı Âzam'dan "sakıt olur" diye naklettiği rivayeti sahihlemiş ve, "Güneş batmadan geri dönerse, esah kavle göre evleviyetle kurban sâkıt olur." demiştir. Nitekim Bahır'da da böyledir. Nikâye'nin Aliyyü'l-Kâri şerhinde şöyle denilmektedir: «Cumhur-u ulema, zâhir rivayetin esah olduğu kanaatindedir. Güneş batmadan geri dönerse. en zâhir hal sükût etmemektir. Çünkü vakfeyi güneş batıncaya kadar devam ettirmek vaciptir. Bir kısmının bulunmamasıyla vakfe bulunmamış olur.»
Ben derim ki : İbn-i Kemâl Hidâye şerhinde hulâsaten şunları söylemiştir: «Şarihler burada rivayeti naklederken hata etmişlerdir. Çünkü Bedâyi'de anlatıldığına göre, hacı güneş batmadan ve imam Arafat'tan çekilmeden geri dönerse, bize göre kurban sâkıt olur. İmam Züfer buna muhaliftir. Güneş batmadan fakat imam Arafat'tan çıktıktan sonra dönerse, İbn-i Şücâ'ın imam-ı Azam'dan rivayetine göre kurban sâkıt olur. Kudûrî buna itimat etmiştir. Asıl'da sâkıt olmadığı zikredilmiştir. Güneş battıktan sonra dönerse, hilâfsız kurban sâkıt olmaz. Çünkü vâcip tekerrür etmiştir. Artık geri dönmekle sükuta tahammülü yoktur.»
METİN
Yahut farzın yedi tavafından az miktarını terkederse, yani ondan başka tavaf yapmazsa kurban lâzım gelir. Hattâ tavaf-ı sederi yaparsa, farzı tamamlayacak kadarı ona intikal eder. Sonra saderin azı kalırsa sadaka vâcip olur. Aksi halde kurban lâzım gelir. Farz tavafın ekseri şavtlarını bırakmakla, kadınlar hakkında tâ o tavafı yapıncaya kadar ihramlı kalır. Her cima ettikçe meclis değişmek şartıyla kurban lâzım gelir. Meğer ki terk etmek istemiş olsun. Fetih.
İZAH
«Yahut farzın yedi tavafından az miktarını terkederse» kurban vâcip olur. Çünkü tavaf şavtlarının farz olanları, yedi şavtın tamamı değil ekserisidir. Velev ki muhakkak İbn-i Hümam, "Bizim Allah Teâlâ huzurunda inandığımız şudur ki: Yedi şavttan az olan tavaf kâfi değildir. Onun noksanı hiçbir şeyle tamamlanmaz." demiş olsun. Çünkü bu O'nun, bütün mezhep ulemasına muhalif olan bahislerinden biridir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Amatalebesi Allâme Kâsım, "Onun mezhebe muhalif olan bahisleri muteber değildir." demiştir.
«Hattâ tavaf-ı saderi yaparsa...» Meselâ tavaf-ı saderi yaparsa demektir. Çünkü vakfeden sonra hangi tavafı yaparsa yapsın farz yerine geçer. Nitekim arzetmiştik. Şurunbulâliyye. Şarih bunu, "Yani ondan başka tavaf yapmazsan" sözüyle ifade etmiştir.
«Sonra saderin azı kalırsa sadaka vâcip olur.» Yani sader şavtlarından azı kalırsa ki, bundan murad, rükne intikal eden miktardır. Meselâ farz tavaftan üç şavt bırakmış, sader için yedi şavt yapmışsa, bu yedinin üçü farz tavafa intikal eder. Bu üç şavt, tavaf-ı saderden onun borcudur. Bundan dolayı sadaka lâzım gelir. Ama sader için altı şavt tavaf etmiş de onlardan üçü farza intikal etmiş bulunursa, saderin ekserisi yani dört şavtı boynuna borç kalır. Bunun için kendisine kurban tâzım gelir. Sonra bu izah, tavaf-ı saderin sonu teşrik günlerinin sonuna kadar yapılmadığına göredir. Aksi takdirde kendisine sadaka veya kurbanla beraber başka bir sadaka lâzım gelir. Çünkü İmam-ı Âzam'a göre farzın az miktarını geciktirmiştir. Her şavt için buğdaydan yarım sa' (bir fitre tası) verecektir. İmameyn buna muhaliftir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Tatarhâniyye ile Kuhistâni ve Lübab'da dahi böyle denilmiştir. Lâkin Şurunbulâliyye' de Fetih'ten naklen. "Azını yani farz tavafın azını terk ederse, geciktirdiği için kurban; saderin terk edilen şavtları için sadaka lâzım gelir" denilmiştir. Demek ki O'na göre azını geciktirdiği için kurban vâciptir. Nitekim görüyorsun.
«İhramlı kalır.» Ailesinin yanına dönerse, aynı ihramla geri dönmesi icabeder. Onun yerine bedel kifayet etmez. Lübab.
«Kadınlar hakkında» demesi, tıraş olmakla tavafa kadar kadınlardan maada her şey kendisine helâl olduğu içindir.
«Her cima ettikçe kurban lâzım gelir.» Bu, ileride görüleceği vecihle ya koyun yahut deve olacaktır.
«Meğer ki terk etmek istemiş olsun.» Yani ikinci cima ile artık kendisine bir şey lâzım gelmez. Velev ki meclis değişsin. Halbuki terk niyeti bâtıldır. Çünkü o haccdan kendisini ancak ameller çıkarır. Lâkin yasak fiiller bir niyete - yani ihramdan acele çıkmak niyetine istinat edince, hepsi bir sayılır ve ona bir kurban kâfi gelir. Bahır. Lübab sahibi şöyle demektedir: «Bilmiş ol ki ihramlı bir kimse ihramı bırakmayı niyet eder de, ihramsızların yaptığı gibi elbise giymeye, koku sürünmeye, tıraş olmaya, cima etmeye ve av vurmaya başlarsa, bunlarla ihramdan çıkamaz. Eski ihram haline dönmesi icabeder. İrtikâbettiği yasak fiiller için bir kurban vâcip olur. Velev ki bütün yasak fiilleri İrtikâbetmiş olsun. Ceza ancak bırakmayı niyet etmediği vakit cinayetlerin çoğalmasıyla müteaddit olur. Sonra bırakma niyeti. ancak çıkmamak meselesini bilmediği için bu kasıtla ihramdan çıktığını zanneden hakkında muteberdir. Bu kasıtla ihramdan çıktığını bilirse niyeti muteber değildir.»
Ben derim ki: Lübab sahibinin zikrettiği, "Bırakma niyeti bâtıldır. İhramdan ancak fiillerle çıkar." sözü, bırakmaya memur olmadığı zamana yorumlanır. Nitekim cinayetler bâbının sonunda bundan bahsedeceğiz. Hastalık veya düşman korkusu sebebiyle haccdan men edilen kimse onu bırakmaya memurdur. Çünkü hedy kurbanını mikât dışında keser ve onun ihramı hükümsüz kalır. Nitekim bâbında gelecektir. Yine orada söyleyeceğiz ki, kul hakkından dolayı ihramın mucebini yapmaktan men edilen kimse, hedysiz ihramdan çıkar. Nasıl ki kocasının izni olmaksızın ihrama giren köle böyledir. Bunlar kurban kesmeden derhal ihramdan çıkabilirler. Bu anlattıklarımızla Şurunbulâliyye'nin itirazı defedilmiş olur. Şurunbulâliyye sahibi, yukarıda geçen; "İhramdan ancak fiillerle çıkar." sözü ile, bir kimsenin cariyesini tırnak kesmek veya cima etmek suretiyle ihramdan çıkarması meselesi arasında aykırılık olduğunu söylemiştir.
METİN
Tavaf-ı saderi veya onun dört şavtını terk ederse, yine kurban lâzım gelir. Bunu terketmesi ancak Mekke'den çıkmakla gerçekleşir. Sa'yi yahut sa'yin ekserisini terkeder veya özrü yokken sa'yi esnasında vasıtaya binerse; veya cem'de yani Müzdelife'de vakfeyi terkederse yahut bütün şeytan taşlamalarını, yahut bir günün taşlamasını veya ilk taşlamayı yahut bir günün ekseri taşlarını terk ederse yahut mikât dışında kurban günlerinde haccdan tıraş olursa bir kurban vâcip olur. O günlerden sonra tıraş olursa iki kurban tâzım gelir.
İZAH
«Yahut onun dört şavtını terk ederse kurban lâzım gelir.» Daha azını terk ederse sadaka vermesi gerekir. Nitekim gelecektir.
TEMBİH: Ulema tavaf-ı kudûma başlayıp da ekserisini veya azını terk edenin hükmünü açıklamamışlardır. Zâhire bakılırsa, başlamakla vâcip olduğu için, o da sader gibidir. Sözün tamamını ihram bâbında arzetmiştik.
«Bunu terketmesi ancak Mekke'den çıkmakla gerçekleşir.» Çünkü Mekke'de oldukça sefer kasdetmeden kendisinden bu istenmez. Bahır sahibi diyor ki: «Şarih 'terk' sözüyle, bıraktığını yaparsa, mutlak surette kendisine bir şey lâzım gelmeyeceğine işaret etmiştir. Çünkü bunun vakitle bir sınırı yoktur.» Yani bir vakti yoktur ki o vaktin geçmesiyle kazaya kalsın. Nehir ve Lübab'dan naklen arzetmiştik ki, Mekke'ye gelir de tavaf etmezse, mikâtı geçmedikçe dönerek tavaf etmesi vâciptir. O kimse hayvan kesmekle umre için yeni ihrama girerek dönmek arasında muhayyerdir. Geciktiği için kendisine bir şey lâzım değildir.
«Özrü yokken» sözü hem terkin, hem binmenin kaydıdır. Fetih sahibi Bedâyi'den naklen, "Bu bâbta vâcibi terk etmenin hükmü budur." demiştir. Yani özürsüz bırakırsa kurban lâzım gelir. Özürden dolayı bırakırsa mutlak surette bir şey lâzım gelmez. Bazıları yalnız hakkındadelil bulunan şeyde lâzım gelmez demişlerdir. Bu, elbise giymek, koku sürünmek gibi yasak bir fiili irtikabetmenin hilâfınadır. Çünkü bâbın başında arzettiğimiz gibi böyle bir fiil irtikâbederse, özürden dolayı bile olsa mucebi lâzım gelir. Sonra ihramdan çıkıp cima ettiğinde sa'yi tekrar yaparsa, kendisine kurban lâzım değildir. Çünkü sa'y vakitle sınırlandırılmamıştır. Bilâkis şart, onu tavaftan sonra yapmaktır. Bu da mevcuttur. Bahır.
«Yahut bütün şeytan taşlamalarını terk ederse» kurban lâzım gelir. Bütününe karşı bir kurban vâcip olması, cins bir olduğu içindir. Nasıl ki tıraşta da öyledir. Terk etmek ancak taşlama günlerinin sonu olan dördüncü günde güneşin batmasıyla tahakkuk eder. Çünkü bunun yalnız orada ibadet olduğu malûmdur. Günler bâkî oldukça tekrarlamak da mümkündür. Binaenaleyh tamamlamak üzere taşları atar. Sonra bunu geciktirmekle İmam-ı Âzam'a göre kurban vâcip olur. İmameyn buna muhaliftir. Bahır. Bundan anlaşılır ki, bütün taşları geciktirmekle yahut bir günün taşlarını ertesi güne bırakmakla kurban vâcip olmak için; terk etmek kayıt değildir. Ama şeytan taşlamayı geceye bırakırsa, kendisine bir şey lâzım gelmez. Nitekim izahı taş atma bahsinde geçti.
«Yahut bir günün taşlamasını terk ederse» - velev ki kurban günü olsun - kurban vâcip olur. Çünkü bu tam bir ibadettir. Bahır.
«Veya ilk taşlamayı ilh...» Bu, bildiğin gibi üst taraftakinde dahildir. Lâkin musannıf Hidâye'ye uyarak ayrıca zikretmiştir. Zira sair günlerde Cemre-i Akabe'yi terk etse sadaka vermesi lâzım gelir. Çünkü o günlerde en az taş atılan yer burasıdır. İlk gün bunun hilâfınadır. Çünkü bütün taş atılan yer ondan ibarettir. Rahmetî.
«Yahut bir günün ekseri taşlarını terk ederse...» Bayram gününde dört veya fazla taş atmak, sonraki günlerde onbir taş atmak gibi onu geciktirirse hüküm yine böyledir. Ama bundan daha azını terk eder veya geciktirirse, her taş için bir sadaka lâzım gelir. Ancak kurban kıymetine yükselirse, dilediği kadar azaltır. Lübab.
«Yahut mikât dışında kurban günlerinde haccdan tıraş olursa...» Yani mikât dışında hacc veya umreden çıkmak için tıraş olursa kurban lâzım gelir. Çünkü mekânla sınırlıdır. Bu, İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göredir. Ebû Yusuf buna muhaliftir.
«Kurban günlerinde» sözü, hacc için olmak kaydıyla tıraşa mütealliktir. Onun için onu umreden evvel zikretmiştir. Şu halde haccedenin tıraşı zamanla da mukayettir. Bunda İmam Muhammed muhaliftir. Ebû Yusuf ise ikisinde de muhaliftir. Bu hilâf, ihramdan çıkmakta değil, kurbanla ödetmek hususundadır. Çünkü ihramdan çıkmak ne zaman ve nerede olursa olsun tıraşla hasıl olur. Fetih. Umrenin tıraşı ise bilittifak zamana bağlı değildir. Hidâye. Dürer sahibinin sözü, "kurban günleri" tabirinin hem hacc hem umre için kayıt olduğu zannını veriyor. O bu sözü Zeylâî'ye nisbet etmiştir. Halbuki Zeylâî'nin ifadesinde bu zannı verecekbir şey yoktur. Nitekim müracaat edilirse anlaşılır.
«O günlerden sonra tıraş olursa iki kurban lâzım gelir.» Bunların biri mekân, diğeri zaman içindir. T.
METİN
Mikât dışında umre sebebiyle tıraş olursa, yine bir kurban lâzım gelir. Çünkü tıraş Harem'e mahsustur. Harem'den çıkıp mikât dışına varan ve oradan tekrar Harem'e dönen, sonra saçlarını kısaltan umreciye kurban lâzım değildir. Hacceden dahi çıkar da bayram günlerinde dönerse hükmü budur. Bayram günlerinde dönmezse, geciktiği için kurban lâzım gelir.
Hacı şehvetle öper veya dokunursa, meni gelsin gelmesin esah kavle göre kurban lâzım değildir. Eliyle meni getirir veya hayvana cima eder de menisi gelirse; yahut hacceden kimse tıraşı veya farz tavafı kurban günlerinden geciktirirse kurban lâzım değildir. Çünkü bunların ikisi de kurban günleriyle sınırlıdır.
İZAH
«Ve oradan...» Tıraş olmadan yahut mikât dışında saçını kısaltmadan tekrar Harem'e dönen kimseye kurban lâzım değildir.
«Hacceden dahi çıkar da ilh...» ifadesi, Dürer sahibi ile Sadru'ş-Şeria'ya ve İbn-i Kemâl'e reddiyedir. Onlar ihramdar, çıkmadan mikât dışına gider sonra dönerse, kurban vâcip olacağını mutlak söylemişlerdir. Çünkü sırf Harem'den çıkmakla ihramlıya bir şey lâzım gelmez. Hidâye sahibi diyor ki: «Bir kimse umreye niyet ederek Harem'den çıkar ve saçlarını kısaltırsa, İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göre ona kurban vâcip olur. Ebû Yusuf'a göre bir şey lâzım değildir. Saçlarını kısaltmadan döner de sonra kısaltırsa, hepsinin kavline göre bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu işi yerinde yapmıştır. ödemesi lazım gelmez.» İnâye sahibi, "Hacı bunu yaparsa Ebû Hanife'ye göre ondan geciktirme kurbanı sâkıt olmaz." demiştir. Böylece nassan beyan ediyor ki, hacıya lâzım gelen kurban, ancak tıraşı kurban günlerinden geciktirdiği içindir. Şunu da ifade ediyor ki: Harem'den çıktıktan sonra tekrar döner de, kurban günlerinde orada tıraş olursa bir şey lâzım gelmez. Bunda fıkıh meseleleri ile az çok teması bulunan kimse durup kalmaz. Buna dikkat etmelidir. Şurunbulâliyye.
«Hacı şehvetle öperse ilh...» Bu meselenin hulâsası şudur: Sarmaşmak, çıplak olarak birbirine sarılmak, fercden başka bir yere cima, şehvetle öpmek ve dokunmak gibi cimayı davet eden mukaddimeleri kurban icabeden cinayetlerdir. Meni gelsin gelmesin; bunlar vakfeden önce veya sonra yapılsın hüküm birdir. Ama bunların hiçbirinden hacc bozulmaz. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. «Vakfeden önce veya sonra» sözü üç surete şâmildir:
Birincisi; vakfe ve tıraştan önceye.
İkincisi; vakfeden sonra tıraştan önceye,
Üçüncüsü; vakfe ve tıraştan sonra, tavaftan önceyedir. ilk iki surette, cima ile mukaddimeleri arasında fark hâsıl olur. Bunu iktiza eden bir şey vardır ki, o da birincide cimanın müfsit olmasıdır. Çünkü haccın fesadı hakikaten cimaya bağlıdır. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Haccın cima mukaddimeleri ile bozulmaması, onun bozulması nass ile hakiki cimaya bağlandığı içindir. Mânen cima sayılan şey hakiki cimadan aşağıdır. Onun için ona cima hükmü verilemez. İkincide cinayet ağır olduğu için deve boğazlamak vâcip olur. Ama haccı bozulmaz. Çünkü vakfeyle tamam olmuştur. Mukaddimelerde bundan bir şey yoktur. Üçüncü suretle ise, koyunun vâcip olmasında cima ile mukaddimeleri müşterektir. Zira zikredilen farkı gerektirecek muktazî yoktur. Çünkü burada cima ağır cinayet değildir. İlk tıraşla ihramdan çıkılmıştır. Onun için cima sebebiyle deve vâcip olmamıştır. Cimanın mukaddimeleri birçok hükümlerde cimaya katılmıştır.
TEMBİH: Musannıf 'öpmek' ve 'dokunmak' kelimelerini mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh bunlar kendi karısına, cariyesine ve ecnebi bir kadına şâmildir. Zâhire göre yalabık oğlan da ecnebi kadın gibidir. Velev ki Hamevî onun için bir şey diyememiş olsun.
Ecnebi kadın ve yalabık oğlan sebebiyle fikir ve istidlâl sözü ecnebi bir kadının fercine şehvetle bakmaya getirir. O kadına şehvetle bakar da menisi inerse bir şey lâzım gelmez. Nitekim uzun uzun düşünüp hayaline getirmek suretiyle veya bu tekerrür etmekle meni inerse bir şey lâzım gelmez. İhtilâm da böyledir. Bir şey icabetmez. Hindiyye. T.
«Esah kavle göre» dediğine göre, burada bir de sahih kavil olması gerekir. Ben sahih diye açıklayan görmedim. Galiba şarih bunu Mebsût, Hidâye, Kâfi, Bedâyi, Mecma şerhi gibi kitaplardaki mutlak kavillerden almış olacaktır. Nitekim Lübab'da da böyle denilmiş; Bahır sahibi dahi bunu tercih etmiş; "Mukaddimeler mutlak surette ihram icin haram kılınmıştır. Binaenaleyh mutlak surette kurban vâcip olur" demiştir. Câmi-i Sağîr'de meni gelmesi şart koşulmuş; Kâdıhân da şerhinde bu kavli sahih bulmuştur.
«Hayvana cima eder de menisi gelirse» sözü, her iki meselenin kaydıdır. Bunlardan meni gelmezse bir şey icabetmez. T.
«Yahut hacceden tıraşı geciktirirse» diye kayıtlaması, umre yapanın tıraş olması zamanla kayıtlı olmadığı içindir. Onun tavafı da böyledir. Binaenaleyh bunları geciktirmekle bir şey lâzım gelmez. T.
«Veya farz tavafı...» Yani bütününü yahut ekserisini geciktirirse demektir. Az kısmını geciktirirse sadaka vâcip olur. Musannıf tavaf-ı saderi geciktirene bir şey vâcip olmayacağına işaret etmiştir. Kuhistânî.
«Çünkü bunların ikisi de ..» Yani tıraşla farz tavaf, kurban günleriyle sınırlıdır. Bu, İmam-ı Azam'a göredir. Ve geciktirilmeleriyle kurban vâcip olmasının illetidir. Şurunbulâliyye sahibidiyor ki: «Bu tavafın geciktirilmesi özürsüz olduğu zamandır. Hattâ bayram günlerinden evvel kadın hayız görür de o günler geçinceye kadar devam ederse, geciktirdiğinden dolayı bir şey tâzım gelmez. O günlerde hayız görürse, önceden yaptığı ihmal sebebiyle kurban vâcip olur. Cevhere'de Veciz'den naklen böyle denilmiştir.» Üstadımızın ifadesine göre ihmal diye bir şey yoktur. Çünkü vaktinin evvelinde tavaf aynen vâcip değildir. Binaenaleyh "o günlerde hayız görmüşken bu kadına kurban vâciptir" demek söz götürür. Meselenin tamamı tavaf bahsinde geçmiştir.
METİN
Yahut bir hacc ibadetini diğerinden önce yaparsa kurban vâcip olmaz. şu halde kurban bayramı günü dört şey vâcip demektir. Bunlar;
1 - şeytan taşlamak,
2 - ifrad haccı yapmayanın ondan sonra kurban kesmesi,
3 - sonra tıraş olmak,
4 - sonra tavaf etmektir. Lâkin taş atıp tıraş olmadan tavaf edene bir şey lâzım gelmez. Sadece mekruh olur. Lübab. Bu, evvelce geçmişti. Nitekim ifrad haccı yapana da bir şey lâzım değildir. Meğer ki şeytanı taşlamadan tıraş olsun. Çünkü onun kurban kesmesi vâcip değildir. Kurban kesmeden tıraş atan kırân hacısına iki kurban vâcip olur. Bunların biri geciktirdiği için, bîri de mezhebe göre musannıfın dediği gibi kırân içindir. Bununla bazılarının tevehhüm ettiği "Her iki kurban cinayet içindir." sözü defedilmiş olur.»
Bir uzuvdan daha azına koku sürer veya başını örter yahut bir günden daha az elbise giyerse sadaka vâcip olur. Hızane'de, "Bir saat için yarım sa' (bir fitre tası), daha azı için bir avuç buğday verir." denilmiştir. Zâhire göre saatten murad, felekî saat (yani 60 dakika)dır. Bıyığını tıraş eder veya başının dörtte birinden azını yahut sakalını veya boynunun bir kısmını tıraş ederse yine hüküm budur.
İZAH
«Bir hacc ibadetini diğerinden önce yaparsa...» Yani kurban günlerinde yapmış bulunduğu bir ibadeti diğerinden önce yaparsa demek istiyor. Tâ ki bundan önce, "Yahut hacceden, tıraşı kurban günlerinden geciktirirse" sözüyle buna hacet kalmamış olmasın. Şurunbulâliyye.
«Şu halde kurban günü dört şey vâcip demektir.» Musannıfın, "Bir hacc ibadetini diğerinden önce yaparsa ilh..." sözü, tertibin aksine olarak kurbanın vâcip olduğunu bildirdiği için şarih buna tefrian tertibin vâcip olduğunu ve nerelerde vâcip olup olmadığını beyan etmiştir.
«İfrad haccı yapmayanın kurban kesmesi»dir. İfrad haccı yapana ise yukarıda geçtiği vecihle, kurban kesmek müstehaptır.
«Lâkin taş atıp tıraş olmadan tavaf edene», ifrad haccı yapsın, kırân veya temettu yapsın bir şey lâzım gelmez. Kurban kesmeden tavaf ederse, evleviyetle bir şey lâzım gelmez. Çünkü taş atmak kurban kesmekten öncedir. Tavafın şeytan taşlama üzerine tertibi vâcip olmayınca, kurban kesme üzerine tertibi de vâcip değildir.
«Bu evvelce» haccın vâciplerini sayarken geçmişti. «Nitekim ifrad haccı yapana da bir şey lâzım değildir.» Demek oluyor ki ifrad haccı yapanla diğer hacılara tıraştan önce şeytan taşlamak, kurban kesmezden önce şeytan taşlamak, ifrad haccı yapmayana tıraştan önce kurban kesmek vâcip olur. İfrad haccı yapan veya başkası şeytan taşlamadan ve tıraş olmadan tavaf ederse, bir şey lâzım gelmez. Lübab. Kurban kesmeden tavaf etmesi de böyledir. Nitekim biliyorsun. Hâsılı tavafın bu üç şey üzerine tertibi vâcip değildir. Ancak bu üç şeyin tertibi vâciptir. Evvelâ şeytan taşlanacak, sonra kurban kesilecek, sonra tıraş olunacaktır. Lâkın ifrad haccı yapana kurban vâcip değildir. Şu halde ona yalnız şeytan taşlamakla tıraş olmak arasında tertip vâciptir.
«Kurban kesmeden tıraş olan...» Keza şeytan taşlamadan tıraş olan kırân hacısına evleviyetle iki kurban vâcip olur. Bahır. Musannıfın bu meseleyi kırân yapan hakkında tasvir etmesi, ifrad hacısına bu hususta bir şey lâzım gelmediği içindir. Çünkü ona kurban yoktur. Binaenaleyh onun hakkında bir ibadeti diğerinden önce veya sonra yapmak tasavvur edilemez. İbn-i Kemâl.
"Bununla" Yani mezhebe göre kurbanın biri gecikme. diğeri kırân için - ki şükür kurbanıdır - olduğundan demek istiyor.
«Bazılarının tevehhüm» etmesinden murad, Hidâye sahibidir. O şöyle demiştir: «Zamanında tıraş olmadığı için bir kurban lâzım gelir. Çünkü tıraşın zamanı, kurbanı kestikten sonradır. Kurbanı tıraştan sonra kestiği için de bir kurban lâzım gelir.» Hidâye şarihleri Hidâye sahibinin birkaç vecihle hata ettiğini söylemişlerdir. Bunlardan biri, Câmi-i Sağîr'in ibaresine muhalefet etmesidir. Orada, "iki kurbanın biri kırân için, diğeri geciktirdiğinden dolayıdır." denilmiştir. Biri de bundan o kimseye "umrenin ihramı vakfeyle sona ermez." diyenlerin kavline göre beş kurban vâcip olur. Çünkü o kimsenin cinayeti iki ihram namına olmuştur. Takdim tehir de iki cinayettir. İki bunlar, iki de ihram için, dört kurban olur. Bir de kırân kurbanı katılınca kurbanlar beş olur. Bahır sahibi birinci veche şöyle cevap vermiştir: «Hidâye sahibinin benimsediği rivayet, Câmi-i Sağîr rivayetinden başka ayrı bir rivayettir. Velev ki mezhep onun hilâfına olsun.» ikinci veche de şöyle cevap vermiştir: «Kırân hacısına katlama, ceza kurbanı ancak umresinin ihramında noksanlık yaptığı zaman vâcip olur. Aksi takdirde yalnız bir kurban vâciptir. Bundan dolayıdır ki kırân hacısı Arafat'tan imamdan evvel çekilirse; yahut ziyaret tavafını cünüp veya abdestsiz yaparsa, kendisine yalnız bir kurban'lâzım gelir. Çünkü umrenin vakfe ve tavaf-ı ziyarette ilişkisi yoktur.» Bu hususta sözün tamamı ve diğer itirazlara cevabın bakiyyesi Bahır'da ve bizim Bahır üzerine yazdığımız tâlikattadır.
«Bir uzuvdan daha azına koku sürer»se ki, yukarıda geçtiği vecihle çoğuna sürmesi de öyledir, Ceza kurbanı vâcip olur. Bu hüküm, yukarıda geçen ara bulma uyarınca, koku az olduğuna göredir.
«Hızâne'de ilh...» Bâbın başında arzettiğimiz vecihle Bahır sahibi bu sözün zayıf olduğunu beyan etmiştir.
«Bıyığını tıraş ederse» yine sadaka lâzımdır. Çünkü bıyık sakala tâbidir. Sakalın dörtte biri kadar da değildir. Sahih mezhep, bıyık hakkında sadakanın vâcip olmasıdır. Bazıları, "Âdil bir kişinin vereceği hükümdür." demiş; birtakımları da ceza kurbanı lâzım geleceğini söylemişlerdi?. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Veya başının dörtte birinden azını ilh...» ifadesinin zâhirine bakılırsa, vâcip olan yarım sa'dır. Velev ki bir kıl olsun. Nitekim Kenz'den de anlaşılan budur. Lâkin Hâniyye'de, "Başından veya burnundan yahut sakalından birkaç kıl yolarsa, her kıl için bir avuç zahîre verir." denilmiştir. Hızânetü'l-EkmeI'de ise bir tutam saçta yarım sa' sadaka verileceği kaydedilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki. musannıfın sözünde şüphelenme! Çünkü sadakanın ne kadar olacağını beyan etmemiştir.
METİN
Yahut tırnaklarından beşinden azını veya beşini dağınık bir şekilde her uzuvdan dört tırnak olmak üzere onaltıya kadar keserse, yine yarım sa' buğday tasadduk eder. Tekarrur etmiştir ki, her tırnak için yarım sa' sadaka verilir. Ancak kurban fiyatına çıkarsa iş değişir. Dilediğini eksiltir. Tavaf-ı kudûmu yahut tavaf-ı saderi abdestsiz yapar veya tavaf-ı saderin yedi şavtından üçünü terk ederse. yine sadaka lâzım gelir. Ve bu tavafın her şavtı ile sa'yın her şavtına yarım sa' sadaka vâcip olur. Üç şeytan taşlamanın birini terk ederse, yine sadaka gerekir ve atacağı her taş için bir sadaka vâcip olur. Meğer ki sadakalar kurban fiyatı kadar olsun. Bu takdirde yukarıda geçtiği gibi dilediğini eksiltir. Haddâdî yarım sa' eksilteceğini söylemiştir. Yahut başka bir ihramlının veya ihramsızın başını veya boynunu tıraş eder yahut tırnağını keserse, fıtra'da olduğu gibi buğdaydan yarım sa' sadaka verir. Başkasının uzvuna koku sürmek veya başkasına dikişli elbise giydirmek bunun hilâfınadır. Çünkü bilittifak bir şey lâzım gelmez. Zahîriyye.
İZAH
«Tekarrur etmiştir ki» ifadesiyle şarih, musannıfın ibaresinde de Dürer, Sadru'ş-Şeria ve İbn-i Kemâl'in ibarelerinde olduğu gibi îham bulunduğuna işaret etmiştir. Çünkü bunlardananlaşıldığına göre. bir tırnaktan beşe kadar keserse yarım sa' sadaka vâcip olur. Şurunbulâliyye sahibi şunları söylemiştir: «Bu yanlıştır. Çünkü Kâfî'de, Hidâye ve şerhlerinde bildirildiğine göre beş tırnaktan azını keserse her tırnak mukabilinde bir sadaka lâzım gelir. Meğer ki bunlar bir kurban fiyatını bulsun. Bu takdirde dilediğini eksiltir. Her uzuvdan dört tırnak olmak üzere onaltı tırnak kesse. her tırnak için bir fakir giyeceği sadaka vâcip olur. Ancak bunlar bir kurban fiyatını bulursa. o zaman dilediğini eksiltir.
TEMBİH: Lübâb sahibi diyor ki: «Tavafta vâcip olan her sadaka bir şavt için yarım sa'dır. Şeytan taşlamakta ise her taş için bir sadaka. tırnak kesmede her tırnak için bir sadaka, Harem-i Şerif'in av ve nebatında kıymeti kadar sadaka vâcip olur.
«Dilediğini eksiltir.» Yani azda çokta vâcip olan sadaka lâzım gelmesin diye eksiltir. Lübab'da bildirildiğine göre "Bazıları yarım sa' eksilteceğini söylemişlerdir." izahı, yakında gelecektir.
«Tavaf-ı kudûmu» ve keza abdestsiz yaptığı için noksan kalan her tavafı tamamlarken abdestsiz bulunması da bu hükümdedir. Nehir.
«Tavaf-ı saderin yedi şavtından üçünü terk ederse» hüküm musannıfın dediği gibidir. Fakat tavaf-ı kudûmun yedi şavtından üçünü terk ederse hükmün ne olacağını fukaha söylememişlerdir. Biz bu hususta evvelce söz etmiştik.
«Sa'yin her şavtına...» Yani sa'yin üç şavtını veya daha azını bırakırsa, her şavt için bir sadaka lâzım gelir. Ancak sadakanın kıymeti kurban kıymetine yükselirse, kurban kesmekle sadakayı eksiltmek arasında muhayyer kalır. Lübab.
«Üç şeytan taşlamanın...» Yani bayram gününden sonraki üç şeytan taşlamanın birini bırakırsa sadaka gerekir. T. Maksat, bir günün taşlarının azını bırakmasıdır. Meselâ bayram günü üç, sonraki gün on taş noksan atması böyledir. Rahmeti.
«Haddâdi» Sirâc'da yarım sa' eksilteceğini söylemiştir. Lübab'dan naklen bu kavlin zayıf olduğuna işaret için 'denilmiştir' ifadesinin kullanıldığını evvelce arzetmiştik. Çünkü bu ifade umumiyetle kitapların ibarelerine muhaliftir. Kitaplarda istediğini eksilteceği mutlak olarak ifade edilmiştir. Lâkin izah edilmemiştir. Ve az miktarı dilemesine de şâmildir. Meselâ üç taşa mukabil bir avuç buğday verse, vâcip olan cezanın kıymeti ise kurban kıymeti kadar olsa caiz olmak gerekir. Halbuki bir tek taşa mukabil yarım sa' sadaka vermesi vâciptir. Bazı şarihler bunu iltizam ederek, "Ulemanın mutlak sözlerinden anlaşılan budur." demişlerdir. Fakat bildiğin gibi bu hakikattan uzaktır. Çünkü ulemanın kurban kıymetinden eksiltmeleri, azda da çokta vâcip olan ceza gerekmesin diyedir. Binaenaleyh Sirâc'ın ifadesi ulemanın mutlak sözlerinin beyanı olmak gerekir. Şu mânâya ki: O kimse yarım sa'a kadar dilediğini eksiltir. Daha fazlasını eksiltemez. Lâkin Sirâc'ın sözü mücmeldir. Bazılarının Bahr-iZâhir'den naklettiği şu söz onu tefsir etmiştir: Sadakaların kıymeti kurbanlık kıymetine ulaştığı vakit ondan yarım sa' eksiltir. Tâ ki mecmuunun kıymeti bir koyunun kıymetinden az olsun. Böylece yarım sa' eksilttiğinde, kalan sadakanın kıymeti bir koyun fiyatı olursa, sadakanın kıymeti koyunun kıymetinden eksilinceye kadar düşer. Hattâ işin başında vâcip olan sadaka yalnız yarım sa' olsa, meselâ bir tırnak kesmiş bulunsa ve bu yarım sa' hedy kurbanının kıymeti kadar olsa, kalanın kıymeti hedy kurbanının kıymetinden azalıncaya kadar eksiltir.
«Yahut tıraş ederse ilh...» Bilmelisin ki tıraş edenle tıraş olan ya ikisi de ihramlı, ya ikisi de ihramsız; yahut tıraş eden ihramlı, tıraş olan ihramsız olur. Yahut bunun aksine bulunurlar. Bu suretlerin her birinde tıraş edene sadaka lâzım olur. Meğer ki ikisi de ihramsız bulunsunlar. Tıraş olana da kurban lâzım gelir. Meğer ki ihramsız olsun. Nihâye. Lâkin ihramlı bir kimse ihramsızın başını tıraş ederse, tıraş eden dilediği kadar sadaka verir. İhramsızdan başkası tıraş ederse, sadaka yarım sa' (bir fitre tası)dır. Nitekim Fetih ve Bahır'da böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki şarihin, "veya ihramsızın" demesi söz götürür. İnâye'de; tıraş eden ihramsız, tıraş olan ihramlı olursa, tıraş edene bilittifak bir şey lâzım gelmeyeceği bildirilmiştir. ı
«Çünkü bilittifak bir şey lâzım gelmez.» Yani tıraş edene bir şey tâzım değildir. Tıraş olan ihramlı ise ona ceza vardır. Lübab ve şerhi.
«Fıtrada olduğu gibi» sözüyle şarih, "buğdaydan yarım sa' " diye yapılan kaydın ittifâki olduğunu anlatmak istemiştir. Binaenaleyh kuru hurmadan veya arpadan bir sa' vermek caizdir. Bunu Tahtâvî Kuhistânî'den nakletmiştir. Hâşiye yazarlarından biri diyor ki: «Arpa ile karışık buğdaya gelince: Bakılır; eğer arpa fazlaysa bir sa' vermesi vâcip olur. Buğday fazla ise yarım sa' verir. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyle denilmiştir. Arpa ile buğday müsavi iseler, ihtiyaten bir sa' vâcip olması gerekir. Ulemanın fıtra meselesinde söyledikleri burada da geçerlidir.»
METİN
Bir özürden dolayı koku sürünür veya tıraş olur yahut elbise giyerse muhayyerdir. Dilerse Harem'de kurban keser. Dilerse üç sa' buğdayı dilediği yerde altı fakire tasadduk eder; yahut üç gün oruç tutar. Velev ki aralıklı günlerde olsun.
İZAH
«Bir özürden dolayı» sözü, her üçünün kaydıdır. Fakat zikredilen üç şey (koku, tıraş ve elbise) kayıt değildirler. Çünkü bütün ihram yasakları özürden dolayı yapılırsa, her birinde bu üc muhayyerlik vardır. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir. Kuhistânî. Fakat bir özürden dolayı vâciplerden birini terk ederse bir şey lâzım gelmez. Nitekim bâbın başında Lübab'dan naklengeçmişti. Lübab'da, "Humma, soğuk, yara, çıban, baş ağrısı, yarım baş ağrısı ve bit gibi şeyler özürdür." denilmiştir. İlletin devamı veya ölüme sebep olması şart değildir. şart olan, ağrı ve sızı ile beraber olması ve bunu mübah kılacak meşakkatin bulunmasıdır. Hata, unutma, bayılma, zorla yaptırılma, uyku ve kefarete gücü yetmemek gibi şeyler muhayyerlik hususunda özür sayılmazlar. özürsüz yasak bir fiili işlerse, ona vâcip olan, aynen bir kurban veya sadakadır. Kurban namına yiyecek vermek ve oruç tutmak caiz olmadığı gibi, sadaka yerine oruç da caiz değildir. Buna imkân bulamazsa, zimmetinde borç kalır. Gerçi Zahîriyye'de, "Kurban kesmekten âciz kalırsa üç gün oruç tutar." denilmişse de bu kavil zayıftır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Yine Bahır'da helâk korkusu dahi özürlerden sayılmıştır. Herhalde korkudan murad, mücerret vehim değil, zann-ı galip olsa gerektir. Kanaatimce örtünmekle kurtulacaksa örtünmek caizdir. Lâkin bu örtünmenin zaruret yerini aşmaması şarttır. Binaenaleyh zaruret başını örtmekle giderilecekse, yalnız başını külâhla örter. Bu takdirde üzerine sarık dolamak, ya ceza kurbanı yahut sadaka gerektirir.
Ben derim ki: Yani sarık baştan aşağı sarkar da örtülmesi haram olan yerlerin dörtte birini örterse, bu söylediği lâzım gelir. Aksi takdirde evvelce Fetih ve diğer kitaplardan naklen açıkça bunun hilâfını arzetmiştik. Ve, "Meselâ bir cübbe giymeye muztar kalıp da iki cübbe giyen gibi olur. Evet böylesi günahkâr olur. Ama cübbeyle külâh giymiş olsa bunun hilâfınadır. Zira burada iki kefaret lâzım gelir." demiştir.
«Dilerse Harem'de kurban keser.» Bu, kurban vâcip olan yerdedir. Sadaka vâcip olan yerde ise, dilediği takdirde üzerine vâcip olan yarım sa' buğdayı veya daha azını bir fakire tasadduk eder. İsterse bir gün oruç tutar. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir.
"Kurban keser" ifadesi gösteriyor ki, mücerret kesmekle borçtan kurtulur. Hayvan helâk olur veya çalınırsa başkası vâcip olmaz. Fakat diri iken çalınırsa bunun hilâfınadır. O hayvanın etinden yememesi, tasadduk cihetine riayet ettiği içindir. Meselenin tamamı Bahır'dadır. Kurbanı Harem'den başka bir yerde keserse caiz olmaz. Meğer ki etini altı fakire tasadduk etsin ve her birine yarım sa' buğday kıymetinde et düşsün. Bu takdirde buğday yerine geçer. Bahır.
«Üç sa' buğdayı altı fakire» her birine yarım sa' (bir fitre tası) vermek şartıyla tasadduk eder. Hattâ bunu üç veya yedi kişiye paylaştırsa, ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre caiz olmaz. Çünkü sayı nassan bildirilmiştir. Ama yiyeceği mübah kılmak kâfidir diyenlerin kavline göre, bir fakiri akşam sabah altı gün doyursa kefaretler meselesinden alarak caizdir denilir. Bunu Bahır'a uyarak Nehir sahibi söylemiştir.
«Dilediği yerde...» Yani ister Harem'de, ister başka yerde velev ki Harem'de yaşamayan kimselere vermesi caizdir. Çünkü nass mutlaktır. Kesmek böyle değildir. Ama Mekkefakirlerine tasadduk etmek efdaldir. Bahır. Oruç dahi Harem'le mukayyet değildir. Onu da dilediği yerde tutabilir. Nitekim Bahır sahibi buna işaret etmiş, Şurunbulâliyye sahibi ise Cevhere ve diğer kitaplardan naklen açık söylemiştir.
«Yahut tasadduk eder» sözü, İmam Muhammed'e göre mutlaka temlik lâzım geldiğini ifade eder. Bahır sahibi Fethu'l-Kadir'e uyarak bunu tercih etmiştir. Binaenaleyh mübah kılmak kâfi değildir. Ebû Yusuf temlike muhaliftir. İmam-ı Azam'dan bu hususta muhtelif nakiller vardır.
METİN
Hacının farz olan vakfeden önce bir insanın iki su yolundan birine cimada bulunması, velev ki unutarak yahut zorla olsun. kadın uykuda bulunsun yahut erkek çocuk veya deli olsun haccını ifsat eder. Bunu Haddâdî söylemiştir. Lâkin ceza kurbanı veya o haccın kazası lâzım gelmez.
İZAH
«Farz olan vakfedan önce» ifadesinden murad, rükündür. Binaenaleyh nâfile hacca da şâmildir. Bundan, Müzdelife'de vakfeden önce cima etmesi hariç kalır. Çünkü o haccı bozmaz. Fakat ceza olarak bir deve boğazlaması lâzım gelir.
«Bir insanın iki su yolundan birine cima etmesi»nden murad, sünnet miktarının girmesidir. Velev ki meni gelmesin, velev ki hararet ve lezzet duymasına mâni olmayacak bir şey bulunsun. Ve bu ister bir kadınla, ister fazlasıyla, ister ecnebi kadınla, ister kendi karısıyla bir veya çok defa vuku bulsun bir ceza kurbanı lâzım gelir. Meğer ki meclis değişmiş olsun. Bu takdirde ikinci cima ile birinci ihramı bırakmayı niyet etmezse ayrı ceza kurbanı lâzım gelir. Nitekim evvelce beyan edilmişti. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
İki su yolundan murad ön ve arkadır. Nehir sahibi diyor ki: «Sonra bu kelime iki rivayetten en sahih olanına göre dübürde kullanılır. İmameynin kavli de budur.» Hayvana cima etmekle mutlak surette hacc bozulmaz. Çünkü o tam cima değil kusurludur. Bahır. Yani meni gelsin gelmesin müsavidir. Kendisinden şehvetlenilmeyen küçük kıza da ulema 'hayvan' hükmünü vermişlerdir. Nitekim oruç bahsinde geçmişti. Binaenaleyh ölü ve şehvet duyulmayan küçük kıza cima etmekle haccın bozulmaması iktiza eder. Remli. Bunun benzeri de Lübob şerhindedir.
«Velev ki unutarak yahut zorla olsun» ifadesiyle yaptığı ta'mim köleye de şâmildir. Lâkin âzâd edildikten sonra farz haccdan maada bu haccı da kaza etmesi ve hedy göndermesi lazım gelir. Mal vâcip olan her şeyde köle âzâd edildikten sonra sorumludur. Oruç lazım gelen şey bunun hilâfınadır. Çünkü onunla derhal sorumlu olur. Sahibi onun namına insar halinden başka hiçbir yerde sadaka vermez. İhsarda ise, ihramdan çıkması için kölesinamına yiyecek sadaka gönderir. Âzâd olduğunda bir hacc ve umre yapması icabeder. Bahır. Zorla yaptırdığı takdirde zorlanandan bir şey ıstsmeye hakkı yoktur. Nitekim bunu İsbicâbî söylemiştir. Fetih sahibi ise, kadını kocası cimaya zorladığı vakit kadının kestiği kurbanı geri istemekte hakkı olup olmadığı hususunda ihtilâf edildiğini bildirmiştir. Fakat ben kadının hacc masraflarını isteyebiliceğine dair bir kavil görmedim. Bahır.
«Yahut erkek çocuk veya deli olsun haccını bozar.» Bunu şu da te'yid eder ki; namazla orucu bozan şeylerde, mükellef olanla olmayan arasında fark yoktur. Hacc da öyledir. Fetih'te "haccı bozulmaz" denilmişse de bu kavil zayıftır. Bahır ve Nehir.
«Lâkin» çocuk ve deliye ceza kurbanı ve o haccın kazası lâzım gelmez. Keza ihramlarında devam dahi lâzım değildir. Çünkü ikisi de mükellef değildirler. Lübab şerhî.
Haccını ifsat eder.» Yani fena halde noksanlaştırır, ama bozmaz. Nitekim Muzmerat'ta beyan edilmiştir. Kuhistânî. Lübab sahibi bunu ondan naklettikten sonra, "Bu güzel bir kayıttır. Bazı işkalleri ortadan kaldırır." demiştir. Aliyyü'1Kâri şöyle demiştir: «Ben derim ki: O işkallerden biri de hacc fiillerine devamdır. Lâkin haccın bozulmamasında yine de bir nevi işkal vardır. O da kazadır. Ancak bu işkali şöyle defetmek mümkündür:
Kaza lâzım gelmesi, kemâl vechi üzere eda edilmek içindir.»
Ben derim ki: Sözün hâsılı şudur: Burada ' fesat 'tan murad, abdestsiz namaz gibi şer'î bir fiilin hakikati bulunmamak mânâsına bâtıl olması değildir. Murad, fiili sayılmayacak derecede bozuk ve kaza icabedendir. Tâ ki borçtan kurtulsun. Şu halde şer'î hakikat mevcuttur. Fakat o derece noksandır ki, bu noksanlık onu yeterlilikten çıkarmıştır. Onun için Fetih'te Mebsut'tan naklen, "İhramı ifsat etmekle amellerden önce ondan çıkmış olmaz." denilmiştir. Her vecihten bâtıl olsaydı, ihramdan çıkmış sayılırdı ve kendisine bundan sonra işlediği yasak fiillerden dolayı ceza lâzım gelmezdi. Lübab ve diğer kitaplarda beyan edildiğine göre. o kimse bu haccı eda etmeden onun kazasını niyet ederek başka bir hacca ihlâl yapsa, niyeti hükümsüz kalır. Fâsit olan haccı bitirmedikçe hacc odur. Bundan anlaşılır ki; Bahır sahibinin muasırlarından birinin, "Hacc fâsit olduğu vakit ihram fâsit olmaz." sözü, zikrettiğimiz mânâda bâtıl olmaz demektir. Sonra bu hacda fesatla butlan arasında fark olduğunu gösterir. Sair ibadetler bunun hilâfınadır. Bu söz, ulemanın. "İbadetlerde fesatla butlan arasında fark yoktur. Muamelât bunun hilâfınadır." sözünden istisna edilmiştir. Bunu şu da te'yid eder ki; Lübâb'ın, ihramın haram kıldığı şeyler faslında, "İhramı ifsat eden şey, vakfeden önce cimadır. İptal eden ise dinden dönmektir." diye açıklanmıştır. Allah'u a'lem!
METİN
Keza kadın fercine eşek aleti veya kesilmiş bir alet soksa haccı biiittifak fâsit olur. Ama fâsit olan hacca, caizi gibi devam eder. Kurban keser ve onu kaza eder. Velev ki nâfile olsun. Acaba kazayı da ifsat etse. kazası vâcip olur mu? Bunu görmedim. Öyle anlaşılıyor ki, kazadan murad tekrarlamadır. Kaza ederken karı -koca vücûben ayrılmazlar. Belki erkek cimadan korkarsa ayrılmaları mendup olur.
İZAH
«Keza kadın fercine eşek aleti veya kesilmiş bir alet soksa, haccı bilittifak fâsit olur.» Halbuki hayvana cima etse haccı fâsit olmaz. Aralarındaki fark şudur: Kadınlarda şehvete sebep daha mükemmeldir. Binaenaleyh onların tarafında noksanlık yoktur. Erkeğin hayvana cima etmesi böyle değildir. T. Kesilmiş alet, insan aletinden başkasına da şâmildir. T.
«Ama fâsit olan hacca devam eder.» Çünkü ihramdan çıkmak, ancak fiilleri eda etmekle yahut ihsarla olur. Bunların biri yoktur. Fâsit olmakla beraber o hacca devam gerekmesi, aslı itibariyle meşru olup, vasfı itibariyle meşru olmadığındandır. Ve noksan olduğu için vâcip bununla ödenmiş olmaz. Nehır.
«Caizi gibi devam eder.» Yani sahih haccda neler yapacaksa, bunda da onları yapar. Sahih haccda nelerden kaçınacaksa, bunda da onlardan kaçınır. Yasak bir şeyi yaparsa sahih haccda ne lazım gelecekse bunda da o lâzım gelir. Lübab.
«Kurban keser...» Bir devenin yedide biri bir koyun yerine geçer. Nitekim Gâyetü'l-Beyan sahibi bunu açıklamıştır. Bahır.
Ben derim ki: Bu açıktır. Bundan önce söylediği bunun hilâfınadır. Nitekim biz onu bâbın başında arzettik.
«Kaza eder.» Yani hemen kaza eder. Nitekim bunu hâşiye yazarlarından biri Bahr-i Amîk'ten nakletmiştir. Hayreddin-i Remlî diyor ki: "Kaza eder"den maksat, gelecek yıldır. Çünkü boşladığına devam etmek vâciptir. Kaza ancak gelecek sene olur. Mikâtı ihramsız geçenler faslında gelecektir ki, bir kimse döner de umreye veya hacca ihramlanır, sonra o umreyi veya haccı ifsat ederse, haccı o sene kaza ettiği takdirde kendisinden ceza kurbanı sâkıt olur. Bu söz, yetişemediğini yapabilmek için o sene kaza etmesi caiz olduğunu açık olarak göstermektedir.
«Velev ki nâfile olsun.» Çünkü başlamakla nâfile de vâcip olur.
«Acaba onun da kazası vâcip olur mu?» Yani ifsat ettiği kazanın da kazası var mıdır ki, iki hacc kazası lâzım gelsin.
«Bunu görmedim.» Bahsi Nehir sahibi yapmış, bu mesele sorulunca şöyle demiştir: «Ben bu meseleyi görmedim. Ama bu hacca mülzim olarak değil, muskıt olarak başladığına bakılırsa, kazadan murad lügavî mânâsıdır. Maksat tekrarlamaktır. Nitekim zâhir o!an da budur.»
Kuhistânî'nln şu sözü de buna uygundur: «Evlâ olan, iade eder demesidir. Çünkü bütünömür onun vaktidir.» Onun için Kemâl b. Hümam, Tahrir'de, "Buna kaza adını vermek mecazdır." demiştir. Tahrir şarihi de şunu söylemiştir: Çünkü vaktinde yapılmaktadır. Vakti bütün ömürdür. Binaenaleyh ulemamızın kavline göre bu edadır. Yani ikincide eda olduğuna ve başka bir hacc olmadığına göre onu ifsat eder. Çünkü ona başka bir haccı iltizam ederek başlamamıştır. Bilâkis hakikatta boynuna borç olanı ıskat etmek için başlamıştır. Bu adam zanla iş gören de değildir. Tâ ki zanla iş görene de kaza lâzımdır diye itiraz olsun. Nitekim ihram faslının başında geçmişti. Bu gizli değildir. O halde başka bir hacc kaza etmesi de lâzım gelmez. Ancak üçüncü olarak onu eda etmesi lâzım gelir. Çünkü ona vâcip olan, kâmil hacc idi. Tâ ki boynuna borç olan onunla ödensin. Onu her ifsat ettikçe, ilk boynuna borç olandan başkası lazım gelmez. Nitekim farz bir namaza başlasa da sonra onu ifsat etse hüküm budur. Allâme İsmail Nablusî bu meselenin naklini bulmuş ve şöyle demiştir: «Mübtegâ'nın ibaresi şöyledir: Hacc vaktini geçirir de sonra gelecek sene onu kaza niyetiyle hacceder ve haccını ifsat ederse, kendisine bir hacc kazasından başka bir şey lâzım gelmez. Nitekim ramazan orucunun kazasını ifsat etse, hüküm yine böyledir.»
TEMBİH: Namaz bahsinde geçmişti ki, tekrarlamak ifsattan başka bir bozukluktan dolayı vâcibin mislini vaktinde yapmaktır. Burada bozukluk fesattır. Binaenaleyh tekrar olamaz. Lâkin ulemanın orada fesattan muradları, bâtıl olmaktır. Bu ibadetlerde fesatla butlan arasında fark olmadığına binaendir. Az yukarıda hacda aralarında fark olduğunu gördün. Mezkûr tarif ona da uyar. Halbuki biz orada Mîzan'dan naklen ikisinin de tariflerini, "İlk fiilin mislini kemâl sıfatıyla yapmaktır." diye arzettik.
«Karı-koca vücûben ayrılmazlar...» Yani cima ile haccı ifsat ettikten sonra karı ile koca başka başka yollardan gitmek suretiyle, birbirlerini görmemek üzere ayrılmazlar. Nehir.
«Belki erkek cimadan korkarsa ayrılmaları mendup olur.» Bahır'da Muhit ve diğer kitaplardan naklen böyle denilmiştir. Lübab'da da öyledir. Keza Kuhistânî'de İhtiyar'dan naklen böyle denilmiştir. Ben İhtiyar'a müracaat ettim ve öyle olduğunu gördüm. Lübab şarihi diyor ki: ' Câmi-i Sağîr'de, "ayrılmak birşey değildir." denilmiştir. Maksat zaruri bir iş değildir demektir. Kâdîhân vâcip değildir mânâsına olduğunu söylemiştir. İmam Züfer, Mâlik ve Şâfiî birbirlerinden ayrılmalarının vâcip olduğunu söylemişlerdir. Ayrılmanın vaktine gelince: Biz ve Züfer'e göre ihrama girdikleri vakit, İmam Mâlik'e göre evden çıktıkları vakit, İmam Şâfiî'ye göre ise cima yerine vardıkları vakittir.
METİN
Vakfeyi yaptıktan sonra cimada bulunması, haccını ifsat etmez. Bir deve vâcip olur. Tavaftan önce tıraş olduktan sonra cima ederse, bir koyun lâzım gelir. Çünkü cinayet hafiftir. Umresinde dört tavaftan önce cima etmesi umreyi ifsat eder. Ama umreye devamla kurbankeser ve umreyi vâcip olmak üzere kaza eder. Dört tavaf yaptıktan sonra cima ederse, umresi fâsit olmaz. Ve bir koyun keser. imam Şâfiî buna muhaliftir.
İZAH
«Vakfeyi yaptıktan sonra...» Yani tıraş olmadan ve tavaftan önce cima etmesi haccını bozmaz.
«Bir deve vâcip olur.» sözü, bir defaya ve meclis bir olmak şartıyla birkaç defa cimaya şâmildir. Meclis değişirse, birinci cima için bir deve, ikincisi için bir koyun lâzım gelir. Bahır. Bu söz, kasten yapanla unutana da şâmildir. Nasıl ki metinlerde ve Lübab'da açıklanmıştır. Sirâc'da buna muhalif olarak, unutana bir koyun lâzım geldiği kaydedilmiştir. Lübab şarihi bunun meşhur rivayetlere muhalif olduğunu söylemiştir. O rivayetlere göre, sair cinayetlerde aralarında fark yoktur. Hâniyye sahibi bu mesele hususunda açıklama yapmıştır.
«Tavaftan önce» ifadesinden murad, tavaf-ı ziyaretin tamamı yahut ekserisidir. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir.
«Çünkü cinayet hafiftir.» Yani tıraş olmakla kadınlardan maada her şey ona helâl olmuştur. Musannıfın zikrettiği tafsilât metinlerde de böyledir. Mebsut ve Bedâyi sahipleriyle İsbicâbî, tıraştan önce olsun, sonra olsun deve vâcip olacağını söylemişlerdir. Fetih'te bu daha muvafık görülmüştür. Çünkü zâhir rivayette vakfeden sonra olursa kurban icabedeceği mutlak bırakılmış, tafsilât verilmemiştir. Bahır ve Nehir sahipleri Fetih sahibi ile münakaşa etmişlerdir. Ama tavaf-ı ziyaretin tamamından veya ekserisini yaptıktan sonra tıraş olmadan cima ederse bir koyun kesmesi icabeder. Lübab. Lübab şarihi Aliyyü'l-Kâri şunları söylemiştir: «Bahr-ı Zâhir ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Bunun vechi şu olsa gerektir: Cinayeti büyütmek, ancak bu rükne riayet içindi. Ve onun muktezasınca bu hüküm tavaftan önce tıraş olduktan sonra bile yapsa devam etmeliydi. Ancak ihramdan çıkma suretine bakarak bunda müsamaha gösterilmiştir. Velev ki cimaya nisbetle tavafın edasına bağlı olsun.» Bu sözün zâhiri gösteriyor ki, bu meselede koyun vâcip olması hususunda kimsenin sözü yoktur. Buna yalnız Nikaye şerhinde Aliyyü'l-Kâri muhalefet etmiş, meseleyi önceki hilafın yeri saymıştır. Evet, Fetih sahibi de bu meseleyi müşkil saymış, "Tıraş olmazdan önceki tavaf ile hiçbir şey helâl olmamıştır. Binaenaleyh deve vâcip olması gerekirdi." demiştir. Ona verilecek cevap Lübab şerhinden nakledilen mezkûr izahtan anlaşılır.
Musannıf kırân hacısının cimasından bahsetmemiştir. Nehir sahibi diyor ki: «Kırân hacısı vakfeden ve umrenin tavafından önce cima ederse, hem haccı, hem umresi fâsit olur. Ve kendisine iki kurban lâzım gelir. Kırân kurbanı sâkıt olur. Eğer vakfeyle umrenin tavafından sonra, tıraştan önce cima ederse, hacc için bir deve, umre için de bir koyun lâzım gelir. Bundan sonrası hakkında ihtilâf edilmiştir.» İzahı Bahır'dadır.
«Umresinde cima etmesi» temettu umresine de şâmildir.
«Kurban keser...» Bundan murad, bir koyundur. Bahır.
«Dört tavaf yaptıktan sonra cima ederse umresi fâsit olmaz.» Bahır sahibi diyor ki: «Musannıfın sözü, kolanın, tavaf edip sa'yi yapmasına da yapmamasına da şâmildir. Lâkin tıraş olmadan yapmış olması şarttır. Bunu söylememesi,bilindiği içindir. Çünkü o kimse tıraş olmakla umrenin ihramından tamamıyla çıkar. Hacc ihramı bunun hilâfınadır. Musannıf ifrad haccı yapanla yalnız umre yapanın hükmünü beyan edince, bundan kırân ve temettu hacılarının hükümleri de anlaşılmıştır.»
METİN
İhramlı bir kimse av öldürürse, yani yaratılışı itibariyle vahşî bir kara hayvanı hayvanı vurur veya vuracak kimseye gösterirse, vuran kimse onu tasdik eder ve avı bilmezse, avın ölümü onun göstermesine veya işaretine bitişik olur, gösteren ve işaret eden kimse ihramında bâkî olursa, vuran kimse de avı yerinden kaçmadan alırsa, ister yeni göstermiş ister tekrar etmiş olsun, ister yanılarak, ister kasten göstersin ve av ister mübah, ister birinin milki olsun cezası gösterene olur.
İZAH
«Vahşi bir kara hayvanı ilh...» Başkaları bu tarife, "Kendini kanatlarıyla veya bacaklarıyla koruyan" ifadesini katmışlardır. Bu ilâve, yılan, akrep vesair böceklerden ihtiraz içindir. Kara hayvanından murad, karada doğandır. Yaşadığı yere itibar yoktur. Şarih bu kayıtla deniz hayvanından ihtiraz etmiştir. Deniz hayvanı, suda doğandır. Velev ki karada yaşasın. Çünkü doğum yeri asıldır. Ondan sonra bulunacağı yer ârızîdir. Binaenaleyh su köpeği ve kurbağa su hayvanıdır. Nitekim Fetih'te kaydedilmiştir. Orada beyan edildiğine göre, yengeç, timsah ve deniz kaplumbağası da su hayvanıdır. Avlanması ihramlıya âyetin nassı ile helâldir. Ayetin umumu, yenilmeyen su hayvanına da şâmildir. Sahih olan budur. Kırmanî'nin Menâsik'inde buna muhalif olarak, su hayvanı yalnız balığa tahsis edilmiş; kara hayvanının ise, domuz gibi yenilmeyeni bile olsa avlanması mutlak surette haram olduğu söylenmiştir. Nitekim Muhlt'ten naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir. Kirmânî, yalnız kurt, karga, çaylak, saldırgan, yırtıcı gibi hayvanları istisna etmiştir. "Geri kalan yırtıcılar av değildir" demiştir. Lübab sahibi diyor ki: «Deniz kuşlarına gelince: Onları avlamak helâl değildir. Çünkü doğumlar karada olur.» Lübab şarihi bu sözü Bedâyi ile Muhit'e nisbet etmiştir. Bahır sahibinin, "Bunlar suda doğar." sözü kalem hatasıdır. Aksi halde bu söz yukarıda zikrettiğimiz doğum yerlerine aykırıdır.
«Yaratılışı itibariyle vahşî» ifadesinde, ehlileşmlş geyik de dahildir. Velev ki kesmek suretiyletemiz olsun. Vahşileşen deve ve koyun bu sözden hariçtirler. Velev ki kesilmek suretiyle temizlensinler. Çünkü av hayvanı olmak hususunda dikkat edilecek cihet, asıl yaratılışıtır. Kesmekte ise imkân ve imkânsızlık nazarı itibara alınır. Bahır. Köpek de hariçtir. Velev ki vahşî olsun. Çünkü köpek aslı itibariyle ehlidir. Ev kedisi de öyledir. Yaban kedisine gelince: Onun hakkında İmam-ı Azam'-dan iki rivayet vardır. Fetih sahibi onun köpek gibi olduğuna kesin olarak hükmetmiştir.
T E M B İ H : Lübab şarihi diyor ki: Zâhire bakılırsa, deniz suyu Harem-i Şerif'in toprağında bulunsa, avı yine helâldir. Çünkü âyet umumidir. "Deniz, suyu temizleyici, ölüsü helâl olan bir şeydir." hadisi de öyledir. Şâfiîler bunu açıkça beyan etmiş; "Deniz Hill'de veya Harem'de olmuş fark etmez." demişlerdir. Burada şöyle denilebilir: Hayvanlardan bazıları bazı yerlerde vahşî, bazılarında ise ehlî olarak bulunurlar. Manda gibi ki Sudan memleketlerinde vahşîdir. O memleketlerde ehlisi bilinmemektedir. Musannıf böylesinin hükmünü beyan etmemiştir. Zâhirine bakılırsa, o memleketler hakkından ihramlı olanlara orada bulundukça bu hayvanın avlanması haramdır. Allah'u a'lem.
«Veya vuracak kimseye gösterirse» ifadesiyle, öldürmesine yardımı kasdetmiştir. İster orada olmayana yerini bildirmek suretiyle hakikaten delâlette bulunsun, ister bizzat hayvanı göstersin. Bahır. Şu halde göstermekte işaret de dahildir. Nitekim şarihin sözü de buna işaret etmektedir. İşaret, yanında olana yapılır. Fetih sahibi işareti, "Delâleti başka bir şeye yapmaktır." diye tarif etmiştir. Bu sözün muktezası, delâletin umumi olmasıdır. Çünkü dille de yapılır, dilden başka bir uzuvla da yapılır. Şeyh İsmail, Bercendî'den şunu nakletmiştir: «Aşikârdır ki 'delâlet kelimesini zikretmek, işarete hacet bırakmaz. Bazen, işaret yanındakine; delâlet yanında olmayana mahsus olur.» Binaenaleyh musannıfın, "Yahut avı tutmak için ona yardımda bulunur veya öldürmesini emrederse" ifadesini ziyade etmesi gerekirdi. Çünkü Buhârî ile Müslim'de-ki Ebû Katâde hadisinde, "Sizden biriniz ona emretti mi, yahut işarette bulundu mu?" buyrulmuştur. Müslim'in rivayetinde, "Ona işaret veya yardım ettiniz mi diye sordu. Ashab, 'hayır' dediler. öyle ise yeyin buyurdu." şeklindedir. Bahır sahibinin, "Delâletten murad, yardımdır." sözü, emre şâmil değildir. Çünkü delâletle beraber olmayınca, emirde yardım yoktur. Nitekim yakında gelecektir. Evet, av bir yere girer de yolu üzerinde veya kapısında ona gösterirse, bir de avı vuracak aleti gösterirse, emre şâmildir. Mutemet kavle göre av aletini ona ödünç vermesi de böyledir. Meğer ki kâtilin yanında başka silâhı bulunsun. Ekseri ulemamız bu şekilde hüküm vermişlerdir.
T E M B i H : Musannıfın ava delâlet eden kimseyi ihramlı olmakla kaydetmesi; vuranı mutlak söylemesi, gösteren ihramsız olursa kendisine bir şey lâzım gelmiyeceği içindir. Meşhur kitaplarda kaydedildiğine göre ona yalnız günah vardır. Bazıları ona avın yarı kıymetininödettirileceğini söylemişlerdir. Lübab şerhi. Kendisine av gösterilen kimsenin ihramlı olması şart değildir. İhramlı bir kimse Harem dışında, ihramsız birine av gösterir de o da vurursa, gösterene ceza var, gösterilene yoktur. Lübab.
«Vuran kimse onu tasdik ederse ilh...» Bu şartlar, gösteren kimse ihramlı olduğunda kendisine ceza vâclp olmak içindir. Günaha gelince;
o mutlak surette tahakkuk eder. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Nehir'de şu da ziyade edilmiştir: «Tasdikin mânâsı, tasdik ettim demek değil,onu yalanlamamaktır. Hattâ ihramlı bir kimse bir avı haber verir de o kimse göremezse, başka bir ihramlı haber verir de birinciyi tasdik etmez, tekzib de etmezse, sonra avı arayarak vurduğu takdirde her ikisine de ceza vardır. Ama birinciyi tekzib ederse ona ceza verilmez.»
«Ve avı bilmezse» gösterene ceza verilir. Fakat gösterir de o kimse avı evvelden görmüş veya başka bir suretle öğrenmiş bulunursa, gösterene birşey yoktur. Çünkü onun göstermesi hâsılı tahsil olur. Binaenaleyh hiç göstermemiş gibi olur. Bu izaha göre Muhit'te Mülteka'dan nakledilen şu ifade müşkil kalır. «Gösteren kimse, "şu iki avdan birini al" dese; halbuki avcı onları zaten görür bulunsa ve her ikisini vursa, gösterene bir ceza vardır. Aksi takdirde ceza iki olur.» Bahır sahibi buna şu cevabı vermiştir: a ' Al ' diye emretmesi, göstermek kabilinden değildir. Binaenaleyh mutlak surette ceza icabeder. Buna Fetih ve diğer kitaplardaki şu ifade delâlet eder: İhramlı bir kimse, başkasına avı almasını emreder o da başkasına emrederse, ceza ikinci emredenedir. Çünkü kendisi ilk emredenin dediğini yapmamıştır. Ama ilk emreden avı gösterir de tutmasını emreder, o da üçüncü bir şahsa vur emrini verirse iş değişir. Ve üçüne de ceza vâcip olur. Ulema, mücerret emirle, göstererek yapılan emir arasında fark görmüşlerdir.»
Hâsılı bilmemek göstermek için şarttır, emir vermek için şart değildir. Emir o emire uymak şartıyla mutlak cezayı muciptir.
«Avın ölümü onun göstermesine bitişik...» Yani onun göstermesiyle meydana gelirse demektir. Lübab şerhi.
«Gösteren ve işaret eden kimse» yerine, "gösteren veya işaret eden" dese daha iyi olurdu. Çünkü hüküm bunların biriyle sabit olur. Bir de "ihramında bâkî olursa" sözü bununla sahih olur. Şarih bu sözle şundan ihtiraz etmiştir: «Avı gösteren veya işaret eden şahıs ihramdan çıkar da gösterilen kimse o zaman vurursa, gösterene bir şey lazım gelmez. Ama günahkâr olur.» Hlndlyye. T.
«Avı yerinden kaçmadan yakalarsa» ceza lâzım gelir. Fakat yerinden kaçar da sonra yakalayarak öldürürse, gösterene bir şey lâzım gelmez. Hlndiyye. T.
«İster yeni, ister tekrar göstermiş olsun.» Yani ceza lazım gelmek için, ilk avı vurmakla tekrarvurmak arasında fark yoktur. İbn-İ Abbas tekrar vurana ceza olmadığını söylemiştir. Davud-u Zâhiri ile Kâdî Şüreyh buna kail olmuşlardır. Lâkin vuran kimseye, "Git şuradan! AIIah senden intikamını alır!" denilir. Mi'râc.
«İster yanılarak, ister kasten olsun...» bizzat yakalaması da böyledir. Velev ki kastı olmasın. - Uyuyan kimsenin avın üstüne yuvarlanarak öldürmesi bu kabildendir.- Yakalanmasına sebep olması da böyledir. Bu, haddini tecavüz ettiği zaman olur. Meselâ bir ağ kurar veya çukur kazar da av onun içine düşer. Fakat kendisi için bir çadır kurar da ona bir av hayvanı takılır yahut su toplansın diye, yahut kurt gibi katli mübah bir hayvan düşsün diye bir kuyu kazar da içine av düşerse veya köpeğini mübah bir hayvanın arkasından gönderir de, o da haram olan hayvanı yakalarsa yahut Harem dışında kehdisi ihramsız iken bir avın peşine takar da köpek Harem hududuna girerse bir şey lâzım gelmez. Çünkü bunlarda tecavüz yoktur. Meselenin tamamı Nehir ile Bahır'dadır.
«İster birinin milki olsun.» O kimsenin iki kıymet ödemesi lâzım gelir. Kıymetin birini hayvanın sahibine öder, biri de Allah Teâlâ'nın hakkı olmak üzere vereceği cezadır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten nakletmiştir. Köpek öğretilmiş olursa, hükmü aşağıda gelecektir.
«Cezası gösterene olur.» öldürülen avın sayısınca ceza da çoğalır. Meğer ki bununla ihramdan çıkmayı isteyerek onu terketmiş olsun. Nasıl ki Asıl adlı kitapta bu açıklanmıştır. Bahır. Biz bunu Lübab'dan naklen arzetmiştik.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...