(HACCDA)
CİNAYETLER BÂBI
METİN
Burada 'cinayet'
ten murad, ihram veya Harem-i Şerif sebebiyle haram olan şeydir. Bazen cinayet
sebebiyle iki kurban, bazen bir kurban veya oruç yahut sadaka vâcip olur.
Musannıf bunu şu sözüyle açıklamıştır: «Bâliğ ihramlıya vâcip olan bir
kurbandır. Çocuğa bir şey lâzım gelmez. İmam Şâfiî buna muhaliftir.»
İZAH
Musannıf
ihramlıların kısımlarıyla hükümlerini anlattıktan sonra, ihram ve Harem
itibariyle ârız olan cinayetleri, hacc vaktini geçirmeyi ve ihsarı beyana
başladı. Ve cinayetleri öne aldı. Çünkü kusurlu olarak eda hiç yoktan efdaldir.
'Cinayet' ten murad, mastarı isim yapmak kabilinden yaptığın kötülüktür. Bu
umumi bir kelime ise de, "yapılması haram olan fiil" diye tahsis edilmiştir.
Musannıfın ' cinayetler ' diye cem yapması, nevileri itibariyledir. Nehir.
«İhram veya Harem
sebebiyle haram olan şeydir.» İhram sebebiyle haram olan şeyler yedidir. Şeyh
Kutbuddin onları şöyle nazma çekmiştir:
«İhramın haram
kıldığı şeyler ey bilen!
Kıl gidermek,
tırnak kesmek
Dikişli giymek,
sebebiyle beraber cima
Koku sürünmek
yağlanmak ve kara avcılığıdır.»
Bahır sahibi bir
sekizinci ilâve etmiştir ki, o da haccın vâciplerinden birini terk etmektir.
Şeyh Kutbuddin' "İhramın haram kıldığı şeyler bir vâcibi terk etmek ilh..." diye
başlasa daha iyi olurdu.
Harem sebebiyle
haram olan şeyler; Harem'in avı ve ağacıdır. Bahır sahibi diyor ki: «Sebebiyle
ilh... demesiyle, kadınların huzurunda cima lâfı etmek hariç kalır. Çünkü o
mutlak olarak yasak edilmiştir. Ceza kurbanı icabetmez.»
Tahtâvî diyor ki:
«Yine orada beyan edildiğine göre, cima'nın zikri ancak yaklaşmak caiz olmayan
kadınların huzurunda mutlak olarak yasaklanmıştır. Helâl kadınların huzurunda
ise bundan ancak ihramlı olanlar men edilir. O da ihram sebebiyle haram
olanlarda dahildir. Velev ki kendisine bir şey lâzım gelmesin.»
«Bazen cinayet
sebebiyle iki kurban vâcip olur.» Hacc ihramını giydikten sonra hedy kurbanı
gönderen kırân ve temettu hacılarının cinayetleri bu kabildendır.T.
«Bazen bir
kurban...» ifrad haccı yapmanın ekseriyetle cinayetleri bir kurbanla ödenir.
«Yahut oruç yahut
sadaka vâcip olur.» Bu cümlelerdeki 'yahut'lar, muhayyerlik içindir (Yani ya
kurban kesmek ya oruç tutmak, ya sadaka vermek arasında muhayyerdir). Bu da av
cinayeti yahut kokulanmak veya elbise giymek, özürden dolayı tıraş olmak gibi
cinayetlerde olur. Ve hayvan kesmekle sadaka vermek ve oruç tutmak arasında
muhayyer kaIır. Nitekimileride gelecektir.
Yahut muhayyerlik
sadece oruçla sadaka arasındadır. Meselâ bir serçe öldürse, oruç tutmakla sadaka
vermek arasında muhayyer bırakılır. Hidâye'de, "İhramda miktarı belli edilmeyen
her sadaka buğdaydan yarım sa'dır (Bir fitre tası). Ancak bit ve çekirge
öldürmekle vâcip olan başkadır." denilmiştir. Şarihler, "Yahut birkaç kıl
koparmakla vâcip olan" ifadesini ziyade etmişlerdir. Lâkin burada sadakadan
murad umumidir. Buna delil, Mültekâ şerhinde, "Yahut sadakadır. Velev bir
güvercin öldürmekle çeyrek sa' buğday yahut bir çekirge öldürmekle bir kuru
hurma olsun." denilmesidir. (Sindî'de şöyle denilmiştir: «Oruçta vücup ancak
onunla kurban ve sadaka arasında muhayyer bırakılarak sabit olmuştur. Bundan
yalnız iki şey müstesnadır:
Birincisi, hastalık
özüründen dolayı ihram yasaklarından birini irtikâbettiği vakittir. Teâlâ
Hazretleri, "Sizden biriniz hasta olur veya başından elemi bulunursa, ya oruçtan
ya sadakadan yahut nûsükten bir fidye versin." buyurmuştur. Oruç fidyesı üç gün,
sadaka altı fakire yarımşar sa' nûsük de kurbandır.
İkincisi, av
cinayeti işleyen kimse avın kıymetiyle bir hedy kurbanı satın almak yahut
fakirlere yiyecek vermek, yahut her fakirin yiyeceği yerine bir gün oruç tutmak
arasında muhayyerdir.» (Takrirat-ı Râfiî.)
«Bâliğ ihramlıya
vâcip olan bir kurbandır.» İbn-i Melek bunu koyunla tefsir etmiştir. Bahır
sahibi bunun sırrına işaret ederek, "Çünkü devenin yedide biri bu hususta kâfi
gelmez. Şükür kurbanı bunun hilâfınadır" demiştir. Ama bundan sonra, haccını iki
yoldan birine cima etmek suretiyle bozan kimse hakkında "Devede olmak, koyun
yerini tutar." demiştir. Şurunbulâliyye.
Ben derim ki:
Kuhistânî'nin kurban bahsinde şöyle denilmiştir; «Yedi kişi, kimisi kurban,
kimisi müt'a, kırân, ihsar ve av yahut tıraş cezası, kimisi akika, kimisi
tetavvu namına kesmiş olsalar, temel kitapların zâhirine göre sahih olur. Ebû
Yusuf'tan bir rivayete göre bir cinsten olmaları efdaldir. Ayrı cinslerden
olurlar da herbiri ibadet niyetiyle keserse caizdir. Ebû Yusuf'tan bir rivayete
göre mekruhtur. Nitekim Nazım'da da böyledir» Sonra hâşiye yazarlarından birinin
şöyle dediğini gördüm: «tBahır'ın ifadesi. kendisinin hedy bâbında bir devenin
yedide biri kâfidir, demesiyle çelişmektedir. Keza mezhebin ekseri kitaplarıyla
Menâsik'te kâfidir diye açıklanmıştır.»
TEMBİH : Aliyyü'l -
Kâri'nln Nikâye şerhinde şöyle denilmektedir: «Sonra bütün kefaretler mühletli
olarak vâciptir. Binaenaleyh ne vakit verse eda olur. Vücup ancak ömrünün
sonunda zan-nı galibine göre vermezse elden gidecek bir vakitte daralır. Artık o
vakit eda etmez de ölürse günahkâr olur. Onu vasiyet etmesi gerekir. Vasiyet
etmezse, mirasçılaravâcip olmaz. Ama onun namına teberru ederlerse, oruçtan geri
kalanı caiz olur.»
METİN
Velev ki unutarak
veya bilmeyerek yahut zorla yapmış olsun. Binaenaleyh uyurken yüzünü örtene de
vâcip olur.
İZAH
«Velev ki unutarak
yapsın» Lübab'da şöyle denilmiştir: «Sonra cezanın vâcip olması için, kasten
cinayet işlemekle hataen işlemek arasında fark olmadığı gibi; yeni yapmakla
tekrarlamak, hatırlamakla unutmak, bilerek yapmakla bilmeyerek yapmak, isteyerek
yapmakla zorla yaptırılmak, uyuyarak yapmakla uyanık olarak yapmak, sarhoş
olmakla ayık bulunmak, baygın olmakla ayık bulunmak, zengin olmakla fakir olmak,
kendi yapmasıyla başkasına yaptırması arasında da fark yoktur.»
Şarihi
Aliyyü'l-Kâri de şunları söylemiştir: İbn-i Cemaâ'nın dört mezhep imamlarından
rivayetlne göre bir kimse ihramın yasak olan bir fiilini kasten irtikâbederse
günahkâr olur. Fidye ve o fiilden vazgeçmek kendisini âsî olmaktan çıkarmaz.
Nevevî demiştir ki: Çok defa avamdan bazıları bu yasak fiillerden birini
irtikâbeder de; "Ben fidye iltizamı iIe ma'siyet vebalinden kurtulunacağını
zannederek fidye veriyorum" der. Bu açık bir hata, çirkin bir cehalettir. Zira
fiil ona haramdır. Muhalefet ettiğinde günahkâr olur, kendisine fidye lâzım
gelir. Ama fidye haram fiile yönelmeyi mübah kılmaz. Böylesinin cahilliği, "Ben
şarabı içiyorum, zina da ediyorum, ama vurulan hadd beni temizliyor." diyenin
cehaletine benzer. Her kim haram olduğuna hükmedilen bir şey yaparsa, haccın»
mebrûr olmaktan çıkarmıştır.»
Ulemamız buna
benzer sözleri hudûd bahsinde açıklamış ve; "Şüphesiz hadd vurmak, günahtan
temizleyici değildir. Günahın sükutuna da tesir etmez. Bilâkis mutlaka tevbe
lazımdır. Tevbe ederse had onu temizler ve uhrevî cezası bilittifak sâkıt olur.
Tevbe etmezse sâkıt olmaz." demişlerdir.
Lâkln Mültekât
sahibi yeminler bahsinde şöyle demiştir: «Kefaret günahı giderir. Velev ki
sahibi o cinayetten tevbe etmemiş olsun.» Şeyh Necmeddin-i Nesefî'nin Teysir
adlı tefsirinde "Bundan sonra kim tecavüz ederse, ona acıklı bir azap vardır."
âyeti kerîmesinde, yani bu başlangıçtan sonra avlarsa dediği yerde,
"Söylendiğine göre bu, dünyadaki kefaretle birlikte tevbe edilmezse âhiretteki
azaptır. Çünkü kefaret ısrarla günah işleyen kimseden günahı kaldırmaz." demesi
de bunu te'yid eder. Bu güzel bir izah, hoş bir kayıtlamadır. Bütün delillerle
rivayetlerin arasını toplamaktadır. Allah'u a'lem! Yani Mültekât'ın söylediği
ısrar etmeyene; başkalarının söyledikleri ısrar edene yorumlanır. Bu yorumu
Allâme Nûh da Dürer hâşiyesinde zikretmiştir.
TETİMME: Cezanın
vâcip olması hakkında yukarıda geçen mutlak sözden Lübâb'dakl şumesele istisna
edilir: «Bir kimse özürden dolayı haccın vâciplarinden bir şey terkederse,
Bedâyi'de bildirildiğine göre ona bir şey lâzım gelmez. Bazıları ceza vâcip
olduğunu mutlak söylemiş, ancak nass vârit olan hususu istisna etmiştir. Bunlar
da; Müzdelife'de vakfeyi terketmek, tavaf-ı ziyareti vaktinden geciktirmek,
hayız ve nifastan dolayı tavaf-ı saderi terketmek, tavaf ve sa'yde yürümeyi
terketmek, sa'yi terketmek ve başındaki bir rahatsızlıktan dolayı tıraşı
terketmektir.» Lâkin Lübab şarihi özürden muradın, kullardan gelmeyen arıza
olduğuna delâlet eden sözler söylemiş, Lübab sahibinin, "İhsar sebebiyle
Muzdelife'de vakfeyi yapamazsa kurban kesmesi gerekir." dediği yerde şunları
söylemiştir: «Bu zâhir değildir. Çünkü ihsar özürler cümlesindendir. Meğer ki
şöyle denile: Bu mahlûk tarafından gelme bir mânidir. Binaenaleyh tesir etmez.»
Buna Bedâyi'de vakfeden sonra kurban günleri geçinceye kadar tevkif edilerek
sonra serbest bırakılan kimse hakkında: "Müzdelife'de vakfeyi terkettiği için
ona bir kurban lâzım gelir. Bir kurban da şeytan taşlamayı terkettiği için, bir
kurban da tavaf-ı ziyareti geciktirdiği için lâzım gelir." denilmiş olması da
delildir. Bahır'ın ihsar bâbında bunun benzeri vardır. İzahı inşaallah ihsar
bâbında gelecektir.
METİN
İhramlı tam bir
uzvunu kokularsa-velev kokulu bir şeyi çok yemekle ağzını olsun yahut
toplandığında bir uzuv olacak yerlerine koku sürsün- kurban kesmesi vâcip olur.
Meclis bir olursa bütün beden bir uzuv hükmündedir. Aksi takdirde her kokulama
için bir kefaret lâzım gelir.
İZAH
«İhramlı bir uzvunu
kokularsa...» Meselâ uyluk, bacak, yüz ve baş gibi bir uzvuna koku sürerse,
istifade tamam olduğu için cinayet de tamam olduğundan kurban lâzım gelir.
Kokudan murad. safran, menekşe ve yasemin gibi kokusu olan tatlı cisimlerdir.
Sözün mefhumu şartından anlaşılıyor ki böyle bir şeyi yahut olgun meyveyi
koklasa kefaret lâzım gelmez. Velev ki mekruh olsun. 'Ihramlı' diye kaydetmesi,
ihramsız bir kimsenin koku sürünüp de sonra ihrama girmesi ve ondan başkalarına
koku gitmesi sebebiyle bilittifak bir şey lâzım gelmeyeceği içindir. 'Kendi
uzuvlarını' diye kayıtlamamız da, başkasının uzvunu kokularsa veya başkasına
dikişli elbise giydirirse bilittifak lâzım gelmeyeceği içindir. Nitekim
Zahîriyye'de de böyle denilmiştir. Nehir.
«Tam bir uzvunu»
diye kayıtlaması, çokluğa itibar edildiği içindir. İbn-i Kemâl Hidâye şerhinde
şöyle demektedir: «UIema azla çoğun arasını ayıran sınırın ne olacağında ihtilâf
etmişlerdir. Çünkü İmam Muhammed' den rivayet edilen ibareler çeşitlidir.
Bazılarında çokluğun sınırını büyük bir uzuv göstermiş bazılarında ise kokunun
kendisindegöstermiştir. Onun için ulemadan bazıları birinciyi, bazıları da
ikinciyi itibara almış ve "Bakan kimse çok görürse çoktur. Meselâ gülsuyundan
iki avuç, misk ve galiyeden bir avuç çoktur. Az görürse azdır." demişlerdir. Bir
takımları çokluğu büyük bir uzvun dörtte biriyle ölçmüş ve, "Baldırının veya
uyluğunun dörtte birini kokularsa ceza kurbanı lâzımdır, bundan daha az olursa
sadaka vermesi gerekir." demişlerdir. Şeyhülislâm ise, "Koku kendisi azsa tam
uzva bakılır, çok ise uzva bakılmaz." demiştir.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Şeyhülislâm'ın bu
sözü üç kavlin arasını bulmaktadır. Hattâ az kokuyla tam bir uzvu yahut çok
kokuyla bir uzvun dörtte birini kokularsa ceza kurbanı lâzım gelir. Aksi
takdirde sadaka gerekir. Muhit sahibi bu kavli sahih bulmuş, Fetih sahibi de,
"Tevfik işte budur." demiştir. Bahır sahibi birinci kavli tercih etmiştir.
Metinlerde olan da odur. Şurunbulâliyye sahibi diyor ki; "Boş gibi demesi,
uzuvdan muradın ne olduğuna beyandır. O avret uzuvları gibi değildir. Şu halde
meselâ kulak müstakil bir uzuv değildir." İbn-i Kemâl de bunun gibi söylemiş;
"Murad burun ve kulak gibi küçük uzuvdan ihtirazdır. Çünkü biliyorsun çokluğun
sınırında tam bir uzvu itibara alan onu büyük olmakla kayıtlamıştır." demiştir.
Sonra "Kâmil uzuvdan az olursa sadaka gerekir." sözü, İmam-ı Âzam'la Ebû
Yusuf'undur. İmam Muhammed. "Miktarına göre vâcip olur. Uzvun yarısına varırsa
bir koyunun yarısı miktarından sadaka vâcip olur. Uzvun dörtte birini bulursa
koyun kıymetinin dörtte biri lâzım gelir. Böylece hesap edilir." demiştir. Bahır
sahibinin söylediğine göre İmam İsbicâbî bunu tercih etmiş; hilâf nakletmeksizin
bunu söylemekle yetinmiştir.
«Velev kokulu bir
şeyi çok yemekle...» Yani başka bir şey karıştırmadan ve pişirmeden sırf kokulu
şeyi yerse demek istemiştir.
Hükmü ileride
gelecektir. 'Çok'tan maksadı, ağzının ekserisine bulaşandır. O kimseye ceza
kurbanı lâzım gelir. Fetih sahibi diyor ki: «Bu söz kurban lazım gelmek için
mutlak surette uzuv itibara alınmayacağına şahittir. Bilâkis o mesele yukarıda
arzettlğimiz gibi haddi zatında çokluk derecesine varmadığı zamandır.» Bahır.
Yani burada çok koku sebebiyle ceza kurbanının lâzım gelmesi - velev ki bütün
ağıza yayılmasın- yukarıda geçen tevfika (ara bulmaya) şahitlik etmektedir.
Bununla anlaşılıyor ki şarihin "tam bir uzvu" dedikten sonra "velev ağzını
olsun" demesi söz götürür. Çünkü burada çokluktan murad, bütün ağıza dağılan
mânâsı muradmış vehmini verir.
«Yahut
toplandığında bir uzuv olacak ilh...» Yani toplanmış olsa tam bir uzuv olacak
yerlerine koku sürse ceza kurbanı vâcip olur. Zâhire bakılırsa, koku sürülen
uzuvların en küçüğü kadar olursa kurban lâzım geIir. Nitekim avret yerinin
açılmasında ulema en küçük uzvu itibara almışlardır. Lâkin o en küçük uzuv büyük
bir uzuv kadar olursa kurban lâzım gelir. Biliyorsun ki küçük uzuvda kurban
vâcip olmaz. Meğer ki kokulu şey çok olsun. Nitekim yukarıda geçen tevfiktan
anlaşılmıştır.
«Her kokulama
için...» Yani bu meclislerden (kokulama vaziyetlerinden) her biri bütün bir uzva
yahut bir uzvun ekserisine şâmil olursa, bir kefaret Iâzım gelir. Şeyhayn'a göre
ilk süründüğü koku için kefaret versin vermesin ikinciye ayrı kefaret gerekir.
İmam Muhammed; "Birinci için kefaret vermemişse bir kefaret kâfidir." demiştir.
Bahır.
METİN
Kurban keser de
kokuyu gidermezse, onu yerinde bıraktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir.
Ekserisi kokulanmış elbiseye gelince: Ceza kurbanı lâzım gelmek için onu bir gün
devamlı olarak giymesi şarttır. Yahut başını ince kına ile kınalarsa bir ceza
kurbanı lâzım gelir. Keçeleşecek şekilde kınalarsa iki ceza kurbanı gerekir.
İZAH
«Yerinde bıraktığı
için ikinci bir kurban lâzım gelir.» Çünkü iptidaen koku sürünmek haram idi.
Binaenaleyh devamı için de iptida hükmü verilir. Bahır.
«Ekserisi
kokulanmış elbiseye gelince:» Bu sözün zâhirine bakılırsa, muteber olan, kokunun
çokluğu değil elbisenin ekserisidir. Şarih burada Şurunbulâlı'ye tâbi olmuştur.
Halbuki gerek Şurunbulâlîyye'de gerekse Fetih ve diğer kitaplarda zikredilen,
elbisede kokunun çokluğu itibara alınacak şeklindedir. Burada örfü- âdete
müracaat edilecektir. Hattâ Bahır sahibi örfün üç kavilden ikinciyi tercih
ettirdiğini söylemiştir. Çünkü koku hem bedene, hem elbiseye yayılır.
Ben derim ki: Lâkin
ulemanın Mücerred'den naklettiklerine göre, elbisesinde dörtgen şeklinde bir
karış koku sürülmüş yer bulunur da, o elbiseyle bir gün geçirirse yarım sâ' (bir
fitre tası) zahîre sadaka verir. Bir günden daha az olursa bir avuç zahîre
verir. Fetih sahîbi diyor ki: «Bu söz, dörtgen şeklinde bir karışın azda dahil
olduğunu nassan ifade etmektedir.» Yani bununla kurban değil sadaka vâcip olur.
Bununla beraber çokluğun kokuda değil elbisede itibara alınacağını gösteriyor.
Şu kadar var ki elbisenin ekserisinin muteber olacağını göstermiyor. Bilâkis
zâhirinden anlaşılan, bir karıştan fazla olursa çok sayılır, ceza kurbanı
icabeder. Çünkü o zaman koku örfen çoktur. Böylece çokluğun elbisede değil,
kokuda itibar edileceğine dönmüştür. Bu izaha göre yukarıda geçen tevfîki (ara
bulmayı) da, "Koku haddi zatında çoksa ceza kurbanı lâzım gelir. Velev ki
elbiseye bir karıştan az bulaşsın, koku azsa dörtgen bir karıştan fazla yere
isabet etmedikçe bir şey lâzım gelmez." şeklinde yürütmek mümkündür. Ulemanın şu
sözü de işaret olabilir: «Beline bağladığı veya omuzuna aldığı peşkirin bir
tarafına misk, kâfur veya anber gibi kokulardan çok miktar çıkılasa ceza kurbanı
lâzım gelir.» Yani bir gün devam ederse kurban, daha az olursa sadaka lâzım
gelir.
«Ceza kurbanı lâzım
gelmek için bir gün giymesi şarttır.» Şarihin ceza kurbanını ayrıca söylemesi,
elbiseden murad ihramlı kimsenin elbisesi olduğu içindir. Bu iki peşkirden
ibarettir. Fakat dikişli elbise giyerse, ondan dolayı bir kurban daha vâcip
olur, Bundan bahsetmemesi, ileride geleceği içindir. "Bir gün giymesi" diyerek
kokunun elbisede zamanla ölçüleceğini göstermesi, elbiseyle uzuv arasında fark
olduğuna işaret içindir. Zira uzuvda zaman muteber değildir. Hattâ koku bulaşan
uzvu derhal yıkasa yine kurban vâciptir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
Elbise bunun gibi değildir.
«Yahut başını
kınalarsa» demesi misâl içindir. Yoksa kadın elini, erkek sakalını kınalamış
olsa yine kurban vâcip olur. Nitekim Nehir sahibi bunu izah etmiştir. Bahır'ın
sözü buna muhaliftir. Kına kokuda dahil olduğu halde musannıfın ayrıca ondan
bahsetmesi, ihtilâflı olduğu içindir. Bahır.
«Keçeleşecek
şekilde ilh...» Keçeleştirmek, hatmi, mersin ağacı ve zamk gibi bir şey alarak
saçlarının köküne koymaktır. Bahır. Burada münasip olan, "koyu kınaya gelince"
demekti. Fetih sahibi diyor ki: «Kına koyu olur da başını keçeleştirirse iki
ceza kurbanı lâzım gelir. Bunun birisi koku için, birisi de - bir gün bir gece
bütün başını veya dörtte birini kaplayarak devam ettiyse - başını örttüğü
içindir.» Bir günden daha az örterse sadaka vermesi lâzım gelir. Bu erkek
hakkındadır. Kadına gelince: O başını örtmekten menedilemez. Şurunbulâliyye
sahibi, kınayla örtmekten kurban lâzım gelmesini, ulemanın, "Mûtad olmayan bir
şeyle örtmek hiçbir ceza gerektirmez." sözü karşısında müşkil saymıştır.
Ben derim ki: Şöyle
cevap verilebilir; Saçı keçeleştirmek suretiyle örtmek çöl halkınca mûtaddır.
Onlar bunu saçın dağılmasını ve kirlenmesini menetmek için yaparlar. Bunu
Peygamber (s.a.v.) dahi ihramında yapmıştır. Bunu Bahır sahibi de müşkil saymış
ve, "İhramdan önceki örtmeyi istishâb yapmak (şimdi de örtü saymak) caiz
değildir. Koku bunun hilâfınadır." demiştir. Lâkin Makdisî buna şu cevabı
vermiştir: «Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı keçeleştirmeyi caize hamletmek
icabeder. Bundan murad, örtünme teşkil etmeyecek derecede az olanıdır.»
Ben derim ki:
Fetih'te Râşidüddin'in Menâsik'inden nakledilen, "İhrama girmezden önce başını
keçeleştirmesi iyi olur." sözü buna yorumlanır.
METİN
Zeytinyağı yahut
susamyağı ile yağlanırsa, velev ki her ikisi de hâlis olsun kurban gerekir.
Çünkü bunlar kokunun aslıdır. Sair yağlar bunun hilâfınadır. Onu yer veya
burnuna çeker yahut bir yara tedavi eder yahut ayaklarının yarık yerlerine
sürerse, veya kulaklarına akıtırsa ittifaken kurban ve sadaka vâcip olmaz. Misk,
amber, gâliye, kâfûr ve benzeri bizzat koku sayılan şeyler bunun hilafınadır.
Çünkü bunları kullanmakla ceza lâzım gelir. Velev ki tedaviyoluyla kullansın.
Bunu pişmiş bir yiyeceğin içine koyarsa, bir şey lâzım gelmez.
İZAH
«Yağlanırsa...»
Yani tam bir uzvu yağlarsa demektir. Lübab. Lübab şarihi diyor ki: «Bazıları
kokunun çokluğunu, bakan kimsenin çok görmesiyle ölçmüşlerdir. Herhalde bunun
yeri, yukarıda geçen tevfik gereğince tam uzuv olmayan şeydir. Nevâdir'de
beyanedildiğine göre başın veya sakalın dörtte birini yağlamakla kurban vacip
olur. Bu mesele kokuda dörtte bir rivayeti üzerine tefrî edilmiştir. Doğrusu
bunun hilafıdır.»
«Çünkü bunlar
kokunun aslıdır.» Şu itibarla ki gül ve menekşe gibi çiçekler bunların içine
konulur da koku yapılır. Kendileri de bir nevi kokudan hâli değillerdir.
Böcekleri öldürürler, saçı yumuşatırlar, kiri ve dağınıklığı önlerler. Bahır.
Bu, İmamı- Azam'a göredir. İmameyn o kimseye sadaka lâzım geldiğini
söylemişlerdir.
«Sair yağlar bunun
hilâfınadır.» Bahır'in ibaresi şöyledir: «Zeyt'-den zeytinyağını kasdetmiştir.
Simsim, susam denilen şeydir. Böylece içyağı ve tereyağı gibi diğer yağlar hariç
kalmıştır.» Bu sözün muktezası, bademyağı ile kayısı çekirdeği gibi şeylerin
harîç kalmasıdır.
«Onu yer veya
burnuna çekerse...» Yani zeytinyağını yahut susamyağını yerse veya burnuna
çekerse bilittifak birşey lâzım gelmez. Çünkü hiçbir cihetten koku değildir.
Kokulanmak için kullanılmayınca, ona koku hükmü verilmez.
«Velev ki tedavi
yoluyla kullansın.» Lâkin kurban kesmekle oruç tutmak ve fakir doyurmak arasında
muhayyerdir. Nitekim gelecektir. Nehir.
«Bunu pişmiş bir
yiyeceğin içîne koyarsa...» Yani kokuyu pişmiş yemeğe katarsa bir şey lâzım
gelmez. Bilmelisin ki kokuyu başka şeye karıştırmak muhtelif şekillerde olur.
Zira ya pişmiş yiyeceğe katılır, yahut pişmemiş olana. Birincide koku ister
gâlip, ister mağlûp olsun hükümsüzdür. İkincide hüküm galebe çalana verilir.
Kokan şey galipse kurban vâciptir, velev ki kokusu duyulmasın. Nitekim Fetih'te
de böyle denilmiştir. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Şu kadar var ki kokusu
hissedilirse mekruhtur. Kokan şey meşrubata karıştırılırsa, burada galip gelsin
mağlûp olsun hüküm kokan şeyedir. Ancak kokan şey galip ise kurban vâcip olur.
Mağlûp ise sadaka icabeder. Meğer ki tekrar tekrar içmiş olsun. Bu takdirde
kurban vâcip olur. Bahır sahibi inceleme yaparak, "Yenilen içilen şeylere az
koku karışırsa, ya hiçbir şey vâcip olmamak, yahut her ikisinde sadaka vâcip
olmak suretiyle ikisini bir tutmak gerekir.'' demiştir. Tamamı Bahır'dadır.
TEMBİH: İbn-i Emir
Hâcc Halebî diyor ki «Yalnız kokan şeyi yerse galebenin ne suretle itibar
edileceğini görmedim. UIema burada azla çoğun orasını ayırmamışlardır. Zâhire
bakılırsa, karıştıran kimse kokulu nesnenin kokusunu karıştırmazdan önceki gibi
duyarsa o galiptir. Duymazsa mağlûptur. Gâlip olduğu takdirde ondan çok yer veya
İçerse kurban vâcip olur. Çok. bilen âdil bir kişinin çok saydığı şeydir. Bundan
maadası azdır. Öd ağacı ve benzeri bir şeyle buhurlanarak yapılan helvadan yerse
bir şey tâzım gelmez. Ancak kokusunu duyarsa mekruh olur. İçine gülsuyu ve misk
gibi bir şey karıştırılarak yapılan helva bunun hilâfınadır. Ondan çok yerse
kurban, az yerse sadaka tâzım gelir.» Nehir.
«Ben derim ki:
Lâkin Fetih'in pişmemiş yiyecek hakkında geçen, "kokusu duyulmazsa" sözü,
galebenin cüzle değil. kokuyla ölçüleceğini anlatmaktadır. Lübab şerhinde bu
açıkça ifade edilmiştir. Sonra zâhire göre 'helva' sözünden pişmemiş olanı
kasdetmiştir. Aksi halde pişmiş helva hakkında bildiğin gibi tafsilât yoktur.
Yenilen içilen şeylerin hükmü budur. Bedene sürülen çöven ve benzeri bir şeyle
karıştırılırsa, bu hususta Lübab şerhinde Müntekâ'dan naklen şöyle
denilmektedir: «Bakıldığı zaman bu çövendir derlerse sadaka vermesi gerekir;
kokudur derlerse kurban vâcip olur.»
METİN
Pişmemiş ve mağlûp
olursa, güzel kokan bir şeyi ve elmayı koklamak gibi yenilmesi mekruh olur.
Dikişli bir elbiseyi mûtad şekilde bütün bir gün veya bir gece giyer yahut
başını mûtad örtüyle bir gün veya bir gece örterse kurban vâcip olur. Elbiseyi
üzerine ilikler veya omuzlarına koyarsa bir şey lâzım gelmez. Başının üzerinde
testi veya denk gibl bir şey taşırsa bir şey tâzım gelmez. Bir günden ve bir
geceden az olursa sadaka lâzım gelir. Bir günden fazlası bir gün gibidir.
Elbiseyi geceleyin çıkarıp gündüzün giyse ve bütün giyim eşyasını böyle yapsa
bile. çıkarırken tekrar giymemeye niyet etmedikçe bir kurban lâzım gelir. Eğer
giymemeye niyet eder de sonra yine giyerse ceza çoğalır. Evvelâ birinci için
kefaret verir. Keza bir gün elbise giyer de giydiği için kurban keser, sonra
ertesi gün yine giymeye devam ederse ceza yine çoğalır. Ertesi gün için de
kurban lâzım gelir. Çünkü yasak edilmiştir. Ona devamı için iptidanın hükmü
verilir.
İZAH
«Mekruh olur.» Yani
yukarıda geçtiği vecihle kokusunu duyarsa mekruh olur.
«Dikişli elbise»nin
tarifi ihram faslında geçmişti.
«Mûtad şekilde
giyerse...» Yani çalışırken onu 'korumaya dikkat etmesi gerekmezse demektir.
Bunun zıddı, korumaya muhtaç olmasıdır. Meselâ entarisinin eteğini yukarıya
kıvırmak, yakasını aşağıya indirmek böyledir. Lübab şerhî.
«Veya omuzlarına
koyar»da iliklemezse birşey lazım gelmez. Yalnız bu mekruhtur. Bu hususta sözün
tamamı ihram faslında geçmişti.
«Başını örterse...»
Yanı başının bütününü veya dörtte birini örterse demektir. Yüz de baş gibidir.
Nitekim gelecektir. Elini veya benzeri bir uzvu sarması bunun hilâfınadır.
«Veya denk gibi bir
şey»den murad, blr hayvan yükünün yansıdır. Lübab şerhi. Dengi Bahır ve Minâh
sahipleri dolu olmakla kayıtlamışlardır. Hatta içi dolu olmazsa ona denk
denilmezmiş. Çünkü ancak içi dolu olduğu takdirde yükün diğer yarısına muadil
olurmuş. Onun için burada mutlak zikretmiştir. Rahmetî.
Ben derim ki: Lâkin
ben Bahır ve Minâh'ta bu söylenenlerle kaydedildiğini görmedim. Başka nüshaya
müracaat etmelidir!
«Bütün bir gün veya
bir gece»den murad, zâhire göre bunların miktarıdır. Günün yarısından itibaren
elbiseyi çıkarmadan gecenin yarısına kadar giyse, yahut bunun aksini yapsa
kurban lâzım gelir. Nitekim "daha azda sadaka lâzım gelir." demesi buna
işarettir. Lübab şerhi.
«Az olursa sadaka
lâzım gelir.» Yani buğdaydan yarım sâ (bir fitre tası) vermesi gerekir. 'Az'
tabirinin içinde bir saat ve daha azı da dahildir. Hızânetü'I-Ekmel'de, "Bunun
hilâfına olarak bir saat için yarımsâ, daha azı için bir avuç buğday lâzım
gelir." denilmiştir. Bahır. Lübab sahibi de Hızâne'nin yolundan yürümüş, şarihi
bunu ikrar etmiş, fakat fukahanın söylediğine muhalefetinden dolayı O'na
itirazda bulunmuştur.
TEMBİH: Bazı
Menâsik şarihlerinin beyanına göre bir kimse bir hacc nevi için ihrama girer de,
dikişli elbise giymiş bulunursa, ve bu ibadeti bir günden azda tamamlayıp
ihramdan çıkarsa ne hüküm verileceği hususunda açık bir söz görmedim. Fukahanın,
"Ceza kurbanı icabeden kâmil istifade ancak tam bir gün giymekle hasıl olur."
demeleri, sadaka vermesini gerektirir. Şöyle de denilebilir: istifadenin
kemâline bakarak bir günle sınırlandırmak ancak ihram zamanı uzun sürdüğüne
göredir. Ama meselemizde olduğu gibi kısa sürerse, tüm istifade hasıl oldu
demektir. Binaenaleyh kurban vacip olması gerekir. Bununla beraber mutlaka açık
bir delil lâzımdır.
«Elbiseyi geceleyin
çıkarıp gündüzün giyse...» Aksi de böyledir. Yani geceleyin giyip gündüzün
çıkarsa hüküm birdir. Nitekim Lübab şerhinde böyle denilmiştir.
«Ve bütün giyim
eşyasını böyle yapsa» cümlesi. "dikişli elbise giyerse" sözü üzerine
mübalâğadır. Yani gömlek, kaftan, sarık, külâh, don ve mest gibi bütün
elbiseleri toplayıp bir gün giyse sebep bir olduğu takdirde bir kurban kesmesi
icabeder. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. Yani hepsini zaruretten dolayı veya
hepsini zaruretsiz olarak giymişse hüküm budur. Bazısını giymeye muztar ve
mecbur olur da kalanlarını hiçbir zaruret yokken giyerse, müteaddit kurban lazım
gelir. Nitekim ileride izah edeceğiz. Musannıfın söylediğine bakılırsa, bu
eşyanın hepsini bir mecliste giymek lâzım değildir. Aliyyü'lKâri buna muhâlif
olarak hepsinin bir mecliste giyilmesini şart koşmuştur. Bu eşyanın hepsini bir
günde giymek kâfidir. Lübâb'da, "Çeşitli elbiseleri giymekle beraber bir takım
sebeplerden dolayı ceza bir olur. Bunlar, hepsinin sebebi bir olması, çıkarırken
artık giymemeğe niyet etmemesi, bütünelbiselerini bir mecliste veya bir günde
giymek gibi şeylerdir." Yani sebep bir olmakla beraber demektir. Nitekim
biliyorsun. Fakat bazısını bir gün, bazısını başka gün giyerse, sebep bir bile
olsa ceza müteaddit olur.
«Çıkarırken tekrar
giymemeye niyet etmedikçe bir kurban lâzım gelir.» Tekrar niyetiyle yahut yerine
başkasını giymek niyetiyle çıkarırsa, ikinci bir kefaret lâzım gelmez. Çünkü
giyme işi iç içe girer, ikisine bir fiil hükmü verilir. Lübab şerhi.
METİN
Elbisesi sırtında
iken ihrama girdikten sonra o elbiseyle devam etmesi, ondan sonra yeniden
giymesi gibidir. Velev ki zorla veya uyurken giydirilmiş olsun. Giyme sebebi
başka başka olursa, ceza da başka başka olur. Bir gömlek giymeye muztar kalır
da, iki gömlek giyer yahut bir külâh giymeye muztar kalır da onu sarığı ile
beraber giyerse, hem kurban lâzım gelir, hem günah. Zaruretin kalmadığını kesin
olarak bilir de yine o halde devam ederse, ikinci bir kefaret verir. Başın veya
yüzün dörtte birini örtmek, bütününü örtmek gibidir. Kulaklarını ve ensesini
örtmekte, elbisesiz olarak ellerini burnunun üzerine koymakta beis yoktur.
İZAH
«Yeniden giymesi
gibidir.» Yani bir gün veya bir gece devam ederse kurban vâcip olur. Burada
özürsüz olarak elbisesi sırtında iken ihrama girmenin sahih olduğuna işaret
vardır. Avamın îtikadı bunun hilâfınadır. Çünkü dikişli elbiseden soyunmak
ihramın vâciplerindendir. Sıhhatinin şartlarından değildir.
«Giyme sebebi başka
başka olursa.» Meselâ sıtmalı olup elbisesini giymeye muhtaç olur da sıtma
geçer, başka bir hastalığa tutulursa veya başka bir sıtmaya tutulur da
elbisesini tekrar giyerse. iki kefaret vermesi icabeder. Birincisi için evvelden
kefaret verip vermemesi farketmez. Düşman muhasara eder de onunla çarpışmak için
günlerce elbisesini giymeye muhtaç olursa ve çarpışmaya çıkarken elbisesini
giyer, döndüğü vakit çıkarırsa, o düşman oradan gitmedikçe bu adama bir kefaret
lâzım gelir. Düşman gider de başka bir düşman gelirse iki kefaret icabeder.
Bunun muktezası, Halebî'nin dediği gibidir. Yani soğuktan korunmak için giymiş,
sonra hep aynı sebepten dolayı giyip çıkarmış, nihayet bu soğuk giderek başka
bir soğuğa tutulmuş ve ondan dolayı giymişse, kendisine iki kefaret vâcip olur.
«Bir gömlek giymeye
muztar kalır da iki gömlek giyerse ilh...» cümlesi öncekini tahsistir. önceki
cümle, sebep değişince cezanın da değişeceğini anlatıyordu. Zahîre sahibi diyor
ki: «Bu meselenin cinsinde asıl olan şudur: Zaruret yerinde ziyade, yeni bir
cinayet sayılmaz. Lübab'da şöyle denilmektedir: Sebep başka başka olursa, meselâ
bir elbise giymeye muztar kalır da iki elbise giyerse, bunları zaruret yerinde
giydiği takdirde meselâ bir gömleğemuhtaç olup da iki gömlek yahut bir gömlekle
bir cübbe giydiği, veya bir külâha muhtaç olup da onu sarıkla beraber giydiği
takdirde bir kefaret vermesi vâcip olur. Bu kefarette muhayyer bırakılır.»
Şarihi diyor ki: «Bir mecliste her ikisini giymeye zaruret bulunursa, bunları
iki yerde giymesi de böyledir. Meselâ bir özürden dolayı bir sarıkla bir mest
giyerse bir kefaret vermesi icabeder.» Bunları iki muhtelif yerde giyerse, yani
biri zaruret yerinde, diğeri zaruretten başka bir yerde olursa nitekim sarık
giymeye muztar kalır da, onu meselâ gömlekle beraber giyerse, yahut zaruretten
dolayı bir gömlek giyer. zaruret yokken de iki mest giyerse o kimseye iki
kefaret lâzım gelir. Bunların birincisi zaruret kefaretidir. Bu kefaret hakkında
muhayyerdir. Bir de ihtiyârî kefaret verir. Bunda muhayyerlik yoktur.
«Hem kurban lâzım
gelir, hem günah.» Kurban lâzım gelmesi biri sebebiyledir. Diğeri sebebiyle
günah lâzım gelir. Burada münasip olan tabir, yukarıda arzettiğimiz gibi
muhayyer kefaretin Iüzumudur demekti. Çünkü bir özürden dolayı olunca kurban
taayyün etmez. Nitekim gelecektir. Sarıkla külâh giymekte - iki gömlekte olduğu
gibi - bir kefaret lâzım gelmesi nassan bildirilmiştir. Nitekim Lübab'dan nakli,
yukarıda geçti. Fetih ve Mi'râc'da da böyle denilmiştir. Bahır sahibi buna
muhalif olarak aralarında fark görmüştür. Nitekim Şurunbulâliyye'de buna tembih
edilmiştir. "Hem günah lâzım gelir" diye söylediğine Bahır sahibi dahi
Halebî'den naklen tembihte bulunmuş; sonra; "Bu bellenmelidir. Çünkü birçok
ihramlılar bundan gafildirler. 'Nasıl ki gördük.' demiştir.
«İkinci bir kefaret
verir.» Yani kesin bildikten sonra bir gün devam ederse, muhayyerlik olmaksızın
ikinci bir kefaret verir. Fakat zaruretin kalmadığını şüpheyle bilerek devam
ederse bir şey tâzım gelmez. Bahır.
«Bütününü örtmek
gibidir.» Ebû Hanife'den meşhur rivayet budur Birçoklarının söylediği vecihle
sahih olan da budur. Lübab şerhi.
«Kulaklarını ve
ensesini örtmekle...» Keza bedenin ellerle ayaklardan maada yerlerini örtmekte
beis yoktur. Ellere eldiven. ayaklara çorap giymek ise yasaklanmıştır. Meselenin
tamamı ihram faslında geçmişti.
«Elbisesiz olarak»
ifadesi, Fetih ve Bahır'da da vardır. Zâhire bakıIırsa, ellerini elbiseyle
burnuna koyması sadece kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü burun yüzün
dörtte biri etmez. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
METİN
Başının dörtte
birini tıraş eder, yani saçlarını giderirse yahut sakalının dörtte birini tıraş
eder veya kan alınan yerlerini tıraşlarsa. yani kan aldırırsa kurban vâcip olur.
Aksi halde vâcip olan sadakadır. Nitekim Fetih'ten naklen Bahır'da böyle
denilmiştir. Yahut koltuklarından birini veya kasıklarını yahut ensesini veya
bunların bütününü tıraş ederse, yine kurban lâzımgelir.
İZAH
«Yani saçlarını
giderirse...» Tıraştan ustura veya başka bir şeyle isteyerek veya istemeyerek
saçlarını kazımayı kastediyor. Ağdayla giderir veya sakalını yolarsa, yahut
ekmek kararken saçı yanarsa, yahut eliyle saçına dokunur da düşerse, tıraş olmak
gibidir. Saçlarının hastalıktan veya ateşten dökülmesi bunun hilafınadır. Bahır.
Ben derim ki: Bu,
saç kısaltmaya da şâmildir. Nitekim Lübab'da açıklanmıştır. Lübab şarihi diyor
ki: «Bunu Kâfî sahibi ve Kirmânî açıklamışlardır. ihramdan çıkmaya kıyasen doğru
olan da budur. Hidâye şerhi Kifaye'de saç kısaltmanın kurban icabetmediği
söylenilmiştir.»
«Başının dörtte
birini» tıraş eder. Sahih ve ekseriyetle mezhebimiz ulemasının tercih ettikleri
muhtar kavil budur. Tahtâvî'nin Muhtasar'ında bildirildiğine göre İmameyn,
başının ekserisini tıraş etmedikçe kurban vâcip olmaz, demişlerdir. Lübab şerhi.
Hacının başı saçsız ise, saç biten yerleri dörtte birini bulduğu takdirde kurban
lâzım olur. Aksi takdirde sadaka vermesi gerekir. Sakalı son derece
hafifse,dörtte bir miktarı tam olduğu takdirde kurban kesmesi vâcip olur. Aksi
takdirde sadaka vermesi gerekir. Lübab. Sakalla bıyıklar bir uzuv sayılır.
Fetih.
«Kan alınan
yerleri»'nden murad, boynundaki hacamet yerleridir. Nitekim Bahır'da böyle
denilmiştir.
«Aksi halde vâcip
olan sadakadır. » Yani tıraştan sonra kan aldırmazsa sadaka vermesi vâcip olur.
«Nitekim Fetih'ten
naklen Bahır'da böyle denilmiştir.» Nehir sahibi; "Ben kendi nüshamda 'Fetih'ten
naklen ' denildiğini görmedim." diyor.
Ben derim ki:
Herhalde O'nun nüshalarından bu kelime düşmüş olacaktır. Yoksa Fetih'te onu ben
de gördüm. Fetih sahibi buna Zeylâî'nin, "Tıraş olması kan aldıran için
maksuttur. Muteber olan budur. Başka şey için tıraş olması bunun hılâfınadır."
sözünü şahit getirmiştir.
«Veya bunların
bütününü...» Yani zikredilen üç şeyin hepsini tıraş ederse kurban lâzım gelir.
'Bütününü' diye kayıtlaması, bu uzuvların dörtte biri bütünü yerine geçmediği
içindir. Çünkü bunların bir kısmını tıraş etmekle yetinmek âdet olmamıştır. Şu
halde bir kısmını tıraş etmek tam istifade sayılmaz. Başın dörtte biri ile sakal
bunun hilâfınadır. Çünkü bu şekil tıraş bazı insanların âdetidir. Muhit'te,
"Boynunun ekserisi bütün gibidir. Çünkü bedenin eşi bulunmayan her uzvunun
ekserisi bütünü makamınadır." denilmişse de bu söz zayıftır. Keza Hâniyye'nin.
"Koltuk çok kıllı olursa kurban vâcip olmak için dörtte biri itibara alınır,
değilse ekserisi itibara alınır." sözü dahi böyledir. Mezhep musannıfın
zikrettiğidir ki, dörtte bir başta ve sakalda itibara alınır. Bunlardan maada
yerlerde kurban lâzım gelmek için uzvunbütünü nazarı itibara alınır. Bahır.
Kısaltılarak alınmıştır.
Lübab'da bu üç şey
gibi göğsünü, baldırını, dizini, uyluğunu, pazusunu ve kolunu tıraş edene dahi
kurban lâzım geleceği bildirilmiştir. Bazıları bunlarda sadaka gerektiğini
söylemişlerdir. Azını tıraş ederse sadaka lâzım gelir. Bunların dörtte biri
bütünün yerini tutmaz. Lübab şarihi diyor ki: Musannıf (bazıları bunlarda sadaka
gerektiğini söylemişlerdir) sözüyle Mebsut'un ibaresine işaret etmektedir. Orada
şöyle denilmiştir: "Her ne zaman kasten tıraş edilen bir uzvu tıraş ederse bir
kurban kesmesi vâcip olur. Kasten tıraş edilmeyen bir yerini tıraş ederse sadaka
vermesi gerekir." Mebsut sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: "Maksut
olmayan yerlerden biri, göğüs ve baldırların kıllarını tıraş etmektir. Maksut
olan yerlerden biri de başı ve koltukları tıraş etmektir." Bedayi, Timurtâşî ve
Nuhbe'de dahi böyle denilmektedir. Esah olan Mebsut sahibinin söylediğidir.
İbn-i Hümâm, "Hak olan budur." demiştir. Hâsılı üçten her biri, yani koltuk,
kasık ve boyun başlı başına kasten tıraş edilen yerlerdir. Binaenaleyh bunlarda
kurban vâcip olur. Lâkin hiçbirinin dörtte biri bütünü yerine geçmez. Sebebini
yukarıda gördük. Göğüs, baldır ve benzerleri bunun hilafınadır. Onları tıraş
etmekle sadaka vâcip olur. Fetih sahibi diyor ki: "Çünkü bunları tıraş etmek
arzusu ancak başka yerlerin zımnındadır. Zira yalnız baldırı parlatmak âdet
olmamıştır. Âdet sırttan ayağa kadar her yeri parlatmaktır." Bahır sahibi de
şunları söylemiştir: "Bu izaha göre üçle kayıtlamak, göğüs ve baldır gibi maksut
olmayan uzuvlardan ihtiraz içindir." Bilmelisin ki tıraş edilen dağınık yerler
koku gibi toplanır. Ayrı ayrı yerlerden başının dörtte birini tıraş ederse, bir
kurban kesmesi vâcip olur. Lübab. İleride gelecek ki bıyıklarını tıraş edene
sadaka lâzım gelir.
TEMBİH: Tıraş
etmeyi, Câmi-i Sağîr'e uyarak koltuklarda da zikretmesi, caiz olduğuna işaret
içindir. Sünnet olan onları yolmaktır. Onun için Asıl nam kitapta bu tabir
kullanılmıştır. Bıyığın kısaltılması mı sünnettir, yoksa tıraş edilmesi mi
meselesi ihtilâflıdır? Müteehhirîn ulemamızdan bazılarına göre mezhep,
kısaltılmasıdır. Bedayi sahibi, "Sahih olan budur." demiş; Tahâvî; "Kısaltmak
iyidir, tıraş etmekse daha iyidir." ifadesini kullanmıştır. Üç İmamımızın kavli
budur. Nehir. Fetih sahibi diyor kl: «Kısaltmanın tefsiri, bıyıklan dudak
kenarlarından alarak kısaltmasını temin etmektir.» Hidâye sahibinin sözüne göre
ise, bıyıklarını dudakları hizasında bırakmaktır.
Bıyıkların iki
ucuna gelince: Bazılarına göre bunlar bıyıktan, bazılarına göre sakaldandır. Bu
takdirde onları terketmekte beis yoktur, diyenler olmuş; mekruh olduğunu
söyleyenler de bulunmuştur. Çünkü bunda alemlere ve Ehl-i Kitap'a benzemek
vardır. Bu söz doğru olmaya lâyıktır. Tamamı Nûh Efendi Hâşiyesindedir. Bahır
sahibi Tahâvi'nin söylediğini tercih etmiş; sonra, "Buhârî ile Müslim'de rivayet
edilen İ'fay-i Lihye, sakalı sıklaşıp çoğalmayabırakmaktır. Bunun sünnet miktarı
bir tutamdır, ziyadesini keser." demiştir. Tamamı bu kitap üzerine yazdığımız
hâşiyededir. Bir kısmı da oruç bahsinde geçmişti.
Kasıklara gelince;
Bahır'da Nihâye'den naklen, "Sünnet olan onları tıraş etmektir. Çünkü hadiste on
haslet sünnettendir. Bunlardan biri de istihdâttır. buyrulmuştur. Bu kelime
kasıkları demirle tıraş etmektir diye tefsir edilmiştir." denilmiştir.
METİN
Ellerinin veya
ayaklarının yahut hepsinin tırnaklarını bir mecliste kesmekle kurban lâzım
gelir. Meclis ayrı ayrı olursa kurban da müteaddit olur. Meğer ki yer bir olsun.
Mesela koltuklarını iki mecliste yahut başını dört mecliste tıraş etmek
böyledir. Yahut bir elle bir ayağının tırnaklarını keserse yine kurban lazım
gelir. Çünkü dörtte bir, bütün gibidir. Tavaf-ı kudûmü veya tavaf-ı sadori cünüp
yahut hayızlı olarak yaparsa yine bir kurban lâzım gelir. Zira tavaf-ı kudûm
başlamakla vâcip hükmüne girer. Farz olan tavafı abdestsiz yaparsa, hüküm yine
budur. Cünüp olarak yaparsa, tekrarlamadığı takdirde bir deve vâcip olur.
İZAH
«Meselâ
koltuklarını iki mecliste tıraş etmek böyledir.» Bunu mahal birliği sayıp, iki
elin tırnaklarını kesmeyi mahal birliği saymamak müşkildir. Bununla beraber bu
hususta rivayet yoktur. Nitekim bunu inâye sahibi söylemiştir. Yani bu meselenin
hükmü, mezhebimiz ulemasından bazıları tarafından çıkarılmıştır ki, bir olduğu
takdirde bir kurban lâzım geleceği nakledilmiştir. Nitekim şarihin yaptığı da
bunu iktiza etmektedir. Ama bunu açık söyleyen görmedim. İnâye sahibi rivayet
sabit olduğu takdirde bu işkale şöyle cevap vermiştir: «Burada birkaç yerin bir
sayılmasını icabeden bir şey vardır ki, o da tenvîrdir (Yani macunla kılları
gidermektir). O kimse bütün bedeninin kıllarını paklasa, kendisine yalnız bir
kefaret lâzım gelir. Tıraş etmek de tenvîr gibidir. Bahis mevzuu kısaltma
meselesinde onu böyle yapacak bir şey yoktur.» Burada şöyle bir itiraz
yapılabilir: Kısaltmak da böyledir. Hem tıraş yeri müteaddit olur, meclis de
değişirse, kısaltmak kefaret icabeder. Halbuki her meclis için o mecliste
yapılan cinayetin gereği vâcip olurdu. Nitekim bunu Bahır sahibi ve başkaları
açıklamışlardır.
«Başını dört
mecliste tıraş etmek», her mecliste dörtte birini almakla olur. Birinci meclis
için kefaret vermemişse, mecmuu için bilittifak bir kurban vâcip olur. Lübab
şerhi.
«Başlamakla vacip
hükmüne girer.» sözüyle şarih, nâfile olarak yapılan her tavafta hükmün böyle
olacağına işaret etmiştir. Binaenaleyh tavafı cünüp olarak yapmışsa kurban;
abdestsiz yapmışsa sadaka vâcip olur. Nitekim Zeylâî'den naklen
Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Şarihin bu sözü şunu da ifade eder ki,
kefaret, kavi ile zayıf arasında fark yapmaksızın ıstılâhî vâcibi terk etmekle
lâzım gelir. Çünkü başlamakla vâcip olan bir şey, Allah'ın vâcipkılmasıyla vâcip
olan tavâfı- sader gibi vâcipten daha aşağıdır. Zira bunların ikisi de zannî
delil ile sabit olan vücupta müşterektirler. Kat'î delille sabit olan farz tavaf
bunun hilâfınadır. Onun için cinayet işlenirse, oralarında farkı göstermek ve
sübut cihetinden bu tavafta deve boğazlamak vâcip olur.
«Farz olan tavafı
abdestsiz yaparsa» diye kayıtlaması, tavafın sadece pis elbise veya pislik
bulaşmış bedenle yapılması mekruh olduğu içindir. Zahîriyye'de her pis elbiseyle
yapılan tavafta bir kurban vâcip olacağı kaydedilmişse de, rivayet itibariyle
bunun aslı yoktur. Musannıf şuna da işaret etmiştir ki, namaz caiz olmayacak
şekilde çıplak olarak tavaf ederse, vâcip olan örtünmeyi terk ettiği için kurban
lâzım gelir. 'Farz' diye kaydetmiştir ki bundan murad, tavafın ekseri
şavtlarıdır. Çünkü az miktarını abdestsiz tavaf eder de tekrarlamazsa, her şavt
için yarım sâ' buğday tasadduk etmesi vâcip olur. Ancak sadakanın kıymeti,
kurban kıymetine yükselirse, ondan dilediği miktarı kısar. Bahır.
"Cünüp olarak
yaparsa, tekrarlamadığı takdirde bir deve vâcip olur." Ama az şavtlarını cünüp
olarak tavaf eder de bunları tekrarlamazsa, bir koyun vâcip olur. Tekrarlarsa
her şavt için yarım sâ' sadaka vâcip olur. Çünkü tavafı ziyaretin az olan
şavtlarını geciktirmiştir. Bahır. Lakin Lübab'da, "Az miktarını cünüp olarak
tavaf ederse, her şavt için sadaka vermesi vâcip olur. Tekrarlarsa sadaka sâkıt
olur." denilmiştir. "Tekrarlamadığı takdirde" ifadesinden murad, tavaftır ki
kudûme, sadare ve farza şâmildir. Tekrarlarsa bir şey lazım gelmez. Çünkü ile
zaman tavafı herhangi hadesle yapar da sonra tekrarlarsa, hadesli tavafın
gerektirdiği ceza sâkıt olur. H.
Ben derim ki: Lâkin
farz tavafı kurban günlerinden sonra tekrarlarsa, İmam-ı Âzam'a göre
geciktirdiğinden dolayı kurban lâzım gelir. Bu, tekrarlama cünüplükten dolayı
olduğuna göredir. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Nitekim kurban günlerinde
tavafı mutlak surette tekrarlaması böyledir. Bu, Hidâye'de bildirilmiştir. Bahır
sahibi buna göre hareket etmiş; Sirâc sahibi ile diğer ulema da bu kavli sahih
bulmuşlardır. Gâyetül'-Beyan sahibi bunun hata olduğunu söylemiştir. Çünkü
tahâvî şerhinde, gecikmekle mutlak surette kurban lâzım geleceği rivayeti
açıklanmıştır. Bahır sahibi buna cevap vermiş; "Bu, başka bir rivayettir."
demiştir.
TEMBİH: Tavafı
tekrarlama meselelerinden biri de Lübâb'da zikredilen şu meseledir: Tavafı
ziyareti cünüp olarak, tavaf-ı saderi ise abdestli yaparsa, tavaf-ı saderi
kurban günlerinde yaptığı takdirde, saderi terk ettiği için kurban vâcip olur.
Çünkü yaptığı sader tavafı, tavafı ziyarete intikal etmiştir. Ziyaret için
ikinci defa tavaf ederse, ziyaret tavafı sadere intikal ettiği için bir şey
lâzım gelmez. Sader için kurban günlerinden sonra tavaf ederse, iki kurban vâcip
olur. Biri saderi terk ettiği için, yani sader ziyarete döndüğü içindir.
İkincisi de ziyaret tavafınıgeciktirdiği içindir. Sader için ikinci defa tavaf
ederse, onun kurbanı sâkıt olur. Ziyaret tavafını abdestsiz, sader tavafını
abdestli yaparsa, sader tavafı bayram günlerinde yapıldığı takdirde ziyaret
tavafına intikal eder. Sonra sader için ikinci defa tavaf ederse, bir şey lâzım
gelmez. ikinci defa tavaf etmezse, onu terk ettiği için kurban vâcip olur. Tavaf
kurban günlerinden sonra yapılırsa intikal etmez. Tavaf-ı ziyareti abdestsiz
yaptığı için bir kurban vâcip olur. Tavaf-ı ziyareti abdestsiz, tavaf-ı saderi
cünüp olarak yaparsa iki kurban vâcip olur.
METİN
Esah olan,
cünüplükte vâcip, abdestsizlikte mendup olmasıdır. Hem muteber olan birincidir.
ikincisi onun tamamlayıcısıdır. Binaenaleyh sa'yi tekrarlamak vâcip değildir.
Cevhere. Fetih'te beyan edildiğine göre. umre için cünüp veya abdestsiz olarak
tavaf etse kurban vâcip olur. Onun tavafından bir şavt bırakması da kurban
gerektirir. Çünkü umrede sadakanın tesiri yoktur. Arafat'tan - velev ki devesi
kaçtığı için olsun - imamdan ve güneş batmazdan önce çekilirse kurban vâcip
olur. Ama geri dönerse kurban sâkıt olur. Esah kavle göre velev ki güneş
battıktan sonra dönsün. Gâye.
İZAH
«Esah olan,
cünüplükte vâcip, abdestsizlikte mendup olmasıdır.»
Yani tekrarlamak
cünüp olana vâcip, abdestsiz olana menduptur. Bahır sahibi, "Tavaf-ı kudûmu
cünüp olarak yaparsa tekrarlaması lazım gelir." diyor. Tavaf-ı kudûmde
tekrarlamak vâcip olunca, tavaf-ı saderle farz tavafta evleviyetle vâcip olur.
H.
TEMBİH: Bahır
sahibi diyor ki: «Vâcip olan iki şeyin biri, yani ya koyun kesmek yahut
tekrarlamaktır. Mekke'de bulunduğu müddetçe tekrarlamak asıldır. Tâ ki
tamamlayıcı tamamlanan cinsinden olsun. Bu kurbandan efdaldir. Fakat ailesinin
yanına dönerse, abdestsiz hakkında koyun göndermenin tekrarlamaktan efdal
olduğuna ulema ittifak etmişlerdir. Cünüp hakkında Hidâye sahibi geri dönmenin
efdal olduğunu tercih etmiştir. Muhit sahibi ise fakirterin menfaatı için koyun
göndermenin efdal olduğunu tercih etmiştir. Birinciye döndü mü yeni ihramla
döner. Bu, tavaf-ı ziyareti cünüp olarak yapmakla kadınlar hakkında ihramdan
çıkmış sayıldığına binaendir. Umre için ihrama girerse ondan başlar, sonra
tavaf-ı ziyareti yapar. Onun vaktini geçirdiği için kendisine kurban lâzım
gelir.
«Ham muteber olan
birincidir» Bu cümle, cünüplükte vâciptir cümlesi üzerine atfedilmiştir.
Kerhî'nin kavli budur. îzâh sahibi de bu kavli sahih bulmuştur. Râzî buna
muhaliftir. Bu cünüplük hakkındadır. Abdestsizliğe gelince: Muteber olan
bilittifak birincisidir. Sirâc. Şarihin, "Binaenaleyh sa'yi tekrarlamak vâcip
değildir." sözü, bu hilâfın semeresini beyandır. Râzî'nin kavline göre sa'yi
tekrarlamak vâciptir. Çünkü birinci tavaf bozulmuştur. Sanki hiçyapılmamıştır.
Sirâc. Bahır sahibinin, "Bu hilâfırı. semeresi yoktur." demesi. vakiin
hilâfınadır.
«Fetih'te beyan
edildiğine göre ilh...» Fetih sahibi bunu Muhit'e nisbet etmiştir. Onu
Şurunbulâliyye sahibi de nakletmiştir. Bir benzeri de Lübab'dadır. Orada şöyle
denilmiştir: «Bütün umre için veya ekserisi yahut azı için tavaf eder de bir
şavtında olsun cünüp veya hayızlı nifaslı yahut abdestsiz bulunursa, bir koyun
vâcip olur. Burada çokla azın, cünüplükle abdestsizliğin arasında fark yoktur.
Çünkü umrenin tavafında devenin ve sadakanın bir tesiri yoktur. Tavaf-ı ziyaret
bunun hilâfınadır. Keza umrenin tavafından az miktarını velev bir şavtını -
terkederse, kurban vâcip olur. Tekrarlarsa kurban sâkıt olur.»
Lâkin Bahır'da
Zahîriyye'den naklen şöyle denilmektedir: «Azını abdestsiz olarak tavaf ederse,
her şavt için buğdaydan yarım sâ' vermesi vâcip olur. Ancak bunun kıymeti
kurbanın kıymeti kadar olursa, ondan dilediği kadar azaltır.» Sirâc'da da böyle
denilmiştir. Zâhire bakılırsa bu başka bir kavildir. Musannıfın ileride gelecek
olan "İfrad haccı yapana ihramına cinayeti sebebiyle nerede kurban lâzım
gelirse, kırân yapana orada iki kurban lâzım gelir. Sadaka da öyledir." ifadesi
ki şarih orada temettu yapanın da kırân yapan gibi olduğunu söylemiştir-
buradakine ters düşmez. Velev ki temettu yapanın cinayeti hem hacc ihramına, hem
umre ihramına karşı işlenmiş olsun. Çünkü orada murad, ihram yasaklarından
birini yapmak suretiyle işlenen cinayettir. Vâcıplerden birini terk etmek bunun
hilafınadır. Nitekim şarihin sözünde gelecektir. Burada ise cinayet, vâcip olan
temizliği terketmekle olmuştur. Binaenaleyh umrede yasak bir fiili yapmakla
sadakanın vâcip olmasına aykırı değildir. Onun için Lübab sahibi
umumileştirmeyerek, "Umrenin tavafında sadakanın tesiri yoktur." demiştir. Şarih
ise Fetih sahibine uyarak ibareyi mutlak söylemiştir.
«Arafat'tan imamdan
önce çekilirse ilh...» Yani güneş batmadan Arafat hududundan çıkarsa
mânâsınadır. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez. Nitekim Lübab'da beyan
edilmiştir.
«Velev ki devesi
kaçtığı için olsun.» Lübab sahibi diyor ki: «Devesi kaçar da kendisini güneş
batmadan Arafat'tan çıkarırsa, ona kurban Iâzım gelir. Keza devesi kaçar da, o
da yakalamak için arkasından giderse hüküm budur.» Lübab şarihi Aliyyü'l-Kâri,
"Burada- vâcibi özür için terketmek kurbanı ıskat eder diye itiraz olunabilir."
demiştir. Fakat kendisine şöyle cevap verilmiştir: «Geri dönmek suretiyle bunun
tedariki mümkündür. Kurbanı geri dönmek ıskat eder.»
Ben derim ki: En
iyisi bâbın başında arzettiğimiz şekilde cevap vermektir. Yani, "Kurbanı ıskat
eden özürden murad, kullar tarafından gelmeyen özürdür." demelidir. Bunun izahı
ihsar bâbında gelecektir.
«Ve güneş batmazdan
önce...» Sarih bu atıfla, ulemanın imamdan muradlarının, güneşin batması
olduğunu anlatmak istemiştir. Çünkü aralarında mülâbeset (karışma) vardır.
Ziraimama güneş battıktan sonra yola çekilmek vâcip olunca, onunla beraber
çekilmek, güneş battıktan sonra çekilmek olur. Yoksa güneş batar da hacılar yola
çekilir imam yerinde durursa, hacılara bir şey lâzım gelmez. İmam güneş batmadan
çekilir de hacılar da ona tâbi olurlarsa, hem imama hem hacılara kurban vâcip
olur. Bunun sebebi şudur: Gecenin bir cüzünde Arafat'ta durmak (vakfe) vâciptir.
Onu terk edene kurban lâzım gelir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. H.
«Esah kavle göre
velev ki güneş battıktan sonra dönsün.» Güneş battıktan sonra dönerse, zâhir
rivayete göre kurban sâkıt olmaz. Kudûrî, İbn-i Şücâ'ın İmam-ı Âzam'dan "sakıt
olur" diye naklettiği rivayeti sahihlemiş ve, "Güneş batmadan geri dönerse, esah
kavle göre evleviyetle kurban sâkıt olur." demiştir. Nitekim Bahır'da da
böyledir. Nikâye'nin Aliyyü'l-Kâri şerhinde şöyle denilmektedir: «Cumhur-u
ulema, zâhir rivayetin esah olduğu kanaatindedir. Güneş batmadan geri dönerse.
en zâhir hal sükût etmemektir. Çünkü vakfeyi güneş batıncaya kadar devam
ettirmek vaciptir. Bir kısmının bulunmamasıyla vakfe bulunmamış olur.»
Ben derim ki :
İbn-i Kemâl Hidâye şerhinde hulâsaten şunları söylemiştir: «Şarihler burada
rivayeti naklederken hata etmişlerdir. Çünkü Bedâyi'de anlatıldığına göre, hacı
güneş batmadan ve imam Arafat'tan çekilmeden geri dönerse, bize göre kurban
sâkıt olur. İmam Züfer buna muhaliftir. Güneş batmadan fakat imam Arafat'tan
çıktıktan sonra dönerse, İbn-i Şücâ'ın imam-ı Azam'dan rivayetine göre kurban
sâkıt olur. Kudûrî buna itimat etmiştir. Asıl'da sâkıt olmadığı zikredilmiştir.
Güneş battıktan sonra dönerse, hilâfsız kurban sâkıt olmaz. Çünkü vâcip tekerrür
etmiştir. Artık geri dönmekle sükuta tahammülü yoktur.»
METİN
Yahut farzın yedi
tavafından az miktarını terkederse, yani ondan başka tavaf yapmazsa kurban lâzım
gelir. Hattâ tavaf-ı sederi yaparsa, farzı tamamlayacak kadarı ona intikal eder.
Sonra saderin azı kalırsa sadaka vâcip olur. Aksi halde kurban lâzım gelir. Farz
tavafın ekseri şavtlarını bırakmakla, kadınlar hakkında tâ o tavafı yapıncaya
kadar ihramlı kalır. Her cima ettikçe meclis değişmek şartıyla kurban lâzım
gelir. Meğer ki terk etmek istemiş olsun. Fetih.
İZAH
«Yahut farzın yedi
tavafından az miktarını terkederse» kurban vâcip olur. Çünkü tavaf şavtlarının
farz olanları, yedi şavtın tamamı değil ekserisidir. Velev ki muhakkak İbn-i
Hümam, "Bizim Allah Teâlâ huzurunda inandığımız şudur ki: Yedi şavttan az olan
tavaf kâfi değildir. Onun noksanı hiçbir şeyle tamamlanmaz." demiş olsun. Çünkü
bu O'nun, bütün mezhep ulemasına muhalif olan bahislerinden biridir. Nitekim
Bahır'da belirtilmiştir. Amatalebesi Allâme Kâsım, "Onun mezhebe muhalif olan
bahisleri muteber değildir." demiştir.
«Hattâ tavaf-ı
saderi yaparsa...» Meselâ tavaf-ı saderi yaparsa demektir. Çünkü vakfeden sonra
hangi tavafı yaparsa yapsın farz yerine geçer. Nitekim arzetmiştik.
Şurunbulâliyye. Şarih bunu, "Yani ondan başka tavaf yapmazsan" sözüyle ifade
etmiştir.
«Sonra saderin azı
kalırsa sadaka vâcip olur.» Yani sader şavtlarından azı kalırsa ki, bundan
murad, rükne intikal eden miktardır. Meselâ farz tavaftan üç şavt bırakmış,
sader için yedi şavt yapmışsa, bu yedinin üçü farz tavafa intikal eder. Bu üç
şavt, tavaf-ı saderden onun borcudur. Bundan dolayı sadaka lâzım gelir. Ama
sader için altı şavt tavaf etmiş de onlardan üçü farza intikal etmiş bulunursa,
saderin ekserisi yani dört şavtı boynuna borç kalır. Bunun için kendisine kurban
tâzım gelir. Sonra bu izah, tavaf-ı saderin sonu teşrik günlerinin sonuna kadar
yapılmadığına göredir. Aksi takdirde kendisine sadaka veya kurbanla beraber
başka bir sadaka lâzım gelir. Çünkü İmam-ı Âzam'a göre farzın az miktarını
geciktirmiştir. Her şavt için buğdaydan yarım sa' (bir fitre tası) verecektir.
İmameyn buna muhaliftir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Tatarhâniyye ile
Kuhistâni ve Lübab'da dahi böyle denilmiştir. Lâkin Şurunbulâliyye' de Fetih'ten
naklen. "Azını yani farz tavafın azını terk ederse, geciktirdiği için kurban;
saderin terk edilen şavtları için sadaka lâzım gelir" denilmiştir. Demek ki O'na
göre azını geciktirdiği için kurban vâciptir. Nitekim görüyorsun.
«İhramlı kalır.»
Ailesinin yanına dönerse, aynı ihramla geri dönmesi icabeder. Onun yerine bedel
kifayet etmez. Lübab.
«Kadınlar hakkında»
demesi, tıraş olmakla tavafa kadar kadınlardan maada her şey kendisine helâl
olduğu içindir.
«Her cima ettikçe
kurban lâzım gelir.» Bu, ileride görüleceği vecihle ya koyun yahut deve
olacaktır.
«Meğer ki terk
etmek istemiş olsun.» Yani ikinci cima ile artık kendisine bir şey lâzım gelmez.
Velev ki meclis değişsin. Halbuki terk niyeti bâtıldır. Çünkü o haccdan
kendisini ancak ameller çıkarır. Lâkin yasak fiiller bir niyete - yani ihramdan
acele çıkmak niyetine istinat edince, hepsi bir sayılır ve ona bir kurban kâfi
gelir. Bahır. Lübab sahibi şöyle demektedir: «Bilmiş ol ki ihramlı bir kimse
ihramı bırakmayı niyet eder de, ihramsızların yaptığı gibi elbise giymeye, koku
sürünmeye, tıraş olmaya, cima etmeye ve av vurmaya başlarsa, bunlarla ihramdan
çıkamaz. Eski ihram haline dönmesi icabeder. İrtikâbettiği yasak fiiller için
bir kurban vâcip olur. Velev ki bütün yasak fiilleri İrtikâbetmiş olsun. Ceza
ancak bırakmayı niyet etmediği vakit cinayetlerin çoğalmasıyla müteaddit olur.
Sonra bırakma niyeti. ancak çıkmamak meselesini bilmediği için bu kasıtla
ihramdan çıktığını zanneden hakkında muteberdir. Bu kasıtla ihramdan çıktığını
bilirse niyeti muteber değildir.»
Ben derim ki: Lübab
sahibinin zikrettiği, "Bırakma niyeti bâtıldır. İhramdan ancak fiillerle çıkar."
sözü, bırakmaya memur olmadığı zamana yorumlanır. Nitekim cinayetler bâbının
sonunda bundan bahsedeceğiz. Hastalık veya düşman korkusu sebebiyle haccdan men
edilen kimse onu bırakmaya memurdur. Çünkü hedy kurbanını mikât dışında keser ve
onun ihramı hükümsüz kalır. Nitekim bâbında gelecektir. Yine orada söyleyeceğiz
ki, kul hakkından dolayı ihramın mucebini yapmaktan men edilen kimse, hedysiz
ihramdan çıkar. Nasıl ki kocasının izni olmaksızın ihrama giren köle böyledir.
Bunlar kurban kesmeden derhal ihramdan çıkabilirler. Bu anlattıklarımızla
Şurunbulâliyye'nin itirazı defedilmiş olur. Şurunbulâliyye sahibi, yukarıda
geçen; "İhramdan ancak fiillerle çıkar." sözü ile, bir kimsenin cariyesini
tırnak kesmek veya cima etmek suretiyle ihramdan çıkarması meselesi arasında
aykırılık olduğunu söylemiştir.
METİN
Tavaf-ı saderi veya
onun dört şavtını terk ederse, yine kurban lâzım gelir. Bunu terketmesi ancak
Mekke'den çıkmakla gerçekleşir. Sa'yi yahut sa'yin ekserisini terkeder veya özrü
yokken sa'yi esnasında vasıtaya binerse; veya cem'de yani Müzdelife'de vakfeyi
terkederse yahut bütün şeytan taşlamalarını, yahut bir günün taşlamasını veya
ilk taşlamayı yahut bir günün ekseri taşlarını terk ederse yahut mikât dışında
kurban günlerinde haccdan tıraş olursa bir kurban vâcip olur. O günlerden sonra
tıraş olursa iki kurban tâzım gelir.
İZAH
«Yahut onun dört
şavtını terk ederse kurban lâzım gelir.» Daha azını terk ederse sadaka vermesi
gerekir. Nitekim gelecektir.
TEMBİH: Ulema
tavaf-ı kudûma başlayıp da ekserisini veya azını terk edenin hükmünü
açıklamamışlardır. Zâhire bakılırsa, başlamakla vâcip olduğu için, o da sader
gibidir. Sözün tamamını ihram bâbında arzetmiştik.
«Bunu terketmesi
ancak Mekke'den çıkmakla gerçekleşir.» Çünkü Mekke'de oldukça sefer kasdetmeden
kendisinden bu istenmez. Bahır sahibi diyor ki: «Şarih 'terk' sözüyle,
bıraktığını yaparsa, mutlak surette kendisine bir şey lâzım gelmeyeceğine işaret
etmiştir. Çünkü bunun vakitle bir sınırı yoktur.» Yani bir vakti yoktur ki o
vaktin geçmesiyle kazaya kalsın. Nehir ve Lübab'dan naklen arzetmiştik ki,
Mekke'ye gelir de tavaf etmezse, mikâtı geçmedikçe dönerek tavaf etmesi
vâciptir. O kimse hayvan kesmekle umre için yeni ihrama girerek dönmek arasında
muhayyerdir. Geciktiği için kendisine bir şey lâzım değildir.
«Özrü yokken» sözü
hem terkin, hem binmenin kaydıdır. Fetih sahibi Bedâyi'den naklen, "Bu bâbta
vâcibi terk etmenin hükmü budur." demiştir. Yani özürsüz bırakırsa kurban lâzım
gelir. Özürden dolayı bırakırsa mutlak surette bir şey lâzım gelmez. Bazıları
yalnız hakkındadelil bulunan şeyde lâzım gelmez demişlerdir. Bu, elbise giymek,
koku sürünmek gibi yasak bir fiili irtikabetmenin hilâfınadır. Çünkü bâbın
başında arzettiğimiz gibi böyle bir fiil irtikâbederse, özürden dolayı bile olsa
mucebi lâzım gelir. Sonra ihramdan çıkıp cima ettiğinde sa'yi tekrar yaparsa,
kendisine kurban lâzım değildir. Çünkü sa'y vakitle sınırlandırılmamıştır.
Bilâkis şart, onu tavaftan sonra yapmaktır. Bu da mevcuttur. Bahır.
«Yahut bütün şeytan
taşlamalarını terk ederse» kurban lâzım gelir. Bütününe karşı bir kurban vâcip
olması, cins bir olduğu içindir. Nasıl ki tıraşta da öyledir. Terk etmek ancak
taşlama günlerinin sonu olan dördüncü günde güneşin batmasıyla tahakkuk eder.
Çünkü bunun yalnız orada ibadet olduğu malûmdur. Günler bâkî oldukça tekrarlamak
da mümkündür. Binaenaleyh tamamlamak üzere taşları atar. Sonra bunu
geciktirmekle İmam-ı Âzam'a göre kurban vâcip olur. İmameyn buna muhaliftir.
Bahır. Bundan anlaşılır ki, bütün taşları geciktirmekle yahut bir günün
taşlarını ertesi güne bırakmakla kurban vâcip olmak için; terk etmek kayıt
değildir. Ama şeytan taşlamayı geceye bırakırsa, kendisine bir şey lâzım gelmez.
Nitekim izahı taş atma bahsinde geçti.
«Yahut bir günün
taşlamasını terk ederse» - velev ki kurban günü olsun - kurban vâcip olur. Çünkü
bu tam bir ibadettir. Bahır.
«Veya ilk taşlamayı
ilh...» Bu, bildiğin gibi üst taraftakinde dahildir. Lâkin musannıf Hidâye'ye
uyarak ayrıca zikretmiştir. Zira sair günlerde Cemre-i Akabe'yi terk etse sadaka
vermesi lâzım gelir. Çünkü o günlerde en az taş atılan yer burasıdır. İlk gün
bunun hilâfınadır. Çünkü bütün taş atılan yer ondan ibarettir. Rahmetî.
«Yahut bir günün
ekseri taşlarını terk ederse...» Bayram gününde dört veya fazla taş atmak,
sonraki günlerde onbir taş atmak gibi onu geciktirirse hüküm yine böyledir. Ama
bundan daha azını terk eder veya geciktirirse, her taş için bir sadaka lâzım
gelir. Ancak kurban kıymetine yükselirse, dilediği kadar azaltır. Lübab.
«Yahut mikât
dışında kurban günlerinde haccdan tıraş olursa...» Yani mikât dışında hacc veya
umreden çıkmak için tıraş olursa kurban lâzım gelir. Çünkü mekânla sınırlıdır.
Bu, İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göredir. Ebû Yusuf buna muhaliftir.
«Kurban günlerinde»
sözü, hacc için olmak kaydıyla tıraşa mütealliktir. Onun için onu umreden evvel
zikretmiştir. Şu halde haccedenin tıraşı zamanla da mukayettir. Bunda İmam
Muhammed muhaliftir. Ebû Yusuf ise ikisinde de muhaliftir. Bu hilâf, ihramdan
çıkmakta değil, kurbanla ödetmek hususundadır. Çünkü ihramdan çıkmak ne zaman ve
nerede olursa olsun tıraşla hasıl olur. Fetih. Umrenin tıraşı ise bilittifak
zamana bağlı değildir. Hidâye. Dürer sahibinin sözü, "kurban günleri" tabirinin
hem hacc hem umre için kayıt olduğu zannını veriyor. O bu sözü Zeylâî'ye nisbet
etmiştir. Halbuki Zeylâî'nin ifadesinde bu zannı verecekbir şey yoktur. Nitekim
müracaat edilirse anlaşılır.
«O günlerden sonra
tıraş olursa iki kurban lâzım gelir.» Bunların biri mekân, diğeri zaman içindir.
T.
METİN
Mikât dışında umre
sebebiyle tıraş olursa, yine bir kurban lâzım gelir. Çünkü tıraş Harem'e
mahsustur. Harem'den çıkıp mikât dışına varan ve oradan tekrar Harem'e dönen,
sonra saçlarını kısaltan umreciye kurban lâzım değildir. Hacceden dahi çıkar da
bayram günlerinde dönerse hükmü budur. Bayram günlerinde dönmezse, geciktiği
için kurban lâzım gelir.
Hacı şehvetle öper
veya dokunursa, meni gelsin gelmesin esah kavle göre kurban lâzım değildir.
Eliyle meni getirir veya hayvana cima eder de menisi gelirse; yahut hacceden
kimse tıraşı veya farz tavafı kurban günlerinden geciktirirse kurban lâzım
değildir. Çünkü bunların ikisi de kurban günleriyle sınırlıdır.
İZAH
«Ve oradan...»
Tıraş olmadan yahut mikât dışında saçını kısaltmadan tekrar Harem'e dönen
kimseye kurban lâzım değildir.
«Hacceden dahi
çıkar da ilh...» ifadesi, Dürer sahibi ile Sadru'ş-Şeria'ya ve İbn-i Kemâl'e
reddiyedir. Onlar ihramdar, çıkmadan mikât dışına gider sonra dönerse, kurban
vâcip olacağını mutlak söylemişlerdir. Çünkü sırf Harem'den çıkmakla ihramlıya
bir şey lâzım gelmez. Hidâye sahibi diyor ki: «Bir kimse umreye niyet ederek
Harem'den çıkar ve saçlarını kısaltırsa, İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göre ona
kurban vâcip olur. Ebû Yusuf'a göre bir şey lâzım değildir. Saçlarını
kısaltmadan döner de sonra kısaltırsa, hepsinin kavline göre bir şey lâzım
gelmez. Çünkü bu işi yerinde yapmıştır. ödemesi lazım gelmez.» İnâye sahibi,
"Hacı bunu yaparsa Ebû Hanife'ye göre ondan geciktirme kurbanı sâkıt olmaz."
demiştir. Böylece nassan beyan ediyor ki, hacıya lâzım gelen kurban, ancak
tıraşı kurban günlerinden geciktirdiği içindir. Şunu da ifade ediyor ki:
Harem'den çıktıktan sonra tekrar döner de, kurban günlerinde orada tıraş olursa
bir şey lâzım gelmez. Bunda fıkıh meseleleri ile az çok teması bulunan kimse
durup kalmaz. Buna dikkat etmelidir. Şurunbulâliyye.
«Hacı şehvetle
öperse ilh...» Bu meselenin hulâsası şudur: Sarmaşmak, çıplak olarak birbirine
sarılmak, fercden başka bir yere cima, şehvetle öpmek ve dokunmak gibi cimayı
davet eden mukaddimeleri kurban icabeden cinayetlerdir. Meni gelsin gelmesin;
bunlar vakfeden önce veya sonra yapılsın hüküm birdir. Ama bunların hiçbirinden
hacc bozulmaz. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. «Vakfeden önce veya sonra»
sözü üç surete şâmildir:
Birincisi; vakfe ve
tıraştan önceye.
İkincisi; vakfeden
sonra tıraştan önceye,
Üçüncüsü; vakfe ve
tıraştan sonra, tavaftan önceyedir. ilk iki surette, cima ile mukaddimeleri
arasında fark hâsıl olur. Bunu iktiza eden bir şey vardır ki, o da birincide
cimanın müfsit olmasıdır. Çünkü haccın fesadı hakikaten cimaya bağlıdır. Nitekim
Bahır'da beyan edilmiştir. Haccın cima mukaddimeleri ile bozulmaması, onun
bozulması nass ile hakiki cimaya bağlandığı içindir. Mânen cima sayılan şey
hakiki cimadan aşağıdır. Onun için ona cima hükmü verilemez. İkincide cinayet
ağır olduğu için deve boğazlamak vâcip olur. Ama haccı bozulmaz. Çünkü vakfeyle
tamam olmuştur. Mukaddimelerde bundan bir şey yoktur. Üçüncü suretle ise,
koyunun vâcip olmasında cima ile mukaddimeleri müşterektir. Zira zikredilen
farkı gerektirecek muktazî yoktur. Çünkü burada cima ağır cinayet değildir. İlk
tıraşla ihramdan çıkılmıştır. Onun için cima sebebiyle deve vâcip olmamıştır.
Cimanın mukaddimeleri birçok hükümlerde cimaya katılmıştır.
TEMBİH: Musannıf
'öpmek' ve 'dokunmak' kelimelerini mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh bunlar kendi
karısına, cariyesine ve ecnebi bir kadına şâmildir. Zâhire göre yalabık oğlan da
ecnebi kadın gibidir. Velev ki Hamevî onun için bir şey diyememiş olsun.
Ecnebi kadın ve
yalabık oğlan sebebiyle fikir ve istidlâl sözü ecnebi bir kadının fercine
şehvetle bakmaya getirir. O kadına şehvetle bakar da menisi inerse bir şey lâzım
gelmez. Nitekim uzun uzun düşünüp hayaline getirmek suretiyle veya bu tekerrür
etmekle meni inerse bir şey lâzım gelmez. İhtilâm da böyledir. Bir şey
icabetmez. Hindiyye. T.
«Esah kavle göre»
dediğine göre, burada bir de sahih kavil olması gerekir. Ben sahih diye
açıklayan görmedim. Galiba şarih bunu Mebsût, Hidâye, Kâfi, Bedâyi, Mecma şerhi
gibi kitaplardaki mutlak kavillerden almış olacaktır. Nitekim Lübab'da da böyle
denilmiş; Bahır sahibi dahi bunu tercih etmiş; "Mukaddimeler mutlak surette
ihram icin haram kılınmıştır. Binaenaleyh mutlak surette kurban vâcip olur"
demiştir. Câmi-i Sağîr'de meni gelmesi şart koşulmuş; Kâdıhân da şerhinde bu
kavli sahih bulmuştur.
«Hayvana cima eder
de menisi gelirse» sözü, her iki meselenin kaydıdır. Bunlardan meni gelmezse bir
şey icabetmez. T.
«Yahut hacceden
tıraşı geciktirirse» diye kayıtlaması, umre yapanın tıraş olması zamanla kayıtlı
olmadığı içindir. Onun tavafı da böyledir. Binaenaleyh bunları geciktirmekle bir
şey lâzım gelmez. T.
«Veya farz
tavafı...» Yani bütününü yahut ekserisini geciktirirse demektir. Az kısmını
geciktirirse sadaka vâcip olur. Musannıf tavaf-ı saderi geciktirene bir şey
vâcip olmayacağına işaret etmiştir. Kuhistânî.
«Çünkü bunların
ikisi de ..» Yani tıraşla farz tavaf, kurban günleriyle sınırlıdır. Bu, İmam-ı
Azam'a göredir. Ve geciktirilmeleriyle kurban vâcip olmasının illetidir.
Şurunbulâliyye sahibidiyor ki: «Bu tavafın geciktirilmesi özürsüz olduğu
zamandır. Hattâ bayram günlerinden evvel kadın hayız görür de o günler geçinceye
kadar devam ederse, geciktirdiğinden dolayı bir şey tâzım gelmez. O günlerde
hayız görürse, önceden yaptığı ihmal sebebiyle kurban vâcip olur. Cevhere'de
Veciz'den naklen böyle denilmiştir.» Üstadımızın ifadesine göre ihmal diye bir
şey yoktur. Çünkü vaktinin evvelinde tavaf aynen vâcip değildir. Binaenaleyh "o
günlerde hayız görmüşken bu kadına kurban vâciptir" demek söz götürür. Meselenin
tamamı tavaf bahsinde geçmiştir.
METİN
Yahut bir hacc
ibadetini diğerinden önce yaparsa kurban vâcip olmaz. şu halde kurban bayramı
günü dört şey vâcip demektir. Bunlar;
1 - şeytan
taşlamak,
2 - ifrad haccı
yapmayanın ondan sonra kurban kesmesi,
3 - sonra tıraş
olmak,
4 - sonra tavaf
etmektir. Lâkin taş atıp tıraş olmadan tavaf edene bir şey lâzım gelmez. Sadece
mekruh olur. Lübab. Bu, evvelce geçmişti. Nitekim ifrad haccı yapana da bir şey
lâzım değildir. Meğer ki şeytanı taşlamadan tıraş olsun. Çünkü onun kurban
kesmesi vâcip değildir. Kurban kesmeden tıraş atan kırân hacısına iki kurban
vâcip olur. Bunların biri geciktirdiği için, bîri de mezhebe göre musannıfın
dediği gibi kırân içindir. Bununla bazılarının tevehhüm ettiği "Her iki kurban
cinayet içindir." sözü defedilmiş olur.»
Bir uzuvdan daha
azına koku sürer veya başını örter yahut bir günden daha az elbise giyerse
sadaka vâcip olur. Hızane'de, "Bir saat için yarım sa' (bir fitre tası), daha
azı için bir avuç buğday verir." denilmiştir. Zâhire göre saatten murad, felekî
saat (yani 60 dakika)dır. Bıyığını tıraş eder veya başının dörtte birinden azını
yahut sakalını veya boynunun bir kısmını tıraş ederse yine hüküm budur.
İZAH
«Bir hacc ibadetini
diğerinden önce yaparsa...» Yani kurban günlerinde yapmış bulunduğu bir ibadeti
diğerinden önce yaparsa demek istiyor. Tâ ki bundan önce, "Yahut hacceden,
tıraşı kurban günlerinden geciktirirse" sözüyle buna hacet kalmamış olmasın.
Şurunbulâliyye.
«Şu halde kurban
günü dört şey vâcip demektir.» Musannıfın, "Bir hacc ibadetini diğerinden önce
yaparsa ilh..." sözü, tertibin aksine olarak kurbanın vâcip olduğunu bildirdiği
için şarih buna tefrian tertibin vâcip olduğunu ve nerelerde vâcip olup
olmadığını beyan etmiştir.
«İfrad haccı
yapmayanın kurban kesmesi»dir. İfrad haccı yapana ise yukarıda geçtiği vecihle,
kurban kesmek müstehaptır.
«Lâkin taş atıp
tıraş olmadan tavaf edene», ifrad haccı yapsın, kırân veya temettu yapsın bir
şey lâzım gelmez. Kurban kesmeden tavaf ederse, evleviyetle bir şey lâzım
gelmez. Çünkü taş atmak kurban kesmekten öncedir. Tavafın şeytan taşlama üzerine
tertibi vâcip olmayınca, kurban kesme üzerine tertibi de vâcip değildir.
«Bu evvelce» haccın
vâciplerini sayarken geçmişti. «Nitekim ifrad haccı yapana da bir şey lâzım
değildir.» Demek oluyor ki ifrad haccı yapanla diğer hacılara tıraştan önce
şeytan taşlamak, kurban kesmezden önce şeytan taşlamak, ifrad haccı yapmayana
tıraştan önce kurban kesmek vâcip olur. İfrad haccı yapan veya başkası şeytan
taşlamadan ve tıraş olmadan tavaf ederse, bir şey lâzım gelmez. Lübab. Kurban
kesmeden tavaf etmesi de böyledir. Nitekim biliyorsun. Hâsılı tavafın bu üç şey
üzerine tertibi vâcip değildir. Ancak bu üç şeyin tertibi vâciptir. Evvelâ
şeytan taşlanacak, sonra kurban kesilecek, sonra tıraş olunacaktır. Lâkın ifrad
haccı yapana kurban vâcip değildir. Şu halde ona yalnız şeytan taşlamakla tıraş
olmak arasında tertip vâciptir.
«Kurban kesmeden
tıraş olan...» Keza şeytan taşlamadan tıraş olan kırân hacısına evleviyetle iki
kurban vâcip olur. Bahır. Musannıfın bu meseleyi kırân yapan hakkında tasvir
etmesi, ifrad hacısına bu hususta bir şey lâzım gelmediği içindir. Çünkü ona
kurban yoktur. Binaenaleyh onun hakkında bir ibadeti diğerinden önce veya sonra
yapmak tasavvur edilemez. İbn-i Kemâl.
"Bununla" Yani
mezhebe göre kurbanın biri gecikme. diğeri kırân için - ki şükür kurbanıdır -
olduğundan demek istiyor.
«Bazılarının
tevehhüm» etmesinden murad, Hidâye sahibidir. O şöyle demiştir: «Zamanında tıraş
olmadığı için bir kurban lâzım gelir. Çünkü tıraşın zamanı, kurbanı kestikten
sonradır. Kurbanı tıraştan sonra kestiği için de bir kurban lâzım gelir.» Hidâye
şarihleri Hidâye sahibinin birkaç vecihle hata ettiğini söylemişlerdir.
Bunlardan biri, Câmi-i Sağîr'in ibaresine muhalefet etmesidir. Orada, "iki
kurbanın biri kırân için, diğeri geciktirdiğinden dolayıdır." denilmiştir. Biri
de bundan o kimseye "umrenin ihramı vakfeyle sona ermez." diyenlerin kavline
göre beş kurban vâcip olur. Çünkü o kimsenin cinayeti iki ihram namına olmuştur.
Takdim tehir de iki cinayettir. İki bunlar, iki de ihram için, dört kurban olur.
Bir de kırân kurbanı katılınca kurbanlar beş olur. Bahır sahibi birinci veche
şöyle cevap vermiştir: «Hidâye sahibinin benimsediği rivayet, Câmi-i Sağîr
rivayetinden başka ayrı bir rivayettir. Velev ki mezhep onun hilâfına olsun.»
ikinci veche de şöyle cevap vermiştir: «Kırân hacısına katlama, ceza kurbanı
ancak umresinin ihramında noksanlık yaptığı zaman vâcip olur. Aksi takdirde
yalnız bir kurban vâciptir. Bundan dolayıdır ki kırân hacısı Arafat'tan imamdan
evvel çekilirse; yahut ziyaret tavafını cünüp veya abdestsiz yaparsa, kendisine
yalnız bir kurban'lâzım gelir. Çünkü umrenin vakfe ve tavaf-ı ziyarette ilişkisi
yoktur.» Bu hususta sözün tamamı ve diğer itirazlara cevabın bakiyyesi Bahır'da
ve bizim Bahır üzerine yazdığımız tâlikattadır.
«Bir uzuvdan daha
azına koku sürer»se ki, yukarıda geçtiği vecihle çoğuna sürmesi de öyledir, Ceza
kurbanı vâcip olur. Bu hüküm, yukarıda geçen ara bulma uyarınca, koku az
olduğuna göredir.
«Hızâne'de ilh...»
Bâbın başında arzettiğimiz vecihle Bahır sahibi bu sözün zayıf olduğunu beyan
etmiştir.
«Bıyığını tıraş
ederse» yine sadaka lâzımdır. Çünkü bıyık sakala tâbidir. Sakalın dörtte biri
kadar da değildir. Sahih mezhep, bıyık hakkında sadakanın vâcip olmasıdır.
Bazıları, "Âdil bir kişinin vereceği hükümdür." demiş; birtakımları da ceza
kurbanı lâzım geleceğini söylemişlerdi?. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Veya başının
dörtte birinden azını ilh...» ifadesinin zâhirine bakılırsa, vâcip olan yarım
sa'dır. Velev ki bir kıl olsun. Nitekim Kenz'den de anlaşılan budur. Lâkin
Hâniyye'de, "Başından veya burnundan yahut sakalından birkaç kıl yolarsa, her
kıl için bir avuç zahîre verir." denilmiştir. Hızânetü'l-EkmeI'de ise bir tutam
saçta yarım sa' sadaka verileceği kaydedilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki.
musannıfın sözünde şüphelenme! Çünkü sadakanın ne kadar olacağını beyan
etmemiştir.
METİN
Yahut
tırnaklarından beşinden azını veya beşini dağınık bir şekilde her uzuvdan dört
tırnak olmak üzere onaltıya kadar keserse, yine yarım sa' buğday tasadduk eder.
Tekarrur etmiştir ki, her tırnak için yarım sa' sadaka verilir. Ancak kurban
fiyatına çıkarsa iş değişir. Dilediğini eksiltir. Tavaf-ı kudûmu yahut tavaf-ı
saderi abdestsiz yapar veya tavaf-ı saderin yedi şavtından üçünü terk ederse.
yine sadaka lâzım gelir. Ve bu tavafın her şavtı ile sa'yın her şavtına yarım
sa' sadaka vâcip olur. Üç şeytan taşlamanın birini terk ederse, yine sadaka
gerekir ve atacağı her taş için bir sadaka vâcip olur. Meğer ki sadakalar kurban
fiyatı kadar olsun. Bu takdirde yukarıda geçtiği gibi dilediğini eksiltir.
Haddâdî yarım sa' eksilteceğini söylemiştir. Yahut başka bir ihramlının veya
ihramsızın başını veya boynunu tıraş eder yahut tırnağını keserse, fıtra'da
olduğu gibi buğdaydan yarım sa' sadaka verir. Başkasının uzvuna koku sürmek veya
başkasına dikişli elbise giydirmek bunun hilâfınadır. Çünkü bilittifak bir şey
lâzım gelmez. Zahîriyye.
İZAH
«Tekarrur etmiştir
ki» ifadesiyle şarih, musannıfın ibaresinde de Dürer, Sadru'ş-Şeria ve İbn-i
Kemâl'in ibarelerinde olduğu gibi îham bulunduğuna işaret etmiştir. Çünkü
bunlardananlaşıldığına göre. bir tırnaktan beşe kadar keserse yarım sa' sadaka
vâcip olur. Şurunbulâliyye sahibi şunları söylemiştir: «Bu yanlıştır. Çünkü
Kâfî'de, Hidâye ve şerhlerinde bildirildiğine göre beş tırnaktan azını keserse
her tırnak mukabilinde bir sadaka lâzım gelir. Meğer ki bunlar bir kurban
fiyatını bulsun. Bu takdirde dilediğini eksiltir. Her uzuvdan dört tırnak olmak
üzere onaltı tırnak kesse. her tırnak için bir fakir giyeceği sadaka vâcip olur.
Ancak bunlar bir kurban fiyatını bulursa. o zaman dilediğini eksiltir.
TEMBİH: Lübâb
sahibi diyor ki: «Tavafta vâcip olan her sadaka bir şavt için yarım sa'dır.
Şeytan taşlamakta ise her taş için bir sadaka. tırnak kesmede her tırnak için
bir sadaka, Harem-i Şerif'in av ve nebatında kıymeti kadar sadaka vâcip olur.
«Dilediğini
eksiltir.» Yani azda çokta vâcip olan sadaka lâzım gelmesin diye eksiltir.
Lübab'da bildirildiğine göre "Bazıları yarım sa' eksilteceğini söylemişlerdir."
izahı, yakında gelecektir.
«Tavaf-ı kudûmu» ve
keza abdestsiz yaptığı için noksan kalan her tavafı tamamlarken abdestsiz
bulunması da bu hükümdedir. Nehir.
«Tavaf-ı saderin
yedi şavtından üçünü terk ederse» hüküm musannıfın dediği gibidir. Fakat tavaf-ı
kudûmun yedi şavtından üçünü terk ederse hükmün ne olacağını fukaha
söylememişlerdir. Biz bu hususta evvelce söz etmiştik.
«Sa'yin her
şavtına...» Yani sa'yin üç şavtını veya daha azını bırakırsa, her şavt için bir
sadaka lâzım gelir. Ancak sadakanın kıymeti kurban kıymetine yükselirse, kurban
kesmekle sadakayı eksiltmek arasında muhayyer kalır. Lübab.
«Üç şeytan
taşlamanın...» Yani bayram gününden sonraki üç şeytan taşlamanın birini
bırakırsa sadaka gerekir. T. Maksat, bir günün taşlarının azını bırakmasıdır.
Meselâ bayram günü üç, sonraki gün on taş noksan atması böyledir. Rahmeti.
«Haddâdi» Sirâc'da
yarım sa' eksilteceğini söylemiştir. Lübab'dan naklen bu kavlin zayıf olduğuna
işaret için 'denilmiştir' ifadesinin kullanıldığını evvelce arzetmiştik. Çünkü
bu ifade umumiyetle kitapların ibarelerine muhaliftir. Kitaplarda istediğini
eksilteceği mutlak olarak ifade edilmiştir. Lâkin izah edilmemiştir. Ve az
miktarı dilemesine de şâmildir. Meselâ üç taşa mukabil bir avuç buğday verse,
vâcip olan cezanın kıymeti ise kurban kıymeti kadar olsa caiz olmak gerekir.
Halbuki bir tek taşa mukabil yarım sa' sadaka vermesi vâciptir. Bazı şarihler
bunu iltizam ederek, "Ulemanın mutlak sözlerinden anlaşılan budur." demişlerdir.
Fakat bildiğin gibi bu hakikattan uzaktır. Çünkü ulemanın kurban kıymetinden
eksiltmeleri, azda da çokta vâcip olan ceza gerekmesin diyedir. Binaenaleyh
Sirâc'ın ifadesi ulemanın mutlak sözlerinin beyanı olmak gerekir. Şu mânâya ki:
O kimse yarım sa'a kadar dilediğini eksiltir. Daha fazlasını eksiltemez. Lâkin
Sirâc'ın sözü mücmeldir. Bazılarının Bahr-iZâhir'den naklettiği şu söz onu
tefsir etmiştir: Sadakaların kıymeti kurbanlık kıymetine ulaştığı vakit ondan
yarım sa' eksiltir. Tâ ki mecmuunun kıymeti bir koyunun kıymetinden az olsun.
Böylece yarım sa' eksilttiğinde, kalan sadakanın kıymeti bir koyun fiyatı
olursa, sadakanın kıymeti koyunun kıymetinden eksilinceye kadar düşer. Hattâ
işin başında vâcip olan sadaka yalnız yarım sa' olsa, meselâ bir tırnak kesmiş
bulunsa ve bu yarım sa' hedy kurbanının kıymeti kadar olsa, kalanın kıymeti hedy
kurbanının kıymetinden azalıncaya kadar eksiltir.
«Yahut tıraş ederse
ilh...» Bilmelisin ki tıraş edenle tıraş olan ya ikisi de ihramlı, ya ikisi de
ihramsız; yahut tıraş eden ihramlı, tıraş olan ihramsız olur. Yahut bunun aksine
bulunurlar. Bu suretlerin her birinde tıraş edene sadaka lâzım olur. Meğer ki
ikisi de ihramsız bulunsunlar. Tıraş olana da kurban lâzım gelir. Meğer ki
ihramsız olsun. Nihâye. Lâkin ihramlı bir kimse ihramsızın başını tıraş ederse,
tıraş eden dilediği kadar sadaka verir. İhramsızdan başkası tıraş ederse, sadaka
yarım sa' (bir fitre tası)dır. Nitekim Fetih ve Bahır'da böyle denilmiştir.
Bundan anlaşılır ki şarihin, "veya ihramsızın" demesi söz götürür. İnâye'de;
tıraş eden ihramsız, tıraş olan ihramlı olursa, tıraş edene bilittifak bir şey
lâzım gelmeyeceği bildirilmiştir. ı
«Çünkü bilittifak
bir şey lâzım gelmez.» Yani tıraş edene bir şey tâzım değildir. Tıraş olan
ihramlı ise ona ceza vardır. Lübab ve şerhi.
«Fıtrada olduğu
gibi» sözüyle şarih, "buğdaydan yarım sa' " diye yapılan kaydın ittifâki
olduğunu anlatmak istemiştir. Binaenaleyh kuru hurmadan veya arpadan bir sa'
vermek caizdir. Bunu Tahtâvî Kuhistânî'den nakletmiştir. Hâşiye yazarlarından
biri diyor ki: «Arpa ile karışık buğdaya gelince: Bakılır; eğer arpa fazlaysa
bir sa' vermesi vâcip olur. Buğday fazla ise yarım sa' verir.
Hızânetü'l-Ekmel'de de böyle denilmiştir. Arpa ile buğday müsavi iseler,
ihtiyaten bir sa' vâcip olması gerekir. Ulemanın fıtra meselesinde söyledikleri
burada da geçerlidir.»
METİN
Bir özürden dolayı
koku sürünür veya tıraş olur yahut elbise giyerse muhayyerdir. Dilerse Harem'de
kurban keser. Dilerse üç sa' buğdayı dilediği yerde altı fakire tasadduk eder;
yahut üç gün oruç tutar. Velev ki aralıklı günlerde olsun.
İZAH
«Bir özürden
dolayı» sözü, her üçünün kaydıdır. Fakat zikredilen üç şey (koku, tıraş ve
elbise) kayıt değildirler. Çünkü bütün ihram yasakları özürden dolayı yapılırsa,
her birinde bu üc muhayyerlik vardır. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir.
Kuhistânî. Fakat bir özürden dolayı vâciplerden birini terk ederse bir şey lâzım
gelmez. Nitekim bâbın başında Lübab'dan naklengeçmişti. Lübab'da, "Humma, soğuk,
yara, çıban, baş ağrısı, yarım baş ağrısı ve bit gibi şeyler özürdür."
denilmiştir. İlletin devamı veya ölüme sebep olması şart değildir. şart olan,
ağrı ve sızı ile beraber olması ve bunu mübah kılacak meşakkatin bulunmasıdır.
Hata, unutma, bayılma, zorla yaptırılma, uyku ve kefarete gücü yetmemek gibi
şeyler muhayyerlik hususunda özür sayılmazlar. özürsüz yasak bir fiili işlerse,
ona vâcip olan, aynen bir kurban veya sadakadır. Kurban namına yiyecek vermek ve
oruç tutmak caiz olmadığı gibi, sadaka yerine oruç da caiz değildir. Buna imkân
bulamazsa, zimmetinde borç kalır. Gerçi Zahîriyye'de, "Kurban kesmekten âciz
kalırsa üç gün oruç tutar." denilmişse de bu kavil zayıftır. Nitekim Bahır'da
bildirilmiştir. Yine Bahır'da helâk korkusu dahi özürlerden sayılmıştır.
Herhalde korkudan murad, mücerret vehim değil, zann-ı galip olsa gerektir.
Kanaatimce örtünmekle kurtulacaksa örtünmek caizdir. Lâkin bu örtünmenin zaruret
yerini aşmaması şarttır. Binaenaleyh zaruret başını örtmekle giderilecekse,
yalnız başını külâhla örter. Bu takdirde üzerine sarık dolamak, ya ceza kurbanı
yahut sadaka gerektirir.
Ben derim ki: Yani
sarık baştan aşağı sarkar da örtülmesi haram olan yerlerin dörtte birini
örterse, bu söylediği lâzım gelir. Aksi takdirde evvelce Fetih ve diğer
kitaplardan naklen açıkça bunun hilâfını arzetmiştik. Ve, "Meselâ bir cübbe
giymeye muztar kalıp da iki cübbe giyen gibi olur. Evet böylesi günahkâr olur.
Ama cübbeyle külâh giymiş olsa bunun hilâfınadır. Zira burada iki kefaret lâzım
gelir." demiştir.
«Dilerse Harem'de
kurban keser.» Bu, kurban vâcip olan yerdedir. Sadaka vâcip olan yerde ise,
dilediği takdirde üzerine vâcip olan yarım sa' buğdayı veya daha azını bir
fakire tasadduk eder. İsterse bir gün oruç tutar. Nitekim Lübab'da beyan
edilmiştir.
"Kurban keser"
ifadesi gösteriyor ki, mücerret kesmekle borçtan kurtulur. Hayvan helâk olur
veya çalınırsa başkası vâcip olmaz. Fakat diri iken çalınırsa bunun hilâfınadır.
O hayvanın etinden yememesi, tasadduk cihetine riayet ettiği içindir. Meselenin
tamamı Bahır'dadır. Kurbanı Harem'den başka bir yerde keserse caiz olmaz. Meğer
ki etini altı fakire tasadduk etsin ve her birine yarım sa' buğday kıymetinde et
düşsün. Bu takdirde buğday yerine geçer. Bahır.
«Üç sa' buğdayı
altı fakire» her birine yarım sa' (bir fitre tası) vermek şartıyla tasadduk
eder. Hattâ bunu üç veya yedi kişiye paylaştırsa, ulemanın sözlerinden
anlaşıldığına göre caiz olmaz. Çünkü sayı nassan bildirilmiştir. Ama yiyeceği
mübah kılmak kâfidir diyenlerin kavline göre, bir fakiri akşam sabah altı gün
doyursa kefaretler meselesinden alarak caizdir denilir. Bunu Bahır'a uyarak
Nehir sahibi söylemiştir.
«Dilediği yerde...»
Yani ister Harem'de, ister başka yerde velev ki Harem'de yaşamayan kimselere
vermesi caizdir. Çünkü nass mutlaktır. Kesmek böyle değildir. Ama
Mekkefakirlerine tasadduk etmek efdaldir. Bahır. Oruç dahi Harem'le mukayyet
değildir. Onu da dilediği yerde tutabilir. Nitekim Bahır sahibi buna işaret
etmiş, Şurunbulâliyye sahibi ise Cevhere ve diğer kitaplardan naklen açık
söylemiştir.
«Yahut tasadduk
eder» sözü, İmam Muhammed'e göre mutlaka temlik lâzım geldiğini ifade eder.
Bahır sahibi Fethu'l-Kadir'e uyarak bunu tercih etmiştir. Binaenaleyh mübah
kılmak kâfi değildir. Ebû Yusuf temlike muhaliftir. İmam-ı Azam'dan bu hususta
muhtelif nakiller vardır.
METİN
Hacının farz olan
vakfeden önce bir insanın iki su yolundan birine cimada bulunması, velev ki
unutarak yahut zorla olsun. kadın uykuda bulunsun yahut erkek çocuk veya deli
olsun haccını ifsat eder. Bunu Haddâdî söylemiştir. Lâkin ceza kurbanı veya o
haccın kazası lâzım gelmez.
İZAH
«Farz olan vakfedan
önce» ifadesinden murad, rükündür. Binaenaleyh nâfile hacca da şâmildir. Bundan,
Müzdelife'de vakfeden önce cima etmesi hariç kalır. Çünkü o haccı bozmaz. Fakat
ceza olarak bir deve boğazlaması lâzım gelir.
«Bir insanın iki su
yolundan birine cima etmesi»nden murad, sünnet miktarının girmesidir. Velev ki
meni gelmesin, velev ki hararet ve lezzet duymasına mâni olmayacak bir şey
bulunsun. Ve bu ister bir kadınla, ister fazlasıyla, ister ecnebi kadınla, ister
kendi karısıyla bir veya çok defa vuku bulsun bir ceza kurbanı lâzım gelir.
Meğer ki meclis değişmiş olsun. Bu takdirde ikinci cima ile birinci ihramı
bırakmayı niyet etmezse ayrı ceza kurbanı lâzım gelir. Nitekim evvelce beyan
edilmişti. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
İki su yolundan
murad ön ve arkadır. Nehir sahibi diyor ki: «Sonra bu kelime iki rivayetten en
sahih olanına göre dübürde kullanılır. İmameynin kavli de budur.» Hayvana cima
etmekle mutlak surette hacc bozulmaz. Çünkü o tam cima değil kusurludur. Bahır.
Yani meni gelsin gelmesin müsavidir. Kendisinden şehvetlenilmeyen küçük kıza da
ulema 'hayvan' hükmünü vermişlerdir. Nitekim oruç bahsinde geçmişti. Binaenaleyh
ölü ve şehvet duyulmayan küçük kıza cima etmekle haccın bozulmaması iktiza eder.
Remli. Bunun benzeri de Lübob şerhindedir.
«Velev ki unutarak
yahut zorla olsun» ifadesiyle yaptığı ta'mim köleye de şâmildir. Lâkin âzâd
edildikten sonra farz haccdan maada bu haccı da kaza etmesi ve hedy göndermesi
lazım gelir. Mal vâcip olan her şeyde köle âzâd edildikten sonra sorumludur.
Oruç lazım gelen şey bunun hilâfınadır. Çünkü onunla derhal sorumlu olur. Sahibi
onun namına insar halinden başka hiçbir yerde sadaka vermez. İhsarda ise,
ihramdan çıkması için kölesinamına yiyecek sadaka gönderir. Âzâd olduğunda bir
hacc ve umre yapması icabeder. Bahır. Zorla yaptırdığı takdirde zorlanandan bir
şey ıstsmeye hakkı yoktur. Nitekim bunu İsbicâbî söylemiştir. Fetih sahibi ise,
kadını kocası cimaya zorladığı vakit kadının kestiği kurbanı geri istemekte
hakkı olup olmadığı hususunda ihtilâf edildiğini bildirmiştir. Fakat ben kadının
hacc masraflarını isteyebiliceğine dair bir kavil görmedim. Bahır.
«Yahut erkek çocuk
veya deli olsun haccını bozar.» Bunu şu da te'yid eder ki; namazla orucu bozan
şeylerde, mükellef olanla olmayan arasında fark yoktur. Hacc da öyledir.
Fetih'te "haccı bozulmaz" denilmişse de bu kavil zayıftır. Bahır ve Nehir.
«Lâkin» çocuk ve
deliye ceza kurbanı ve o haccın kazası lâzım gelmez. Keza ihramlarında devam
dahi lâzım değildir. Çünkü ikisi de mükellef değildirler. Lübab şerhî.
Haccını ifsat
eder.» Yani fena halde noksanlaştırır, ama bozmaz. Nitekim Muzmerat'ta beyan
edilmiştir. Kuhistânî. Lübab sahibi bunu ondan naklettikten sonra, "Bu güzel bir
kayıttır. Bazı işkalleri ortadan kaldırır." demiştir. Aliyyü'1Kâri şöyle
demiştir: «Ben derim ki: O işkallerden biri de hacc fiillerine devamdır. Lâkin
haccın bozulmamasında yine de bir nevi işkal vardır. O da kazadır. Ancak bu
işkali şöyle defetmek mümkündür:
Kaza lâzım gelmesi,
kemâl vechi üzere eda edilmek içindir.»
Ben derim ki: Sözün
hâsılı şudur: Burada ' fesat 'tan murad, abdestsiz namaz gibi şer'î bir fiilin
hakikati bulunmamak mânâsına bâtıl olması değildir. Murad, fiili sayılmayacak
derecede bozuk ve kaza icabedendir. Tâ ki borçtan kurtulsun. Şu halde şer'î
hakikat mevcuttur. Fakat o derece noksandır ki, bu noksanlık onu yeterlilikten
çıkarmıştır. Onun için Fetih'te Mebsut'tan naklen, "İhramı ifsat etmekle
amellerden önce ondan çıkmış olmaz." denilmiştir. Her vecihten bâtıl olsaydı,
ihramdan çıkmış sayılırdı ve kendisine bundan sonra işlediği yasak fiillerden
dolayı ceza lâzım gelmezdi. Lübab ve diğer kitaplarda beyan edildiğine göre. o
kimse bu haccı eda etmeden onun kazasını niyet ederek başka bir hacca ihlâl
yapsa, niyeti hükümsüz kalır. Fâsit olan haccı bitirmedikçe hacc odur. Bundan
anlaşılır ki; Bahır sahibinin muasırlarından birinin, "Hacc fâsit olduğu vakit
ihram fâsit olmaz." sözü, zikrettiğimiz mânâda bâtıl olmaz demektir. Sonra bu
hacda fesatla butlan arasında fark olduğunu gösterir. Sair ibadetler bunun
hilâfınadır. Bu söz, ulemanın. "İbadetlerde fesatla butlan arasında fark yoktur.
Muamelât bunun hilâfınadır." sözünden istisna edilmiştir. Bunu şu da te'yid eder
ki; Lübâb'ın, ihramın haram kıldığı şeyler faslında, "İhramı ifsat eden şey,
vakfeden önce cimadır. İptal eden ise dinden dönmektir." diye açıklanmıştır.
Allah'u a'lem!
METİN
Keza kadın fercine
eşek aleti veya kesilmiş bir alet soksa haccı biiittifak fâsit olur. Ama fâsit
olan hacca, caizi gibi devam eder. Kurban keser ve onu kaza eder. Velev ki
nâfile olsun. Acaba kazayı da ifsat etse. kazası vâcip olur mu? Bunu görmedim.
Öyle anlaşılıyor ki, kazadan murad tekrarlamadır. Kaza ederken karı -koca
vücûben ayrılmazlar. Belki erkek cimadan korkarsa ayrılmaları mendup olur.
İZAH
«Keza kadın fercine
eşek aleti veya kesilmiş bir alet soksa, haccı bilittifak fâsit olur.» Halbuki
hayvana cima etse haccı fâsit olmaz. Aralarındaki fark şudur: Kadınlarda şehvete
sebep daha mükemmeldir. Binaenaleyh onların tarafında noksanlık yoktur. Erkeğin
hayvana cima etmesi böyle değildir. T. Kesilmiş alet, insan aletinden başkasına
da şâmildir. T.
«Ama fâsit olan
hacca devam eder.» Çünkü ihramdan çıkmak, ancak fiilleri eda etmekle yahut
ihsarla olur. Bunların biri yoktur. Fâsit olmakla beraber o hacca devam
gerekmesi, aslı itibariyle meşru olup, vasfı itibariyle meşru olmadığındandır.
Ve noksan olduğu için vâcip bununla ödenmiş olmaz. Nehır.
«Caizi gibi devam
eder.» Yani sahih haccda neler yapacaksa, bunda da onları yapar. Sahih haccda
nelerden kaçınacaksa, bunda da onlardan kaçınır. Yasak bir şeyi yaparsa sahih
haccda ne lazım gelecekse bunda da o lâzım gelir. Lübab.
«Kurban keser...»
Bir devenin yedide biri bir koyun yerine geçer. Nitekim Gâyetü'l-Beyan sahibi
bunu açıklamıştır. Bahır.
Ben derim ki: Bu
açıktır. Bundan önce söylediği bunun hilâfınadır. Nitekim biz onu bâbın başında
arzettik.
«Kaza eder.» Yani
hemen kaza eder. Nitekim bunu hâşiye yazarlarından biri Bahr-i Amîk'ten
nakletmiştir. Hayreddin-i Remlî diyor ki: "Kaza eder"den maksat, gelecek yıldır.
Çünkü boşladığına devam etmek vâciptir. Kaza ancak gelecek sene olur. Mikâtı
ihramsız geçenler faslında gelecektir ki, bir kimse döner de umreye veya hacca
ihramlanır, sonra o umreyi veya haccı ifsat ederse, haccı o sene kaza ettiği
takdirde kendisinden ceza kurbanı sâkıt olur. Bu söz, yetişemediğini yapabilmek
için o sene kaza etmesi caiz olduğunu açık olarak göstermektedir.
«Velev ki nâfile
olsun.» Çünkü başlamakla nâfile de vâcip olur.
«Acaba onun da
kazası vâcip olur mu?» Yani ifsat ettiği kazanın da kazası var mıdır ki, iki
hacc kazası lâzım gelsin.
«Bunu görmedim.»
Bahsi Nehir sahibi yapmış, bu mesele sorulunca şöyle demiştir: «Ben bu meseleyi
görmedim. Ama bu hacca mülzim olarak değil, muskıt olarak başladığına bakılırsa,
kazadan murad lügavî mânâsıdır. Maksat tekrarlamaktır. Nitekim zâhir o!an da
budur.»
Kuhistânî'nln şu
sözü de buna uygundur: «Evlâ olan, iade eder demesidir. Çünkü bütünömür onun
vaktidir.» Onun için Kemâl b. Hümam, Tahrir'de, "Buna kaza adını vermek
mecazdır." demiştir. Tahrir şarihi de şunu söylemiştir: Çünkü vaktinde
yapılmaktadır. Vakti bütün ömürdür. Binaenaleyh ulemamızın kavline göre bu
edadır. Yani ikincide eda olduğuna ve başka bir hacc olmadığına göre onu ifsat
eder. Çünkü ona başka bir haccı iltizam ederek başlamamıştır. Bilâkis hakikatta
boynuna borç olanı ıskat etmek için başlamıştır. Bu adam zanla iş gören de
değildir. Tâ ki zanla iş görene de kaza lâzımdır diye itiraz olsun. Nitekim
ihram faslının başında geçmişti. Bu gizli değildir. O halde başka bir hacc kaza
etmesi de lâzım gelmez. Ancak üçüncü olarak onu eda etmesi lâzım gelir. Çünkü
ona vâcip olan, kâmil hacc idi. Tâ ki boynuna borç olan onunla ödensin. Onu her
ifsat ettikçe, ilk boynuna borç olandan başkası lazım gelmez. Nitekim farz bir
namaza başlasa da sonra onu ifsat etse hüküm budur. Allâme İsmail Nablusî bu
meselenin naklini bulmuş ve şöyle demiştir: «Mübtegâ'nın ibaresi şöyledir: Hacc
vaktini geçirir de sonra gelecek sene onu kaza niyetiyle hacceder ve haccını
ifsat ederse, kendisine bir hacc kazasından başka bir şey lâzım gelmez. Nitekim
ramazan orucunun kazasını ifsat etse, hüküm yine böyledir.»
TEMBİH: Namaz
bahsinde geçmişti ki, tekrarlamak ifsattan başka bir bozukluktan dolayı vâcibin
mislini vaktinde yapmaktır. Burada bozukluk fesattır. Binaenaleyh tekrar olamaz.
Lâkin ulemanın orada fesattan muradları, bâtıl olmaktır. Bu ibadetlerde fesatla
butlan arasında fark olmadığına binaendir. Az yukarıda hacda aralarında fark
olduğunu gördün. Mezkûr tarif ona da uyar. Halbuki biz orada Mîzan'dan naklen
ikisinin de tariflerini, "İlk fiilin mislini kemâl sıfatıyla yapmaktır." diye
arzettik.
«Karı-koca vücûben
ayrılmazlar...» Yani cima ile haccı ifsat ettikten sonra karı ile koca başka
başka yollardan gitmek suretiyle, birbirlerini görmemek üzere ayrılmazlar.
Nehir.
«Belki erkek
cimadan korkarsa ayrılmaları mendup olur.» Bahır'da Muhit ve diğer kitaplardan
naklen böyle denilmiştir. Lübab'da da öyledir. Keza Kuhistânî'de İhtiyar'dan
naklen böyle denilmiştir. Ben İhtiyar'a müracaat ettim ve öyle olduğunu gördüm.
Lübab şarihi diyor ki: ' Câmi-i Sağîr'de, "ayrılmak birşey değildir."
denilmiştir. Maksat zaruri bir iş değildir demektir. Kâdîhân vâcip değildir
mânâsına olduğunu söylemiştir. İmam Züfer, Mâlik ve Şâfiî birbirlerinden
ayrılmalarının vâcip olduğunu söylemişlerdir. Ayrılmanın vaktine gelince: Biz ve
Züfer'e göre ihrama girdikleri vakit, İmam Mâlik'e göre evden çıktıkları vakit,
İmam Şâfiî'ye göre ise cima yerine vardıkları vakittir.
METİN
Vakfeyi yaptıktan
sonra cimada bulunması, haccını ifsat etmez. Bir deve vâcip olur. Tavaftan önce
tıraş olduktan sonra cima ederse, bir koyun lâzım gelir. Çünkü cinayet hafiftir.
Umresinde dört tavaftan önce cima etmesi umreyi ifsat eder. Ama umreye devamla
kurbankeser ve umreyi vâcip olmak üzere kaza eder. Dört tavaf yaptıktan sonra
cima ederse, umresi fâsit olmaz. Ve bir koyun keser. imam Şâfiî buna muhaliftir.
İZAH
«Vakfeyi yaptıktan
sonra...» Yani tıraş olmadan ve tavaftan önce cima etmesi haccını bozmaz.
«Bir deve vâcip
olur.» sözü, bir defaya ve meclis bir olmak şartıyla birkaç defa cimaya
şâmildir. Meclis değişirse, birinci cima için bir deve, ikincisi için bir koyun
lâzım gelir. Bahır. Bu söz, kasten yapanla unutana da şâmildir. Nasıl ki
metinlerde ve Lübab'da açıklanmıştır. Sirâc'da buna muhalif olarak, unutana bir
koyun lâzım geldiği kaydedilmiştir. Lübab şarihi bunun meşhur rivayetlere
muhalif olduğunu söylemiştir. O rivayetlere göre, sair cinayetlerde aralarında
fark yoktur. Hâniyye sahibi bu mesele hususunda açıklama yapmıştır.
«Tavaftan önce»
ifadesinden murad, tavaf-ı ziyaretin tamamı yahut ekserisidir. Nitekim Nehir'de
beyan edilmiştir.
«Çünkü cinayet
hafiftir.» Yani tıraş olmakla kadınlardan maada her şey ona helâl olmuştur.
Musannıfın zikrettiği tafsilât metinlerde de böyledir. Mebsut ve Bedâyi
sahipleriyle İsbicâbî, tıraştan önce olsun, sonra olsun deve vâcip olacağını
söylemişlerdir. Fetih'te bu daha muvafık görülmüştür. Çünkü zâhir rivayette
vakfeden sonra olursa kurban icabedeceği mutlak bırakılmış, tafsilât
verilmemiştir. Bahır ve Nehir sahipleri Fetih sahibi ile münakaşa etmişlerdir.
Ama tavaf-ı ziyaretin tamamından veya ekserisini yaptıktan sonra tıraş olmadan
cima ederse bir koyun kesmesi icabeder. Lübab. Lübab şarihi Aliyyü'l-Kâri
şunları söylemiştir: «Bahr-ı Zâhir ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir.
Bunun vechi şu olsa gerektir: Cinayeti büyütmek, ancak bu rükne riayet içindi.
Ve onun muktezasınca bu hüküm tavaftan önce tıraş olduktan sonra bile yapsa
devam etmeliydi. Ancak ihramdan çıkma suretine bakarak bunda müsamaha
gösterilmiştir. Velev ki cimaya nisbetle tavafın edasına bağlı olsun.» Bu sözün
zâhiri gösteriyor ki, bu meselede koyun vâcip olması hususunda kimsenin sözü
yoktur. Buna yalnız Nikaye şerhinde Aliyyü'l-Kâri muhalefet etmiş, meseleyi
önceki hilafın yeri saymıştır. Evet, Fetih sahibi de bu meseleyi müşkil saymış,
"Tıraş olmazdan önceki tavaf ile hiçbir şey helâl olmamıştır. Binaenaleyh deve
vâcip olması gerekirdi." demiştir. Ona verilecek cevap Lübab şerhinden
nakledilen mezkûr izahtan anlaşılır.
Musannıf kırân
hacısının cimasından bahsetmemiştir. Nehir sahibi diyor ki: «Kırân hacısı
vakfeden ve umrenin tavafından önce cima ederse, hem haccı, hem umresi fâsit
olur. Ve kendisine iki kurban lâzım gelir. Kırân kurbanı sâkıt olur. Eğer
vakfeyle umrenin tavafından sonra, tıraştan önce cima ederse, hacc için bir
deve, umre için de bir koyun lâzım gelir. Bundan sonrası hakkında ihtilâf
edilmiştir.» İzahı Bahır'dadır.
«Umresinde cima
etmesi» temettu umresine de şâmildir.
«Kurban keser...»
Bundan murad, bir koyundur. Bahır.
«Dört tavaf
yaptıktan sonra cima ederse umresi fâsit olmaz.» Bahır sahibi diyor ki:
«Musannıfın sözü, kolanın, tavaf edip sa'yi yapmasına da yapmamasına da
şâmildir. Lâkin tıraş olmadan yapmış olması şarttır. Bunu söylememesi,bilindiği
içindir. Çünkü o kimse tıraş olmakla umrenin ihramından tamamıyla çıkar. Hacc
ihramı bunun hilâfınadır. Musannıf ifrad haccı yapanla yalnız umre yapanın
hükmünü beyan edince, bundan kırân ve temettu hacılarının hükümleri de
anlaşılmıştır.»
METİN
İhramlı bir kimse
av öldürürse, yani yaratılışı itibariyle vahşî bir kara hayvanı hayvanı vurur
veya vuracak kimseye gösterirse, vuran kimse onu tasdik eder ve avı bilmezse,
avın ölümü onun göstermesine veya işaretine bitişik olur, gösteren ve işaret
eden kimse ihramında bâkî olursa, vuran kimse de avı yerinden kaçmadan alırsa,
ister yeni göstermiş ister tekrar etmiş olsun, ister yanılarak, ister kasten
göstersin ve av ister mübah, ister birinin milki olsun cezası gösterene olur.
İZAH
«Vahşi bir kara
hayvanı ilh...» Başkaları bu tarife, "Kendini kanatlarıyla veya bacaklarıyla
koruyan" ifadesini katmışlardır. Bu ilâve, yılan, akrep vesair böceklerden
ihtiraz içindir. Kara hayvanından murad, karada doğandır. Yaşadığı yere itibar
yoktur. Şarih bu kayıtla deniz hayvanından ihtiraz etmiştir. Deniz hayvanı, suda
doğandır. Velev ki karada yaşasın. Çünkü doğum yeri asıldır. Ondan sonra
bulunacağı yer ârızîdir. Binaenaleyh su köpeği ve kurbağa su hayvanıdır. Nitekim
Fetih'te kaydedilmiştir. Orada beyan edildiğine göre, yengeç, timsah ve deniz
kaplumbağası da su hayvanıdır. Avlanması ihramlıya âyetin nassı ile helâldir.
Ayetin umumu, yenilmeyen su hayvanına da şâmildir. Sahih olan budur. Kırmanî'nin
Menâsik'inde buna muhalif olarak, su hayvanı yalnız balığa tahsis edilmiş; kara
hayvanının ise, domuz gibi yenilmeyeni bile olsa avlanması mutlak surette haram
olduğu söylenmiştir. Nitekim Muhlt'ten naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir.
Kirmânî, yalnız kurt, karga, çaylak, saldırgan, yırtıcı gibi hayvanları istisna
etmiştir. "Geri kalan yırtıcılar av değildir" demiştir. Lübab sahibi diyor ki:
«Deniz kuşlarına gelince: Onları avlamak helâl değildir. Çünkü doğumlar karada
olur.» Lübab şarihi bu sözü Bedâyi ile Muhit'e nisbet etmiştir. Bahır sahibinin,
"Bunlar suda doğar." sözü kalem hatasıdır. Aksi halde bu söz yukarıda
zikrettiğimiz doğum yerlerine aykırıdır.
«Yaratılışı
itibariyle vahşî» ifadesinde, ehlileşmlş geyik de dahildir. Velev ki kesmek
suretiyletemiz olsun. Vahşileşen deve ve koyun bu sözden hariçtirler. Velev ki
kesilmek suretiyle temizlensinler. Çünkü av hayvanı olmak hususunda dikkat
edilecek cihet, asıl yaratılışıtır. Kesmekte ise imkân ve imkânsızlık nazarı
itibara alınır. Bahır. Köpek de hariçtir. Velev ki vahşî olsun. Çünkü köpek aslı
itibariyle ehlidir. Ev kedisi de öyledir. Yaban kedisine gelince: Onun hakkında
İmam-ı Azam'-dan iki rivayet vardır. Fetih sahibi onun köpek gibi olduğuna kesin
olarak hükmetmiştir.
T E M B İ H : Lübab
şarihi diyor ki: Zâhire bakılırsa, deniz suyu Harem-i Şerif'in toprağında
bulunsa, avı yine helâldir. Çünkü âyet umumidir. "Deniz, suyu temizleyici, ölüsü
helâl olan bir şeydir." hadisi de öyledir. Şâfiîler bunu açıkça beyan etmiş;
"Deniz Hill'de veya Harem'de olmuş fark etmez." demişlerdir. Burada şöyle
denilebilir: Hayvanlardan bazıları bazı yerlerde vahşî, bazılarında ise ehlî
olarak bulunurlar. Manda gibi ki Sudan memleketlerinde vahşîdir. O memleketlerde
ehlisi bilinmemektedir. Musannıf böylesinin hükmünü beyan etmemiştir. Zâhirine
bakılırsa, o memleketler hakkından ihramlı olanlara orada bulundukça bu hayvanın
avlanması haramdır. Allah'u a'lem.
«Veya vuracak
kimseye gösterirse» ifadesiyle, öldürmesine yardımı kasdetmiştir. İster orada
olmayana yerini bildirmek suretiyle hakikaten delâlette bulunsun, ister bizzat
hayvanı göstersin. Bahır. Şu halde göstermekte işaret de dahildir. Nitekim
şarihin sözü de buna işaret etmektedir. İşaret, yanında olana yapılır. Fetih
sahibi işareti, "Delâleti başka bir şeye yapmaktır." diye tarif etmiştir. Bu
sözün muktezası, delâletin umumi olmasıdır. Çünkü dille de yapılır, dilden başka
bir uzuvla da yapılır. Şeyh İsmail, Bercendî'den şunu nakletmiştir: «Aşikârdır
ki 'delâlet kelimesini zikretmek, işarete hacet bırakmaz. Bazen, işaret
yanındakine; delâlet yanında olmayana mahsus olur.» Binaenaleyh musannıfın,
"Yahut avı tutmak için ona yardımda bulunur veya öldürmesini emrederse"
ifadesini ziyade etmesi gerekirdi. Çünkü Buhârî ile Müslim'de-ki Ebû Katâde
hadisinde, "Sizden biriniz ona emretti mi, yahut işarette bulundu mu?"
buyrulmuştur. Müslim'in rivayetinde, "Ona işaret veya yardım ettiniz mi diye
sordu. Ashab, 'hayır' dediler. öyle ise yeyin buyurdu." şeklindedir. Bahır
sahibinin, "Delâletten murad, yardımdır." sözü, emre şâmil değildir. Çünkü
delâletle beraber olmayınca, emirde yardım yoktur. Nitekim yakında gelecektir.
Evet, av bir yere girer de yolu üzerinde veya kapısında ona gösterirse, bir de
avı vuracak aleti gösterirse, emre şâmildir. Mutemet kavle göre av aletini ona
ödünç vermesi de böyledir. Meğer ki kâtilin yanında başka silâhı bulunsun.
Ekseri ulemamız bu şekilde hüküm vermişlerdir.
T E M B i H :
Musannıfın ava delâlet eden kimseyi ihramlı olmakla kaydetmesi; vuranı mutlak
söylemesi, gösteren ihramsız olursa kendisine bir şey lâzım gelmiyeceği içindir.
Meşhur kitaplarda kaydedildiğine göre ona yalnız günah vardır. Bazıları ona avın
yarı kıymetininödettirileceğini söylemişlerdir. Lübab şerhi. Kendisine av
gösterilen kimsenin ihramlı olması şart değildir. İhramlı bir kimse Harem
dışında, ihramsız birine av gösterir de o da vurursa, gösterene ceza var,
gösterilene yoktur. Lübab.
«Vuran kimse onu
tasdik ederse ilh...» Bu şartlar, gösteren kimse ihramlı olduğunda kendisine
ceza vâclp olmak içindir. Günaha gelince;
o mutlak surette
tahakkuk eder. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Nehir'de şu da ziyade
edilmiştir: «Tasdikin mânâsı, tasdik ettim demek değil,onu yalanlamamaktır.
Hattâ ihramlı bir kimse bir avı haber verir de o kimse göremezse, başka bir
ihramlı haber verir de birinciyi tasdik etmez, tekzib de etmezse, sonra avı
arayarak vurduğu takdirde her ikisine de ceza vardır. Ama birinciyi tekzib
ederse ona ceza verilmez.»
«Ve avı bilmezse»
gösterene ceza verilir. Fakat gösterir de o kimse avı evvelden görmüş veya başka
bir suretle öğrenmiş bulunursa, gösterene birşey yoktur. Çünkü onun göstermesi
hâsılı tahsil olur. Binaenaleyh hiç göstermemiş gibi olur. Bu izaha göre
Muhit'te Mülteka'dan nakledilen şu ifade müşkil kalır. «Gösteren kimse, "şu iki
avdan birini al" dese; halbuki avcı onları zaten görür bulunsa ve her ikisini
vursa, gösterene bir ceza vardır. Aksi takdirde ceza iki olur.» Bahır sahibi
buna şu cevabı vermiştir: a ' Al ' diye emretmesi, göstermek kabilinden
değildir. Binaenaleyh mutlak surette ceza icabeder. Buna Fetih ve diğer
kitaplardaki şu ifade delâlet eder: İhramlı bir kimse, başkasına avı almasını
emreder o da başkasına emrederse, ceza ikinci emredenedir. Çünkü kendisi ilk
emredenin dediğini yapmamıştır. Ama ilk emreden avı gösterir de tutmasını
emreder, o da üçüncü bir şahsa vur emrini verirse iş değişir. Ve üçüne de ceza
vâcip olur. Ulema, mücerret emirle, göstererek yapılan emir arasında fark
görmüşlerdir.»
Hâsılı bilmemek
göstermek için şarttır, emir vermek için şart değildir. Emir o emire uymak
şartıyla mutlak cezayı muciptir.
«Avın ölümü onun
göstermesine bitişik...» Yani onun göstermesiyle meydana gelirse demektir. Lübab
şerhi.
«Gösteren ve işaret
eden kimse» yerine, "gösteren veya işaret eden" dese daha iyi olurdu. Çünkü
hüküm bunların biriyle sabit olur. Bir de "ihramında bâkî olursa" sözü bununla
sahih olur. Şarih bu sözle şundan ihtiraz etmiştir: «Avı gösteren veya işaret
eden şahıs ihramdan çıkar da gösterilen kimse o zaman vurursa, gösterene bir şey
lazım gelmez. Ama günahkâr olur.» Hlndlyye. T.
«Avı yerinden
kaçmadan yakalarsa» ceza lâzım gelir. Fakat yerinden kaçar da sonra yakalayarak
öldürürse, gösterene bir şey lâzım gelmez. Hlndiyye. T.
«İster yeni, ister
tekrar göstermiş olsun.» Yani ceza lazım gelmek için, ilk avı vurmakla
tekrarvurmak arasında fark yoktur. İbn-İ Abbas tekrar vurana ceza olmadığını
söylemiştir. Davud-u Zâhiri ile Kâdî Şüreyh buna kail olmuşlardır. Lâkin vuran
kimseye, "Git şuradan! AIIah senden intikamını alır!" denilir. Mi'râc.
«İster yanılarak,
ister kasten olsun...» bizzat yakalaması da böyledir. Velev ki kastı olmasın. -
Uyuyan kimsenin avın üstüne yuvarlanarak öldürmesi bu kabildendir.-
Yakalanmasına sebep olması da böyledir. Bu, haddini tecavüz ettiği zaman olur.
Meselâ bir ağ kurar veya çukur kazar da av onun içine düşer. Fakat kendisi için
bir çadır kurar da ona bir av hayvanı takılır yahut su toplansın diye, yahut
kurt gibi katli mübah bir hayvan düşsün diye bir kuyu kazar da içine av düşerse
veya köpeğini mübah bir hayvanın arkasından gönderir de, o da haram olan hayvanı
yakalarsa yahut Harem dışında kehdisi ihramsız iken bir avın peşine takar da
köpek Harem hududuna girerse bir şey lâzım gelmez. Çünkü bunlarda tecavüz
yoktur. Meselenin tamamı Nehir ile Bahır'dadır.
«İster birinin
milki olsun.» O kimsenin iki kıymet ödemesi lâzım gelir. Kıymetin birini
hayvanın sahibine öder, biri de Allah Teâlâ'nın hakkı olmak üzere vereceği
cezadır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten nakletmiştir. Köpek öğretilmiş olursa,
hükmü aşağıda gelecektir.
«Cezası gösterene
olur.» öldürülen avın sayısınca ceza da çoğalır. Meğer ki bununla ihramdan
çıkmayı isteyerek onu terketmiş olsun. Nasıl ki Asıl adlı kitapta bu
açıklanmıştır. Bahır. Biz bunu Lübab'dan naklen arzetmiştik.