03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...(HACCDA) CİNAYETLER BÂBI ...2


METİN
Velev ki av hayvanı saldırgan olmayan bir yırtıcı veya evcilleştirilmiş bir hayvan yahut paçalı güvercin olsun. Paçalıdan murad, ayaklarında don giymiş gibi görünen tüyler bulunmaktır. Yahut onu yemeye muztar kalmış olsun. Nitekim o kimse bir insan öldürüp etini yese kendisine kısas lâzım gelir. Ölü eti av üzerine, av eti başkasının malı ve insan eti üzerine tercih edilir. Bazıları domuz eti üzerine de tercih edileceğini söylemişlerdir. Ölü bir peygamber ise, etini yemek hiçbir halde helâl olmaz. Nasıl ki başka bir muztar kimsenin yiyeceğini de yiyemez.
İZAH
"Yırtıcı" kelimesi, avını yaralayarak öldüren ve âdeten saldırgan olan her hayvana verilen bir isimdir. Burada ondan murad, hadiste sayılan yedi fâsık hayvanla böceklerden geri kalanlardır. Yırtıcı olup olmaması müsavidir. Velev ki domuz veya maymun yahut fil olsun. Nitekim Mecma'da böyle denilmiştir. Bahır. Şahin ve atmaca gibi yırtıcı kuşlar da bunda dahildir. Musannıfın "saldırgan olmayan" diye kayıtlaması, saldırgan olursa onu öldürmekle bir şey lâzım gelmeyeceği içindir. Nitekim ileride görülecektir.
«Evcilleştirilmiş bir hayvan...» Velev ki evcilleştirilmiş bir geyik olsun. Çünkü onun alışmasıârızîdir. Muteber olan aslıdır. Nitekim yukarıda geçti.
«Yahut paçalı güvercin olsun.» Paçalı diye kayıtlaması, İmam Mâlik muhalif olduğu içindir.  O'na göre paçalı güvercinde ceza yoktur. Çünkü o evcilleşmiştir. Kanatlarıyla uçamaz, ördek gibi olmuştur.
«Ölü eti av üzerine tercih edilir.» Bu, Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göredir. Ebû Yusuf ile İmam Hasan'a göre avı keser. Fetva birinciye göredir. Nitekim Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. H.
Ben derim ki: Bahır sahibi dahi bunu tercih etmiş; "Çünkü av etinde iki haramı irtikâbetmek vardır. Bunların biri yemek, biri de öldürmektir. Ölü etini yemekte ise sadece bir irtikâp vardır. O da yemektir." demiştir. Hilâf evleviyyet meselesindedir. Nitekim Bahır sahibinin Hâniyye'den naklettiği "ölü evlâdır." sözünden anlaşılan da budur. Bir haram, iki haram sözlerinden murad, muztar kalmazdan önceki aslî hükümdür. Çünkü muztar kaldıktan sonra artık haram diye birşey yoktur.
«Av eti başkasının malına tercih edilir.» Bu kul hakkını muhafaza içindir. Çünkü kul muhtaçtır. Zeylâî.
TEMBİH: Bahır'da Hâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: "Bazı ulemamızdan rivayet olunduğuna göre, bir kimse başkasının yiyeceğini bulursa, ölü eti yemesi mübah olmaz." İbn-i Semâa ile Bişr'den dahi buna benzer bir kavil rivayet olunmuş; "Gasp ölü etinden evlâdır." denilmiştir. Tahâvî bununla amel etmiş; Kerhî ise "O kimse muhayyerdir." demiştir.
Av etinin insan eti üzerine tercih edilmesi, insanın kıymet ve kerametinden dolayıdır. Bir de av eti Harem'in dışında veya ihramsız halde helâldir. insan eti ise hiçbir halde helâl değildir. H.
«Bazıları domuz eti üzerine de tercih edileceğini söylemişlerdir. Hâniyye'den naklen Bahır'ın ibaresi şöyledir: "İmam Muhammed'den bir rivayete göre av eti domuz etinden evlâdır." Şarih bu rivayetin zayıf olduğunu belirtti. Lâkin domuzdan murad ölü domuz ise, zayıflığın vechi zahirdir. Çünkü o da sair laşeler gibidir. Ve onu yiyen yalnız yemek yağını irtikâbetmiştir. Ölü domuz değilse, zayıflığın vechi zahir değildir. Çünkü o da avdır. Ama başkasını avlamak evlâdır. Zira herbirinde iki haramı irtikâb vardır. Ancak domuzun haram olması daha şiddetlidir. Bana zâhir olan budur. Bahır'da Hâniyye'den naklen, "Köpek yemek avdan evlâdır. Çünkü avda iki haramı irtikâp vardır." denilmiştir.
«Ölü bir peygamber ise» sözü, mezhebimizde nakledilmemiştir. Onu Nehir sahibi Şâfiîlerden nakletmiştir.
METİN
Bezzaziye'de, "Kesilmiş av bilittifak evlâdır." denilmektedir. Eşbah. Cezadan sonra olursa, yediğinin kıymetini dahi öder. Ceza iki âdil kimsenin koyduğu kıymettir. Bir âdil kişinin koyduğu kıymet kâfidir diyen de vardır. Velev ki kâtil olsun. Kıymeti öldürülen yerde veya orada kıymet yoksa oraya en yakın yerde konur. Yırtıcı, yani yenilmeyen hayvanda - velev ki domuz veya fil olsun - ceza, bir koyun kıymetinden fazla olamaz. Velev ki yırtıcı hayvan koyundan daha büyük olsun. Çünkü yenilmeyen hayvanda fesat ancak kan akıtmakla işlenir. Binaenaleyh onda ancak kan akıtmak vacip olur.
İZAH
«Kesilmiş av evlâdır.» Yani başka bir ihramlının yahut muztar kalmazdan önce kendisinin kestiği hayvan evlâdır. Çünkü onu yemekte bir haramı irtikâp vardır. Yemek için başkasının avladığı bunun hilâfınadır.
«Yediğinin kıymetini dahi öder.» Yani cezayı ödedikten sonra olursa, en kimse cezadan maada yediğinin kıymetini de öder. Cezayı ödemezden önce ise, yediğinin kıymeti, ödeyeceği avın kıymetinde dahildir. Ayrıca bir şey ödemesi gerekmez. Bu hususta kendi yemesiyle köpeklerine yedirmesi arasında bir fark yoktur. İmameyn kendi yerse bir şey ödemez demişlerdir. Meselenin tamamı Nehir'dedlr. Lübab sahibi diyor ki :«Kesenden başkası o avdan yerse, kendisine bir şey lâzım gelmez. İhramdan çıkan kimse Harem'de kestiği avı ödedikten sonra ondan yerse, yediği için bir şey lâzım gelmez.»
«Ceza iki âdil kimsenin koyduğu kıymettir.» Ve râcih kavle göre yaratıldığı sıfat üzerine kıymet konulur. Meselâ sevimlilik, güzellik ve ötücülük sıfatları itibara alınır. Kulların fiiliyle meydana gelen sıfatları itibara alınmaz. Bu yalnız kıymetini sahibine öderken muteberdir. Ancak horozun dövüşmesi, koçun süsmesi gibi keyif için olanları gibi itibara alınmaz. Nitekim şarkıcı cariyede de hüküm budur. Âdilden murad, avın kıymeti hususunda, görgüsü bilgisi olan kimsedir. Şahitlik bâbındaki adale değildir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır. Musannıf cezanın kıymet olduğunu mutlak söylemiştir. Binaenaleyh misli olan ava da, misli olmayana da şamildir. İmam-ı Âzam'la Ebu Yusuf'un kavilleri budur İmam Muhammed ise bunu misli olmayana tahsis etmiştir. Misli olana misli verilmesi vâcip olduğunu söylemiştir. Binaenaleyh geyik gibi bir ava karşılık koyun; devekuşuna karşılık dişi bir deve; yaban eşeğine karşılık bir inek verilir. Bunların herbirinin izahı mufassal kitaplardadır.
«Bir âdil kişinin koyduğu kıymet kâfidli. Velev ki kâtil olsun.» Burada "velev ki kâtil olsun"  cümlesini anmamak dahi iyidir. Çünkü bu söz Bahır sahibinin bir incelemesidir. Ondan sonra, "Lâkin bu nakle bağlıdır. Ben naklini görmedim." demiştir.
Şu da var ki, Lübab sahibi bunun aksini açıklamış; "Kıymet koymak için cinayeti işleyenden başka iki âdil kimse şarttır. Bir kişi yeter diyen de vardır." demiştir. Hidâye sahibi bununaksini alarak bir kişi ile yetinmiş ve âyettekinin evleviyet bildirdiğine meylederek, iki kişi lâzımdır diyenler de vardır demiştir. Tebyîn, Sırâc, Cevhere ve Kâfî sahipleri de O'na uymuşlardır. İnâye'den anlaşılan da budur.
Musannıfın ve Lübab sahibinin benimsediği kavli Fetih sahibi zâhir görmüştür. Mi'rac'da Mebsut'tan naklen, "Kul haklarında olduğu gibi kıyas yoluyla kıymet biçmek için bir kişi kâfidir. Velev ki iki kişi daha ihtiyat olsun. Lâkin iki kişinin hakemliği nassla muteberdir." denilmiştir Bu sözün bir misli de Gâyetü'l-Beyân'dadır. Bunun muktezası ikiyi seçmektir. Bahır ve Nehir sahipleri bu kavlin sahihlendiğini, Dürer şerhlne nisbet etmişlerdir. Bu herhalde metinde bununla yetindiği cihetten olacaktır. Bununla, Şurunbulâlî'nin, "Dürer'de bu kavlin sahihlendiği açıklanmamıştır." diye Bahır ve Nehir sahiplerine yaptığı itiraz defedilmiş olur. Dürer'den murad, Molla Hüsrev'in eseridir. Konevî'nin Dürerü'l-Bi hâr'ında dahi bunun benzeri vardır. Şerhi Gurerü'l-Ezkâr'da bir kişi ile iktifa edilmiştir.
«Kıymet, öldürülen yerde konur.» Muhit sahibi diyor ki: «Asl'ın rivayetine göre, kıymet hususunda mekânla beraber zaman da itibara alınır. Esah olan budur.» Nehir.
"Yırtıcı"dan murad, yukarıda geçtiği gibi saldırgan olmayandır. Saldırgan yırtıcının katlinden dolayı birşey lâzım gelmez. Nitekim yakında gelecektir.
«Yani yenilmeyen hayvan» cümlesi, murad edilen mânâyı tefsirdir. Yoksa yukarıda arzettiğimiz tefsirinden anladın ki ' yırtıcı ' kelimesi daha hususi mânâda kullanılır. Ve "Yedi fâsıklardan ve böceklerden olmayan" ifadesini mutlaka ziyade etmek gerekir.
«Bir koyun kıymeti»nden burada murad; gerek hedy, gerekse bayram kurbanlıklarında en  azından kâfi gelecek hayvandır ki, o da koyundan altı aylık kuzudur. Bahır.
«Velev ki yırtıcı hayvan koyundan daha büyük olsun.» Bu ibarenin yerine, "Velev ki kıymeti koyundan daha çok olsun." dese daha iyi olurdu. Çünkü musannıfın söylediği misli  suret itibar etmekle sadece İmam Muhammed'in kavline uyar.
«Çünkü yenilmeyen hayvanda fesat ancak kan akıtmakla işlenir.» Yani ette işlenmez. Çünkü eti yenmez. Eti yenilen hayvanda ise fesat etinde de işlenir. Onun için kaça çıkarsa çıksın kıymeti vâcip olur. Bunu Nehir sahibi Hâniyye'den nakletmiştir.
METİN
Keza öğretilmiş bir yırtıcı öldürürse, onu Allah hakkı için öğretilmemiş olarak; sahibi için ise  öğretilmiş olarak öder. Sonra kâtil o parayla bir hedy kurbanı satınalarak Mekke'de kesebilir. Yahut zahîre satınalarak, istediği yerde her fakire -velev zımmî olsun - yarım sâ' (bir fitre tası) buğday yahut bir sâ' kuru hurma; veya fitrede olduğu gibi bir sâ' arpa olmak üzere tasadduk edebilir. Bundan azı veya çoğu kâfi gelmez. Verirse sevabına olur. Yahut her fakirin yiyeceği için bir gün oruç tutar. Fakirin yiyeceğinden artarsa, veya baştan vâcip bir fakirinyiyeceğinden az olursa, onu tasadduk eder; yahut onun yerine bir gün oruç tutar. Yarım sâ' buğdayı birkaç fakire dağıtmak caiz değildir. Musannıf Bahır sahibine uyarak demiştir ki: «Ulema bunu burada böyle zikretmişlerdir. Fitrede ise caiz olduğunu söylemiştir. Burada da öyle olmak gerekir. Burada kıymetini vermek gibi mübah kılmak da kâfidir.»

İZAH
"Keza" Yani yırtıcının kıymeti koyunun kıymetinden çok bile olsa, koyunun kıymetinden fazla verilmediği gibi; yırtıcı hayvan öğretilmiş olursa, öğretmekle artan kıymeti Allah hakkı için ödenmez. Ama sahibi ise, sahibine öğretilmiş olarak ikinci bir kıymet öder. Öğretme kaydını koyması, güzellik, sevimlilik gibi yaratılıştan bir ziyade vasfı bulunursa, Allah hakkı için dahi ödeneceğini bildirmek içindir. Nitekim kemerli güvercinde hal böyledir .Yukarıda geçmişti.
«Sonra kâtil ilh...» Bazıları, muhayyerlik iki âdil kimseye aittir demişlerdir. O kimse bir av cezasında üçünü biraraya getirebilir. Meselâ avın kıymeti birkaç hedy kurbanı kıymeti kadar olur da bir kurban keser ve diğer kurban namına fukaraya yiyecek verir,diğeri namına oruç tutar. Keza avın kıymeti iki hedy kurbanı kadar olursa, o kimse muhayyerdir. İsterse ikisini de keser, isterse ikisini de tasadduk eder. Yahut onların yerine oruç tutar. Yahut birini keser, diğerinin yerine kefaret verir, yahut üçünü birden yapar. Avın kıymeti deve kıymeti kadar olursa, dilediği takdirde deveyi satın alır. Yahut yedi koyun satın alır. Ama birincisi daha faziletlidir. Şayet kıymetten bir şey artarsa, dilediği ve yettiği takdirde onunla başka bir hedy kurbanı satın alır, yahut onu yiyeceğe sarfeder yahut oruç tutar. Meselenin tamamı Lübab ve şerhindedir.
«Mekke'de kesebilir.» Mekke'den murad, Harem'dir. Âyetteki Kâbe' den murad da Harem'dir. Nitekim müfessirler beyan etmişlerdir. Nehir. Kurbanı Harem dışında keserse, hedy yerine geçmez. Yiyecek vermek yerine geçer ve yiyecek vermede şart olan bunda da şarttır. ' Kesmek ' tabirini kullanmakla, musannıf muradın kan akıtmak suretiyle Allah'a yaklaşmak olduğunu ifade etmiştir. Ondan sonra çalınsa bile kendisine kâfi gelir. Ama onu diri olarak tasadduk ederse kâfi değildir. Kurbanı kestikten sonra yerse, yediğini öder. Kurbanın bütün etini tasadduk etmek caiz olduğu gibi; sadece yediğinin kıymetini bir fakire vermesi de caizdir. Bahır.
«Velev zımmi olsun.» Sadakaların verileceği yer bâbında geçmişti ki, fetva İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir. Yani vâcip plan sadakaları zımmîye vermek doğru değildir.
«Fitrede olduğu gibi» sözünden anlaşılan teşbih, sadece miktardadır. Başka hususta değildir. Nitekim Zeylâî ve başkaları bu kavil üzerine hareket etmişlerdir. Binaenaleyh Bahır'daki "Burada ibaha kâfidir." sözü vârit değildir. Nitekim ileride gelecektir. Bunu Nehirsahibi söylemiştir.
«Veya çoğu kâfi gelmez.» Meselâ vâcip olan miktar üç sâ' olur da, onları iki fakire verir. Hepsini bir fakire vermesi de öyledir. Lâkin ileride bunun açıklandığı görülecektir.
«Verirse sevabına olur.» Yani hepsi en az surette olur. Çok olduğu surette, yarım sâ'dan ziyade olan her fakire tetavvu olarak verilir.
«Oruç tutar...» Gerek orucu, gerekse yiyecek vermeyi musannıf mutlak söylemiştir. Bu gösterir ki bunlar, Harem'de olsun, Harem dışında olsun; gerek ayrı ayrı, gerek peşpeşe verilsin caizdirler. Çünkü her ikisi hakkındaki nass mutlaktır. Bahır.
«Veya baştan bir fakirin yiyeceğinden az olursa...» Meselâ bir kelemne sıçanı veya serçe öldürmüşse o da muhayyerdir. Bahır.
«Onu tasadduk eder.» Yani ilk verdiklerinden başkalarına verir. Lübab şerhi.
«Bahır sahibine uyarak demiştir ki İlh...» Bahır sahibinin İbaresini biz sadaka-i fıtır bâbında tahkik etmiştik. İbare şöyleydi: Mezhebe göre yarım sa' buğdayı birkaç fakire dağıtmak caizdir. Caiz olmaz diyen Kerhidir. Burada da öyle olmak gerekir. Burada nass mutlaktır. İtlakı üzerine bırakılır. Ama fitre gibi bir fakire vermesi caiz olmaz. Çünkü adet nassan beyan edilmiştir. Bu sözün hasılı şudur: Yarım sâ' buğday birkaç fakire dağıtıldığı vakit; nass mutlak olduğu için, bir de fitreye kıyasen Bahır sahibi cevazı tercih etmiştir. Ancak vâcip olan miktarın hepsini bir fakire verirse caiz olmaz. Çünkü âyet-i kerimede, birkaç fakirin yiyeceği buyrulmuştur.
Bu suretle bildirilen adet ortadan kalkar. Lâkin âşikârdır ki dağıtmanın caiz olması, umûmiyetle mezhebin kitaplarına muhaliftır. Şu da var ki, mutlak olan nass şeriatta malûm olana yorumlanır. O da yarım sâ'ı bir fakire vermektir.
«Burada mübah kılmak da kâfidir.» Yani fitre buna muhaliftir. Nitekim geçti. Lübab şarihi diyor ki: « Bu Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Ebû Hanîfe'den iki rivayet vardır. Esah rivayete göre O Ebû Yusuf'la beraberdir. Ama bu hilâf, eziyetten dolayı tıraş kefareti hakkındadır. Av kefaretine gelince: Onu ibaha yoluyla yedirmek hilâfsız caizdir. Fakirler için vâcip miktarı yiyecek yapar ve onlara yedirir. Bunun miktarı, akşam-sabah iki doyurucu yemeği bitirecek kadardır. Sabah yemeğini verir de koyunun kıymetini öderse; yahut bunun aksini yaparsa caizdir. Müstehap olan, yiyeceğin katıklı olmasıdır. Ama buğday ekmeğinde katık şart değildir. Başka ekmeklerde ihtilâf edilmiştir.» Tamamı Lübab şerhindedir. Fakirler, kendilerine vâcip miktarı yapılan yemekle  doymazlarsa, acaba onları doyuruncaya kadar ziyade vermesi lâzım gelir mi? Zâhire bakılırsa evet lazımdır.
«Kıymetini vermek gibi...» Yani her fakire buğdaydan yarım sâ' (blr fitre tası) miktarın kıymetini verir. Bundan daha az vermesi caiz değildir. Nitekim Ayn'da beyan edilmiştir. Bahır. Lâkin nassan bildirilen miktarın, kıymet itibariyle bir kısmını bir kısmının yerine vermek caiz değildir. Hattâ iyi buğdaydan yarım sâ'ı, orta buğdaydan bir sâ' yerine; yahut yarım sâ' buğday kıymetini bulan veya daha çok olan yarım sâ' kuru hurma vermesi muteber değildir. Belki verdiği kendi namına geçer. Ve kalanı tamamlaması lâzım gelir. Lübab şerhi.
Ben derim ki: Nassan bildirilen buğday, arpa ve bunların unu ile kavrulmuşları, kuru hurma ve kuru üzümdür. Mısır, fasulye ve mercimek gibi şeyler bunun hilâfınadır. Bunlar ancak kıymet itibariyle caiz olur. Ekmek de öyledir. Sahih kavle göre yarım sâ' ağırlığında ekmek vermek caiz değildir. Nitekim Lübab şerhinde beyan edilmiştir.
METİN
Burada bütün yiyeceği bir fakire vermek de caiz değildir. Fitre bunun hilâfınadır. Çünkü adet nassan bildirilmiştir. Nitekim cezanın lehine şehadeti kabul edilmeyen kimseye verilmesi de caiz değildir. Aslı gibi ki, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın kendisine verilmek caiz olmadığı gibi; fer'ine, ne kadar aşağı inerse insin kocanın karısına, ve karının kocasına da caiz değildir. Her vâcip sadakada hüküm budur. Nitekim zekâtın sarfedileceği yerler bahsinde geçmiştir. Avı yaralamak, tüyünü yolmak ve bir uzvunu kesmekle şayet ıslah kasdetmediyse kıymetinden azalttığı miktarı ödemesi vâcip olur. Islah kasdederse, meselâ bir güvercini kediden veya kapana tutulmaktan kurtarmak arzusuyla yaralar veya yolarsa, ölse bile birşey lâzım gelmez. Tüyünü yolmakla ve kendini koruyamayacak derecede bacaklarını kesmekle ve cılk olmayan yumurtasını kırmakla kıymeti vâcip olur.
İZAH
«Burada bütün yiyeceği bir fakire vermek de caiz değildir.» Lübab şarihi diyor ki: «Altı fakirin yiyeceğini bir günde bir defada veya birkaç defada bir fakire verse, ne hüküm verileceği hususunda bir rivayet yoktur. UIema bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Ekserisine göre, yalnız biri namına caiz olur. Fetva da buna göredir.»
«Bir günden» sözüyle, bir kişiye altı günde her gün yarım sâ' olmak üzere vermekten ihtiraz etmiştir. Çünkü bize göre bu caizdir. Nitekim onu evvelce açıklamıştı. Âşikârdır ki, "bir fakir" sözü kayıt değildir. Hatta bütün yiyeceği iki fakire verse, yalnız iki fakir namına kâfidir. Geri kalan nâfiledir.
«Lehine şehadeti kabul edilmeyen kimseye verilmesi caiz değildir. »
Bahır sahibi bu ifadeyi bırakarak, "Aslına ilh... veremez." tabirini kullanmış ve, "Evla olan budur." demiştir. Onun için musannıf kendisine tâbi olmuştur. Lâkin şarih buna muhalefet etmiştir. Çünkü onun ifadesi daha kısa ve daha zâhirdir. Çünkü memlûküne de şâmildir, şerîk ile de nakzedilemez. Çünkü şerîkin şahitliği kabul edilmemesi mutlak değil, aralarında ortak maldır.
«Nitekim zekâtın sarfedileceği yerler bahsinde geçmişti.» Orada, "Aralarında çocuklar veya karı-kocalık bulunanlara da verilemez." demişti. Bunu bu bâbda da zikretmesi, hükmün her vâcip sadakada bu olduğunu göstermek hususunda açıktır.
«Avı yaralamakla ilh...» cümlesini katlden sonra zikretmesi, avın bu yaradan ölmediğini gösterir. Şayet av kaybolur da ölüp ölmediği bilinmezse, istihsana göre ihtiyaten bütün kıymeti lâzım gelir. Nitekim bir kimse Harem'den bir av tutsa da sonra onu salsa ve Harem'e girip girmediğini bilmese, istihsanen bütün kıymetini verir. Muhit. Avın yarası iyileşir de eseri kalmazsa ceza sâkıt olmaz. Bedâyi. Muhit'te bunun hilâfı zikredilmiştir. Bahır sahibi birinciyi zâhir görmüş, Lübab sahibi ise ikinci kavle göre amel etmiştir. Nehir sahibi de onu kuvvetli bulmuştur.
«Kıymetinden azalttığı miktarı ödemesi vâcip olur» Ava evvelâ sağlamken, sonra yaralıyken kıymet biçer ve iki kıymetin ortasıyla bir hedy kurbanı satınalır, yahut oruç tutar. Bunu Tahtâvî "Kuhistânî'den nakletmiş; "Ama bu yara ve benzeri onu korunamaz hale getirmediğine göredir. Aksi takdirde bütün kıymetini öder." demiştir. Kefaret vermeden, yara avı öldürürse, yalnız kıymetini öder, yaranın getirdiği noksan sâkıt olur. Nitekim Fetih sahibi Bedâyi'ye uyarak bunu tahkik etmiştir. Bahır'ın Muhit'ten naklettiği bunun hilâfınadır. Meselenin tamamı benim Bahır üzerine yazdığım hâşiyededir.
«Kendini koruyamayacak derecede» tabirini Dürer'e uyarak kullanmıştır. Çünkü tüy ve bacaklardan murad cinsleridir ki, azına da şamildir. Şüphesiz ki bütün kıymetin lâzım gelmesi için bütün tüyleri yolmak ve bütün bacakları kesmek şart değildir. Murad, korunamayacak hale getirmektir.
«Cılk olmayan» bozuk olmayan mânâsınadır. Bununla kayıtlaması, cılk bir yumurta kırarsa bir şey lâzım gelmeyeceği içindir. Çünkü yumurtayı ödemesi yumurta olduğu için değil; av olabilmek imkânından dolayıdır. Bozuk yumurtada bu imkân yoktur. Velev ki kabuğunun devekuşu yumurtası kabuğu gibi kıymeti olsun. Kirmânî'nin söylediği bunun hilâfınadır. Çünkü ihramlı, kabuğuna dokunmaktan men edilmemiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır.
METİN
Yumurtayı kırmakla ölü yavru çıkması, ihramlı olmayan bir kimsenin Harem'in avını kesmesi, sütünü sağması, otunu ve ağacını kimsenin milki ve korusu olmaksızın kesmesi - ki maksat kendiliğinden bitendir. Birinin milki olup olmaması müsavîdir. Hatta derler ki: Mülkünde dikenağacı biter de bir insan onu keserse, sahibine ödemesi gerekir. İmameyn'in müftabih olan "Harem'in yeri milk edinilebilir" sözlerine göre, ikinci bir kıymetini de şeriat hakkı için öder. her birinin kıymetini ödemesini gerektirir. Korusu olmaksızından murad, insanların yetiştirdikleri cinsinden olmamaktadır. İnsanların yetiştirdikleri cinsinden olursa, bir şey ödemesi gerekmez. Kökünden çıkarılmış ağaç ile, ağaca zarar vermeyen yaprak bu kabildendir. Onun için yemiş ağacını kesmek helâldir. Çünkü yemiş vermesi, onu yetiştirmek yerine tutulmuştur.
İZAH
«Yumurtayı kırmakla ölü yavru çıkması» hususunda Lübab sahibi şöyle diyor: «Eğer yumurtadan ölü yavru çıkarsa, o yavrunun diri kıymetini öder. Yumurta için birşey lâzım gelmez.» "Yumurtayı kırmakla" diye kaydetmesi, başka bir sebeple öldüğünü bilirse yavruyu ödemek lâzım gelmediği içindir. Çünkü bu takdirde ne yavruyu öldürmüş, ne yumurtayı kırmıştır. Yavrunun yumurtayı kırmakla mı yoksa başka bir sebeple mi öldüğünü bilmezse, kıyasa göre yumurtadan başka bir şey ödememek gerekir. Çünkü yavrunun yaşadığı bilinmemektedir. İstihsana göre, yavrunun diri olarak kıymetini ödemesi lâzım gelir. Gâye.
«İhramlı olmayan bir kimsenin Harem'in avını kesmesi ilh...» Bu meseleyi musannıf ileride tekrar edecektir. Biz de sözümüzü orada söyleyeceğiz.
«Sütünü sağması» ile kıymetini ödemesi; süt avın cüzlerinden olduğu içindir. Binaenaleyh kıymeti vâcip olur. Nitekim Nikâye ve Mülteka'da açıklanmıştır. Yumurtasını kırmak ve yaralamak da öyledir. Onları da öder. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Otunu ve ağacını kesmesi...» Nevevî'nin lügat ulemasından nakline göre 'ot' diye terceme ettiğimiz 'haşiş' kelimesi kuru ot mânâsına gelir. Yaş ota Araplar 'Uşp' ve 'hale' derler. Ama fukaha yaş ota do mecazen 'haşiş' derler. Çünkü o da sonunda kurur. Fetih'te, "Şecer, ayakta durup büyüyen otun ismidir. Kurursa 'hatab' ismi verilir." denilmiştir. Musannıf keseni mutlak zikrettiği için, ihramlıya ihramsıza şâmildir. Ağacı kesmekle kayıtlaması, kökünden çıkarılan ağacı ödemek lazım gelmediği içindir.
«Kıymetini öder.» demekle, burada orucun yeri olmadığına ve ödemekle diğer kul haklarında olduğu gibi ağaca mâlik olduğuna işaret etmiştir. Satmak gibi şeylerle ondan faydalanmak mekruhtur. Fakat satınalana mekruh değildir. Tamamı Bahır'dadır.
«Kimsenin milki ve korusu olmaksızın ilh...» Bilmelisin ki Harem'de yetişen ağaçlar ya kuru, yahut kırılmıştır. Ya izhîr (boya otu), yahut başka bir şeydir. Bu söylediklerimizden üçü ödenmez. Nitekim izahı gelecektir. Geri kalanları ya insanların yetiştirdiği cinstendir, yahut değildir. İnsanların yetiştirdiği ise ödenmez. Bu hususta, ekin gibi insanların ektiği cinsten olmakla; diken gibi ekmediği cinsten olmak arasında fark yoktur. İnsanların ekmediği cinsten ise, onu koruyup büyüttükleri takdirde yine bir şey lâzım gelmez. Böyle değilse cezasını öder. Şu halde ceza icabeden nebat; kendi kendine yetişip ekilmeyen, kırık ve kuru olmayan, boya otu dahi olmayandır. Nitekim Bahır'da açıklanmıştır. Ve denilmiştir ki: «Kenz'in sahibi olmayarak» ifadesinden maksat, sahibi olsun olmasın kendiliğinden bitendir. Tâ ki itiraz edilerek, "Bir adamın mülkünde kendisinin yetiştirmediği diken gibi bir ağaç biterse, o da ödenir. Nasıl ki Muhit'te beyan edilmiştir." denilmesin. Nehir sahibinin verdiği cevabın doğruluğu bence zâhir olmamıştır. Bundan dolayı şarih âdeti hilâfına ona tâbi olmamış, Bahır sahibine uymuştur. Yakında şerhte gelecektir.
«Bir insan onu keserse» denilmiş; sahibi keserse ne olacağı zikredilmemiştir. Bu hususta Gâyetü'l-İtkân'da İmam Muhammed'den naklen şöyle denilmiştir: «Harem toprağında bir adamın yerinde biten diken ağacı hakkında İmam Muhammed, "Sahibi onu kesebilir. Ama keserse Allah'ın lâneti olur" demiştir.» Bu sözün muktezası, ceza vâcip olmamasıdır. Fakat bu, yukarıda geçen, "Kendiliğinden biten ve insanların yetiştirdiği cinsten olmayan her nebatın kıymeti ödenir; sahipli olup olmaması müsavidir." ifadesine muhaliftir. Binaenaleyh şeriatın hakkı için bir kıymet ödemesî gerekir. Bunu Nuh Efendi söylemiş; Lübab şarihi ise ödeneceğini kesin dille açıklamıştır.
«İmameyn'in müftabih olan kavline göre» ödenir ise de, İmam-ı Azam'ın kavline göre Harem arazisi vakıftır. Binaenaleyh, "Milkinde biterse" sözü, bu yer hakkında tasavvur edilemez. Bahır. Şu halde O'nun kavline göre yalnız şeriatın hakkı olmak üzere bir kıymet ödenir.
«İnsanların yetiştirdikleri cinsinden olursa, bir şey ödemesi gerekmez.» Çünkü insanların yetiştirdikleri bilittifak korunmaya lâyık değildir. Adeten yetiştirmedikleri ise, yetiştirdikleri ,takdirde âdeten yetiştirdikleri hükmüne girer ve onun gibi olur. Bunun sebebi, başkasının yetiştirdiğine nisbet etmekle Harem-i şerif'e olan tam nisbetinin kesilmesidir. Nitekim Hidâyeve Gâye'de beyan edilmiştir. Şurunbulâliyye.
«Kökünden çıkarılmış ağaç...» Yani ağaç yerden sökülüp de kökleri onu sulamaz olursa, onu kesmekte bir şey yoktur. Lübab.
«Onun için...» Yani insanların yetiştirdiği cinsten olan ağaç ve otda şer'an bir ceza tâzım gelmediği; haram da olmadığı için demektir. T.
«Yemiş ağacını kesmek helâldir.» Yanı velev ki insanların yetiştirdiği cinsten olmasın. Lâkin sahibi varsa, onun rızasına bağlıdır. Razı olmazsa, kıymetini ona ödemek vâciptir. Nitekim bu gizli değildir. T.
«Çünkü yemiş vermesi ilh...» ibaresi, yukarıdaki çünkünün bedelidir. Zira insanların yetiştirdiği cinsten bir ağaç veya nebat kendiliğinden yetişirse, bir şey lâzım gelmemesi, yetiştirdikleri cins gibi sayıldığındandır.
Bu zikredilen sekiz meselede telef edilenin kıymetinin lâzım gelmesi şöyle izah olunur: İlk iki ile beşinci meselede avın kıymeti, üçüncüde yumurtanın, dördüncüde yavrunun, altıncıda sütün, yedincide otun, sekizincide ağacın kıymeti ödenir.
METİN
Meğer ki kurumuş veya kırılmış olsun. Çünkü bunlarda büyüme yoktur. Yahut kuyu kazmak veya çadır kurmakla tutulsun. Çünkü bundan korunmaya imkân yoktur. O tâbidir. İtibar ağacın aslınadır. Dalına, budağına değildir. Gövdenin bir cüzü bütünü gibidir. Bu haram tarafı tercih edildiğindendir. Kuşta muteber olan yeridir. Dal üzerinde bulunur da, av düştüğü vakit Harem içine düşecekse, o Harem'in avı sayılır. Aksi takdirde Harem'in avı değildir. Ayakta duran avın bacakları Harem'de, başı Harem dışında bulunursa, bacaklarına itibar olunur. Bunların bazısı hepsi yerinedir. Başına itibar olunmaz. Ama bu, ayakta durduğuna göredir.Yatmışsa,itibar başınadır. Çünkü bu takdirde ayaklan itibardan sâkıttır. Ve mübah kılanla haram kılan bir araya gelmiştir.
İZAH
«Meğer ki kurumuş veya kırılmış olsun.» Yani onu kesen ödemez. Fakat sahipliyse, kıymetini sahibine öder. Nitekim Lübab şerhinde izah edilmiştir.
«Veya çadır kurmakla tutulsun.» Kendi yürümesiyle veya hayvanının gitmesiyle tutulursa hüküm yine budur. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir.
«O tâbi'dir.» Bazı nüshalarda böyle denilmiştir. Doğrusu, bu kelimeyi, alt yanındaki "Dalına, budağına değildir." sözünden sonra zikretmektir. Nitekim bazı nüshalarda öyle yapılmıştır.
«İtibar ağacın aslınadır ilh...» Bahır'da şöyle denilmektedir: «Dallar, gövdeye bağlıdır. Bu üç kısım olur.
Birincisi; ağacın gövdesi Harem'de, dalları Harem dışında olur. Binaenaleyh dalları kesenkıymeti öder.
İkincisi; bunun aksinedir. Bu takdirde gövdeyle dalların hiçbirinde bir şey ödemez.
Üçüncüsü; gövdenin birazı Harem'de, birazı Harem dışında olur. Bu takdirde dallar ister Harem'de, ister dışında olsun öder.»
«Kuşta muteber olan, yeridir.» Yani ağacın gövdesine değil, kuşun bulunduğu yere bakılır. Çünkü av ağacın gövdesine değil, bulunduğu yere bağlıdır. T.
«Av düştüğü vakit...» Burada kuştan bahsedildiği halde, şarihin ondan 'av' diye bahsetmesi, hükmü umumileştirmek içindir. Çünkü hüküm yalnız kuşa mahsus değildir. H. 
«Aksi takdirde Harem'ln avı değildir» Yani Harem'in dışına düşecekse, Harem dışına ait bir av olur. Dalın bir kısmı dışarıda, bir kısmı Harem içinde olursa, yasak tarafını tercih için hüküm Harem'e göre verilir.Nitekim bu meselenin benzerlerinden de hükmün böyle olduğu anlaşılır. T.
«Bunların bazısı hepsi yerinedir.» Yani ayaklarının bazısı Harem içinde bulunursa, hepsi oradaymış gibi olur ve ceza icabeder. Lübab şerhinde. "Yani ayakların azına çoğuna, Harem'de midir, dışarıda mıdır diye bakmaksızın Harem'dedir hükmü verilir." denilmiştir. T.
«Yatmışsa, itibar başınadır.» Bu sözün muktezası şudur: Avın yalnız başı Harem dışında kalmışsa, o hayvan Harem dışı avıdır. Sirâc'da bu açıkça beyan edilmiştir. Lâkin şarihin, "Mübah kılanla haram kılan biraraya gelmiştir." demesi, Harem'in avı olmasını gerektirir. Çünkü kaide haram kılanı tercih etmektir. Bahır'ın ibaresi, bu söylediğimiz mânâda açık gibidir. Keza Lübab'ın, "Harem dışında yatar da, bir cüzü Harem içinde bulunursa, Harem avı sayılır." sözü de böyledir. Lübab şarihi Aliyyü'lKâ-ri, "Hangi cüzü olursa olsun." demiştir. Kirmânî de şunları söylemiştir:
«Hayvan Harem dışında yatar da başı Harem içinde kalırsa öder. Çünkü itibar başınadır.» Bu söz, hayvanda muteber olan cüz yalnız başmış mânâsını îham etmektedir. Halbuki öyle değildir. Hayvan ayaklarının üstünde durmazsa, atılmış bir şey hükmündedir. Burada helâlla haram bir yere gelmiş olur ve ihtiyaten haram tarafı tercih edilir. Bedâyi'de, "Avda hayvanın ayakları, ancak onların üzerinde durduğu vakit muteberdir. Yatarsa bütünü itibara alınır." denilmektedir. Zâhirine bakılırsa bu da, Gâye'de olduğu gibi Harem dışında olmasının, ancak yatarken bütün uzuvlarının Harem dışında kalmasıyla sabit olacağını gösterir. Halbuki öyle değildir. Mebsut'ta, "Uyurken bir cüzü Harem'de kalırsa, o Harem avıdır." denilmektedir. Allah'u a'lem.
METİN
Muteber olan atış halidir. Ancak Harem dışından atar da ok Harem'e geçerse, o zaman istihsanen ceza vâcip olur. Bedâyi. Yumurta veya çekirge pişirir, yahut avın sütünü sağar daöderse yemesi haram olmaz. Satması da caizdir. Ama mekruhtur. Parasını dilerse fidyeye harcayabilir. Çünkü kesilmemiştir. İhramlının hayvan kesmesi yahut Harem'in avı bunun hilâfınadır. Çünkü o lâşedir. Harem'in otunu hayvanına otlatamaz. Orakla da biçemez.
İZAH
«Muteber olan atış halidir.» Yani silah atan kimsede itibar edilecek hal, atış halidir. İmam-ı Azam'a göre merminin ava isabet hali değildir. Hattâ bir Mecusi ava silah atar da mermisi ava varmadan Müslüman olursa, o av yenmez. Müslüman atar da dinden döner, sonra mermi ava isabet ederse, o av yenir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«Ancak Harem dışından atarsa ilh...» Ben derim ki: Lübab'da şöyle ifade edilmiştir: «Harem dışında bir ava silah atar da av kaçarsa, mermi ona Harem içinde isabet ettiği takdirde öder. Harem dışında atar da hayvana Harem dışında isabet ederek Harem'e girer ve orada ölürse, ceza ödemesi gerekmez. Lâkin bu hayvanın yenilmesi helâl değildir. Silahı atan ve av Harem dışında bulunurlar da aralarına Harem'den bir parça girerse, mermi o parçadan geçtiği takdirde birşey ödemesi lâzım gelmez.» Aşikârdır ki şarihin söylediği bu son meseledir. Nitekim akla gelen de budur. Bununla beraber Bahır sahibi dahi kesinlikle burada bir şey lâzım gelmediğini söylemiş; bir istihsan veya kıyastan bahsetmemiştir. O bundan ancak birinci meselede bahsetmiş, evvelâ Hâniyye'den naklen ceza vâcip olduğunu bildirmiş; Mebsut'un ifadesinin birbirini tutmadığını, bir yerde vâcip değil, başka bir yerde vâciptir dediğini ve bu meselenin Ebû Hanife'nin kaidesinden müstesna olduğunu söylemiştir. Çünkü, "Ona göre muteber olan atış halidir. Yalnız bu mesele hassaten müstesnadır." demiştir. Bundan sonra Bedâyi'den naklen, "Vücup istihsandır. Vâcip olmaması kıyastır." diyerek Mebsut'un iki sözünün arasını bulmuştur. Keza Aliyyü'l-Kâri dahi Kirmânî'den naklen bu meselenin ihtiyaten ödemek vâcip olmak hususunda müstesna teşkil ettiğini açıklamıştır. Bundan anlaşılır ki şarih iki meseleyi biribirine karıştırmıştır. Ondan önce bu işi Nehir sahibi yapmıştır. Şarihin sözünü, "Mermi Harem içine geçer de ava Harem'de isabet ederse" mânâsına yorumlamak doğru değildir. Çünkü mermiyi atarken av Harem'de olursa, mesele atış halini itibara almaktan müstesna teşkil etmez. Ve cezanın vâcip olması hem kıyasen, hem istihsanen şüphe götürmez. Halebî'nln Bahır'dan naklettiğini ben Bahır'da görmedim. Şayet mermiyi atarken av Harem dışında bulunur; isabet Harem'de olursa, o zaman "Mermi Harem'e geçerse" ifadesinin bir faydası kalmaz.
«Satması da caizdir.» Bunun benzeri de, Harem'ln otunu biçmek veya ağacını kesmek ve kıymetini ödemektir. Ona mâlik olur ise de satması mekruhtur. Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Çünkü ona şer'an haram olan bir sebeple mâlik olmuştur. Satması mutlak surette caizdir denilirse, insanlar mutlaka emsalini yapmaya yol ararlar. Şu kadar var ki, kerahetle berabersatış caizdir. Av bunun hilâfınadır.» Çünkü ölüyü satmak olur.
«Çünkü kesilmemiştir.» sözü, yenilmesinin ve satılmasının caiz olduğuna illettir. Zira çekirgeyi kesmeye hacet yoktur. Binaenaleyh o lâşe olmaz. Onun için pişirilmeden yenilmesi de mübahtır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten nakletmiştir.
«İhramlının hayvan kesmesi bunun hilâfınadır ilh...» Yani Harem dışından olsun, içinden olsun avlanan bir avı kesmesi bunun hilâfınadır.
«Yahut Harem'in avı» cümlesi, ihramlının hayvan kesmesi cümlesi üzerine atfedilmiştir. Yani ihramlı olsun, ihramsız olsun bir kimsenin Harem avını kesmesi bunun hilâfınadır demektir. Bazı nüshalarda, "Yahut ihramsızın Harem avını kesmesi" denilmiştir ki daha güzeldir. Lâkin ihramsızın Harem avını kesmesi leş hükmündedir, sözü iki kavilden biridir. Nitekim ileride göreceksin.
«Harem'in otunu hayvanına otlatamaz.» Bu Tarafeyn'e göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre caizdir. Çünkü zaruret vardır. Hayvanları ondan menetmek imkânsızdır. Tamamı Hidâye'dedir. Hâşiye yazarlarından biri Burhan'dan naklen O'nun bu kavli te'yîd ettiğini şöyle ifade etmiştir: «Hayvan otlatmaya ihtiyaç, boya otuna olan ihtiyaçtan daha çoktur. Harem'in en yakın hududu dört milden fazladır. Çobanlar oraya çıkıp sonra dönecek olurlarsa, gündüzden hayvanları doyuracak kadar vakit kalmayabilir. Rasulullah (s.a.v.)'in, "Otu biçilmez, dikeni kesilmez" buyurarak, merasının otlatılmamasından bahsetmemesi, caiz olduğuna işarettir. Caiz olmasa beyan ederdi. Bunların arasında müsâvât da yoktur ki, delâlet yoluyla aynı hüküm verilsin. Çünkü kesmek akıllı işi, otlatmak ise hayvan işidir. Hayvanın yaptığı hederdir; insanlar böyle amel edegelmişlerdir. Nassda otlatmanın caiz olmadığına delâlet eden bir şey yoktur ki zarureti itibara almak ona aykırı gelsin. Ot biçmek bunun hilâfınadır.» Lâkin "Otlamak hayvan işidir." demesi söz götürür. Çünkü hayvan kendiliğinden otlarsa, o kimseye bilittifak birşey tâzım gelmez. Hilâf ancak meraya göndermesi hususundadır. Bu gönderene izafe edilir.
METİN
Bundan yalnız izhîr (boya otu) müstesnadır. Harem'in mantarını toplamakta bir beis yoktur. Çünkü o kuru gibidir. Bedeninden bir bit öldürmekte veya atmakta; yahut bit ölsün diye elbisesini güneşe bırakmakta, çekirgede olduğu gibi dilediği miktar sadaka verir. Onda, yani bitde ceza, avda olduğu gibi delâletle vâclp olur. Çekirgenin çoğunda yarım sâ' vermek vâciptir. Çok sayılan miktar üçün üzeridir. Çekirge de bit gibidir. Bahır. Karga öldürmekle bir şey lâzım gelmez. Ancak zâhire göre saksağan müstesnadır. Zâhîriyye. Bahır sahibinin hükmü umumileştirmesini Nehir sahibi reddetmiştir. Çaylak, kurt, akrep, yılan, fare, kuduz köpek, yani vahşî olanı öldürmekle de bir şey lâzım gelmez. Vahşî olmayan köpek iseesasen av değildir. Sivrisinek ve karınca öldürmekle dahi bir şey lâzım gelmez. Lâkin eziyet vermeyen haşeratı öldürmek helâl değildir. Onun içindir ki eziyet vermeyen evcil köpeği öldürmek helâl değildir derler. Köpeklerin öldürülmesi emri neshedilmiştir. Nitekim Fetih'te bildirilmiştir. Yani zarar vermezse öldürülmeyecektir.
İZAH
«Bundan yalnız izhîr müstesnadır. » İzhîr, Mekke'de yetişen güzel kokulu, ince saplı bir nebattır. Bunu tavan tahtasının aralarına koyarlar. Kabirlerde kerpiçlerin aralarını bununla tıkarlar. Bu satırlar kısaca Kuhistânî'den alınmıştır. Hadiste bunun ne suretle istisna edildiği Bahır ve diğer kitaplarda zikredilmiştir.
«Bir beis yoktur.» sözü, burada mübahtır mânâsına kullanılmıştır. Çünkü karşılığında haram zikredilmiştir. Burada o, terki evladır mânâsına değildir. Kârî.
«Bir bit öldürmekte ilh...» ifadesi, gerek doğrudan doğruya öldürmeye, gerekse kasten ölümüne sebep olmaya şâmildir. Nitekim "bit ölsün diye" sözüyle, elbiseyi bıraktığında öldürmeyi kasdetmemekten ihtiraz etmiştir. Meselâ elbisesini yıkar da bit de ölür. Elbisesini çıkarması bedeninden biti gidermek için olur. Hassaten öldürmek için değildir. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir. ' Bir bit 'ten murad, çok olmayandır. İzahı aşağıda gelecektir. Lübab sahibi tafsilât vererek, "Bir bit öldüren bir parça ekmek; iki veya üç öldüren bir avuç buğday; bundan fazlasını öldüren mutlak surette yarım sâ' buğday tasadduk eder." demiştir.
«Çekirge de bit gibidir.» Bahır sahibi diyor ki: «Ben az çekirge ile çok çekirge arasındaki fark hususunda söz eden görmedim. Ama bit gibi olmak gerekir. Üç ve daha az bit öldürürse, istediği kadar sadaka verir. Bundan daha fazla olursa yarım sâ' buğday vermesi gerekir.» Muhit'te de şöyle denilmektedir: «Bir köle, ihramı esnasında bir çekirge öldürür de, bir gün oruç tutarsa çok gelir. İsterse çekirgeleri toplar, birkaç tane olunca, bir gün oruç tutar.» Âşikârdır ki Muhit'in ibaresi, azla çoğun hükmü arasındaki farkı beyan hususunda açıktır. Lâkin orada az miktar ile çok miktar arasındaki fark gösterilmemiştir. Bahır sahibinin ' göremedim' demesi ona yorumlanır. Nehir sahibinin itirazı da bununla defedilmiş olur.
«Saksağan müstesnadır.» Saksağan, akla kara alacalı, bir kuştur. Kâmus sahibi, sesinin 'aynkaf'a benzediğini söyler.
«Bahır sahibinln hükmü umumileştirmesin...» Yani saksağanı da karga gibi saymasını, Nehir sahibi kabul etmemiştir. Bahır sahibi Hidâye'nin, "Saksağana karga denilmez. Çünkü o doğrudan doğruya eziyet etmez." sözüne itiraz etmiş. "Bu iddia söz götürür. Çünkü saksağan dalma hayvanın arka tarafına konar. Nitekim Gâyetü'l-Beyan'da da böyledir." demiştir.
«Nehir sahibi reddetmiştir.» Yani Mi'râc'ın, "Bunu o ekseriyetle yapmaz." ifadesiyle veZahîriyye'nin, "Saksağan hakkında iki rivayet vardır. Zâhire bakılırsa av kuşlarındandır." sözüyle karşılık vermiştir.
«Kuduz köpek» diye kayıtlaması, hadise uymuş olmak içindir. Yoksa kuduz olsun olmasın; ve keza evcil olsun vahşî olsun müsavidir. Bahır.
"Vahşî" kelimesi de, kuduzun tefsiri değil, kaydıdır. H. Yani kuduz, dalayıcı köpektir. Burada murad, fenalığı fazla olan köpektir. Kuhistânî.
«Vahşî olmayan» köpekten murad, ev köpeğidir ki, o zaten av değildir. Binaenaleyh onu istisna etmek mânâsız olur. Lâkin Fetih'ten naklen arzetmiştik ki, köpek mutlak olarak av değildir. Çünkü esasında evcildir. Keza akrep ve ondan sonra zikredilenler de av değildir.
"Lâkin" kelimesiyle yapılan istidrak, mutlak olarak karınca hakkındadır. Çünkü zâhirine bakılırsa, bütün nevilerinin öldürülmesi caizdir. Halbuki onun eziyet vermeyen nevi de vardır. Bu hüküm, bütün eziyet vermeyen hayvanlara âm ve şâmildir. Nitekim ulema bunu birçok yerlerde açıklamışlardır. T.
«Yani zarar vermezse öldürülmeyecektir» Bu cümle, neshin kaydıdır. Bunu Nehir sahibi Mültekât'ın şu sözünden çıkarmıştır: «Bir beldede köpekler çoğalır da halkına zarar verirse, sahiplerine onları öldürmeleri emrolunur. Onlar buna yanaşmazsa, mesele hakime şikayet edilir. Bunu o emreder.»
METİN
Pire, kene, kaplumbağa, pervane, sinek, keler, sarıcaarı, kirpi, çırçır ve hamamböceği, gelincik, bukalemun, kırkayak ve keza bütün yerde yaşayan böcekleri öldürmekle bir şey lâzım gelmez. Çünkü bunlar av hayvanı değillerdir. Ve bedenden doğmazlar. Yırtıcı, yani öldürmekten başka define çare olmayan saldırgan hayvanı öldürmekle dahi birşey lâzım gelmez. Başka bir vesileyle başından uzaklaştırmak mümkün olur da öldürürse, ceza lâzım gelir. Nitekim başkasının malı olsa, kıymeti ne edecekse o kıymeti vermesi lâzım gelir. İhramlı bir kimse koyun kesebilir. Velev ki babası geyik olsun. Çünkü asıl olan anadır. Sığır, deve. tavuk ve ördeği dahi keser. İhramlı olmayan kimsenin avladığını - velev bir ihramlı için avlamış olsun yiyebilir. İhramlı biri göstermemiş. emretmemiş ve yardımda bulunmamış olmak şartıyla, Harem dışında kestiği hayvan helâldir. Bunlardan biri bulunursa, o hayvan ihramsıza helâldir; muhtar olan kavle göre ihramlıya helâl değildir.
İZAH
«Ve keza bütün yerde yaşıyan böcekleri» yerine, "geriye kalan böcekleri" dese daha iyi olurdu.
«Yırtıcı hayvan» ifadesiyle Nehr'in şu sözüne işaret etmiştir: «Bu hüküm yalnız yırtıcıya mahsus değildir. Zira başka hayvanlar da saldırgan olursa, onları öldürmekten dahi bir şeylâzım gelmez. Bunu Şeyhü'l-İslâm söylemiştir. Binaenaleyh tahsis etmese evlâ olurdu. Çünkü rivayetlerde mefhum bilittifak muteberdir.» Lâkin hayvanı, "eti yenilmeyen" diye kayıtlamak gerekir. Çünkü Bahır'da, "Deve insana saldırır da insan onu öldürürse, kaça çıkarsa çıksın kıymetini ödemesi lâzım gelir. Çünkü yırtıcının öldürülmesine izin, hak sahibi tarafından mevcuttur. Hak sahibi de şerîatın sahibidir. Deveye gelince: Onun sahibinden izin alınmamıştır." denilmiştir.
«Saldırgan hayvanı» diye kayıtlaması, yukarıda geçtiği vecihle saldırmayan hayvanı öldürmekle ceza vâcip olacağı içindir; ve bu bir koyunu geçmeyecektir. Bedâyi'de, "Bu, yani bir şey vâcip olmaması ancak doğrudan doğruya ezaya başlamayan sırtlan, tilki vesair yırtıcılar hakkındadır. Ama ekseriyetle doğrudan hücuma geçen arslan, kaplan, pars ve kurt gibi yırtıcıları ihramlı öldürebilir; bir şey ödemesi de lâzım gelmez." denilmiştir. Bazı müteehhirin, bunun Şâfiî'nin mezhebine daha münasip olduğunu söylemiştir. Nehir.
Ben derim ki: Bunu söyleyen İbni Kemâl'dir. Lâkin Fetih sahibi bu bâbın başında Bedâyi'nin sözünü zikretmîş, onu zâhir rivâyette nassan bildirilen kavle mukabil tutmuştur, sonra şunları söylemiştir: «Sonra bunun Ebû Yusuf'tan bir rivayet olarak nakledildiğini gördük. Hâniyye'de, "Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre, aslan, kurt mesabesindedir. Ama zâhir rivayette yırtıcıların hepsi avdır. Bundan yalnız köpekle kurt müstesnadır." deniliyor.»
«Nitekim başkasının malı olsa ilh...» kıymeti kaça çıkarsa çıksın sahibine öder. Yani bir kıymet de Allah için öder ki, o kıymet koyunun kıymetini geçmez. Bahır.
Ben derim ki: Bu, saldırgan olmayan hakkındadır. Saldırgan olursa, biliyorsun Allah hakkı için bir şey vâcip olmaz. Onun için şarih bir kıymeti söylemekle yetinmiştir.
«Velev ki babası geyik olsun.» Bu ifade, anası geyik olursa hükmün başka olacağını gösterir. Zira şarihin gösterdiği sebepten dolayı anası geyik olduğu surette ceza lâzım gelir.T.
«Ev ördeği dahi keser.» Ev ördeğinden murad, evlerde, havuzlarda yaşayandır. Çünkü yaratılışı itibariyle evcildir. Bu kayıt, havada uçan yaban ördeğinden ihtiraz içindir. Zira o avdır. Onu öldürmekle ceza vâcip olur. Bahır.
«Velev bir ihramlı için avlamış olsun.» Yani ihramsız kimse ihramlı için, velev ki onun emri  olmadan avlasın. İhramlı o avdan yiyebilir. İmam Mâlik buna muhaliftir. Nitekim Hidâye'de belirtilmiştir.
«Harem dışında kestiği hayvan helâldir.» Fakat Harem içinde keserse, evvelce söylediği gibi lâşe olur. Lübab'da şöyle denilmiştir: «İhramlı veya ihramsız bir kimse Harem'de bir av keserse, bize göre onun kestiği ölü hükmündedir. Yenilmesi ne ona, ne başkasına helâl değildir. Bu hususta ihramlı, ihramsız müsavidir. Ve avı ister kesen kimse bizzat avlasın, ister başka bir ihramlı veya ihramsız avlasın fark etmez. Harem'in dışında keserse, ihramlı iken kesen kimse borcunu ödemeden veya ödedikten sonra ondan birşey yerse, yediğinin kıymetini öder. Kesenden başkası yerse, birşey ödemesi icabetmez. İhramdan çıkan kimse, Harem'de iken borcunu ödedikten sonra kestiği hayvandan yemiş olsa, yediği için birşey ödemesi lâzım gelmez. İhramlı olmayan bir kimse bir hayvanı avlar da, ona o hayvanı ihramlı biri keserse; yahut ihramlı avlar da onun namına ihramsız keserse, o hayvan lâşedir.»
Lübab şarihi Kârî şöyle diyor: «Bilmiş ol ki, îzah, Bahru'z-Zâhir ve Bedâyi sahipleriyle daha  başka birçok kimseler, ihramsız kimsenin Harem avını kesmesinin onu ölü hükmüne sokacağını açıklamışlardır. Cezasını verse bile o avın yenmesi helâl olmayacağını söylemişler; hilâftan bahsetmemişlerdir. Kâdıhan'ın beyanına göre. bu avdan yemek tenzihen mekruh olur. İhtilâfu'l-Mesâil adlı kitapta bildirildiğine göre, ulema ihramsız bir kimsenin Harem'de kestiği av hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, Şâfiî ve Ahmed yenilmesinin helâl olmayacağını söylemişlerdir. Ebû Hanîfe'nin ashabı ise ihtitâf etmiş; Kerhî o avın ölmüş hükmünde olduğunu. diğerleri ise mübah olduğunu söylemişlerdir.»
«Muhtar olan kavle göre» sözü, "İhramlıya helâl değildir." ifadesine râcîdir. Tahâvî'nin rivayeti budur. Cürcânî, "Haram değildir." demişse de, Kudûrî bunun hata olduğunu söyleyerek Tahâvî'nın rivayetine itimat etmiştir. Fetih ve Bahır.
METİN
İhramsız bir kimse Harem'in avını keserse, kıymeti vâcip olur. Ve onu tasadduk eder. Oruç tutması kâfi değildir. Çünkü bu. kefaret değil garamet (borç)tir. Hattâ kesen ihramlı olsa, kendisine oruç kâfi gelir. ' Keserse' diye kayıtlaması, yalnız gösterdiği takdirde günahtan başka birşey lâzım gelmediği içindir. Bir kimse - velev ihramsız olsun - Harem'e girer veya mikât dışında olsun ihramlanır da elinde avın hakikatı yani yabancısı bulunduğu halde Harem'e girerse, salıvermesi vâciptir. Yani ya uçurması, yahut emanet olarak Harem dışına salıvermesi gerekir. Kuhistânî.
İZAH
«İhramsız bir kimse Harem'ln avını keserse» cümlesi tekrarlanmıştır. Şu kadar var ki, musannıf bu tekrarı, "Oruç tutması kâfi değildir." diyebilmek için yapmıştır. T. Kesmekten muradı, itlâftır. Velev ki buna tecavüz yoluyla sebep olsun. Haremi Şerif'e bir şahin sokar da Harem'in güvercinini öldürürse ödemez. Çünkü kendisi bir vâcibi eda etmiş, avlanmak istememiştir. Binaenaleyh bu sebepte tecavüz değildir. Bilâkis memurdur. Bahır.
«Oruç tutması kâfi değildir.» Yalnız orucu bildirmekle yetinmesi, hedy kurbanı caiz olduğunu anlatmak içindir. Zâhir rivayet de budur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Lübab'da şöyle denilmektedir: «Eğer kıymeti hedy kurbanına varıyorsa, dilediği takdirde onunla hedykurbanı satın alır. Dilerse yiyecek satın alarak tasadduk eder.» Nitekim geçmişti. Burada hedy kurbanının caiz olması, kesilmezden evvel kıymeti avın kıymeti kadar olmak şartıyladır. Kestikten sonra avın kıymeti kadar olması şart değildir. Oruca gelince: Harem'in avı hakkında ihramsıza caiz değil, ihramlıya caizdir.
«Çünkü bu garamettir.» Zira mahal yani av olması itibariyle ödeme bunda yapılır. Binaenaleyh mal borcu gibi olur. İhramlı bunun hilâfınadır. Çünkü onun ödemesi fiilin cezasıdır; mahallin cezası değildir. Oruç buna elverişlidir. Çünkü kefarettir. Bahır.
«Yalnız gösterdiği takdirde...» Yani ihramsız bir kimsenin velev ki ihramlıya olsun avı göstermesiyle günahtan başka bir şey tâzım gelmez. İhramlının göstermesiyle ihramsızın göstermesi arasında fark şudur: İhramlı ihrama girmekle kimseye sataşmayacağını iltizam etmiştir. Avı gösterince bu iltizamı terketmiş olur ve öder. Nasıl ki emanetçi hırsıza emanetin bulunduğu yeri gösterirse o vediayı öder. İhramsız olan kimse bir iltizamda bulunmamıştır. Binaenaleyh göstermekle kendisine ödemek lâzım gelmez. Nasıl ki ecnebi bir kimse hırsıza birinin malını gösterse ödemez. Bahır.
«Velev ihramsız olsun» kaydını Mecmau'l-Enhur sahibi dahi koymuş ve şöyle demiştir: «Bununla kayıtlamamız, Harem'e girme kaydının faydası anlaşılsın diyedir. Çünkü ihramlının avı salması, Harem'e girmeye bağlı değildir. Mücerret ihramlanmakla bu ona vâcip olur. Nitekim Islah ve diğer kitaplarda izah edilmiştir. Böylece, "ihramlı olsun olmasın" diyenlerin sözünün zayıf olduğu meydana çıkar.» Bu izaha göre, "velev mikât dışında olsun" ifadesinin yerine, "kendisi mikât dışında olduğu halde" denilmek gerekir. H. Hâsılı sözümüz, mikât dışında ihramsız olup da, ihrama yahut Harem'e girmek isteyen fakat elinde bir av bulunan kimse hakkındadır. O kimsenin bu avı salıvermesi vâciptir. Lübab ve şerhinde şöyle denilmektedir: «Bilmelisin ki av üç şeyle emniyette olur. Bunlar; ya avcının ihramlanması, ya Harem'e girmesi, yahut avın Harem'e girmesidir. Mikât dışında yahut Harem'de bir av tutar da kendisi ihramlı bulunursa; yahut Harem'de av tutar da kendisi ihramsız bulunursa, o ava mâlik olamaz. Onu salıvermesi vâcip olur. Av elinde veya kafesindeymiş yahut evinde bulunuyormuş farketmez. Onu salıvermez de hayvan helâk olursa, kendisi ihramlı olsun ihramsız olsun ceza ödemesi icabeder.»
«Salıvermesi vâciptir.» Bahır sahibi bunun bilittifak vâclp olduğunu söylemiştir.
«Yani ya uçurması» yerine ' salıvermesi ' dese daha şumüllü olurdu. Ve vahşî hayvanları da ifade ederdi. Çünkü bu hüküm yalnız kuşlara mahsus değildir. H. Musannıfın bu sözü mutlak söylemesi. o hayvanı ihramsızın ihramsızdan gasbedip sonra gasbedenin' ihramlanması haline de şâmildir. Çünkü böylesinin de o hayvanı salıvermesi lâzımdır, sahibine de kıymetini öder. Hayvanı sahibine iade ederse borçtan kurtulur, ama ceza lâzımdır. Dirâye'deMünteka'ya nisbet edilerek böyle denilmiştir. Nehir. Fetih sahibi diyor ki: «Bu bir luğzdur ve şöyle denilir: Hangi gâsıptır ki aldığını geri vermemesi vâcip olur. Bilâkis verirse bu sebeple ödemesi icabeder.»
«Yahut emanet olarak Harem dışına salıvermesi gerekir» Bu cümle, avı salmanın tefsiri hakkında ikinci bir kavildir. Bunu Kuhistânî birinci kavli hikâye ettikten sonra zikretmiş ve Tuhfe'ye nisbet eylemiştir. Buna göre gâsıp meselesi müşkil kalır. Çünkü ona, aldığını sahibine iade etse bile ceza lâzım geliyor. Şu da var ki, avı almaya gönderilen adam onu alırken Harem'dedir. Şu halde gâsıp gibi onu salıvermesi ve kıymetini sahibine ödemesi lâzım gelir. Nitekim Tahtâvî böyle demiştir. Keza İbn-i Kemâl kendisine itiraz etmiş; "Vedia alanın eli, vedia verenin eli gibidir." demiştir. Lâkin bu sözü Nehir sahibi Fevaidü'z-Zahîriyye'nin şu ifadesiyle reddetmiştir: «Hizmetçisinin eli onun yükü gibidir.»
Hâsılı yasak olan, avın hakikaten elinde bulunmasıdır. Emanetçinin elinde bulunması onun hakiki eli değildir. Bilâkis yükündeki veya kafesindeki yahut hizmetçisindeki eli gibidir. Lâkin buna da yukarıda Tahtâvî'den nakledilen itiraz vârit olur. Ama şöyle cevap verilebilir: «O kimsenin avı Harem'in kenarından dışarıda olan bir kimseye vermesi mümkündür, yahut onu kafes içinde gönderir.» Sonra bil ki ulemanın sözlerinden anlaşılan, bu iki kavlin yalnız ikinci meseleye ait olduğudur. İkinci mesele, bir kimse Harem dışında ihrama girer de elinde bir av bulunursa meselesidir. Birincide, yani Harem'e elinde av olduğu halde girmesi meselesinde, o kimseye vâcip olan, onu salıvermektir. Çünkü Hidâye sahibi, "Onu orada yani Harem'de salıvermesi icabeder." demiştir. Meselenin ta'lîlinde de şunları söylemiştir: «Harem'de bulununca, Harem'in hürmetine tecavüz etmemek vâciptir ve hayvan Harem'in avı olur.» Yukarıda Lübab'dan naklettiğimiz "Av üç şeyle emniyette olur..." ifadesi de böyledir. Keza Lübab'ın, "İhramlı veya ihramsız bir kimse dışarısının avını Harem'e soksa, bunun hükmü Harem'in avı hükmü gibi olur." ifadesiyle, musannıfın aşağıda gelen, "yırtıcı olursa ilh..." sözü dahi böyledir. Çünkü yırtıcı kuşu Harem'e soktuktan sonra emanet etmesi caiz olsa da, âdeti avı öldürmek olduğunu bilip dururken onu salıvermesi caiz değildir. Lübab sahibinin, "Harem'in avını tutar da Harem dışına salarsa, sağsalım Harem'e eriştiği bilinmedikçe ödemekten kurtulamaz. O halde emanet bırakmakla nasıl kurtulur." sözü de öyledir.
METİN
Hayvanı salıvermesi, onu zayi etmeyecek şekilde olmalıdır. Çünkü hayvanı başıboş salıvermek haramdır. Câmiu-'lFetevâ'nın kerahet bahsinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse avcıdan birkaç serçe satın alarak onları âzâd etse, eğer, "Bunları kim tutarsa onun olsunlar" derse caizdir. Âzâd etmekle milkinden çıkmazlar. Bazıları, "Caiz olmaz. Çünkü bu malı zayi etmektir." demişlerdir.»
Ben derim ki: O zaman uçurmak mübah kılmakla kayıtlanır.
İZAH
«Hayvanı salıvermesi onu zayi etmeyecek şekilde olmalıdır.» Bu
cümlenin tefsiri, ondan önce geçen cümledir. Evlâ olan, o cümleyi bundan sonraya bırakmaktı. Nasıl ki Mülteka üzerine yazdığı şerhte böyle yapmış; "Meselâ onu emanet bırakır. yahut kafes İçinde gönderir." demiştir.
«Cami'ul-Fetevâ'nın kerahet bahsinde ilh...» ibaresi, buradan başlayarak musannıfın aşağıda gelen "vâcip değildir" sözüne kadar bazı nüshalardan düşmüştür. Hâsılı şudur: Avı âzâd etmek, yani elinden salıvermek, tutan kimseye mübah kılmak şartıyla caizdir. Bu söz, "Çünkü hayvanı başıboş salıvermek haramdır." ifadesinin kaydıdır.
Bazıları, "Caiz olmaz; yani âzâd etmesi mutlak surette caiz değildir." demişlerdir. Nitekim  başıboş bırakmanın haram olduğunu mutlak söylemesinden de bu anlaşılır. Çünkü tutana mübah kılarsa da ekseriyetle o hayvan kimsenin eline geçmez. Ve başıboş olarak kalır. Bu da malı zayi etmek demektir.
«Âzâd etmekle milkinden çıkmazlar.» sözünün iki mânâya ihtimali vardır. Birincisi; o hayvanı kimse tutmadan sahibinin milkinden çıkmaz. Mübah kıldıktan sonra birisi tutarsa, ona mâlik olur. Nitekim Muhtarâtü'n-Nevâzil'in ibaresi de bunu ifade etmektedir. ikincisi; hayvan mutlak surette milkinden çıkmaz. Çünkü meçhule temlik mutlak surette sahih değildir. Yahut mâlûm bir kavme derse sahih olur. Çünkü Hidâye'den naklen Bahır'ın lükata bahsinde şöyle denilmektedir: «Lükata (bulunan mal). bir çekirdek ve bir nar kabuğu gibi sahibinin aramayacağı bilinen bir şeyse. onu bırakmak mübah kılmak mânâsına gelir. Ve ilân etmeden ondan istifade caizdir. Lâkin mâlikinin milkinde kalır. Çünkü meçhule temlik sahih değildir. Bezzazîye'de beyan edildiğine göre, sahibi onu alabilir. Meğer ki onu atarken mâlûm bir kavmi kastederek, "bunu kim alırsa onun olsun" demiş olsun. Serahsî bu tafsilden bahsetmemiştir.» Binaenaleyh avı âzâd etmek de böyle olmak gerekir. Ve mübah kılmanın faydası, o mal sahibinin milkinde kalmakla beraber ondan istifadenin helâl olmasıdır. Lâkin Tatarhâniyye'nin lükata bahsinde şöyle denilmiştir:«Bir kimse anklığından dolayı kıymeti kalmamış bir hayvanı terk eder de bırakırken kimseye mübah kılmazsa, onu biri alarak ıslah ettiği taktirde, kıyasa göre yere atılmış nar kabukları gibi hayvan alanın malı olur. İstihsana göre ise, sahibinin malıdır. İmam Muhammed, "Çünkü biz buna hayvanda cevaz verirsek, hasta olarak sokağa atılan kıymetsiz cariyede de cevaz vermeliyiz. Bu takdirde onu bir adam alır, nafakasını verir, ortada satış, bağış, miras ve sadaka gibi bir şey olmaksızın onunla cima eder veya milki olmadığı halde onu âzâd eder ki, bu çirkin bir iştir." demiştir.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Sözün muktezası şudur ki: Hayvandan geri kalan kabuk gibi şeyleri atmak, açık söylemeden mübah kılmakla olur. Bunlar alanın milkine girer. Hayvan öyle değildir. Bulana mübah olsun demedikçe, bulan kimse ona mâlik olamaz. Bu, Bahır'dan naklettiğimizin hilâfınadır. Muhtârâtu'n-Nevâzil'in sözü buna göre değerlendirilir. Az ileride üçüncü bir kavil gelecektir ki, o da şudur: «İhramlı olmayan bir kimse avı salarsa, bu mübah kılmak olur. Çünkü onu ihtiyarı ile salmıştır. Binaenaleyh nar kabukları gibi olur.»
«O zaman...» Yani avı âzâd etmek ancak "Tutan kimseye mübah olsun!" demesiyle caiz olunca, salıvermek diye tefsir edilen uçurmak, mübah kılmakla kayıtlanır. Bunu Mi'râc'ın şu sözü de te'yid eder: «Elinde bulunursa, onu zayi olmayacak şekilde salıvermesi gerekir. Çünkü hayvanı başıboş bırakmak gibi avı da salıvermek mendup değil, bilâkis haramdır. Meğer ki onu otlamak için salsın yahut tutanlara helâl kılsın. Zahîriyye' nin fevaid bahsinde de böyle denilmiştir.» Mi'râc sahibi bundan sonra, "O şekilde salmalıdır ki, hayvan zayi olmamalıdır. Meselâ onu evine bırakmalı, yahut ihramsız bir kimseye emanet etmelidir." demiştir. Lâkin Kuhistânî'den naklen arzettiğimiz iki kavlin, salıvermeyi tefsirinden zâhir olan şudur: Eğer salıvermeyi uçurmakla tefsir ederse, mübah kılmak kaydına hacet yoktur. Çünkü Kuhistânî, salıvermek vâciptir diyor. Bu, memnu olan başıboş salıvermek mânâsına değildir. Salıvermeyi emanet etmek mânâsına tefsir eden, sanki şöyle demiş gibidir: «Hayvana, avlamak için saldırmayı önleyecekse, o takdirde milki zayi eden uçurmaya hacet yoktur. Zira onsuz da zaruret giderilmiştir.» Bundan dolayıdır ki Kâdıhân Câmi şerhinde şunları söylemiştir: «Av elinde iken ihrama girerse, onu salıvermesi icabeder. Lâkin zayi olmayacak şekilde salmalıdır. Çünkü vâcip olan, hakikaten elden çıkarmakla ona saldırmayı önlemektir. Milki iptal ile önlemek değildir.» Mübah kılmanın zayi olmayı önleyeceğini kabul etmiyoruz. Çünkü avda ekseriyetle görülen hal, salıverildiği zaman ikinci defa avlanmamaktır. Binaenaleyh milki zayi olarak kalır. Başıboş salmak da caiz değildir. Mutlak surette salıvermek ancak ihram halinde avladığı hayvan hakkında vâciptir. Nitekim geçti. Çünkü ona mâlik olmamıştır. Binaenaleyh burada milki zayi etmek yoktur. Bana zâhir olan budur. Buraya kadar arzettiklerimizden anladın ki, bütün bunlar bir av tutup da sonra ihrama girdiğine göredir. Harem'e av elinde olduğu halde girerse, onu uçurmak mânâsına salıvermesi lâzım gelir. Emanet bırakmaya hakkı yoktur. Çünkü Harem'in avı olmuştur.
METİN
Muhtârâtü'n-Nevâzil'in kerahet bahsinde de şöyle deniliyor: «Bir kimse hayvanını başıboş bırakır da, başka biri alarak onu ıslah ederse, hayvanı salarken, "bunu kim yakalarsa onun  olsun" derse, sahibinin onu geri almaya hakkı yoktur. Ama "benim buna ihtiyacım yok" derse, geri alabilir. Söz, yeminiyle beraber onundur.» Av, evinde veya kafesinde ise, salıvermesi vâcip değildir. Çünkü bu hususta yaygın âdet vardır. Bu da delillerden biridir. Velev ki kafes elinde olsun. Buna delil; abdestsiz bir kimseye, "Mushafı kılıfıyla ol!" sözüdür. Bu salıverme ile av milkinden çıkmaz. Binaenaleyh Harem dışında onu yakalayabilir. Ve onu orada yakalayan bir insandan da geri alabilir. Çünkü milkinden çıkmamıştır. Ona ihramsızken mâlik olmuştu. İhramlıyken yakalaması bunun hilafınadır. Sebebi ileride gelecektir. Çünkü onu kendi isteğiyle solmamıştır.
İZAH
«Onu ıslah ederse» tabiri, görünüşe göre kayıt değildir. Çünkü temlikte asıl olan ibâhadır. Ama şöyle denilebilir: «Bununla kayıtlaması, yakalanmasına mâni olmak içindir. Çünkü "kim yakalarsa onun olsun" sözü bağış yerine geçer. Islah, bu bağıştan dönmeyi meneden bir ziyadedir. Ama onsuz da dönebilir. Çünkü mâni yoktur.» Böyle düzeltmelidir. T.
«Söz, yeminiyle beraber onundur.» Yani o hayvanı kimseye mübah kılmadıysa, söz mâlikindir. Çünkü temliki ibâha ettiğini inkâr etmektedir. Yakalayan şahit getirir. Yahut yeminden çekinirse, hayvan yakalayanın olur. Bunu Tahtâvî, Bahır'ın lükata bahsinden nakletmiştir.
«Av, evinde veya kafesinde ise, salıvermesi vâcip değildir.» Yani onu ihram halinde avlamadıysa hüküm budur. Fakat ihram halinde avladı ise, salıvermesi bilittifak lâzımdır. Mi'râc.
«Yaygın âdet vardır.» Hem de Ashab zamanından şimdiye kadar devam edegelmiştir ki murad, Tâbiin ile onlara tâbi olanlardır. Bu zevat, evlerindeki kümeslerde, güvercinler, tavuklar ve kuşlar olduğu halde ihramlanagelmişler, bu hayvanları salmamışlardır. Bu da bir delildir ve elinde bulundurmadan milkinde devam ettirmeye delâlet eder. Bu, memnu olan sataşma değildir. Fetih.
«Velev kî kafes elinde olsun.» Yani hizmetçisiyle yahut yükünde olsun. Mi'râc. Bazıları, "Kafes elindeyse, o hayvanı salması lâzımdır. Lâkin zayi olmayacak şekilde salmalıdır." demişlerdir. Hidâye. Ama bu kavil zayıftır. Nitekim Nehir'de açıklanmıştır. Halebî diyor kı: «Zâhire göre bunun misali, avın boynunda bağlı bulunan ipin elinde bulunmasıdır.»
«Buna delil ilh...» O kimse, eliyle kılıfı almakla mushafı eline almış olmaz. Kafesi eline almakla da öyledir. Kuşu eline almış sayılmaz.
«Onu Harem dışında yakalayandan geri alabilir.» Harem'de yakalayandan ise evleviyetle geri alır. Çünkü o av sahipsiz iken yakalayan ona mâlik olamazsa, sahipliyken evleviyetle mâlik olamaz.
«Çünkü milkinden çıkmamıştır.» Evlâ olan, bu cümleyi atarak ikinci ta'Iil ile yetinmektir. Çünkü bu musannıfın söylediğinin aynıdır. T.
«Ona ihramsızken mâlik olmuştu» cümlesi, avın milkinden çıkmamasının illetidir. Bunun mefhumu, "İhramlıyken mâlik olsaydı milkinden çıkardı." şekline girer. Halbuki ihramlı kimse ava mâlik olmaz. Şu halde, "Çünkü onu kendisi ihramsız iken yakalamıştır." dese daha güzel olurdu.
«Sebebi ileride gelecektir.» Yani musannıf, "Ava ihramlı kimse mâlik olamaz. ilh..." diyecektir.
«Kendi isteğiyle salmamıştır.» Bazı nüshalarda böyle denilmiştir. Yani çünkü şeriat kendisine salıvermeyi ilzam etmiştir. Binaenaleyh şer'an buna muztar ve mecburdur demektir. Bu cümleyi 'vav'la atfetse münasip olurdu, çünkü yakalarsa cümlesinin ikinci illetidir. Gerçekten Timurtâşî de bununla illetlendirmiştir. Nitekim Fetih sahibi bunu ona nisbet etmiş ve şöyle demiştir: «Bu gösterir ki, o avı ihramsız olarak salıverse ibâha olur.» Yani onu yakalayandan geri alamaz. Velev ki salarken "yakalayana mübahtır" diye açıklamasın. Çünkü buna mecbur değildir. Binaenaleyh mücerret salıvermesi, nar kabuklarını atmak gibi mübah kılmak olur. Nitekim yukarıda arzettik.
METİN
Hayvan, şahin gibi yırtıcı olur da Harem'in güvercinini öldürürse, bir şey ödemesi gerekmez. Çünkü vazifesini yapmıştır. O avı satarsa, satılan bâki kaldığı takdirde onu iade  eder. Aksi takdirde ceza vermesi gerekir. Çünkü Harem ile ihramın hürmeti avın satılmasına mânidir. İhramsız bir kimse bir avı yakalar da arkacığından ihrama girerse, avı salan öder. Hükmü elinden salarsa bilittifak; hakiki elinden salarsa. İmamı Azam'a göre öder. İmameyn buna muhaliftir. İmameyn'in kavli istihsandır. Nitekim Burhan'da beyan edilmiştir.
İZAH
«Hayvan, şahin gibi yırtıcı olursa» cümlesi, "salıvermesi vâciptir cümlesi üzerine tefri edilmiştir. Avın yırtıcısı, kendisiyle avlandığı azı dişi veya pençesi olandır.
«Çünkü vazifesini yapmıştır» Vazifesi, av maksadıyla olmayarak salıvermesidir. Mesele Harem-i Şerif' e o hayvanla girdiğine göre farzedilmiştir. Bu da yukarıda söylediğimizi te'yid eder ki; "Bir kimse bir avla Harem'e girerse, onu uçurmak mânâsında salıvermesi vâcip olur. Çünkü o hayvan Harem'in avı olmuştur. Onu emanet dahi edemez. Aksi takdirde yırtıcılarda vâcip, salmak değil, emanet etmek olurdu. Çünkü yırtıcıların âdeti avı öldürmektir. Binaenaleyh o kimse Harem'de salmakla haddini tecavüz etmiş olur." demiştik.
«O avı satarsa» cümlesi, yine "salıvermesi vâciptîr" ifadesi üzerine tefri edilmiştir. Buradaki zamir, ihramsızken yakaladığı ava râcîdir. Sonra ihrama girmiştir. Yahut elinde olduğu halde Harem'e girmiştir. Çünkü "Satılanı geri çevirir" sözünde, satışın bâtıl değii, fâsit olduğuna işaret vardır. Nitekim Kâfî'den naklen Şurunbulâliyye sahibi ve Zeylâî bunu nassan bildirmişlerdir. Avı ihramlıyken yakalayıp da satması bunun hilâfınadır. Çünkü onu satmasıbâtıldır. Nitekim ileride anlatacaktır. Satışı mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh Harem'de iken sattığına ve Harem dışına çıkarıp sattığına şâmildir. Çünkü Harem içine getirmekle o hayvan Harem'in avı olmuştur. Artık bundan sonra çıkarması helâl değildir. Bahır sahibi böylece bunu şarihlere nisbet etmiş, sonra Muhit'ten bunun hilâfını, yani satışın ve çıkardıktan sonra kerahetle beraber yemenin caiz olduğunu nakletmiştir. Lâkin Nehir sahibi bunun zayıf olduğunu söylemiştir.
Ben derim ki: Bu, çıkardıktan sonra ceza vermediğine göredir. Ceza öderse, o hayvan mâlik ve Harem avı olmaktan çıkar. Nitekim geyik meselesinde gelecektir. Sonra bu dahi bizim söylediğimizi te'yid eder. Demiştik ki: Harem'e avla girdiği vakit o avı Harem dışına emaneten gönderemez. Bilirsin ki oradan çıkarması helâl değildir.
Ancak onu Harem'de salıvermesi gerekir. Yukarıda geçen. "Bu salıvermekle o hayvan onun milkinden çıkmaz. Onu Harem dışında yine yakalayabilir. Yakalayandan geri almaya da hakkı vardır." sözünün muktezası, o kimsenin bu avı satmaya ve yemeye hakkı vardır demektir. Ve burdakine aykırı değildir. Çünkü oradaki, avı salarak kendiliğinden çıktığına göredir. Çıkarmış olması bunun hilâfınadır. Lübab sahibi diyor ki: İharamlı ona mâlik olamaz. Bu takdirde onu yakalayandan alamaz. İhramlı, satınalma ve bağış gibi ihtiyari bir sebeple ava mâlik olamaz. Ama cebrî sebeple mâlik olur. Cebrî sebep onbir meselede olup Eşbâh'ta beyan «Av Harem'den kendiliğinden çıkarsa onu yakalamak helâldir. Fakat biri çıkarırsa helâl olmaz. Anla!»
«Aksi takdirde» yani satılan mal müşterinin elinde kalmazsa, yani onu ya itlâf etmiş, ya kendiliğinden telef olmuşsa; yahut müşteri gözden kaybolmuş da yetişmesi mümkün değilse ceza vermesi gerekir. Bunu Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir.
«Ceza vermesi gerekir.» Az yukarıda beyanı geçti. Ve gördük ki Harem'in avı hakkında ihramsıza oruç caiz değil, ihramlıya caizdir.
«Çünkü Harem'in hürmeti...» Yani avı Harem'e getirerek orada sattıktan sonra Harem'in hürmeti avın satılmasına mânidir. Bundan murad, Harem'den çıkarıp satmaktır. Çünkü o hayvan Harem'in avı olmuştur ve satılması yukarıda geçtiği gibi mutlak surette yasaktır.
İhramın hürmetinden murad ise, avı yakalayıp ondan sonra ihrama girdiği haldir.
«İhramsız bir kimse» Harem dışında bir av yakalar da sonra ihrama girerse, salıveren öder. Çünkü avı yakalayan muhterem bir ava mâlik olmuştur. Onun muhteremliği bunun ihramıyla bâtıl olmaz. Avı itlâf eden salandır. Binaenaleyh o öder. İhram halinde yakalaması bunun hilâfınadır. Çünkü ona mâlik olmaz. Onun vazîfesi ava dokunmamaktır. Evinde bırakmak suretiyle bunu yapması da mümkündür. Avı elinden çıkarmakla tecavüz etmiş olur. Hidâye. Yukarıda arzettiklerimizle birlikte bu sözün muktezası şudur: O kimse avla birlikte Harem'egirer de avı başka bir kimse salıverirse salan ödemez. Çünkü yakalayana onu salıvermek lazım gelir. Milki de olursa, evine bırakması da mümkün olmasa, salıveren yine tecavüz etmiş olmaz.
«İmameyn'in kavli istihsandır» Vechi şudur: Avı salan, iyiliği emir kötülüğü yasak etmiş sayılır. İyilik edenlere karşı durmaya izin yoktur. Hidâye sahibi diyor ki: «Bunun benzeri. tambur gibi çalgı aletlerini kırmaktaki ihtilâftır.» Bahır sahibi, "Bu söz burada İmameyn' in kavli ile fetva vermeyi gerektirir. Çünkü çalgı aletlerini kırmakla ödemek tâzım gelmeyeceği hususunda fetva İmameyn'in kavline göredir." demiştir. Tahtâvî diyor kl: «Şarih buna işaret etmiştir. Çünkü fetva istihsana göre verilir. Bundan yalnız birkaç mesele müstesnadır.»
METİN
Avı ihramlı biri yakalarsa, salıveren bilittifak ödemez. Çünkü ihramedilmiştir. Onun için musannıf, Muhit'ten nakleden Bahır sahibine uyarak miras gibi demiştir. Eşbâh'ta miras bilittifak cebrî sebep gösterilmiş; lâkin Nehir' de Sirâc' dan naklen, "Ona mirasla mâlik olamaz." denilmiştir ki, zâhir olan da budur. İhramlının yakaladığı avı Müslüman ve bâliğ başka bir ihramlı öldürürse, ikisi iki ceza öderler. Yakalayan yakaladığı için, öldüren de öldürdüğü için ceza öder. Ama yakalayan verdiği cezayı öldürenden alır. Çünkü sükut kabul eden bir şeyi onun üzerinde bırakan odur. Bu hüküm, mal ile kefaret verdiğine göredir. Kefareti oruçla ödemişse, Kemâl'in tercihine göre bir şey alamaz. Çünkü hiçbir borcu yoktur. Avı öldüren, hayvan ise sahibinden bir şey alamaz. Çocuk veya Hıristiyan ise, kendisine AIlah hakkı olarak bir ceza yoktur. Lâkin avı yakalayan kıymetini ondan alır. Çünkü böylelerine Allah Teâlâ'nın hakkı lâzım gelmese de, kul hakkını ödemek lâzımdır.
İZAH
«Çünkü ihramlı ona mâlik olamaz.» Zira ihramlı hakkında av, milk edinmeye lâyık değildir.  Binaenaleyh şarap satın almış gibi olur. Hîdâye.
«Cebrî sebeple mâlik olur.» Cebrî sebep, kendi ihtiyarı ve kabulü olmaksızın ona mal eden  şeydir.
«Eşbâh'ta beyan edilmiştir.» Burada zikrine hacet yoktur. «Eşbâh'tamiras bilitifak cebrî sebep gösterilmiş»; şöyle denilmiş
tir: «Hiç bir kimsenin milkine kendi ihtiyarı olmaksızın bir şey girmez. Bundan bilittifak miras müstesnadır.»
«Lâkin Nehir'de ilh...» Bu istidrak yerinde değildir. Çünkü Eşbâh' ın sözü, gördüğün gibi mutlaktır. Bu suretle mukayyet değildir. Mirasın mutlak surette cebrî bir sebep olmasında şüphesiz ittifak vardır. O ancak, Sirâc'ın söylediğine göre, ihramlının murisi av bırakarak öldüğü surette sebep sayılmaz. Çünkü mâni vardır. O da ihramdır ve dört mâniden birigibidir. Dört mâni; kölelik. küfür, katl ve milkin değişmesidir. Bu mâniler mirasın sebep oluşuna nasıl dokunmazsa bu da öyledir. H. Şarih bunu metine istidrak yapsa yerinde olurdu. T.
«Zâhir olan da budur.» Bu söz Nehir sahibinindir. O, "Zâhir olan da budur. Sebebi gelecektir. Yani ihramlıya av aynen haramdır." demiştir. Ama bence zâhir olmasının vechi  açık değildir. Çünkü mirasın sebebi olan murisinin ölümü tahakkuk ettikten sonra, ihramın ava mirasçı olmaya mâni teşkil edeceğini gösteren bir delil bulunması lâzımdır. Nasıl ki dört mâni hakkında delil vardır. Avın ihramlıya aynen haram kılındığına Teâlâ Hazretlerinin, "İhramda bulunduğunuz müddetçe kara avı size haram kılınmıştır." âyet-i kerimesi delil olması ve onun için başka tasarruflardan menedilmesi, mirastan menedildiğine delâlet etmez. Çünkü şarap da aynen haram kılınmıştır, ama miras olarak alınır.
«Başka bir ihramlı ilh...» kaydıyla musannıf hayvanı öldürmesinden ihtiraz ettiği gibi, bâliğ müslim kaydıyla da çocukla kâfirden ihtiraz etmiştir. Nitekim gelecektir. Deliden ihtiraz için âkil kaydını da ziyade etmesi gerekirdi. Çünkü o da çocuk hükmündedir. Nitekim Tahtâvî'nin Hamevî'den rivayetinde böyle denilmiştir. Avı ihramsız bir kimsenin öldürmesi de hariçtir. Çünkü o kimse Harem'de ise ceza ödemesi lâzımdır; değilse ceza da lâzım değildir. Lâkin avı yakalayan, ödediği parayı kendisinden alabilir. Bu bâbta, yani ödediğini almak hususunda ihramlı ile ihramsız arasında fark yoktur. Bahır.
«Çünkü sükut kabul eden bir şeyi onun üzerinde bırakan odur.» Zira o öldürmezden önce avın salınması ihtimali vardı. Üzerinde bırakmaya ise, ödetme hususunda iptida hükmü vardır. Cimadan önce karısını boşadığına şahitlik eden talâk şahitleri gibi ki, şahitlikten dönerlerse öderler. Nasıl ki Hidâye'de beyan edilmiştir.
«Kemâl'in tercihine göre» ki Zeylâî de kesinlikle buna kail olmuş; Muhit sahibi Mübtegâ'dan naklen bunu açıklamıştır. Nihâye'nin ibaresinden anlaşılan, avı yakalayanın mutlak surette kıymetini alabilmesidir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«Avı öldüren hayvan ise sahibinden bir şey alamaz.» Lübab'ın ibaresi şöyledir: «Avı elindeki bir hayvan öldürürse, ceza vermesi icabeder. Bunu kimseden isteyemez.» Şarihi, "Yani hayvanın sahibinden veya üzerme binenden yahut sürücüsünden ve yedicisinden isteyemez. Mesele Bahri-Zâhir'de açıklanmıştır." demiştir.
Ben derim ki: Bu, biniciden ve emsalinden istemek hususundadır. Binici ile emsalinin ceza ödemeleri ise şüphesizdir. Mi'râcı Dirâye sahibi diyor ki: «Hayvanın binicisi, sürücüsü veya yedicisi de öyledir. Hayvan ön veya arka ayağı yahut ağzı ile bir av öldürürse, ceza ona ait olur.»
«Çocuk veya Hıristiyan ise» sözünden, yukarıdaki bâliğ müslim tabirleriyle ihtiraz etmişti.  Mi'râc'ın ibaresi şöyledir: «Çocuğa, deli ve kâfire ceza yoktur.» O deliyi de ziyade etmiştir. Çünkü deli, yukarıda görüldüğü vecihle çocuk gibidir. Kâfir tabirini kullanmıştır. Çünkü Hıristiyan olması şart değildir. Onu ihramlıdan çıkarması şekil itibariyledir. Yoksa kâfir, ihramın şartı olan niyete zaten ehil değildir.
«Bir ceza yoktur.» Ceza sadece yakalayana aittir.
«Kul hakkını ödemek lâzımdır.» Burada da öder. Çünkü sükuta ihtimali olan bir şeyi yakalayanın üzerinde bırakmıştır.
METİN
İfrad hacısına ihramı üzerine işlediği bir cinayet sebebiyle, yani mutlak değil ihram yasaklarından bir fiil işlemekle - bir ceza kurbanı lâzım gelirse, - çünkü haccın vâciplerinden birini terk eder veya Harem-i Şerif'in nebatını keserse ceza müteaddit olmaz; o, ihram üzerine cinayet değildir - kırân hacısına iki ceza kurbanı lâzım gelir. Hedy kurbanı götüren temettu hacısı da onun gibidir. Sadaka hakkında dahi hüküm budur. Kırân hacısı iki ihramına birden cinayet işlediği için sadakayı da çifte verir. Meğer ki mikâtı ihramsız geçmiş olsun. Bu takdirde üzerine bir kurban borç olur. Çünkü kırân hacısı değildir. İki ihramlı bir av öldürürlerse, ceza müteaddit olur. Çünkü fiil müteaddittir. İki ihramsız kimse Harem'in avını öldürürlerse ceza bir olur. Çünkü mahal birdir.
İZAH
«Bir ceza kurbanı lâzım gelirse» diyeceğine, "bir kefaret" dese sadakaya da şâmil olurdu. "Sadaka hakkında dahi hüküm budur." demeye hacet kalmazdı. Kefaretten murad, zaruret  kefaretine şâmildir. Çünkü kırân hacısı zaruretten dolayı elbise giyer veya başını örterse kefaret müteaddit olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«İhram yasaklarından bir fiil işlemekle ilh...» Yani bizzat ihram sebebiyle kendisine haram olan bir şeyi yaparsa demektir. Yoksa hacc veya umre olduğu için yahut ihramdan başka bir sebeple haram olan mânâsına değildir. Başka sebeple haramdan murad, elbise giymek, koku sürünmek, saç veya tırnak kesmek gibi şeylerdir. Binaenaleyh bir vâcibi terketmesi bundan hariçtir. Meselâ sa'yi veya şeytan taşlamayı terkeder yahut Arafat'tan imamdan önce döner veya hacc ve umre için cünüp yahut abdestsiz tavaf ederse, kefaret vermesi icabeder. Kırân yapana müteaddit kefaret yoktur. Çünkü bu bizzat ihrama cinayet değil hacc veya umrenin, vâciplerinden birini terktir. Keza ihramlı değilken cünüp olarak tavaf ederse, kendisine bir ceza kurbanı lâzım gelir. Nitekim Bahır'da açıklanmıştır. Elbise giymek gibi şeyler bunun hilâfınadır. Çünkü hacc veya umre olması bir yana, bu doğrudan doğruya ihrama cinayettir. Onun için hacc veya umrenin fiillerine boşlamadan bu ona haram olur ve kırân yapana ceza müteaddit olur. Çünkü iki ihrama birden girmiştir. Harem'in nebatınıkesmek dahi hariçtir. Kırân yapana ondan dolayı da müteaddit ceza tâzım gelmez. Bahır sahibi diyor ki: «Çünkü o, borçlar kabilindendir. ihramla alâkası yoktur. Kırân hacısının Harem'in avını öldürmesi bunun hilâfınadır. Ona iki kıymet lâzım gelir. Çünkü ihrama cinayet yapmıştır. İhram ise müteaddittir. Harem'e cinayet olduğuna bakılmaz. Çünkü iki haramın en kuvvetlisi, zayıf olanı kendine tâbi kılar. İhram daha kuvvetlidir. Binaenaleyh kıymetin vâcip olması yalnız ihram sebebiyledir. Harem sebebiyle değildir. Harem'e ancak öldüren ihramsız olduğu vakit bakılır. Burada, izahı bana zâhir olan budur.» Sirâc'ın ifadesine bakılırsa, "İfrad hacısına bir ceza kurbanı lâzım gelirse" sözünden murad, fiildir. Bununla sa'yi, vakfenin haddini ve temizliği terk gibi şeylerden ihtiraz olunmuştur. Şarihin sözü de bunu anlatmaktadır. Lâkin buna nebat kesmekle itiraz olunur. Çünkü o da fiildir.
«Hedy kurbanı götüren temettu hacısı da onun gibidir.» Lübab'ın ibaresi bundan daha güzeldir. Orada şöyle denilmiştir: «Zikrettiğimiz kırân hacısına iki ceza lâzım gelmesi hükmü iki ihramı birden yapan herkese lâzım gelir. Hedy kurbanı götürenin veya götürmeyip hacca ihramlanıncaya kadar umre ihramından çıkmayan temettu hacısının, keza iki haccı veya iki umreyi birden yapanın hükmü budur. Bu izaha göre bir kimse yüz hacc veya umre için ihrama girerek, sonra onları terketmeden cinayet işlese, kendisine yüz ceza lâzım gelir.»
«İki ihramına birden...» Yani hem hacc ihramına, hem de umre ihramına cinayet işlediğinden iki sadaka verir. Kurban ve sadakanın müteaddit olmasının illeti budur.
«Bu takdirde üzerine bir kurban borç olur.» O da ihramı mikâttan sonraya bıraktığı içindir.  Tekrar mikâta döner de ihrama girerse ceza kurbanı sâkıt olur. T. Nihâye sahibi bir suret zikretmiştir ki, o surette mikâtı geçtiği için iki kurban lâzım gelir. O suret şudur: Mikâtı geçer de hacc için ihramlanır, sonra umre yaparak Mekke'ye girer de ihramlı olarak Harem dışına çıkmazsa, iki kurban kesmesi icabeder. Ama bu suret vârit değildir. Çünkü birinci kurban mikâtı geçtiği için, ikincisi umre mikâtını terk ettiği içindir. Zira o kimse Mekke'ye girince Mekkeliler hükmüne katılır. Bahır.
«Çünkü kırân hacısı değildir.» Bu ta'lîl bir kurban vâcip olması içindir. ve buradaki istisna munkatıdır. Sebebi şudur: O kimse bundan sonra hacca veya umreye yahut her ikisine ihramlansın veya hiç ihramlanmasın kendisine ceza kurbanı tâzımdır. Binaenaleyh bu kurbanın vâcip olması için kırân hacısı olmasının bir tesiri yoktur. T.
«Çünkü fiil müteaddittir.» Yani her biri ortaklaşa bir cinayet işlemişlerdir ki, bu cinayet avı gösterme cinayetinden büyüktür. Binaenaleyh cinayet müteaddit olunca ceza da müteaddit olur. Hidâye.
«Çünkü mahal birdir.» Zira ihramlı hakkında ödeme fiilin cezasıdır. Fiil ise müteaddittir. Harem'in avı hakkında ise mahallin cezasıdır. Mahal birdir. Meselâ iki kişi hata yoluyla biradamı öldürseler, ikisine bir diyet vâcip olur. Çünkü diyet mahallin bedelidir. Ama her biri kefaret verecektir. Çünkü kefaret fiilin cezasıdır. Bahır. Bir kimseyi bir cemaat öldürürse, diyetin hepsi arasında taksim edilmesi gerekir. Ama o kimseyi biri ihramlı, biri ihramsız iki kişi öldürürse, bütün kıymeti ihramlının vermesi gerekir. İhramsıza yarısını vermek icabeder. O şahsı biri ihramsız, biri ifrad hacısı, biri de kırân hacısı olmak üzere üç kişi öldürürse; ihramsız, cezanın üçte birini, ifrad haccı yapan bir ceza, kırân haccı yapan ise iki ceza öder. Kuhistâni. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
METİN
İhramlının av satması ve keza her türlü tasarrufu ve şayet o ihramIıyken avlanmışsa, avı satın alması bâtıldır. Aksi takdirde satış fâsittir. Müşteri avı teslim alır da, av onun elinde ölürse, alana da satana da ceza lâzım gelir. Fâsit satışta kıymetini dahi öder. Nitekim yukarıda geçti. Dişi bir geyik Harem'den çıkarıldıktan sonra doğurur da, yavrusuyla ikisi de ölürlerse, ikisini de ödemesi icabeder. Anne geyiğin cezasını öder de sonra doğurursa, yavrunun cezasını vermez. Çünkü bu takdirde emniyet yavruya sirayet etmez. Acaba cezayı ödedikten sonra geyiği iade etmesi vâcip midir? Zâhire göre evet vâciptir.
İZAH
«İhramlının av satması ilh...» bâtıldır. Musannıf bunu mutlak ifade etmiştir. Binaenaleyh akdi yapanların ikisinin de ihramlı veya birisinin ihramlı olmasına şâmildir. Şunu da ifade eder ki; ihramlının satışı bâtıldır. Velev ki müşteri ihramsız olsun. İhramlının satın alması da batıldır. Velev ki satıcı ihramsız olsun. Cezaya gelince: O yalnız ihramlıyadır. Hattâ satıcı ihramsız müşteri ihramlı olursa, ceza yalnız müşteriye lâzım gelir. Her tasarrufun hükmü böyledir. Bahır. Bundan murad; hîbe, vasiyet, mehir koymak ve hul bedeli yapmaktır. Çünkü ayn (o mal) diğer tasarruflara mahal olmaktan çıkmıştır. T. Burada evlâ olan, bu sözü "avı satın alması" ifadesinden sonraya bırakmaktı. Tâ ki tahsisten sonra ta'mim yapılmış olsun.
«Şayet o ihramlıyken avlamışsa» satın alması bâtıldır. Çünkü yukarıda geçtiği gibi ona mâlik olmamıştır. Şarih bu şartla satışın ve avlamanın her ikisini, ihramlıyken yaptığı takdirde bâtıl olacağını ifade etmiştir. O ihramlıyken avlar da ihramdan çıktıktan sonra satarsa satış caizdir. Nitekim Sirâc'da açıklanmıştır. İhramsız iken avlar da ihrama girdikten sonra satarsa, satış fâsittir. Nitekim bunu yine Sirâc'a uyarak açıklamıştır. Yani müşteri ihramsızsa demek istemiştir. Müşteri ihramlı olursa, satış bâtıldır. Velev ki satıcı ihramsız olsun. Nasıl ki biraz önce geçmişti. Sonra şarihin zikrettiği şart, ancak ihramlının satışındadır. Nitekim yukarıda geçti.
«Nehir'de deniliyor ki:» Halebî, "Çünkü ihramlı iken avladıysa, ihramlının satın alması bâtıldır demenin bir mânâsı kalmaz." demiştir. Binaenaleyh şartı birinciden sonra söylemesigerekirdi.
«Fâsit satışta kıymetini dahi öder.» Yani müşteri mezkûr ceza ile birlikte avın kıymetini satıcıya öder. Çünkü satıcı ona mâlik olmuştur. H. Aşikârdır ki cezayı ödemesi ancak ihramlı olduğu zaman lâzım gelir, ihramlı değilse, kıymetten başka bir şey ödemesi gerekmez.
«Nitekim yukarıda geçti.» Yani "ihramsız bir kimse bir av yakalarsa, onu salıveren öder." demiştik.
TEMBİH: Bahır'da Muhit'ten naklen Kenz'in, "İhramsız bir kimsenin vurduğu avın eti ihramlıya helâldir." dediği yerden az önce şöyle denilmiştir: «Bir ihramlı diğer îhramlıya av hîbe eder de onu yerse, Ebû Hanife yiyene üç ceza lâzım geleceğini söylemiştir. Kestiği için bir kıymet, yasaklanmış eti yediği için bir kıymet ve hîbe eden için bir kıymet ödeyecektir. Çünkü bu hîbe fâsit idi. Hîbe edenin de onun kıymetini ödemesi gerekir. İmam Muhammed yiyene iki kıymet lâzım geleceğini söylemiştir. Bir kıymet hîbe edene, bir kıymet de kestiği için ödeyecektir. Ona göre yediğine mukabil bir şey lâzım gelmez.» Zâhire bakılırsa hîbe edene kıymet ödemenin vâcip olması, ihramsızken avladığı zamandır. Tâ ki ona mâlik olsun. Aksi takdirde ona mâlik olmaz ve ona kıymet ödenmek de vâcip olmaz. Onun için hîbe fâsittir, bâtıl değildir. Bazılarına göre bu hüküm, fâsit hîbe teslim almakla mülkiyet ifade etmez diyenlerin kavline binaendir. Mukabil kavle göre o kimse hîbe edene bir şey ödemez.
Ben derim ki: Bu doğru değildir. Çünkü hîbe her iki kavle göre de ödenir. Nasıl ki fâsit satış  teslim almakla milk ifade eder ve misliyle yahut kıymetiyle ödenir. Nitekim musannıf bunu hîbe bahsinde inşaallah zikredecektir.
«Dişi bir geyik Harem'den çıkarıldıktan sonra...» çıkaran ihramlı veya ihramsız olsun "doğurur da yavrusuyla ikisi birden ölürlerse" ikisini de öder. Bundan, kestiği veya herhangi bir suretle itlâf ettiği zaman hükmün ne olacağı evleviyetle anlaşılır.
«İkisini de ödemesi icabeder.» Çünkü av Harem'den çıkarıldıktan sonra şer'an korunmayı hak eder. Onun için de emin olacağı bir yere götürülmesi vâcip olur. Bu, şer'î bir sıfat olup, yavruya da sirayet eder. H.
«Yavrunun cezasını vermez.» Avdaki semizlik ve kıl gibi ziyadelerin ödenmesi bu tafsile göredir. Nehîr. Yani geyiğin cezasını ölmezden evvel vermediyse ziyadeyi öder. Verdiyse ziyadeyi ödemez. Bu izahtan anlaşılır ki, geyik Harem'den çıkarıldıktan sonra gebe kalırsa, hüküm yine böyledir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
«Çünkü bu takdirde emniyet yavruya sirayet etmez.» Çünkü aslı ödemekle ona mâlik olmuştur. Böylece geyik Harem'in avı olmaktan çıkmış ve emniyet istihkakı bâtıl olmuştur. Kâdıhân. Nehir sahibi diyor ki: Hattâ anneyi ve yavruları kesse helâl olur. Lâkin keraheti vardır. Nitekim Gâye'de de böyle denilmiştir.
«Zâhire göre evet vâclptir.» Bunu Nehir sahlbi Bahır'dan şu iboreyle nakletmiştir: Cezayı ödediği vakit. geyiğe habis bir milkle mâlik olur. Onun içın ulema yenilmesinin mekruh olduğunu söylemişlerdir. Kerahet mutlak söylenirse, kerahet-i tahrimiye mânâsına yorumlanır. Bu da gösterir ki, cezayı verdikten sonra geyiği iade etmek vâciptir.
METİN
Afâkî bâliğ bir Müslüman velev nâfile olarak haccı yahut umreyi murad eder de mikâtını geçerse, Nehir'in Bedâyi'den naklettiği ibarenin zâhirine göre irade mikâttan geçerken muteberdir. Sonra ihrama girdiği takdirde bir ceza kurbanı lâzım gelir. Nitekim ihrama girmeden geçerse hüküm yine budur. Haccla umreden birini kasdetmezse, mikâtı geçmekle bir şey vâcip olmaz. Velev ki Mekke'ye yahut Harem'e girmek istediği takdirde bir hacc veya umre vâcip olsun. Nitekim yakında geçmişti.
İZAH
"Âfâkî" yani uzaktan gelen bâliğ bir Müslüman meselesini Kenz sahibi, "mikâtı ihramsız geçme" namıyla ayrı bir bâb yapmıştır. Musannıf ise onu yukarkinin devamı yapmıştır. Çünkü o da cinayettir. Ancak yukarıda geçenler ihramdan sonra yapılan cinayetlerdir. Bu ise ihramdan öncedir. Halebî diyor ki: «Kenz sahibinin yaptığı gibi musannıf da "mikâtı geçen" dese sözü, hacca niyet eden Mekkeliye de, Harem'den umre için ihrama giren Harem hakkında da; hacc veya umresi için Harem'den ihrama giren bahçeliye de şâmil olurdu. Çünkü kendisi için tayin edilen mikâttan ihrama girmeyen kimseye, o mikâta dönmedikçe, ister Harem halkından olsun, ister bahçeli veya âfâkî olsun ceza kurbanı lâzım gelir. Şu var ki; bahçeli ile Harem halkına ihram lâzım gelmek için, ibadet kastı şarttır. Uzaktan gelen için Harem'e girmek kastı kâfidir. Onunla birlikte ibadet niyeti olmuş olmamış müsavidir.» Bahçeliden muradı, Harem'in dışında, mikâtların içinde yaşayanlardır.
Hâsılı ihrama girenler üç sınıftır. Âfâkîler, Harem dışında yaşayanlar ve Harem içinde yaşayanlar. Bunların herbirine mahsus mikâtlar vardır ki, izahı mikâtlar bâbında geçmişti. Bir kimse ibadeti niyet eder de mikâtını geçerse, oraya dönmesi lâzım gelir.
Mikâtı bir kâfir geçer de Müslüman olursa; yahut çocuk geçer de bülûğa ererse, ikisine de bir şey lâzım gelmez. Şarihin bunu hür ile kayıtlamaması, köleye şâmil olsun diyedir. Çünkü köle ihramsız mikâtı geçer de sonra sahibi izin vererek Mekke'de ihrama girerse, bir ceza kurbanı kesmesi gerekir. Bunu âzâd olduktan sonra keser. Fetih.
«Haccı yahut umreyi murad eder de ilh...» ifadesi Sadru'ş-Şeria'da dahi böyledir. Dürer sahibi ile İbn-i Kemâl Paşa da ona tabi olmuşlardır. Ama doğru değildir. Sebebini ileride söyleyeceğiz. Bu hatanın menşei Hidâye'nin şu ifadesidir: «Bu söylediğimiz, yani mikâtı geçmekle ceza kurbanı lâzım gelmesi, hacc veya umre yapmak istediğine göredir. Birhacetten dolayı bahçeye girerse, o kimse ihramsız Mekke'ye girebilir.» Fetih sahibi diyor ki: «Bu ibarenin zâhiri, zikrettiğimiz ihramsız geçme meselesinde ceza kurbanı vâcip olduğunu îham etmektedir. Meğer ki hacc ibadetini kasdettiği vakit mahalli bu ihramı gidermiş olsun. Çünkü ticaret veya seyahat maksadıyla geçerse, ihramdan sonra ona bir şey lâzım gelmez. Halbuki böyle değildir. Çünkü bütün kitaplar Mekke'ye gitmek isteyen kimseye ihram tâzım geldiğini beyan etmektedir. İbadet kastı olsun olmasın müsavidir. Bunu musannıf, yani Hidâye sahibi dahi mikâtlar faslında açıklamıştır. Binaenaleyh Mekke'ye gitmek isteyen âfâkî hacılar ekseriyetle ibadet kasdederler, mânâsına yorumlanmak icabeder. O halde (haccı veya umreyi murad ederse) ifadesinden murad, Mekke'ye gitmeyi murad ederse demektir.» Bu satırlar Halebî'nin Şurunbulâliyye'den naklettiği ibareden kısaltılmıştır. Mekke'den murad, hassatan Mekke değil, ihramı mucip olan mutlak Harem'dir. Nitekim ihram faslından az önce geçmişti. Fethu'l-Kadir ve diğer kitaplarda bu açıklanmıştır.
«Nitekim yakında geçmişti.» Yani bahsimizin başında mikâtlar bâbında "Mekke'ye girmek isteyene velev ki bir hacet için olsun, ihramı bu mikâttan sonraya bırakmak haramdır." ifadesinde geçmişti. Bazı nüshalarda burada "Nitekim az ileride gelecektir." denilmiştir. Bununla metindeki, "Mekke'ye ihramsız girene bir hacc veya umre lâzım gelir." ifadesi kasdedilmiştir.
«İrade mikâttan geçerken muteberdir.» Yani mikâtını geçen âfâkînin (uzak memleketler hacısının) iradesi, mikâtı geçerken muteberdir. O anda hacc veya başka bir maksatla Mekke'ye girmeyi murad ediyorsa, mikâttan ihrama girmesi lâzımdır. Aksi takdirde meselâ bir hacet dolayısıyla Harem dışında bir yere gitmek istiyorsa ona bir şey lâzım gelmez. Bahır sahibi iradenin evinden çıkarken muteber sayılacağını zâhir görmüştür. Lâkin bunu aşağıda gelen bahçe meselesinde zikretmiş, şarih de onun zikrettiği yerde iki mekân arasında fark olmadığına işaret etmiştir. Biz orada Bahır ve Nehir'in ibaresini zikredeceğiz.
METİN
Bir hangi mikâta döner de ihrama girerse; yahut mihâta ihramlı fakat velev bir şavt tavaf gibi hacc ibadetine başlamamış olarak döner de telbiye getirirse, ceza kurbanı sâkıt olur. "Telbiye getirirse" demesi, İmam-ı Azam'a göre mikâta döndükten sonra telbiyeyi yenilemek şart olduğu içindir. İmameyn buna muhaliftir. Efdal olan mikata dönmektir. Meğer ki haccı kaçıracağından korkmuş olsun.
İZAH
«Bir hangi mikâta döner de ihrama girerse...» Bazı nüshalarda "bir hangi" lâfzı zikredilmemiştir. Her ne halse, maksat hangi mikâta olursa olsun dönmesidir. İster ihramsız geçtiği mikâtı, ister başkası olsun, ister daha yakınına, ister daha uzak olanına gitsin farketmez. Çünkü ihramlı hakkında bunların hepsi birdir. Ama geçtiği mikâtından ihrama girmesi evladır. Bunu Muhit'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Bir şavt tavaf gibi...» Keza tavafı kudûmu yapmadan Arafat'ta vakfe gibi bir hacc fiiline başlamadan dönerse, ceza kurbanı sâkıt olur. Fetih. Musannıf "bir şavt tavaf gibi" sözünü Bahır'dan almıştır. Bu sözün muktezası şudur: Ceza kurbanı mutlaka lâzımdır. Kâmil bir şavttan dolayı bu sâkıt olmaz. Hidâye'nin ibaresi şöyledir: «Tavafa başlar ve Hacer-i Esved'e istilâm yaptıktan sonra dönerse, ceza kurbanı bilittifak sâkıt olmaz.» Yani "Hacer-i Esved" cümlesini 've' diyerek atfetmiştir. Bazı nüshalarda ' ve ' yerine ta'kip ve tertibe delâlet eden ' fa ' ile atfedilmiştir. Bunun şerhinde İbn-i Kemâl şöyle demiştir: «Bunu zikretmesi, bu hususta tam bir şavtın muteber olacağına tembih içindir. Zira sünnet vechi, iki şavtın arasını istilâmla ayırmaktır. Yoksa bu şart değildir. » İnâye'de de bunun benzeri vardır. Şu halde istilâmdan murad, iki şavtın arasında yapılandır. Tavafın başında yapılan değildir. Bunu Bedâyi'nin, "Bir veya iki şavt tavaf ettikten sonra" demesi de te'yid eder. Böylece anlaşılır ki Dürer'de bu cümlenin ' yahut ' edatıyla atfedilmesi zâhir değildir. Çünkü bu şavtın bir kısmıyla yetinmeyi iktiza eder.
«Telbiyeyi yenilemek şart olduğu içindir.» Yani ceza kurbanı sâkıt olmak için şarttır. Yoksa ibadetin sahih olması için şarttır mânâsına değildir. Çünkü ihramı mikâttan tayin etmek vâciptir. Hattâ kurbanla tamamlanır. Şart olsaydı farz demek olurdu. Ve onu terketmekle hacc bozulurdu. Bunu Hamevî söylemiştir.
«Mikâta döndükte» sözü, mikâtın içinden ihtirazdır. Dışından ihtiraz değildir. Hattâ ihramlı  olarak döner de mikâtta telbiye getirmeyip onu geçtikten sonra telbiye getirir, sonra dönerek mikâtı susarak geçerse, ceza kurbanı birinci ile sâkıt olur. Çünkü o Beyt'i ta'zim hususunda kendisine vâcip olanın üstündedir. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir. H.
«İmameyn buna muhaliftir» Onlara göre telbiye etmese de ceza kurbanı sâkıt olur. Nitekim ihramlı olduğu halde susarak geçse hüküm budur. İmam-ı Âzam'ın delili, ihramda azimet, ona ailesinin avlusundan girmektir. Mikâta kadar geciktirmesine ruhsat verilince telbiye yaparak hakkını kaza etmesi vâcip olur. Binaenaleyh bunun telâfisi telbiye ederek dönmekle olur. Hidâye. İbn-i Kemâl'in Hidâye şerhinde şöyle denilmiştir:
«Bilmiş ol ki; kitabın şarihlerinden olan ve olmayan birçok zevat bu makamda fikir yürüterek âfakî için bu söylenenin azimet olduğuna ittifak etmişlerdir. Ama işkâlden hâli değildir. Çünkü ne Peygamber (s.a.v.)'den, ne de Ashab'ının birinden, ailesinin avlusundan ihrama girdiği nakledilmemiştir. Şu halde bütün ulemanın azimeti ve efdal olanı terk hususunda ittifakları nasıl sahih olabilir?»
Ben derim ki: Bu memnudur. Çünkü evinin avlusundan ihrama girmekten murad, mikâtlardan uzak beldelerin Harem halkına yakın olanlarıdır. Bunu Ashab'dan bir cemaatın  yaptıkları rivayet olunmuştur. Hadiste de istenildiği bildirilmiştir. Nitekim mikâtlar bahsinde Fetih'ten naklen arzetmiştik. Ashab, "Haccı tamamlayın." âyetindeki tamamlamayı bununla tefsir etmişlerdir. Bu onu yapabilen hakkındadır. Nitekim orada geçmişti.
«Efdal olan mikâta dönmektir.» Muhit'ten naklen Bahır'ın ibaresinden anlaşılan, dönmenin vâcip olmasıdır. Lübab şarihi bunu açık söylemiştir.
«Meğer ki haccı kaçıracağından korkmuş olsun.» Yani bu takdirde dönmez. Ve ihramında devam eder. Bahır sahibi Muhit'ten naklen bunun illetini şu sözleriyle beyan etmiştir: «Çünkü hacc farzdır. Mikâttan ihrama girmek ise vâciptir. Vâcibin terki farzın terkinden ehvendir.» Bunun muktezası şudur: Haccı kaçıracağından korkmazsa, söylediğimiz gibi dönmek vâciptir. Çünkü mâni yoktur. Ama kaçıracağından korkarsa, dönmemek vâciptir. Bundan anlaşılır ki Nehir'in, "Her ne zaman döndüğü takdirde haccı kaçıracağından korkarsa, efdal olan dönmemesidir. Aksi takdirde dönmesi efdaldir. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir." ifadesi söz götürür. Şu da var ki Bahır'da, "Bundan, yani Muhit'ten naklen zikrettiği sözden şu mânâ çıkarılır: Umre hakkında tafsilât yoktur. Onda döner. Çünkü umrenin aslâ vakti geçmez." denilmiştir. Şüphesiz ki bu, vaktin geçmesine bakaraktır. Yoksa vaktin geçmesinden başka mâniler bulunabilir. Malının veya canının telef olacağından korkar da umrede dahi mikâta dönmenin vücubu sâkıt olur.
METİN
Aksi takdirde, yani dönmezse yahut başladıktan sonra dönerse, ceza kurbanı sâkıt olmaz. Nasıl ki haccetmek isteyen Mekkeli umresini bitirmiş olan temettu hacısı - ki Mekkeli olmuştur - Harem'den çıkarlar da, Harem dışından hacca ihramlanırlarsa, her ikisine ceza kurbanı lâzım gelir. Çünkü Mekkelinin mikâtını ihramsız geçmişlerdir. Keza Harem'den umre için ihrama girerlerse hüküm budur. Dönmekle yukarıda geçtiği gibi ceza kurbanı sâkıt olur.
Kûfell, yanl âfâkî bir hacı bahçeye yani mikât içinde Harem'in dışında yere dilediği bir hacet için girerse, velev ki geçtiği anda dilesin. Nitekim evvelce geçmişti; mezhebe göre mukim olmaya niyet şart değildir. Mekke'ye ihramsız girebilir.
İZAH
«Yahut başladıktan sonra dönerse...» şunu da söylemeliydi: "Yahut başlamazdan önce dönüp mikâtta telbiye getirmezse" ceza kurbanı sâkıt olmaz H.
«Nasıl ki haccetmek isteyen Mekkeli...» Fakat başka bir hacet için Harem dışına çıkıp orada ihramlanan ve Arafat'ta vakfe yapan Mekkeli'ye âfâkî gibi bahçeyi kasdederek mikâtı geçer, sonra bahçede ihrama girerse, bir şey lâzım gelmez. Temettu hacısı hacc niyetiyle çıkarsa, meselenin kayıtlandığını görmedim. Onun da bununla kayıtlanması gerekir. Ve bir hacet içinHarem dışına çıkar da orada hacca ihrama girerse, Mekkeli gibi ona da birşey vâcip olmaz. Fetih.
«Ki Mekkeli olmuştur.» Çünkü meşru bir şekilde bir yere varan kimse oralı hükmünde olur.  Burada da umre ihramı ile Mekke'ye vararak, umreyi bitirince hedy kurbanı götürsün götürmesin Mekkeli hükmünde olur. Hacc için ihrama girmek isteyince, onun mikâtı Harem olur. Umre için ihrama girmek isterse, mikâtı Harem dışıdır. Aynı söz Hill halkı hakkında da söylenir. Hill halkından murad; mikât dahilinde yaşayanlardır. Böyle bir kimsenin hacc ve umre için mikatı Hill (Harem dışı)dır. Harem'den ihrama girerse, bir ceza kurbanı lâzım gelir. Meğerki Hill'e dönsün. Nitekim Halebî'den naklen yukarıda geçti. Orada bunu Nehir ve Lübab'dan naklen açıklamıştır.
«Keza Harem'den umre için ihrama girerlerse...» Bundan murad, Mekkeli ile Mekkeli hükmündeki temettu hacısıdır. Çünkü umre için Mekkelinin mikâtı Hill (Harem dışı)dir.
"Dönmekle" tabirinden, mutlak surette vâcip olan mikâta gitmeyi kasdetmiştir. Tâ ki "Keza Harem'den umre için ihrama girerlerse" sözüne de şâmil olsun. Çünkü ceza kurbanı  sâkıt olmak için Harem dışına çıkmaları vâciptir. Tabii ki orada bulunurken oraya dönmek tasavvur olunamaz.
«Yukarıda geçtiği gibi»ki âfâkî hakkında, "Mikâta döner; sonra ihramlı değilse oradan ihrama girer. İhramlı olup bir hacc ibadetine başlamamışsa, mikâta dönerek telbiye getirir." demiştik.
«Yani âfâkî» ifadesinden murad, mikâtlar dışında yaşayanlardır.
"Bahçeye" ifadesinden murad; Benî Âmir bahçesidir. Burası Mekke'ye yakın mikât dahilinde Harem'in dışında bir yerdir. Şimdi oraya Mahmud İbn-i Kemâl'in hurmalığı diyorlar. Başkaları burada, "Bu yerden Mekke'ye kadar yirmidört mil mesafe vardır." ifadesini ziyade etmişlerdir. Hâşiye yazarlarından biri diyor ki: «Nevevî şunu söylemiştir: "Bazı ulemamızın söylediğine göre bu köy, Arafat'ta Kâbe'ye karşı duran bir kimsenin soluna düşer." Sûrûcî'nin Gâye adlı kitabında, "Arafat Dağı'na yakın Irak ve Kûfe'den Mekke'ye gelen yolun üzerindedir." denilmiştir.»
«Harem'in dışında bir yere» sözüyle, bahçenin kayıt olmadığına işaret etmiştir. Maksat mikâtlar dahilinde Hill'in bir yeridir. Zâhire bakılırsa muayyen bir yeri kasdetmesi şart değildir. Çünkü şart, mikâtı geçerken Harem'e girmeyi kasdetmemektir. Binaenaleyh mikâtlar dahilinde kasdetse maksat hâsıl olur. Nitekim ileride anlaşılacaktır.
«Bir hacet için...» Bedâyi, Hidâye, Kenz ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Bu kelime, Hill'in bir yerine sırf Mekke'ye geçmek için girmeyi istemekten ihtirazdır. Çünkü oraya ihramsız gitmesi helâl değildir. Onun için bu kayıt mutlaka lâzımdır. Yoksa Mekke'ye girmek isteyen her âfâkînin mutlaka Hill'in bir yerine girmesi icabeder. Şu da var ki: Bahır'daevinden çıktığı andan itibaren Hill'i kasdetmesi şart koşulmuştur. Yanı seferi Harem'e girmek için değil de Hill'e gitmek için olsun diye bu şarttır. Nitekim ileride gelecektir. Onun içindir ki İbn-i Şilbî ve Molla Miskîn, "Mekke'ye girmek için değil, bahçede bir hacet için" demişlerdir. Bunun izahı gelecektir.
«Velev ki geçtiği anda dilesin.» Geçtikten sonra hacet kastı muteber olmaz. Çünkü geçerken Mekke'yi kasdediyordu. Binaenaleyh mikâta dönmedikçe ceza kurbanı sâkıt olmaz demek istiyor ki, mikâtı geçmezden önce bir hacet için bahçeye girmeyi kasdetse evleviyetle hüküm budur. Evinden çıkarken bunu kasdetmiş olması şart değildir. Bahır'ın ifadesi buna muhaliftir. Bahır sahibi bu meselenin akabinden şöyle demiştir: «Bu, ihramsız Mekke'ye girmek isteyen âfâkî için bir hile (çare)dir. Ama evinden çıkarken bunu kasdetmesi mutlaka lâzım mıdır, değil midir görmedim! Zâhir olan lâzım olmasıdır. Çünkü âfâkînin mikâtla Harem arasında bulunan Hill'e girmek istemesi şüphesizdir. Ama bu kââfi değildir. Evinden çıkarken mikât dahilindeki Hill'den hususi bir yeri kasdetmesi mutlaka lâzımdır.» Bu sözün hâsılı şudur: şart, seferini Hill'e girmek için yapmasıdır. Aksi takdirde mikâtı ihramsız geçmesi helâl olamaz.
Nehir sahibi diyor ki: Zâhire göre geçerken bu kastın bulunması kâfidir. Buna şu da delildir ki: Bedâyi sahibi mikâtı ihramsız geçmenin hükmünü beyan ettikten sonra, "Bu, beş mikâttan birini hacc veya umre yapmak yahut Mekke'ye veya Harem'e girmek için ihramsız geçtiği zamandır. Böyle bir şey kasdetmez de sadece Benî Amir bahçesine yahut bir hacet için başka bir yere gitmek isterse, kendisine bir şey lâzım gelmez." demiştir. Görüyorsun ki kastı, mikâttan geçerken itibara almıştır. Yani hacc ve emsalini yahut bahçeyi kasdetmesi mikâtı geçerken olacaktır. Onun için şarih bunu evvelce arzettiğimiz gibi iki yerde zikretmiştir. Bahır sahibinin, "Hill'den hususi bir yere gitmeyi kasdetmek mutlaka lâzımdır." sözü zâhir değildir. Bilâkis şart yalnız Hill'i kasdetmektir.
«Mezhebe göre...» Bunun mukabili Ebû Yusuf'un kavlidir ki; "Bahçede onbeş gün kalmayı niyet ederse Mekke'ye ihramsız girebilir. Aksi takdirde giremez." demiştir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«Mekke'ye ihramsız girebilir.» Yani bahçeye Mekke'ye geçmek için değil de, bir hacet için girmek ister de sonra bir hacetten dolayı Mekke'ye gitmek aklına gelirse, Mekke'ye ihramsız girebilir. Nitekim İbn-i Şilbî şerhiyle Molla Miskîn'de de böyle denilmiştir. Kâfî sahibi diyor ki:
«Çünkü mikâtta ihramın vâcip olması, Mekke'ye gitmek isteyenleredir. O kimse Mekke'ye gitmek istemiyor, sadece bahçeye girmek istiyor, bahçe ise tâzime müstahak değildir. Ona girmek isteyince ihramlanmak lazım gelmez.»
Ben derim ki: Bu, ibadetten başka bir hacet için Mekke'ye girmek istediği vakittir. Aksitakdirde mikâtını ancak ihramla geçer. Onun için ihram faslından az önce mikâtlardan bahsederken, "Mikâtlar dahilinde yaşayanlar için ibadet kasdetmedikçe ihramsız olarak Mekke'ye girmek caizdir." demişti.
METİN
Onun mikâtı bahçedir. Kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yukarıda geçtiği vecihle oralılar hükmüne girmiştir. Mekke'ye ihramsız girmek isteyen âfâkî için çare budur.
İZAH
«Onun mikâtı bahçedir.» Yani hacc ibadeti yapmak isterse, gerek hacc gerekse umre için mikâtı bahçedir. Daha doğrusu mikâtlarla Harem arasındaki Hill'in her yeridir. Nitekim mikâtlar bahsinde geçmişti. Şayet Harem'den ihrama girerse, Hill'e dönmedikçe kendisine bir ceza kurbanı lâzım gelir. Nitekim bunu az yukarıda Nehir'le Lübab'dan naklen arzetmiştik. Meğerki Harem'e bir hacet için girmiş de sonra ibadet etmek istemiş olsun. Böylesi Harem'den ihrama girer. Zira yukarıda geçtiği vecihle Mekkeli olmuştur.
«Kendisine bir şey lâzım gelmez.» Bu cümle, ihramsız olarak Mekke'ye girmekle ilgilidir. Binaenaleyh "onun mikâtı bahçedir" ifadesinden evvel zikredilmesi daha iyi olurdu.
«Çünkü yukarıda geçtiği gibi...» Yanı ihram faslından az önce geçtiği gibi oralılar hükmüne  girmiştir. Orada şöyle demişti. «Fakat Hill'den Halîs ve Cidde gibi bir yere gitmek isterse, ihramsız geçmesi helâl olur. Oraya vardı mı oralı hükmüne girer. Artık ihramsız Mekke'ye girmesi de caizdir.»
«Âfâkî için çare budur.» Yani başkası namına haccetmek için memur edilmemişse çare budur. Nitekim şarih bunu orada söylemiş, biz de bunun üzerine orada söz etmiştik. Sonra bu çare müşkildir. Biliyorsun ki, bir kimse bir hacet dolayısıyla Hill'in bir yerine gitmek istemedikçe mikâtı ihramsız olarak geçmesi caiz değildir. Yoksa Mekke'ye gitmek isteyen her âfâkî'nin Hill'den geçmesi zaruridir. Yine orada arzetmiştik ki; hacetle kayıtlaması, mikâttan geçerken Mekke'ye gitmek istemesinden ihtirazdır. Mekke'ye ihramsız girmesi ancak mikâtı geçtikten sonra oraya gitmeyi arzu ettiği zaman caiz olur. Nitekim bunu İbn-i Şilbî'nin şerhi ile Molla Miskîn'den nakletmiştik. Böylece anlaşıldı ki, ihramın sâkıt olması için şart, sadece Hill'e girmeyi kasdetmektir. Buna Kâfî'den naklettiğimiz ibare de delâlet eder ki şudur: «O, Mekke'ye girmek istemiyor, sadece bahçeye girmek istiyor.» Bedâyi'den naklettiğimiz şu ibare de öyledir: «Ama bunu dilemez de sadece Benî Amir'in bahçesine gitmek isterse...» Keza Lübab sahibinin, "Bir kimse Hill'den bir yere gitmek isteyerek mikâtını geçer de, sonra Mekke'ye girmek aklına gelirse, Mekke'ye ihramsız girebilir." sözü de öyledir. Bu söz gereğince, mikâtı geçerken Mekke'ye gitmek istese, ihrama girmesi lâzım geIir. Velev ki bahçeye girmek de istesin. Çünkü Mekke'ye gitmek, aklına gelmiş değil, aslî maksadıdır. Bahır sahibi hem bu işkale, hem de cevabına işaret etmiş; yukarıda O'ndan naklettiğimiz ifadede şöyle demiştir: «Evinden çıktığı zaman bahçeyi kasdetmesl mutlaka lâzımdır.» Yani kasdettiği seferi Mekke'ye değil de, bahçeye olmak için bu lâzımdır demektir. Nitekim yukarıda arzetmiştik. Lübab şarihi dahi şöyle cevap vermiştir: «Bu cümlenin izahı şudur: Bahçeyi evvel emirde kasdedecektir. Bundan sonra zımnî veya ârızî bir kasıtla Harem'e girmesi zarar etmez. Nasıl ki bir Hintli alışveriş için evvelâ Cidde'ye gitmeyi istese, işini bitirdikten sonra ikinci defa Mekke'ye gitmeyi hatırından geçirmese hüküm budur. Evvelâ hacc niyetiyle Hindistan'dan gelip de sonra ona tebean Cidde'ye gitmek istemesi bunun hilâfınadır. Velev ki alışverişi kasdetsin.» Bu ifade dahi Bahır sahibinin cevabına yakındır. Çünkü hâsılı şudur: O kimsenin seferinden maksadı, Hill denilen yerde alışveriş olmalıdır. Mekke'ye girmek arzusu ona tâbi bulunmalıdır. Lâkin ulemanın, "Sonra Mekke'ye gitmek aklına gelirse" sözleri buna aykırıdır. Çünkü bu söz Mekke'ye girmek istemenin mutlaka ârızî olmasını ne asaleten, ne tebean maksut olmamasını, kasdedilen yer yalnız Hill'e gitmek olmasını ifade ediyor. Nitekim Bahır, Kâfî, Bedâyi ve Lübab sahipleriyle başkalarının cevaplarından anlaşılan da budur ve bu, ulemanın, "Mekke'ye ihramsız girmek isteyen âfâkî için çare budur." sözüne aykırıdır. Çünkü yalnız Hill denilen yere gitmek isterse, Mekke'ye girmek aklına geldiği vakit çare aramaya hacet yoktur. Halbuki bu dahi Mekke'ye ibadet için değil de başka bir hacetten dolayı girmek isteyen hakkındadır. İbadet yapmak isterse, ihramsız girmesi helâl olamaz. Çünkü Hill ahalisinden olmuştur. Onun mikâtı da onların mikâtıdır ki, defalarca geçtiği vecihle bu mikât Hill'dir. Şu halde evinden hacc niyetiyle çıkan, Mekke'ye nasıl ihramsız girebilir?
METİN
Mekke'ye ihramsız giren kimseye her defası için bir hacc veya umre vâcip olur. Döner de ibadet için ihramlanırsa, son girişi namına kifayet eder. Tamamı Fetih'tedir. Ama boynuna borç olan farz haccı, nezir veya nezir umresini niyet ederse; Mekke'ye girmekle kendisine lâzım gelen ibadet namına sahih olur. Lâkin terk edilen vaktinde yetişmiş olmak için, o sene haccetmesi lâzım gelir. O seneden sonra caiz değildir. Çünkü sene değişmekle borç olur.
İZAH
«Mekke'ye...» Yani Harem'e giren kimseye; ister ticaret, ister ibadet veya başka bir şey kasdıyla girsin, bir hacc veya umre vâcip olur. Nitekim Bedâyi'nin yukarıda geçen ibaresi de bunu ifade etmektedir. Bunun açık ifadesi, şerh ve metinde ihram faslından az önce geçmişti. Bunu Lübab sahibi dahi açıklamıştır.
«Döner de...» Yani mikâta dönerek hacca niyet ederse, son girişi namına kâfidir. Evvelce girdikleri için kaza lâzım gelir. Lübab. Lâkin Bedâyi'de kaydedildiğine göre, Mekke'de otururda sene değişirse, Mekkelilerin mikâtı olan Harem, haccı için Hill (Harem dışı) umresi için kâfi getir. Çünkü o kimse Mekke'de oturmakla Mekkeli hükmüne girmiştir. Ta'lîl, sene değişmesinin kayıt olmadığını göstermektedir. Fetih'te de böyle denilmiştir. Sonra mikâta çıkmakla kayıtlamak, ceza kurbanı sâkıt olsun diyedir. Caiz olsun diye değildir. Çünkü ihramsız Mekke'ye girdiği için o kimseye iki şey vâcip olur. Ceza kurbanı ve nüsûk. Tevfik (yatıştırma) da bununla hasıl olur. Nitekim Şurunbulâliyye sahibi söylemiştir.
«Tamamı Fetih'tedir. Fetih sahibi bunu şöyle ta'lîl etmiştir: «Son girişinden önce vâcip o kimsenin zimmetinde borç olmuştur. Artık ancak niyetle tayin etmek suretiyle sâkıt olur. H.
«Boynuna borç olan farz haccı» sözüyle, girmesi sebebiyle farz olandan ihtiraz etmiştir. Onu az önce, "döner de ibadet için ihramlanırsa ilh...» diyerek ifade etmişti. Zâhire bakılırsa, o kimse mikâta döner de nâfile hacc niyet ederse, o hacc Mekke'ye girmesi sebebiyle boynuna borç olan hacc yerine geçer. Nâfile olmaz. Çünkü onu, boynuna borç tekerrür ettikten sonra yapmıştır. Mikâtı geçmezden önce niyet ettiği nâfile hacc bunun hilâfınadır. Çünkü henüz üzerine bir şey vâcip olmadığı için o nâfile olur. İhramla maksut olan yerin tâzimi hâsıl olmuştur. Nitekim hacc bahsinin başında tahkik etmiştik.
«Kendisine lazım gelen ibadet namına sahih olur.» Yani Mekke'ye ihramsız girer de, bu sebeple kendisine bir hacc veya umre lâzım gelirse, o da mikâta çıkarak kendisine başka bir sebeple vâcip olan bir hacc veya umre için ihrama girerse, bu hacc Mekke'ye girmekle kendisine lâzım olan hacc yerine geçer. Bunu sonraya bırakmayıp o sene yaparsa, niyet etmese bile yine kendisine lâzım olan hacc yerine geçer.
«O sene haccetmesi lâzım gelir.» Yani Mekke'ye girdiği sene haccetmesi gerekir. Hidâye sahibi diyor ki: «Çünkü bu, vaktinde terk edileni telâfidir. Zira ona vâcip olan, ihramla o yeri tâzim etmektir. Nitekim baştan mikâta farz hacca ihramlanarak gelse hüküm yine budur. Sene değişmesi bunun hilâfınadır. Zira boynuna borc olur da ancak maksut bir ihramla ödenir. Nitekim nezredilen îtikafta hal böyledir. O îtikaf o senenin ramazan orucunu tutmakla ödenir. İkinci senenin orucuyla ödenmez.»
Fetih sahibi şöyle demiştir: «Burada biri şöyle diyebilir: O seneyle gelecek sene arasında fark yoktur. Onu ne zaman yapsa eda olur. Çünkü delil onun muayyen bir senede yapılmasını icabetmemiştir ki, o sene geçmekle borç olup kaza etsin. Binaenaleyh ne zaman mikâttan boynuna borç bir hacca ihramlanırsa, bu vâcip onun zımnında ödenir. Bu izaha göre, ihramsız Mekke'ye girmesi tekerrür ederse, tayine hacet kalmaması gerekir, Nasıl ki üzerinde ramazandan iki gün oruç borcu olan kimse, mücerret üzerindeki borcu kazaya niyet eder de tayin yapmazsa, tayine hacet yoktur. Esah kavle göre o iki gün iki ayrı ramazandan da olsa hüküm yine budur. Keza deriz ki: Defalarca mikâta dönerek herdefasında bir hacca ihramlansa ve bunu Mekke'ye girişinin sayısınca yapsa, üzerine borç olandan kurtulur.» Bahır sahibi kendisini tasdik etmiştir.
«Çünkü sene değişmekle...» terk edilen boynuna borç olur. Biliyorsun ki bunun üzerine Fethu'l-Kadir sahibi inceleme yapmış ve şöyle de itirazda bulunmuştu: İhramsız Mekke'ye girmekle vâcip olan umrenin, ikinci sene nezredilen umreyle sükut etmesi gerekir. Çünkü umre muayyen bir vakitle sınırlanmadığı için borç olmaz. Hacc bunun hilâfınadır.» Gâyetü'l-Beyan sahibi buna cevap vermiş; «Umreyi bayram ve teşrik günlerine geciktirmek mekruhtur. O günlere geciktirirse, onu kazaya bırakmış gibi olur ve umre borç olur.» demiştir. Bahır sahibi de onu tasdik etmiştir. Bunun söz götürdüğü meydandadır. Çünkü mekruh olan, onu bu günlerde yapmaktır. Onlar geçtikten sonra yapmak mekruh değildir.
METİN
Bir kimse mikâtı ihramsız geçer de, umre için ihramlanır sonra onu ifsat ederse, umresine devam ve sonra kaza eder. Mikâtta ihramı terk ettiği için kendisine ceza kurbanı lâzım gelmez. Çünkü kazada mikâttan ihramlandığı için, terk ettiği onunla tamamlanmıştır. Mekkeli ve Mekkeli hükmünde biri, umresi için bir şavt olsun yani şavtlarının en azmı tavaf eder de hacc için ihrama girerse, onu tıraş olarak vücûben terk eder. Çünkü Mekkeli ikisini beraber yapmaktan nehyedilmiştir.
İZAH
«Umre için ihramlanırsa» demesinden, hacc için ihramlanmanın hükmü evleviyetle anlaşılır. Nehir.
«Çünkü kazada mikâttan ihramlandığı için...» cümlesi, "Kendisine ceza kurbanı lâzım gelmez ilh..." sözünün illetidir. Bununla şarih, ceza kurbanı sâkıt olmak için, kaza ederken mutlaka mikâttan ihrama girmesi lâzım geldiğine işaret etmiştir. Nitekim Bahır sahibi bunu açık söylemiştlr. Bu mânâ, bizim Şurunbulâlliyye'den naklen evvelce arzettlğimiz ibareden de anlaşılmaktadır.
«Mekkeli ve Mekkeli hükmünde biri...» ifadesi, iki ihrama birden girme meselesine giriştir. Bu. Mekkeli ile onun mânâsında olan bir kimse hakkında cinayettir. Âfâkî hakkında cinayet değildir. Meğer ki umrenin ihramını hacca izafe etmiş olsun. Birinci itibara göre musannıf onu cinayetler bâbında zikretmiştir. Kenz sahibi ikinci itibara göre ona bir bâb tahsis etmiştir. Sonra bilmelisin ki bunun kısımları dörttür:
Birincisi; hacc ihramını umre üzerine,
İkincisi; hacc ihramını hacc üzerine,
Üçüncüsü; umre ihramını umre üzerine,
Dördüncüsü; umre ihramını hacc üzerine yapmaktır. Musannıfın birinciden başlaması, cinayette daha tesirli olduğu içindir. Onun için bununla ceza kurbanı hiçbir halde sâkıt olmaz. Sonra ikinciyi diğerlerinden önce zikretmiştir. Çünkü onun hali daha kuvvetlidir. O farza da şâmildir. Sonra üçüncüyü, dördüncüden evvel zikretmiştir. Çünkü kemiyet ve keyfiyetçe onda ittifak edilmiştir. Nehir.
Şarih, "Mekkeli hükmünde" sözüyle, Nehir'in ibaresine işaret etmiştir. Nehir'in ibaresi şöyledir: Mekkeliden murad, âfâkî olmayandır. Binaenaleyh Hill'de ve Harem'de bütün mikâtlar dahilinde yaşayanlara şâmildir. Şu halde ' Mekkeli ' sözüyle, âfâkîden ihtiraz olunmuştur. Çünkü âfâkî bunlardan hiçbirini terk etmez. Şu kadar var ki; az olanı yaptıktan sonra izafe ederse, kırân hacısı olur. Aksi takdirde bu yaptığı hacc aylarında ise temettu hacısıdır. Nitekim geçti. Nehir.
«Şavtların en azını» ifadesi gösteriyor ki; 'şavf' kelimesi kayıt değildir. Musannıf onu mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh hacc aylarında yapılıp yapılmamasına şâmildir. Nitekim Bahır'da Mebsut'tan naklen beyan edilmiştir. Nehir'de de Fetih'ten nakledilmiştir. Ekseri şavtları hacc günlerinin dışında tavaf etse, Mebsut'ta ona da ceza kurbanı lâzım geleceği bildirilmektedir. Çünkü umreyi bitirmeden hacc için ihrama girmiştir. Halbuki Mekkelinin bunların ikisini birden yapmaya hakkı yoktur. Bir vecihle bunları biraraya getirince, ceza kurbanı lâzım olur. Yine Mebsut'ta beyan edildiğine göre, umre ile kayıtlaması, evvelâ hacc için telbiye getirip onun tavafını yaptıktan sonra umre için telbiye getirdiği takdirde, umreyi bilittifak terk edeceği içindir. "Tavaf ederse" diye kayıtlaması, tavaf etmediği takdirde yine bilittifak umreyi terk edeceği içindir. "Şavtlarının en azını" diye kayıtlaması, çoğunu tavaf ettiği takdirde haccı bilittifak terk edeceği içindir. Mebsut'ta haccla umreden hiçbirini terk etmeyeceği bildirilmiştir. İsbicâbî bu kavli zâhir rivayet saymıştır.
«Onu vücûben terk eder.» Bunu, yani haccı terk etmesi Ebû Hanîfe'ye göre evlâdır. İmameyn'e göre ise umreyi terk etmesi evlâdır. Çünkü hal itibariyle umre haccdan aşağıdır. İmam-ı Azam'ın delili şudur: Umrenin ihramı, amellerinden bir şey yapmakla kuvvet bulmuştur. Kuvvetli olmayanı terk etmek daha kolaydır. Bir de umreyi terk etmekte ameli iptal vardır. Haccı terk etmekte ise ona yanaşmamak vardır. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. 'Vücûben' demesi. Bahır'ın ifadesine muhaliftlr. Bahır'da, "Anlaşılmıştır ki haccı terk etmek, vâcip değil müstehaptır." denilmiştir. Yani vâcip olan sadece birini terk etmektir. Muayyen değildir; demek istemiştir.
«Tıraş olarak» kelimesini şarih misal olarak söylemiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Nehyle terk etmiş olacağını söylememiştir. Terkin fille olması; meselâ umre fiillerini bitirdikten sonra tıraş olmakla bırakması gerekir. Söz veya niyetle yetinmemelidir. Çünkü Hidâye sahibi bunu ihramdan çıkmak saymıştır. İhramdan çıkmak ise ancak ihram yasaklarından bir şeyyapmakla olur.»
Ben derim ki: Lübab'da şu ibare vardır: «Üzerinde terk borcu olan herkes, terki niyet etmeye muhtaçtır. Ancak vakfeyi kaçırmadan iki haccı birleştirenle, birincisi için sa'yi yapmadan önce iki umreyi birleştiren müstesnadır. Bu iki surette bunların biri niyetsiz terk edilmiş olur. Lâkin bu da ya Mekke'ye gitmekle yahut birinin amellerine başlamakla olur.» Lübab'la Bahır'ın ifadeleri mecmuundan anlaşılıyor ki; terk ancak ihram yasaklarından birini terk niyetiyle bırakmakla hâsıl olur. Gerçi cinayetler bâbının başında, "Ekserisini bırakmakla ihramlı kalır." ifadesinin yanında, "İhramlı bir kimse ihramı terk etmek ister de, ihramsızın yaptığı gibi elbise giyer, tıraş olur ve diğer işleri yaparsa, bununla ihramdan  çıkmaz. Terk niyeti bâtıldır." demiştik. Fakat bu söz, orada da tembih ettiğimiz gibi terk etmeye memur olmadığına yorumlanmıştır. Tıraşı umre bittikten sonra diye kayıtlaması, umrenin ihramına cinayet olmasın diyedir.
METİN
Terk ettiği için bir ceza kurbanı ile bir hacc ve umre lâzım gelir. Çünkü o kimse hacca yetişememiş gibidir. Hattâ o sene haccederse umre sâkıt olur. Umreyi terk ederse. yalnız onu kaza eder. Tamamlarsa sahîhtir. Fakat kötülük işlemiş olur. Ve bir kurban keser. Bu, tamamlama kurbanıdır. Afâkî hakkında ise şükür kurbanıdır. Bir kimse hacc için ihrama girerek hacceder de, sonra bayram günü başka bir ihrama girerse. birinci hacc için tıraş olduğu takdirde, ikinci hacc gelecek seneye kurbansız lâzım gelir. Çünkü birinci hacc bitmiştir. Birinci hacc için tıraş olmadıysa, ikinci kurbanla birlikte lâzım gelir.
İZAH
«Çünkü hacca yetişememiş gibidir.» Onun hükmü, umre ile ihramdan çıkmak, sonra gelecek sene haccı yapmaktır. T.
«Hattâ o sene haccederse umre sâkıt olur.» Çünkü o zaman hacca yetişememiş hükmünde değil, ihramdan çıkıp da sonra o sene hacceden muhsar mânâsında olur. O zaman kendisine umre vâcip olmaz. Sene değişirse iş de değişir. T. ve Bahır.
«Umreyi terk ederse, yalnız onu kaza eder» Yani tavafını yaptığı umreyi terk ederek üzerine hacc yaparsa, yalnız onu kaza eder. Velev ki o sene olsun. Çünkü bir senede umrenin tekrarı caizdir. Hacc öyle değildir. Bunu Hindiyye sahibi söylemiştir. T. Yalnız onun sözünden murad, başka umre kaza etmez demektir. Yoksa kurban lâzım gelmez mânâsına değildir. Çünkü Hidâye'de, "Hangisini terk ederse, terk sebebiyle bir kurban icabeder." denilmiştir. H.
«Tamamlarsa sahihtir.» Çünkü her ikisinin fiillerini üzerine aldığı gibi yapmıştır. Nehir.
«Fakat kötülük işlemiş olur.» Yani günahıyla beraber sahih olur. Çünkü ulemanınaçıkladıklarına göre. Mekkeliye haccla umrenin ikisini birden yapmak yasaktır. Yaparsa günahkâr olur. 'Kötülük' diye terceme ettiğimiz 'isaet', kerâhetten aşağı mıdır, yukarı mıdır, bu bâbtaki ihtilâfı evvelce arzetmiş ve aralarını bulmuştuk.
«Ve bir kurban keser.» Çünkü yasaklanmış bir fiili irtikâb etmekle, ibadetine eksiklik karışmıştır. Zira kendisi kırân hacısıdır. Ekserisini yaptıktan sonra katar da, bu yaptığı hacc aylarında olursa, temettu hacısı sayılır. Mekkeliye ise, yukarıda geçtiği vecihle temettu ile kırânın ikisi de yoktur. Bu da, "Mekkeliye temettu ve kırânın müsaade edilmemesinin mânâsı helal değildir demektir." diyenlerin sözünü teyid eder. Nitekim geçmişti. Nehir. Yani sahih değil mânâsına gelmez.
Ben derim ki: Bu, temettu bâbında geçmişti. Biz orada üçüncü bir kavli tahkîk etmiştik ki, o da, "Mekkelinin temettuu bâtıl, kırânı sahihtir, caiz değildir." sözüdür. Müracaat ederek onu hatırla!
«Bu, tamamlama kurbanıdır.» Çünkü iki ibadeti bir arada yapmak veya terketmek sebebiyle vâcip olan her kurban, tamamlama kurbanı ve kefarettir. Onun yerini oruç tutamaz. Velev ki fakir olsun.
Kendisi de o kurbandan yiyemez, zengine yediremez. Şükür kurbanı böyle değildir. Lübab şerhi.
«Bir kimse hacc için ihrama girerse.» cümlesi, ikinci ve üçüncü kısma giriştir. Yani hacc üzerine hacc ve umre üzerine umre yapmanın beyanı hakkındadır. Bilmelisin ki iki veya daha fazla hacca ihramlanmak ya birbirinden aralıklı olarak, ya beraberce yahut peşipeşine olur. Birincisi musannıfın metinde zikrettiğidir. Onun için 'aralıklı' mânâsına gelen 'sümme (sonra)' edatını kullanmıştır. Diğer ikisi hakkında Nehir'de şöyle denilmiştir: «O kimseye, İmam-ı Azam'la Ebû Yusuf'a göre iki hacc tâzım gelir. Lâkin zâhir rivayete göre, yola revan olunca birisi terk edilmiş olur. İmam Ebû Yusuf'a göre ihramlı olduktan hemen sonra oralıksız olarak biri terkedilmiş olur. Bu hilâfın eseri, başlamazdan önce cinayet işlediği zaman meydana çıkar. İmam Muhammed, "Beraber yaptığında o kimseye iki haccın biri, peşipeşine yaptığında yalnız birincisi tâzım gelir. İki umre iki hacc gibidir." demiştir.»
Ben derim ki: Hilâfın eseri, Şeyhayn'a göre cinayet sebebiyle iki kurban, İmam Muhammed'e göre bir kurban lâzım gelmesidir. Nitekim Bedâyi'de de böyle denilmiştir. Lübab şarihi bunu müşkil görmüş; "Çünkü Ebu Yusuf'a göre iki haccdan biri ihramın akabinde beklemeden hemen terk edilmiş olur. Yani ona göre cinayet iki ihrama değil bir ihrama yapılmıştır. Binaenaleyh İmam Muhammed'in kavli gibi bir kurban lâzım gelmeli." demiştir.
«Sonra bayram günü başka bir ihrama girerse...» "Bayram günü" diye kayıtlaması, Arafat'ta gece veya gündüz ihrama girmiş olsa, ikincisini terketmiş olacağı ve kendisine bir terkkurbanıyla hacc ve umre tâzım geleceği içindir. Sonra İmam Ebû Yusuf'a göre yukarıda anlatıldığı şekilde terk edilmiş ol.ur. İmam-ı Âzam'a göre ise vakfesiyle terkedilmiş sayılır. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir. O kimse gündüzün vakfeyi yaptıktan sonra bayram gecesi ihrama girse, haccı Müzdelife'de vakfe yapmakla terk edilmiş olmak gerekir. Arafat'taki vakfeyle terk edilmiş sayılmaz. Çünkü o geçmiştir. Bahır. Lâkin yukarıda geçen zâhir rivayete kıyasla, Müzdelife'ye yürümekle bâtıl olması gerekir. Nehir.
«Birinci hacc için» ikinciye ihramlanmadan tıraş olduğu takdirde ikinci hacc lâzım gelir. Yani ihramda kalarak onu gelecek seneye eda eder. Lübab.
«Çünkü birinci hacc bitmiştir.» Zira tıraş olduktan sonra kalan yalnız şeytan taşlamaktır. Bununla da ikinci defa ihramlandığında cinayet işlemiş sayılmaz. Nehir. Bunun muktezası şudur: ikinci ihram tıraştan sonra olmuştur. Tavafı ziyaretten dahi sonradır. O kimse tıraş olduktan sonra tavaftan önce ihrama girse, kendisine cemi (iki ibadeti birden yapma) kurbanı lâzım gelir. Çünkü birinci ihram, kadınların haram olması hakkında bâkidir. Kirmânî bunu açıklamıştır. Lâkin kitabımızın metninden ve Hidâye ile şerhleri ve Kâfî gibi diğer kitaplardan anlaşılan bunun hilâfıdır. Çünkü onlar, tıraştan sonra kurban lâzım gelmeyeceğim mutlak söylemiş; "tavaftan sonra" diye dahi kayıtlamışlardır. Lâkin Lübab şarihi, "Onların mutlak söylemesi Kirmânî'nin kayıtlamasına aykırı değildir." diyor. Yani mutlak mukayyede yorumlanır demek istiyor.
Ben derim ki: Lâkin Kirmânî'nin ifadesi, umrenin iki ihramı gibi haccın iki ihramı beraber yapıldığında kurban vâcip olması esasına dayanır. Bu hususta yakında söz edilecektir.
METİN
Saçını kısaltsın kısaltmasın müsavidir. Çünkü saçını kısaltmakla yahut gecikmekle ihramına  cinayet işlemiştir. Musannıfın burada "saç kısaltma" tabirini kullanması, kadına da şâmil olsun diyedir. Bir kimse umre yapar da tıraş olmadan başka bir umreye ihramlanırsa, ceza kurbanı keser. Esasen iki umre için iki ihramı bir arada yapmak, keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Binaenaleyh kurban lâzım gelir. Ama zâhir rivayete göre iki hacc için değildir. Şu halde cemi kurbanı lâzım gelmez.
İZAH
«Saçını kısaltsın kısaltmasın müsavidir.» Yani birinci hacc için tıraş olmadan ikinci haccın ihramına girdiyse, kurban lâzım gelir. Bu hususta ikinci ihramdan sonra tıraş olsun olmasın fark etmez. İsterse tıraşı gelecek senenin haccına kadar geciktirsin. Bu, İmam-ı Âzam'a göredir. İmameyn ise vücubu tıraş olmaya tahsis ederler. Çünkü onlara göre gecikmeyle bir şey vâcip olmaz. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«İhramına cinayet işlemiştir.» Yani ikinci haccın ihramına cinayet işlemiştir. Birinci haccınihramı ise birkaç kısaltmayla sona ermiştir. Ona cinayet yoktur.
«Yahut gecikmekle» cümlesi, 'çünkü' üzerine mâtuftur, kısaltma üzerine mâtuf değildir. Zira tıraşı kurban günlerinden sonraya bırakmak bir vâcibi terketmektir. İhram üzerine cinayet değildir. Şârih burada 'ihramına' demese daha iyi olurdu. O zaman kurban vâcip olması için, saç kısaltmakla gecikmeden biri illet olurdu. Bunlardan birini illet yapmakla, iki hacc ihramını birden yaptığı için cemi kurbanı tâzım gelmediğine işaret etmiştir. Çünkü o cinayet değildir. Nitekim gelecektir. Bunu Halebî söylemiştir.
«Saç kısaltma tabirini kullanması ilh...» ifadesiyle şarih, saç kısaltmanın kayıt olmadığına işaret etmiştir. Bu tabir kadına da şâmil olmak içindir. Lâkin burada, "bundan önce tıraş tabirini kullandı" diye itiraz edilebilir. Buna şöyle cevap verilir: Bu, ihtibâk kabilindendir. İhtibâk, bir yerde söylenmeyen şeyi başka yerde açıklamaktır. Tâ ki kısaca ikisinin de murad olduğu ifade edilsin. Gerçi Nehir'de, "Burada saç kısaltmaktan murad, tıraş olmaktır. Çünkü saç kısaltmada kurban yoktur. Onda ancak sadaka vardır." denilmişse de, cinayetler bâbının başında biz doğrusunun bunun hilâfı olduğunu arzetmiştik
«Umre yapar da tıraş olmadan başka bir umreye ihramlanırsa ilh...»
Evvelce arzetmiştik ki, iki umreyi bir arada yapmanın hükmü, iki haccı bir arada yapmak gibidir. Yani gerek lâzım gelmek, gerekse terketmek ve mikât hususlarında umrede tasavvur edilebilen şeylerde ikisinin hükmü birdir. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. Lübab sahibi sonra şöyle demiştir: «Umre için ihrama girer de bir şavt yahut bütün şavtlarını tavaf eder yahut hiç tavaf etmezse, sonra başka bir umre için ihrama girdiği takdirde. ikinci umreyi terk ile kaza etmesi ve terk ettiği için kurban kesmesi lâzım gelir. Birinci umre için tavaf ve sa'y yapar da tıraştan başka bir vazifesi kalmazsa, başka bir umreye başladığı takdirde o umre kendine lâzım gelir. Onu terk edemez ve cemi kurbanı tâzım gelir. İkinci umreyi bitirmeden birincisi için tıraş olursa, başka bir kurban lâzım gelir.  Bitirdikten sonra tıraş olursa lâzım gelmez. Birinci umreyi ifsat ederse, yani tavafını yapmadan cimada bulunur da ikinci umrenin ihlâlini yaparsa onu terk eder, birinciye devam eder. Birinciyi bırakmayı veya yaptıklarına ikinci için olmasın! niyet etse bile fayda vermez. Bu Iki haccda da böyledir.» Lâkin ondan naklen demiştik ki: O kimse birinci umrenin sa'yini yapmadan iki umreyi biraraya getirirse, başlamakla ikisinden birisi bırakılmış olur. Bırakmak için niyet lâzım değildir. Binaenaleyh burada, "ikinciyi terk etmesi lâzımdır." demesi söz götürür.
«Binaenaleyh kurban lâzım gelir.» Yani beraber yapma cinayetinden dolayı kurban lâzımdır. Burada tıraşı geciktirdiği için kurban yoktur. Çünkü kurban umrede vakitle sınırlanmış değildir. Nitekim yukarıda geçti. Meğer ki ikinciyi bitirmeden tıraş olsun. Bu takdirde az yukarıda gördüğün gibi başka bir kurban lâzım gelir.
«Ama zâhir rivayete göre iki hacc için değildir.» Bu cümle, "iki umre" cümlesi üzerine mâtuftur. (Yani iki hacc için beraberce ihrama girmek mekruh değildir.) Şu halde cemi kurbanı lâzım gelmez. Sadece gecikme veya saç kısaltma kurbanı lâzım gelir. Nitekim yukarıda geçti. Şarihimiz burada Bahır sahibine uymuştur. O şöyle demiştir: «Hidâye'de açıklandığına göre. iki hacc veya iki umre ihramına birden girmek bidattır. Gâyetü'l-Beyan sahibi ifrata kaçarak haram olduğunu söylemiş; çünkü bidattır demiştir. Bu hatadır. Çünkü Muhit'te; "Haccın iki ihramını birarada yapmak zâhir rivayete göre mekruh değildir. Çünkü umrede bunun mekruh olması fiilen ikisini beraber yapmış sayıldığındandır. Çünkü her ikisini bir senede yapar. Hacc böyle değildir." denilmiştir.» Onun içindir ki musannıf Câmii Sağîr sahibine uyarak haccla umrenin arasında fark yapmıştır. Zira Câmii Sağîr sahibi hacc için bir kurban vâcip olduğunu bildirmiştir. Ulemanın bazısı Asl'ın rivayetine uyarak, cemi için başka bir kurban lâzım geldiğini söylemiştir. Görüyorsun ki aralarındaki fark zâhir rivayettir. Bu satırlar Bahır'daki beyanın hülasasıdır.
Ben derim ki: Mi'râc'da Kâfî'den naklen şöyle denilmiştir: «Söylendiğine göre, iki rivayetin  arasında yani Câmii Sağîr ile Asl'ın rivayetleri arasında hilâf yoktur. Çünkü Câmii Sağîr'de cemi kurbanı vâcip olacağından bahsedilmemiş, fakat lâzım değil de denilmemiştir. Bazıları burada iki rivayet olduğunu söylemişlerdir.» Lübab şerhinde de şöyle denilmiştir: «Ulema burada iki rivayet bulunduğunu ve bunların esah olanına göre kurban vâcip olduğunu söylemişlerdir. Timurtâşî ve başkaları bunu açıklamışlardır. Bazıları vücup rivayetinden başka rivayet olmadığını söylemişlerdir. Kemâl b. Hümam, "bu daha uygundur" demiştir.» İbni Hümam, Muhit'in şu ifadesini tenkit etmiştir: «İkinci umreyi bir sene içinde yapabilmesi, fiilen ikisini birden yapmayı gerektirmez. Binaenaleyh haccla umre müsavidir.»
Ben derim ki: Asıl namındaki kitapta -ki Mebsut'tur- zâhir rivayet kitaplarındandır. Onun için rivayetin muhtelif olduğu tahakkuk etmekle. ulema vücup rivayetini sahih kabul etmişlerdir. Aksi takdirde asıl olan ihtilâfın bulunmamasıdır. Çünkü Asıl ile Cami-i Sağîr'in ikisi de İmam Muhammed'in kitaplarındandır. Zâhir şudur ki: birinde mutlak bıraktığı bir söz. diğerinde mukayyet olarak söylediğine yorumlanır. Onun için Fetih sahibi ortada yalnız vücup rivayeti olmasını daha makbûl görmüştür. Yukarıda zikredilen Hidâye ve Gâyetü'l-Beyan'ın sözleri de bunu teyid etmektedir. Binaenaleyh Bahır sahibinin, "Bu hatadır." demesi, yakışmayan sözlerdendir. Nasıl yakışsın ki Tatarhâniyye'de, "Hacc ihramıyla umre ihramını birarada yapmak bidattır." denilmiş; Attâbî, "Hanamdır. Çünkü büyük günahların en büyüklerindendir. Peygamber (s.a.v.)'den böyle rivayet olunmuştur." demiştir.
METİN
Âfâkî bir kimse hacc için ihrama girer de sonra umre için de ihramlanırsa, kendisine ikisi delazım gelir ve bu âfâkî kötülük işleyen kırân hacısı olur. Onun için umre fiillerinden önce vakfe yapmakla umresi bâtıl olur. Çünkü umreye, hacc üzerine mürettep olarak başlanmamıştır. Arafat'a yollanmakla bâtıl olmaz. Hacc için tavaf-ı kudûm yapar da sonra umre için ihramlanır ve her ikisine devam ederse kurban keser. Bu tamamlama kûrbanıdır. 
İZAH
«Âfâkî bir kimse» sözüyle musannıf dördüncü kısma başlamaktadır. «Sonra umre için de ihramlanırsa...» Yani tavafı kudûme başlamazdan önce ihramlanırsa demektir. Lübab. Buna delil, "onun için tavaf ederse" yani tavafa başlarsa sözüyle mukabelede bulunmasıdır. Nitekim az sonra göreceksin. Biz bunu kırân bâbının başında arzetmiştik. Hilâfı geçmemiştir.
«İkisi de lâzım gelir.» Çünkü âfâkî hakkında ikisini birden yapmak meşrudur. O bununla kırân hacısı olur. Lâkin sünnette hata ettiği için kötülük işlemiş olur. Hidâye. Çünkü kırânda sünnet ya ikisine birden ihramlanmak yahut umre ihramına hacc ihramından önce girmektir. Zeylâî. Lâkin bu ikinciye örfen temettu denilir.
«Kötülük işleyen kırân hacısı olur.» Lübab şârihi diyor ki: «Kötülüğü az olduğu ve umresini terk etmesi vâcip olmadığı için ona şükür kurbanı lâzım gelir.»
Ben derim ki: Evlâ olan, "umresini terk etmek mendup olmadığı için" demektir. Hacc için tavafı kudûmu yaptıktan sonra umre için ihramlanması bunun hitâfınadır. Çünkü onu terk etmek menduptur. Nitekim gelecektir.
«Vakfe yapmakla umresi bâtıl olur.» Münasip olan, aşağıdaki "Çünkü umreye hacc üzerine mürettep olarak başlanmamıştır." ifadesini bundan önce söylemekti. Çünkü kötülük işleyen kırân hacısı olması, umrenin hacc üzerine mürettep olarak başlanmamasıyla illetlendirilmiştir. Umresinin vakfeyle bâtıl olması, bu ta'lîl üzerine tefrî edilmiştir. Nitekim Hidâye ve diğer kitaplardan anlaşılır. Vakfeden murad, Mekke'ye girmeden Arafat'ta durmasıdır. Bu vakfeyle umresini terk etmiş olur. Arafat'a yollanır do orada durmazsa, umreyi terketmiş sayılmaz. Çünkü kırân hacısı olur. Zeylai. Murad; umre için ihrama girip şavtlarının çoğunu yapmadan Arafat'ta durmasıdır. Şavtlarının azını yapması yok hükmündedir. Bahır. Şu halde, "umre fiillerinden önce" sözünden murad, şavtlarının çoğudur.
«Hacc içln tavafı kudûmu yaparsa...» Yani velev bir şavtını yapsın demek istiyor. Nitekim Bahır sahibi bunu kırân babında zikretmiştir. Fetih sahibi şunları söylemiştir: «Umrenin ihramını hacc ihramı üzerine getirirse, tavafı kudûmdan hiçbir şavt yapmadan önce olduğu takdirde, o kimse kötülük işlemiş kırân hacısı olur ve kendisine bir şükür kurbanı lâzım gelir. Başladıktan sonra olursa, velev ki az olsun kötülüğü daha ziyadedir ve bir kurban lâzım gelir.» Biz bunun benzerini kırân bâbında Lübab ile şerhinden naklen arzetmiştik. Bu, her ikisurette kurban vâcip olacağı hususunda açık delildir. Birincisi bilittifak şükür kurbanıdır. İkincisinin şükür kurbanı mı yoksa tamamlama kurbanı mı olduğunda ihtilâf edildiği aşağıda gelecektir. Bunların her ikisinde tavaftan muradın, velev bir şavtla olsun tavafa başlamak olduğu görülecektir. Az yukarıda Bahır'dan naklen arzettiğimiz, "Azı yok hükmündedir." sözü, umrenin tavafına aittir. Bizim sözümüz ise haccın tavafındadır.
«Her ikisine devam ederse...» Zeylâî diyor ki: «Her ikisine devamdan murad, umre fiillerini hacc fiillerinden önce yapmasıdır. Çünkü beyan ettiğimiz gibi o kıran hacısıdır. Yalnız birinciden daha fazla kötülük işlemiştir. Çünkü umrenin ihramını haccın tavafından yani tavafı kudûmden sonraya bırakmıştır. Şu kadar var ki, burada bu rükün olmadığı için evvelâ umre fiillerini, ondan sonra hacc fiillerini yapması mümkündür. Ama üzerine kurban vâcip olur.
«Bu, tamamlama kurbanıdır.» Yani Fahru'l-İslâm'ın tercihine göre tamamlama kurbanı; Şemsü'l-Eimme'nin tercihine göre şükür kurbanıdır. Hilâfın semeresi, yenilmesinin caiz olup olmadığında meydana çıkar. Zeylâî. Hidâye sahibi birinciyi sahih bulmuş, Fetih sahibi ikinciyi tercih etmiş onu kuvvetli bulmuştur. Bu bâbta hayli de söz etmiştir. Bahır.
Ben derim ki: Keza Lübab sahibi de onu ihtiyar etmiş, birinci kavli 'denilmiştir' sözüyle ifade etmiştir.
METİN
Hacc ihramı tavafı ile kuvvet bulduğu için umreyi terk etmek müstehap olur. Terk ederse ona başlaması sahih olduğu için kaza eder ve terkinden dolayı kurban keser. Bir kimse hacc eder de arkasından bayram günü yahut ondan sonraki üç gün içinde umre için ihlâl yaparsa, başlamakla umre kendisine lâzım olur. Lâkin kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Günahtan kurtulmak için terki vâciptir. Terkinden dolayı kurbanla birlikte kaza eder. O umreye devam ederse sahih olur. Fakat keraheti irtikâbettiği için kurban lazım gelir. Bu kurban tamamlama kurbanıdır.
İZAH
«Hacc ihramı tavafı ile kuvvet bulduğu içln...» Yani hacc ihramı onun amellerinden birini yapmakla kuvvet bulduğu icin umreyi terk etmek müstehap olur. Hacc için hiç tavaf etmediyse iş değişir. Hidâye. Yani kuvvet bulmadığı için umreyi terk etmek müstehap olmaz. Çünkü o adam ihramdan başka bir şey yapmamıştır. Onda da tertip yoktur. Burada ise bir vecihle tertibi kaçırmıştır. Çünkü tavafı kudûmu önce yapmıştır. Terkin vâcip olmaması, eda edilen kısım haccın rüknü olmadığındandır. Nitekim Zeylâî'de beyan edilmiştir.
«Kaza eder.» Yani umreyi kaza eder. Başlaması sahih olduğu için sözünden murad, umre başlamakla bitirilmesi lâzım gelen şeylerden olduğu içindir. T.
«Bir kimse hacc eder de ilh...» cümlesi, bundan önceki meselenin tamamındandır. Çünkü evvelki cümle tavafı kudûme başladıktan sonra veya ondan önce umreyi hacc üzerine yapmak hususundaydı. Bu da umreyi vakfeden sonra, tıraştan önce yahut tavaf-ı ziyaretten önce veya sonra bayram günü yahut teşrik günlerinde haccın üzerine yapması hususundadır. Nitekim bunu Lübab sahibi söylemiş ve kırân hacısı olmadığını açıklamıştır. Lâkin aşağıda gelen ifadenin zahirine muhaliftir.
«Başlamakla umre kendisine lâzım olur.» Çünkü umreye başlamak mülzimdir. Nitekim yukarıda geçmişti.
«Günahtan kurtulmak için terki vâciptir.» Hidâye sahibi burada hilâftan bahsederek şöyle demiştir: Bazıları hacc için tıraş olur da sonra ihrama girerse. Asıl nam kitaptakinin zâhirinden anlaşıldığına göre, umreyi terk etmez demişlerdir. Birtakımları ise nehyden korunmak için terk edeceğini söylemişlerdir. Fakih Ebû Ca'fer, "Bizim ulemamız bu kavil üzeredir." demiştir. Yani terkin vâcip olduğuna kaildirler. Velev ki tıraştan sonra olsun demek istemiştir. Müteehhirin ulema bunu sahih bulmuşlardır. Çünkü o kimsenin üzerinde, şeytan taşlamak, tavaf-ı sader ve Mina'da gecelemenin sünnet oluşu gibi hacc vazifeleri kalmıştır. Halbuki o günlerde umre mekruhtur. Binaenaleyh hiç şüphesiz umre fiillerini hacc fiilleri üzerine bina etmiş olur. Fetih'te böyle denilmiştir.
Ben derîm ki: Bunun zâhiri, o kimsenin kötülük işlemiş kırân hacısı olduğunu gösterir.
«O umreye devam ederse sahih olur.» Çünkü kerahet başkasından gelen bir mânâdandır ki, o da o kimsenin bu günlerde kalan hacc fiillerini eda ile meşgul bulunmasıdır. Hidâye.
«Keraheti irtikabettiği için kurban lâzım gelir.» Yani ikisini biraraya getirdiği için demek istiyor. Bu ya ihram hususunda yahut kalan amellerdedir. Hidâye. Yani umre için tıraştan önce ihramlandıysa, iki ihramı biraraya getirdiği için; tıraştan sonra ihramlandıysa, sair amellerde beraberlik olduğu için kerahet irtikâbetmiştir.
TEMBİH: Lübab şarihi bu meselenin hükmünü anlattıktan sonra, "Bundan bir mesele anlaşılır ki, Mekkelilerle başkalarının çok başına gelir. O da şudur: Bunlar, haccları için sa'y yapmadan umre yaparlar." demiştir. Yani kendilerine ya terk kurbanı yahut cemi kurbanı lâzım gelir demek istemiştir. Lakin umre ihramını bayram günü yahut teşrik günleri diye kayıtlamalarının muktezası şudur ki; bu günlerden sonra yaparsa kurban lâzım gelmez. Ama bu da senin Hidâye'nin ta'lîlinden anladığına aykırıdır. Sa'yin bayram ve teşrik günlerinden sonraya bırakılması caiz olsa da, ondan önce umre için ihramlanmakla, umre ve hacc fillerini biraraya getirmiş olur. Bana öyle geliyor ki, kerahetin illeti ve terkin lüzumu cemidir. Yahut ihramın bu günlere rastlamasıdır. Bu ikiden hangisi bulunursa kâfidir. Lâkin bu günler haccın kalan amellerinin en mükemmel şekilde yapıldığı günler olduğundan, onlarlakayıtlamışlardır. Nitekim Hidâye'den naklettiğimiz ibare de buna işaret etmektedir. Hidâye sahibinin terkin lüzumunu ta'lil ederken söylediği şu söz de öyledir: «Çünkü o adam haccın rüknünü eda etmiştir. binaenaleyh umre fiillerini her cihetten hacc fiilleri üzerine bina etmiş olur. Halbuki umre bu günlerde de mekruhtur. Onun için terki tâzım gelir.»
METİN
Hacca yetişemeyen kimse ona veya umreye ihramlanırsa, terk vâcip olur. Çünkü iki hacc veya umre için iki ihrama birden girmek meşru değildir. Hacca yetişemeyince ihramında kalır ve haccın ihramından umrenin fiilleriyle çıkması lâzım gelir. Ondan sonra ihrama girdiğini kaza eder. Çünkü başlaması sahihtir. Vaktinden evvel terk etmekle ihramdan çıktığı için ceza kurbanı keser.
İZAH
«Hacca yetişemeyen kimse ilh...» cümlesi dahi öncekinin tetimmesindendir. Geçen cemi meselelerinin caiz olmaması hususunda hacca yetişenle yetişemeyen arasında fark yoktur.
«Çünkü iki ihrama birden girmek meşru değildir ilh...» Bunun izahı şudur: Hacca yetişemeyen kimse ihram cihetinden hacıdır. Çünkü haccın ihramı bâkîdir. Ama eda cihetinden umrecidir. Çünkü ihramı umre ihramına dönmeden umre fiillerini yaparak ihramdan çıkar. Hacc için ihramlanınca, ihram yönünden iki haccı birlikte yapmış olur. Bu ise bidattır. Onun için onu terk eder. Umre için ihrama girerse, fiil cihetinden her iki umreyi birarada yapmış olur. Bu da bidattır ve onu da terk eder. Zeylâî ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Bil ki şarihin buradaki sözünde iki şey vardır:
Birincisi: İki ihram demeden, "Çünkü iki haccı veya iki umreyi birden yapmak ilh..." demesi  gerekirdi. Biliyorsun ki umre için ihrama girmenin lâzımı, fiil cihetinden iki umreyi beraber yapmaktır. İhram cihetinden beraberlik değildir. Çünkü haccın ihramı umre ihramına çevrilmemiştir.
İkincisi: "Meşru değildir." sözü, evvelâ kendi tuttuğu yola aykırıdır. Kendisi, "iki umrenin ihramlarını biraraya getirmek mekruhtur. İki haccın ihramlarını biraraya getirmek zâhir rivayete göre mekruh değildir. Çünkü gayrı meşru dediğimiz şey, şâri hazretlerinin yapılmasını veya terkini yasakladığı şeydir. Mekruh da o cümledendir. Meşru bunun hilâfınadır. Binaenaleyh mekruha şâmil değildir. Nitekim Kuhistanî'de beyan edilmiştir." demişti.
Ben derim ki: Birinciye şöyle cevap verilebilir: "Yahut iki umre için" sözü, cem'a müteallik olan zarf üzerine atfedilmiştir. Binaenaleyh cem'a da taallûk eder. İkinciye de şöyle cevap yerilir: "Şarih ikinci rivayete göre hareket etmiştir. Onun dahi tercih edildiğini biliyorsun. Binaenaleyh buna bir mâni yoktur."
«Ondan sonra ihrama girdiğini kaza eder.» Umre fiilleriyle ihramdan çıktıktan sonra demektir.
«Vaktinden evvel terk etmekle...» Yani ikinci ihramla üzerine aldığını terk etmekle demektir ki. bu, ihramdan çıkmanın illetidir. Allah'u a'lem. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...