03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...ÇOCUK DÜŞÜRMENİN HÜKMÜ


ÇOCUK DÜŞÜRMENİN HÜKMÜ

METİN
Hür kadından kocası onun izniyle azl yapar. Nehir'de inceleme neticesi, "mükâtebe de öyledir" denilmiştir. Lâkin Hâniyye'de; "Bu bizim zamanımızda mübahtır. Çünkü zaman bozulmuştur." denilmektedir. Kemâl, "0 halde kadının iznini ıskat eden bir özür sayılıversin." demiştir. Ulema, "Dört aydan önce velev kocasının izni olmadan çocuğu düşürmek mübahtır." demişlerdir. Bir kimse cariyesinden onun izni olmaksızın azl yapabilir. Bunda kerahet yoktur. Cariyede gebelik zuhur ederse, küçük abdest bozmadan cimayı tekrarlamadığı takdirde, benden değildir demesi helâldir.
İZAH
«Lâkin Hâniyye'de...» şöyle denilmiştir: «Kudûrî'de bildirildiğine göre kadının izni olmazsa mübah değildir. Ulema zaman bozukluğu için bizim zamanımızda mübahtır demişlerdir.»
"Kemâl..." şöyle demiştir: «Fetevâ'da bildirildiğine göre hür kadının doğuracağı çocukta kötülük zuhur edeceğinden korkarsa, kadının rızası olmaksızın azl yapabilir. Çünkü zaman bozulmuştur. Bu gibi özürler kadının iznini ıskât eder sayılıversin.» Hâniyye'den nakledilen ibareden anlaşılıyor ki, mezhepten nakledilen kavil mübah olmamasıdır. Bu kayıt zaman değiştiği için bazı hükümlerin değişeceğine dair mezhep uleması tarafından yapılmıştır. Fetih sahibi bunu ikrar etmiş; Kuhistânî dahi kesinlikle buna kail olarak, "Ama bu, çocuğun kötü olacağından korkmadığına göredir. Zira zaman bozulmuştur. Aksi takdirde azl kadının izni olmaksızın da caîzdir." demiştir.
«Ulema şöyle demişlerdir...» Nehir sahibi diyor ki: Şimdi şu kalır:
Acaba gebe kaldıktan sonra çocuğu düşürmek mübah mıdır? Evet. henüz bir uzvu yaratılmamış olmak şartıyla mübahtır. Bu da ancak yüzyirmi gün sonra olur. Bu sözün muktezası, ulema yaratmak sözüyle ruh üfürülmesini murad etmişlerdir. Aksi takdirde söz yanlıştır. Çünkü yaratılmanın bu müddetten önce olduğu müşahede suretiyle tahakkuk etmektedir. Fetih'te de böyle denilmiştir. Ulemanın mutlak olan sözleri, bu müddet geçmeden kadının çocuk düşürmesinin cevazı kocasının iznine bağlı olmadığını göstermektedir. Hâniyye'nin kerahet bahsinde şöyle denilmektedir: «Ben helâldir diyemem. Çünkü ihramlı bir kimse bir avın yumurtasını kırsa onu öder. Zira yumurta avın aslıdır. Bu ceza ile karşılaştığına göre burada da en azından özürsüz düşürürse kadına günah yazılır.»
İbn-i Vehbân şunları söylemiştir: «Özürlerden biri de, gebelik zuhur ettikten sonra kadının sütünün kesilmesidir. Çocuğun babasının sütanne kiralamaya kudreti yoksa, çocuğun helâl olacağından da korkuyorsa, bu bir özürdür.» Zahîre'den de şunu nakletmiştir: «Kadın çocuğa ruh üfürülmezden önce onu düşürmek isterse, bu kendisine mübah olur mu olmaz mı? Bu hususta ulema ihtilâf etmişlerdir. Fakih Ali b. Mûşa mekruh olduğunu söylermiş. Çünkü meni rahime vardıktan sonra onun varacağı netice hayattır. Binaenaleyh ona diri hükmü verilir. Nasıl ki Harem-i Şerif'in avının yumurtasına aynı hüküm verilmiştir. Zahîriyye'de de böyle denilmiştir. İbn-i Vehbân, "Şu halde çocuk düşürmenin mübah olması özür haline yorumlanır. Yahut çocuk düşüren kadın öldürmüş kadar günah işlemiş sa-yılmaz mânâsına alınır." demiştir. Zahîre'nin ifadesinden anlaşılıyor ki, ulema yaratmak sözünden ancak ruh üfürülmesini kasdetmişlerdir. Ve Kâdıhân'ın yukarıda geçen tefekkuhunu ondan önce gösterenler vardır. Muvaffakiyet Allah'tandır.» Nehîr.
T E M B İ H : Nehir sahibi bundan ve şarihin Hâniyye ile Kemâl'den naklettiklerinden alarak, "Kadının başka kadınların yaptıkları gibi rahminin ağzını tıkaması caizdir." diyerek Bahır sahibinin eleştirmesine muhalefet göstermiştir. Bahır sahibi, "Kadından izin almadan yapılan azle kıyasen bunun da kocasının izni olmadan yapılması haram olmak gerekir." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Bezzâziye'de, "Kocasının kansını azlden men etmeye hakkı vardır." denilmektedir. Evet, zamanın bozukluğuna bakılırsa;iki taraftan azlin caiz olması gerekir. Bahır'ın sözü, mezhebin aslına göredir. Nehir'in sözü ise, ulemanın söylediklerine bakarak ifade edilmiştir. Muvaffakiyet Allah'tandır.
«Küçük abdest bozmadan cimayı tekrarlamadığı takdirde...» Yani ya tekrar cima etmemek yahut abdest bozduktan sonra cimada bulunmak suretiyle olursa demektir ki, cimayı tekrarlayınca yine azl yapar. Nitekim bunu Ebussuud Hânûtî'den nakletmiştir. Zeylâî'nin el yazısından dahi şunu nakletmiştir: "Âletinin başını yıkadıktan sonra" cümlesini ziyade etmek gerekir. Yani abdest bozduktan sonra âletin başında meniden eser kalmasın diye yıkamakla temizler demek istemiştir. Bundan anlaşılır ki, ulemanın gusül bâbında, "Temizlik hâsıl olmak için uyumak ve yürümek de abdest gibidir." sözleri burada münasip değildir.
METİN
Hür bir kimsenin veya kölenin nikâhı altında bulunan cariye velev ümmüveled olsun ve mükâtebe, velev bir kısmı âzâd edilmiş cariye gibi hükmen olsun âzâd edilince muhayyer olur. İsterse kendi rızasıyla nikâh edilmiş bulunsun. Bu üçüncü bir talâkla onun üzerindeki milki fazlalaştırmayı def içindir. Şayet kendi nefsini ihtiyar ederse cariyeye mehir yoktur. Kocasını ihtiyar ederse, mehir efendisinin olur. Cariye küçük ise, bâliğ oluncaya kadar geciktirilir. Ama esah kavle göre ona bülûğ muhayyerliği yoktur. Yahut cariye nikâhlanırken hür olup sonra cariye olursa, meselâ karı-koca dinden dönerek küffar memleketine giderler de sonra beraberce esir edilerek cariye âzâd olunursa, İmam Ebû Yusuf'a göre muhayyerdir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Mebsût.
İZAH
«Cariye muhayyer olur.» Buna âzâd muhayyerliği derler. Nehir sahibi diyor ki: «Şayet cariyekocasının haberi yokken kendini seçerse sahih olur. Bazıları kocası yokken sahih olmaz demişlerdir. Camiu'l-Fusuleyn'de böyledir.»
«Velev ümmüveled olsun.» Müdebbere de öyledir. Bu söz büyüğüne küçüğüne şâmildir. Bahır.
«Ve mükâtebe...» Burada imam Züfer muhalefet ederek, "Mükâtebe için muhayyerlik yoktur." demiştir. Fetih sahibi Züfer'in kavlini kuvvetli bulmuş; Bahır sahibi ona cevap vermiştir.
«İsterse kendi rızasıyla nikâh edilmiş bulunsun.» Rızası olmadan nikâh edilirse, evleviyetle hüküm budur. Zeylâî ile diğerlerinin ibaresi, "Bu hususta cariyenin rızası olmuş olmamış fark etmez." şeklindedir. Bu ta'mim mükâtebeden başkaları hakkında zâhirdir. Zira şarihin az yukarıda izah ettiğine göre, sahibi kınnini (hâlis kölesini) nikâha icbar eder. Fakat mükâtebi ile mükatebesini icbar edemez. Mi'râc'da her ikisini bilittifak icbar edemeyeceği zikredilmiştir. Şurunbulâliyye'nin sözü bununla kuvvet bulur. Orada şöyle denilmiştir: «Mükâtebenin rızasını nefyetmek doğru değildir. Çünkü sahibinin izni olmaksızın onun kendini nikâhlaması nasıl geçerli değilse - zira sahibinin milki onun üzerinde bâkîdir - kitabet icabı o cariyeyi kendi izni olmaksızın evlendirmek de geçerli değildir. Tamamı oradadır.»
«Üzerindeki milki fazlalaştırmayı def içindir.» cümlesi, muhayyer ol-masının illetidir. İzahı şudur: Kocası bu cariyeyi iki defa boşamaya mâlik idi. Cariye hür olunca üç defa boşama hakkına mâlik oldu. Bunda ise cariyeye zarar vardır. Binaenaleyh cariyeden fazla zararı def etmek için cariye akdin aslını kaldırmaya mâliktir. Onun için erkek köleye akit muhayyerliği sabit olmamıştır. Çünkü ona bir zarar yoktur. Kendisi talâka kâdirdir.
«Cariyeye mehir yoktur.» Yani kocası yanına zifaf olmadıysa cariyeye mehir verilmez. Çünkü kendini ihtiyar etmesi aslından fesih sayılır. Cima edilmişse, mehir efendisinindir. Çünkü cima sahih nikâh hükmünce olmuştur. Bununla mehr-i müsemma tekrarur eder. Bahır.
«Mehir efendisinin olur.» Yani kocası ister zifaf olsun ister olmasın mü-savidir. Çünkü mehir kocanın mâlik olduğu cima istifadesi karşılığında vâciptir. Buna cariye sahibinden mâlik olmuştur. Binaenaleyh bedelini de ona verir. Bunu Bahır sahibi Gâyetü'l-Beyân'dan nakletmiştir.
Ben derim ki: "Kocası ona zifaf olsun olmasın müsavidir." sözü, metinde gelecek tafsilâta aykırı değildir. Metinde, "Kocası cariye ile âzâd olmazdan önce cimada bulunursa mehir efendinin olur. Âzâd edildikten sonra cima ederse mehir cariyenindir." denilecektir. Çünkü metindeki nikâh, sahibin izni olmaksızın kıyıldığına göredir. Âzâd edilmekle nikâh yürürlüğe girer ve bununla cariye kendi menfaatlerine mâlik olur. Âzâd edildikten sonra cimada bulunursa, mehir cariyenîndir. Buradaki onun hilâfınadır. Çünkü nikâh izinle kıyılmıştır. Yani kölelik mevcut iken nikâh geçerlidir. Nitekim gelecektir.
«Cariye küçük ise...» Yani âzâd edilen cariye küçük olup sahibi onu âzâd etmeden evlendirmiş ise, o cariyenin muhayyerliği bülûğa erinceye kadar geciktirilir. Bahır sahibi diyor ki: «Çünkü nikâhı feshetmek, faydayla zarar arasında dolaşan tasarruflardandır. Binaenaleyh küçük kız ona malik değildir. Velîsi de mâlik, değildir. Çünkü o da küçük kızın yerinedir. Câmiu'l-Fusuleyn'de böyle denilmiştir. Bülûğa erdiği vakit cariyeye âzâdlık muhayyerliği vardır. Esah kavle göre bülûğ muhayyerliği yoktur. Zahîre'de böyle denilmiştir.» Bazıları ona bülûğ muhayyerliğinin dahi sabit olduğunu söylemişlerdir. Bu âzâdlık muhayyerliğinin içinde dahildir. Ama cariyeyi âzâd ettikten sonra evlendirir de sonra bülûğa ererse, kendisine bülûğ muhayyerliği vardır. Çünkü sahibinin birinci surette cariye üzerindeki velayeti babanın velayeti gibidir. Hattâ daha kuvvetlidir. Bunda ise kardeş ve amcanın velâyeti gibidir, Hattâ daha zayıftır. Nitekim bunu biz velî bâbında izah etmiştik.
«Sonra beraberce» sözü, üç cümlenin kaydıdır. Bununla kayıtlamasının sebebi, karı-kocadan birinin dinden dönmesiyle yahut dâr-ı harbe kaçmasıyla veya esir edilmesiyle nikâh feshedileceği içindir.
«Ebû Yusuf'a göre muhayyerdir.» Çünkü âzâd edilmekle kendine mâlik olmuştur. Kocasının onun üzerindeki milki de artmıştır. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«İmam Muhammed buna muhaliftir.» O şöyle demiştir: «Buna muhayyerlik yoktur. Çünkü asıl akitle onun üzerinde kendi rızasıyla kâmil bir milk sabit olmuştur. Sonra milk noksanlaşmıştır. Âzâd olunca da aslına dönmüştür.» Ebû Yusuf'un kavlinin tercih edildiğinde şüphe yoktur, Çünkü nassda dahildir. Bahır'da böyle denilmiştir. Nassdan murad; Peygamber (s.a.v.)'in Hz. Berire'ye âzâd edildiğinde, "Kendi menfaatine mâlik oldun. O halde seç!" buyurmasıdır. Yani seç sözü seçmenin illeti îstifade milki olduğunu ifade etmiştir. Bu, "zina etti, recmolundu, hırsızlık etti, eli kesildi" cümleleri gibidir. Bu cümlelerin Arapça ifadelerindeki rabıt edatı olan 'fe' harfleri, zina ile hırsızlığın cezaya illet olduğunu gösterirler. Nitekim usûl-ü fıkıkta tekarrur etmiştir. Binaenaleyh Rahmetî'nin, "Nassın umumu yoktur. Çünkü muayyen bir kadına hitaptır." şeklindeki itirazı vârit değildir.
METİN
Bu muhayyerliği, yani âzâd muhayyerliğini bilmemek özürdür. Cariye bunu bilmez de kocasıyla birlikte dinden dönerek küffar memleketine kaçarlar ve orada öğrenerek nikâhı feshederse, sahih olur. Meğerki küffar memleketine kaçtığına hüküm sâdır olsun. Ama bu hüküm değil fetvadır. Kâfi. Ve mahkeme kararına bağlı değildir. Susmakla bâtıl olmaz. Köleye de sabit olmaz. Muhayyerede olduğu gibi meclise münhasırdır. Bunların hepsinde bülûğ muhayyerliği bunun hilâfınadır. Hâniyye. Bir köle izinsiz nikâhlanır da âzâd edilirse; veya sahibi onu satar da müşteri razı olursa, nikâh geçerlidir, Çünkü mâni ortadan kalkmıştır.
İZAH
"Özürdür." Çünkü cariye efendisinin hizmetiyle meşguldür. İlim için vakit bulamaz. Sonra muhayyerliğini öğrendiğinde o mecliste kabulden çekindiğini gösteren bir şeyle muhayyerliği bâtıl olur. Kocası ona kendisini seçmesi için bir miktar para verir de o da dediğini yaparsa, muhayyerliği sâkıt olur. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir. Telhîsü'l-Cami'de, "Cariyeye bir şey verilmez. Çünkü bu zayıf bir haktır. Karşılık olarak verilen şeylerde zâhir olmaz. Nitekim sair muhayyerliklerle şuf'a ve nefisle kefâlette böyledir. Kusur muhayyerliği bunun hilâfınadır." ifadesi ziyade edilmiştir.
«Cariye bunu bilmezse.» Bahır sahibi Muhit'ten naklen şunları söy-lemiştir: «Bir kimse kölesine cariyesini nikâhlar da sonra o cariyeyi âzâd ederse, cariye kendisine muhayyerlik hakkı olduğunu bilmeyerek koca-sıyla dinden döner ve küffar diyarına kaçarlarsa, sonra müslüman olarak döndüklerinde kendisine muhayyerlik hakkı sabit olduğunu öğrenir yahut bunu küffar memleketinde duyarsa, öğrendiği mecliste kendisine muhay-yerlik vardır.» H. Harbiyye de öyledir. Böyle bir kadın harbî bir erkekle ev- lenir de sonra âzâd edilirse muhayyerdir. Bunu küffar diyarında veya müs-lüman olduktan sonra İslâm diyarında öğrenmiş olması birdir. Nehir.
«Meğer ki küffar memleketine kaçtığına hüküm sâdır olsun.» Yani nikâhı feshetmesi sahih değildir. Çünkü küffar memleketine kaçtığına hü-küm sâdır olmakla o tekrar cariyeliğe dönmüştür. Zira küffâr diyarındaki kâfirlerin hepsi köledirler, Velev ki kimsenin malı olmasınlar. Nitekim âzâd bâbının başında gelecektir. H. Tahtâvî ile Rahmetî de bunu ikrar etmişler-dir.
Ben derim ki: ileride gelecek olan, esir edilen harbîye yorumlanır. O, İslâm memleketine getirilmezden önce de köledir, getirildikten sonra da köle ve memlûktur. Nitekim âzâd bahsinde gelecektir. Bu söz bu bâbın başında arz ettiğimizin açık şeklidir. Zâhire bakılırsa feshin sahih olmama-sının illeti, kaçak hükmü verilmesi hükmen ölüm olduğu içindir. Onunla İslâm'a bağlı olan tasarruflar sâkıt olur. Binaenaleyh mücerret bir hak olan fesih hakkı bununla evlevîyetle sâkıt olur. Sonra Telhîs şerhinde benim söylediğim ile illetlendirildiğini gördüm. Allah'a hamdolsun.
«Ama bu, hüküm değil fetvadır.» sözü mukadder bir sualin cevabıdır. Sual şudur: «Siz dâr-ı harpte yaşayan bir kîmsenin nikâh feshi sahih ol-duğuna nasıl hüküm verebildiniz? Halbuki bizim onlarla ilişkilerimiz kesik-tir.» H. Cevap: Bu, hüküm değil fetvadır. Yani bir hâdise hakkında sual sorulunca haber vermektir. T.
«Mahkeme kararına bağlı değildir.» Yani âzâd muhayyerliği ile nikâhı feshetmek hâkimin hüküm vermesine bağlı değildir.
«Susmakla bâtıl olmaz.» Yani velev ki bâkire olsun. Razı olduğunu mutlaka açık sözle veya delâlet yoluyla bildirmesi lâzımdır. T.
«Köleye de sabit olmaz.» Yani erkek köleye bu hak sabit olmaz. Çünkü bunda mevcuttan fazla bir milk yoktur. Cariye böyle değildir. Bir de cariyeyi boşamaya mâliktir. Binaenaleyh feshe hâcet yoktur.
«Meclise münhasırdır.» Yani öğrendiği meclise münhasırdır ve o meclisin sonuna kadar devam eder. O meclisten kalkarsa bâtıl olur.
"Muhayyere..." Kocası kendisine, "nefsini seç" diyen kadındır. Böyle bir kadın meclis devam ettiği müddetçe kendisini seçebilir.
«Bunların hepsinde bülûğ muhayyerliği bunun hilâfınadır.» Yani bu beş meselenin hepsinde bülûğ muhayyerliğini bilmemek özür değildir. Hâkimin hükmüne bağlıdır. Kadının nikâhlı olduğunu öğrendikten sonra susmasıyla muhayyerlik bâtıl olur. Muhayyerlik erkeğe de kadına da sabittir. Kız bâkire ise, muhayyerlik meclisin sonuna kadar devam etmez. Dul ise, vakti bütün ömürdür. Açıkça veya delâlet yoluyla razı olduğunu söyleyinceye kadar devam eder. Nitekim bülûğa eren oğlanda da hüküm budur.
«Bir köle izinsiz nikâhlanırsa...» Nikâhla kayıtlaması şundandır: Çünkü köle bir şey satın alır da arkacığından sahibi kendisini âzâd ederse, bu alış-veriş geçerli değil bâtıl olur. Çünkü aleyhine geçerli olsa mâlik değişir. Bahır.
«Müşteri razı olursa...» Yani ilk sahibinin elindeyken yaptığı nikâhı caiz sayarsa nikâh geçerlidir.
«Çünkü mâni ortadan kalkmıştır.» Geçerli olmasına mâni, sahibinin hakkı idi. O da milkinden çıkmakla ortadan kalkmıştır.
METİN
Cariyenin hükmü de öyledir. Ona muhayyerlik yoktur. Çünkü geçerlilik âzâd edildikten sonradır. Binaenaleyh mülk ziyadeliği tahakkuk etmemiştir. Beraber olurlarsa, meselâ cariyeyi bir fuzûli evlendirir de başka bir fuzûli âzâd eder ve sahibi ikisine birden cevaz verirse hüküm yine böyledir. Sahibinin ölümüyle âzâd olan müdebbere ve keza kocası zifaf olmuşsa ümmüveled dahi böyledir. Zifaf olmamışsa geçerli değildir. Çünkü onun efendisinden olan iddeti nikâhın geçerliliğine mânidir. Eğer kocası cariyeyi âzâd olmazdan önce cima ederse, mehr-i müsemma efendisinin olur. Âzâd olduktan sonra cima ederse mehir cariyenindir. Çünkü cariyenin mâlik olduğu bir menfaata mukabele etmiştir.
İZAH
«Cariyenin hükmü de öyledir.» Musannıf bu sözü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh hâlis cariyeye, müdebbereye, ümmüvelede ve mükâtebeye şâmildir. Lâkin müdebbere ileümmüveled hakkında tafsilât gelecektir. Bahır. Bu söylenilenler, âzâd edilen cariye hakkındadır. Şayet cariyenin efendisi ölür veya onu satarsa, ikinci sahibi cariyenin ciması kendine helâl olmayan biri ise. hüküm köle gibidir. Böyle değilse bakılır. Kocası onunla zifaf olmamışsa, mevkuf olan akit bâtıldır. Çünkü kesin olan helâllık bunun üzerine ârız olmuştur. Zifaf olmuş ise, zâhir rivayette hüküm yine böyledir. Zira ikinci milk ârız olmakla mevkuf olan milk bâtıldır. Velev ki ona yaklaşmak kendisine memnu olsun. Bunun izahı Bahır'dadır.
«Ona muhayyerlik yoktur.» Köleye gelince: Ona aslâ muhayyerlik yoktur. Velev ki izinle nikâhlanmış olsun. Nitekim yukarıda geçti. Bu söz mükâtebeye de şâmildir. Zira aşağıda zikredeceğimiz illetten dolayı ona muhayyerlik yoktur. Şurunbulâliyye'de dahi bu açıklanmıştır. İbn-i Kemâl Paşa, "Bu cariyeye muhayyerlik vardır." demişse de, bu bir kalem hatasıdır. Keza kitabın kenarına yazdığı, "Hidâye'de bildirildiğine göre İmam Züfer; ona muhayyerlik yoktur demiştir. Cariye bunun hilâfınadır ilh..." sözü de böyledir. Çünkü yukarıda geçen. "0 cariyeye bize göre muhayyerlik vardır. Züfer buna muhaliftir." meselesi ancak sahibinin izniyle evlendiği meselededir. Bizim sözümüz ise, izni olmadan evlenmek hakkındadır. Nitekim Hidâye'nin ifadesinde bu açıktır.
«Çünkü geçerlilik âzâd edildikten sonradır.» Binaenaleyh kendisini âzâd edildikten sonra nikâhlamış gibi olur. Onun içindir ki İsbicâbî. "Asıl şudur ki; nikâh akdi her ne zaman bir kadına cariye olduğu halde tamamlanırsa, ona âzâdlık muhayyerliği sabittir. Ne zaman hür iken tamamlanmışsa, ona âzâdlık muhayyerliği sabit olmaz." demiştir. Bahır.
«Binaenaleyh mülk ziyadeliği tahakkuk etmemiştir.» Yani üçüncü bir talâkla mülk ziyadeliği tahakkuk etmemiştir. Muhayyerlik sabit olmasının illeti, adı geçen ziyadenin sübutudur. Nitekim geçti.
«Beraber olurlarsa...» Yani âzâd olmakla nikâhın geçerliliği beraber olursa demektir. Çünkü bunları sahibi caiz kabul ederse. ikisi beraber sabit olurlar.
«Sahibinin ölümüyle âzâd olan müdebbere» nin hükmü de. hayatında âzâd ettiğinin hükmü gibidir. Geçerli değildir. Âzâd olur sözüyle. cariyenin malının üçte birinden çıktığını ifade etmektedir. Üçte birinden çıkmazsa, İmam-ı Âzam'a göre kazancının bedelini verinceye kadar geçerli olmaz. İmameyn'e göre caizdir. Nitekim Bahır sahibi Zahîriyye'den nakletmiştir. Yani İmameyn'e göre bu cariye hür olduğu halde çalışır.
«Ümmüveled dahi böyledir ilh...» Yani ümmüveledi âzâd ettiği yahut efendisi öldüğü vakit şayet kocası onunla âzâd edilmeden önce cimada bulunursa, nikâh İbn-i Semaa'nın İmam Muhammed'den rivayetine göre geçerlidir. Çünkü iddet kocasından vâcip olmuştur. Artık efendisinden iddet vâcip olmaz. Zâhir rivayete göre ise kocasından iddet vâcip olmaz. Binaenaleyh iddet efendisinden vâcip olur. Cevaz vermezden önce idde-tin ondan vâcipolması nikâhın feshini icabeder. Nitekim Muhit'ten naklen Bahır'da bildirilmiştir. İddetin kocadan vâcip olmaması şundandır: Zira id-det ancak karı-kocanın araları ayrıldıktan sonra vâcip olur. Nitekim Bahır sahibi bunu geçen meselede ifade etmiştir.
«Nikâhın geçerliliğine mânidir.» Yani nikâhı bâtıl kılar. Çünkü iddetle beraber mevkuf olması mümkün değildir. Bahır. Zira iddet bekleyen kadın kendisinden iddet beklediği kocasından başkasına helâl değildir.
«Eğer kocası cariyeyi cima ederse...» Yani sahibinden izin almadan kocaya varan cariyeyi cima eder de sonra nikâhı âzâd olmakla yürürlüğe girerse, mehr-i müsemma efendisinin olur. Mehr-i müsemma yoksa, mehr-i misil onun olur. Nehir. Mehrin onun olması, cariyenin kocası efendisinin malı olan cariyeden istifade ettiği içindir. Bahır.
«Çünkü cariyenin mâlik olduğu bir menfaata mukabele etmiştir.» Zira akit âzâd olmakla geçerlidir. Cariyenin menfaatlarına ise onunla mâlik olunur. Kölelik bâkî iken izinle geçerlilik bunun hilâfınadır. Bahır.
METİN
Bir kimse oğlunun cariyesiyle cima eder de cariye doğurursa, baba hür, müslüman ve akıllı olduğu halde, çocuğu iddia ettiği takdirde; oğlu-nun milki cimadan iddia zamanına kadar bâki kalmak şartıyla nesebi sabit olur, Cariye doğurmazsa, ukrunu vermesi lâzım gelir. Haram bir fiil irtikâbetmiş olur. Ona kazfedene had vurulmaz,
İZAH
«Bir kimse oğlunun cariyesiyle cima ederse...» Kızıyla cima etmesi de öyledir. Bunu Bercendî'den naklen Hamevî söylemiştir. Oğul kelimesi kâfire de şamildir. Kuhistânî. Büyüğe de küçüğe de şâmildir. Bahır. Keza cariye oğlunun cima ettiği ve etmediği cariyesine şâmildir. Zahiriyye.
«Cariye doğurursa...» Zâhire bakılırsa cariye hamil müddeti geçmeden doğurursa, dâvâ sahih değildir. Nehir sahibi diyor ki: «Cariye iddia vaktinden itibaren altı aydan azda doğurursa, sahih olması gerekir.»
«Baba hür, müslüman ilh...» olarak iddia ederse, nesep sabit olur. Köle, mükâtep, kâfir yahut deli olursa, dâvâ sahih olmaz. Çünkü velâyeti yoktur. Deli ayılır da sonra cariye altı aydan az bir müddette doğurursa, istihsanen nesep sahih olur. İkisi de zımmî olup, dinleri ayrı ise, baba tarafından dâvâ caiz olur. Fetih. Bu şunu anlatır ki, oğul müslümansa İslâm şarttır. Oğul kâfir ise babanın müslüman olması şart değildir. Velev ki dinleri başka olsun. Çünkü küfür bir dindir. Zahîriyye'de kaydedildiğine göre, baba müslüman, oğul kâfir ise, babanın dâvâsı sahihtir. Baba dinden dönmüşse; İmam-ı Azâm'a göre dâvâsı mevkuf, İmameyn'e göre geçerlidir.
«İddia ettiği takdirde» ifadesinden murad, hâkim huzurunda iddia etmesidir. Nitekim İbn-i Şilbî'nin şerhinde beyan edilmiştîr. Bu gösterir ki, dâva sahih olmak için şüphe dâvası ve oğlun tasdiki şart değildir, Fetih.
«Ukrunu vermesi lâzım gelir.» Fetih sahibi diyor ki: «Ukr, o kadının güzellikte benzeri olan bir kadının mehridir.» Yani sadece güzellik hususunda o kadına rağbet gösterilen hususta demek istiyor. Bazıları, "Zina caiz olsa, o kadının benzeri bir kadını zina için kaça kiralayacaksa ukr odur." demişlerse de doğru değildir. Bilâkis âdet, zina için mehirden daha az vermektir. Çünkü mehir devam içindir. Zina parası öyle değildir. Erkek cimayı tekrarlar da kadın bunlardan gebe kalmazsa, bir mehir lâzım gelir. Oğul babanın cariyesini defalarca cima ederse iş değişir. Onun her cima için bir mehir vermesi lâzım gelir. Çünkü mehir şüphe dâvâsı sebebiyle vâcip olur. Bunu dâvâ etmezse kendisine had vurmak gerekir. Dâvâsının tekerrürüyle mehir de tekerrür eder. Baba bunun hilâfınadır. Çünkü o şüphe dâvâsı etmeye muhtaç değildir. Hâniyye.
«Haram bir fiil irtikâbetmîş olur.» Nehir'de böyle denilmiştir. Aslı Ba-hır'dadır. Bahır sahibi şöyle demiştir. «Doğurmakla kayıtlanmıştır. Çünkü bir kimse oğlunun cariyesiyle cima eder de cariye gebe kalmazsa, haram işlemiş olur. O cariyeye malik de olamaz. Ukrunu vermesi lâzım gelir. Ondan gebe kalırsa iş değişir. Çünkü anlaşılır ki, cima helaldir. Zira cariyeye mâlik oluşu cimadan öncedir. Bu iki meselede o adama kazf (zina îsnat) eden kimseye had vurulmaz. Cariye doğurmazsa mesele zâhirdir. Çünkü milkinde olmayan biriyle haram bir cima yapmıştır. Cariye ondan doğurursa, yine had vurulmaz. Çünkü milk cimaya başlamazdan önce mi yoksa sonra mı sabit olur meselesindeki hilâf şüphesi o kimsenin ihsanını (namusunu) ıskat eder. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir.»
«Çünkü cimanın helâl olduğu anlaşılır.» cümlesi buradakinin mefhumunu açıklamaktır. Ama söz götürür. Çünkü o cariye üzerindeki milki bize göre cimadan önce, Şâfiîye göre gebelikten önce sabit olması, nesep sabit olsun diye zaruretten dolayıdır. Nitekim Fetih sahibi bunu izah etmiştir. Bundan o kimsenin bu cimaya cüret göstermesinin helâl olması lâzım gelmez. Nasıl ki bir kimse bir şey gaspeder de onu itlâftan sonra kıymetini sahibine öderse, milkin gasp zamanına istinat etmesinden bu yaptığının helâl olması lâzım gelmez. İhtimal, "helâldir" sözünden zina değildir mânâsını kasdetmiştir. Çünkü zina olsa ukr vermesi lâzım gelirdi ve nesep sabit olmazdı. Bu söylediğimize şarihin aşağıda gelen, "Onun içindir ki hâcet zamanında o kimseye yiyecek helâldir, cima helâl değildir." ifadesi de delâlet eder. Keza yukarıda Zahîriyye'den naklettiğimiz, "Oğlunun cariyesini cima eden babanın dâvâsı sahihtir. Halbuki cariye babaya müebbet olarak haramdır." ifadesi de buna delâlet eder.
«Oğlunun milki bâkî kalmak şartıyla ilh...» Cariye onun milkinde değilken gebe kalırsa; yahut milkindeyken gebe kalıp onu milkinden çıkarır da sonra tekrar alırsa, dâvâ sahih olmaz. Çünkü milk ancak gebe kalma zamanına istinat yoluyla vâcip olur. Binaenaleyh oğlu yalanlarsa, temellûk velâyetinin gebe kalma anından bu temellûke kadar devam etmesini gerektirir. Yalanlamazsa, dâvâ sahihtir. Ama cariyeye mâlik olmaz. Nasıl ki bunu bir yabancı iddia etse mâlik olmazdı. Çocuk cariye sahibinin hesabına âzâd olur. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir. Bahır. Nehir sahibi diyor ki: «Zeylâî şerhinde bildirildiğine göre Fethu'l-Kadir sahibiyle başkaları da bu yoldan yürüyerek bu dâvanın sahih olması için şüphe dâvâsında bulunmak ve oğlun tasdiki şart olmadığını söylemişlerdir.»
Ben derim ki: Galiba Nehir sahibi. "Bu oğul yalanladığına göredir." ifadesindeki işaretin asıl meseleye yani cariyenin oğlunun milkinde kalmasına râcî olduğunu anlamıştır. Halbuki öyle değildir. Buradaki işaret, "Cariye onun milkinde değilken gebe kalırsa; yahut milkindeyken gebe kalıp oğlu onu milkinden çıkarırsa ilh..." ifadesine râcîdir. Bu ise, Zeylâî ile Fetih sahibinin zikrettikleri "Tasdik şart değildir." sözüne aykırı değildir. Çünkü o asıl meseleye aittir. Bizim mevzuumuz olan meseleye ait değildir. Şu delille ki; cariyeyi oğlun milkinde bırakmanın şart oluşu Zeylâî ve Fetih'te zikredilmiştir. Eğer oğlunun tasdiki milkinden çıkardığı halde dahi şart olmasaydı, milkinde bâkî kalmasının şart koşulmasının bir faydası kalmazdı. Zahîriyye'nin âzâd bahsinde şöyle denilmiştir: «Cariyenin gebelik anında dâvâ zamanına kadar milkinde bulunması şarttır. Hattâ gebe kalır da oğlu onu satar, sonra tekrar satın alırsa; yahut bir kusur sebebiyle mahkeme kararıyla olsun olmasın reddedilirse veya görme muhayyerliği yahut şart veya satışın fesadı sebebiyle iade edilir de sonra baba çocuğu iddia ederse, nesep sabit olmaz. Meğer ki oğlu kendisini tasdik etsin.» Bu da bizim söylediğimiz mânâda açıktır.
METİN
Cariyeyi meselâ kardeşine satması zarar etmez. Bunu inceleme neticesi Nehir sahibi söylemiştir. O cariye ümmüveledi olur. Çünkü milk gebe kalma vaktine istinat eder. Baba fakir ise, cariyenin kıymetini ödemesi gerekir. Çünkü neslinin bekasına olan ihtiyacı, nefsinin bekasına olan ihtiyacından noksandır. Onun içindir ki hâcet anında yiyecek kendisine helâl olur, fakat cima helâl olmaz. Oğlu babasının nafakasını vermeye icbar edilir. Teserri için cariyeyi vermesine icbar edilmez. Cariye müşterek olmadıkça, onun ukrunu ve doğurduğu çocuğun kıymetini ödemesi lâzım gelmez. Şayet müşterek ise şerikin hissesini vermek vâciptir. Bu söylenenler, yalnız başına iddia ettiğine göredir. Oğulla beraber iseler, iki şerik oldukları takdirde baba tercih edilir. Aksi takdirde oğul tercih olunur.
İZAH
«Meselâ kardeşine satması» yahut oğluna veya kardeşi oğluna satması zarar etmez. Çünkü bu hallerde cariye o kimsenin fer'inin cariyesi olmaktan çıkmaz. H. Burada şöyle denilebilir: Cariyeyi oğluna satması bir şey ifade etmez. Çünkü baba mevcut iken dedenin o çocuk üzerinde bir velâyeti yoktur. Evet, kardeşi oğluna satarsa, bu oğlun babası ölmüş olmak veya küfür, kölelik ve delilik gibi bir sebeple velâyeti elinden alınmış bulunmak şartıyla dâvacı olan dedenin velâyeti için bir faydası olur. Çünkü dedenin dâvası ancak fer'i üzerinde velayeti bulunduğu zaman sahihtir. Nitekim gelecektir. Bunu Rahmetî söylemiştir.
«Gebe kalma vaktine istinat eder.» Fetih'te böyle denilmiştir. Yani gebe kalma vaktine yakın bir cima vaktine demektir. Tâ ki az sonra gelecek olan ifadesine aykırı düşmesin.
«Cariyenin kıymetini ödemesi gerekir.» Yani gebe kaldığı gün cariye ne ederse onu oğluna öder. Nitekim Miskîn'de beyan edilmiştir. T. Muhit'te şöyle denilmektedir: «Bir adam o cariyenin kendisine ait olduğunu isbat ederse, hem cariyeyi, hem ukrunu, hem de doğurduğu çocuğun kıymetini alır. Çünkü baba aldatılmış demektir. Baba oğlundan cariyenin kıymetini alır. Ukru ile çocuğun kıymetini alamaz. Çünkü oğlu ona çocuklarının selâmetini garanti etmemiştir.» Bahır.
«Nefsinin bekasına olan ihtiyacından noksandır ilh...» Yani babanın kendini yaşatmak için hâcet olursa, oğlunun malı üzerinde temellûk velâyeti vardır. Keza neslini korumak için dahi velâyeti vardır. Çünkü nesli kendinin bir cüzüdür. Lâkin kendi ihtiyacı daha şiddetlidir. Onun içindir ki yiyeceğe kıymetini ödemeden, cariyeye ise kıymetini ödeyerek mâlik olur. İhtiyacı varsa yemesi helâl olur. Fakat cariye ile ciması helâl olmaz. Oğlu babanın nafakasını vermeye icbad edilir. Fakat teserri için cariyeyi vermeye icbar edilmez. İşte ihtiyacına bakarak temellûk etmesi caizdir. Bu ihtiyacın azlığına bakarak kıymetini ödemesi icabeder. İki hakka riayet böyle olur. Fetih. Şarihin zikrettiği, "Teserri için cariyeyi vermeye icbar edilmez." sözünü Zeylâî dahi zikretmiştir. Bunun bir misli de Dürer'de, Gâyetü'l-Beyân'da ve Nihâye'dedir. Bu, muteber şerhlerde zikredilenlere, nafaka bâbında gelecek olan, "icbar edilir" sözü aykırı sayılmaz. Nafaka bâbındaki sözü Şurunbulâliyye sahibi Cevhere'ye nisbet etmiştir.
"Ukrunu" kelimesini az yukarıda tefsir ettik. İmam Şâfiî ile Züfer'e göre cariyenin ukru, çocuğu korumak zaruretinden dolayı gebe kalmazdan önce cariyede milk sabit olduğu içindir. Bize göre ise cimadan önce milk sabit olduğu içindir. Çünkü fiilin zina olmasına lâzım gelen şer'an meninin zayi olmasıdır. Buna cüret etmeseydi lâzımı sabit olurdu. Böylece anlaşılır ki, zaruret ancak cimadan önce milkin isbatıyla giderilir. Hiç gebe kalmaması bunun hilâfınadır. O zaman ukr vâcip olur. Fetih. Yani cariye gebe kalmayınca, onda milk önceliği illeti yoktur. Bu illetten murad, çocuğu korumaktır. Nitekim Zeylâî böyle ifade etmiştir.
«Ve doğurduğu çocuğun kıymetini» ödemesi gerekmez. Çünkü çocuk hür olarak ana rahmine düşmüştür. Zira babanın milki öncedir. Nehir.
«Müşterek olmadıkça» kıymetini ödemez. Bahır sahibi diyor ki: Eğer cariye oğlu ile ecnebî biri arasında müşterek olursa hüküm yine böyledir. Şu kadar var ki, cariyenin ukrunun yarısını şerikine öder. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Cariye baba-oğul veya başkası arasında ortak ise, şerik olan oğlun ve başkasının ukrdan hissesi verilir. Gebe kalırsa, kalanının kıymeti de verilir. Çünkü bunların hepsinde milk önceliği yoktur. Zira bunun mûcibi olan nesil koruması yoktur. Çünkü cariye üzerindeki milk, evlât edinmenin sahih olmasına kâfidir. Bu sahih olunca, cariyenin kalan kısmında milk şartan değil hükmen sâbit olur. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Bu acayip bir meseledir. Çünkü cima eden şahsın cariyede bir hakkı yoksa, mehir ödemesi lazım gelmez. Müşterek ise lazım gelir.
«Baba tercih edilir.» Çünkü babanın iki ciheti vardır. Biri kendi hissesinde hakiki milki, diğeri oğlunun hissesinde temellûk hakkıdır. Bahır.
Ben derim ki: Zahîriyye'de şöyle denilmektedir: «Eğer cariye bir adamla oğlu ve dedesi arasında müşterek olur da hepsi çocuğu iddia ederlerse, dede önde gelir. Ama bunu, adamın babası, mesela ölü bulunduğu hale yorumlamak gerekir ki, dede için iki cihetten tercih hakkı olsun.»
«Aksi takdirde...» Yani iki şerik değillerse demektir. Bu, cariyenin yalnız oğluna yahut yalnız babasına ait olduğu hallere sâdıktır. İkinci şık burada sahih değildir. Lâkin meselenin aslı, oğlun cariyesi hakkında farz edilmiştir. Bu ise muradın yalnız birincisi olduğuna karinedir.
«Oğul tercih olunur.» Yani oğlun dâvâsı tercih edilir. Çünkü mânâ itibariyle o öncedir. Bahır. Yani hakiki milk onundur. Babasının ise temellûk hakkı vardır. Bir de oğlun milki öncedir. Binaenaleyh babadan önce iddia etmiş gibidir.
METİN
Baba onun ümmüveledinin nefyedilen çocuğunu yahut müdebberesini veya mükâtebesini iddia ederse, oğlun tasdiki şarttır. Babanın velâyeti;ölüm, küfür, delilik ve kölelik gibi bir sebeple ortadan kalktıktan sonra ceddi sahih zikredilen hüküm hususunda baba gibidir. Daha önce, yani velâyeti ortadan kalkmazdan önce baba gibi değildir. Dedenin velâyeti sabit olmak için, cimadan iddia zamanına kadar sübutu şarttır. O cariye ile - velev fâsit nikâhla veya velâyetle olsun - babası veya dedesi evlenir de cariye çocuk doğurursa, ümmüveledi olmaz. Çünkü çocuk nikâhtan doğmuştur ve mehir vâcip olur. Cariyenin kıymeti vâcip olmaz. Doğurduğu çocuk ise, kardeşi ona mâlik olmakla hürdür. Hîlelerden biri de, bir kimsenin cariyesini çocuğuna milk etmesi, sonra onunla evlenmesidir.
İZAH
«Baba iddia ederse...» Yani oğlunun nefyettiği ümmüveledinin çocuğunu iddia ederse, nesebi ancak oğlunun tasdikiyle sabit olur. Çünkü ümmüveled kendisinden döl bekleyen kimsenin milkinden başkasına intikali kabul etmez. Nefyedilen diye kaydetmesi şundandır: Çünkü oğlu çocuğu nefyetmezse nesebi ondan sabit olur. Binaenaleyh babasından sabit olmasına imkân kalmaz. Velev ki oğlu tasdik etsin. Keza baba oğlunun müdebberesinin çocuğunu veya mükâtebesinin kitabet esnasında; yahut daha önce doğurduğu çocuğu iddia ederse, nesebi ancak oğlunun tasdikiyle sabit olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Çünkü babanın bunları cimadan önce milk edindiğini itibar etmek mümkün değildir. Oğlu kendisini tasdik ederse, çocuğun nesebi sabit olur. Çünkü babanın şüpheyle cima etmesi ihtimali vardır. Zâhire bakılırsa, mükâtebeye ukr lâzımdır. Zira sahibinin cimasıyla ona ukr sabit olur. Babasının cimasıyla sabit olması evleviyette kalır. Ümmüveled ile müdebberede milk sabit olmayınca, ukrun oğlu için babasına vâcip olması gerekir. Nitekim yukarıda, "onunla cima eder de gebe kalmazsa" dediğimiz yerde söylediklerimiz de bunu ifade eder.
«Ceddi sahih baba gibidir.» (Ceddi sahih babanın babasıdır.) Bununla cedd-i fâsit (ananın babası) hariç kaldığı gibi; dededen başka âkraba dahi hariç kalır. Bunların velâyeti olmadığı için, bütün hallerde tasdik olunmaz. Bunu Muhit'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Velâyetinin sübutu şarttır.» Yani babanın velâyeti bulunmadığı için dedeye velâyet sabit olmak için yalnız dâvâ vaktinde velâyetinin sübutu kâfi değildir. Velayetin, gebeliğin iptidasından dâvâ zamanına kadar sabit olması mutlaka lâzımdır. Fetih sahibi diyor ki: «Hattâ cariye çocuğu velâyetin dedeye intikalinden altı aydan daha az bir müddetle doğurursa, baba hakkında söylediğimizden dolayı bunun da dâvâsı sahih olmaz.» Yani milk ancak gebelik zamanına istinat suretiyle sabit olur. Bu da temellûk velâyetinin çocuğun ana rahmine düşmesinden temellûk vaktine kadar devamını gerektirir.
«Velev fâsit nikâhla...» Çünkü fâsit nikâhta nesep sabit olur. Binaenaleyh önceden milk bulunmasına hâcet yoktur. Bahır.
«Velâyetle olsun.» Bahır'da Hâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: «Bir adam küçük çocuğunun cariyesiyle evlenir de cariye ondan çocuk doğurursa, ümmüveled olmaz. Doğan çocuk akrabalık sebebiyle âzâd olur.»
«Çünkü çocuk nikâhtan doğmuştur.» Şu halde gebelik vaktinden cariyeyi temellüke bir zaruret kalmamıştır. Onsuz da nesep sabittir. Ümmüveled olmak temellükün fer'idir. Nikâh ona zıddır.
«Ve mehir vâcip olur.» Çünkü onu nikâhla iltizam etmiştir. Bu mehir nikâhta tesmiye edilmezse, kadının güzellikte misli olan bir kadının mehri kadar olur. Nehir.
«Kıymet vâcip olmaz.» Çünkü cariyeye mâlik olmamıştır. Nehir.
«Kardeşi ona mâlik olmakla hürdür.» Akrabalığı dolayısıyla onun nâmına âzâd olur. Hidâye. Zâhirine bakılırsa, çocuk köle olarak ana rahmine düşmüştür. Bu çocuk hakkında ihtilâf edilmiştir. Bazıları ana rahminden ayrılmadan âzâd olacağını; bazıları da ayrıldıktan sonra âzâd olacağını söylemişlerdir. Bu ihtilâfın semeresi mirasta kendini gösterir. Köle sahibi olan oğul ölürse, birinci kavle göre çocuk ona mirasçı olur. ikinci kavle göre mirasçı olmaz. Akla yatan birinci kavildir. Çünkü çocuk ana rahmine düştüğü andan itibaren kardeşinin milkinde büyümüştür. Ona mâlik olunca, akrabalık sebebiyle bunun nâmına âzâd olur. Bu hususta hadis vardır. Gâyetü'l-Beyân'da böyle denilmiştir. Fakat bence zâhir olan ikincisidir. Çünkü cariye doğurmazdan önce o kimse her cihetten ona mâlik değildir. Ulema, "Mülk bir şeyde iptidaen tasarrufâta kâdir olmaktır." demişlerdir. Sahibinin cenin üzerinde satış veya hîbe gibi bir sebeple tasarrufa kudreti yoktur. Velev ki bunu ve çocuğun âzâd edilmesini vasiyeti sahih olsun. Binaenaleyh hadis kendisine şâmil değildir. Çünkü hadis her cihetten memlûk olan hakkındadır. Onun için bir kimse, "mâlik olduğum her köle ve cariye hür olsun" dese, ana karnındaki çocuğa şâmil olmaz. Bahır. Nehir sahibi ile Makdisî de Bahır sahibini tasdik etmişlerdir.
«Hîlelerden biri de...» Yani kişinin kendine zararlı olan def çarelerinden biri de şarihin zikrettiğidir. Bu hîle, cariyeyle cimada bulunup cariyenin ümmüveled olmasını istemeyen içindir. Tâ ki ondan çocuk doğurursa satılamayacağını bilen cariye kendisine inatlık göstermesin. Bunun çaresi, cariyeyi hîbe veya satış yoluyla oğluna mal etmek, sonra velâyeti hasebiyle cariyeyle evlenmektir. Cariyeyi satmaya muhtaç olursa, satarak parasını oğlu için muhafaza eder. Yahut oğluna veya muhtaçsa kendine harcar.
METİN
Bir kimse karısının veya babasının yahut dedesinin cariyesiyle cima eder de cariye çocuk doğurursa, bu çocuğu iddia ettiği takdirde nesebi ancak cariye sahibinin tasdikiyle sabit olur. Sahibi onu yalanlar da sonra zamanla cariyeye mâlik olursa, nesep sabit olur. Bu istilâd bahsinde gelecektir. Köle ile evli hür bir kadın, kocasının hür ve mükellef olan sahibine, "kocamı benim nâmıma bin dirheme âzâd et" der yahut bu söze bir rıtl (takriben 400 gr.) da şarap cümlesini eklerse - zira burada fâsit sahih gibidir - köle sahibi bunu yaptığı takdirde nikâh fâsit olur. Çünkü iktizaen milk öncedir. Sanki, "Onu sana sattım ve senin nâmına âzâd ettim." demiş gibidir. Lâkin bunu demiş olsaydı, köle memur nâmına âzâd olurdu. Zira kabul yoktur. Nitekim Sa'diyye hâşiyelerinde belirtilmiştir. Bu şunu ifade eder ki; emreden kabul ettim dese âmir nâmına olur. Velâ kadına aittir. Kadının bin dirhemi vermesi lâzım gelir. Mehir sâkıt olur. Kadın kefareti niyet ederse, köle âzâdı kefareti nâmına olur. Ama kadın bin dirheme demezse, nikâh fâsit olmaz. Çünkü milk yoktur. Velâ da sahibinin olur. Çünkü âzâdeden odur. Allahu a'lem.
İZAH
«Nesebi ancak cariye sahibinin tasdikiyle sabit olur.» ifadesinde kısaltma vardır. Bahır'ın ifadesi şöyledir: «Nesep sabit olmaz. Ama şüpheden dolayı o adama had vurulmaz. Şayet bu cariyeyi sahibi buna helâl kıldı derse, helâl olma hususunda ancak sahibinin tasdikiyle nesep sabit olur. "Bu çocuk ondandır." demiş olsa, her iki şeyde birden tasdik ederse nesep sabit olur. Aksi takdirde sabit olmaz. Köle sahibi onu yalanlar da sonra günün birinde cariyeye mâlik olursa, nesep sabit olur. Hâniyye'de böyle denilmiştir. Kınye'de bildirildiğine göre bir kimse babasının cariyesiyle cimada bulunur da cariye ondan çocuk doğurursa, cima eden şüphe iddiasında bulunsun bulunmasın bu çocuğu satmak caiz olamaz. Çünkü oğlunun oğludur. Milkine girdiği andan itibaren onun nâmına âzâd olur. Velev ki nesep sabit olmasın. Nasıl ki bir kimse birinin cariyesiyle cima eder de cariye ondan çocuk doğurursa, sonra çocuğa mâlik olduğunda onun nâmına âzâd olur. Velev ki nesebi ondan sabit olmasın.»
Ben derim ki: "Sahibi onu bana helâl kıldı." sözünün mânâsı, nikâhla yahut meselâ hîbe ile helâl kıldı demektir. Yoksa onu sana helâl kıldım demekle helâl oldu demek değildir.
«Kocasının sahibine...» Keza cariyenin kocası kansının sahibine dese hüküm aynıdır. Lâkin mehir sâkıt olmaz. Bahır.
«Hür ve mükellef olan» diye kaydetmesi, âzâd etmesi mümkün olsun diyedir. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir: «Bu adam âzâd etmiş değildir. O ancak bu hususta kadının vekilidir. Binaenaleyh sözün muktezası, çocuğun satışı velîsinin icazesine mevkuf olmaktır. Köle âzâdına gelince:Buna bakılmaz. Çünkü o hususta tevkili sahihtir. T. Kocasının sahibinin hür olmamasına veya mükellef bulunmamasına şöyle misal getirilir: İzinli köle evli bir köle satın alır yahut köleyi çocuk veya deli babasından miras olarak alır. Aksi takdirde yukarıda geçmişti ki, köleyi evlendirmeye ancak âzâdına selâhiyeti olan kimse selâhiyattardır.»
«Fâsit sahih gibidir.» Zira burada satış maksut değildir. Binaenaleyh bütün şartlarının bulunması lâzım gelmez. Nitekim yakında gelecektir.
«Yaptığı takdirde...» Yani onu âzâd ettim dediği takdirde nikâh fâsit olur. Bunu Halebî Nehir'den nakletmiştir.
«İktizaen milk öncedir.» İktiza, sözün söylenmeden geçilmiş bir şeye delâletidir ki, cümlenin doğruluğu veya sıhhatı o şeye bağlıdır. Birinciye misâl, "Hata ve unutmak kaldırılmıştır." hadisidir ki; mânâsı, hata ile unutmanın hükümleri kaldırılmıştır. Yani günah yoktur demektir. Yoksa hata ile unutma hariçte mevcutturlar.
İkinciye misâl, meselemizdir. Zira metindeki sözün sahih olması için mutlaka önce milkbulunmalıdır. Zira o kimse namına âzâd sahih olmak için milk şarttır. Binaenaleyh satış suretiyle milkin önce bulunması muktezadır. Âmir nâmına âzâd etmek muktezîdir. O halde âzâd et sözü, bin liraya kendisine satmasını istemek olur. Sonra ona âmirin kölesini onun nâmına âzâd etmesini emretmiştir. O kimsenin, "âzâd ettim" demesi, ona temlîk; sonra onun nâmına âzâd etmektir. Milk âmir nâmına sabit olunca, nikâh fâsit olur. Çünkü iki şey arasında zıddiyet vardır. Sonra burada milk şarttır. Şartlar ise tâbidirler. Onun için mukteza olan satış, muktezînin, yani âzâd etmenin şartlarıyla sabit olmuştur. Kendi şartlarıyla sabit olmuç değildir. Bu, tâbiliği göstermek içindir. Binaenaleyh emreden kimsenin âzâda ehil olması şarttır. Hattâ izinli bir çocuk olursa, satış sabit olmaz. Satışın rüknü olan kabul de sâkıttır. Bu satışta görme muhayyerliği veya kusur muhayyerliği gibi şeyler sabit olmaz. Satılan şeyin teslim edilebilir cinsten olması da şart değildir. Binaenaleyh kaçak köleyi âzâd emri sahih olur. Fâsit akitte teslim almak itibardan sâkıttır. Nitekim, "Onu benim nâmıma bin dirheme ve bir rıtl şaraba âzâd et!" dese hüküm budur. Bunu Bahır sahibi mânâ itibariyle nakletmiştir.
«Lâkin bunu demiş olsaydı ilh...» ifadesinin hâsılı şudur: İktiza yoluyla sabit olan bir şey, ancak muktezînin (iktiza edenin) şartlarıyla sabit olur. Kendi şartlarıyla sabit olmaz. Nitekim gördün. Lâkin bu, muktezayı açık olarak söylemediğine göredir. Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: «Satışı açık olarak söyler de, "onu sana sattım ve onu âzâd ettim" derse, emreden nâmına değil, memur nâmına olur. Şu halde bu meselede satış zımnen sabit olmuştur. Açık olarak sabit olmuş değildir. Yani rahimlerdeki ceninleri satmak gibidir. Açık olarak söylerse, kendi şartıyla sabit olur ve satış ancak kabulle tamam olur. Bu da yoktur. Binaenaleyh kendi nâmına âzâd olur.» Yani nikâh da fâsit olmaz demek istiyor. Nitekim Bahır'da öyle denilmiştir.
«Bu şunu ifade eder ki ilh...» ifadesi Nehir sohibinln blr incelemesidir. H.
«Mehir sâkıt olur.» Çünkü kadının kölesine mehir vâcip olması imkânsızdır. Nehir.
«Nikâh fâsıt olmaz.» İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Allahu a'lem.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...