Cemre-i Akabe'de
Şeytan Taşlama
METİN
Ortalık çok
aydınlandığı vakit, tehlil ve salâvat getirerek Mina'ya gelir. Muhassir vâdisine
ulaştığında, "bir taş atımı miktarı" yeri süratle geçer. Çünkü burası
Hıristiyanların durak yeridir. Vâdinin ortasından Cemre-i Akabe'de şeytan
taşlar. Üst taraftan taşlaması tenzihen mekruh olur.
İZAH
«Ortalık çok
aydınlandığı vakit Mina'ya gelir.» İmam-ı Âzam 'çok aydınlanmayı', "güneşin
doğmasına ancak iki rekat namaz kılacak kadar vakit kalır" diye tefsir etmiştir.
Güneş doğduktan sonra veya hacılar sabah namazını kılmazdan önce dönerse,
kötülük işlemiş olur. Fakat kendisine bir şey lâzım gelmez. Hidiyye. T. Kudûrî
nüshalarında, "Güneş doğduğu vakit imam sökün eder." denilmişse de, Hidâye
sahibi bunun yanlış olduğunu söylemiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) güneş
doğmadan önce dönmüştür. Tamamı şurunbulûliyye'dedir.
«Muhassir vâdisine»
Yani vâdinin başına ulaştığında, bir taş atımı yeri hızla geçer. Bahır'da şöyle
denilmiştir: «Muhassir vâdisi, Mina ile Müzdelife'yi birbirinden ayıran yerdir.
Onların birinden değildir. Ezrakî onun, beşyüzkırkbeş arşın uzunluğunda olduğunu
söylemiştir.»
«Çünkü burası
Hıristiyanların durak yeridir.» Hıristiyanlardan murad, fil ordusu dur. Bunu
şurunbulâliyye'den Halebî nakletmiştir.
«Cemre-i Akabe'de
şeytan taşlar.» Burası şeytan taşlanan yerlerin üçüncüsüdür. Mina'nın Mekke
tarafındaki hudududur. Ama Mina'dan değildir. Buna Cemre-i Kübra ve Son Cemre
dahi denir. Kuhistânî. O gün bundan başka bir yerde taş atmaz. Burada da
durmayarak yerine döner. Valvalciyye.
«Üst taraftan
taşlaması tenzihen mekruh olur.» Yani atsa kâfidir. Çünkü etrafı nüsuk
yerleridir. Hidâye'de de böyle denilmiştir. şu kadar var ki, sünnete muhalif bir
iş olur. Bunu Peygamber (s.a.v.) sünnet bir iş olmak üzere alt taraftan
yapmıştır. Yoksa illa oradan atılması lâzım değildir. Onun için, Ashab zamanında
birçok kimselerin üst tarafından taş attıkları sabit olmuştur. Kendilerine
tekrarı emir edilmemiştir. Galiba Peygamber (s.a.v.)'in bunu ihtiyar etmesinin
vechi, ufak taşları ihtiyar etmesinin vechi olacaktır. Çünkü üst taraftan
atarlarsa, alt taraftakilere eziyet verebilir. Zira orası insanların geçmesinden
hâli değildir. Taşlar kendilerine isabet edebilir. Alt taraftan atmaları bunun
hilâfınadır. Bunun muktezası, taşlamanın yukarıdan aşağı olması murad
edilmektir. Yoksa atan kimsenin durduğu yerden yukarıya atması değildir.
Hidâye'nin ta'lîli muktezası - ki etrafı nüsuk yeridir demiştir - murad
ikincisidir. Meğer ki te'vîl oluna. Nitekim bazı ulema, "Maksat taş atmak için
durduğu yerdir; taşların düştüğü yer değildir." diye te'vîlde bulunmuşlardır..
METİN
Bu, yedi defa
atmakla olur. Yani taşları parmaklarının ucuyla atar. Taşların atıldığı yerle
atan arasında, beş arşın mesafe bulunmalıdır. Attığı taş bir adamın sırtına veya
deveye isabet ederse, kendiliğinden cemre yakınına düştüğü takdirde caizdir.
Aksi takdirde caiz olmaz. Üç arşın mesafe uzak, daha azı yakın sayılır. Cevhere.
Her taşı atarken tekbir alır. İlk taşta telbiyeyi keser, yedi taştan ziyade
atarsa caizdir, yediden az olursa caiz değildir. Binaenaleyh yedi ' ile
kayıtlamak ziyadeyi değil, noksanı men etmek içindir.
İZAH
«Bu, yedi defa
atmakla olur.» Yani şeytan taşlamak, yedi defa birer taş atmakla olur. Taşları
bir defada otsa bir taş yerine geçer. Nehir.
«Parmaklarının
ucuyla» nasıl atılacağı hususunda şöyle denilmiştir:«Sağ elinin başparmağının
ucunu işaret parmağının ortasına koyar, taşı da baş parmağın üzerine koyar,
yetmiş işareti yapar gibi olunca taşı fırlatır.» Bazıları "İşaret parmağını
yumarak on işareti yapar gibi başparmağın mafsalı üzerine koyar ve fırlatır."
demişlerdir. Bir kavle göre de, taşı işaret ve başparmaklarının uçlarıyla alarak
atar. Esah olan budur. Çünkü en kolay ve mûtaddır. Fetih. Bunu Nihaye ile
Valvalciyye sahipleri de sahihlemişlerdir. Şarihin muradı da budur. Hilaf
hangisinin evla olduğundadır. Muhtar kavle göre taşlar bakla kadar olmalıdır.
Lübab. Yahut fasulye tanesi kadar olur. Nohut kadar veya çekirdek büyüklüğünde
yahut parmak ucu kadar olur diyenler de vardır. Nehir sahibi diyor ki: "Bu
mendup olan şeklini beyandır. Caiz olmaya gelince: Kerahetle beraber daha büyük
taş da atabilir."
«Beş arşın mesafe
bulunmalıdır.» Atarken Mina'yı sağına, Kâbe'yi soluna almalıdır. Lübab. Mesafe
beş arşından fazla da olabilir. Fakat daha az olması mekruhtur. Lübab. Çünkü beş
arşından azı, taşı atmak değil bırakmak olur. Bu caiz ise de, sünnete muhalif
olduğu için kötülük işlemiş olur. Kuhistânî.
«Aksi takdirde caiz
olmaz.» Yani attığı taş isabet eden kimsenin sırtından kendiliğinden düşmez de,
o kimsenin veya devenin hareketiyle düşerse; yahut kendiliğinden düşer fakat
cemreden uzak giderse caiz olmaz. H. Hidâye sahibi diyor ki: «Çünkü taşın ibadet
olması, ancak hususi bir yere düşmekle bilinir.» Lübab'da şöyle denilmiştir:
Atılan taş direğe yani cemrenin etrafına dikilen nişana vurursa kâfidir. Ama
direğin kûbbesine düşer de aşağı inmezse kâfi değildir. Çünkü uzaktır. Attığı
taşın kendiliğinden mi yerine düştüğünü yoksa tesadüf ettiği şahsın hareketiyle
mi düştüğünü bilemezse, ne cevap verileceği hususunda ihtilâf edilmiştir.
ihtiyat olan, onu tekrar atmaktır. Keza atar da yerine düşüp düşmediğinden şüphe
ederse, ihtiyat olan tekrar atmaktır.
«Üç arşın mesafe
uzak, daha azı yakın sayılır.» Yani atılan taşla cemre arasında demekistiyor. Bu
cümle, "kendiliğinden cemre yakınına düştüğü takdirde "ifadesinin izahıdır.
Lâkin Fetih'te yakınlık bir arşın ve emsali ile takdiredilmiştir. Bazıları örfen
itibar edilen yakınlığa itimat ederek ne kadar olacağını bildirmemişlerdir.
Bunun zıddı da uzak sayılır
«Her taşı atarken
tekbir alır.» Zâhir rivayete göre sadece ' Allahuekber ' demekle yetinir. Şu
kadar var ki, Hasan b. Ziyad, "Allahuekber rakmen lişşeytan ve hizbih"
denileceğini rivayet etmiştir. Bazılarına göre şu da ilâve edilir: «Allahım!
Haccımı mebrur, sa'yimi meşkûr ve günahımı mağfur eyle.» Fetih.
«İlk taşta
telbiyeyi keser.» Yani sahih haccda olsun, fâsidinde olsun, gerek ifrada,
gerekse temettu veya kırâna niyet etmiş bulunsun, ilk taşı atarken telbiyeyi
keser. Bazıları ancak zevâlden sonra keseceğini söylemişlerdir. Taşları atmadan
tıraş olsa veya taşları atmadan tıraş olmadan ve kurban kesmeden tavaf etse,
telbiyeyi keser. Güneş zevâle erinceye kadar taşları atmamış olsa, taşları
atıncaya kadar telbiyeyi kesmez Meğer ki güneş kavuşa. Taçları atmadan kurbanı
keserse, kırân veya temettua niyetli olduğu takdirde telbiyeyi keser. İfrada
niyetli ise kesmez. Lübab.
Hacc için ihramlı
olmayı kayıtlaması şundandır: Çünkü umre yapan Hacer-i Esved'i istilam ettiğinde
telbiyeyi keser. Zira tavaf umrenin rüknüdür. Binaenaleyh ona başlamadan önce
umreyi keser. Haccı kaza eden de öyledir Çünkü umre ile ihramdan çıkar.
Binaenaleyh umre yapmış gibi olur. İhsarda kalan, telbiyeyi hedy kurbanını
kestiği vakit bırakır. Çünkü kurban kesmek, ihramdan çıkmak içindir. Kırân
yapanın haccı kazaya kalırsa, telbiyeyi ikinci tavafa başlarken keser. Çünkü
ondan sonra ihramdan çıkar. Bahır.
«Yedi taştan ziyade
atarsa caizdir.» Fakat mekruh olur. Lübab.
«Yediden az olursa
caiz değildir.» Çünkü yedi taşın ekserisini terk ederse, ceza kurbanı lâzım
gelir. Nitekim hiç taş atmamış olsa yine ceza kurbanı lâzım olur. Yediden az,
meselâ üç taş yahut ondan da az atarsa, her taş için bir sadaka vermesi
icabeder. Nitekim cinayetler babında gelecektir.
T E M B İ H: Atılan
taşların peşipeşine devamı şart değildir. Bu sünnettir ama terkedilmesi
mekruhtur. Lübab.
METİN
Taşlama; yer
cinsinden olan taş, moloz, toprak, kızıl toprak gibi her şeyle ve keza teyemmüme
elverişli her şeyle caizdir. Velev ki bir avuç toprak olsun. Bu, bir taşın
yerini tutar. Odun, amber, büyük inci ve cevahirle taşlamak caiz değildir. Çünkü
bu ihanet değil, kıymet vermek olur. Ama 'caizdir' diyenler de vardır. Altın ve
gümüşle dahi câiz değildir. Çünkü bunları atmaya, taşlamak değil, saçmak
denilir. Tezekle dahi taşlamak caiz değildir. Çünkü tezek yer cinsinden
değildir. Gerçi Eşbah'ın furuk babında tezekle caiz olduğubildirilmişse de bu,
mezhebin hilâfınadır.
İZAH
«Yer cinsinden olan
her şeyle caizdir.» Hidâye'de de böyle denilmiş, fakat Hidâye şarihleri firûze
ve yâkut ile buna itirazda bulunmuşlardır. Çünkü bu iki nevi taşdahi yer
cinsindendir. Hattâ her ikisi ile teyemmüm caizdir. Bununla beraber onları atmak
caiz değildir. İnâye sahibi Nihaye'ye tâbi olarak buna cevap vermiş; "Caiz olmak
tahkir Şartiyledir. Bunları atmakla tahkir hâsıl olmaz." demiştir. Hâsılı bu
şart, Hidâye'nin umumi olan sözünü tahsis etmektedir. Binaenaleyh firûze ve
yâkut gibi şeyler hariçtir. Lâkin Tatarhâniyye sahibi diyor ki: «Bu rivayet,
yani tahkiri şart koşan rivayet, Muhit'te zikredilene, aykırıdır. Fetih sahibi
de böyle demiştir. Bazıları bunun şart koşulmadığına bakarak onun caiz olduğunu
söylemişlerdir. Caiz görenlerden biri de Menâsik adlı kitabında Fârisî'dir.»
Tatarhâniyye'nin sözünden anlaşılan, cevazı tercih etmesi ve Hidâye'nin sözünü
umumu üzere bırakmasıdır. Onun içindir ki Sa'diye sahibi, inaye'nin ifadesine,
Surûcî'nin Gâye'si ve Zeylaî'nin şerhi ile itiraz ederek; "Şeytan taşlamak; yer
cinsinden olan taş, moloz, toprak, kızıl toprak, alçı, zırnık gibi şeylerle,
yakut, zümrüt ve benzeri kıymetli taşlarla, kaya tuzu ve sürme ile veya bir avuç
toprakla; zeberced, billûr, akik ve firûze ile caiz olur. Odun, amber, inci,
altın, gümüş ve mücevheratla olmaz. Odun, inci, mücevherat - ki incinin
büyükleridir - ve amber, yer cinsinden değillerdir. Altınla gümüşe gelince:
bunları atmaya taşlamak değil, saçmak denilir."
«Büyük inci»
kaydını şarih, Nehir sahibine uyarak koymuştur. Çünkü atmak, büyükleriyle olur.
Yoksa küçük incelerle dahi şeytan taşlamak caiz değildir. Çünkü onları da ulema
' yer cinsinden değildir ' diye ta'lîl etmişlerdir. Bunu Ebussuud söylemiştir,
«Cevahir»den murad,
yukarıda Gâye'den nakledilen ifadeden anladın ki, incilerin büyükleridir. Şu
halde münasip olan, ' büyük ' tabirini kullanmamak ve musannıfın sözünü, Hidâye
ve Muhit'te olduğu gibi "firûze ve yâkutla şeytan taşlamak caizdir" şeklinde
bırakmak idi. Lâkin şarihin ta'lîli buna münasip değildîr. O halde en iyisi, '
cevahir ' kelimesini ' kıymetli taşlar ' diye tefsir etmektir. Tâ ki inciyi
büyüklükle vasfetmeye muvafık olsun. Şarih "caiz diyenler de vardır" sözüyle,
Hidâye ve Muhit'ten yukarıda naklettiklerimize işaret etmiştir. Gördüğün gibi
Surûcî, Zevlâî ve Farisî bu kavli benimsemişlerdir.
"Çünkü bunları
atmaya taşlamak değil, saçmak denilir." Fetih sahibi diyor ki: «Bunlara 'atmak'
ismi verilemediği için caiz olmamıştır. Gizli değildir ki, 'saçmak' denildiği
gibi buna 'atmak' dahi denilebilir. Burada olsa olsa şöyle denilebilir: Bu
hususi bir atıştır. Müteallâkının hususi olması itibariyle başka bir isim
almıştır. ' Atma ' isminin buna verilememesinde bunun bir tesiri yoktur.
Suretinin de tesiri yoktur.» Bundan sonra Fetih sahibi şunları söylemiştir:
«Hâsılı ya mücerret taş atmak mülahaza edilecektir, yahut tahkirle beraber taş
atmak veya Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı hususiyle yapılacaktır. Bunların
birincisi, cevahirle şeytan taslamanın caiz olmasını; ikincisi, tezek ve
kıymetsiz odunla caiz olmasını; üçüncüsü de hassaten taşla caiz olmasını
gerektirmektedir. Binaenaleyh bu daha zahir oluversin. Çünkü daha
salimdir.»
Ben derim ki: Buna
şöyle cevap verilebilir: Rivayet, taşlamanın şeytanı tahkir için olmasıdır.
Peygamber (s.a.v.)'in ufak taşlar atması, delâlet yoluyla şeytan taşlamanın yer
cinsinden olân her şeyle caiz olacağını gösterir. Binaenaleyh ikinci ve üçüncü
şıklar beraberce nazarı itibara alınmış olur. Birinci şık alınmamıştır.
Binaenaleyh tezek ve odunla taşlamak caiz olmadığı gibi, altın ve gümüşle de
caiz olmamıştır. Lakin bu: firûze ve yâkutla dahi şeytan taşlamanın caiz
olmamasını gerektirir. Böylelikle öteki kavil tercih edilmiş olur. Düşün!
«Mezhebin
hilafınadır.» Onun için Mebsut sahibi şunları söylemiştir: «Bazı
müşkilpesentler, tezekle şeytan taşlasa caiz olacağını söylüyorlar. Çünkü
maksat, şeytanı tahkirdir. Bu tezekle de hâsıl olur diyorlar. Biz buna kail
değiliz.» Lübab Şerhi, Fetih sahibi, "Şu da var ki, muhakkikinin ekserisi, bu
işlerin teabbüdî olduğunu söylemişlerdir. 'Onlarda mânâ aranmaz." demiştir.
METİN
Taşları cemre
yanından almak mekruhtur. Çünkü bunlar, "Kimin haccı kabul edilirse, cemresi
kaldırılır." hadisiyle merdut şeylerdir. Bir taş olarak, onu yetmiş ufak parçaya
ufalamak mekruhtur. Kesinlikle pis olduğu bilinen taşı atmak da mekruhtur.
Şeytan taşlamanın vakti, fecirden fecire kadardır. Güneşin doğmasından zevâline
kadar atmak sünnet; güneş batıncaya kadar atmak mübah; fecre kadar atmak
mekruhtur. Taşları attıktan sonra, isterse 'kurbanını keser. Çünkü hacc-ı ifrat
yapmıştır. Sonra saclarını kısaltır. Bu, her kıldan parmak ucu kadar almak
suretiyle olur ki vâciptir. Bütün saçlarını kısaltmak menduptur. Dörtte birini
kısaltmak ise vaciptir.
İZAH
«Taşları cemre
yanından almak mekruhtur» Bu, keraheti tenzihiyyeden başka bir şey değildir
diyen Fetih sahibi, bu sözüyle, bu yerden başka nereden alınsa caiz olacağına
işaret etmiştir. Lübab'da, "Müzdelife'den yedi ufak taş âlarak onları Cemre-i
Akabe'de atmak müstehaptır. Müzdelife'den veya yoldan yetmiş taş alırsa bu da
caizdir. Müstehap olduğunu söyleyenler de vardır." denilmiştir. Lübab şarihi
diyor ki: "Lâkin Kirmâni bunun sünnete muhalif olduğunu; bizim mezhebimiz
olmadığını söylemiştir. Bedâyi ve diğer kitaplarda şeytan taşlarının
Müzdelîfe'den veya yoldan alınacağı bildirilmişse de, bunu yedi taşa hamletmek
gerekir. Keza Zahîriyye'nin, "Bu taşları yol kavşaklarından toplamak
müstehaptırsözü de buna hamledilmelidir.» Hâslı yedi taştan geri kolanlarını
toplamak için bize göre hususi bir yer yoktur.
«Merdud şeylerdir.»
Yani bunlar uğursuzluğa yorulabilir. Sirac. Hadisten murad, Dârekutnî ile
Hakim'in Ebû Said Hudrî (r.a.)'dan rivayet ettikleri ve Hakim'in sahihlediği şu
hadistir: «Dedim ki: "Ya Rasulallah! Har sene attığımız bu taşlan biz azalır
sanıyoruz." Rasulullah (s.a.v.), "Onların kabul edilenleri kaldırılır. Böyle
olmasaydı, sen onları dağlar gibi görürdün" buyurdular.» Kârî'nin Nikâye Şerhi.
Fetih'te bu hadis, Said b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur. O şöyle demiştir:
«İbn-î Abbas'a dedim ki: İbrahim Halilullah zamanından beri atılagelen bu taşlar
ne oluyor ki, ufku kaplayacak tepeler haline gelmemiş? Şu cevabı verdi: Sen
bilmiyor musun kimin haccı kabul edilirse onun taşı kaldırılır.» Sa'diyye'de
şöyle denilmiştir: "Diyebilirsin ki cahiliyet devri halkı müşrik idiler.
Müşrikin ameli kabul edilmez." Buna şöyle cevap verilmiştir: «Kafirlere, dünyada
mükafatları verilmek için bazen ibadetleri kabul edilir.» .Tahtâvî şöyle
demiştir: "Bunu, İmam Ahmed'le Müslim'in Enes (r.a.)'den rivayet ettikleri şu
hadis de te'yid eder: Peygamber (s.a.v.),' "Şüphesiz ki Allah Tealâ hasene
hususunda mümine zulmetmez. Ondan dolayı kendisine dünyada hakettiğini verir.
Ahirette de sevaba nail kılar. Kâfire gelince; onu hasenatı sebebiyle dünyada
doyurur. Ahirete göçtüğü vakit karşılığında hayır verecek bir hasenesi kalmaz"
buyurdular.»
Ben derim ki: Lâkin
bunun niyete bağlı ibadetlerle değil de hayır işleri yapmakla tahsis edileceği
iddia olunabilir. Çünkü niyeti, islamiyet şart kılmıştır. Meğer ki niyet sadece
bizim şeriatımızda şarttır denile.
«Kesinlikle pis
olduğu bilinen taşı olmak da mekruhtur.» Fakat kesinlikle bilinmezse mekruh
değildir. Çünkü eşyada asıl olan temizliktir. Lâkin yüzde yüz temiz olması için
taçları yıkamak menduptur. Nitekim bu, Bahır ve diğer kitaplarda zikredilmiştir.
«Şeytan taşlamanın
vakti» Yani edası için caiz olan vakit, kurban bayramı gününün fecrinden, ikinci
günün fecrine kadardır. Bahır sahibi diyor ki: «Hattâ bunu ikinci günün fecri
doğana kadar geciktirirse, İmam-ı Âzam'a göre ceza kurbanı lâzım gelir. İmameyn
buna muhaliftir. Bayram günü fecir doğmazdan önce şeytan taşlasa, bilittifak
sahih olmaz.»
«Güneşin
doğmasından, zevâline kadar atmak sünnet...» Mecmau'r Rivâyât'ta Muhit'ten
naklen böyle denilmiş, Nehir sahibi de ona uymuştur. Aynî ise ' müstehaptır '
tabirini kullanmıştır, Remlî.
«Güneş batıncaya
kadar atmak mübah» Yani zevâlden güneş batıncaya kadar atmak mübahtır. Zahîriyye
sahibi bunu mekruh saymıştır. Fakat ekseriyet birinci kavli tercih etmişlerdir.
Bahır.
«Fecre kadar atmak
mekruhtur.» Yani güneş kavuştuktan fecre kadar şeytan taşlamakmekruhtur. Güneş
doğmadan önce taşlamak dahi mekruhtur. Bahır. Bu, özür bulunmadığına göredir.
Ama zayıfların güneş doğmadan, çobanların da geceleyin atmalarında bir isaet
yoktur. Nitekim Fetih'te böyle denilmiştir.
«Çünkü hacc-ı ifrat
yapmıştır.» Bu cümle, "isterse kurbanını keser" ifadesinden anlaşılan
muhayyerliğin ta'lîlidir. Kurban kesmesi efdaldir. Kırân ve temettua niyet edene
ise kurban vâciptir. T. Bayram kurbanına gelince: Seferî ise ona kurban vâcip
değildir, seferî değilse Mekkeliler gibi ona da kurban vâciptir. Nitekim
Bahır'da böyle denilmiştir.
«Sonra saçlarını
kısaltır.» Yahut tıraş olur. Nitekim aşağıda "tıraş olması daha iyidir" demesi
buna delâlet eder. Lübab sahibi diyor ki: "Ondan sonra, yani tıraş olduktan veya
saçlarını kısalttıktan sonra, bıyıklarını alması, tırnaklarını kesmesi müstehap
olur. Eğer tırnaklarını veya bıyıklarını yahut sakalını tıraş olmadan keser veya
koku sürünürse, ona cinayetine göre ceza lâzım gelir." Tafkikinin tamamı Lübab
şerhindedir.
«Her kıldan parmak
ucu kadar almakla olur.» Bahır sahibi diyor ki: «Kısaltmaktan maksat, erkek ve
kadının başlarının dörtte birinin saç uçlarından, parmak ucu miktarını
almasıdır. Bunu Zeylâî de böyle zikretmiştir. Muradı, her kıldan parmak ucu
kadar kesmesidir. Nitekim Muhit ve Bedâyi sahipleri bunu açık söylemişler:
"Kısaltmayı parmak ucundan ziyade yapmak vâciptir. Ta ki başındaki her kıldan
parmak ucu kadarını almış olsun. Çünkü saçların uçları âdeten birbirine müsavi
değildir." demişlerdir.» Halebî, Menâsik'inde, "Bu güzeldir." demiştir.
Şurunbulaliyye sahibi de şunları söylemiştir: «Bana öyle geliyor ki, her kıldan
murad, vâcip olarak başının dörtte birinin kılları; evleviyet yoluyla ise
hepsidir. Şu halde cüzlere ayırmakta muhalefet yoktur. Çünkü tıraşta olduğu
gibi, dörtte bir bütün hükmündedir.» Binaenaleyh şarihin "her kıldan" sözü '
bütünden ' değil; başın dörtte birindendir. Aksi takdirde sözü sonraki sözüyle
çelişir.
METİN
Kel ve yaralının,
başından -mümkünse - usturayı geçirmek vâciptir; değilse ondan tıraş sâkıt olur.
Tıraş ile kısaltmanın biri ne zaman bir arızadan dolayı imkânsızlaşırsa,
diğerini yapmak tayinen lâzım gelir. Saçını, kısaltmak mümkün olmayacak derecede
zamk sürerek keçeleştirirse, tıraş olması alettâyin lazım gelir. Bahır. Bütün
başını tıraş etmesi efdaldir. Macun gibi bir şeyle saçını giderirse caiz olur.
İZAH
«Kel ve yaralının,
başından -mümkünse- usturayı geçirmek vaciptir.» Muhtar olan kavil budur.
Nitekim Zeylaî, Bahır, Lübab ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir. Bazıları
bunun müstehap olduğunu söylemişlerdir. Lübab şerhinde, "Sünnet olduğu söylenir
ki, en zâhir olan da budur." denilmiştir.
«Değilse ondan
tıraş sâkıt olur.» Yani üzerinden ustura geçirmek mümkün değil, kısaltmayâ da
yol bulamıyorsa, bu vazife ondan sâkıt olur. Tıraş olmuş gibi ihramdan çıkar.
Böylesine, ihramdan çıkmayı kurban günlerinin en son vaktine bırakmak daha
iyidir. Amma bırakmazsa bir şey lâzım gelmez. Başında yara olmaz da kırlara
çıkarak âlet yahut tıraş edecek kimse bulamazsa, ona tıraş olmak veya saç
kısaltmaktan başka çare yoktur. Bu özür değildir. Fetih. Çünkü âlete rastlamak
her an me'muldür. Yaraların düzelmesi bunun hilafınadır. Bir de saç gidermek
yalnız usturaya mahsus değildir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Keçeleştirirse
ilh...» sözü, kısaltmanın mümkün olmadığına misaldir. Keza saç kısa olursa tıraş
taayyün eder. Saçın pelik örülmüş veya hotoz yapılmış olmasında hüküm yine
budur. Nitekim bu, Mebsût'a nisbet edilmiştir. Vechi şudur: Saçı çözdüğü zaman
bazı kıllar dökülür ve ihrama cinayet olur. Onun için tıraş olması taayyün eder.
Lâkin burada şöyle denilebilir: Bu saç dökülmesi cinayet değildir. Çünkü kılları
ustura ile veya başka bir şeyle gidermenin caiz olduğu vakitte yapılmıştır.
Velev ki kendisi veya başkası yolmak suretiyle olsun. Nitekim gelecektir. O
halde Mebsût'un sözü, müşkil olarak kalır. Kısaltmak mümkün olmakla beraber,
tıraş olmanın imkânsızlığına misal, tıraş aletini kaybetmek veya tıraş edecek
kimse bulamamak; yahut başının ağırması veya başında yara bulunması gibi bir
sebeple tıraşın kendisine zarar vermesidir. İkisinin birden imkânsızlığına
misal, kel ile başı yaralı meselesinde geçti.
«Bütün başını tıraş
etmesi efdaldir.» Yani sünnet budur. Ama bu, erkek hakkındadır. Kadın için
mekruhtur. Zira onun hakkında bu, erkeğin sakalını tıraş etmesi gibi kılık
değiştirmektir. Musannıf o kimsenin, başının dörtte birini tıraş etmekle yetinse
caiz olacağına işaret etmiştir. Nitekim kısaltmada bu caizdir. Lâkin sünneti
terk ettiği için kerahet işlemiş olur. Çünkü sünnet, bütün başı tıraş etmek veya
bütün başın saçlarını kısaltmaktır. Nitekim Lübab şerhi ile Kuhistânî'de beyan
edilmiştir. Nehir sahibi diyor ki: «Onun mutlak olması, yani Kenz'in mutlak olan
sözü -ki tıraş olmak daha makbuldür demiştir- başının yarısını tıraş etmenin saç
kısaltmaktan evla olduğunu îfade eder. Ama ben bunu görmedim.»
Ben derim ki: Eğer
tıraş olmak bütün saçlarını kısaltmaktan evlâdır demek istiyorsa, bunu kabul
edemeyiz. Biliyorsun ki sünnet olan, bütün başı tıraş etmek veya saçım
kısaltmaktır. O halde yarısını tıraş etmek hepsini kısaltmaktan nasıl evlâ
olabilir? Lâkin Sindî'nin Levami'den nakline göre, başın yarısını tıraş etmek
bütün baçın saçlarını kısaltmaktan evlâdır.
T E M B İ H: Bu
söylenenler, muhsardan (haccdan men edilen kimseden) başkası hakkındadır.
Muhsara gelince: İleride görüleceği vecihle ona tıraş yoktur. Bedâyi.
«Macun gibi bir
şeyle» tıraş etmek; veya yolmakla ve keza birisiyle kavga ederek yolunmakla
saçlarının giderilmesi, kasten tıraş olmak yerine geçer. Fetih.
T E M B İ H: Ulema
demişlerdir ki: «Tıraşa, tıraş olanın değil, tıraş edenin sağından başlamak
menduptur. Ancak Sahihayn'daki bir hadis bunun aksini ifade etmektedir. Hadis
şudur: Peygamber (s.a.v.) berbere ' ol ' dedi ve sağ tarafa işaret buyurdu.
Sonra sol tarafı işaret etti. Sonra usturayı başkalarına verdi. Fetih sahibi
diyor ki: Doğrusu budur. Velev kî mezhebin hilafına olsun.»
Ben derim ki:
El-MüItekat'ta İmam-ı Âzam'dan rivayet edilen» kavil buna uymaktadır. Hz. İmam
şöyle demiştir: «Başımı tıraş ettirdim; Berber üç şeyde benim yanlışımı buldu.
1) Oturduğumda,
"kıbleye dön" dedi.
2) Ona sol tarafımı
döndüm, "sağdan başla" dedi.
3) Gitmek istediğim
vakit, "saçlarını göm" dedi. Ben de dönerek onları gömdüm.» Nehir. Yani bu söz,
İmam-ı Âzam'ın berberin sözüne döndüğünü ifade etmektedir. Onun için Lübab
sahibi. "Muhtar olan budur." Demiş, şarihi de şunları söylemiştir: «Nitekim
İbn-i Acemi'nin Mensik'inde ve Bahır'da da böyledir. Nuhbe'de, sahih olan budur'
denilmiştir. İmamı Azam'ın arkadaşlarının ondan naklettiği kavilden döndüğü
rivayet edilmiştir. Böylelikle son kavlinin sahihlendiği doğrulanmış ye, ulemaca
O'ndan meşhur olarak rivayet edilen kavil defedilmiştir. Surûcî diyor ki:
Şafiî'ye göre berber, tıraş olanın sağından başlar. Bazı ulemamız bu kadarcık
söylemiş, bunu kimseye nisbet etmemiştir. Sünnete tabi olmak evlâdır. Rasulullah
(s.a.v.)'in mübarek başlarına sağdan başladığı sabit olmuştur. Ondan sonra
kimsenin söze hakkı yoktur. İmam-ı Azam berberin sözünü tutmuş, onu inkâr
etmemiştir. Eğer mezhebi onun hilâfına olsaydı, ona muvafakat etmezdi.» Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır. Mi'râc ile Gâyetü'l-Beyan'da da bunun gibi
sözler vardır.
(Burada bir
yanlışlık olmuştur. Râfiî'nin bu husustaki satırlarını aynen naklediyoruz:
Sindi'de denilmiştir ki: Kirmânî'nin söylediği sözü -ki İmam-ı Âzam'ın mezhebi,
berberin sağından, tıraş olanın solundan başlamaktır- Gâyetü'l-Beyan sahibi
reddetmiştir. O şöyle demiştir: bunu bazı ulemamız söylemiş, ama kimseye nisbet
etmemiştir. Sünnete tabi olmak evlâdır. Galiba Surûcî'den naklettiği ibareden
düşmüş kelimeler olacaktır. İbarenin aslı şöyledir: Şâfiî'ye göre, tıraş olanın
sağından başlar. İmam-ı Âzam'ın mezhebine göre ise berberin sağından, tıraş
olanın solundan başlar. Sonra Fetih sahibinin söylediği sözün muktezası, mezhebe
göre berberin sağından başlamayı teslim etmesidir. Lâkin bununla amel edilmez.
Çünkü sünnetle sabit olana muhaliftir. Mülteka'ın söylediğinin muktezası ise,
bunun İmam-ı Âzam'ın mezhebi olduğunun teslimdir. Ancak ondan dönmüştür.
Surûcî'nin söylediğinin muktezası ise, onun mezhebi olduğunu teslim etmemektir.
Bilâkis İmam-ı Azam'ın mezhebi, tıraş olanın sağından başlamaktır.)