Arafat'ta İki
Namazı Beraber Kılmanın Şartları
METİN
Bu cem'in sahih
olması için, en büyük imam veya naibi şarttır. O bulunmazsa, cemaat yalnız
başlarına kılarlar. Her iki namazda da hacc için ihramlı olmak şarttır. Birini
yalnız kılana, ikindiyi cemi suretiyle kılmak caiz olmaz. Öğleyi yalnız kılarsa
ikindiyi imamla kılamaz.
İZAH
«Bu cem'in şahih
olması için ilh...» Bu cem'in sünnet veya müstehap olduğunda, ulema ihtilâf
etmişlerdir. Gerçi "İmam-ı Azam'a göre ikindiyi vaktinden evvel kılmak cemaatı
muhafaza etmek için vâcip olmuştur." denilmişse de, bunu "sabit olmuştur"
mânâsına yorumlamak gerekir. Lübab Şerhi.
TEMBİH: Musannıf,
şartlardan yalnız imamla ihramı beyanla yetinmiştir. Lübab'da ise buna, öğlenin
ikindiden önce kılınması ilâve edilmiştir. Hatta imam öğlenin zevâlden önce veya
abdestsiz kılındığını, ikindinin zevâlden sonra veya abdestli kılındığını
anlarsa, her ikisini tekrar kılar. Lübab'da zaman - ki arefe günüdür -, mekan -
ki Arafattır - Arafat'a yakın olmak ve cemaat da ilâve edilmiştir. Şu halde
şartlar altıdır.
Ben derim ki: Lâkin
son şart ilk şarta dahildir. Çünkü imamın şart kılınması, cemaata namaz
kıldırmanın şart olmasıdır. Aralarında bulunması mânâsına değildir. Halbuki
şöyle denilmiştir: «Cemaat şart değildir. Hatta cemaata korku arız olsa da imam
iki namazı yalnız başına kılsa, sahih kavle göre bilittifak caiz olur. Veciz'de
de böyle denilmiştir.» Bahır sahibi bundan sonra Bedâyi'den naklen şöyle
demiştir: "Ebû Hanife'ye göre cemaat cem'in (iki namazı beraber kılmanın)
şartıdır. Lâkin bu şart İmam hakkında değil; imam olmayan hakkındadır. Nikâye,
Cevhere ve Mecma'da "cemaat şarttır" denilmişse de bu zayıftır.» Nehir sahibi
buna itiraz ederek, "Cemaatın şart olduğunu birçok ulema nakletmiş, İsbicâbî de
sahihlemiştir. Bir de korku meselesindeki cevaz zaruretten dolayıdır."
demiştir.
Ben derim ki:
Yukarıda Bedâyi'den nakledilen söz, iki kavlin arasını bulmaya ve ikisini de
sahih çıkarmaya yarar. Bir düşün! Sonra her iki namazın birer cüzünü imamla
kılmaya yetişmek kâfidir. Hattâ öğlenin bir cüzüne yetişip, sonra kalanını kaza
etse, sonra ikindinin bir cüzüne yetişip imamla kılsa kâfidir. Nitekim bunu
Bahır ve Lübab sahipleri söylemişlerdir.
«En büyük imam» dan
murad halifedir. Bahır. Naibinden murad, onun yerine geçendir. Velev ki
ölümünden sonra olsun. Çünkü cem'i, naibi yahut jandarma kumandanı yapar. Zira
halifenin ölümü ile naipler azledilmiş olmazlar. Bahır. Musannıf imamı mutlak
söylemiştir. Binaenaleyh mukim ve misafire şâmildir. Ancak imam Mekke'nin imamı
gibi mukim olursa, cemaata mukim namazı kıldırır. Namazı kısaltması caiz
değildir; hacılar da ona uymazlar. İmam Hulvâni diyor ki: «İmam Nesefî, "Mikât
ahalisine şaşarım. Namazı kısaltma bâbında Mekke'nin imamına tâbi oluyorlar.
Bunların namazı nasıl kabul edilir; yahut bunlarınnamazları caiz değilken
kendilerine nasıl hayır beklenir?" derdi.» Şemsü'l-eimme demiştir ki: «Mikât
halkıyla birlikteydim ve onlardan ayrılarak her namazı vaktinde kıldım. Bunu
arkadaşlarıma da tavsiye ettim. Bir de işittik ki, bunlar zahmet ederek sefer
mesafesi uzaklara çıkar, sonra Arafat'a gelirlermiş. Böyle olursa namazı
kısaltmak caizdir, aksi takdirde caiz değildir. Binaenaleyh ihtiyat vâciptir.»
Bu satırlar Tatarhâniyye'nin Muhitten naklettiği ibarenin kısaltılmışıdır.
«O bulunmazsa
cemaat yalnız başlarına kılarlar.» ifadesi, ikindi namazının Öğle vaktinde caiz
olacağını, ikindi kendi vaktinde kılınırsa cemaat teşkilinin caiz olmayacağını
îham etmektedir. Halbuki maksat bu değildir. En doğrusu Zeylâî'nin sözüdür ki,
"iki namazdan her birini kendi vakitlerinde kılarlar." demiştir. Bunu Halebî
söylemiştir.
«Her iki namazda da
hacc için ihramlı olmak şarttır.» Musannıf bu sözle, umreye ihramlanmaktan
ihtiraz etmiştir. Bu takdirde cem'i caiz olmaz. Velev ki ikindi namazından önce
hacc için ihrama girsin. Ve şuna işarette bulunmuştur ki, şart her iki namazı
ihramlı olarak kılmaktır. Esah kavle göre velev ki zevâlden sonra ihrama girsin.
Bir rivayette, zevalden önce mutlaka ihrama girmiş bulunmalıdır. Nitekim
Nehir'de beyan edilmiştir.
«Öğleyi yalnız
kılarsa ikindiyi İmamla kılamaz.» Onu vaktinde kılar, Keza yalnız öğleyi İmamla
kılarsa, ikindiyi ancak kendi vaktinde kılar. H.
METİN
Hacc için ihrama
girmeden öğleyi cemaatla kılıp sonra ihrama giren kimse, ikindiyi ancak kendi
vaktinde kılar. İmameyn'e göre ikindinin sahih olması için yalnız ihram şarttır.
Üç mezhebin imamları da buna kail olmuşlardır. Bu kavli daha zahirdir. Bu
ifadeyi Şurunbulâliyye Burhan'dan nakletmiştir. Sonra sünnet vecihle yıkanmış
olarak vakfe yerine gider. imam, Cebel-i Rahmet yakınındaki büyük kayaların
yanında devesinin üzerinde kıbleye dönerek durur.
İZAH
«Hacc için ihrama
girmeden» Yani ya hiç ihrama girmeden yahut yalnız umre için ihramlanarak öğleyi
cemaatla kılan; sonra ikindiyi kılmadan hacc için ihramlanan kimse, ikindiyi
ancak kendi vaktinde kılar.
«İmameyn'e göre
yalnız ihram şarttır.» Bu şart bize göre bilittifaktır. ifadedeki hasır, burada
zikredilene izafetledir. Yani imameyn'e göre imama veya naibine uymak şart
değildir. Yoksa zaman, mekân ve öğlenin ikindiden önce kılınması şartları bize
göre ittifâkîdlr. Nitekim Lübab şârihi bunu söylemiştir.
«Bu kavil daha
zâhirdir.» Daha zâhir olması delil cihetindendir. Aksi takdirde metinler İmam-ı
Azam'ın kavline göre yazılmıştır. Bedâyi sahibi ve başkaları da bu kavli sahih
bulmuş; onunsahih kabul edildiğini Allame Kasım isbicâbî'den nakletmiş, Burhan-ı
Şeria ile Nesefi'nin de buna itimat ettiklerini söylemiştir.
"Sonra" imam ve
cemaat Nemire Mescidi'nden Arafat'taki vakfe yerine giderler.
"Devesinin üzerinde
durur." Haniyye'de, "İmam için efdal olan, hayvan üzerinde vakfe yapmak;
başkasına efdal olan da, onun yanında durmaktır." denilmiştir. Zâhirine
bakılırsa, hayvan üzerinde durmak sadece imama mahsustur. Musannıfın sözünün
mefhumu da budur. Nitekim Hidâye, Bedâyi ve diğer kitapların mefhumları da bunu
ifade eder. Sirâc'ın ifadesi dahi bunu te'yîd etmektedir. Sirâc sahibi, "Çünkü
imam dua eder, cemaat da onun okuduğu duayı okur. Şayet devesinin üzerinde ise,
cemaatın görmelerine bu daha müsaittir." demiştir. Lâkin Kuhistâni'de, "Efdal
olan, imama en yakın bir yerde hayvan üzerinde bulunmaktır." Denilmiştir.
Mülteka'nın metninde de böyledir. Bazılarının Sirâc'dan, onun da Mensik-i İbh-i
Acemi'den nakline göre, hayvan üzerinde durmak mekruhtur. Ancak Arafat'ta vakfe
halinde bu mekruh değildir. Bilâkis imam olana do, olmayana da bu efdaldir.
Fakat ben bunu Sirâc'da görmedim.
«Cebel-i Rahmet»
Arafat'ın ortasında bir dağdır. Buna 'İlal'da denir. Avam taifesinin yaptıkları
gibi, bu dağın üzerine çıkmaya gelince Sözüne güvenilir ulemadan hiçbiri bunda
bir fazilet olduğunu söylememişlerdir. Bilâkis onun hükmü de sair Arafat
arazisinin hükmü gibidir. Taberî ile Mârûdi bunun müstehap olduğunu iddia
etmişler ise de Nevevî, "Bunun aslı yoktur. çünkü bu hususta sahih veya zayıf
bir haber vârit olmamıştır." diyerek bunu reddetmiştir. Nehir.
«Büyük kayalar»
yere döşenmiş gibi duran siyah taşlardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in vakfe
yaptığı yerin burası olduğu sanılmaktadır. Lübab şerhi. Şeyh İsmail, şerhinde
Mensik-i Fârisi'den naklen şunları söylemiştir: «Kâdı'l-Kudad Bedrüddin diyor
ki, Ben Peygamber (s.a.v.)'in durduğu yeri tayine çalıştım. Bu hususta bana
Mekke muhaddisleri ile ulemasının mutemet olanlarından bazısı da muvafakat etti.
Nihayet tayini hakkında kanaat hâsıl oldu ki, bu yer vakfe yerine bakan, sağında
ve arkasında Cebel'in kayalarına bitişik kayalar bulunan yüksek bir dikdörtgen
sahadır. Bu saha, dağ ile solundaki dörtgen bina arasındadır. Doğa biraz daha
yakındır. öyle ki, kıbleye karşı dönersen, dağ sağdan önüne gelir. Dörtgen bina
da solunda biraz onun arkasındadır.» Bunu Lübab sahibi dahi kısaltarak
nakletmiştir. Kadı Muhammed diyor ki: «Dörtgen bina bugün "Âdem Mutfağı" namiyle
bilinmektedir ve hizasındaki yarık kaya ile tanınır. Bu kaya ve etrafı o döşeli
gibi taşlarla devam eder. Arkalarında siyah ve Cebel'e bitişik kayalar vardır.»
METİN
Vakfe halinde
ayakta durmak ve niyet şart ve vâcip değildir. Oturarak da dursa haccı caizdir.
Çünkü şart orada bulunmaktır. Binaenaleyh oradan geçenin, kaçanın, borçlu
takibedenin, uyuyanın, delinin ve sarhoşun vakfesi sahihtir. Aşikâre olarak
ısrarlı bir şekilde dua eder. İmam hacc ibadetlerini öğretir, cemaat da ona
yakın kıbleye karşı, onun sözlerini dinleyerek ve huşu ile ağlayarak arkasında
dururlar. Burası duaların kabul edildiği yerlerden biridir. Bunlar Mekke'de on
beş yerdir.
İZAH
«Vakfe halinde
ayakta durmak ve niyet şart ve vâcip değildir.»
Lübab'da beyan
edildiği gibi, ayakta durmakta niyetin ikisi de müstehaptır. Niyet sadece
tavafta şarttı, vakfede şart değildir. Çünkü ihramlı iken yapılan niyet, ihram
halindeki bütün fiillere şâmildir. Vakfe her vecihte ihram halinde
yapılmaktadır. Binaenaleyh vakfede o niyetle iktifa olunur; Tavaf ise, bir
vecihle ihramlı iken, bir vecihle değilken yapılır. Çünkü ilk ihramdan çıktıktan
sonra yapılır. Şu halde onda niyetin tayini değil; her iki şartla amel etmiş
olmak için niyetin aslı şart kılınmıştır. Kâri'nin Nikâye Şerhi. Lâkin bu fark
umrenin tavafına şâmil değildir. Çünkü umrenin tavafı ihramdan çıkmadan yapılır.
Musannıf, bâbın sonunda başka bir fark söyleyecektir.
«Çünkü şart orada
bulunmaktır.» Ora 'dan muradın vakfe yeri olduğu, Sözün gelişinden
anlaşılmaktadır. Lübab şarihi diyor ki: «Zâhire bakılırsa bu rükündür. Çünkü
onsuz vakfe tasavvur olunamaz. Evet vakit şarttır.» Yani "ihramla beraber vakit"
demek istiyor.
Ben derim ki:
Galiba Lübab şarihi şartların bulunmasıyla, lâbud mânâsını kastetmiş olacaktır.
Bu takdirde rükne şâmildir. Düşün! Orada bulunmak ne suretle olursa olsun
kâfidir. Velev ki uyuyarak veya oranın Arafat olduğunu bilmeyerek; yahut ayık
olmayarak veya zorla götürülerek yahut cünüp olarak veya hızla geçerek gitmiş
olsun.
«Âşikâre olarak
ısrarlı bir şekilde dua eder.» Ama ifrata giderek fazla bağırmaz. Lübab. Yani
kendini yoracak derecede bağırmaz. Lâkin Lübab şarihi âşikâr okumanın telbiyede
olacağını söylemiş; "Dua ve zikirlere gelince, bunların gizli sesle okunmaları
evlâdır." demiştir.
Ben derim ki: Bunu
Sirâc'ın şu sözü te'yîd eder: «Duayı ısrarla yapar ama sünnet olan şekli gizli
okumasıdır. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin"
buyurmuştur.» Duayı ısrarla yapmaya gelince: Bu hususta şu hadis-i şerif vârit
olmuştur; «Duanın en hayırlısı, arefe günü yapılanıdır. Benim ve benden önceki
peygamberlerin söyledikleri en hayırlı söz, "Allah'tan başka ilah yoktur, yalnız
o vardır. Ortağı yoktur, mülk Onundur, hamd Onadır, o her şeye kaadirdir"
sözüdür.» Bu hadisi, Mâlik Tirmîzi, Âhmed ve diğer imamlar rivayet etmişlerdir.
Nikâye şerhi, Kâri.
İbn-i Uyeyne'ye,
«Bu senâdır. Rasulullah (s.a.v.) ona neden dua demiştir?» diye sorulduğunda,
"Kerîm olan bir zatı senâ etmek duadır. Çünkü o, onun hacetini bilir." cevabını
vermiştir. Fetih.
Ben derim ki: O
bununla şu hadise işaret etmiştir: «Bir kimseyi, benim zikrim benden istemekten
meşgul ederse; ben ona, isteyenlere verilenin en iyisini veririm.»
«Bunlar Mekke'de on
beş yerdir.» Yani Mekke'de ve Mekke yakının da demek istemiştir. Çünkü iki vakfe
yeri ile Mina ve şeytan taşlama yerleri Mekke'de değildirler. On beş yer
olduğunu Fetih sahibi Hasan-ı Basrî'nin risalesinden naklen söylemiştir. İbn-i
Hacer Mekkî demiştir ki «Hasan-ı Basri tâbiinden büyük bir zattır. Birçok sahabe
ile görüşmüş tür. Bu sözü ancak işitmekle söylemiştir.» Bu on beş yeri bazıları,
müfessir Nakkâş'tan "hususi vakitlerde" kaydıyla nakletmişlerdir. Hasan-ı Basri
ise mutlak söylemiştir. Bunları manzum olarak söyleyen de var dır. Manzumeyi
Halebî şurunbulâliyye'den nakletmiştir. Onlara müracaat edebilirsin.