03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..ARAFAT'TA İKİ NAMAZI BERABER KILMANIN ŞARTLARI


Arafat'ta İki Namazı Beraber Kılmanın Şartları


METİN
Bu cem'in sahih olması için, en büyük imam veya naibi şarttır. O bulunmazsa, cemaat yalnız başlarına kılarlar. Her iki namazda da hacc için ihramlı olmak şarttır. Birini yalnız kılana, ikindiyi cemi suretiyle kılmak caiz olmaz. Öğleyi yalnız kılarsa ikindiyi imamla kılamaz.
İZAH
«Bu cem'in şahih olması için ilh...» Bu cem'in sünnet veya müstehap olduğunda, ulema ihtilâf etmişlerdir. Gerçi "İmam-ı Azam'a göre ikindiyi vaktinden evvel kılmak cemaatı muhafaza etmek için vâcip olmuştur." denilmişse de, bunu "sabit olmuştur" mânâsına yorumlamak gerekir. Lübab Şerhi.
TEMBİH: Musannıf, şartlardan yalnız imamla ihramı beyanla yetinmiştir. Lübab'da ise buna, öğlenin ikindiden önce kılınması ilâve edilmiştir. Hatta imam öğlenin zevâlden önce veya abdestsiz kılındığını, ikindinin zevâlden sonra veya abdestli kılındığını anlarsa, her ikisini tekrar kılar. Lübab'da zaman - ki arefe günüdür -, mekan - ki Arafattır - Arafat'a yakın olmak ve cemaat da ilâve edilmiştir. Şu halde şartlar altıdır.
Ben derim ki: Lâkin son şart ilk şarta dahildir. Çünkü imamın şart kılınması, cemaata namaz kıldırmanın şart olmasıdır. Aralarında bulunması mânâsına değildir. Halbuki şöyle denilmiştir: «Cemaat şart değildir. Hatta cemaata korku arız olsa da imam iki namazı yalnız başına kılsa, sahih kavle göre bilittifak caiz olur. Veciz'de de böyle denilmiştir.» Bahır sahibi bundan sonra Bedâyi'den naklen şöyle demiştir: "Ebû Hanife'ye göre cemaat cem'in (iki namazı beraber kılmanın) şartıdır. Lâkin bu şart İmam hakkında değil; imam olmayan hakkındadır. Nikâye, Cevhere ve Mecma'da "cemaat şarttır" denilmişse de bu zayıftır.» Nehir sahibi buna itiraz ederek, "Cemaatın şart olduğunu birçok ulema nakletmiş, İsbicâbî de sahihlemiştir. Bir de korku meselesindeki cevaz zaruretten dolayıdır." demiştir.
Ben derim ki: Yukarıda Bedâyi'den nakledilen söz, iki kavlin arasını bulmaya ve ikisini de sahih çıkarmaya yarar. Bir düşün! Sonra her iki namazın birer cüzünü imamla kılmaya yetişmek kâfidir. Hattâ öğlenin bir cüzüne yetişip, sonra kalanını kaza etse, sonra ikindinin bir cüzüne yetişip imamla kılsa kâfidir. Nitekim bunu Bahır ve Lübab sahipleri söylemişlerdir.
«En büyük imam» dan murad halifedir. Bahır. Naibinden murad, onun yerine geçendir. Velev ki ölümünden sonra olsun. Çünkü cem'i, naibi yahut jandarma kumandanı yapar. Zira halifenin ölümü ile naipler azledilmiş olmazlar. Bahır. Musannıf imamı mutlak söylemiştir. Binaenaleyh mukim ve misafire şâmildir. Ancak imam Mekke'nin imamı gibi mukim olursa, cemaata mukim namazı kıldırır. Namazı kısaltması caiz değildir; hacılar da ona uymazlar. İmam Hulvâni diyor ki: «İmam Nesefî, "Mikât ahalisine şaşarım. Namazı kısaltma bâbında Mekke'nin imamına tâbi oluyorlar. Bunların namazı nasıl kabul edilir; yahut bunlarınnamazları caiz değilken kendilerine nasıl hayır beklenir?" derdi.» Şemsü'l-eimme demiştir ki: «Mikât halkıyla birlikteydim ve onlardan ayrılarak her namazı vaktinde kıldım. Bunu arkadaşlarıma da tavsiye ettim. Bir de işittik ki, bunlar zahmet ederek sefer mesafesi uzaklara çıkar, sonra Arafat'a gelirlermiş. Böyle olursa namazı kısaltmak caizdir, aksi takdirde caiz değildir. Binaenaleyh ihtiyat vâciptir.» Bu satırlar Tatarhâniyye'nin Muhitten naklettiği ibarenin kısaltılmışıdır.
«O bulunmazsa cemaat yalnız başlarına kılarlar.» ifadesi, ikindi namazının Öğle vaktinde caiz olacağını, ikindi kendi vaktinde kılınırsa cemaat teşkilinin caiz olmayacağını îham etmektedir. Halbuki maksat bu değildir. En doğrusu Zeylâî'nin sözüdür ki, "iki namazdan her birini kendi vakitlerinde kılarlar." demiştir. Bunu Halebî söylemiştir.
«Her iki namazda da hacc için ihramlı olmak şarttır.» Musannıf bu sözle, umreye ihramlanmaktan ihtiraz etmiştir. Bu takdirde cem'i caiz olmaz. Velev ki ikindi namazından önce hacc için ihrama girsin. Ve şuna işarette bulunmuştur ki, şart her iki namazı ihramlı olarak kılmaktır. Esah kavle göre velev ki zevâlden sonra ihrama girsin. Bir rivayette, zevalden önce mutlaka ihrama girmiş bulunmalıdır. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir.
«Öğleyi yalnız kılarsa ikindiyi İmamla kılamaz.» Onu vaktinde kılar, Keza yalnız öğleyi İmamla kılarsa, ikindiyi ancak kendi vaktinde kılar. H.
METİN
Hacc için ihrama girmeden öğleyi cemaatla kılıp sonra ihrama giren kimse, ikindiyi ancak kendi vaktinde kılar. İmameyn'e göre ikindinin sahih olması için yalnız ihram şarttır. Üç mezhebin imamları da buna kail olmuşlardır. Bu kavli daha zahirdir. Bu ifadeyi Şurunbulâliyye Burhan'dan nakletmiştir. Sonra sünnet vecihle yıkanmış olarak vakfe yerine gider. imam, Cebel-i Rahmet yakınındaki büyük kayaların yanında devesinin üzerinde kıbleye dönerek durur.
İZAH
«Hacc için ihrama girmeden» Yani ya hiç ihrama girmeden yahut yalnız umre için ihramlanarak öğleyi cemaatla kılan; sonra ikindiyi kılmadan hacc için ihramlanan kimse, ikindiyi ancak kendi vaktinde kılar.
«İmameyn'e göre yalnız ihram şarttır.» Bu şart bize göre bilittifaktır. ifadedeki hasır, burada zikredilene izafetledir. Yani imameyn'e göre imama veya naibine uymak şart değildir. Yoksa zaman, mekân ve öğlenin ikindiden önce kılınması şartları bize göre ittifâkîdlr. Nitekim Lübab şârihi bunu söylemiştir.
«Bu kavil daha zâhirdir.» Daha zâhir olması delil cihetindendir. Aksi takdirde metinler İmam-ı Azam'ın kavline göre yazılmıştır. Bedâyi sahibi ve başkaları da bu kavli sahih bulmuş; onunsahih kabul edildiğini Allame Kasım isbicâbî'den nakletmiş, Burhan-ı Şeria ile Nesefi'nin de buna itimat ettiklerini söylemiştir.
"Sonra" imam ve cemaat Nemire Mescidi'nden Arafat'taki vakfe yerine giderler.
"Devesinin üzerinde durur." Haniyye'de, "İmam için efdal olan, hayvan üzerinde vakfe yapmak; başkasına efdal olan da, onun yanında durmaktır." denilmiştir. Zâhirine bakılırsa, hayvan üzerinde durmak sadece imama mahsustur. Musannıfın sözünün mefhumu da budur. Nitekim Hidâye, Bedâyi ve diğer kitapların mefhumları da bunu ifade eder. Sirâc'ın ifadesi dahi bunu te'yîd etmektedir. Sirâc sahibi, "Çünkü imam dua eder, cemaat da onun okuduğu duayı okur. Şayet devesinin üzerinde ise, cemaatın görmelerine bu daha müsaittir." demiştir. Lâkin Kuhistâni'de, "Efdal olan, imama en yakın bir yerde hayvan üzerinde bulunmaktır." Denilmiştir. Mülteka'nın metninde de böyledir. Bazılarının Sirâc'dan, onun da Mensik-i İbh-i Acemi'den nakline göre, hayvan üzerinde durmak mekruhtur. Ancak Arafat'ta vakfe halinde bu mekruh değildir. Bilâkis imam olana do, olmayana da bu efdaldir. Fakat ben bunu Sirâc'da görmedim.
«Cebel-i Rahmet» Arafat'ın ortasında bir dağdır. Buna 'İlal'da denir. Avam taifesinin yaptıkları gibi, bu dağın üzerine çıkmaya gelince Sözüne güvenilir ulemadan hiçbiri bunda bir fazilet olduğunu söylememişlerdir. Bilâkis onun hükmü de sair Arafat arazisinin hükmü gibidir. Taberî ile Mârûdi bunun müstehap olduğunu iddia etmişler ise de Nevevî, "Bunun aslı yoktur. çünkü bu hususta sahih veya zayıf bir haber vârit olmamıştır." diyerek bunu reddetmiştir. Nehir.
«Büyük kayalar» yere döşenmiş gibi duran siyah taşlardır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in vakfe yaptığı yerin burası olduğu sanılmaktadır. Lübab şerhi. Şeyh İsmail, şerhinde Mensik-i Fârisi'den naklen şunları söylemiştir: «Kâdı'l-Kudad Bedrüddin diyor ki, Ben Peygamber (s.a.v.)'in durduğu yeri tayine çalıştım. Bu hususta bana Mekke muhaddisleri ile ulemasının mutemet olanlarından bazısı da muvafakat etti. Nihayet tayini hakkında kanaat hâsıl oldu ki, bu yer vakfe yerine bakan, sağında ve arkasında Cebel'in kayalarına bitişik kayalar bulunan yüksek bir dikdörtgen sahadır. Bu saha, dağ ile solundaki dörtgen bina arasındadır. Doğa biraz daha yakındır. öyle ki, kıbleye karşı dönersen, dağ sağdan önüne gelir. Dörtgen bina da solunda biraz onun arkasındadır.» Bunu Lübab sahibi dahi kısaltarak nakletmiştir. Kadı Muhammed diyor ki: «Dörtgen bina bugün "Âdem Mutfağı" namiyle bilinmektedir ve hizasındaki yarık kaya ile tanınır. Bu kaya ve etrafı o döşeli gibi taşlarla devam eder. Arkalarında siyah ve Cebel'e bitişik kayalar vardır.»
METİN
Vakfe halinde ayakta durmak ve niyet şart ve vâcip değildir. Oturarak da dursa haccı caizdir. Çünkü şart orada bulunmaktır. Binaenaleyh oradan geçenin, kaçanın, borçlu takibedenin, uyuyanın, delinin ve sarhoşun vakfesi sahihtir. Aşikâre olarak ısrarlı bir şekilde dua eder. İmam hacc ibadetlerini öğretir, cemaat da ona yakın kıbleye karşı, onun sözlerini dinleyerek ve huşu ile ağlayarak arkasında dururlar. Burası duaların kabul edildiği yerlerden biridir. Bunlar Mekke'de on beş yerdir.
İZAH
«Vakfe halinde ayakta durmak ve niyet şart ve vâcip değildir.»
Lübab'da beyan edildiği gibi, ayakta durmakta niyetin ikisi de müstehaptır. Niyet sadece tavafta şarttı, vakfede şart değildir. Çünkü ihramlı iken yapılan niyet, ihram halindeki bütün fiillere şâmildir. Vakfe her vecihte ihram halinde yapılmaktadır. Binaenaleyh vakfede o niyetle iktifa olunur; Tavaf ise, bir vecihle ihramlı iken, bir vecihle değilken yapılır. Çünkü ilk ihramdan çıktıktan sonra yapılır. Şu halde onda niyetin tayini değil; her iki şartla amel etmiş olmak için niyetin aslı şart kılınmıştır. Kâri'nin Nikâye Şerhi. Lâkin bu fark umrenin tavafına şâmil değildir. Çünkü umrenin tavafı ihramdan çıkmadan yapılır. Musannıf, bâbın sonunda başka bir fark söyleyecektir.
«Çünkü şart orada bulunmaktır.» Ora 'dan muradın vakfe yeri olduğu, Sözün gelişinden anlaşılmaktadır. Lübab şarihi diyor ki: «Zâhire bakılırsa bu rükündür. Çünkü onsuz vakfe tasavvur olunamaz. Evet vakit şarttır.» Yani "ihramla beraber vakit" demek istiyor.
Ben derim ki: Galiba Lübab şarihi şartların bulunmasıyla, lâbud mânâsını kastetmiş olacaktır. Bu takdirde rükne şâmildir. Düşün! Orada bulunmak ne suretle olursa olsun kâfidir. Velev ki uyuyarak veya oranın Arafat olduğunu bilmeyerek; yahut ayık olmayarak veya zorla götürülerek yahut cünüp olarak veya hızla geçerek gitmiş olsun.
«Âşikâre olarak ısrarlı bir şekilde dua eder.» Ama ifrata giderek fazla bağırmaz. Lübab. Yani kendini yoracak derecede bağırmaz. Lâkin Lübab şarihi âşikâr okumanın telbiyede olacağını söylemiş; "Dua ve zikirlere gelince, bunların gizli sesle okunmaları evlâdır." demiştir.
Ben derim ki: Bunu Sirâc'ın şu sözü te'yîd eder: «Duayı ısrarla yapar ama sünnet olan şekli gizli okumasıdır. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin" buyurmuştur.» Duayı ısrarla yapmaya gelince: Bu hususta şu hadis-i şerif vârit olmuştur; «Duanın en hayırlısı, arefe günü yapılanıdır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en hayırlı söz, "Allah'tan başka ilah yoktur, yalnız o vardır. Ortağı yoktur, mülk Onundur, hamd Onadır, o her şeye kaadirdir" sözüdür.» Bu hadisi, Mâlik Tirmîzi, Âhmed ve diğer imamlar rivayet etmişlerdir. Nikâye şerhi, Kâri.
İbn-i Uyeyne'ye, «Bu senâdır. Rasulullah (s.a.v.) ona neden dua demiştir?» diye sorulduğunda, "Kerîm olan bir zatı senâ etmek duadır. Çünkü o, onun hacetini bilir." cevabını vermiştir. Fetih.
Ben derim ki: O bununla şu hadise işaret etmiştir: «Bir kimseyi, benim zikrim benden istemekten meşgul ederse; ben ona, isteyenlere verilenin en iyisini veririm.»
«Bunlar Mekke'de on beş yerdir.» Yani Mekke'de ve Mekke yakının da demek istemiştir. Çünkü iki vakfe yeri ile Mina ve şeytan taşlama yerleri Mekke'de değildirler. On beş yer olduğunu Fetih sahibi Hasan-ı Basrî'nin risalesinden naklen söylemiştir. İbn-i Hacer Mekkî demiştir ki «Hasan-ı Basri tâbiinden büyük bir zattır. Birçok sahabe ile görüşmüş tür. Bu sözü ancak işitmekle söylemiştir.» Bu on beş yeri bazıları, müfessir Nakkâş'tan "hususi vakitlerde" kaydıyla nakletmişlerdir. Hasan-ı Basri ise mutlak söylemiştir. Bunları manzum olarak söyleyen de var dır. Manzumeyi Halebî şurunbulâliyye'den nakletmiştir. Onlara müracaat edebilirsin.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...