17 Ekim 2012

REDDU'L MUHTAR ÇEŞİTLİ MESELELER ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

REDDU'L MUHTAR ÇEŞİTLİ MESELELER 
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
M E T İ N
Bir kimse bir mal satsa, sonra da o malın kendisine veya bir camiye vakfedilmiş olduğunu iddia



etse yada «o malı ben vakfetmiştim» dese de davalının yemin etmesini istese, bu isteği ittifakla
kabul edilmez. Çünkü işi ile sözü arasında çelişki bulunmaktadır. Ama iddiasını isbat için beyyine
getirirse esah olan kavle göre kabul edilir. Bu, davanın sahih olmasından dolayı değil. vakıflarda,
dava olmadan da beyyinenin kabulünün sahih olmasından dolayıdır. Zeylaî'nin doğru gördüğü
görüş ise buna muhaliftir. Biz meseleyi vakıf bahsinde ve istihkâk bahsinde incelemiştik.
i Z A H
«Beyyine getirirse esah olan kavle göre kabul edilir...» Sadruşşehid bu görüşü kabul etmiştir. Fakıh
de: «Bazıları beyyine kabul edilmez derler ama biz o görüşü benimsemiyoruz» der. Tatarhaniyye.
İmâdiye'de o sözün kabul edileceği, Hulâsa ve Bezzâziye'de de dava sahih olmasa bile beyyinenin
kabul edileceği söylenmiştir. Fetvâlardan çoğunda bu görüş sahih sayılmıştır. Bahr'de bunun, o
malın lüzumuna hükmedilmiş bir vakıf olduğuna delil getirmesi hali ile kayıtlı olduğu belirtilmiştir.
Ama vakfın lüzumuna delil getirilmemişse o delil kabul edilmez. Çünkü mücerred olarak vakfettim
demek malı malikinin elinden çıkarmış olmaz. Bu ifade Fethu'l-Kadir'de de vardır.
Bu, güzel bir açıklamadır, buna dönülmesi icabader. Aynısını musannıf ifade etmiştir. Ben diyorum
ki: Müftabih olan görüşe göre, vakfedilen mal «ben bu malı vakfettim» demesi ile sahibinin elinden
çıkar.
«Zeylaî'nin doğru gördüğü görüş ise buna muhalifttr.» Çünkü Zeylai şöyle demektedir: «Ve bu
beyyine kabul edilmez denilmektedir. Bu daha doğru ve daha ihtiyatlıdır. Çünkü o, malın kendisine
vakfedildiğine beyyine getirmek suretiyle, satımın fasid olduğunu ve kendisine ait bir hakkı iddia
etmektedir. İşi ve sözü arasındaki çelişkiden dolayı, o beyyine dinlenmez.»
Zeylai'nin bu ifadesinden anlaşıldığına göre, eğer vakıf bir camiye veya benzeri bir yere ait olursa, o
zaman beyyine dinlenir. Çünkü o kendisi için bir hak iddia etmiyor.
M E T İ N
Bir kadın, mehrini kocasına hibe etse ve ölse, kadının varisleri, onun hibeyi ölüm hastalığında
yaptığını söyleyerek kocadan mehri isteseler, o da hanımının sıhhatli iken hibe ettiğini söylese
varislerin iddiası kabul edilir.
Nesefi'nin fetâvâsındaki «kocanın sözü kabul edilir» şeklindeki ibareyi naklettikten
sonra,.Câmiu's-Sağirin rivâyetine tebean söylediğine göre bu, Hâniye sahibinin itimad ettiği
görüştür.
Hâniye sahibi şöyle der: «İtimad bu rivâyetedir. Çünkü tarafların hepsi, mehrin vücubunda ittifak
halindedirler. Düşmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Söz de inkâr edenin sözüdür ilh..
Ben derim ki: Tenviru'l-Ebsâr'da bu ikrar edilmiştir. Kenz ve Mültekâ'daki «kocanın sözü kabul
edilir» ifadesinin aksine bizim üstadımız da buna itimad etmiştir. Zeylaî ve İbn. Sultan gibi Kenz
şârihleri Kenz'in benimsediği fikrin, istihsan olduğunu söylerler. Dikkatli ol. İbnü'l-Hümam'da
Nehr'in sonunda bunu zahir görmüş ve şöyle demiştir: «Zâhir ölüşün sebebi şudur: Vârislerin
mehirde hakları yoktur. Hak kadınındır. Vârisler onu kendileri için iddia ediyorlar, koca da inkâr
ediyor.»
i Z A H
«Vârislerin iddiası kabul edilir...» Bu, delil bulunmadığı zamandır. Ama delil getirirlerse hîbenin,
sıhhatli iken olduğunu iddia edenin beyyinesi kabul edilir. Minah. Ben derim ki: ikinci görüşe göre
zahir olan. varislerin beyyinesinin kabul edilmesidir.
«Bu, Hâniye sahibinin itimad ettiği görüştür.» Kadîhan'ın sahih kabul ettiği tashihlerin en
değerlilerindendir. Bu, âlimlerin kıyası istihsana tercih ettiği meselelerdendir. Sâihânî.
«İlh...» Kâdîhan'ın; şerihin buraya almadığı sözleri şöyledir: «Ve çünkü hibe sonradan meydana
gelen bir hadisedir. Hadiselerde esas olan da en yakın vaktine izafe edilmeleridir.» T.
«İbnü'l-Hümam da bunu zahir görmüştür». Yâni kocanın sözünün kabul edileceğini üstün
görmüştür.
«Vârislerin mehirde hakları yoktur.» Yâni hibe esasında onların hakkı yoktur.
M E T İ N
Bir kimse hanımına, kendisini boşaması için vekâlet verse artık onu vekâletten azledemez. Çünkü
bu, koca açısından bir yemindir.
Bir adam, birisine «Seni ne zaman azledersem benim vekilimsin» derse, onun vekâletten azletme



yolu «seni azlettim, sonra seni azlettim» demesidir. Çünkü «ne zaman» sözcüğü bütün zamanlara
«her» sözcüğü de bütün fiillere şâmildir, şayet «seni her azledilişimde, benim vekilimsin» demişse
onu azlederken «her» sözcüğünden hasıl olan muallak (birşeye, bağlanan) vekâletten döndüm,
müncez (bir şeye bağlanmayan) seni azlettim demeleridir. İşte o zaman vekâletten azledilmiş olur.
İ Z A H
«Çünkü bu koca açısından yemindir.» Zira bunda yemin manası vardır. O da talakı kadının fiiline
bağlamaktır. Yeminden dönmekte sahih değildir. Hanım açısından da temliktir. Zira vekil başkası
için iş yapandır. Halbuki kadın kendisi için iş yapmaktadır. Dolayısıyla vekil olmaz. Yabancı alan ise
yle değildir. Zeylaî. Bir de, temlik manası. Talakın tefuîzı bâbında geçtiği üzere meclise mahsus
olur.
«Ne zaman sözcüğü bütün zamanlara...» Yâni bu ancak, bir defa azli ve bir defa tayini ifade eder.
Zeylai şöyle der: «Müvekkil azlettiği zaman müncez olan vekâletten azledilmiş olur ve muallak olan
müncez hale gelir. Dolayısıyla yeniden vekil olmuş olur. Daha sonraki ikinci azille de ikinci
vekâletten azledilmiş olur.
«Onu azlederken seni... döndüm.» Çünkü eğer müncez olan vekâletten dönmeden azlederse bin
defa da azletmiş olsa eskiden olduğu gibi vekil olur. Çünkü «her» kelimesi, sonsuza kadar fililerin
tekrarını iktiza eder. Dolayısıyla azil ancak, rücû (dönmek) den sonra mana ifade eder. Hatta eğer
önce azletse sonra da muallak olandan rücû etse başka bir azle ihtiyaç gösterir. Çünkü o her
azledişinde vekil olur. Dolayısıyla bundan sonraki rücû kadın hakkında, muallak olan vekâlette bir
tesir göstermez. Zira rücû'dan sonra tekrar bir azle muhtaçtır. Zeylaî. Tamamı oradadır.
«Her sözcüğünden hasıl olan...» Minah'ta da böyledir, ama bu bir hatadır. Çünkü müncez olan
vekâlet «sen benim vekilimsin» sözünden, muallak olan da, «seni azledişimde» sözünden hasıl
olmuştur. Sâlhânî.
M E T İ N
Eğer iki kişi aralarında borç olan altın parayı gümüş para karşılığında veya zimmetteki başka bir
şey mukabilinde sulh olsalar sulh bedelinin kabzı şarttır. Ama sulh, paraya mukabil para ile
olmamışsa kabız şart değildir. Çünkü sulh, bir ayn üzerine yapıldığında o mal teayyün eder ve
zimmette borç olarak kalmaz. Dolayısıyle sulh olunan mal kabzedilmeden meclisten ayrılmak
caizdir.
Davacı, «benim delilim yok der, sonra da, yeminden sonra bile olsa delil getirse, delili kabul edilir.
-Cevahiru'l-Fetâva bunu yeminden sonraya tahsis etmiştir-, Aynı şekilde hasmından yemin isterken;
«Eğer sen yemin edersen bana borcun olan maldan berisin» dese ve hasım yemin etse sonra da
davacı hakkını isbata delil getirse delil kabul edilir ve malın ona ait olduğuna hükmedilir. Hâniye.
Eğer şahit (önce) «benim şahitliğim yok» der, sonra da şahitlik ederse kabul edilir. Çünkü bu
çelişkiyi, odamın önce unutup sonra hatırladığını söyleyerek uyuşturmak mümkündür. Yine birisi,
«falan benim şahidim değildir» der sonrada onu şahit olarak getirir ve o da şahitlik ederse veya.
«benim falan aleyhine delilim yok» der. Sonrada delil getirse, söylediğimiz gerekçeden dolayı kabul
edilir. «Benim hakkım yok» deyip de sonra hak iddia etmesi ise buna yakındır. Bu iddia, sözündeki
çelişkiden dolayı dinlenmez.
İ Z A H
«Veya zimmetteki başka bir şey mukabilinde...» Yâni paradan başka bir şey. Miskinin sözü buna
delâlet ediyor. Bu, iddia edilen mal ile sulh olunan malın farklı cinslerden olması durumundadır.
Çünkü eğer kendi cinsi ile vadeli olarak sulh olsa caizdir.
«Paraya mukabil para ile almamışsa...» Meselâ gayri menkule karşılık bir gayri menkulle veya
paraya karşılık gayri menkul sulh olunmuşsa.. Miskîn.
«O mal teayyün eder». Yâni, ona işaretle teayyün eder. «Mal kabzedilmeden meclisten ayrılmak
caizdir.» Zimmette borç olan
buğday karşılığında arpa ile sulh olma durumunda öldüğü gibi sulh olunan mal ribevî mallardan
bile olsa hüküm aynıdır.
«Falan aleyhine delilim yok dese...» Yeterli görülen konularda bir kişinin şahitliği ile delil sabit
olduğu için bunu beyyinenin akabinde zikretti. Sâlhânî. Yâni bu aynı ibarenin tekrarı değildir.
«Benim hakkım yok...» Yâni filanda alacağım, hakkım yok demesi... Metinden anlaşıldığı için, şarih
bunu hazfetmiştir. Minâh'ın bu konudaki ibaresi şu şekildedir: «Benim onda bir hakkım yoktur.



demesi bunun aksinedir.» Yine orada şöyle denilmektedir:: «Eğer, bu ev benim değil veya bu köle
benim değil der sonra da evin veya kölenin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse beyyinesi
kabul edilir. Çünkü onun önceki ikrarı ile hiç bir kimse için hak sabit olmamıştır. Dolayısıyla
geçersiz olur. Bundan dolayı, hanımına zina isnadında bulunup da isbat edemediği için lanetleşen
kocanın bilahare vuku bulan neseb iddiası kabul edilir. Çünkü adam onu inkar ettiği zaman başkası
için bir hak isbat etmemiştir...» Eğer birisi, benim falan üzerinde bir hakkım olduğunu bilmiyorum
dese, sonrada onun aleyhinde hakkının olduğuna dair beyyine gösterse beyyinesi kabul edilir.
Çünkü bunun adamı önce gizli olmuş olması muhtemeldir.
«Sözündeki çelişkiden dolayı dinlenmez.» Çelişkilerin arasını bulmak için, daha önce zikredileni
burada da söylemek mümkündür, ama acaba burada neden zikredilmedi?! Buradaki çelişkiyi şu
şekilde uyuşturmak da mümkündür: Bu meselede, davalının zimmetinin borçsuz olduğu birinci
sözle sabıt olmuştur. Adam daha sonra ikinci sözle onun zimmetinin meşguliyetini istiyor ki, kabul
edilmez. Tahtavî.
M E T İ N
Halifenin tayin etmiş olduğu imamın, gelip geçenlere zarar vermiyorsa caddenin bir bölümünü bir
adama tahsis etme yetkisi vardır. Çünkü halife buna yetkilidir, aynı şekilde naibinin de yetkisi vardır.
Bir kimse malını satmaya niyetli olmadığı halde, sultan elinden malını almak istese ve bunun
üzerine adam satmaya kalksa mükreh sayılır. Ancak, sultanın musaderesi sebebiyle, parasını
isteyerek alıp malını satsa bu satış sahihtir. Çünkü bu takdirde adam mükreh değildir. Nitekim ikrah
bahsinde geçmişti. Bu, alacaklının borçluyu hapsedipde borçlunun borcunu ödemesi için malı
satmasına benzer ki o sahihtir.
Bir kadını, kocası veya başka biri, dövmekle korkutsa ve kadın mehrini hibe etse, eğer tendid eden
dövmeye gücü yetecek birisi ise bu hibe sahih değildir. Çünkü kadın mükrehtir. Şayet koca karısı
hulu (kadının mehrini veya başka bir bedel verip kocasının kendisini boşamasını istemesi) yapması
için zorlasa talak geçerlidir, ve mal düşmez. Çünkü mükrehin talakı vakidir ve dediğimiz sebepten
dolayı bununla mal icabetmez.
Bir kadın bir adamı (mehri karşılığında) kocasına havale etse sonra da mehrini kocasına hibe etse
sahih olmaz. Âlimler; Bu bir hiledir.» derler. Ben derim ki: Hibe kocanın malı kabulü ve onun
hiylesini bilmesi ile tamam olur. Ancak şöyle denebilir: «Havale edilen kişi davayı havalenin sıhhati
için kabulü şart koşmayan bir hakime götürmek suretiyle adamdan mutâlebede bulunma imkanına
sahip olur.
İ Z A H
«Gelip geçene zarar vermiyorsa...» Yol geniş olur da bununla daralmazsa. Ma'din'de şöyle
denilmektedir: «Bu kayıt konulmuştur, çünkü eğer geçenlere zarar verirse yolun bir bölümünü
birisine tahsis edemez. Zira bu yolu kesmek demektir. Halbuki, başka bir yol olsa bile buna imamın
hakkı yoktur. Şayet yaparsa günâh işlemiş olur. Eğer bu tasarruf hakime götürülürse hakim
reddeder. Nisabü'l-Fukaha'da da böyledir. Hâniyyede de, ihtiyaç halinde devlet reisinin, şahsa ait
bir mülkü yol yapma yetkisinin olduğu belirtilmektedir.» T.
«Çünkü imamın buna yetkisi vardır.» Zira o, müslümanların menfaatına olan işlerde herkesin
hakkında tasarrufta bulunabilir. Şayet bir işte toplum için bir maslahatın olduğunu görürse, hiç
kimseye zarar vermeden p işi yapabilir. Nitekim ihtiyaç halinde yolun bir kısmını camiye veya
caminin bir kısmını yola katma hakkına sahiptir. Minah. Buradaki imamdan maksat halifedir. «Naibi
içinde hüküm aynıdır.» sözüne uygun düşmesi için böyle anlatmak gerekir.
«Adam mükreh değildir...» O, malını kendi ihtiyarı ile satmıştır. Söylenebilecek şey şudur. Adam,
sultanın kendisinden istediğini verebilmek için malını satmayıp ihtiyaç duymuştur. Bu da ikrahı
gerektirmez. Minah.
«Çünkü Mükrehin talaki vakidır...» Zeylaî ve daha başka âlimlerde bu gerekçeyi esas almışlardır.
Şîlbi de bu illetin peşinde, «eğer kadını zorlayan, kocası olursa bu talilin sahih olmaması gerekir.
Ancak ibare, onları (yani karı koca) birisi zorlarsa manasına gelecek şekilde okunursa talil sahih
olur.» demiştir. Ebussuûd.
«Mal icabetmez...» Yâni hulu bedeli gerekmez. Bu bedel bazen kocanın zimmetinde borç olan mehir
bazan da başka bir bedel olabileceği için, öncekine uygun olan bir ifade kullanmış «mal düşer»
demiş, şârih de ikincisine münasip düşen bir ifade kullanmış «mal icabetmez» demiştir.
«Dediğimiz sebepten dolayı... Yâni kadın mükrehtir. Bir malın düşmesi veya lazım olması için rıza



şarttır.
«Bu hiledir derler..» Minah'ta şöyle denilmektedir: Bu mesele Kenz ve başka kitaplarda
zikredilmiştir. Onların sözünün zahirine göre bu. aslında sahih olmasını istememekle beraber.
zahiren kocasına mehri hibe etmek isteyen kadın için bir çıkıştır. '
«Ben derim ki: O söz musannıfa aittir. Ben diyorum ki: «Bu hile ancak. koca eğer kendisine mehir
borcu olmadığını bilirse fayda verir. Nitekim Hulâsa'daki şu ifadeler bunu gösterir: «Bir kimse
mehirden geri kalan borcu olduğunu zannederek, karısına borcu olan bir mal mukabilinde hulu
yapsa sonra da mehir borcunun kalmadığını hatırlasa kadının talakı mehri karşılığında vaki olur.
Eğer kabzetmişse kadının mehrini geri vermesi icabeder. Ama adam, hanımı kendisine hibe ettiği
için hanımına mehir borcu olmadığını bilirse kadının bir şey vermesi icabetmez.»
Yine ben derim ki: Kenz'in ve diğer kitapların ifadelerinde bu fer'in geçen konuda hiyle olmasını
gerektirecek bir şey yoktur. Dolayısıyla zikredilen itiraz geçerli olmaz. Ancak başka bir konuda
hiyledir. El-Eşbâh'ın hıyel bahsinde şöyle denilmektedir: «Adam karısına; bu gün mehrini bana hibe
etmezsen sen boşsun dese bundan kurtuluş çaresi şudur: Kadın kocasından içerisine mehri
sarılmış bir kumaş satın alır. Ertesi günü o kumaşı iade eder. ylece mehir elinde kalır yeminde
bozulmuş olmaz.»
Eşbâh'ın Müdâyenât bahsinde de Kınye'den naklen şöyle denilmektedir: «Onun yani hibenin sahih
olmaması için üç hile vardır: «Birincisi, kadının hibeden önce kocasından mehrin sarılı olduğu
birşey satın alması, ikincisi, hibeden önce bir adamın kadınla, mehre mukabil, dürülü bir şey
karşılığında sulh yapması. üçüncüsü de kocasına, hibeden önce kadının mehrini küçük çocuğuna
hibe etmesidir. Bu üçüncüsü biraz şaibelidir.»
Buradaki, bunun için başka bir hıyle (çıkar yol, çare) olsun. Düşünülşün. Adam, zikredilen konuda
yeminini bozmuş olmaz. Çünkü o gün yemininin gereğini yapması mümkün değildir. Mehrin bir
kumaşa sarılı olmasıyla kayıtlanması, gün geçtikten sonra görme muhayyerliğinin sabit olması
içindir.
M E T İ N
Bir kimse kendi mülkünde kuyu veya sarnıç kazsa ve bundan komşusunun duvarı nemlense de
kuyunun yerini değiştirmesini istese, buna zorlanamaz. Bundan anlaşılan. komşunun zararını def
etmek için, kuyunun yerini değiştirmesi iyilikle tavsiye edilir. Bu rutubetten dolayı duvar çökerse
kuyu sahibi zamin olmaz. Çünkü onun kendi mülkünde kuyu kazmakla komşusunun hakkına
tecavüzü söz konusu değildir. Ancak zarar tesebbüben vuku bulmuştur. İcâre bahsinin sonunda
geçtiği üzere, bir kimse kendi arazisine arazinin tahammül edemiyeceği ölçüde su doldursa ve su
komşu araziye taşsa suyu dolduran zamin olur.
i Z A H
«Buna zorlanamaz...» Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmektedir: «Hasılı, bu cinsten olan
meselelerde kıyas şudur: Sırf kendi mülkünde tasarrufta bulunan bir kimse. başkasına zararı
dokunmuş olsa bile bu tasarruftan men edilmez. Ancak başkasına, çok açık bir şekilde zarar
verilmesi durumunda kıyas terkedilir. Bir görüşe göre de kişi başkasına zarar veren tasarruftan
menedilir. Alimlerimizin çoğu bu görüşü almıştır. Müftabih olan da budur.»
«Komşusunun hakkına tecavüzü söz konusu değildir.» Ben derimki eğer bunun yerine: «Çünkü o
mütecaviz değil, mütesebbibtir» denilseydi daha uygun olurdu. Zira, adamın kendi mülkünde kuyu
kazması yani onun sebep olması sorumlu olmasını gerektirmez. Ancak, yola taş koyması
durumunda olduğu gibi, mütecaviz olursa sorumlu tutulur.
«Suyu dolduran zaman olur.» Çünkü o zararı bizzat vermiş kabul edilir. Camiu'l-Fusuleyn'de bu
konuda tafsilat vardır. Orada şöyle denilmektedir: «Bir kimse arazisine, orada kalmıyacak ölçüde
bir su akıtsa zamin olur. Ama şayet su arazide kalsa sonradan komşusunun tarlasına taşsa, eğer
komşu tarlanın sahibi. kendisine suyun önüne set çekmesini veya seti sağlamlaştırmasını
ylemişse zamin olur. Bu yıkılmak üzere olan bir duvarın tamiri için duvar sahibini uyârmaya
benzer. Şayet komşu tarlanın sahibi su akıtan şahsa set yapmasını söylememişse zamin olmaz.»
Remlî'de, hâşiyesinde şöyle demektedir: «Ben derim ki: Hadisetü'l-Fetvâ'nın cevabından anlaşıldı
ki, bir kimse bahçesine sarnıç yapsa ve suyun sirâyetinden dolayı komşunun binası zarar görse;
şayet kendisine suyun sirâyet etmiyeceği şekilde binayı sağlamlaştırması söylense...»
Bu ifadelerle, musannıfın «zamin olmaz» tarzındaki mutlak ifadesi kayıtlanmış olmaktadır.
M E T İ N



Bir kimse, hanımının arsasına onun izni ile, kendi parasından bir bina yapsa bina kadına aittir,
binaya sarfedilen para da kadının borcu olur. Çünkü kadının bu konudaki izni müteberdir. Ama
adam kadının izni olmadan, binayı kendisi için yapmış olsa bina onundur. Arsayı gasbetmiş
demektir. Hanımının istemesi halinde arsayı boşaltıp teslim etmesi emredilir. Şayet koca binayı
hanımının iznini almadan, hanımı için yapmışsa bina kadına ait olur, adam ettiği masrafı karşılıksız
yapmış sayılır, hanımından bir şey isteyemez.
Hanımın izninin olup olmadığında ihtilaf etseler ve ikisinin de delili olmasa, yemin ettirilerek inkar
edenin sözü kabul edilir. Eğer binanın kadına veya erkeğe ait oluşu konusunda ihtilaf etseler,
erkeğin sözü kabul edilir. Çünkü hocamızın da ifade ettiği gibi o maliktir. Nitekim mesele gasb
bahsinde geçmişti.
İ Z A H
«Bir kimse hanımının arsasına bir bina yapsa...» Hanımın bağına veya başka bir mülküne bina
yapmasında da bu tafsilat geçerlidir. Camiu'l-Fusûleyn. Yine Camiu'l-Fusûleyn de Udde'den naklen
şöyle denilmektedir: «Her kim başka birisinin arsasında, arsa sahibinin izni ile bir bina inşa etse
bina arsa sahibinindir. Ama onun emri olmadan, kendisi için inşa etse bına kendisine aittir. Onu
kaldırması kendisine dittir. Ancak bina arsaya zarar verirse bundan men edilir. Şayet arsa sahibi
için, onun izni olmadan yapmışsa, binayı yapan, masrafını teberru etmiş sayılır. Nitekim daha önce
geçmişti.»
Yine Camiu'l-FusuIeyn'de şu mesele yer almaktadır: Mütevelli, vakfa ait bir arsaya bina yapsa, şayet
binayı vakıf için yapmışsa, masrafı ister vakfın ister kendi malından yapsın bina vakfa aittir. Ama
eğer binayı kendi malından ve kendisi için yapmışsa, binayı kendisi için yaptığına şahit tutmuşsa
kendisinin, tutmamışsa vakfındır. Başka birisinin mülkünde bina yapan yabancı ise böyle değildir.
«... Kendisi için yapmış otsa bina onundur.» Bu, âlet ve edavatın tümünün erkeğe ait olması
durumundadır. Ama bir kısmı erkeğin bir kısmı da kadının olursa bina aralarında ortaktır. T.
Makdisî'den naklen.
«Binaya sarfedilen para kadının borcu olur.» Çünkü adam masrafı teberru etmiş değildir.
Dolayısıyle, kadının emri sahih olduğu için adam masrafını ondan ister. Adam birisinin borcunu
ödemek üzere emredilmiş gibi olur. Zeylaî. İbareden anlaşıldığına göre, erkeğin, karısına rücûu şart
koşulmasa bile hüküm böyledir. Mesele ihtilâflıdır. Tamamı, Remlî'nin Camiu'l-Fusuleyn'e yazdığı
hâşiyesindedir.
«Kadının izni olmadan ..» Eğer izni ile yaparsa arsa âriyet olur .T.
«Arsayı boşaltıp teslim etmesi emredilir.» İbarenin zahirine göre, binanın kıymeti arsanın
kıymetinden daha fazla olsa da hüküm budur. Anadolu müftüsü Ebussuûd efendi de yle fetvâ
vermiştir. Bu, Şârihin, Kitabü'l-Ğasb'da söylediklerine aykırıdır. Çünkü orada, kıymeti fazla olanın
sahibinin, az olanın sahibine bedeli ödeyeceği ifade edilmişti. Biz orada gerekli izahı yapmıştık,
oraya müracaat edilsin.
«Hocamızın da ifade ettiği gibi...» Yâni Remlî'nin Minah hâşiyesinde belirttiği gibi. Remlî bundan
sonra şöyle demiştir: «Ama Fevâidü'z-Zeyniyye'de Kitabü'l-Ğasb'da denildi ki: Bir kimse başkasının
mülkünde tasarrufta bulunsa sonra da onun izninin olduğunu iddia etse, malikin sözü kabul edilir.
Ancak, hanımının mülkünde tasarrufta bulunsa, kadın ölse ve adam karısının izninin olduğunu
iddia etse kadının varisi ise inkâr etse. Kınye'de de belirtildiği üzere kocanın sözü kabul edilir. Buna
göre, adam hanımın arsasında onun için bir bina yapsa ve kadın ölse, sonra adam binayı hanımının
izniyle yaptığını söyleyerek, masraflarını kadının terikesinden almak istese, diğer varisler ise izni
inkar etseler adamın sözü kabul edilir. Bunun illeti, örfün onun için şahit oluşudur. Düşün.
«...Gasb bahsinde geçti.» Ben bunu orada görmedim. Ancak orada, az önce Fevâidü'z-Zeyniyye'den
naklen söylediklerimiz geçmişti.
M E T İ N
Bir kimse: «Bu kadın benim süt annemdir» dese ama sonra hata ettiğini itiraf etse, kadın da onu
hatası konusunda tasdik etse; adam kadının süt annesi olduğunda; «O haktır, o doğrudur veya
dediğim gibidir» yada buna şahit göstererek yahutta sözleriyle nefsi sebata delâlet eden lafzi
sebattan (içindekini ifade eden) aynı monada bir şeyle eski sözüne devam etmediği zaman o
kadınla evlenebilir.
Adamın, onun süt annesi oluşunu tekrar ikrâr etmesinin sebat sayılıp sayılmadığı konusunda
Mebsut'ta geniş ihtilaf zikredilmiştir. Özeti, tekrarla ikrarın sabit olmayacağıdır.



İ Z A H
«O kadınla evlenebilir.» Adamın, bu itirafından dönmesinde mazur sayılacağı açıktır. Onun, süt
emmeyi ikrarından sonra kendisine haber veren kişinin hatası ortaya çıkabilir. Bu mesele, içersinde
bulunan çelişkinin hoş görüldüğü meselelerdendir. Bu Minah'da zikredilmiştir.
«Tekrarının sebat sayılıp sayılmadığı...» Bu mesele Şeyhu'l-İslâm İbn. Şıhne zamanında vaki olmuş,
o da bunun sebat olmayacağına fetvâ vermiştir. Bazı muasırları ise ona muhalefet etmiş, uzun
münakaşalar olmuş ve bunun için Sultan Kayıtbay'ın emri ile meclisler aktedilmiştir. Sonra kırk
kitaptan yapılan nakillerin Şeyhu'l-İslâm Kadı Zekeriyya'ya arzedilmesi fikri ağırlık kazanmıştır.
Zekeriyya'da şu cevabı vermiştir: «Bu nakillerin açık ifadelerinden anlaşıldığına göre sebat ancak
«o haktır» sözü ve benzeri bir şeyle hasıl olur. Bu nakillerde, tekrarında böyle sayıldığına detâlet
eden açık bir ifade yoktur. Evet Mebsut'un sözünden şu alınır: Fakat ikrar üzerinde sabit olan
akitten sonra onu yenilenen de olduğu gibidir. Şayet kişi akitten önce ikrar etse. sonrada ikrarını
ikrar etse bu «o haktır» demesi yerine geçer. Ben radâ bahsinde bu konuda tafsilat verdim Oraya
başvur.
«Mebsut'ta geniş ihtilaf zikredilmiştir.» Biliyorsunuzki Mebsut'ta Hilafın beyanı yoktur. Ondan
anlaşılan, tekrar ile israrın sabit oluşudur. Şârihin sözüne göre ise sabit olmaz. Doğrusu, sabit
olmasıdır. Her halde bu bir yazı hatasıdır. Şayet, «Nakillerin sârih ifadelerine göre onunla ısrar sabit
olmaz.» deseydi daha güzel olurdu.
M E T İ N
Bir adam borçlusunu tutsa, bir başkası da onu elinden kurtarsa zamin olmaz. Çünkü o sebebiyet
vermedir. Bir başkasının malını hırsıza gösteren veya düşmanından kaçanı düşmanı tutupta
düşmanının onu öldürmesine sebep olan içinde hüküm böyledir.
Bir kimsenin elinde başkasının malı olsa ve sultan kendisine: «Şu malı bana ver, aksi halde elini
keserim -veya- sana elli sopa vururum» dese de, adam verse zamin olmaz. Çünkü mükrehtir.
İ Z A H
«Çünkü o sebebiyet vermedir..» Yâni çalmak. Onunla, hak sahibinin hakkının zayi olması arasına
irade sahibi birisinin fiili girmiştir. O da borçlunun kaçmasıdır. Dolayısıyla telef, -kölenin bağını
çözüpde onun kaçması durumunda olduğu gibi- salıvermeye nisbet edilmez. Zeylaî.
«Yahutda, sana elli sopa vururum» veya daha fazla.. Şayet ona : «Seni bir ay hapsederim -veya-
seni döverim» dese, zamin olur. Çünkü başkasının malını vermek ancak helâk korkusu olursa
caizdir. Ama ikrâh bahsinde sultanın emrinin ikrâh olduğu geçmişti. Düşün.
«Adam verse...» Fakat kendi malından verirse rücû edemez. Nitekim Tahtâvî'nin ifadesi geçmişti.
«Çünkü o mükrehtir» Allâme Makdisi şöyle der: «Şayet kendisinden zorla aldığını iddia etse
yeminle yetinilir mi yoksa delil gerek mi? konusunun beyana ihtiyacı vardır.» Hamevî.
Ben derim ki; Onun emin oluşunun gereği yeminle iktifâ edilmesidir. Nitekim malın helâk olduğunu
iddia ettiğinde de durum budur. Düşün.
M E T İ N
Bir kimse: «falan aleyhindeki davamdan vazgeçtim ve işimi âhirete bıraktım» dese, daha sonra yani
yle dedikten sonra açacağı dava dinlenmez. Bu, Kınye'de zikredilmiştir. Sahih olan görüşe göre,
icâzet fiillere lâhık olur. Buna göre, bir kimse birisinin malını gasbetse ve mâlik onun gasbına
icâzet verse icâzeti sahih olur ve gasıb damandan kurtulur. Gasıb malı kullanmış olsa da mâlik onu
korumasını emretse, malı korumadıkça damandan kurtulamaz. Konunun tamamı İmâdiye'dedir.
İ Z A H
«Mâlik onun gasbına icâzet verse...» İmâdiye ve diğer bazı kitaplarda şöyle denilmektedir: «Birisi
bir şey gasbetse ve kabzetse, mâlik de kabza icâzet verse ilh...» Bu ifade, musannıfın, «gasbına
icâzet verse» sözünden daha uygundur.
«Onu korumadıkça damandan kurtulamaz.» Bunun mefhumundan anlaşılan, eğer onu
kullanmamışsa mâlikin mücerret emri ile, (ğasıp malı korumasa bile) damandan kurtulmasıdır.
Herhalde metindeki ibareden maksat gâsıbın, bir elbise gasbedip giymesinde olduğu gibi malı
kullanmış olması ve kullanmaya devam etmesidir. Mal sahibi, elbiseyi korumasını emrettiği zaman.
onu çıkarıp korumadıkça damandan kurtulamaz. Ama eğer' mâlikin emrinden önce elbiseyi çıkarıp
korusa, (sonra da) onu muhafaza etmesini emretse zahire göre damandan kurtulur. Çünkü o,



çıkarması emredildikten sonra kullandığı takdirde mütecavizdir. Emirden önce çıkardığında ise
mütecaviz değildir. Benim anladığım bu. Tahtâvî de aynısını söylemiştir.
M E T İ N
Bir kimse yaban eşeği avlamak için kıra, üzerine besmele çekerek bir orak koysa ve ertesi gün
gelip -Bu kaydı ittifakidir. Çünkü aynı saatte gelip onu ölü olarak bulsa helâl olmaz. Zeylai- eşeği
yaralanmış olarak ölü bulsa yenmez. Çünkü yenilebilmesi için onu bir insanın kesmesi veya
yaralaması şarttır. Aksi halde bir hayvanın toslaması ile ölmüş gibi olur.
İ Z A H
«Bu kaydı ittifakidir...» Zeylaî'ye tebean Minah'ta musannıf ve Aynî de aynısını söylemiştir.
Musannıfın Zebâih bahsindeylediklerinin gereği bu kaydın ihtirazi (bir hüküm ifade eden)
olmasıdır. Çünkü orada şöyle demişti: «Besmelenin hayvanı keserken veya ava silah atarken ve av
hayvanını gönderirken yada aramaya terkettiği zaman yaban eşeği için de demiri koyarken
çekilmesi şarttır.» Kitabü'z-Zebh ve Kitabü's-Sayd'da yazdıklarımıza bak.
M E T İ N
Koyunun şu yedi şeyi(ni yemek) tahrimen -bir görüşe göre ise tenzihen, önceki daha doğrudur-
mekrûhtur. Bunlar: Ferc. hûsye (haya) bez, sidik torbası. öd kesesi, akan kan ve tenasül uzvudur.
Çünkü bunların mekrûh oluşunda eser vârid olmuştur. Bir âlim bunları bir beytte toplayarak şöyle
demiştir:
«Tenasül uzvu hayalar ve sidik torbası de, Kan sonra öd kesesi ve bez de böyle.»
Bir başkası da şöyle demiştir:
«Bir koyun kesildiği zaman yedi organın dışında kalanını ye, ama o yedi şeyde vebâl var. Bunlar:
ha, hı, gayn, dal, iki mim ve zâl'dır.»
«Tahrimer» mekrûhtur..» Çünkü Evzaî, Vâsıl b. Ebî Cemile vasıtasıyla Mücâhid'den şöyle rivâyet
etmiştir: «Rasulüllah (s.a.v.) koyundan, zeker, haya, ferc, bez, öd kösesi, sidik torbası ve kanı kerih
gördü.» İmamı Ebû Hanîfe; «Kan haramdır, kalan altısı mekrûhtur» der. Çünkü Allah (c.c.) «Size kan
ve leş haram kılındı» buyurmuştur. Kan hakkında nass bulunduğu için o kesin olarak haramdır,
kalanları da mekrûhtur. Zira bu altı şeyi insan nefsi çirkin ve kerih görür. Bu mânâ, «Onlara
habisleri haram kılar...» âyetinden dolayı mekrûhluğa sebeptir. Zeylai.
Bedâî'de Zebâih bahsinin sonunda şöyle denilmektedir:
«Mücahid'der» rivâyet edilen»den murat tahrimen mekrûh oluşudur. Haram olan akıcı kan ile, bu
altı şeyin bir arada anılması buna delildir. İmamı Azâm'da; kan haramdır altısını mekrûh görürüm.
İfadesi ile haramlığı kana itlâk etmiş, diğerlerine mekrûh demiştir. Çünkü haram haramlığı kesin bir
delille sabit olan şeydir ki o da müfesser âyettir. Allah (c.c.) veya akıcı kan buyurmuştur. Kanın
haramlığında icmâ da vardır. Diğer altı şeyin yasaklığı ise kesin delille sabit değildir. Belki, içtihad,
tevile ihtimali olan Kur'an'ın zahiri veya hâdisle sabittir. Onun için imamı Azâm, kan ile diğerlerini
ayırmış, kana haram öbürlerine mekrûh demiştir.»
İ Z A H
Ben derim ki: «Metinlerin mutlak ifadelerinin zahirine göre mekrûhtur.»
«Bu görüşe göre tenzihen mekrûhtur.» Bunu söyleyen, Kınye sahibidir. Çünkü o şöyle demiştir:
«Zeker veya be»z çorbanın içersinde pişirilse çorba mekrûh olmaz. Bunların mekrûhluğu tahrimi
değil, tenzihidir.» Vehbâniyye sahibi de Kınye'dekini ihtiyar etmiş ve «bunda iki faide var: birisi
kerâhetin tenzihi oluşu öbüründe çorba ve eti yemenin mekrûh olmayışıdır» demiştir. Bunu
İbnü'-Şıhne de Şerhinde nakledip ikrâr etmiştir.
«Önceki daha doğrusudur...» İmam Ebû Hanife'nin âyeti delil göstererek söyledikleri buna delildir.
Kınye sahibinin sözü de metinlerin zahirine ve Bedâî'nin ifadesine ters değildir.
«Koyunun şu...» Koyunun zikredilmesi ittifakidir. Çünkü eti yenen bütün hayvanlarda hüküm
aynıdır. T.
«Akan kan» Kesildikten sonra damarlarda kalan kan mekrûh değildir.
«Bir beytte...» Bundan önce bir beyt daha vardır. O Minah'ta zikredilmiştir ve şöyledir:
«Koyundan yedi parça mekrûhtur, Onları, ben sana sayı ile açıkladım» al..
«... Torbası de: Bütün nüshalarda yledir. Ama bu durumda sayı altı olur. Görünüşe göre beytin



aslı: «Hayyen zeker: ferç, zeker» olmalıdır.
«Bir başkasında şöyle dedi». Yâni remizlerle ifade etti. Benim şu beytimde onun gibidir:
«Boğazlanan hayvanlardan şu harflerin topladıkları atılır:
(f, h, zel, mim, dal, ğayn; mim).

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...