REDDU'L MUHTAR ÇEŞİTLİ MESELELER
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
M
E T İ N
Bir
kimse bir mal satsa, sonra da o malın kendisine veya bir camiye vakfedilmiş olduğunu iddia
etse
yada «o malı ben vakfetmiştim» dese
de davalının yemin etmesini istese,
bu isteği ittifakla
kabul
edilmez. Çünkü işi ile sözü arasında çelişki bulunmaktadır. Ama iddiasını isbat
için beyyine
getirirse
esah olan kavle göre kabul edilir. Bu, davanın sahih olmasından dolayı değil. vakıflarda,
dava
olmadan da beyyinenin kabulünün
sahih olmasından dolayıdır.
Zeylaî'nin doğru gördüğü
görüş
ise buna muhaliftir. Biz meseleyi vakıf bahsinde ve istihkâk bahsinde incelemiştik.
i
Z A H
«Beyyine getirirse esah olan kavle göre kabul edilir...» Sadruşşehid bu görüşü kabul etmiştir. Fakıh
de:
«Bazıları beyyine kabul edilmez derler ama biz o görüşü benimsemiyoruz» der. Tatarhaniyye.
İmâdiye'de
o sözün kabul edileceği, Hulâsa ve Bezzâziye'de de dava sahih olmasa bile beyyinenin
kabul
edileceği söylenmiştir. Fetvâlardan
çoğunda bu görüş sahih sayılmıştır. Bahr'de bunun, o
malın
lüzumuna hükmedilmiş bir vakıf
olduğuna delil getirmesi hali ile kayıtlı olduğu belirtilmiştir.
Ama
vakfın lüzumuna delil getirilmemişse o delil kabul edilmez. Çünkü mücerred olarak vakfettim
demek
malı malikinin elinden çıkarmış olmaz. Bu ifade Fethu'l-Kadir'de de
vardır.
Bu,
güzel bir açıklamadır, buna
dönülmesi icabader. Aynısını musannıf ifade etmiştir. Ben diyorum
ki:
Müftabih olan görüşe göre, vakfedilen
mal «ben bu malı vakfettim»
demesi ile sahibinin elinden
çıkar.
«Zeylaî'nin
doğru gördüğü görüş ise buna muhalifttr.» Çünkü Zeylai şöyle demektedir: «Ve bu
beyyine kabul edilmez denilmektedir. Bu daha doğru ve daha
ihtiyatlıdır. Çünkü o, malın kendisine
vakfedildiğine
beyyine getirmek suretiyle, satımın fasid olduğunu ve kendisine ait bir hakkı iddia
etmektedir.
İşi ve sözü arasındaki çelişkiden dolayı, o beyyine dinlenmez.»
Zeylai'nin bu ifadesinden anlaşıldığına göre, eğer vakıf bir camiye veya benzeri bir yere ait olursa, o
zaman
beyyine dinlenir. Çünkü o kendisi için bir hak iddia etmiyor.
M
E T İ N
Bir
kadın, mehrini kocasına hibe etse ve ölse, kadının varisleri, onun hibeyi ölüm
hastalığında
yaptığını
söyleyerek kocadan mehri isteseler, o da hanımının sıhhatli iken hibe ettiğini söylese
varislerin
iddiası kabul
edilir.
Nesefi'nin
fetâvâsındaki «kocanın sözü kabul edilir» şeklindeki ibareyi naklettikten
sonra,.Câmiu's-Sağirin rivâyetine tebean söylediğine göre bu, Hâniye
sahibinin itimad ettiği
görüştür.
Hâniye sahibi şöyle der: «İtimad bu rivâyetedir. Çünkü tarafların hepsi, mehrin vücubunda ittifak
halindedirler. Düşmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir. Söz de inkâr edenin sözüdür ilh...»
Ben
derim ki: Tenviru'l-Ebsâr'da bu
ikrar edilmiştir. Kenz ve Mültekâ'daki «kocanın sözü kabul
edilir»
ifadesinin aksine bizim üstadımız da buna itimad etmiştir. Zeylaî ve İbn. Sultan gibi Kenz
şârihleri
Kenz'in benimsediği fikrin, istihsan olduğunu söylerler. Dikkatli ol. İbnü'l-Hümam'da
Nehr'in
sonunda bunu zahir görmüş ve şöyle demiştir: «Zâhir ölüşün sebebi şudur: Vârislerin
mehirde
hakları yoktur. Hak kadınındır. Vârisler onu kendileri için iddia ediyorlar, koca da inkâr
ediyor.»
i
Z A H
«Vârislerin iddiası kabul edilir...» Bu, delil bulunmadığı zamandır. Ama delil getirirlerse hîbenin,
sıhhatli
iken olduğunu iddia edenin beyyinesi kabul edilir. Minah. Ben derim ki: ikinci görüşe göre
zahir
olan. varislerin beyyinesinin kabul edilmesidir.
«Bu,
Hâniye sahibinin itimad ettiği görüştür.» Kadîhan'ın sahih kabul ettiği tashihlerin en
değerlilerindendir. Bu, âlimlerin kıyası istihsana tercih ettiği meselelerdendir. Sâihânî.
«İlh...»
Kâdîhan'ın; şerihin buraya almadığı sözleri şöyledir:
«Ve çünkü hibe sonradan meydana
gelen
bir hadisedir. Hadiselerde esas olan da en yakın vaktine izafe edilmeleridir.» T.
«İbnü'l-Hümam
da bunu zahir görmüştür». Yâni
kocanın sözünün kabul edileceğini üstün
görmüştür.
«Vârislerin mehirde hakları yoktur.» Yâni hibe esasında onların hakkı yoktur.
M
E T İ N
Bir
kimse hanımına, kendisini boşaması için vekâlet verse artık onu vekâletten azledemez. Çünkü
bu,
koca açısından bir
yemindir.
Bir
adam, birisine «Seni ne zaman azledersem benim vekilimsin» derse, onun vekâletten azletme
yolu
«seni azlettim, sonra seni azlettim» demesidir. Çünkü «ne zaman» sözcüğü bütün zamanlara
«her»
sözcüğü de bütün fiillere şâmildir, şayet «seni her azledilişimde, benim vekilimsin» demişse
onu
azlederken «her» sözcüğünden hasıl olan muallak (birşeye, bağlanan) vekâletten
döndüm,
müncez
(bir şeye bağlanmayan) seni azlettim demeleridir. İşte o zaman vekâletten azledilmiş olur.
İ
Z A H
«Çünkü
bu koca açısından yemindir.» Zira
bunda yemin manası vardır. O da talakı kadının fiiline
bağlamaktır.
Yeminden dönmekte sahih değildir. Hanım açısından da temliktir. Zira vekil başkası
için
iş yapandır. Halbuki kadın kendisi
için iş yapmaktadır. Dolayısıyla vekil olmaz. Yabancı alan ise
böyle değildir. Zeylaî. Bir de, temlik manası. Talakın tefuîzı bâbında geçtiği üzere meclise mahsus
olur.
«Ne
zaman sözcüğü bütün zamanlara...» Yâni bu ancak, bir defa azli ve bir defa tayini ifade eder.
Zeylai şöyle der: «Müvekkil azlettiği
zaman müncez olan vekâletten azledilmiş olur ve muallak olan
müncez
hale gelir. Dolayısıyla yeniden vekil olmuş olur. Daha sonraki ikinci azille de ikinci
vekâletten
azledilmiş
olur.
«Onu
azlederken seni... döndüm.» Çünkü eğer müncez olan vekâletten dönmeden azlederse bin
defa
da azletmiş olsa eskiden olduğu gibi vekil olur. Çünkü
«her» kelimesi, sonsuza kadar fililerin
tekrarını
iktiza eder. Dolayısıyla azil ancak, rücû (dönmek) den sonra mana ifade eder. Hatta eğer
önce
azletse sonra da muallak olandan rücû etse başka bir azle ihtiyaç gösterir. Çünkü o her
azledişinde
vekil olur. Dolayısıyla bundan sonraki rücû kadın hakkında, muallak olan vekâlette bir
tesir
göstermez. Zira rücû'dan sonra tekrar bir azle muhtaçtır. Zeylaî. Tamamı oradadır.
«Her
sözcüğünden hasıl olan...» Minah'ta da böyledir, ama bu bir hatadır.
Çünkü müncez olan
vekâlet
«sen benim vekilimsin» sözünden,
muallak olan da, «seni azledişimde» sözünden hasıl
olmuştur.
Sâlhânî.
M
E T İ N
Eğer
iki kişi aralarında borç olan altın parayı gümüş para karşılığında veya zimmetteki başka bir
şey
mukabilinde sulh olsalar sulh
bedelinin kabzı şarttır. Ama sulh,
paraya mukabil para ile
olmamışsa kabız şart değildir. Çünkü sulh, bir ayn üzerine yapıldığında o mal teayyün eder ve
zimmette
borç olarak kalmaz. Dolayısıyle sulh olunan mal kabzedilmeden meclisten ayrılmak
caizdir.
Davacı,
«benim delilim yok der, sonra da, yeminden sonra bile olsa delil getirse, delili kabul edilir.
-Cevahiru'l-Fetâva bunu yeminden sonraya tahsis etmiştir-, Aynı şekilde hasmından yemin isterken;
«Eğer
sen yemin edersen bana borcun olan maldan berisin» dese ve hasım yemin etse sonra da
davacı
hakkını isbata delil getirse delil kabul edilir ve malın ona ait olduğuna hükmedilir. Hâniye.
Eğer
şahit (önce) «benim şahitliğim yok»
der, sonra da şahitlik ederse kabul edilir. Çünkü bu
çelişkiyi, odamın önce unutup sonra hatırladığını söyleyerek uyuşturmak mümkündür. Yine birisi,
«falan
benim şahidim değildir» der sonrada onu şahit olarak getirir ve o da şahitlik ederse veya.
«benim
falan aleyhine delilim yok» der. Sonrada delil getirse, söylediğimiz gerekçeden dolayı kabul
edilir.
«Benim hakkım yok» deyip de sonra hak iddia etmesi ise buna yakındır. Bu iddia,
sözündeki
çelişkiden dolayı
dinlenmez.
İ
Z A H
«Veya
zimmetteki başka bir şey
mukabilinde...» Yâni paradan
başka bir şey. Miskinin sözü buna
delâlet
ediyor. Bu, iddia edilen mal ile
sulh olunan malın farklı cinslerden olması durumundadır.
Çünkü
eğer kendi cinsi ile vadeli olarak sulh olsa caizdir.
«Paraya
mukabil para ile almamışsa...» Meselâ gayri menkule karşılık bir gayri menkulle veya
paraya
karşılık gayri menkul sulh olunmuşsa.. Miskîn.
«O
mal teayyün eder». Yâni, ona işaretle teayyün eder. «Mal kabzedilmeden meclisten ayrılmak
caizdir.»
Zimmette borç
olan
buğday karşılığında arpa ile sulh olma durumunda öldüğü gibi sulh olunan mal ribevî mallardan
bile
olsa hüküm
aynıdır.
«Falan
aleyhine delilim yok dese...» Yeterli görülen konularda bir kişinin şahitliği ile delil sabit
olduğu
için bunu beyyinenin akabinde zikretti. Sâlhânî. Yâni bu aynı ibarenin tekrarı
değildir.
«Benim
hakkım yok...» Yâni filanda alacağım, hakkım yok demesi... Metinden anlaşıldığı için, şarih
bunu
hazfetmiştir. Minâh'ın bu konudaki
ibaresi şu şekildedir: «Benim onda bir hakkım yoktur.
demesi
bunun aksinedir.» Yine orada şöyle denilmektedir:: «Eğer, bu ev benim değil veya bu köle
benim
değil der sonra da evin veya kölenin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse beyyinesi
kabul
edilir. Çünkü onun önceki ikrarı ile hiç bir kimse için hak sabit olmamıştır. Dolayısıyla
geçersiz
olur. Bundan dolayı, hanımına zina
isnadında bulunup da isbat
edemediği için lanetleşen
kocanın
bilahare vuku bulan neseb iddiası kabul edilir. Çünkü adam onu inkar ettiği zaman başkası
için
bir hak isbat etmemiştir...» Eğer birisi, benim falan üzerinde bir hakkım olduğunu bilmiyorum
dese,
sonrada onun aleyhinde hakkının
olduğuna dair beyyine gösterse
beyyinesi kabul edilir.
Çünkü
bunun adamı önce gizli olmuş
olması
muhtemeldir.
«Sözündeki
çelişkiden dolayı dinlenmez.» Çelişkilerin arasını bulmak için, daha önce zikredileni
burada
da söylemek mümkündür, ama acaba
burada neden zikredilmedi?! Buradaki çelişkiyi şu
şekilde
uyuşturmak da mümkündür: Bu meselede, davalının zimmetinin borçsuz olduğu
birinci
sözle
sabıt olmuştur. Adam daha sonra ikinci sözle onun zimmetinin meşguliyetini istiyor ki, kabul
edilmez.
Tahtavî.
M
E T İ N
Halifenin
tayin etmiş olduğu imamın, gelip geçenlere zarar vermiyorsa caddenin bir bölümünü bir
adama
tahsis etme yetkisi vardır. Çünkü
halife buna yetkilidir, aynı
şekilde naibinin de yetkisi
vardır.
Bir
kimse malını satmaya niyetli olmadığı halde, sultan elinden malını almak istese ve bunun
üzerine
adam satmaya kalksa mükreh sayılır. Ancak, sultanın musaderesi sebebiyle, parasını
isteyerek
alıp malını satsa bu satış sahihtir. Çünkü bu takdirde adam mükreh değildir. Nitekim ikrah
bahsinde
geçmişti. Bu, alacaklının borçluyu hapsedipde borçlunun
borcunu ödemesi için malını
satmasına
benzer ki o sahihtir.
Bir
kadını, kocası veya başka biri, dövmekle korkutsa ve kadın mehrini hibe etse, eğer tendid eden
dövmeye gücü yetecek birisi ise bu hibe sahih değildir. Çünkü kadın mükrehtir. Şayet koca karısını
hulu
(kadının mehrini veya başka bir bedel verip kocasının kendisini boşamasını istemesi) yapması
için
zorlasa talak geçerlidir, ve mal düşmez. Çünkü mükrehin talakı vakidir ve dediğimiz sebepten
dolayı bununla mal icabetmez.
Bir
kadın bir adamı (mehri karşılığında) kocasına havale etse sonra da mehrini kocasına hibe etse
sahih
olmaz. Âlimler; Bu bir hiledir.»
derler. Ben derim ki: Hibe kocanın malı kabulü ve onun
hiylesini bilmesi ile tamam olur. Ancak şöyle denebilir: «Havale edilen kişi davayı havalenin sıhhati
için
kabulü şart koşmayan bir hakime
götürmek suretiyle adamdan mutâlebede bulunma imkanına
sahip
olur.
İ
Z A H
«Gelip
geçene zarar vermiyorsa...» Yol
geniş olur da bununla daralmazsa. Ma'din'de şöyle
denilmektedir: «Bu kayıt konulmuştur, çünkü eğer
geçenlere zarar verirse yolun bir bölümünü
birisine
tahsis edemez. Zira bu yolu kesmek demektir. Halbuki, başka bir yol olsa bile buna imamın
hakkı
yoktur. Şayet yaparsa günâh işlemiş olur. Eğer bu tasarruf hakime götürülürse hakim
reddeder.
Nisabü'l-Fukaha'da da böyledir.
Hâniyyede de, ihtiyaç halinde devlet
reisinin, şahsa ait
bir
mülkü yol yapma yetkisinin olduğu
belirtilmektedir.»
T.
«Çünkü
imamın buna yetkisi vardır.» Zira o, müslümanların menfaatına olan işlerde herkesin
hakkında
tasarrufta bulunabilir. Şayet bir işte toplum için bir maslahatın olduğunu görürse, hiç
kimseye
zarar vermeden p işi yapabilir. Nitekim ihtiyaç halinde yolun bir kısmını camiye
veya
caminin
bir kısmını yola katma hakkına sahiptir. Minah. Buradaki imamdan maksat halifedir. «Naibi
içinde
hüküm aynıdır.» sözüne uygun düşmesi için böyle anlatmak
gerekir.
«Adam mükreh değildir...» O, malını kendi ihtiyarı ile satmıştır. Söylenebilecek şey şudur. Adam,
sultanın
kendisinden istediğini
verebilmek için malını satmayıp ihtiyaç duymuştur. Bu da ikrahı
gerektirmez.
Minah.
«Çünkü
Mükrehin talaki vakidır...» Zeylaî
ve daha başka âlimlerde bu gerekçeyi esas almışlardır.
Şîlbi
de bu illetin peşinde, «eğer kadını zorlayan, kocası olursa bu talilin sahih olmaması gerekir.
Ancak
ibare, onları (yani karı koca)
birisi zorlarsa manasına gelecek şekilde okunursa talil sahih
olur.»
demiştir.
Ebussuûd.
«Mal
icabetmez...» Yâni hulu bedeli gerekmez. Bu bedel bazen kocanın zimmetinde borç olan mehir
bazan
da başka bir bedel olabileceği için, öncekine uygun olan bir ifade kullanmış «mal düşer»
demiş,
şârih de ikincisine münasip düşen bir ifade kullanmış «mal icabetmez» demiştir.
«Dediğimiz
sebepten dolayı... Yâni kadın
mükrehtir. Bir malın düşmesi veya
lazım olması için rıza
şarttır.
«Bu
hiledir derler..» Minah'ta şöyle
denilmektedir: Bu mesele Kenz ve başka kitaplarda
zikredilmiştir. Onların sözünün zahirine göre bu. aslında sahih olmasını istememekle beraber.
zahiren
kocasına mehri hibe etmek isteyen kadın için bir çıkıştır. '
«Ben
derim ki: O söz musannıfa aittir. Ben diyorum ki: «Bu hile
ancak. koca eğer kendisine mehir
borcu
olmadığını bilirse fayda verir. Nitekim Hulâsa'daki şu ifadeler bunu gösterir: «Bir kimse
mehirden
geri kalan borcu olduğunu
zannederek, karısına borcu olan bir mal mukabilinde hulu
yapsa
sonra da mehir borcunun kalmadığını hatırlasa kadının talakı mehri karşılığında vaki olur.
Eğer
kabzetmişse kadının mehrini geri vermesi icabeder. Ama adam, hanımı kendisine hibe ettiği
için
hanımına mehir borcu olmadığını bilirse kadının bir şey vermesi icabetmez.»
Yine
ben derim ki: Kenz'in ve diğer
kitapların ifadelerinde bu fer'in geçen konuda hiyle olmasını
gerektirecek bir şey yoktur. Dolayısıyla zikredilen itiraz geçerli olmaz. Ancak başka bir konuda
hiyledir. El-Eşbâh'ın hıyel bahsinde şöyle denilmektedir: «Adam karısına; bu gün mehrini bana hibe
etmezsen
sen boşsun dese bundan kurtuluş çaresi şudur: Kadın kocasından içerisine mehri
sarılmış bir kumaş satın alır. Ertesi günü o kumaşı iade eder. Böylece mehir elinde kalır yeminde
bozulmuş
olmaz.»
Eşbâh'ın
Müdâyenât bahsinde de Kınye'den naklen şöyle denilmektedir: «Onun yani hibenin sahih
olmaması
için üç hile vardır: «Birincisi, kadının hibeden önce kocasından mehrin sarılı olduğu
birşey
satın alması, ikincisi, hibeden önce bir adamın kadınla, mehre mukabil, dürülü bir şey
karşılığında sulh yapması. üçüncüsü de kocasına, hibeden önce kadının mehrini küçük çocuğuna
hibe
etmesidir. Bu üçüncüsü biraz şaibelidir.»
Buradaki,
bunun için başka bir hıyle (çıkar
yol, çare) olsun. Düşünülşün. Adam, zikredilen konuda
yeminini
bozmuş olmaz. Çünkü o gün yemininin gereğini yapması mümkün değildir. Mehrin bir
kumaşa
sarılı olmasıyla kayıtlanması, gün geçtikten sonra görme muhayyerliğinin sabit olması
içindir.
M
E T İ N
Bir
kimse kendi mülkünde kuyu veya sarnıç kazsa ve bundan komşusunun duvarı
nemlense de
kuyunun yerini değiştirmesini istese, buna zorlanamaz. Bundan anlaşılan. komşunun zararını def
etmek
için, kuyunun yerini değiştirmesi iyilikle tavsiye edilir. Bu rutubetten dolayı duvar
çökerse
kuyu sahibi zamin olmaz. Çünkü onun kendi mülkünde kuyu kazmakla komşusunun hakkına
tecavüzü
söz konusu değildir. Ancak zarar tesebbüben vuku bulmuştur. İcâre bahsinin sonunda
geçtiği
üzere, bir kimse kendi arazisine arazinin tahammül edemiyeceği ölçüde su doldursa ve su
komşu
araziye taşsa suyu dolduran zamin olur.
i
Z A H
«Buna
zorlanamaz...» Câmiu'l-Fusuleyn'de şöyle denilmektedir: «Hasılı, bu cinsten olan
meselelerde kıyas şudur: Sırf kendi mülkünde tasarrufta bulunan bir kimse. başkasına zararı
dokunmuş
olsa bile bu tasarruftan men edilmez. Ancak başkasına, çok açık bir şekilde zarar
verilmesi
durumunda kıyas terkedilir. Bir görüşe göre de kişi başkasına zarar veren tasarruftan
menedilir.
Alimlerimizin çoğu bu görüşü almıştır. Müftabih olan da
budur.»
«Komşusunun
hakkına tecavüzü söz konusu
değildir.» Ben derimki eğer bunun yerine: «Çünkü o
mütecaviz
değil, mütesebbibtir» denilseydi daha
uygun olurdu. Zira, adamın kendi mülkünde kuyu
kazması
yani onun sebep olması sorumlu
olmasını gerektirmez. Ancak, yola taş koyması
durumunda
olduğu gibi, mütecaviz olursa sorumlu tutulur.
«Suyu dolduran zaman olur.» Çünkü o zararı bizzat vermiş kabul edilir. Camiu'l-Fusuleyn'de bu
konuda
tafsilat vardır. Orada şöyle denilmektedir: «Bir kimse arazisine, orada kalmıyacak ölçüde
bir
su akıtsa zamin olur. Ama şayet su arazide kalsa sonradan komşusunun tarlasına taşsa, eğer
komşu
tarlanın sahibi. kendisine suyun önüne set çekmesini veya seti
sağlamlaştırmasını
söylemişse zamin olur. Bu yıkılmak üzere olan bir duvarın tamiri için duvar sahibini
uyârmaya
benzer.
Şayet komşu tarlanın sahibi su
akıtan şahsa set yapmasını
söylememişse zamin
olmaz.»
Remlî'de,
hâşiyesinde şöyle demektedir: «Ben derim ki: Hadisetü'l-Fetvâ'nın cevabından anlaşıldı
ki,
bir kimse bahçesine sarnıç yapsa ve suyun sirâyetinden dolayı komşunun binası zarar görse;
şayet
kendisine suyun sirâyet etmiyeceği
şekilde binayı sağlamlaştırması
söylense...»
Bu
ifadelerle, musannıfın «zamin olmaz» tarzındaki mutlak ifadesi kayıtlanmış
olmaktadır.
M
E T İ N
Bir
kimse, hanımının arsasına onun izni ile, kendi parasından bir bina yapsa bina kadına aittir,
binaya sarfedilen para da kadının borcu olur. Çünkü kadının bu konudaki izni müteberdir. Ama
adam
kadının izni olmadan, binayı kendisi
için yapmış olsa bina onundur. Arsayı gasbetmiş
demektir.
Hanımının istemesi halinde arsayı boşaltıp teslim etmesi emredilir. Şayet koca binayı
hanımının
iznini almadan, hanımı için yapmışsa bina kadına ait olur, adam ettiği masrafı karşılıksız
yapmış
sayılır, hanımından bir şey isteyemez.
Hanımın
izninin olup olmadığında ihtilaf
etseler ve ikisinin de delili olmasa, yemin ettirilerek inkar
edenin
sözü kabul edilir. Eğer binanın kadına veya erkeğe ait oluşu
konusunda ihtilaf etseler,
erkeğin
sözü kabul edilir. Çünkü hocamızın da ifade ettiği gibi o maliktir. Nitekim mesele gasb
bahsinde
geçmişti.
İ
Z A H
«Bir
kimse hanımının arsasına bir bina yapsa...» Hanımın bağına veya başka bir mülküne bina
yapmasında
da bu tafsilat geçerlidir. Camiu'l-Fusûleyn. Yine
Camiu'l-Fusûleyn de Udde'den naklen
şöyle denilmektedir: «Her kim başka birisinin arsasında, arsa sahibinin izni ile bir bina inşa etse
bina
arsa sahibinindir. Ama onun emri
olmadan, kendisi için inşa etse bına kendisine aittir. Onu
kaldırması kendisine dittir. Ancak bina arsaya zarar verirse bundan men
edilir. Şayet arsa sahibi
için,
onun izni olmadan yapmışsa, binayı yapan, masrafını teberru etmiş sayılır. Nitekim daha önce
geçmişti.»
Yine
Camiu'l-FusuIeyn'de şu mesele yer almaktadır: Mütevelli, vakfa ait bir arsaya bina
yapsa, şayet
binayı vakıf için yapmışsa, masrafı ister vakfın ister kendi malından yapsın bina vakfa aittir. Ama
eğer
binayı kendi malından ve kendisi için yapmışsa, binayı kendisi için
yaptığına şahit tutmuşsa
kendisinin,
tutmamışsa vakfındır. Başka birisinin mülkünde bina yapan yabancı ise böyle
değildir.
«...
Kendisi için yapmış otsa bina
onundur.» Bu, âlet ve edavatın tümünün erkeğe ait olması
durumundadır.
Ama bir kısmı erkeğin bir kısmı da kadının olursa bina aralarında ortaktır. T.
Makdisî'den
naklen.
«Binaya
sarfedilen para kadının borcu olur.»
Çünkü adam masrafı teberru etmiş değildir.
Dolayısıyle, kadının emri sahih olduğu için adam masrafını ondan ister. Adam birisinin borcunu
ödemek
üzere emredilmiş gibi olur. Zeylaî. İbareden anlaşıldığına göre, erkeğin, karısına rücûu şart
koşulmasa bile hüküm böyledir. Mesele
ihtilâflıdır. Tamamı, Remlî'nin Camiu'l-Fusuleyn'e yazdığı
hâşiyesindedir.
«Kadının
izni olmadan ..» Eğer izni ile yaparsa arsa âriyet olur .T.
«Arsayı boşaltıp teslim etmesi emredilir.» İbarenin zahirine göre, binanın kıymeti arsanın
kıymetinden
daha fazla olsa da hüküm budur.
Anadolu müftüsü Ebussuûd efendi
de böyle fetvâ
vermiştir.
Bu, Şârihin, Kitabü'l-Ğasb'da
söylediklerine aykırıdır. Çünkü orada, kıymeti fazla olanın
sahibinin,
az olanın sahibine bedeli ödeyeceği ifade edilmişti. Biz orada gerekli izahı yapmıştık,
oraya müracaat edilsin.
«Hocamızın
da ifade ettiği gibi...» Yâni Remlî'nin Minah hâşiyesinde belirttiği gibi. Remlî bundan
sonra
şöyle demiştir: «Ama Fevâidü'z-Zeyniyye'de Kitabü'l-Ğasb'da denildi ki: Bir kimse başkasının
mülkünde
tasarrufta bulunsa sonra da onun
izninin olduğunu iddia etse, malikin sözü kabul edilir.
Ancak,
hanımının mülkünde tasarrufta bulunsa, kadın ölse ve adam karısının izninin olduğunu
iddia
etse kadının varisi ise inkâr etse. Kınye'de de belirtildiği üzere kocanın sözü kabul edilir. Buna
göre,
adam hanımın arsasında onun için bir bina yapsa ve kadın ölse, sonra adam binayı hanımının
izniyle yaptığını söyleyerek, masraflarını kadının terikesinden almak istese, diğer varisler ise izni
inkar
etseler adamın sözü kabul edilir. Bunun illeti, örfün onun için şahit oluşudur. Düşün.
«...Gasb
bahsinde geçti.» Ben bunu orada görmedim. Ancak orada, az önce Fevâidü'z-Zeyniyye'den
naklen
söylediklerimiz geçmişti.
M
E T İ N
Bir
kimse: «Bu kadın benim süt annemdir» dese ama sonra hata ettiğini itiraf etse, kadın da onu
hatası
konusunda tasdik etse; adam kadının süt annesi olduğunda; «O haktır, o doğrudur veya
dediğim
gibidir» yada buna şahit göstererek
yahutta sözleriyle nefsi sebata delâlet eden lafzi
sebattan
(içindekini ifade eden) aynı monada
bir şeyle eski sözüne devam etmediği
zaman o
kadınla
evlenebilir.
Adamın,
onun süt annesi oluşunu tekrar
ikrâr etmesinin sebat sayılıp sayılmadığı konusunda
Mebsut'ta
geniş ihtilaf zikredilmiştir. Özeti, tekrarla ikrarın sabit
olmayacağıdır.
İ
Z A H
«O
kadınla evlenebilir.» Adamın, bu
itirafından dönmesinde mazur sayılacağı açıktır. Onun, süt
emmeyi
ikrarından sonra kendisine haber
veren kişinin hatası ortaya
çıkabilir. Bu mesele, içersinde
bulunan
çelişkinin hoş görüldüğü meselelerdendir. Bu Minah'da zikredilmiştir.
«Tekrarının
sebat sayılıp sayılmadığı...» Bu mesele Şeyhu'l-İslâm İbn. Şıhne zamanında vaki olmuş,
o
da bunun sebat olmayacağına fetvâ vermiştir. Bazı muasırları ise ona muhalefet etmiş, uzun
münakaşalar olmuş ve bunun için Sultan Kayıtbay'ın emri ile meclisler aktedilmiştir. Sonra kırk
kitaptan
yapılan nakillerin Şeyhu'l-İslâm Kadı Zekeriyya'ya arzedilmesi fikri ağırlık kazanmıştır.
Zekeriyya'da şu cevabı vermiştir: «Bu nakillerin açık ifadelerinden anlaşıldığına göre sebat ancak
«o
haktır» sözü ve benzeri bir şeyle
hasıl olur. Bu nakillerde, tekrarında böyle sayıldığına detâlet
eden
açık bir ifade yoktur. Evet
Mebsut'un sözünden şu alınır: Fakat
ikrar üzerinde sabit olan
akitten
sonra onu yenilenen de olduğu gibidir. Şayet kişi akitten önce ikrar etse. sonrada ikrarını
ikrar
etse bu «o haktır» demesi yerine geçer. Ben radâ bahsinde bu konuda tafsilat verdim Oraya
başvur.
«Mebsut'ta
geniş ihtilaf zikredilmiştir.» Biliyorsunuzki Mebsut'ta Hilafın
beyanı yoktur. Ondan
anlaşılan, tekrar ile israrın sabit oluşudur. Şârihin sözüne göre ise sabit olmaz. Doğrusu, sabit
olmasıdır.
Her halde bu bir yazı hatasıdır.
Şayet, «Nakillerin sârih ifadelerine göre onunla ısrar sabit
olmaz.»
deseydi daha güzel
olurdu.
M
E T İ N
Bir
adam borçlusunu tutsa, bir
başkası da onu elinden kurtarsa zamin olmaz. Çünkü o sebebiyet
vermedir.
Bir başkasının malını hırsıza gösteren veya düşmanından kaçanı düşmanı tutupta
düşmanının
onu öldürmesine sebep olan içinde hüküm
böyledir.
Bir
kimsenin elinde başkasının malı olsa ve sultan kendisine: «Şu malı bana ver, aksi halde elini
keserim -veya- sana elli sopa vururum» dese de, adam verse zamin olmaz. Çünkü mükrehtir.
İ
Z A H
«Çünkü
o sebebiyet vermedir..» Yâni çalmak. Onunla, hak sahibinin hakkının zayi olması arasına
irade
sahibi birisinin fiili girmiştir. O da borçlunun kaçmasıdır. Dolayısıyla telef, -kölenin bağını
çözüpde
onun kaçması durumunda olduğu gibi-
salıvermeye nisbet edilmez. Zeylaî.
«Yahutda,
sana elli sopa vururum» veya daha fazla.. Şayet ona : «Seni bir ay hapsederim -veya-
seni
döverim» dese, zamin olur. Çünkü
başkasının malını vermek ancak helâk korkusu olursa
caizdir.
Ama ikrâh bahsinde sultanın emrinin
ikrâh olduğu geçmişti.
Düşün.
«Adam verse...» Fakat kendi malından verirse rücû edemez. Nitekim Tahtâvî'nin ifadesi geçmişti.
«Çünkü
o mükrehtir» Allâme Makdisi şöyle der: «Şayet kendisinden zorla aldığını iddia etse
yeminle
yetinilir mi yoksa delil gerek mi? konusunun beyana ihtiyacı vardır.» Hamevî.
Ben
derim ki; Onun emin oluşunun gereği yeminle iktifâ edilmesidir. Nitekim malın helâk olduğunu
iddia
ettiğinde de durum budur. Düşün.
M
E T İ N
Bir
kimse: «falan aleyhindeki davamdan vazgeçtim ve işimi
âhirete bıraktım» dese, daha sonra yani
böyle dedikten sonra açacağı dava dinlenmez. Bu, Kınye'de
zikredilmiştir. Sahih olan
görüşe göre,
icâzet
fiillere lâhık olur. Buna göre, bir kimse birisinin malını gasbetse ve mâlik onun gasbına
icâzet
verse icâzeti sahih olur ve gasıb
damandan kurtulur. Gasıb malı kullanmış olsa da mâlik onu
korumasını
emretse, malı korumadıkça damandan kurtulamaz. Konunun tamamı
İmâdiye'dedir.
İ
Z A H
«Mâlik
onun gasbına icâzet verse...» İmâdiye ve diğer bazı kitaplarda şöyle denilmektedir: «Birisi
bir
şey gasbetse ve kabzetse, mâlik de
kabza icâzet verse ilh...» Bu ifade, musannıfın, «gasbına
icâzet
verse» sözünden daha uygundur.
«Onu
korumadıkça damandan kurtulamaz.» Bunun mefhumundan anlaşılan, eğer onu
kullanmamışsa mâlikin mücerret emri ile, (ğasıp malı korumasa bile) damandan kurtulmasıdır.
Herhalde
metindeki ibareden maksat gâsıbın, bir elbise gasbedip giymesinde olduğu gibi malı
kullanmış
olması ve kullanmaya devam etmesidir.
Mal sahibi, elbiseyi korumasını
emrettiği zaman.
onu
çıkarıp korumadıkça damandan kurtulamaz. Ama eğer' mâlikin emrinden önce elbiseyi çıkarıp
korusa,
(sonra da) onu muhafaza etmesini emretse zahire göre damandan kurtulur. Çünkü o,
çıkarması emredildikten sonra kullandığı takdirde mütecavizdir. Emirden önce çıkardığında ise
mütecaviz
değildir. Benim anladığım bu. Tahtâvî
de aynısını söylemiştir.
M
E T İ N
Bir
kimse yaban eşeği avlamak için
kıra, üzerine besmele çekerek bir orak koysa ve ertesi gün
gelip
-Bu kaydı ittifakidir. Çünkü aynı
saatte gelip onu ölü olarak bulsa helâl olmaz. Zeylai- eşeği
yaralanmış olarak ölü bulsa yenmez. Çünkü yenilebilmesi için onu bir insanın kesmesi veya
yaralaması şarttır. Aksi halde bir hayvanın toslaması ile ölmüş gibi olur.
İ
Z A H
«Bu
kaydı ittifakidir...» Zeylaî'ye
tebean Minah'ta musannıf ve Aynî de aynısını söylemiştir.
Musannıfın
Zebâih bahsinde söylediklerinin gereği bu kaydın ihtirazi (bir hüküm
ifade eden)
olmasıdır.
Çünkü orada şöyle demişti:
«Besmelenin hayvanı keserken veya ava silah atarken ve av
hayvanını gönderirken yada aramaya terkettiği zaman yaban eşeği için de demiri koyarken
çekilmesi şarttır.» Kitabü'z-Zebh ve
Kitabü's-Sayd'da yazdıklarımıza bak.
M
E T İ N
Koyunun şu yedi şeyi(ni yemek) tahrimen -bir görüşe göre ise tenzihen, önceki daha doğrudur-
mekrûhtur.
Bunlar: Ferc. hûsye (haya) bez, sidik torbası. öd kesesi, akan kan ve tenasül uzvudur.
Çünkü
bunların mekrûh oluşunda eser vârid
olmuştur. Bir âlim bunları bir
beytte toplayarak şöyle
demiştir:
«Tenasül
uzvu hayalar ve sidik torbası de, Kan sonra öd kesesi ve bez de böyle.»
Bir
başkası da şöyle
demiştir:
«Bir
koyun kesildiği zaman yedi organın dışında kalanını ye, ama o yedi şeyde vebâl var. Bunlar:
ha,
hı, gayn, dal, iki mim ve zâl'dır.»
«Tahrimer»
mekrûhtur..» Çünkü Evzaî, Vâsıl b. Ebî Cemile vasıtasıyla Mücâhid'den şöyle rivâyet
etmiştir:
«Rasulüllah (s.a.v.) koyundan, zeker, haya, ferc, bez, öd kösesi, sidik torbası ve kanı kerih
gördü.»
İmamı Ebû Hanîfe; «Kan haramdır, kalan altısı mekrûhtur» der. Çünkü Allah (c.c.) «Size kan
ve
leş haram kılındı» buyurmuştur. Kan hakkında nass bulunduğu için o kesin olarak haramdır,
kalanları da mekrûhtur. Zira bu altı şeyi insan nefsi çirkin ve kerih görür. Bu mânâ, «Onlara
habisleri
haram kılar...» âyetinden dolayı mekrûhluğa sebeptir. Zeylai.
Bedâî'de
Zebâih bahsinin sonunda şöyle
denilmektedir:
«Mücahid'der»
rivâyet edilen»den murat tahrimen mekrûh oluşudur. Haram olan akıcı kan ile, bu
altı
şeyin bir arada anılması buna
delildir. İmamı Azâm'da; kan
haramdır altısını mekrûh görürüm.
İfadesi
ile haramlığı kana itlâk etmiş, diğerlerine mekrûh demiştir. Çünkü haram haramlığı kesin bir
delille
sabit olan şeydir ki o da
müfesser âyettir. Allah (c.c.) veya akıcı kan buyurmuştur. Kanın
haramlığında
icmâ da vardır. Diğer altı şeyin yasaklığı ise kesin delille sabit değildir. Belki, içtihad,
tevile
ihtimali olan Kur'an'ın zahiri
veya hâdisle sabittir. Onun için imamı Azâm, kan ile diğerlerini
ayırmış, kana haram öbürlerine mekrûh demiştir.»
İ
Z A H
Ben
derim ki: «Metinlerin mutlak ifadelerinin zahirine göre mekrûhtur.»
«Bu
görüşe göre tenzihen mekrûhtur.»
Bunu söyleyen, Kınye sahibidir.
Çünkü o şöyle demiştir:
«Zeker
veya be»z çorbanın içersinde
pişirilse çorba mekrûh olmaz. Bunların mekrûhluğu tahrimi
değil,
tenzihidir.» Vehbâniyye sahibi de Kınye'dekini ihtiyar etmiş ve «bunda iki
faide var: birisi
kerâhetin
tenzihi oluşu öbüründe çorba ve eti
yemenin mekrûh olmayışıdır» demiştir. Bunu
İbnü'-Şıhne
de Şerhinde nakledip ikrâr etmiştir.
«Önceki
daha doğrusudur...» İmam Ebû Hanife'nin âyeti delil
göstererek söyledikleri buna
delildir.
Kınye sahibinin sözü de metinlerin zahirine ve Bedâî'nin ifadesine ters değildir.
«Koyunun şu...» Koyunun zikredilmesi
ittifakidir. Çünkü eti yenen bütün hayvanlarda hüküm
aynıdır. T.
«Akan kan» Kesildikten sonra damarlarda kalan kan mekrûh değildir.
«Bir
beytte...» Bundan önce bir beyt daha vardır. O Minah'ta zikredilmiştir ve şöyledir:
«Koyundan yedi parça mekrûhtur, Onları, ben sana sayı ile açıkladım» al..
«...
Torbası de: Bütün nüshalarda böyledir. Ama bu durumda sayı altı olur. Görünüşe göre beytin
aslı:
«Hayyen zeker: ferç, zeker» olmalıdır.
«Bir
başkasında şöyle dedi». Yâni
remizlerle ifade etti. Benim şu beytimde onun
gibidir:
«Boğazlanan
hayvanlardan şu harflerin topladıkları atılır:
(f,
h, zel, mim, dal, ğayn;
mim).