06 Ekim 2012

ÖŞÜR, HARAÇ VE CİZYE BEYANINDA BÂB



METİN
Şam ile Küfe hududundan Yemen'in son noktasına kadar olan arap arazisi, halkı kendi istekleriyle müslüman olan memleketlerin arazisi, harble alınıp mücahidler arasında taksim edilen memleketlerin arazisi ve ashab-ı kiramın icma ile Basra arazisi de öşriyedir. Çünkü öşür müslümanlara daha lâyıktır.
Keza bir memleket ilk fethedildiğinde hükümdar tarafından kendisine mülk olarak verilen hanesini bir müslüman bahçe veya bağ yapsa, yine öşriye olur. Dürer. Bu mesele ile ilgili bahis tam olarak Âşir babında geçmiştir. Sarih: "Biz buna dair tafsilâtı Mültekâ üzerine olan şerhimizde yazdık." demiştir.
Irak sevadi (arazisi) haraciyedir. Bu arazinin eni Uzeyb (Küfe köylerinden bir köy) den, Akâbe-î Hulvan (Bağdat ile Hemedan arasında bir köy) a, uzunluğu ise Als (Dicle'nin doğusunda alevilere vakfedilmiş bir köy) den Abba'dan (Abadan) (deniz kenarında küçük bir kale) a kadardır. "Abadan'ın gerisinde köy olmayıp Basra körfezi vardır." demek darb-ı mesel olmuştur. "Als" yerine "sa'lebe" denilmesi musannıfın Muğrib adlı lügat kitabından galet olarak nakletmiş olmasıdır.
Irak arazisinin uzunluğu yirmi iki buçuk günlük, eni ise on günlük mesafedir. Sirâc.
Mekke-i Mükerreme'den başka harb yoluyla fetholunup müslümanlar arasında taksim edilmeyip gerek kendi ahalisine, gerekse dışarıdan getirilen ve müslüman olmayan halka mülk olarak verilen arazi yahut sulh yoluyla fetholunan arazi haraciyedir. Çünkü haraç kâfirlerin hallerine daha lâyıktır.
Irak arazisi halkının mülküdür, arazilerini satmaları ve onda diledikleri gibi tasarrufda bulunmaları caizdir. Diğer üç mezheb imamlarına göre bu arazi müslümanlar için vakıftır, satmaları caiz değildir. Fetih.
Vakfın, baliğ olmayan çocuğun, delinin arazileri haraciye olursa haraç, öşriye olursa öşür vâcib olur. Ancak beytülmâldan satın alınan araziyi satın alan kimse" vakfederse, o arazide öşür ve haraç olmaz. Mültekâ şerhinde sarihin zikrettiğine göre vakfetmese de satın alan kimseye yine öşür ve haracdan bir şey lâzım gelmez.
Fukâha : "Mısır ile Şam'ın, arazisi haraciyedir." demişlerdir.
Fetih'de zikredilmiştir ki, zamanımızda Mısır arazisinden alınan meblağ ücrettir, haraç değildir. Galiba bu arazi ekip biçenlerin mülkü olmayıp, eski mülk sahihleri zamanla varissiz olarak öldükleri için beytülmâla kalmıştır. Buna göre hükümdarın bu araziden herhangi bir yeri satması veya beytülmâla vekil tâyin ettiği zattan satın alması sahih değildir. Çünkü hükümdar yetimin vekili gibidir. Bu araziden herhangi bir yeri zaruretten dolayı satması caizdir. Zamanımızda arazilerde ve beytülmâlde yersiz tasarruf ve muamelelerin fena akıbetinden Allah-ü Teâlâ'ya sığınırız.
Bahır sahibi hükümdarın zaruretten dolayı tasarrufunun caiz olması üzerine müteahhirinin müftâbih olan "Akar (gayr-i menkûl mal) da iki kat kıymet koymak suretiyle kendisine meyil ve rağbet ettirmesi caizdir." kavillerini de ziyade etmiştir.
Sarih şöyle diyor: Vasî babında gelecektir ki, baliğ olmayan çocuğun yedi yerde akarının satılması caizdir.
Şam müftüsü Fazlullahı'r-Rûmî, "Bizim arazimizin ekseri sahihleri kalmamış olup beytülmâlın olmasıyla, sultaniye arazisidir ki, ekip biçenlerin elinde ariyet gibidir." diye fetva vermiştir.
Vâkıât'dan naklen Nehir'de zikredilmiştir ki, hükümdar sultaniyye araziden bir yeri kendisi için satın almak istese, beytülmâl vekili gibi başka bir kimseye onu satmasını emreder. Sonra satın alan kimseden kendisi satın alır. Böyle sert yol ile beytülmâldan satın alınmış olduğu bilinmezse, yine asıl olan alış-verişin sahih olmasıdır. Alış-verişin sahih olmasıyla, "beytülmâldan satın alınan malların vakfedilmesinin sahih olması, vakfedenlerin şartlarının sahih olması, bu araziler üzerine haracın lâzım olmaması" bilinmiştir.
İZAH
"Öşür, haraç ve cizye ilh..." Musannıf müste'minin nasıl zimmî olacağını beyan edince, zimmî olduğuna göre arazisine mâlî vazifeden ne lâzım olduğunu beyan etmeye başladı. Arazinin vazifesini tamamlamak için haraçla beraber öşrü de zikretti, öşür de ibâdet mânâsı bulunduğu için onu önce zikretti. Sarfedilecek yerleri bir olduğu için cizyeyi de ona ilhak etti. Nehir.
"Arap arazisi ilh..." Tatvim'ül-Büldân Muhtasarında zikredilmiştir ki, Arap Yarımadası, Tîhâme, Necid, Hicaz, Uruz ve Yemen olmak üzere beş bölgeye ayrılır. Tihâme, Hicaz'ın güney bölgesidir. Necid, Hicaz ile Irak arasında bulunan bölgedir. Hicaz, Yemen dağlarından başlayıp Şam'a kadar devam eden bölgedir. Bu bölgede Medine ve Amman şehirleri vardır. Uruz, Yemame dahil olmak üzere Bahreyn'e kadar uzanan bölgedir. Hicaz'a, Necid ile Yemame arasını ayırdığı için Hicaz adı verilmiştir.
"Basra arazisi de asriyedir ilh..." İmam Ebû Yusuf'a göre, kıyas Basra arazisinin haraciyye olmasıdır. Çünkü Basra arazisi haraç arazisine yakındır. Fakat ashab-ı kiramın icma'ıyla kıyas bırakılmış ve öşür arazisi olmuştur. Dürr-i Müntekâ.
Velhâsıl ilerde gelecektir ki, bir müslüman hükümdarın müsaadesiyle boş ve sahibsiz bir araziyi ihya etse, yani ekse, biçse İmam Ebû Yusuf'a göre bu arazi haraciye arazisine yakın ise haraciye, Öşriye arazisine yakın ise Öşriye olur. İmam Muhammed'e göre kendisini sulayan suyuna itibar edilir. Haraç suyu ile sulanıyorsa haraciyye, öşür suyu ile sulanıyorsa Öşriye olur. Fakat fetva Ebû Yusuf'un kavline göredir. Basra arazisinimüslümanlar ihya etmişlerdir. Çünkü Basra şehri Hz. Ömer İbn-i Hattab zamanında yapılmıştır. Haraç arazisi olan Irak arazisine yakındır.
"Çünkü Öşür müslümanlara daha lâyıktır ilh..." öşürde ibâdet mânâsı vardır, öşür tarladan çıkandan alındığı için hafiftir. Öşür, halkı kendi istekleriyle müslüman olanların arazisinden veya harb yoluyla fethedilip müslümanlar arasında taksim edilen arazilerden alınır. Arap arazisi asriyedir. Çünkü Peygamber Efendimiz ve dört halifeden hiç birisi arap arazisinden haraç almamışlardır, Arabların kendileri köle olmadığı gibi arazileri üzerine de haraç yoktur. Çünkü arabların köle olmaları caiz değildir. Ya müslüman olurlar ya öldürülürler. Nehir. Bu bahsin tamamı Bahır'dadır.
"Mültekâ üzerine olan şerhimizde ilh..." Mültekâ şerhinin ibaresi şöyledir: Bir hane batice yapılırsa batice zimmînin olursa, mutlak surette haraciyye olur. Bu, İmam-ı Azam'a göredir, İmameyn buna muhaliftir. Müslümanın olursa, haraç suyu ile sulanıyorsa haraciyye, öşür suyu ile sulanıyorsa öşriye olur. Bir müslüman veya zimmî arazisini bazan öşür suyuyla, bazan da haraç suyu ile sulasa, müslümanın öşür zimmînin haraç vermesi lâzımdır. Nitekim Mi'râc'da böyle zikredilmiştir. Bâkânî: "Arazisini haraç suyu ile sulayan müslüman üzerine iptidaen haracın vâcib olmasını müşkül görmüş, müslüman arazisini hangi su ile sularsa sulasın üzerine öşür vâcib olur." demiştir. İmam-ı Serahsî: "Ezhar olan budur." demiştir. Gaye. Bahir sahibi buna "Müslümanın üzerine zorla haraç konulması yasaktır. Ama kendi isteğiyle konulması caizdir. Nitekim bir müslüman, hükümdarın izniyle boş ve sahibsiz olan bir araziyi ihya etse, arazi haraç suyu ile sulanırsa haraciyye olur." diye cevap vermiştir, öşür suyu ile haraç suyu hakkında ilerde malûmat gelecektir.
"Irak sevadi ilh..." Yani Irak ile Arap Irak'ı kasdedilmiştir. Acem Irak'ı kasdedilmemiştir. Dürer. Dürr-i Müntekâ'da zikredilmiştir ki, sevad; şehrin kenarındaki köy ve kasabalardır. Ağaçları yeşil, hububatı bol olduğu için bu isim verilmiştir.
Irak: Basra, Küfe, Bağdat ve bu şehirlerin etraflarının ismidir.
"Küfe köylerinden bir köy ilh..." Takvimü'l-Büldan'da zikredilmiştir ki, "Uzeyb" Ben-i Temim suyunun adı olup Küfe Kâdsiye'sinden Mekke-i Mükerreme'ye giden kimsenin çölde ilk karşılaştığı sudur. Galiba köy ile bu Kâdsiye murad edilmiştir.
"Salebe ilh..." Bazı nüshalarda "Salebiyye" şeklindedir.
"Mekke-i Mükerreme'den başka ilh..." Mekke-i Mükerreme her ne kadar harb yoluyla alınmış ise de arazisi öşriyedir. Çünkü Mekke-i Mükerreme'nin arazisi -yukarda geçtiği üzere- Arap Yarımadasındadır.
"Gerek kendi ahalisine ilh..." Yani harb yoluyla alınan arazinin haraciye olmasında kendi ahalisinin üzerinde bırakılması şart değildir. Şart olan arazinin müslümanlar arasında taksim edilmemesidir. Böyle bir arazinin haraciyye olması için haraç suyu ile sulanması da şart değildir. Böyle bir arazi gerek haraç suyu ile, gerekse öşür suyu ile sulansın haraciyye olur. Nitekim böyle bir arazi müslümanlar arasında taksim edildiği takdirde her ne kadar haraç suyu ile sulansa bile öşriye olur.
Haraç suyu ile sulanırsa haraciyye, öşür suyu ile sulanırsa öşriyye olması, bir müslümanın hükümdarın müsaadesiyle ihya ettiği boş ve sahibsiz arazi hakkındadır. Tahâvî şerhi, Bahir, Fetih.
"Haraç kafirlerin hallerine daha lâyıktır ilh..." Çünkü haracda ceza mânâsı mevcud olduğu için cizyeye benzer. Haraç her ne kadar arazı ekilmese bile vâcib olduğu için ağırdır, öşür ise tarlaya bağlı olmayıp tarladan çıkan mahsûle bağlı olduğu için hafifdir.
"Irak arazisi halkının mülküdür ilh..." Keza harb yoluyla alınıp kendi ahalisi üzerinde bırakılan yahut sulh yoluyla alınıp üzerlerine haraç konulan araziler de ahalisinin mülküdür. Dürr-i Müntekâ.
Ben derim ki: Sahih olan kavle, göre harb yoluyla alınmış olup haraç vermek üzere ahalisi üzerinde bırakılmış olan Şam ile Mısır arazisi de halkının mülküdür.
İmam Ebû Yusuf, "Kitabü'l-Harac" da: "Bu yerler taksim edildiği takdirde -hükümdar her ne kadar bu araziyi mağlub edilmiş olan ahalisinin elinde bırakmış olsa bile- öşriye olur." demiştir. İmam Ebû Yusuf'un bu kavli güzel görülmüştür. Çünkü müslümanlar Irak, Şam ve Mısır'ı fethettiklerinde araziyi müslümanlar arasında taksim edilmeyip Hz. Ömer (R.A.) bu arazi üzerine haraç koymuştur. Bu yerler ahalisinin mülküdür.
"Diledikleri gibi tasarrufta bulunmaları ilh..." Yani Irak arazisi halkının mülkü olduğu için onu satmaları, rehin vermeleri ve hibe etmeleri gibi her türlü tasarrufları caizdir. Zira islâm hükümdarı bir beldeyi harb yoluyla fethedip arazisi üzerine haraç, ahalisi üzerine cizye koyduğu takdirde arazisi ahalisinin mülkü olarak kalır. Evlâdlarına miras olarak intikâl eder, vârislerden hiç bir kimse kalmayınca beytülmâla kalır. Fetih, Dürr-i Müntekâ.
"Vakfın ilh..." Yani haraciyye olan arazi vakfedilse yine araziden haraç alınır.
"O arazide öşür ve haraç olmaz ilh..." Bahır'da "öşür" zikredilmemiştir. Bahir sahibi "Mısır arazisinden haraç kalkmıştır. Çünkü eski mülk sahihleri öldüğü için beytülmâle kalmıştır." diye inceledikten sonra şöyle devam ediyor: Bir kimse Mısır arazisinden herhangi bir yeri hükümdardan sahih olarak satın aldığı takdirde ona mâlik olur ve o yerin haracı da yoktur, kendisine haraç vermek de vâcib olmaz. Çünkü hükümdar o yerin bedelini müslümanlar nâmına almıştır. O kimse bu yeri vakfettiği takdirde bu yer üzerine haraç vâcib olmaz. Bu bahsin tamamını "Et-Tûhfetü'l-Marziyye fi'l-Arâzi'l-Mısriyye" isimli risalemizde yazdık. Bahir sahibinin sözü burada sona erer.
Ben derim ki: Bahır sahibi bu risalesinde "Böyle bir yerde öşür de vâcib olmaz. Çünkü öşür vâcib olur diye herhangi bir nakil görülmemiştir." diyezikretmiştir. Bahir sahibinin "Böyle bir yerde öşür de vâcib olmaz." sözünün zayıf olduğu bilenler için gizli değildir. Çünkü fukâhâ: "öşrün farzıyyeti kitab, sünnet, icmâ ve kıyasla sabittir, öşür, meyvelerin ve hububatın zekâtıdır, öşür haraciye olmayan arazide vâcibtir. öşür sahralar, dağlar gibi öşrî ve haracı olmayan yerlerden toplanan meyvalardan bile vâcibtir. Öşrün vücubunun sebebi, mahsul verecek kabiliyyette olan arazinin kendisidir. Öşür, baliğ olmayan çocuğun, delinin ve mükâtebin arazisinde de vâcibtir. Çünkü öşürde itibar, araziyedir, mal sahibine değildir, öşürde araziye mâlik olmak şart değildir. Şart olan, çıkan mahsule mâlik olmaktır. Buna göre vakıf arazilerde de öşür vâcibtir. Çünkü Allah-ü Teâlâ'nın:
"Ey imân edenler, kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infâk edin." (Bakara Sûresi, âyet: 267) Ve :
"Biçildiği günde hakkını (sadakasını) verin." (Enâm Sûresi, âyet: 141) kavl-i kerîmleri ve Peygamber Efendimizin :
"Yağmurun suladığı herşeyde öşür vardır, kova veya dolapla sulananlarda ise öşrün yarısı vardır." hadîs-i şerifi umumi olduğu içindir, öşür, arazinin kendisine değil çıkan mahsulatından vâcibtir, demişlerdir. Şübhe yok ki, hükümdardan satın alınan yerde, öşrün vücubunun sebebi olan mahsul verecek kabiliyette arazi mevcuddur. öşrün vücubunun şartı olan araziden çıkan mahsule mâlik olmak da mevcuddur. "Bu araziye öşür yoktur." diyebilmek ipin hususi delile ve açık nakle ihtiyaç vardır. Arazi ile ilgili haracın düşmesinden, araziden çıkan mahsul ile ilgili öşrün düşmesi de lâzım gelmez. Bedayi.
"Fukâhâ ilh..." Hidâye'de ve diğer mu'teber fıkıh kitablarında Şam arazisi ile Mısır arazisinin haraciyye olduğu açıklanmıştır. Velhâsıl bu arazilerin haraciyye olduğunda ittifak vardır. Fakat Mısır'ın harb yoluyla mı yoksa sulh yoluyla mı alınmış olduğu hususunda fukâhâ arasında ihtilâf vardır.
"Zamanımızda Mısır arazisinden alınan meblağ ücrettir, haraç değildir ilh..." Keza Şam arazisi de böyledir. Dürr-i Müntekâ'da zikredilmiştir ki, hükümdar Mısır arazisini kiraya verip bütün ücretini beytülmâl için alır. Nitekim bir hane beytülmâle kaldığı zaman hükümdar muhayyer olup dilerse haneyi kiraya verip kirasını alır, dilerse haneyi satıp parasını beytülmâle koyar. Buna göre Mısır ve Şam arazisinin kendi mâliki tarafından yahut hükümdar tarafından satılması sahihtir. Mâliki tarafından satılırsa, arazi yine haraciye olur. Hükümdar tarafından "satılırsa bakılır: Eğer mâliki ekip biçmekten âciz olduğu için satılmış ise yine arazi haraciye olur. Mâliki ölmüş olduğu için satılmış ise -yukarıda geçtiği üzere- beytülmâla kalmış olduğundan araziden haraç düşmüş olur. Hükümdar böyle bir araziyi sattığı takdirde satın alan üzerine haraç vâcib olmaz. Satın alan ister bu araziyi vakfetsin, isterse kendisine mülk olarak bıraksın.
Ben derim ki: Bu, üçüncü nevi arazidir. Yani bu nevi arazi, öşriye ve haraciye değildir. Buna "memleket arazisi" denilir. Bu, ya asıl mâlikleri vârissiz olarak ölüp beytülmâle kalmış veya harb yoluyla alınıp kıyamete kadar müslümanlar için bırakılmış olan topraklardır. Tatarhâniyye'de "memleket arazisi"nin hükmü şöyle beyan edilmiştir: Hükümdar bu araziyi iki yoldan biriyle çiftçilere verir. Ya ekip biçme hususunda çiftçileri mülk sahihleri yerine koyup onlardan haraç alır veya araziyi haraç mikdarıyla onlara kiraya verir. Bu araziden alman kira hükümdar hakkında haraç yerine geçer. Bu alınan kira para olarsa vazife haracı olur. Araziden çıkanın bir kısmı alınırsa mukâseme haracı olur. Bu araziden alınan kira kiracı hakkında ücret olup öşür ve haraç değildir.
Memleket arazisinde öşür ve haraç lâzım olmayınca, bu araziden alınan yalnız ücret olmuş olur.
Ben derim ki: Buna göre memleket arazisini ekip biçen çiftçiler üzerine öşür veya haraç lâzım gelmez. Şu kadar var ki, İmameyn'in kavline göre öşür kiracı üzerine lâzımdır. Ancak bu araziden alınan ücret her bakımdan ücret değildir. Hükümdar hakkında bu ücret haraç yerine geçer. Haraç ile öşür ise bir arazide toplanmaz. Teemmül et. Sonra, Hayriyye'de: "Vakıf arazisini ekip biçen çiftçi hisse ile çatıştığı için kiracı gibi olup kendisine haraç lâzım gelmez." diye zikredilmiş olduğunu gördüm.
İs'af'da zikredilmiştir ki, Mütevelli vakıf araziyi müzâraa (çıkan mahsulün bir kısmını işleyen almak şartıyla yeri ekmek için yapılan akid'dir) olarak verse, haraç veya öşür vakıf ehlinin hissesinden lâzım gelir. Çünkü müzâraa mânâ bakımından kiradır.
"Arazi beytülmâl için olup çiftçilere müzâraa olarak verildiği takdirde onlardan alman kira bedelidir, haraç değildir." diye hüküm verilir. Nitekim 'bunu Kemdi ve diğer fakihler açık olarak beyan etmişlerdir. Çiftçilerden çıkan mahsulün dörtte biri veya üçte biri kira bedeli olarak alındığı takdirde araziden çıkacak mahsulün bir kısmına arazinin kiraya verilmesinin fâsid olması lâzım gelir. Çünkü araziden ne kadar mahsul çıkacağı bilinmemektedir. Burada "Arazinin bu seklide kiraya verilmesinin caiz olmasının sebebi nedir?" diye sorulursa, Dürr-i Müntekâ'da buna "Alınan kira bedeli hükümdar hakkında haraç yerine geçmektedir. Kiracılar hakkında da hakikaten ve hükmen haraç sahih olmadığı için zaruri olarak kira bedeli ücret yerine geçmektedir." diye cevap verilmiştir.
Ben derim ki: Hayriyye de geçtiği üzere bunu hakiki kira değil de, kira mânâsında müzâraa demek mümkündür. Bundan dolayı Fetih'de zikredilmiştir ki, memleket arazisinden alınan kira bedelidir. Bundan sonra bilmiş ol ki, "Memleket arazisi" denilen beytülmâl arazisi elinde bulunanlar, bu arazinin vergisini verdikleri müddetçe ellerinden alınmaz, kendileri öldüğü zaman miras olarak çocuklarına geçmez, bu araziyi satmaları sahih olmaz. Fakat Osmanlı devletinde resmî hüküm şöyledir: Bir kimse ölüp oğlu bulunursa, arazi meccanen oğluna geçer. Oğlu bulunmazsa beytülmâla kalır. Ölen kimsenin kızı veya baba bir kardeşi bulunup araziyi isterlerse, arazi kendilerine fâsid kira ile verilir.
Araziyi tasarrufunda bulunduran kimse, arazinin durumuna göre araziyi üç veya daha fazla sene boş bırakırsa, arazi kendisinden alınıpbaşkasına verilir. Arazi elinde bulunan kimselerden hiç birisi sultanın veya naibinin izni olmaksızın başkasına devretmesi sahih değildir. Nitekim Mültekâ şerhinde de böyle zikredilmiştir.
"Bu arazi ekip biçenlerin mülkü olmayıp ilh..." Ben derim ki: Şam arazisi ekip biçenlerin mülkü olup olmadığı bizim için malum değildir. Vakıf köyler ile vakıf arazinin ve beytülmâla aid bulunan arazinin ekip biçenlerin mülkü olmadığı malumdur. Bunlardan başka arazilerin nesilden nesile miras olarak geçtikleri ve satıldıkları görülmektedir.'
Fetâvay-i Hayriyye'nin şüf'a bahsinde zikredilmiştir ki; "Birkaç kardeşin ağaçlık arazisi bulunup başka bir kimsenin de bu araziye komşu olan ağaçlık bir arazisi bulunursa, bu iki arazinin yolları bir olup o kimsenin arazisi haraciye olursa, arazisini satmak istediğinde kardeşler bu araziyi şüf'a hakkıyla alabilirler mi, yani arazinin haraciye olması şüf'a hakkına mâni olur mu?" diye sorulmuş, "Arazinin haraciye olması şüf'a hakkına mâni değildir. Çünkü arazinin haraciye olması araziye mâlik olmaya münâfî değildir." diye cevap verilmiştir.
Tatarhâniyye'de ve diğer mu'teber fıkıh kitablarında zikredilmiştir ki; haraç arazisi sahibinin mülküdür, öşür arazisi de sahibinin mülküdür. Bu arazilerin satılmaları, vakfedilmeleri caiz olur ve diğer mülkler gibi vârislere miras olarak kalır. Bu arazilerde şüf'a hakkı sabit olur. ama hükümdar beytülmâla tahsis etmiş olduğu araziyi halka müzâraa olarak verse, bu arazi satılmaz ve bunda şüf'a hakkı da yoktur.
Elinde arazi bulunan kimse araziye satın alma yahut kendisine miras kalma yahut mülk sebeblerinden herhangi bir sebeb ile mâlik olduğunu ve arazinin haracını verdiğini iddia etse, sözü kabul edilir. Başka bir şahıs da arazinin kendi mülkü olduğunu dâva etse, kendisinden sâhid istenir. Eğer şer'î cihetten şâhidle dâvasını isbat ederse, arazi birinci kimseden alınıp bu sahsa teslim edilir. Bu, memleketimizde çok vâki olduğundan dolayı milletin hakkını korumak için her zaman kendisine muhtaç olunan şeriatın hükmünü açıkladım, işin hakikatini Allah-ü Teâlâ bilir.
Fetâvay-ı Hayriyye'de zikredilen fıkıh kaideleri üzerine cari gazel bir söz olduğu bilenler için gizli değildir. Şöyle ki: fukâha "Bir arazinin bir kimsenin elinde olup, onda tasarrufda bulunması arazinin kendisinin mülkü olduğunu gösteren en kuvvetli delillerdendir. Bundan dolayı "bu arazi bu kimsenin mülküdür" diye şâhidlik yapmak şahindir." demişlerdir.
İmam Ebû Yusuf'un harac risalesinde zikredilmiştir ki, haraç veya harb ehlinden herhangi bir kavim helak olup onlardan hiçbir kimse kalmayıp arazileri boş kalsa, kimin elinde olduğu bilinmeyip hiçbir kimse bu arazi hakkında dâvada bulunmasa, bir kimse bu araziyi alıp ekip, biçip veya üzerinde ağaç yetiştirip haracını veya öşrünü verse, arazi kendisinin olur. Bu beyan edilen arazi sahibsiz ve boş arazidir. Hükümdarın herhangi bir kimsenin elinde bulunan arazisini alma hakkı yoktur. Meğerki bilinen sabit bir hak ile alınmış olsun, İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'a göre; Irak, Şam ve Mısır arazileri, harb yoluyla alınıp mağlûb olan ahalisine bırakılmış olduğu için haraciyyedir.
Es-Siyerü'l-Kebîr şerhinde zikredilmiştir ki; bir kavim kendi arazileri üzerine -meselâ Şam arazisi gibi gerek şehirleri gerekse köyleri olsun- müslümanlarla sulh oldukları takdirde müslümanların bunların hanelerinden veya arazilerinden herhangi bir yeri almaları veya onların yerlerinde konaklamaları caiz değildir. Çünkü onlar ahid ve sulh ehildir. Bu araziler ahalisinin mülküdür. "Eski ahalisinin hepsi varissiz olarak ölmüş ve bu araziler beytülmâla kalmıştır." demek ihtimal ile verilen bir hükümdür, ihtimal ile nasıl hüküm verilebilir? Çünkü ihtimal sabit olan mülkü nefyedemez.
Metinde, Hidâye'ye tâbi olarak "Irak arazisi ahalisinin mülkü olup, bunu satmaları ve her türlü tasarrufda bulunmaları caizdir. Mısır ile Şam arazisi de Irak arazisi hükmündedir." diye açıklanmıştır. Bu, biz Hanefilerin mezhebine göre açıktır. "Bu araziler müslümanlara vakfedilmiştir." diyen zâta göre de acıktır, İmam-ı Sübkî: " Şam ve Mısır arazileri ya vakıf veya mülk cihetinden ellerinde bulunan müslümanların olmasında şübhe yoktur. Çünkü bir kimsenin elinde bir şey bulunup kendisine o şeyin kimden kaldığını bilmese, o şey kendinin olur O şeyin kimden kaldığına dâir kendisinden şâhid istenmez.
Bir kimsenin elinde veya mülkünde bir yer bulunsa, "Yâ ihya (hükümdarın izniyle boş ve sahibsiz bir araziyi ekip biçme) veya şer'an sahih bir yoldan elde etmiştir." diye hüküm verilir, demiştir.
İbn-i Hacer-i Mekki, Fetâvâ'sında Sübkî'nin sözünü naklettikten sonra, bu söz bizim "Mülk ve vakıf sahiblerinin arazileri olduğu gibi ellerinde bırakılır. Arazinin aslının beytülmâlin mülkü veya müslümanlara vakfedilmiş olması bize zarar vermez." diye hükmetmemiz hususunda acıktır. Çünkü vakıf veya mülk olduğu bilinmeyen bir arazinin hükümdarın izniyle boş ve sahibsiz bir yerden ihya edilmiş olması muhtemeldir. Beytülmâldan alınmış olduğunu farzetsek uzun zaman bu kimselerin ellerinde bulunup mâliklerin mülklerinde tasarruf ettikleri gibi tasarruf etmeleri bu arazinin bu kimselerin ellerinden alınamıyacağına kesin ve acık bir karinedir." demiştir.
Sübkî; "Beyyine (delil, şâhid) ile değil de istishâb (geçmişte sabit olan bir şeyin şimdi de sabit ve bakî olduğunu söylemek) ile arazi elinde bulunan kimsenin elinden alınır, diye hüküm verilecek olsa, zalimlerin insanların ellerinde bulunan arazilerin üzerine musallat edilmesi lâzım gelir." demiştir.
İbn-i Hacer uzun uzadıya izanda bulunduktan sonra şöyle devam ediyor; Mısır ve Şam arazisi kendilerine nereden intikal ettiği bilinmeyen kimselerin ellerinden alınmaz. Çünkü imamların "Küfür için yapılmış kiliseler bir sahraya yapılmış olup, sonra şehrin kiliselere kadar genişlemiş olması ihtimali ile amel ederek kiliseler yıkılmayıp olduktan gibi bırakılır" demeleri caiz olursa, "Ellerinde arazi bulunan kimselerin bu araziyi ya sahibsiz bir yerden ihya etmiş olmaları veya şer'an sahih bir yoldan kendilerine intikal etmiş olması ihtimalinden dolayı arazi ellerinden alınmaz." demeleri evleviyetle caizdir.
Mısır harb yoluyla alındığı için beytülmâla aiddir, bu arazinin vakfedilmesi sahih olmaz; diyerek vakıf olsun veya olmasın bütün Mısır topraklarını beytülmâl namına almak isteyen kimseyi İbn-i Hacer güzel bir şekilde reddetmiştir.
İbn-i Hacer'in karşı çıktığı bu zalim hükümdardan önce, bir hükümdar aynı hükmü yani Mısır harb yoluyla alınmış olduğu için beytülmâle aiddir diyerek gayr-i menkûl malı bulunan herkesin elinde bulunan malların kendisinin mülkü olduğuna dâir senet getirmesini, aksi takdirde topraklarını ellerinden alacağını ilân etti. Bunun üzerine Şeyhülİslâm İmam-ı Nevevî "Hükümdara bunun cehalet ve inattık olduğunu, bunun İslâm âlimlerinden hiçbir âlime göre helâl olmadığını, bir kimsenin elinde bulunan şeyin kendisinin mülkü olduğunu, hiç bir şahsın onun mülküne dokunamayacağını, bir kimseye elinde bulunan şeyin kendisine aid olduğuna dâir şâhidle isbat et. diye teklif edilemeyeceğini" bildirdi. Nevevî hükümdarı bu fikrinden vazgeçirinceye kadar ona va'z ve nasihatte bulunmaya devam etti.
Dört mezhebten herbirine bağlı olan bütün âlimler İmam-ı Nevevî'nin incelemesini ye üstünlüğünü itiraf ederek onun naklini ulemanın icmâi nakli gibi kabul etmiş ve "bir kimsenin elinde bulunan şeyin kendisinin mülkü olduğuna dâir senet istenmeyeceği" hususunda ittifak etmişlerdir.
Ben derim ki: Sübkî, İbn-i Hacer ve Nevevî gibi âlimlerin mezhebine göre Mısır ile Şam arazisinin aslı ya müslümanlara vakfedilmiş veya beytülmâla aiddir. Bununla beraber bu âlimler: "Bir kimse bir arazinin kendi mülkü olduğunu iddia ettiği takdirde kendisinin olduğuna dâir senet istenmez. Çünkü kendisine şer'an sahih bir yoldan intikal etmiş olması ihtimali vardır." demişlerdir.
Biz Hanefilere göre; Mısır ile Şam arazileri mağlûb edilen ahalisine bırakılmıştır. O halde nasıl olur da "Eski mâliklerinin zamanla varissiz olarak ölmeleri ihtimalinden dolayı bu araziler beytülmâla kalmış olup elinde bulunanların mülkü değildir." denilebilir? Şayet "Bu araziler ellerinde bulunanların mülkü değildir." denilecek olsa, bu takdirde vakıfların ve mirasların bâtıl olması ve uzun zamandan beri ellerinde bulunan kimselerin arazilerinin üzerine zalim hükümdarların mücadelesiz musallat edilmesi lâzım gelir.
Bir arazinin üzerine öşür veya haraç konulması arazinin mülkiyetine münafi değildir. Nitekim yukarıda geçmiştir. Musannifin ve diğer fukahânın kavline göre, Irak arazisi haraciyedir, ahalisinin mülküdür. Eski ahalisinin varissiz olarak ölme ihtimali, mülkü isbat eden eli ibtal etme hususunda delil olamaz. Çünkü delilden meydana gelmeyen ihtimal, kesin olarak sabit olan şeye karşı gelemez. Arazilerde asıl olan mülkiyetin devam etmesidir. Arazinin elde bulunması araziye mâlik olmanın en kuvvetli delilidir.
Velhâsıl: Şam, Mısır ve bunlar gibi olan memleketlerin arazisinden serî bir yol ile beytülmâle aid olduğu bilinen toprakların hükmünü sarih Fetih'den naklen zikretmiştir. Bunlardan beytülmâle aid olduğu bilinmeyen topraklar ise sahiblerinin mülküdür. Bunlardan alınan haraçtır, ücret değildir. Çünkü bu memleketlerin arazileri asılda haraciyedir. Bu izahı ganimet bil. Çünkü bu, bilinmesi gerekli bir hakikattir. Bu bahse temas eden bir kimseyi görmediğim için sözü uzattım. Bu bahiste diğerleri muhakkik Kemâl'e tâbi olmuşlardır. Hak, kendisine uyulmaya daha lâyıktır. Galiba Kemâl'in ve ona tâbi olanların maksadları beytülmâla aid olduğu bilinen arazidir. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.
"Buna göre ilh..." Yani arazinin beytülmâla aid olduğuna göre hükümdarın bu araziden herhangi bir yeri satması sahih değildir.
"Beytülmâla vekil tâyin ettiği zâttan satın alması sahih değildir ilh..."
Çünkü hükümdar yetimin vasisi gibidir. Yetimin vasisinin yetimin malını satın alması sahih değildir. Bundan dolayı "Hükümdar beytülmâl vekilinden satın alamaz." diye kayıdlanmıştır.
Hâniyye ile Hülâsa'da zikredilmiştir ki; hükümdar beytülmâla aid olan herhangi bir şeyi almak istediği takdirde o şeyi başkasına satar, sonra satın alan kimseden satın alır.
Tecnis'de zikredilmiştir ki; hükümdar beytülmâla aid olan herhangi bir şeyi kendisi için almak istediği takdirde bir kimseye o şeyi bir şahsa satmasını, sonra satın alan kimseden kendi namına almasını emreder. Bu töhmetten daha uzaktır.
"Zaruretten dolayı satması caizdir ilh..." Yani beytülmâlın ihtiyacına göre beytülmâla aid olan herhangi bir şeyi hükümdarın satması câizdir. Bahır sahibi: "Hükümdarın mutlak surette beytülmâla aid olan herhangi bir şeyi satması hükümdarın umum velayeti bulunduğu için müslümanların menfaatları hususunda dilediği gibi tasarrufta bulunması caizdir." demiştir.
"Çocuğun yedi yerde akarının ilh..." Yani vasinin yedi yerde baliğ olmayan çocuğun akar (gayr-ı menkûl mal) mı başkasına kıymetinin iki katıyla satması caizdir.
1 - Çocuğun nafakası için.
2 - Ölünün borcu için.
3 - Yerine getirilmesi ancak akardan olan vasiyet-i mürselesi (vasiyet edilen şeyin mikdarı malûm olup da üçte bir, dörtte bir gibi bir kesir ile kayıdlanmış olmayan vasiyettir. Bir kimseye meselâ otuz bin lira vasiyet edilmesi gibi) için.
4 - Geliri masrafını karşılamadığı için.
5 - Harab olma korkusu için.
6 - Noksan olma korkusu için.
7 - Zorbanın elinde bulunduğu için.
Bu suretlerde yetimin akarının satılması caizdir. H.
"Ariyet gibidir ilh..." Yani elinde Şam arazisi bulunan kimseler mülk sahihleri gibi alma - satma tasarrufunda bulunamazlar. Hükümdarın kendisine arazi verdiği kimsenin o araziyi icareye vermesi caizdir.
"Alış-verişin sahih olmasıyla ilh..." Bu ifadelerin hepsi Nehir sahibinindir. Ama asılları Bahir sahibine aiddir.
Velhâsıl: Bir kimse beytülmâla aid olan bir araziyi satın alsa - her ne kadar satın alırken o yerin beytülmâla aid olduğunu bilmese bile - alım-satımın sahih olduğuna hamledilerek o araziye mâlik olur. Bu arazi üzerine haraç yoktur. Çünkü bu arazinin eski sahibleri varissiz olarak ölmüş olup, arazi beytülmâla kalmış olduğundan üzerine haraç vâcib olacak kimse bulunmadığı için haraç düşmüştür. Hükümdar, bu araziyi sattığı takdirde arazinin bedelini almış olacağı için satın alan kimse üzerine haraç vâcib değildir. Yukarda geçtiği üzere öşür de vâcib değildir. Satın almakla bu araziye mâlik olunca araziyi vakfetmesi sahih olur. Vakıf şartlarına riayet edilir.
Tuhfetü'l-Marziyye'de zikredilmiştir ki; gerek sultan, gerek kumandan ve gerekse bunlardan başkası vakfetmiş olsun vakfın şartlarına riayet edilir.
Eşbâh Haşiyesinde zikredilmiştir ki; Ebussûud: "Hükümdar ve ümerânın vakıf şartlarına riayet edilmez. Çünkü bu vakıflar beytülmâldan veya beytulmâla katacak mallardandır. Bunların şartlarına riayet edilmeyince vakıfnamede olmayan fakat beytülmâlın sarfedileceği yerlerden olmak üzere vazife (şahıslara hizmetleri karşılığı olarak vakfın gelirinden verilen ücret) veya müretteb (şahıslara ilmi, salâhı veya fakirliklerinden dolayı bir hizmet mukabili olmayarak vakfın gelirinden verilen şeydir ki, buna örfde (zevaid) denir) ihdas edilmesi caizdir." demiştir.
Ebussûud, hükümdarların vakıflarının hallerini bildirmiştir.
Sarih, Mebsûd'dan naklen vakıf bahsinde zikredecektir ki; vakıf cihetlerinin ekserisi köyler ve mezraalar (tarlalar) olduğu takdirde hükümdarın vakfın şartına muhalefet etmesi caizdir. Çünkü bu yerlerin aslı beytulmala aiddir. Yani bu yerlerin beytulmala aid olup vakfedenin buna mâlik olduğu bilinmediği takdirde bu, hakikaten vakıf olmayıp irsâd (tahsisat kabilinden) olarak caizdir. Nitekim hükümdar beytulmala aid araziden bir parçayı beytülmâlda hak sahibi olanların haklarını elde etmeye yardımcı olmak üzere meselâ âlimler ve talebelere vakfetse tahsisat kabilinden olarak caiz olur. Buna "vakf-ı ırsâdî" denilir. Bundan dolayı Mısır Sultanı Berkûk (? - 1398) vakıfların beytülmâldan alınmış olduğunu ileri sürerek vakıfları bozmak istemiş ve bunun için bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda Sıracûddin Bülkînî, Burhan b. Cemâa ve Hidâye sarihi Ekmelûddin hazır bulunmuşlar.
Bülkânî: "Âlimlere ve talebelere yapılan vakıflar katiyen bozulamaz. Çünkü onların beytulmala ayrılan beşte birde bundan daha çok hakları vardır." demiştir. Orada bulunanlar bunu kabul etmişlerdir. Nitekim bunu Suyûtî "En-Naklülmestûr fi-cevâz-i kabz-ı malûmi'l-vezâif bilâ huzur" isimli eserinde zikretmiştir. Sonra bunun benzerini Mültekâ şerhinde de gördüm. Bundan açık olarak anlaşılmaktadır ki; sultanların beytülmâldan yaptıkları vakıflar, hakiki Vakıf olmayıp irsâddır. Beytülmâldan yapılan vakıflar beytülmâlın sarfedileceği yerlerden olan bir cihete yapılmış İse bozulmaz. Ama sultan, çocuklarına, âzâdlılarına vakfetmiş ise bozulur. Sultanların yaptıkları vakıflar irsâd olunca vakfın şartlarına riayet edilmesi lâzım gelmez. Çünkü bu vakıflar sahih bir vakıf değildir. Vakfın sahih olabilmesi için vakfedilen malın vakfedenin mülkü olması şarttır. Sultan, beytülmâldan bir yeri satın almadan ona mâlik olamaz. Buna Ekmelûddin muvafakat etmiştir. Bu, Mebsûd'dan ve Ebussûud'dan nakledilene de muvafıktır.
Şarih, Nehir'den naklen vakıf bahsinde zikredecektir ki; İktâât (hükümdar tarafından bağışlanan topraklar) in vakfedilmesi, ancak bu topraklar mevad (sahibsiz) araziden veya hükümdarın kendi mülkü olup bir kimseye vermiş olduğu topraklardan olduğu takdirde caizdir. Bu, Allâme Kâsım'dan Et - Tûhfetü'l-Marziyye'de: "Sultanın beytülmâla aid bir araziyi vakfetmesi şahindir." diye zikredilene muhaliftir.
Ben derim ki: Galiba "Allâme Kasım bu beytülmâla aid olan arazi bütün müslümanların menfaati için vakfedildiği takdirde lâzım olup bozulmaz,"' demek istemiştir. Nitekim Kâdîhân'dan naklen Tarsûsî: "Sultan beytülmâla aid bir araziyi bütün müslümanların menfaati için vakfetse, caiz olur." diye nakletmiştir.
İbn-i Vehbân: "Hükümdar şer'an sarfedilecek yere, bir araziyi vakfettiği takdirde zalim hükümdarların o arazinin gelirini sarfedilmeyecek yere sarfetmelerini önlemiş olur." demiştir. Yani, vakfın geliri ebedî olarak müslümanların menfaati için hükümdarın tâyin ettiği cihete sarfedilir. Yukarıda gecen "irsâd"ın mânâsı da budur, işin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.
METİN
Bir zimmî, müslüman hükümdarın izniyle sahibsiz bir yeri ihya, yani ekse biçse yahut yukarıda geçtiği üzere ya müslümanlarla birlikte harbettiği veya yol gösterdiği için kendisine ganimetten yer verilse, bu yer haraciye olur. Çünkü bu ilk defa kâfir üzerine konulmaktadır. Kâfirin haline lâyık olan haracdır.
Bir müslüman, hükümdarın izniyle sahibsiz olan bir yeri ihya ederse, "bir şeye yakın olana o şeyin hükmü verilir" mânâsı gereğince yakınındaki haraciye olursa o da haraciye, öşriye olursa o da öşriye olur. Bu, İmam Ebû Yusuf'un kavlidir.
Bu yerin öşriye veya haraciye olmasında karayı sulayan suyuna itibar edilir. Öşür suyu ile sulanırsa ondan öşür, haraç suyu ile sulanırsa haraç alınır. Çünkü mahsulün yetişmesi suya bağlıdır. Ancak kâfirin sahibsiz yerden ihya ettiği yer, öşür suyu ile sulansa bile haraç alınır. Çünkü kâfirin üzerine ilk defa öşür konulamaz. Bu, İmam Muhammed'in kavildir.
Haraç (arazi vergisi) iki nevidir:
1 - Mukâseme haracıdır ki. araziden çıkan mahsulün beşte biri veya onda biri mikdarındaki vâcib olan vergidir. Bu haraç araziden çıkan mahsule bağlıdır.
2 - Vazife haracıdır ki, araziden faydalanma imkânına bağlı olarak zimmette vâcib olan vergidir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) Irak topraklarına sulanan yerlerde dönüm (her bir zirâi yedi kabza: 28 parmak olan Kisra zirâiyle uzunluğu ve eni altmış zira yer) başına buğday veya arpadan bir sâ ile bir dirhem para vergi koymuştur. Bazı fukahâ: "Dönümde muteber olan her beldenin örf ve âdetidir," demişlerdir. Mısır'da dönüm "Feddan" İle takdir edilmiştir. Fetih, Muteber olan birinci kavildir. Bahır.
Ratbenin dönümü başına beş dirhem, birbirine bitişik üzüm bağları ile hurma bahçelerinin her dönümü başına on dirhem haraç vardır. Hububat ratbe, üzüm, hurmadan başka ve kendisine Hz. Ömer (R.A.) tarafından haraç konulmamış olan zâferan ekilen ve etrafı duvarlarla çevrili bahçelerin içindeki ağaçları seyrek olup, altlarının ekilmesi mümkün olan yerlerden verimine göre haraç alınır. Yerin verimine göre en fazla yansı alınabilir. Çünkü yarısını almak insafın ta kendisidir. Binaenaleyh sahih olan- kavle göre her ne kadar yer verimli olsa bile bu gibi yerlerde çıkanın yarısı üzerine Hz. Ömer (RA)'in mukâseme ve vazife haracında koymuş olduğu mikdar üzerine haraç ziyade edilemez. Her tarafı duvarla çevrili bahçelerin içindeki ağaçlar sık olup ağaçların altını ekmek mümkün olmazsa bu yerler bağ sayılır. Eğer arazinin kendisine konulmuş olan vazife haracının iki katı mahsul vermeye tahammülü olmazsa vâcib olarak, iki. katı mahsul vermeye tahammülü olursa, caiz olarak mahsulünün yansına kadar haraç indirilir.
Mukâseme haracı, çıkan mahsulün yarısı üzerine ziyade ve beşte birinden noksan edilemez. Haddâdî. Yine Haddâdî'de zikredilmiştir ki; bir kimse, haracı olan araziye bağ veya meyve fidanı dikse, o bağ veya bahçe meyvesini verinceye kadar o araziye hububat haracı yani bir sâ', zahire ile bir dirhem para lâzım gelir,
Keza bir bağ sökülüp yerine hububat ekilse, o yere devamlı olarak bağ haracı lâzım olur.
Haracı olan araziye dikilmiş olan bağ veya meyve fidanı meyvesini vermeye başlayınca o bağ veya bahçenin verimine göre haraç konulur. Fakat bu haraç on dirhem üzerine ziyade edilmez. Eskiden her dönüm başına konulmuş olan bir sâ, zahîre ile bir dirhem paradan da noksan edilmez.
Ağaçlık bir yerin ağaçlarının altının ekilmesi mümkün olursa böyle bir yere "bahçe", ekilmesi mümkün olmazsa böyle yere "bağ" denir. Su bendi ve arkı üzerine dikilmiş olan ağaçlardan çıkan meyvalardan öşür ve haraç alınmaz. Burada Haddâdî'nin nakli son buldu.
Hâniyye'nin zekât bahsinde zikredilmiştir ki; bir kavm, içinde bağ ve arazi bulunan bir çiftlik satın almak isteyip bunlardan bir kısmı bağları, diğer kısmı da araziyi satın alıp aralarında haracın taksimini isteseler, bağlar ile araziden her birinin haraçları bilinirse, satın almadan önce olduğu gibi bağlara bağ, araziye arazi haracı konulur. Şayet her birinin satın alınmadan önceki haraçları bilinmeyip hepsinin birden haracı alınıyorsa, bu takdirde bağ olarak bilinen yere bağ, arazi olarak bilinen yere arazi haracı hisseler mikdarınca konulup taksim edilir.
Bir köyün haraçları farklı olup köy halkından haracı çok olanlar diğerleri ile aralarında haracın müsavi olmasını isteseler, haracın ilk defa müsavi olarak konulup konulmadığı bilinmezse, olduğu hal üzere bırakılır.
İZAH
"Bu verin öşriye veya haraciye olmasında kendisini sulayan suyuna itibar edilir ilh..." Musannıf burada Dürer sahibine tâbi olmuştur. Bu, Hidâye, Tebyîn, Kâfî ve diğer fıkıh kitablarında zikredilene muhaliftir. Çünkü suya itibar edilmesi, bir müslüman hanesini bahçe yaptığı takdirdedir.
Kâfî'de zikredilmiştir ki; öşriye veya haraciye olduğuna dair delil bulunmayan bir yerin öşriye veya haraciye olmasında kendisini sulayan suyuna itibar edilir. Eğer kuyu veya kaynak suyu ile sulanırsa öşriye, arab olmayanların ırmaklarının suyuyla sulanırsa haraciye olur. Bazen haraciye bazen öşriye suyu ile sulanırsa, müslümanın haline lâyık olan öşriye olmasıdır.
Arab arazisi gibi öşriye veya Irak arazisi gibi haraciye olduğuna dâir delil bulunursa, bu yerlerde suya itibar edilmez.
Vehâsıl: Bir memleket harb yoluyla alınıp toprakları kendi ahalisine bırakıldığı takdirde her ne kadar yağmur suyu ile sulansa bile bu topraklardan yalnız haraç alınır. Harb yoluyla alınan bu topraklar müslümanlar arasında taksim edilirse, her ne kadar ırmak suyu ile sulansa bile bu topraklardan öşür alınır.
Bir müslüman, hükümdarın izniyle sahibsiz bir yeri işleyip tarla yapsa, ırmak suyu ile sulanırsa haraciye, yağmur ve kaynak sularıyla sulanırsa öşriye olur. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'in kavlidir. İmam Ebû Yusuf'a göre bu tarla haraciye arazisine yakın ise haraciye, öşriye arazisine yakın ise öşriye olur. Fetih.
"Öşür suyu ile sulanırsa ilh..." Yani yağmur, kuyu, kaynak sulan ile hiç bir kimsenin velayeti altında olmayan deniz suları öşür suyudur. Acem (arabolmayan) ırmaklarının Seyhun, Ceyhun, Dicle ve Fırat'ın suları haraç suyudur.
Velhâsıl, kâfirlerin elinden harb yoluyla alınan sular, haraç sularıdır. Bu suların dışında kalan sular öşür sularıdır. Bu bahsin tamamı öşür bâbında geçmiştir.
"Mükâseme haracıdır ki ilh..." Yani mukâseme haracı da vazife haracı gibi ilk defa kâfirler üzerine konulan haracdır. Bir memleket harb yoluyla alınıp topraklan ahalisine bırakıldığı takdirde toprakları üzerine mukâseme veya vazife haracı konulur. Ama bu topraklar mücahidler arasında taksim edilirse, öşür konulur.
"Fetâvây-i Hayriyye" de zikredilmiştir ki; mukâseme haracı; sarfedileceği yer bakımından vazife haracı gibi, araziden çıkan mahsulden alınma bakımından öşür gibidir. Mukâseme haracında yoncalık, tarla, bağ ve hurma bahçesi arasında fark yoktur. Toprağın verimine göre mahsulün yarısı yahut üçte biri yahut dörtte biri yahut beşte biri haraç olarak alınır. Mukâseme haracı öşür gibi araziden çıkan mahsule bağlıdır. Bundan dolayı araziden bir sene içinde kaç defa mahsul çıkarılırsa, her defasında haraç alınır. Mukâseme haracı, sarfedileceği yer bakımından öşürden ayrılır.
Kendisinden öşür veya öşrün yarısı alınan her şeyden mukâseme haracı alınır
Öşür hakkında beyan edilen hükümler uygunluk ve ayrılık bakımından mukâseme haracında da geçerlidir. Mukâseme haracının mikdarı, hükümdarın reyine bırakılmıştır.
"Vazife haracıdır ki ilh..." Bu haracda, senelik belirli bir mikdarın beytülmâl adına alınması asıldır. Bu haraç zimmete teallûk eder ve araziden bizzat faydalanmaya bağlı olmayıp faydalanma imkânına bağlıdır. Bu itibarla böyle bir araziyi sahibi kasden boş bırakacak olsa, haracını yine vermesi vâcibdir.
"Kisra zirâiyle ilh..." Bu ifade âmme zirâinden ihtirazdır. Amme zirâi altı kabza (24 parmak) dır.
"Feddan ilh..." Feddan asılda çift âleti ve ekmede kullanılan bir çift öküz demektir. Cem'i: fedâdîn'dir. Feddan: Bir çift öküz ile sürülüp ekilebilen yerdir. Burada "yer" murad edilmiştir.
Feddan: Şam örfünde "Rumâni" ve "Hattatı" olmak üzere iki kısım olup çiftçilere e mikdarı bilinen bir dönümlük yerdir.
"Bir sâ ilh..." Bu sâ Hz. Ömer (RA)'den gelen Hâşimi ölçeğidir ki, sekiz rıtl: Dört batman: 3,380 kg. dır. Bu, Resûlullah (S.A.V.)'ın sâıdır. Haccac'a nisbet edilip "Haccac sâı" denilir. Çünkü ortadan kalktıktan sonra Haccac tarafından tekrar meydana çıkarılmıştır.
"Dönüm başına buğday veya arpadan ilh..." Yani haraç sahibi, dönüm başına bir sâı buğdaydan veya arpadan verme hususunda muhayyerdir. Fetâvây-i Kâdîhân. Sahih olan kavle göre; tarlaya ekilen arpa ise arpadan, buğday ise buğdaydan bir sâ alınır. Tarlayı boş bıraktığı takdirde hükümdar muhayyer olup bir sâı dilerse buğdaydan, dilerse arpadan alır.
"Ratbenin dönümü başına ilh..." Ratbe. Yonca, kavun, karpuz, hıyar, patlıcan ve pırasa gibi şeylerdir. Bunların her dönümünden beş dirhem haraç alınır.
"Etrafı duvarlarla çevrili bahçe ilh..." Bağ ile bahçe arasındaki fark: Ağaçları sık olan yere "bağ", ağaçlan seyrek olan yere "bahçe" denilir.
Hükümdarın vazife haracını mukâseme haracına, mukâseme haracını da vazife haracına çevirmesi caiz değildir. Çünkü bunda ahdi bozmak vardır, ahdi bozmak ise haramdır.
"Bir bağ sökülüp yerine hububat «kilse, o yere devamlı olarak bağ haracı lâzım olur ilh..." Çünkü kıymet itibariyle üstün olan mahsulü elde etmeye kudreti varken kıymet itibariyle aşağı olan mahsulü elde etmeye meyil etmiştir.
Fetâvây-i Hindiyye'de zikredilmiştir ki; fukahâ: "Bir kimse arazisinde kıymetli mahsul yetiştirmeyi özürsüz olarak bırakıp onun yerine kıymeti düşük olan mahsul yetiştirse, kendisine kıymetli mahsulün haracı lâzım gelir. Meselâ zâferan yetişecek araziye zâferan ekmeyip hububat eken kimse üzerine zâferan haracı lâzımdır.
Kert bağını söküp yerine hububat eken kimse üzerine bağ haracı lâzımdır. Bu mesele öğrenilmeli, fakat zalimler, insanların mallarına tamah etmesinler diye bununla fetva verilmemelidir." demişlerdir.
METİN
Haraç arazisini su bassa yahut suyu kesilse yahut yangın veya şiddetli soğuk gibi semavi bir afet isabet etse. haraç alınmaz. Ancak seneden ikinci defa mahsul yetiştirecek kadar zaman kalırsa haraç alınır.
Eğer afet kendisinden korunulması mümkün olan fare, böcek, koyun, keçi, sığır, deve, at, katır, eşek, maymun veya yırtıcı hayvanların yemesi veya telef etmesi gibi semavi olmayan afet olursa yahut mahsul hasâddan sonra helak olursa, haraç alınır. Hasâddan önce helak olursa haraç alınmaz. Çıkan mahsulün bir kısmı helak olursa, çiftçinin sarfettiği masrafından bir mikdar şey artarsa, ondan yukarıda açıklandığı üzere her dönüm başına bir sâ zahîre ile bir dirhem para alınır. Musannıf bunu Sirâc'dan nakletmiştir. Bu bahsin tamamı Şürünbulâli'dedir
Keza kiralanan arazideki kiranın hükmü de böyledir.
Kendisine vazife haracı lâzım olan bir tarlayı sahibi boş bıraksa yahut sahibi müslüman olsa yahut bir müslüman bir zimmîden haraç arazisini satınalsa, bu suretlerin her birinde haraç vâcib olur.
Bir kimse, toprak sahibini toprağını ekmekten menetse yahut toprağın haracı mukâseme haracı olsa, toprak sahibinin toprağını boş bırakmasıyla kendisine bir şey vâcib olmaz.
Yukarıda geçtiği üzere Mısır arazisinden alınan; ücrettir, haraç değildir. Buna göre; Mısır arazisinde çiftçilerden ekmeseler bile "felâhat: Çiftçilik" adına vergi almak, onları yurtlarını mamur etmeleri ve arazilerini sürmeleri için muayyen yerde oturmaya cebretmek şübhesiz haramdır. Nehir.
Bunun gibi Bahır'a nisbet edilerek Şurünbulâli'de zikredilmiştir ki; Bahir sahibi: "Yukarıda geçtiği üzere Mısır şimdi haraciye değildir. Bilâkis kendindeki müzâraa ücretledir. Artık arazisini şeriat yoluyla kiralamayan ve ekmeyen kimseye şer'an bir şey lâzım olmaz. O halde arazisini bırakıp köyden giden bir çiftçiye geri dönmesi için cebrolunmaz. Buna göre; zalimlerin çiftçilere verdikleri zarar haramdır. Bilhassa ilim tahsil etmek isteyen kimselere mâni olup kendilerini çiftçilik yapmaya zorlamak en çirkin zulümdür." demiştir.
Fukahâ: "Bir kimse, zâferan gibi kıymetli bir mahsulü ekmeye kadir iken, kıymeti düşük bir mahsulü ekse, kendisine kıymetli mahsulün haracı lâzım gelir. Bu mesele öğrenilmeli. Fakat zâlimler insanların mallarını almaya cesaret etmesinler diye bununla fetva verilmemelidir." demişlerdir.
Bir kimse, haraç arazisini başkasına sattığı takdirde seneden mahsul yetiştirecek kadar müddet kalmışsa, haraç satın alan üzerine, kalmamışsa satıcı üzerine lâzım olur. İnâye.
İZAH
"Haraç alınmaz ilh..." Yani vazife haracı alınmaz. Böyle felaketlerde mukâseme haracı ile öşür evleviyetle alınmaz. Çünkü bunlarda vâcib, çıkan mahsulün bizzat kendisiyle ilgilidir. Fetâvây-i Hayriyye.
"Seneden ikinci defa mahsul yetiştirecek kadar zaman kalırsa ilh..." Fetva, bu zamanın üç ay olmasınadır. Nehir.
"Âfet kendisinden sakınılması mümkün olan ilh..." Bu ifadeyle "çekirge gibi kendisinden sakınılması mümkün olmayan âfetlerden" ihtiraz edilmiştir. Bezzâziyye.
"Fare, böcek ilh..." Bahır'da zikredilmiştir ki; böcek veya fare mahsulü yedikleri takdirde haraç düşmez.
Ben derim ki: Bunlar, defileri mümkün olmama hususunda çekirge gibidirler. Nehir'de: "Böceğin semâyı âfetten olmasında tereddüd yoktur. Çünkü bundan korunmak mümkün değildir." diye zikredilmiştir.
Fetâvây-i Hayriyye'de zikredilmiştir ki; böcek çok olup ilaçla defi mümkün olmazsa bununla haraç düşer, ilaçla defi mümkün olursa haraç düşmez. Doğru olan budur.
"Kiranın hükmü de böyledir ilh..." Yani bir kimse bir tarlayı kiralasa da tarlayı su bassa veya suyu kesilse kira vâcib olmaz. Ama mahsule afet isabet etse, mahsulün helakinden önceki zamanın kirası düşmez. Çünkü kira menfaat karşılığı olarak yavaş yavaş vâcib olur. Haraç ile kira arasında fark vardır: Kirada menfeatlandığı müddetin kirası vâcib olur, menfeatlanmadığı müddetin kirası vâcib olmaz. Haraç böyle değildir. Menfeatlandığı müddetin haracı da düşer.
Muhît'den naklen Bezzâziye'nin icare bahsinde zikredilmiştir ki;mahsulün helakinden sonra seneden mahsul yetişecek kadar müddet kalmamışsa kira vâcib olmaz. Şayet birinci mahsul kadar veya ondan az mahsul yetişecek kadar müddet kalmışsa kira vâcib olur, fetva bunun üzerinedir.
"Kendisine vazife haracı lâzım olan bir tarlayı sahibi boş bıraksa ilh..." Yani ekmeye elverişli olan tarlayı boş bırakırsa sahibinden haraç alınır. Dürr-i Münteka.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimsenin haraç arazisinde ekmeye elverişli olmayan veya kendisine su ulaşmayan bir yer bulunup o yerin ekilip biçilecek bir hale getirilmesi mümkün iken getirmezse, o kimse üzerine haraç lâzım, ekilip biçilecek hale getirilmesi mümkün olmazsa, haraç lâzım değildir.
İsafın "Kabirlerin Hükümleri Faslı"nda zikredilmiştir ki; bir kimse haraç arazisini kabristan yahut gelir için han yahut mesken yapsa, o kimseden haraç düşer. Bazı fukahâ "haraç düşmez" demişlerdir. Esah olan birinci kavildir. Haraç arazisinin sahibi arazisini ekmekten âciz olsa hükümdar o araziyi müzâraa (ortak) olarak başkasına verip, sahibinin hissesinden haracı alır, geri kalan mahsulü sahibine verir. Hükümdar dilerse o araziyi kiraya verip kira bedelinden haracı alır, dilerse bu araziyi beytülmâl namına ektirir. Hükümdar bunlardan hiç birini yaptıramazsa, bu araziyi satıp parasından haracı alır.
İmam Ebû Yusuf'a göre hükümdar, arazisini ekmekten âciz olan kimseye arazisini ekip biçmesi için beytülmâldan yetecek kadar ödünç verir. Zeylaî.
Zahîre'de zikredilmiştir ki; âciz olan sahibi arazisini tekrar ekip biçmeye muktedir olursa, hükümdar arazisini kendisine verir. Ancak hükümdar araziyi satmış ise satışı bozmaz.
METİN
Haraç arazisinden çıkan mahsulden öşür alınmaz. Çünkü öşür ile haraç bir arada toplanmaz, İmam Şafiî'ye göre haraç alınan mahsulden, öşür dealınır.
Haraç, vazife haracı olursa, bir sene içinde mahsulün tekrar çıkmasıyla tekrar haraç alınmaz. Mukâseme haracı olursa, öşür gibi çıkan mahsule bağlı olduğu için, bir sene içinde kaç defa mahsul çıkarılırsa her defasında haraç alınır.
Hükümdar veya naibi arazi sahibine haracı bıraksa yahut şefaatle olsa bile ona bağışlasa. İmam Ebû Yusuf'a göre caiz olur. Arazî sahibi haracın verildiği kimselerden olursa, onu yemesi helâl olur. Haracın verildiği kimselerden atmazsa onu tasadduk eder
Hâvî'de : "Arazi sahibi haracın kendilerine verildiği kimselerden olmasa bile onu yemesi helâldir." diye zikredilen kavi. meşhur olan kavle muhaliftir.
Hükümdar veya naibi öşrü arazi sahibine bıraksa, ittifakla caiz değildir. Arazi sahibi onu fakirlere verir. Sirâc. Bu mesele Eşbâh'ın "hükümdarın tasarrufu maslahata bağlıdır" bahsinde Bezzâziye'ye nisbet edilerek zikredilene muhaliftir.
Nehir'de zikredilmiştir ki; İmam Ebû Yusuf'un -yukarıda geçtiği üzere- "Hükümdar veya naibi arazi sahibine haracı bıraksa veya hibe etse caizdir." kavlinden beytülmâla aid arazilerden iktâat (hükümdarın toprak bağışlamasın) in hükmü bilinmiştir. Çünkü iktâatın hasılı rekabe beytülmâl için, haraç kendi için olmasıdır. Buna göre kendisine hükümdar tarafından toprak bağışlanan kimsenin bu toprağı satması, hibe etmesi ve vakfetmesi sahih değildir. Ama bu toprağı kiraya vermesi sahihtir. Nitekim bir yeri kiralayan kimsenin o yeri başka bir şahsa kiraya vermesi caizdir. Bazen vâki olan hadiselerdendir ki, hükümdar bir araziyi bir kimsenin kendisine, çocuklarına, torunlarına ve çocuklarından biri öldüğü takdirde hissesi kardeşine kalmak üzere bağışlasa, sonra hükümdar ölse, kendisine arazi bağışlanan kimse ikinci hükümdarın zamanında ölse, o arazi çocuklarına kalır mı? Şarih: "Ben fukahânın buna dâir kavillerini görmedim. Ama fukahânın "talîk eden kimsenin ölmesi ile talik hükümsüz olur" kaidesi gereğinde bu araz: çocuklarına kalmaz." demiştir. Bir kimseye, hükümdar sahibi olmayan bir yeri bağışlayıp o kimse de hükümdarın izniyle o yeri işleyip tarla haline getirse yahut hükümdar sahibsiz olan bir yeri kendisi için tarla haline getirttikten sonra bir kimseye onu bağışlasa, o kimsenin o yeri vakfetmesi caiz olur.
Hükümdar tarafından yapılan "irsad" vakıf değildir. Eşbâh'da "borç hakkında kavi" bahsinden önce zikredilmiştir ki; Allâme Kasım: "Kendisine hükümdar tarafından arazi bağışlanmış kimsenin o araziyi kiraya vermesi sahihtir ve hükümdar dilediği zaman o araziyi o kimsenin elinden alabilir." diye fetva vermiştir.
İbn-i Nüceym; "O arazi beytülmâla aid arazilerden olursa onu o kimsenin elinden alabilir. Fakat o arazi boş ve sahibsiz yerden bağışlanıp o kimse o araziyi işleyip tarla haline getirmiş ise elinden alınmaz. Çünkü o kimse, işleyip tarla halîne getirdiği için o yere mâlik olmuştur." demiştir. Bu mesele ezberlenmelidir.
İZAH
"Vazife haracı olursa, tekrar haraç alınmaz ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; vazife haracında, araziden faydalanma imkânına bağlı olması itibariyle; şiddet, bir senede kaç defa mahsul çıkarsa çıksın bir defa haraç alınması itibariyle; kolaylık vardır, öşürde ise, bir senede kaç defa mahsul çıkarsa çıksın her defasında alınması itibarıyla; şiddet, çıkan mahsule bağlı olması itibarıyla kolaylık vardır. Bundan dolayı sahibi, öşür arazisini boş bıraksa kendisine bir şey lâzım gelmez.
"Ona bağışlasa ilh..." Yani hükümdar veya naibi arazi sahibinden haracı aldıktan sonra kendisine bağışlasa.
"Arazi sahibi haracın verildiği kimselerden olursa onu yemesi helâl olur ilh..." Yani arazi sahibi müftî, mücâhid, Kur'ân-ı Kerîm muallimi, talebe, müzakereci ve vaiz gibi haracın kendilerine verildiği kimselerden olursa onu yemesi helâl olur. Haracın kendilerine verildiği kimselerden olmazsa onu tasadduk eder. Haraç tahsildarı, hükümdarın bilgisi olmadan haracı arazi sahibine bırakırsa aynı hüküm geçerlidir. Kınye.
"Meşhur olan kavle muhaliftir ilh..." Yani İmam Ebû Yusuf'dan âmmenin naklettiği meşhur olan kavle muhaliftir. Nehir.
"İttifakla caiz değildir ilh..." Caiz olmamasının sebebi galiba öşürün sarfedildiği yere zekâtıdır. Bir kimsenin kendisi zekâtının sarfedileceği yer olamaz. Fakat haraç çıkan mahsulün zekâtı değildir. Bundan dolayı haraç kâfirlerin arazisi üzerine konur.
"Bezzâziye'ye nisbet edilerek ilh..." Bezzâziye'de zikredilmiştir ki; hükümdar öşürü arazi sahibine bırakırsa arazi sahibi gerek zengin gerekse fakir olsun caiz olur. Şu kadar var ki, arazi sahibi fakir olursa hükümdar bıraktığı öşürün bedelini ödemez. Zengin olursa, hükümdar öşürün bedelini fakirler namına haraç beytülmâlından, sadaka beytülmâlına öder.
Ben derim ki: Kendine öşür bırakılan zengin, haraç almaya hakkı olan kimselerden olursa, hükümdar o öşürün bedelini haraç beytülmâlından öder. Şayet haraç almaya hakkı olan kimselerden olmazsa, hükümdar öşürün bedelini kendi malından öder. Mücahidlere öşürün verilmesi caizdir. Çünkü öşür onların kuvvetleriyle elde edilmiş olan maldır.
"Kaidesi gereğince bu arazi çocuklarına kalmaz ilh..." Bu arazi çocuklarına ta'lik yoluyla değil ölen hükümdar tarafından kendilerine esalet yoluyla bağışlanmıştır.
"İrsâd ilh..." irsâd, beytülmâla aid köy ve mezra (ekilecek tarla) tarlaların yine rekabesi beytülmâla aid olmak üzere menfaatlarının hükümdar tarafından kurra, imam ve müezzinler gibi beytülmâlda hakkı olan kimselere tahsis edilmesidir. Bu, caizdir fakat hakiki vakıf değildir. Çünkü vakıfancak hakiki mülk sahibinden sahihtir. Hükümdar ise bunlara mâlik değildir.
İrsâd, mahalline olursa, caiz ve meşrudur. Sonra gelen hükümdarların böyle bir irşadı değiştirmeleri ve bozmaları caiz değildir. Beytülmâl müslümanların menfeatı için kurulmuştur. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...