KÂFİRİN EMÂNLA
İSLAM MEMLEKETİNE GİRMESİ BEYANINDA FASIL
Müstemin bir kâfire
İslâm memleketinde bir sene ikâmet etmesine müsaade edilemez. Çünkü bir sene
İslâm memleketinde ikâmet eden bir kâfirin müslümanlar aleyhine hareket ederek
casuslukta vesairede bulunabilmesi melhuzdur, islâm hükümdarı tarafından
müstemine "Eğer müslüman memleketinde bir sene ikâmet edersen üzerine cizye
konulacaktır." diye tenbih edilip, bu tenbihden sonra müstemin bir sene kalırsa
zimmî olur. Bir sene ile kayıdlamak az zamana nisbetle ittifakıdır, çok zamana
nisbetle değildir. Çünkü kâfir bir müste'minin İslâm memleketinde bir seneden az
meselâ bir veya iki ay ikâmet etmesine müsaade etmek caizdir. Fakat çak az
ikâmet etmesine izin vermek suretiyle ona zarar verilmemelidir. Metinlerden
anlaşılan, İslâm hükümdarı tarafından kâfir müstemine "Bir sene ikâmet edersen
üzerine cizye konulacaktır." diye tenbihde bulunulması, onun zimmî olması için
şarttır., Buna göre kendisine böyle tenbihde bulunulmayan bir kâfir müste'min
islâm memleketinde bir veya iki sene ikâmet etse zimmî olmaz. Attâbi bunu
açıklamıştır. Bazıları "zimmî olur" demişlerdir. Dürer sahibi de "Kesin olarak
zimmî olur." demiştir. Fetih'de "Zimmî olması evlâdır." diye zikredilmiştir.
Müsteminin ilk
ikâmet ettiği senede kendisinden cizye alınmaz. Ancak o senenin cizyesinin
kendisinden alınması şartıyla anlaşma yapılmış olursa alınır. Kâfir müstemin,
zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasında kısas yapılır. Bir müslüman,
zimmînin şarabını veya domuzunu telef etse kıymetlerini öder. Bir müslüman bir
zimmîyi hataen öldürürse kendisine diyet vâcib olur. Müslüman gibi zimmîye eza
etmek ve onu gıybet etmek haramdır. Fetih.
Yine Fetih'de
zikredilmiştir ki, İslâm memleketinde kâfir bir müste'min ölüp veresesi dar-f
harbde olsa. malı ve eşyası veresesi için bekletilir. Veresesi, ölen müste'minin
veresesi olduklarını şahidle -isterse şâhidler zimmîlerden olsun- isbat
ederlerse kefille malını ve eşyasını alırlar. Kendihükümdarlarının "bunlar ölen
müste'minin varisleridir" diye haklarında yazmış olduğu mektup kabul edilmez.
İZAH
"Müstemin bir
kâfire ilh..." Musannıf "müstemin" ile kayıdladı. Günkü bir kâfir emânsız İslâm
memleketine girse kendisi ve beraberinde bulunan eşyası ganimet olur.
Emânla girdiğini
iddia etse isbat etmedikçe kabul edilmez. Eğer hükümdarın elçisi olduğunu iddia
edip yanında hükümdara aid mühürlü mektup bulunursa müste'min olmuş olur. Bir
kâfir Haremi Şerife girmiş olsa, İmam-ı Azam'a göre ganimet olur. İmameyn'e göre
yakalanmaz, fakat kendisine yiyecek, içecek verilmez, eza edilmez. Harem-i
Şerîf'den çıkarılmaz.
Bir kâfir İslâm
memleketinde gerek müslüman olmadan önce, gerekse müslüman olduktan sonra
yakalansa, bir müslüman "ben ona emân vermiştim" dese tasdik edilmez. Ancak iki
erkek şâhid emân verilmiş olduğuna şâhidlik yaparlarsa tasdik olunur. Bu, İmam-ı
Azam'a göredir, imameyn'e göre kâfir yakalanmadan önce müslüman olursa hür olur.
Kâfir gemileri tayfasından bazıları İslâm sahilindeki ırmaklardan su almak üzere
emânsız İslâm topraklarına çıkmakla müslümanlar tarafından yakalansa İmam-ı
Azam'a göre bütün müslümanların namına ganimet olmuş olurlar. Bunların beşte
birinin alınmasında iki rivayet vardır.
"Casuslukta ilh..."
Bu ifadede, "kâfir bir müsteminin üzerine cizye konulacağı şart koşulmaksızın
İslâm memleketinde, bir sene ikamet etmesine müsaade edilmesinin haram olduğuna"
işaret vardır. Remli.
"Zimmî olunca
kendisiyle müslümanlar arasında kısas yapılır ilh..." Kâfir olan müstemin zimmî
olmadan önce bir müslüman tarafından öldürülürse, müslüman kısas edilmez,
kendisine diyet vacib olur.
Es-Siyer şerhinde
zikredilmiştir ki, İslâm memleketinde bulunan kâfir olan müsteminlere hükümdarın
yardım etmesi vâcibdir. Onların hükmü zimmîlerin hükmü gibidir. Ancak bir
müslüman veya zimmî, kâfir olan müstemini öldürürse kısas edilmez. Kâfir olan
müstemin kendi gibi kâfir olan bir müste'mini öldürüp, öldürülenin, varisi
yanında bulunursa katil kısas edilir. Kâfir olan müstemin İslâm memleketinde
cezayı gerektiren bir günâh işlediği takdirde bakılır; eğer işlediği günâh kısas
veya kazf haddi kul hakkından olursa kendisine cezası tatbik edilir, kul
hakkından olmazsa cezası tatbik edilmez, imam Ebû Yusuf'a göre kendisine bütün
cezalar tatbik edilir. Yalnız zimmîlere tatbik edilmiyen içki haddi tatbik
edilmez.
Kâfir olan
müsteminin kölesi müslüman olsa, köleyi satması için kendisine cebrolunur ve
köleyi dar-ı harbe götürmesi için müsaade edilmez.
Karı ile koca
müstemin olarak islâm memleketine delip de bunlardan birisi İslâmiyeti veya
zimmiliği kabul etse, yanlarında bulunan baliğ olmayan çocukları ona tâbi
olurlar. Baliğ olan çocukları kız çocukları olsa bile ona tâbi olmazlar. Çünkü
akıl baliğ olmakla tâbi olma sona erer. Zahir rivayete göre babası ölmüş olsa
bile baliğ olmayan çocuk kardeşine, amcasına, dedesine tâbi olmaz. Hasan b.
Ziyad'dan bir rivayete göre baliğ olmayan çocuk dedesinin müslüman olmasıyla
müslüman kabul edilir. Fakat esah olan birinci kavildir. Çünkü baliğ olmayan
çocuk en yakın dedesinin müslüman olmasıyla müslüman sayılmış olsaydı, en son
dedesinin müslümanlığıyla da müslüman sayılırdı. Buna göre bütün kâfirlerin
mürted olmalarıyla hükmedilmesi lâzım gelirdi. Çünkü bütün insanlar Hz. Adem ile
Hz. Nuh (A.S.)'ın çocuklarıdır, islâm memleketinde bir müstemin müslüman olsa
dar-ı harbde bulunan küçük çocukları kendisine tebaen islâmiyeti kabul etmiş
sayılmazlar. Ancak babaları ölmeden islâm memleketine gelirlerse babalarına
tebaen müslüman sayılırlar.
Müstemin, bir
müslümanı öldürse -isterse amden öldürmüş olsun- yahut yol kesse, yahut casusluk
yapsa, yahut müslüman veya zimmî bir kadına zorla zina etse, yahut hırsızlık
yapsa kendisine verilmiş olan emân bozulmuş olmaz. Velhasıl islâm memleketinde
bulunan bir müste'min zimmî olmadan önce zimmî hükmündedir. Ancak öldürülmesiyle
kısas vâcib olmaz. Kul hakkı olmayan suçlar ile cezalandırılmaz.
Bir müsteminin
malını islâm memleketinde fâsid akidle elinden almak helâl olmaz. Ama dar-ı
harbde bulunan müslüman bir müsteminin onların mallarını kendi rızalarıyla
isterse ribâ veya kumar yoluyla olsun alması caizdir. Çünkü onların malları
müslümanlar için mubahdır. Ancak hıyanet etmek haramdır. Müslüman müsteminin
kendilerinin rızalarıyla almış olduğu mal ise hiyanet değildir. Ama islâm
memleketinde bulunan kâfir bir müstemin böyle değildir. Çünkü islâm memleketi
seri hükümlerin icra edildiği bir yer olduğu için İslâm memleketinde bulunan bir
müstemin temin ile bir müslüman ancak müslümanlar ile yapılması helâl olan
akidleri yapabilir. Dar-ı İslâm'da alınması şer'an lâzım gelmeyen bir şeyi
müsteminlerden isteyip almak caiz değildir. Beytülmakdis gibi bazı mabedleri,
makamları ziyaret ettirmek için müste'minlerden para alınması bu kabildendir.
İsterse bu hususta bir âdet mevcud olsun.
"Ve onu gıybet
etmek haramdır ilh..." Çünkü zimmet akdi yapılmakla biz müslümanlar için vâcib
olan, zimmî için de vâcib olur. Müslümanın gıybeti haram olunca, zimmînin
gıybeti de haramdır. Hatta fukahâ: "Zimmîye zulmetmek daha günâhtır."
demişlerdir.
"İsterse şahidler
zimmîlerden olsun ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; veresesi, ölen müsteminin
veresesi olduklarına dair zimmîlerden şâhid getirseler istihsanen kabul edilir.
Müslümanlardan şâhid getirmeleri mümkün değildir. Çünkü onların neseb (soy) leri
dar-ı harbde olduğu için neseblerini müslümanlar bilemezler. Buna göre
zimmîlerin şâhidlikleri, erkeklerin bakamıyacağı husustaki kadınların
şâhidlikleri gibi olmuştur. Zimmîler "ölen müste'minin bunlardan başka varisini
bilmiyoruz" dedikleri takdirde onlara ölen müste'minin malı ve eşyası teslim
edilir, ileride veresesi çıkmasıihtimalinden dolayı kendilerinden kefil alınır.
METİN
Şart gereğince bir
sene İslâm memleketinde ikâmet etmekle zimmî olan bir müste'min bir sene sonra
dar-ı harbe dönmek istese -her ne kadar ticaret veya bir iş için olursa da-
dönmesine müsade edilmez: Çünkü zimmet akdi bozulmaz. Bundan "bir zimmînin de
dar-ı harbe dönmesine müsaade edilemiyeceği" anlaşılmaktadır. Nitekim bir
müstemin İslâm memleketinde haraç arazisinden bir yer satın alıp o yerin
haracını kabul etmekle üzerine haraç konulsa yahut kitabî (yahudi veya
hristiyan) olan müstemine bir kadının, müslüman veya zimmî kocası olsa - her ne
kadar kocası kendisine cinsî yakınlıkta bulunmamış olsa bile - dar-ı harbe
dönmelerine müsaade edilmez. Çünkü arazinin haracı cizye gibidir. Zamanı
geldiğinde kendisinden haraç alınır. Kitabî olan müstemine kadın ise kocasına
tâbidir.
Kitabî olan bir
müstemin İslâm memleketinde bir zimmîye kadınla evlense zevcesini boşaması
mümkün olduğu için memleketine dönmesine mani olunamaz. Fakat evlendiği zimmîye
zevcesi ondan mehrini istediğinde onu memleketine dönmekten men edebilir. Artık
bir sene geçinceye kadar müste'min mehri vermezse Dürer'den: "İslâm
hükümdarının: Bir sene İslâm memleketinde ikâmet edersen senin üzerine cizye
konulacaktır, sözü müsteminin zimmî olmasında şart değildir." diye nakledilen
kavle göre lâyık olan bu müsteminin zimmî olmasıdır. Bu mehrin hükmünden İslâm
memleketinde müsteminin yapmış olduğu diğer borçların hükümleri de bilinmiş
oldu. Bir müstemin kendi memleketine veya başka bir dar-ı harbe dönmüş olsa
emânı bâtıl olduğu için öldürülmesi helâl olur.
Kâfir bir
müsteminin bir müslüman veya zimmînin yanında emâneti yahut bunlarda alacağı
olsa, o müste'min esir edilse, yahut müslümanlar kâfirlere galip gelip onu
yakalayıp öldürseler alacağı, selemi kendisinden gasbolunan şey, kiraya verdiği
şeyin ücreti düşer. Çünkü ellerinde bulunan kimseler diğerlerinden önce o
mallara sahib olmuşlardır. Bu müste'minin yakalanıp öldürüldüğü zaman elinde
bulunan malı, müslüman veya zimmîdeki emâneti, ortağı ve muzaribi yanındaki
malı, İslâm memleketinde evinde bulunan mallan ganimet olur. Bu müsteminin
rehninde ihtilâf vardır. Nehir'de raci'h olan kavle göre: "Rehin alacağına
karşılık olarak alan kimsenin olur." diye zikredilmiştir.
Sirâc'da
zikredilmiştir ki, müstemin emânetini ve alacağını alması için emanetçiye ve
borçlusuna bir adam gönderse, bunların o adama müsteminin malını teslim etmeleri
vâcib olur. Müsteminin emânet bırakmış olduğu malını ve alacağını vermek vâcib
olunca -her ne kadar emânet malı ganimet olsa bile- müsteminin İslâm
memleketinde yapmış olduğu borcu bu emânet malından veya alacağından ödenir.
Müslümanlar kâfirlere üstün gelmeksizin bu müstemin öldürülse veya kendi
eceliyle ölse alacağı, ödünç vermiş veya emânet bırakmış, olduğu malı veresesine
kalır. Çünkü kendisi ganimet değildir ki, malı da ganimet olsun. Nitekim
müslümanlar kâfirlere üstün geldiklerinde bu müstemin kaçsa malı ve alacağı
kendisinin olur.
Bir kâfir emân ile
İslâm memleketine gelse de dar-ı harbde zevcesi ve çocukları bulunup orada bir
müslümanın yahut zimmînin yahut kâfirin yanında emânet malı bulunsa kendisi
İslâm memleketinde müslüman veya zimmî olsa, bundan sonra müslümanlar o kimsenin
memleketini harb neticesinde ele geçirseler, zevcesi, çocukları ve malları
ganimet olur. Çünkü malı üzerinde kendi eli ve velayeti yoktur. Akıl baliğ
olmayan çocuğu esir edilip İslâm memleketine getirilse müslüman köle olur.
Bir kâfir dar-ı
harbde müslüman olup islâm memleketine geldikten sonra onun memleketi İslâm
ordusu tarafından zabtedilse, kendisi dar-ı harbde müslümanlığı kabul ettiği
için memleket bir olması dolayısıyla baliğ olmayan çocukları kendisine tebean
hür ve müslüman olurlar. Müslüman veya zimmînin yanında bulunan emânet malı
kendinin olur. Çünkü onların eli kendinin eli gibi muhteremdir, ama kâfirin
yanında bulunan emâneti ganimettir. Bu emâneti her ne kadar bir müslüman
gasbetmiş olsa bile yine ganimet olur. Çünkü gasb edenin eli sahih bir el
olmadığı için sahibinin eli yerine geçemez. Fetih.
Eğer velîsi olmayan
bir müslüman yahut islâm memleketinde müslüman olan müstemin yanlışlıkla
öldürülürse, hükümdarın katilin âkile-sinden diyet alması lâzımdır. Çünkü o
katil dokunulmaz olan bir kimseyi öldürmüştür. Eğer bunlar kasden öldürülseler
hükümdarın katili ya kısas etmesi veya sulh yoluyla diyet alması lâzımdır.
Ammenin hakkına riayet etmek için katili affetme hakkı yoktur.
Bir kâfir yahut
mürted yahut üzerine kısas vâcib olan kimse Harem-i Şerife iltica etse
öldürülmez. Ancak çıkıp öldürülmesi için kendisine yiyecek, içecek verilmez.
Cinayetler bahsinde
gelecektir ki, Harem-i Şerife giren bir kimse âyet-i kerîme ile emniyet ve
selâmette olduğu beyan edilmiştir.
Bir İslâm
memleketinin dar-ı harb olması için İmam-ı Azam'a göre şu üç şartın
gerçekleşmesine bağlıdır:
1 - İçerisinde şirk
ahkâmı icra edilmelidir.
2 - Dar-ı harbe
bitişik olmalıdır.
3 - İçinde evvelki
emân ile nefsi üzere emin bir müslüman veya zimmî kalmış olmamalıdır.
Bir dar-ı harbin
İslâm memleketi haline gelmesi için yalnız bir şart vardır: O da - ister içinde
eski kâfir ahalisi ikâmet etsin, ister islâm memleketine bitişik bulunmasın- o
yerde cuma ve bayram namazlarının kılınması gibi bütün islâm ahkâmının icra
edilmesinden ibarettir. Dürer.
İZAH
"Zimmet akdi
bozulmaz ilh..." Zira zimmî olan müsteminin dar-ı harbe dönmesi müslümanların
zararınadır. Şöyle ki, dar-ı harbe dönmekle müslümanlara düşman olur. Dar-ı
harbde nesli çoğalır, vermiş olduğu cizye kesilmiş olur. Zeylaî.
"Bir zimmînin de
dar-ı harbe dönmesine ilh..." Yani gelmemek üzere dar-ı harbe gitmek isteyen bir
zimmiye müsaade edilmez. Fakat ticaret maksadıyla müste'min olarak gitmek
isterse müsaade edilir.
Es-Siyerü'l-Kebir'de
zikredilmiştir ki, bir zimmî at ve silâhla beraber müstemin olarak dar-ı harbe
gitmek isterse müsaade edilmez. Çünkü onun hail bunları, onlara satacağına
delâlet etmektedir, Ancak gitmek istediği dar-ı harbin ahalisine düşman olduğu
bilinirse, atı ve silâhıyla gitmesine müsaade edilir. Bir zimmî ticaret
maksadıyla katır, merkeb ve gemiyle müstemin olarak dar-ı harbe gitmek istese
müsaade edilir. Çünkü bunlar yük içindir. Yalnız bunları onlara satmayacağına
dair yemin ettirilir.
"Kitabi olan
müstemine bir kadının, müslüman veya zimmî kocan olsa ilh..." Bu müstemine kadın
kocasına tebean zimmî olur. Bu müstemine kadının islâm memleketine geldikten
sonra müslüman veya zimmî ile evlenmiş olması şart değildir, »atta kâfir olan
karı ile koca müstemîn olarak islâm memleketine geldikten sonra, kocası müslüman
veya zimmî olsa icadın kocasına tebean zimmî olur. Sarih "kitabî olan müstemine
bir kadın" diye kayıdladı. Çünkü kadın mecûsî olup kocası müslüman olsa, kaadı
kadına müslüman olmasını teklif eder. Kadın müslüman olursa ne âlâ. Şayet
müslümanlığı kabul etmezse aralarını ayırır. Kadın iddetini bitirdikten sonra
memleketine dönebilir. Bahır, Es-Siyer Şerhi.
"Müstemine kadın
kocasına tâbi olur ilh..." Kadının kocasına tâbi olmasıyla kocasının ikâmet
ettiği yerde ikâmet etmesi murad edilmiştir.
"Bu mehrin
hükmünden ilh..." Yani islâm memleketinde bulunan müste'min borçlansa alacaklı
olan kimsenin onu kendi memleketine dönmesinden menetme hakkı vardır. Bir sene
geçip borcunu ödemezse zimmî olur.
"Müslüman veya
zimmîdeki emâneti ilh..." Yani bu emâneti ganimet olur. Çünkü bu emânet malı
sanki kendi elinde bulunmuştur. Emanetçinin eli kendi eli gibi ötmüş da
kendisine tebean ganimet olmuştur. Malı ganimet olunca beşte bir alınmaz, ancak
haraç ve cizyenin sarfedildiği yere sarfedilir. Çünkü bu mal savaşsız
müslümanların kuvvetiyle alınmıştır. Ganimet ise savaş ile. zorla alınan maldır.
"Bu müsteminin
rehninde ihtilâf vardır ilh..." İmam Ebû Yusuf'a göre rehin, alacağına karşılık
olarak alan kimsenin olur. İmam Muhammed'e göre rehin satılır, rehin alanın
alacağı bu rehin parasından ödenir. Bir şey artarsa, müslümanlar için ganimet
olur. Bu kavil racih görülmüştür. Çünkü borçdan ziyade olan mikdar emânet
bahsindedir. Bahır.
Nehir sahibi
Bahır'da zikredileni reddederek: "Racih olan İmam Ebû Yusuf'un kavlidir."
demiştir. Çünkü müste'minin emânet malı yukarıda geçtiği üzere hükmen kendi
elinde bulunduğu için ganimet olur. Rehin vermiş olduğu malı emânet bırakmış
olduğu malı gibi değildir. Hamevî: "Müsteminin rehin vermiş olduğu malı borcu
kadar olursa İmam Ebû Yusuf'un kavli tercih edilir. Ama rehin bahsinde: "Rehin
verilen mal borçdan ziyade olursa, ziyade olan kısım zayi olduğu takdirde
ödenmesi lâzım olmayan emânettir." diye açıklanmıştır. O halde hak olan Bahır'da
zikredilendir." diye Nehir sahibine cevap vermiştir.
"Müsteminin malını
teslim etmeleri vâcib olur ilh..." Çünkü müsteminin malı ancak kendisinin esir
veya öldürülmesiyle ganimet olur. Halbuki bunlardan birisi bulunmamıştır. T.
"Dar-ı harbde
zevcesi ve çocuktan ilh..." Çünkü baliğ olmayan çocuklar ancak memleket bir
olduğunda müslüman olan babalarına tebean müslüman sayılırlar. Bahır. Keza
müslüman olan baba dar-ı harbde olup baliğ olmayan çocuklar islâm memleketinde
bulunsa yine babasına tebean müslüman sayılırlar. Çünkü dar-ı harbde bulunan
müslüman islâm memleketi ahalisinden sayılır.
T E N B i H:
Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, kendi vaziyetini anlatabilecek
baliğ olmayan bir çocuk ana ve babasını ziyaret için islâm memleketine gelmiş
olsa bakılır; eğer anası, babası zimmî olurlarda memleketine dönmesine müsaade
edilir. Eğer anası ve babasından her ikisi veya birisi müslüman olursa müslüman
olana tâbi olarak müslüman olacağı için memleketine geri dönmesine müsaade
edilmez. Çünkü kendi vaziyetini anlatabilecek baliğ olmayan çocuk ile kendi
vaziyetini anlatamıyacak baliğ olmayan çocuk müslüman olan ana veya babasına
tebean müslüman sayılmakta aynı hükümdedir.
Velhâsıl çocukların
akıl-bâliğ olmasıyla müslüman olan ana veya babasına tâbi olmaları sona ermiş
olur. Hatta çocuk mecnun olarak baliğ olsa müslüman olan ana veya babasına tâbi
olması devam eder. İslâm memleketinde müslüman olan bir kimsenin oğlu baliğ
olduğunu iddia edip şâhid getirse, babası da baliğ olmadığını iddia edip şâhid
getirse kaadı çocuğu bilirkişiye gösterir. Ama babası müslüman olup bir müddet
geçtikten sonra çocuğu böyle bir dâvada bulunacak olursa, çocuğun müslüman
sayılması için Babanın şâhidleri kabul edilir.
"Hükümdarın katilin
âkılesinden diyet alması lâzımdır ilh..." Hükümdar bu diyeti kendisi için
almayıp beytülmâla koymak için alır.
"Hükümdarın katili
ya kısas etmesi ilh..." Hükümdarın katili öldürmesinden diyet alması beytülmâl
için daha faydalı ise de, fakat katili kısas etmesinde de müslümanların
öldürülmesini menetme bakımından başka bir faide vardır. Bahır.
"Veya sulh yoluyla
diyet alması ilh..." Yani katilin rızasıyla diyet almasıdır. Çünkü amden
öldürmenin cezası kısastır. Velhâsıl velîsi olmayan birmüslüman amden
öldürüldüğü takdirde hükümdar "ya katili kısas olarak öldürür veya katil razı
olursa öldürülenin diyetini" alır. Çünkü hükümdar öldürülenin velîsidir. Bunun
delili, Peygamber Efendimizin:
"Müslüman hükümdar
velisi olmayanların velisidir." hadis-i şerifidir. "Ammenin hakkına riayet etmek
için katili affetme hakkı yoktur ilh..." Çünkü hükümdarın âmme üzerindeki
velayet ve selahiyeti onların hakkını korumak içindir. Katili diyet almadan
affetmesi ise onların hakkını korumaktan değildir. Fetih.
Yine Fetih'de
zikredilmiştir ki, amden öldürülmüş olan lâkît (ailesi tarafından sokağa atılmış
çocuk) olursa İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre hükümdar, katili kısas olarak
öldürür, İmam Ebû Yusuf'a göre öldürmez. Bu bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Üzerine kısas
vâcib olan ilh..." Yani bir kimse bir şahsın bir azasını kestikten sonra harem-i
şerife iltica etse, ittifakla caninin harem-i şerifde kısas olarak azası
kesilir. T.
"Harem-i şerife
iltica etse im..." Yani bir kimse harem-i şerifin haricinde amden bir şahsı
öldürdükten sonra harem-i şerife iltica etse harem-i şerifde öldürülmez. Ancak
kendi rızasıyla çıktıktan sonra öldürülmesi için kendisine yiyecek, içecek
verilmez. Eğer bir kimse bir şahsı amden harem-i şerifde öldürürse, ittifakla
katır harem-i şerifde öldürülür. Eğer Beytullah'da öldürürse, orada öldürülmez.
Es-Siyerü'l-Kebir
şerhinde zikredilmiştir ki, bir cemaat savaşmak için harem-i şerife girmiş
olsalar, onlar ile savaşmakta bir beis yoktur. Çünkü Allah-ü Teâlâ:
"Onlar, Mescid-i
Haram yanında sizinle savaşıncaya kadar, siz de orada kendileriyle savaşmayın.
Fakat (orada) sizi öldürürlerse siz de onları öldürün." (Bakara Sûresi, âyet:
191) buyurmuşlardır.
Harem-i şerifin
hürmeti onların ezalarına katlanmamızı gerektirmez. Nitekim harem-i şerifte bir
av hayvanı bir insana saldırsa, ezasını defetmek için onu öldürmesi caizdir, O
cemaat harem-i şerifin haricinde savaşıp hezimete uğradıktan sonra harem-i
şerife girseler kendilerine dokunulmaz. Ancak onların harem-i şerifde
cemiyetleri bulunup kuvvet teşkil ederlerse öldürülürler. Kâfirler hakkında
zikredilen bütün hükümler hariciler ile bağlı (kendilerince doğru görülen bir
delilden dolayı isyan eden kimse) ler hakkında da geçerlidir.
"Bir islâm
memleketinin ilh..." Kâfirlerin islâm memleketlerinden bir memleketi mücerred
ele geçirseler yahut bir şehir ahalisinin mürted olarak küfür ahkâmını icra
etseler yahut zimmîlerin ahidlerini bozarak memleketlerini ele geçirseler bu üç
surette islâm memleketi, dar-ı harb olmaz. Bir islam memleketinin -Allah
korusun- dar-ı harb olabilmesi için metinde zikredilen üç şartın tahakkuk etmesi
lâzımdır. Bu, imam-ı Azam'a göredir, imameyn'e göre, bir islâm memleketinin
-Allah korusun- bir dar-ı harbe çevrilmesi için şu bir şartın gerçekleşmesine
bağlıdır. O da içerisinde küfür ahkâmının icra edilmesidir. Hindiyye.
Bir islâm
memleketi-Allah korusun- dar-ı harb olunca orada hadler ve kısas icra edilmez.
Müslüman bir esirin kâfirlerin mâllarına ve canlarına taarruz etmesi caizdir.
Kadınların namusuna dokunması caiz değildir. Bir dar-ı harbde, dar-ı islâm
olunca islâm ahkâmı tatbik edilir.
Dürerü'l-Bihar'da
zikredilmiştir ki, yukarıda yazılı üç şartın gerçekleşmesiyle dar-ı harbe
çevrilmiş bir islâm şehrinin ahalisine emân verilip içinde İslâm ahkâmını icra
edecek bir kaadı tâyin edilince tekrar islâm memleketine dönmüş olur. Eski mülk
sahihleri mallarını bizzat bulurlarsa meccanen alırlar. Mallarını bir müslüman
veya kâfir, bir müslümana veya zimmîye satmış veya hibe edip teslim etmiş
olduktan sonra bulurlarsa, kıymetleriyle alabilirler.
"İçerisinde şirk
ahkâmı icra edilmelidir ilh..." Yani İslâm hükümlerinden herhangi bir hüküm icra
edilmelidir, hem islâm ahkâmı hem de şirk ahkâmı icra edilse dar-ı harb olmaz.
Hindiyye.
"Evvelki emân ile
nefsi üzerine emin bir müslüman ilh..." Evvelki emândan maksad, müslüman için
İslâmiyeti cihetiyle zimmî için de zimmet akdi sebebiyle islâm hükümetinin
kuvvetine dayanmış olarak sabit olan emniyet ve selamettir.
T E T İ M M E :
Câmiu'l-Fûsuleyn'in evvelinde zikredilmiştir ki, kâfirler tarafından vali tâyin
edilen her şehirde, müslümanlar üstün bulunduğu için, cuma ve bayram
namazlarının kılınması haracın alınması, kadı tâyin edilmesi, yetimlerin
evlendirilmesi caizdir. Kâfirlere itaat etmeye gelince; bu bir anlaşmadan
ibarettir. Kâfir valiler bulunan beldelerde müslümanların, cuma ve bayram
namazlarını kılmaları caizdir. Müslümanların rızalarıyla bir zat kaadı olur.
Müslümanların kendi üzerlerine müslüman bir valinin tâyin edilmesini talebi
etmeleri vâcibtir.