06 Ekim 2012

KÂFİRİN EMÂNLA İSLAM MEMLEKETİNE GİRMESİ BEYANINDA FASIL


KÂFİRİN EMÂNLA İSLAM MEMLEKETİNE GİRMESİ BEYANINDA FASIL


Müstemin bir kâfire İslâm memleketinde bir sene ikâmet etmesine müsaade edilemez. Çünkü bir sene İslâm memleketinde ikâmet eden bir kâfirin müslümanlar aleyhine hareket ederek casuslukta vesairede bulunabilmesi melhuzdur, islâm hükümdarı tarafından müstemine "Eğer müslüman memleketinde bir sene ikâmet edersen üzerine cizye konulacaktır." diye tenbih edilip, bu tenbihden sonra müstemin bir sene kalırsa zimmî olur. Bir sene ile kayıdlamak az zamana nisbetle ittifakıdır, çok zamana nisbetle değildir. Çünkü kâfir bir müste'minin İslâm memleketinde bir seneden az meselâ bir veya iki ay ikâmet etmesine müsaade etmek caizdir. Fakat çak az ikâmet etmesine izin vermek suretiyle ona zarar verilmemelidir. Metinlerden anlaşılan, İslâm hükümdarı tarafından kâfir müstemine "Bir sene ikâmet edersen üzerine cizye konulacaktır." diye tenbihde bulunulması, onun zimmî olması için şarttır., Buna göre kendisine böyle tenbihde bulunulmayan bir kâfir müste'min islâm memleketinde bir veya iki sene ikâmet etse zimmî olmaz. Attâbi bunu açıklamıştır. Bazıları "zimmî olur" demişlerdir. Dürer sahibi de "Kesin olarak zimmî olur." demiştir. Fetih'de "Zimmî olması evlâdır." diye zikredilmiştir.
Müsteminin ilk ikâmet ettiği senede kendisinden cizye alınmaz. Ancak o senenin cizyesinin kendisinden alınması şartıyla anlaşma yapılmış olursa alınır. Kâfir müstemin, zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasında kısas yapılır. Bir müslüman, zimmînin şarabını veya domuzunu telef etse kıymetlerini öder. Bir müslüman bir zimmîyi hataen öldürürse kendisine diyet vâcib olur. Müslüman gibi zimmîye eza etmek ve onu gıybet etmek haramdır. Fetih.
Yine Fetih'de zikredilmiştir ki, İslâm memleketinde kâfir bir müste'min ölüp veresesi dar-f harbde olsa. malı ve eşyası veresesi için bekletilir. Veresesi, ölen müste'minin veresesi olduklarını şahidle -isterse şâhidler zimmîlerden olsun- isbat ederlerse kefille malını ve eşyasını alırlar. Kendihükümdarlarının "bunlar ölen müste'minin varisleridir" diye haklarında yazmış olduğu mektup kabul edilmez.
İZAH
"Müstemin bir kâfire ilh..." Musannıf "müstemin" ile kayıdladı. Günkü bir kâfir emânsız İslâm memleketine girse kendisi ve beraberinde bulunan eşyası ganimet olur.
Emânla girdiğini iddia etse isbat etmedikçe kabul edilmez. Eğer hükümdarın elçisi olduğunu iddia edip yanında hükümdara aid mühürlü mektup bulunursa müste'min olmuş olur. Bir kâfir Haremi Şerife girmiş olsa, İmam-ı Azam'a göre ganimet olur. İmameyn'e göre yakalanmaz, fakat kendisine yiyecek, içecek verilmez, eza edilmez. Harem-i Şerîf'den çıkarılmaz.
Bir kâfir İslâm memleketinde gerek müslüman olmadan önce, gerekse müslüman olduktan sonra yakalansa, bir müslüman "ben ona emân vermiştim" dese tasdik edilmez. Ancak iki erkek şâhid emân verilmiş olduğuna şâhidlik yaparlarsa tasdik olunur. Bu, İmam-ı Azam'a göredir, imameyn'e göre kâfir yakalanmadan önce müslüman olursa hür olur. Kâfir gemileri tayfasından bazıları İslâm sahilindeki ırmaklardan su almak üzere emânsız İslâm topraklarına çıkmakla müslümanlar tarafından yakalansa İmam-ı Azam'a göre bütün müslümanların namına ganimet olmuş olurlar. Bunların beşte birinin alınmasında iki rivayet vardır.
"Casuslukta ilh..." Bu ifadede, "kâfir bir müsteminin üzerine cizye konulacağı şart koşulmaksızın İslâm memleketinde, bir sene ikamet etmesine müsaade edilmesinin haram olduğuna" işaret vardır. Remli.
"Zimmî olunca kendisiyle müslümanlar arasında kısas yapılır ilh..." Kâfir olan müstemin zimmî olmadan önce bir müslüman tarafından öldürülürse, müslüman kısas edilmez, kendisine diyet vacib olur.
Es-Siyer şerhinde zikredilmiştir ki, İslâm memleketinde bulunan kâfir olan müsteminlere hükümdarın yardım etmesi vâcibdir. Onların hükmü zimmîlerin hükmü gibidir. Ancak bir müslüman veya zimmî, kâfir olan müstemini öldürürse kısas edilmez. Kâfir olan müstemin kendi gibi kâfir olan bir müste'mini öldürüp, öldürülenin, varisi yanında bulunursa katil kısas edilir. Kâfir olan müstemin İslâm memleketinde cezayı gerektiren bir günâh işlediği takdirde bakılır; eğer işlediği günâh kısas veya kazf haddi kul hakkından olursa kendisine cezası tatbik edilir, kul hakkından olmazsa cezası tatbik edilmez, imam Ebû Yusuf'a göre kendisine bütün cezalar tatbik edilir. Yalnız zimmîlere tatbik edilmiyen içki haddi tatbik edilmez.
Kâfir olan müsteminin kölesi müslüman olsa, köleyi satması için kendisine cebrolunur ve köleyi dar-ı harbe götürmesi için müsaade edilmez.
Karı ile koca müstemin olarak islâm memleketine delip de bunlardan birisi İslâmiyeti veya zimmiliği kabul etse, yanlarında bulunan baliğ olmayan çocukları ona tâbi olurlar. Baliğ olan çocukları kız çocukları olsa bile ona tâbi olmazlar. Çünkü akıl baliğ olmakla tâbi olma sona erer. Zahir rivayete göre babası ölmüş olsa bile baliğ olmayan çocuk kardeşine, amcasına, dedesine tâbi olmaz. Hasan b. Ziyad'dan bir rivayete göre baliğ olmayan çocuk dedesinin müslüman olmasıyla müslüman kabul edilir. Fakat esah olan birinci kavildir. Çünkü baliğ olmayan çocuk en yakın dedesinin müslüman olmasıyla müslüman sayılmış olsaydı, en son dedesinin müslümanlığıyla da müslüman sayılırdı. Buna göre bütün kâfirlerin mürted olmalarıyla hükmedilmesi lâzım gelirdi. Çünkü bütün insanlar Hz. Adem ile Hz. Nuh (A.S.)'ın çocuklarıdır, islâm memleketinde bir müstemin müslüman olsa dar-ı harbde bulunan küçük çocukları kendisine tebaen islâmiyeti kabul etmiş sayılmazlar. Ancak babaları ölmeden islâm memleketine gelirlerse babalarına tebaen müslüman sayılırlar.
Müstemin, bir müslümanı öldürse -isterse amden öldürmüş olsun- yahut yol kesse, yahut casusluk yapsa, yahut müslüman veya zimmî bir kadına zorla zina etse, yahut hırsızlık yapsa kendisine verilmiş olan emân bozulmuş olmaz. Velhasıl islâm memleketinde bulunan bir müste'min zimmî olmadan önce zimmî hükmündedir. Ancak öldürülmesiyle kısas vâcib olmaz. Kul hakkı olmayan suçlar ile cezalandırılmaz.
Bir müsteminin malını islâm memleketinde fâsid akidle elinden almak helâl olmaz. Ama dar-ı harbde bulunan müslüman bir müsteminin onların mallarını kendi rızalarıyla isterse ribâ veya kumar yoluyla olsun alması caizdir. Çünkü onların malları müslümanlar için mubahdır. Ancak hıyanet etmek haramdır. Müslüman müsteminin kendilerinin rızalarıyla almış olduğu mal ise hiyanet değildir. Ama islâm memleketinde bulunan kâfir bir müstemin böyle değildir. Çünkü islâm memleketi seri hükümlerin icra edildiği bir yer olduğu için İslâm memleketinde bulunan bir müstemin temin ile bir müslüman ancak müslümanlar ile yapılması helâl olan akidleri yapabilir. Dar-ı İslâm'da alınması şer'an lâzım gelmeyen bir şeyi müsteminlerden isteyip almak caiz değildir. Beytülmakdis gibi bazı mabedleri, makamları ziyaret ettirmek için müste'minlerden para alınması bu kabildendir. İsterse bu hususta bir âdet mevcud olsun.
"Ve onu gıybet etmek haramdır ilh..." Çünkü zimmet akdi yapılmakla biz müslümanlar için vâcib olan, zimmî için de vâcib olur. Müslümanın gıybeti haram olunca, zimmînin gıybeti de haramdır. Hatta fukahâ: "Zimmîye zulmetmek daha günâhtır." demişlerdir.
"İsterse şahidler zimmîlerden olsun ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; veresesi, ölen müsteminin veresesi olduklarına dair zimmîlerden şâhid getirseler istihsanen kabul edilir. Müslümanlardan şâhid getirmeleri mümkün değildir. Çünkü onların neseb (soy) leri dar-ı harbde olduğu için neseblerini müslümanlar bilemezler. Buna göre zimmîlerin şâhidlikleri, erkeklerin bakamıyacağı husustaki kadınların şâhidlikleri gibi olmuştur. Zimmîler "ölen müste'minin bunlardan başka varisini bilmiyoruz" dedikleri takdirde onlara ölen müste'minin malı ve eşyası teslim edilir, ileride veresesi çıkmasıihtimalinden dolayı kendilerinden kefil alınır.
METİN
Şart gereğince bir sene İslâm memleketinde ikâmet etmekle zimmî olan bir müste'min bir sene sonra dar-ı harbe dönmek istese -her ne kadar ticaret veya bir iş için olursa da- dönmesine müsade edilmez: Çünkü zimmet akdi bozulmaz. Bundan "bir zimmînin de dar-ı harbe dönmesine müsaade edilemiyeceği" anlaşılmaktadır. Nitekim bir müstemin İslâm memleketinde haraç arazisinden bir yer satın alıp o yerin haracını kabul etmekle üzerine haraç konulsa yahut kitabî (yahudi veya hristiyan) olan müstemine bir kadının, müslüman veya zimmî kocası olsa - her ne kadar kocası kendisine cinsî yakınlıkta bulunmamış olsa bile - dar-ı harbe dönmelerine müsaade edilmez. Çünkü arazinin haracı cizye gibidir. Zamanı geldiğinde kendisinden haraç alınır. Kitabî olan müstemine kadın ise kocasına tâbidir.
Kitabî olan bir müstemin İslâm memleketinde bir zimmîye kadınla evlense zevcesini boşaması mümkün olduğu için memleketine dönmesine mani olunamaz. Fakat evlendiği zimmîye zevcesi ondan mehrini istediğinde onu memleketine dönmekten men edebilir. Artık bir sene geçinceye kadar müste'min mehri vermezse Dürer'den: "İslâm hükümdarının: Bir sene İslâm memleketinde ikâmet edersen senin üzerine cizye konulacaktır, sözü müsteminin zimmî olmasında şart değildir." diye nakledilen kavle göre lâyık olan bu müsteminin zimmî olmasıdır. Bu mehrin hükmünden İslâm memleketinde müsteminin yapmış olduğu diğer borçların hükümleri de bilinmiş oldu. Bir müstemin kendi memleketine veya başka bir dar-ı harbe dönmüş olsa emânı bâtıl olduğu için öldürülmesi helâl olur.
Kâfir bir müsteminin bir müslüman veya zimmînin yanında emâneti yahut bunlarda alacağı olsa, o müste'min esir edilse, yahut müslümanlar kâfirlere galip gelip onu yakalayıp öldürseler alacağı, selemi kendisinden gasbolunan şey, kiraya verdiği şeyin ücreti düşer. Çünkü ellerinde bulunan kimseler diğerlerinden önce o mallara sahib olmuşlardır. Bu müste'minin yakalanıp öldürüldüğü zaman elinde bulunan malı, müslüman veya zimmîdeki emâneti, ortağı ve muzaribi yanındaki malı, İslâm memleketinde evinde bulunan mallan ganimet olur. Bu müsteminin rehninde ihtilâf vardır. Nehir'de raci'h olan kavle göre: "Rehin alacağına karşılık olarak alan kimsenin olur." diye zikredilmiştir.
Sirâc'da zikredilmiştir ki, müstemin emânetini ve alacağını alması için emanetçiye ve borçlusuna bir adam gönderse, bunların o adama müsteminin malını teslim etmeleri vâcib olur. Müsteminin emânet bırakmış olduğu malını ve alacağını vermek vâcib olunca -her ne kadar emânet malı ganimet olsa bile- müsteminin İslâm memleketinde yapmış olduğu borcu bu emânet malından veya alacağından ödenir. Müslümanlar kâfirlere üstün gelmeksizin bu müstemin öldürülse veya kendi eceliyle ölse alacağı, ödünç vermiş veya emânet bırakmış, olduğu malı veresesine kalır. Çünkü kendisi ganimet değildir ki, malı da ganimet olsun. Nitekim müslümanlar kâfirlere üstün geldiklerinde bu müstemin kaçsa malı ve alacağı kendisinin olur.
Bir kâfir emân ile İslâm memleketine gelse de dar-ı harbde zevcesi ve çocukları bulunup orada bir müslümanın yahut zimmînin yahut kâfirin yanında emânet malı bulunsa kendisi İslâm memleketinde müslüman veya zimmî olsa, bundan sonra müslümanlar o kimsenin memleketini harb neticesinde ele geçirseler, zevcesi, çocukları ve malları ganimet olur. Çünkü malı üzerinde kendi eli ve velayeti yoktur. Akıl baliğ olmayan çocuğu esir edilip İslâm memleketine getirilse müslüman köle olur.
Bir kâfir dar-ı harbde müslüman olup islâm memleketine geldikten sonra onun memleketi İslâm ordusu tarafından zabtedilse, kendisi dar-ı harbde müslümanlığı kabul ettiği için memleket bir olması dolayısıyla baliğ olmayan çocukları kendisine tebean hür ve müslüman olurlar. Müslüman veya zimmînin yanında bulunan emânet malı kendinin olur. Çünkü onların eli kendinin eli gibi muhteremdir, ama kâfirin yanında bulunan emâneti ganimettir. Bu emâneti her ne kadar bir müslüman gasbetmiş olsa bile yine ganimet olur. Çünkü gasb edenin eli sahih bir el olmadığı için sahibinin eli yerine geçemez. Fetih.
Eğer velîsi olmayan bir müslüman yahut islâm memleketinde müslüman olan müstemin yanlışlıkla öldürülürse, hükümdarın katilin âkile-sinden diyet alması lâzımdır. Çünkü o katil dokunulmaz olan bir kimseyi öldürmüştür. Eğer bunlar kasden öldürülseler hükümdarın katili ya kısas etmesi veya sulh yoluyla diyet alması lâzımdır. Ammenin hakkına riayet etmek için katili affetme hakkı yoktur.
Bir kâfir yahut mürted yahut üzerine kısas vâcib olan kimse Harem-i Şerife iltica etse öldürülmez. Ancak çıkıp öldürülmesi için kendisine yiyecek, içecek verilmez.
Cinayetler bahsinde gelecektir ki, Harem-i Şerife giren bir kimse âyet-i kerîme ile emniyet ve selâmette olduğu beyan edilmiştir.
Bir İslâm memleketinin dar-ı harb olması için İmam-ı Azam'a göre şu üç şartın gerçekleşmesine bağlıdır:
1 - İçerisinde şirk ahkâmı icra edilmelidir.
2 - Dar-ı harbe bitişik olmalıdır.
3 - İçinde evvelki emân ile nefsi üzere emin bir müslüman veya zimmî kalmış olmamalıdır.
Bir dar-ı harbin İslâm memleketi haline gelmesi için yalnız bir şart vardır: O da - ister içinde eski kâfir ahalisi ikâmet etsin, ister islâm memleketine bitişik bulunmasın- o yerde cuma ve bayram namazlarının kılınması gibi bütün islâm ahkâmının icra edilmesinden ibarettir. Dürer.
İZAH
"Zimmet akdi bozulmaz ilh..." Zira zimmî olan müsteminin dar-ı harbe dönmesi müslümanların zararınadır. Şöyle ki, dar-ı harbe dönmekle müslümanlara düşman olur. Dar-ı harbde nesli çoğalır, vermiş olduğu cizye kesilmiş olur. Zeylaî.
"Bir zimmînin de dar-ı harbe dönmesine ilh..." Yani gelmemek üzere dar-ı harbe gitmek isteyen bir zimmiye müsaade edilmez. Fakat ticaret maksadıyla müste'min olarak gitmek isterse müsaade edilir.
Es-Siyerü'l-Kebir'de zikredilmiştir ki, bir zimmî at ve silâhla beraber müstemin olarak dar-ı harbe gitmek isterse müsaade edilmez. Çünkü onun hail bunları, onlara satacağına delâlet etmektedir, Ancak gitmek istediği dar-ı harbin ahalisine düşman olduğu bilinirse, atı ve silâhıyla gitmesine müsaade edilir. Bir zimmî ticaret maksadıyla katır, merkeb ve gemiyle müstemin olarak dar-ı harbe gitmek istese müsaade edilir. Çünkü bunlar yük içindir. Yalnız bunları onlara satmayacağına dair yemin ettirilir.
"Kitabi olan müstemine bir kadının, müslüman veya zimmî kocan olsa ilh..." Bu müstemine kadın kocasına tebean zimmî olur. Bu müstemine kadının islâm memleketine geldikten sonra müslüman veya zimmî ile evlenmiş olması şart değildir, »atta kâfir olan karı ile koca müstemîn olarak islâm memleketine geldikten sonra, kocası müslüman veya zimmî olsa icadın kocasına tebean zimmî olur. Sarih "kitabî olan müstemine bir kadın" diye kayıdladı. Çünkü kadın mecûsî olup kocası müslüman olsa, kaadı kadına müslüman olmasını teklif eder. Kadın müslüman olursa ne âlâ. Şayet müslümanlığı kabul etmezse aralarını ayırır. Kadın iddetini bitirdikten sonra memleketine dönebilir. Bahır, Es-Siyer Şerhi.
"Müstemine kadın kocasına tâbi olur ilh..." Kadının kocasına tâbi olmasıyla kocasının ikâmet ettiği yerde ikâmet etmesi murad edilmiştir.
"Bu mehrin hükmünden ilh..." Yani islâm memleketinde bulunan müste'min borçlansa alacaklı olan kimsenin onu kendi memleketine dönmesinden menetme hakkı vardır. Bir sene geçip borcunu ödemezse zimmî olur.
"Müslüman veya zimmîdeki emâneti ilh..." Yani bu emâneti ganimet olur. Çünkü bu emânet malı sanki kendi elinde bulunmuştur. Emanetçinin eli kendi eli gibi ötmüş da kendisine tebean ganimet olmuştur. Malı ganimet olunca beşte bir alınmaz, ancak haraç ve cizyenin sarfedildiği yere sarfedilir. Çünkü bu mal savaşsız müslümanların kuvvetiyle alınmıştır. Ganimet ise savaş ile. zorla alınan maldır.
"Bu müsteminin rehninde ihtilâf vardır ilh..." İmam Ebû Yusuf'a göre rehin, alacağına karşılık olarak alan kimsenin olur. İmam Muhammed'e göre rehin satılır, rehin alanın alacağı bu rehin parasından ödenir. Bir şey artarsa, müslümanlar için ganimet olur. Bu kavil racih görülmüştür. Çünkü borçdan ziyade olan mikdar emânet bahsindedir. Bahır.
Nehir sahibi Bahır'da zikredileni reddederek: "Racih olan İmam Ebû Yusuf'un kavlidir." demiştir. Çünkü müste'minin emânet malı yukarıda geçtiği üzere hükmen kendi elinde bulunduğu için ganimet olur. Rehin vermiş olduğu malı emânet bırakmış olduğu malı gibi değildir. Hamevî: "Müsteminin rehin vermiş olduğu malı borcu kadar olursa İmam Ebû Yusuf'un kavli tercih edilir. Ama rehin bahsinde: "Rehin verilen mal borçdan ziyade olursa, ziyade olan kısım zayi olduğu takdirde ödenmesi lâzım olmayan emânettir." diye açıklanmıştır. O halde hak olan Bahır'da zikredilendir." diye Nehir sahibine cevap vermiştir.
"Müsteminin malını teslim etmeleri vâcib olur ilh..." Çünkü müsteminin malı ancak kendisinin esir veya öldürülmesiyle ganimet olur. Halbuki bunlardan birisi bulunmamıştır. T.
"Dar-ı harbde zevcesi ve çocuktan ilh..." Çünkü baliğ olmayan çocuklar ancak memleket bir olduğunda müslüman olan babalarına tebean müslüman sayılırlar. Bahır. Keza müslüman olan baba dar-ı harbde olup baliğ olmayan çocuklar islâm memleketinde bulunsa yine babasına tebean müslüman sayılırlar. Çünkü dar-ı harbde bulunan müslüman islâm memleketi ahalisinden sayılır.
T E N B i H: Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, kendi vaziyetini anlatabilecek baliğ olmayan bir çocuk ana ve babasını ziyaret için islâm memleketine gelmiş olsa bakılır; eğer anası, babası zimmî olurlarda memleketine dönmesine müsaade edilir. Eğer anası ve babasından her ikisi veya birisi müslüman olursa müslüman olana tâbi olarak müslüman olacağı için memleketine geri dönmesine müsaade edilmez. Çünkü kendi vaziyetini anlatabilecek baliğ olmayan çocuk ile kendi vaziyetini anlatamıyacak baliğ olmayan çocuk müslüman olan ana veya babasına tebean müslüman sayılmakta aynı hükümdedir.
Velhâsıl çocukların akıl-bâliğ olmasıyla müslüman olan ana veya babasına tâbi olmaları sona ermiş olur. Hatta çocuk mecnun olarak baliğ olsa müslüman olan ana veya babasına tâbi olması devam eder. İslâm memleketinde müslüman olan bir kimsenin oğlu baliğ olduğunu iddia edip şâhid getirse, babası da baliğ olmadığını iddia edip şâhid getirse kaadı çocuğu bilirkişiye gösterir. Ama babası müslüman olup bir müddet geçtikten sonra çocuğu böyle bir dâvada bulunacak olursa, çocuğun müslüman sayılması için Babanın şâhidleri kabul edilir.
"Hükümdarın katilin âkılesinden diyet alması lâzımdır ilh..." Hükümdar bu diyeti kendisi için almayıp beytülmâla koymak için alır.
"Hükümdarın katili ya kısas etmesi ilh..." Hükümdarın katili öldürmesinden diyet alması beytülmâl için daha faydalı ise de, fakat katili kısas etmesinde de müslümanların öldürülmesini menetme bakımından başka bir faide vardır. Bahır.
"Veya sulh yoluyla diyet alması ilh..." Yani katilin rızasıyla diyet almasıdır. Çünkü amden öldürmenin cezası kısastır. Velhâsıl velîsi olmayan birmüslüman amden öldürüldüğü takdirde hükümdar "ya katili kısas olarak öldürür veya katil razı olursa öldürülenin diyetini" alır. Çünkü hükümdar öldürülenin velîsidir. Bunun delili, Peygamber Efendimizin:
"Müslüman hükümdar velisi olmayanların velisidir." hadis-i şerifidir. "Ammenin hakkına riayet etmek için katili affetme hakkı yoktur ilh..." Çünkü hükümdarın âmme üzerindeki velayet ve selahiyeti onların hakkını korumak içindir. Katili diyet almadan affetmesi ise onların hakkını korumaktan değildir. Fetih.
Yine Fetih'de zikredilmiştir ki, amden öldürülmüş olan lâkît (ailesi tarafından sokağa atılmış çocuk) olursa İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre hükümdar, katili kısas olarak öldürür, İmam Ebû Yusuf'a göre öldürmez. Bu bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Üzerine kısas vâcib olan ilh..." Yani bir kimse bir şahsın bir azasını kestikten sonra harem-i şerife iltica etse, ittifakla caninin harem-i şerifde kısas olarak azası kesilir. T.
"Harem-i şerife iltica etse im..." Yani bir kimse harem-i şerifin haricinde amden bir şahsı öldürdükten sonra harem-i şerife iltica etse harem-i şerifde öldürülmez. Ancak kendi rızasıyla çıktıktan sonra öldürülmesi için kendisine yiyecek, içecek verilmez. Eğer bir kimse bir şahsı amden harem-i şerifde öldürürse, ittifakla katır harem-i şerifde öldürülür. Eğer Beytullah'da öldürürse, orada öldürülmez.
Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, bir cemaat savaşmak için harem-i şerife girmiş olsalar, onlar ile savaşmakta bir beis yoktur. Çünkü Allah-ü Teâlâ:
"Onlar, Mescid-i Haram yanında sizinle savaşıncaya kadar, siz de orada kendileriyle savaşmayın. Fakat (orada) sizi öldürürlerse siz de onları öldürün." (Bakara Sûresi, âyet: 191) buyurmuşlardır.
Harem-i şerifin hürmeti onların ezalarına katlanmamızı gerektirmez. Nitekim harem-i şerifte bir av hayvanı bir insana saldırsa, ezasını defetmek için onu öldürmesi caizdir, O cemaat harem-i şerifin haricinde savaşıp hezimete uğradıktan sonra harem-i şerife girseler kendilerine dokunulmaz. Ancak onların harem-i şerifde cemiyetleri bulunup kuvvet teşkil ederlerse öldürülürler. Kâfirler hakkında zikredilen bütün hükümler hariciler ile bağlı (kendilerince doğru görülen bir delilden dolayı isyan eden kimse) ler hakkında da geçerlidir.
"Bir islâm memleketinin ilh..." Kâfirlerin islâm memleketlerinden bir memleketi mücerred ele geçirseler yahut bir şehir ahalisinin mürted olarak küfür ahkâmını icra etseler yahut zimmîlerin ahidlerini bozarak memleketlerini ele geçirseler bu üç surette islâm memleketi, dar-ı harb olmaz. Bir islam memleketinin -Allah korusun- dar-ı harb olabilmesi için metinde zikredilen üç şartın tahakkuk etmesi lâzımdır. Bu, imam-ı Azam'a göredir, imameyn'e göre, bir islâm memleketinin -Allah korusun- bir dar-ı harbe çevrilmesi için şu bir şartın gerçekleşmesine bağlıdır. O da içerisinde küfür ahkâmının icra edilmesidir. Hindiyye.
Bir islâm memleketi-Allah korusun- dar-ı harb olunca orada hadler ve kısas icra edilmez. Müslüman bir esirin kâfirlerin mâllarına ve canlarına taarruz etmesi caizdir. Kadınların namusuna dokunması caiz değildir. Bir dar-ı harbde, dar-ı islâm olunca islâm ahkâmı tatbik edilir.
Dürerü'l-Bihar'da zikredilmiştir ki, yukarıda yazılı üç şartın gerçekleşmesiyle dar-ı harbe çevrilmiş bir islâm şehrinin ahalisine emân verilip içinde İslâm ahkâmını icra edecek bir kaadı tâyin edilince tekrar islâm memleketine dönmüş olur. Eski mülk sahihleri mallarını bizzat bulurlarsa meccanen alırlar. Mallarını bir müslüman veya kâfir, bir müslümana veya zimmîye satmış veya hibe edip teslim etmiş olduktan sonra bulurlarsa, kıymetleriyle alabilirler.
"İçerisinde şirk ahkâmı icra edilmelidir ilh..." Yani İslâm hükümlerinden herhangi bir hüküm icra edilmelidir, hem islâm ahkâmı hem de şirk ahkâmı icra edilse dar-ı harb olmaz. Hindiyye.
"Evvelki emân ile nefsi üzerine emin bir müslüman ilh..." Evvelki emândan maksad, müslüman için İslâmiyeti cihetiyle zimmî için de zimmet akdi sebebiyle islâm hükümetinin kuvvetine dayanmış olarak sabit olan emniyet ve selamettir.
T E T İ M M E : Câmiu'l-Fûsuleyn'in evvelinde zikredilmiştir ki, kâfirler tarafından vali tâyin edilen her şehirde, müslümanlar üstün bulunduğu için, cuma ve bayram namazlarının kılınması haracın alınması, kadı tâyin edilmesi, yetimlerin evlendirilmesi caizdir. Kâfirlere itaat etmeye gelince; bu bir anlaşmadan ibarettir. Kâfir valiler bulunan beldelerde müslümanların, cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir. Müslümanların rızalarıyla bir zat kaadı olur. Müslümanların kendi üzerlerine müslüman bir valinin tâyin edilmesini talebi etmeleri vâcibtir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...