06 Ekim 2012

MÜSTEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI



Müstemin: Hem emân isteyen, hem de kendisine emân verilen kimse demektir. Fıkıh ıstılahında; gerek müslüman gerek harbî (kâfir) olsun, başka bir milletin memleketine emân (pasaport) ile giren kimsedir. Bir müslüman emânla dar-ı harbe girerse kendisine onların kanlarından, mallarından, namuslarından bir şeye dokunması haramdır. Çünkü müslümanlar şartlarında sabittirler. Şayet onlardan bize izinsiz bir şey çıkarırsa ahdini bozduğu için ona haram olarak mâlik olur ve onu tasadduk etmesi vâcib olur.
Musannıf "dar-ı harbe emânla giren bir müslüman onlardan bize izinsiz bir şey çıkarırsa" diye kayıdladı. Çünkü onlardan bir şey gasbetse, onların memleketlerinde bulundukça onu onlara vermesi vâcibdir. Ama esir olan bir kimse - her ne kadar kâfirler bu esiri kendi rızalarıyla bıraksalar bile- müstemin gibi olmayıp hırsız gibi olduğundan kendisine onların mallarını alması kendilerini öldürmesi caizdir. Fakat kadınlarına dokunması meşru değildir. Kadınların helâl olması ancak mâlik olmakladır. Şu kadar var kî esir olan kimse dar-ı harbde esir olan zevcesini yahut ümmi veledini yahut müdebberesini orada bulup onlara kâfirler cinsî yakınlıkta bulunmuşlarsa, onlar kendisine mubahtır. Çünkü kâfirler onlara mâlik olmamalardır. Eğer kâfirler onlara cinsî yakınlıkta bulunmuşlarsa mülk şübhesi için iddet vâcib olur. Cariyesini dar-ı harbde bulursa ona cinsî yakınlıkta bulunması kendisine mutlak surette helâl delildir. Dar-ı harbde bir kâfir, müstemini satışla veya ödünç vermekle borçlandırsa yahut müslüman müstemin kâfiri satışla veya ödünç vermekle borçlandırsa yahut birisi diğerinin malını gasbetse, sonra islâm memleketine gelseler hiç birisine bir şeyle hüküm olunmaz. Çünkü kâfir müstemin dar-ı harbde iken İslâm hükmünü kabul etmeyip bilâkis gelecekte olacak hükümleri kabul etmiş olur. Ancak müstemin müslümana kâfirden gasb veya borç yoluyla almış olduğu şeyleri diyâneten geri vermesi için fetva verilir. Çünkü emânla onlara hainlik etmemeyi kabul etmiştir. Ama kazaen hüküm olunmaz.
İki kâfirden biri diğerine borç verse veya biri diğerinden gasb yoluyla bir şey alıp sonra bu iki kâfir müstemin olarak İslâm memleketine gelseler yine hiç birisine bir şeyle hüküm olunmaz. Dar-ı harbden bir kâfir ile bir müslüman İslâm ordusuna gelip müslüman, kâfirin kendisinin esiri olduğunu iddia edip kâfir ise "ben emanla çıktım" dese kâfirin sözü kabul edilir. Ancak esir olmasına iple veya zincirle bağlı olması gibi bir alamet bulunursa, görünüşe göre hüküm verilerek müslümanın sözü kabul edilir, iki kâfir müslüman olarak İslâm memleketine gelip muhakeme olsalar aralarında din ile hüküm olunur. Çünkü din ile hükmedil-meşine razı olmuşlardır. Ama gasp dâvalarında din ile hüküm olunmaz. Çünkü kâfirlerin istilâ etmesi bahsinde geçtiği üzere gasbeden kimse dar-ı harbte gasbetmiş olduğu şeye mâlik olur.
Emânla dar-ı harbe giren iki müslümandan biri gerek kasden gerekse hataen diğerini öldürmüş olsa -dar-ı harbde haddin düştüğü gibi kısas da düşeceği için - katilin öldürdüğü kimsenin diyetini kendi malından vermesi vâcib olur. Çünkü iki memleket birbirinden ayrı olduğu için âkilenin katili korumaları mümkün olmadığından kendilerine bir şey lâzım gelmez. Hataen öldürmede ayrıca keffâret de vâcib olur. Çünkü hataen öldürmede keffâretin vâcib olması hususundaki âyet-i kerîme mutlakdır. Dar-ı harbde iki esirden biri diğerini hataen öldürürse, kendisine ancak keffâret lâzım olur. Kasden öldürürse kendisine hiç bir şey lâzım gelmez. Çünkü esir olmasıyla kâfirlerin elinde bulunduğu için onlara tâbi otur da kendisine saldırılması vaktinde 'kıymeti gerektiren dokunulmazlığı düşmüş olur. Bu yüzden gerek hataen gerekse kasden öldürülmesinde diyet vâcib olmaz. Nitekim bir müslüman dar-ı harbde bir esiri veya orda müslüman olmuş bir kimseyi öldürse - bu öldürülen kimsenin vereseleri dar-ı harbde olurlarsa - bakılır; eğer hataen öldürmüşse kendisine yalnız kefaret lâzım gelir. Kasden öldürmüşse kendisine hiç bir şey lâzım gelmez. Çünkü öldürülen kimse İslâm memleketine gelip kendisini korumamıştır.
İZAH
"Müstemin ilh..." Bu kelime ism-i mef'ûl sigasıyla "müstemen" diye de okunabilir. Bu takdirde kendisine eman verilmiş kimse mânâsını ifade eder.
"Bir şeye dokunması haramdır ilh..." Hatta müslüman olan müstemin, kâfirler 'tarafından esir edilmiş cariyesine bile dokunamaz. Çünkü bu cariye onların mülkü olmuştur. Ama zevcesini, ümmi veledini ve müdebberesini imkanını bulursa, kurtarır. Çünkü kâfirler bunlara mâlik olmamışlardır. Keza esir edilmiş müslüman kadınları ve çocukları da imkanını bulursa onların elinden kurtarır.
TENBİH: Hâkimin Kâfî'sinde zikredilmiştir ki, dar-ı harbde müslüman bir müste'minin bir dirhemi iki dirhem ile peşin veya veresiye olarak değişmesi yahut fâsid akidler ile elde edeceği 'bir maldan istifade etmesi caizdir Çünkü dar-ı harbde müstemin bulunan bir kimsenin onların mallarını rızalarıyla alması caizdir. Bu İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir, İmam Ebû Yusuf'a göre bu gibi muameleler dar-ı harbde de caiz değildir, İmam Ebû Yusuf'a göre bir müslüman nerede olursa olsun müslümanlığın hükümlerini kabul etmiştir, ona aykırı olan bir şeyi yapamaz.
"Müslümanlar şartlarında sabittirler ilh..." Çünkü emân ile dar-ı harbe giren bir müslüman onların haklarına tecavüz etmemeyi 'kabul etmiştir. Bu bakımdan onlara hıyanette bulunması haramdır. Ancak o memleketin hükümdarı veya hükümdarın müsaadesiyle birisi, müslümanın hakkına tecavüz ederek malını alır veya kendisini hapsederse, bu takdirde verilen ahdi bozmuş olduğundan müslüman da bazı hususlarda misliyle mukabelede bulunabilir. Bahır.
"Ve onu tasadduk etmesi vâcib olur ilh..." Çünkü hıyanet etmekle onu haram yoldan elde etmiştir. Hatta müslüman müsteminin dar-ı harb-den hıyanetle çıkarmış olduğu şey cariye olsa ona cinsî yakınlıkta bulunması helâl olmaz. Ondan o cariyeyi satın alan kimseye de helâl olmaz. Ama fâsid olarak satın alınan cariyeye cinsî yakınlıkta bulunmak yalnız satın alana haramdır. Fâsid olarak satın alan kimseden o cariyeyi başka bir şahıssatiri alsa, kendisine o cariye helâl olur. Çünkü cariye ikinci satın alan şahsa sahih olarak satılmıştır. Bu yüzden cariyeyi ilk satan kimsenin geri alma hakkı kalmamıştır. Bu bahsin tamamı Fetih'dedir.
Yine Fetih'de zikredilmiştir ki; dar-ı harbe müste'min olarak giren kimse orada bir kadınla evlense, sonra kadını zorla islâm memleketine çıkarsa ona mâlik olur. Nikâh bozulur, onu satması sahih olur. Eğer kadın kendi rızasıyla islâm memleketine gelmiş otursa, onu satması sahih olmaz. Çünkü ona mâlik olmamıştır.
"Esir olan kimse esir olan zevcesini ilh..." Bu ifadede nikâhın bozulmadığına işaret vardır. Gerek zevce zevcinden önce esir edilmiş olsun, gerekse sonra esir edilmiş olsun.
"Âyet-i kerîme mutlaktır ilh..."
"Kim bir mümini hataen (yanlışlıkla) öldürürse, mümin bir köleyi âzâd etmesi ve ölenin ailesini (mirasçılarına) teslim edilecek bir diyet vermesi lâzımdır." (Nisâ Sûresi, ayet: 92) Bu âyet-i kerîmede İslâm memleketi veya dar-ı harble kayıdlanmaksızın hataen öldürülmede diyetle beraber keffâretin de vâcib olduğu beyan buyurulmuştur.
"Kasden öldürürse kendisine hiç bir şey lâzım gelmez ilh..." Yani dar-ı harbde iki esirden biri diğerini kasden öldürürse. İmam-ı Azam'a göre kısas vâcib olmadığı gibi keffaret de vâcib olmaz. İmameyn'e göre öldürülme gerek hataen gerekse amden olsun her iki surette katile kendi malından öldürdüğü kimsenin diyeti vâcib olur. Bu bahsin tamamı Bahır'dadır.
"Çünkü esir olmasıyla ilh..." Bu ifade İmam-ı Azam'a göre dar-ı harbde bulunan müslüman müsteminler île esirler arasındaki farkı açıklamak içindir. Şöyle ki: Dar-ı harbde bulunan esirler kâfirlerin elinde bulundukları için onlara tâbi olup onların mukim olmasıyla mukim, misafir olmalarıyla misafir olurlar. Nitekim müslümanların köleleri efendilerine tâbi olurlar. Müslüman esirler kâfirlere tâbi olunca -asıl olan kâfirlerden birisinin öldürülmesiyle diyet vâcib olmadığı gibi- esirlerden birinin diğerini öldürmesiyle kendisine diyet vâcib olmaz. Ancak hataen öldürmüş olursa, kendisine yalnız kefaret lâzım gelir.
Şu halde dar-ı harbde esir bulunan müslümanlar, dar-ı harbde müslüman olup İslâm memleketine hicret etmemiş müslümanlar gibi olurlar. Nitekim metinde beyan edildiği üzere dar-ı harbde müslüman olup İslâm memleketine hicret etmemiş bir kimseyi bir müslüman orada hataen öldürse kendisine yalnız kefaret vâcib olur, kasden öldürse kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü dar-ı harbde müslüman olan kimse İslâm memleketine hicret ederek kendisini korumamıştır. Orada kaldığı için onlara tâbi olmuştur. Biz Hanefilerce kısası veya diyeti gerektiren dokunulmazlık ancak İslâm memleketinde korunmakla sabit olur. Yalnız müslüman olmakla sabit olmaz. İmam Şafiî'ye göre hataen öldürülmede diyet, kasden öldürülmede kısas vâcibdir. Çünkü günahsız olan bir müslüman öldürülmüştür.
Dar-ı harbde müstemin olarak bulunan müslümanlara gelince: Bunların her zaman kendi istekleriyle oradan çıkmaları mümkün olduğu için kâfirlere tâbi olmazlar. Bu bakımdan müsteminlerden biri diğerini orada kasden veya hataen öldürürse her iki surette kendisine öldürdüğü kimsenin diyetini kendi malından vermesi vâcib olur. Hataen öldürmüş ise diyet vâcib olduğu gibi keffaret de vâcib olur.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...