KÂFİRLERİN BİRBİRİNİ VEYA BİZ
MÜSLÜMANLARIN MALLARINI İSTİLÂLARI BEYANINDA BÂB
İstilâ, lügatta
mutlaka gâlib ve üstün olmak manasınadır, Fıkıh ıstılahında, bir kavmin
mallarını veya memleketini diğer bir kavmin üstünlük yoluyla elde etmesinden
ibarettir. Dar-ı harbde bir kâfir diğer bir kâfiri esir edip malını alsa ona
mâlik olur. Çünkü av gibi mubah olan malı istilâ etmiştir. Kâfirler islâm
memleketinden zimmîleri esir etseler, onlara mâlik olamazlar. Çünkü zimmîler
hürdürler.
Biz müslümanlar
kâfirlere üstün gelip onların esir ettiklerini bulup alsak, onların mallarına
kıyasla o esirlere de mâlik oluruz.
Kâfirler biz
müslümanların mallarını istilâ edip -her ne kadar bu mallarımız mümin köle
olursa da- memleketlerine götürseler, onlara mâlik olurlar. Mâlik olmaları mubah
olan malı istilâ ettikleri için değildir. Çünkü ehl-i sünnet mezhebinden sahih
olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Eşyada asıl olar. mubah olması,
Mutezile'nin mezhebidir. Belki kâfirlerin müslümanların mallarına mâlik
olmaları, bir kimsenin mülkü olan malı dokunulmaz olup başka şahısların o malı
koruması şer'î hükümlerdendir. Kâfirler ise şer'î hükümler ile muhatab
değildirler. Biz müslümanların malları onlar hakkında dokunulmaz mallardan
değildir. Bu cihetten o mallara mâlik olurlar. Nitekim Mecmâ sahibi şerhinde bu
bahsi incelemiştir. Kâfirler mallarımızı aldıkları takdirde mallarımızı
kurtarmak için onların arkasına düşmek biz müslümanlara farzdır. Mallarımızı
aldıktan sonra müslüman olsalar, mallarımız kendilerinden alınmaz.
Kâfirler,
müslümanların mallarını memleketlerine götürdükten sonra müslüman mücahidler
onlara üstün gelerek götürmüş oldukları malları onlardan alsalar, bakılır; eğer
eski sahibleri mallarını müslüman mücahidler arasında taksim edilmeden önce
bulurlarsa, onlara meccanen mâlik olurlar. Eğer taksim edildikten sonra
bulurlarsa ve mallan da kıyemiyyât (çarşı ve pazarda benzeri bulunmayan yahut
bulunsa da aralarında fazla fiat farkı bulunan mallar) dan olursa, mümkün olduğu
kadar iki tarafın zararını önlemek için mücahidlere verildiği gündeki kıymetiyle
alabilirler. Bu mallar misliyyât (aralarında fazla fiat farkı olmayıp, kendileri
gibi pazarda bulunan mallar) dan olursa taksim edildikten sonra onları almaya
yol yoktur. Zira bunları kendi misliyle almakta bir fâide yoktur. Eğer taksim
edilmeden önce mallarını bulurlarsa, onları meccanen alırlar. Nitekim yukarıda
geçmiştir.
Kâfirler zorla
müslümanlardan almış oldukları mallan islâm memleketinden çıkarmadan müslüman
mücahidler kâfirlerden o malları geri alsalar, eski sahihleri mallarını gerek
taksimden önce olsun ve gerekse taksimden sonra olsun meccanen alırlar.
İZAH
"Kâfirlerin
birbirini veya biz müslümanların mallarını istilâları ilh..." Musannıf biz
müslümanların kâfirleri istilâ etmemizin hükmünü beyan edince kâfirlerin
birbirlerini ve biz müslümanları istilâ etmelerinin hükmünü anlatmaya başladı.
Fetih.
"Dar-ı harbde
ilh..." Kâfirler dar-ı harbde birbirinden istilâ yoluyla aldıkları mallara,
esirlere derhal yani bunları daha kendi memleketlerine götürmeden mâlik olurlar.
Meselâ kâfir Türkler ile kâfir Hintliler, kâfir Rumları istilâ edip onları
Hindistan'a götürseler, bu esirlere Hintli kâfirler mâlik olduğu gibi, kâfir
Türkler de mâlik olurlar.
"Zimmîleri esir
etseler ilh..." Kâfirler İslâm memleketinden zimmîlerin mallarını zorla alsalar,
kendi memleketlerine götürmedikçe mâlik olamazlar. Bir zimmî geri dönmek üzere
dar-ı harbe gittiğinde müslümanlar onun gitmiş olduğu dar-ı harbi zabdedip onu
esir etseler, ona mâlik olamazlar. Çünkü onun müslümanlarla yapmış olduğu zimmet
ahdi bakîdir.
"Onların mallarına
kıyasla ilh..." Yani müslüman mücahitler kâfirlere üstün geldiklerinde onların
mallarına mâlik oldukları gibi onlar tarafından esir edilmiş olan diğer
kâfirlerin mallarına da - her ne kadar bu esir edilmiş kâfirler ile müslümanlar
arasında antlaşma bulunsa bile - mâlik olurlar. Çünkü müslümanlar onların ahdini
bozmamışlardır. Ancak onların mülkünden çıkan malları almışlardır.
TENBİH: Nehir'de
zikredilmiştir ki, dar-ı harbde bir kâfir çocuğunu bir müslümana satsa, İmam-ı
Azam'a göre caiz değildir. Ama müslümana çocuğu geri vermesi için cebir olunmaz,
İmam Ebû Yusuf'a göre kâfir dâva, ettiğinde cebrolunur. Bir kâfir çocuğu ile
beraber islâm memleketine emanla gelip çocuğunu satsa, ittifakla bu satış caiz
değildir.
"Kâfirler biz
müslümanların mallarını istilâ yoluyla memleketlerine götürseler mâlik olurlar
ilh..." İmam Mâlik ile İmam Ahmed'in kavilleri de böyledir. Böyle kâfirlerden
bir müslüman yenilecek bir şey veya cariye satın alsa, bunlar kendisine helâl
olur. Çünkü Allah-ü Teâlâ (Haşr Sûresi, âyet: 8) âyet-i kerîmesinde
memleketlerinden ve mallarından mahrum edilerek çıkarılmış olan muhacirlere
fakir ismini vermiştir. Bu âyet-i kerîme hicret eden müslümanların mallarına
kâfirlerin mâlik olduğuna delâlet etmektedir.
Malına erişemeyen
bir kimseye fakir denilmeyip parasız kalmış yolcu denilir. Bundan dolayı sadaka
"âyetinde (Tevbe Sûresi, âyet: 60) parasız kalmış yolcular fakirler üzerine
atfedilmişlerdir.
"Mâlik olmaları
mubah olan malı istila ettikleri için değildir ilh..." Bu ifade Hidâye sahibini
reddetmek içindir. Hidâye sahibi: «İmam Şafiî'ye göre kâfirler müslümanların
mallarına mâlik olamazlar. Zira dokunulmaz olan mâlları istilada bulunmuş
olmaları haklarında mâlikiyyeti ifade etmez. Biz Hanefilerce kâfirler mubah olan
malı istila etmişlerdir. Günkü malın dokunulmazlığı Allah-ü Teâlâ'nın: "Yerde ne
varsa hepsini sizin (faideniz) için yaratan O (Allah-ü Teâlâ) dur." (Bakara
Sûresi, âyet: 29) kavl-i kerîmine münafi olarak sabit olmuştur. Zira bu âyet-i
kerime bütün malların dokunulmaz değil, mubah olmasını gerektirir. Fakat malın
dokunulmaz olmasının sebebi, sahibinin ondan faydalanma imkânı bulması içindir.
Buna göre kâfirler istila yoluyla müslümanların mallarını memleketlerine götürüp
asıl sahiblerinin onlardan faydalanma imkânı kalmayınca, mallar eski mubah olan
hallerinedönerler.» demiştir.
"Ehli sünnet
mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkuftur İlh..." Hidâye
sahibinin "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." ifadesi Mutezile'nin görüşüdür.
Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Yani
mubah veya haram olduğuna dair şer'î bir delil gelinceye kadar durulur ve
bunlardan biriyle hüküm verilemez. Biz Hanefilerce malın dokunulmazlığı seri
hitabla sabittir. Kâfirler hakkında malların dokunulmaz olması zahir değildir.
Çünkü kâfirler şeriatla muhatab değildirler, imam Şafiî'ye göre kâfirler
şeriatla muhatabdırlar. Bu bakımdan kâfirlerin böyle dokunulmaz mallara istilada
bulunmuş olmaları, haklarında mâlikiyyeti ifade etmez. Bu, Mecma şerhi Menba'da
zikredilenin hülâsasıdır
Ben derim ki: Bu,
birkaç bakımdan söz götürür:
1) Hidâye sahibi
"Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." demek istememiştir. Çünkü eşyada asıl olan
mubah olması mıdır, haram olması mıdır veya tevakkuf mudur? Bu husustaki ihtilâf
şeriat gelmeden önceye aiddir. Hidâye sahibi ise şeriat geldikten sonra delil
ile eşyada asıl olan mubah olmasını isbat etmiştir. Malın dokunulmazlığı mülk
sahibinin malından faydalanması gibi ârizî bir sebebten dolayı sabit olmuştur.
Usul-i Pezdevî'de:
"Şeriat geldikten sonra haram olduğuna dair delil bulunmadıkça icma ile malların
mubah olmasıdır. Çünkü Allah-ü Teâlâ: "hüvellezi haleka leküm mâ filardı
cemîan"kavl-i kerîmi ile bütün malları mubah kılmıştır." diye
zikredilmiştir.
2) Kâfirler imân
ile, içki haddinden başka ukûbât (cezalar) ile ve muameleler ile muhatabdırlar
ibâdetler ile muhatab olmalarında ihtilâf vardır. Nitekim bu bahis cihâd
bahsinin evvelinde beyan edilmiştir.
3) "Kâfirler
hakkında malların dokunulmaz olması zahir değildir." ifadesinin mânâsı "mallar
onlar için mubahtır" demektir. "Bu ifadede eşyada asıl olan mubah olmasıdır."
diyenlerin kavline dönüş vardır.
4) "Eşyada asıl
olan mubah olmasıdır.""görüşünü Mutezile'ye nisbet etmek usûl kitablarında beyan
edilene muhaliftir, İbn-i Hümâm'ın "Tahrir" isimli kitabında Hanefi ile Şafiî
cumhur fukahasının muhtar olan kavline göre; "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır."
denilmiştir.
Usûl-i Pezdevî
şerhinde Allâme Ekmel diyor ki: Biz Hanefilerin ve Şâfiîlerin ekseri fukâhasına
göre, şeriatın mubah veya haram kılması caiz olan eşyanın şeriat gelmeden önce
mubah olmasıdır ki, eşyada asıl olan budur. Hatta şeriat kendisine erişmeyen
kimsenin dilediğini yemesi mubahdır. Buna İmam Muhammed İkrah Bahsinde "Laşenin
yenmesi, şarabın içilmesi ancak şeriat tarafından yasak edilmekle haram
olmuştur." diyerek "mubahın asıl, haramın yasak sebebiyle sonradan olduğuna"
işaret etmiştir. Bu, Cübbaî, Ebû Haşim ve Zahirîlerin kavlidir.
Biz Hanefiler ile
Şâfiilerin bazı fukâhasına ve Bağdat Mutezilesine göre, eşyada asıl olan haram
olmasıdır.
Eşariler ile bütün
hadîscilere göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Hatta şeriat kendisine erişmeyen
kimse bekleyip hiç bir şey yiyip içmez. Eğer bir şey yiyip içerse, onun fiil
helâl ve haram ile vasıflanmaz.
Bağdatlı Abdülkahir
bunun mânâsı, "sevaba ve günâha girmez" demektir, demiştir. Şeyh Ebû Mansûr da
buna meyletmiştir.
"Onların arkasına
düşmek biz müslümanlara farzdır ilh..." Yani kâfirler müslümanların mallarını
elde ederek dar-ı harbe götürmek isteseler, müslüman memleketinde bulundukları
müddetçe bunları onların elinden almak için arkalarına düşmek farzdır. Elde
ettikleri malları dar-ı harbe götürmüş olurlarsa, artık takib etmek farz olmaz.
Evlâ olan takib edilmesidir. Ama kadınlar ite çocukları dar-ı harbe götürmüş
olurlarsa, onları takib etmek farzdır. Meğerki kuvvet ve imkân mevcud
bulunmasın.
"Mallarını müslüman
mücahidler arasında taksim edilmeden önce bulurlarsa, onlara meccanen mâlik
olurlar ilh..." Bir kâfir emanla islâm memleketine girip bir müslümanın malını
çalar ve memleketine götürse, sonra onu başka bir müslüman satın alıp islâm
memleketine getirse, eski sahibi malını ondan meccanen alır.
Keza bir köle dar-ı
harbe kaçtıktan sonra bir müslüman tacir onu satın alıp getirse, eski sahibi
kölesini ondan meccanen alır. Muhit, Kuhistânî.
"Kıymetiyle
olabilirler ilh..." Asıl mal sahteleri ölse, verese için mücahidin etinde
bulunan malı kıymetiyle alma hakkı yoktur. Çünkü mücahidin elindeki malı
kıymetiyle alıp almama arasındaki muhayyerlik miras olarak vereseye intikâl
etmez.
Hâniyye'den naklen
Sâihânî'de zikredilmiştir ki, bir kâfir bir müslümandan esir ettiği köleyi dar-ı
harbe götürdükten sonra müslüman bir tacir o köleyi kâfirden satıp alıp islâm
memleketine getirdikten sonra asıl sahibi ölse, İmam Muhammed'e göre vereselerin
hepsi o köleyi alabilir. Ama vereselerinden bir kısmı alamaz, İmam Ebû Yusuf'a
göre vereselerin o köleyi olma hakkı yoktur.
TENBİH: Müslüman
mücahidler mağlub ettikleri bir düşmanın elinden vaktiyle müslümanlardan zorla
alıp memleketlerine götürmüş okluktan köle ve mallan geri alıp islâm memleketine
getirilip bu mallar mücahidler arasında taksim ettikten sonra sehmine köle düşen
mücahid köleyi âzâd etse köle âzâd olur, eski sahibinin hakkı bâtıl olur.
Sehmine köle düşen mücahid köleyi satmış olursa, eski sahibi köleyi parayla
alabilir. Satışı bozamaz. Şürunbulâli.
"İki tarafın
zararını önlemek için ilh..." Zira eski sahibi, rızası yok iken mülkünün elinden
çıkmasıyla zarar görür. Hissesine düşen mücahidin elinden de meccanen
alınmasıyla zarar görür. Çünkü mücahid onu ganimetteki sehmine karşılık olarak
almıştır. Buna göre mümkün olduğu kadar her ikitarafın hakkına riayet etmek için
bu malın eski sahibine bunu kıymetiyle almak selâhiyeti verilmiştir.
Ganimet taksim
edilmeden önce o mal bütün mücahidlerin mülküdür. Bu maldan her birine elinden
çıkmasıyla üzülecek mikdar hisse isabet etmez. Bu yüzden zarar görmezler. Bunun
için taksim edilmeden önce eski mal sahibleri mallarını alırlar. Dürer.
METİN
Bir tacir
kâfirlerin istilâ yoluyla elde etmiş olduğu müslüman mallarını onlardan satın
alarak islâm memleketine getirirse, eski sahibleri bu malları o tacirin vermiş
olduğu para ile diğer bir mal karşılığında satın almış ise, vermiş olduğu malın
kıymetiyle eğer kâfirler tarafından kendisine hibe edilmekle veya fâsid akidle
mâlik olmuşsa, mallarının kendi kıymetleriyle alabilirler.
Bahır'da
zikredilmiştir ki, tacir mallan kâfirlerden şarab veya domuz karşılığı satın
alsa, eski sahibleri onları ittifakla şarab ve domuzla alamayıp kendilerinin
kıymetleriyle alırlar.
Keza tacir
misliyattan olan malları veresiye olarak, kendilerinin misliyle yahut mikdar ve
vasıf itibariyle kendilerinin misliyle sahih veya fâsid akidle satın alsa, eski
sahihlerinin almalarında faide olmadığı için yine onları almazlar. Ama mikdar
itibariyle az ile veya vasıf itibariyle düşük mal ile satın alsa, eski
sahiblerinin almalarında fayda olduğu için mallarını alabilirler. Bu fidye olup
karşılık olmadığı için bunda riba (faiz) olmaz.
Kâfirlerin istilâ
yoluyla memleketlerine götürmüş oldukları bir köleyi müslüman bir tacir,
onlardan satın alarak İslâm memleketine getirse de kölenin gözü çıkarılıp veya
eli kesilip tacir ersi (uzvunun diyeti) ni alsa yahut kölenin gözünü, satın alan
tacir çıkarmış olsa, kölenin eski sahibi muhayyer olup dilerse tacirin kâfirden
satın almış olduğu paranın hepsiyle alır, ersi alamaz; dilerse köleyi hiç almaz.
Tacir ile eski mal sahibi paranın mikdarında ihtilâf etseler, şâhid bulunmadığı
takdirde yeminiyle tacirin sözü kabul edilir. Ama biri şâhid getirirse onun
şahidi kabul edilir. Çünkü şâhid açıklayıcıdır. Eğer her ikisi de şâhid
getirirse, eski sahibinin şahidi kabul edilir. İmam Ebû Yusuf'a göre, tacirin
şahidi kabul edilir. Nehir.
Kâfirler bir
kimsenin kölesini esir edip memleketlerine götürdükten sonra müslüman bir tacir
o köleyi satın alıp islâm memleketine getirse, bundan sonra o tacirin elindeyken
kâfirler o köleyi tekrar esir ederek memleketlerine götürseler, sonra başka bir
müslüman tacir o köleyi satın alıp İslâm memleketine getirse, birinci tacir
ikinci tacirden parasıyla alır. Çünkü köle birinci tacirin mülkünde iken ikinci
defa esir edilmiştir, ikinci tacirden o köleyi iki kat parasını vererek alır.
Çünkü birinci tacire köle iki fiata mal olmuştur. Birinci tacirin parası zayi
olmaması için eski sahibi ikinci tacirden köleyi alamaz. Kâfirler harb
neticesinde müslümanlardan hür, müdebber, ümm-i veled, mükâteb elan erkek ve
kadınları esir ederek memleketlerine götürseler onlara mâük olamazlar. Çünkü
onlar bir bakıma hürdürler.
Sonra müslümanlar
kâfirleri yenerek bunları geri alsalar, ganimet taksini edilmeden önce eski
sahibleri bunları meccanen alırlar. Ganimet taksim edildikten sonra sehimlerine
düşen mücahidtere beytülmâldan kıymetleri verilir. Biz müslümanlar kâfirlere
galip gelince onların her şeylerine mâlik oluruz. Çünkü şer'i şerif
cinayetlerini cezalandırmak için onların dokunulmazlığını kaldırmıştır.
İslâm memleketinden
bir hayvan dar-ı harbe kaçsa, istilâ gerçekleştiği için ona mâlik olurlar. Çünkü
hayvanın İslâm memleketinden çıkmasında ona yardım edecek bir el yoktur, İslâm
memleketinden dar-ı harbe müslüman bir köle kaçıp da kâfirler onu zorla
yakalasalar, ona mâlik olamazlar. Çünkü İslâm memleketinden çakmakla kendi
kendine mâlik oldu da başkasının kendisine mâlik olmasına mahal kalmadı.
İmameyn'e göre, kâfirler buna mâlik olurlar. Ama -Allah'a sığınırız- köle mürted
olduktan sonra dar-ı harbe kaçıp kâfirler onu yakalasalar, ittifakla ona mâlik
olurlar.
Bir köle bir ot ve
eşya ile birlikte dar-ı harbe kaçıp müslüman bir tacir onları kâfirlerden satın
alıp islâm memleketine getirse, kölenin eski sahibi köleyi meccanen alır. Çünkü
kâfirler köleye mâlik olamazlar. At ile eşyalarını para ile alır. Çünkü kâfirler
bunlara mâlik olurlar.
Müstemen
(pasaportlu kâfir), müslüman veya zimmî bir köleyi satın alıp memleketine
götürse, bu müslüman veya zimmî köle âzâd olur. Çünkü islâm memleketiyle dar-ı
harbin birbirinden ayrı olması âzâd etme yerine geçer. Nitekim kâfirler müslüman
bir köleyi istilâ yoluyla kendi memleketlerine götürdükten sonra köle dar-ı
harbden İslâm memleketine kaçsa âzâd olur.
Musannıf "müstemen,
müslüman veya zimmî bir köleyi satın alıp memleketine götürürse âzâd olur" diye
kayıdlamıştır. Çünkü müstemen olmayan bir kâfir müslüman veya zimmî bir köleyi
satın alıp memleketine götürse, ittifakla bu müslüman veya zimmî köle âzâd
olmaz. Çünkü buâ Nehir. Nitekim kâfirlerin bir kölesi dar-ı harbde müslüman olup
sonra müslüman memleketine yahut dar-ı harbde olan ordumuza gelse yahut dar-ı
harbde onu bir müslüman veya zimmî veya kâfir satın alsa veyahut onu satışa
arzetse, satın alacak olan kabul etsin veya etmesin yahut müslümanlar bu
kâfirlere üstün gelseler, bu dokuz surette köle âzâd edilmeksizin ve hiç bir
kimsenin ona velâsı olmaksızın âzâd olmuş olur. Çünkü bu suretlerdeki azada
"hükmen âzâd" denilir.
Zeylaî'de
zikredilmiştir ki, bir harbî (kâfir) kendi kölesinin elinden tutup gitmesi için
müsaade etmediği halde "sen hürsün" dese, İmam-ı Azam'a göre köle âzâd olmaz.
Çünkü köleyi dili ile âzâd etmiş, fakat eliyle âzâd etmemiştir.
İZAH
"Onların her
şeylerine mâlik oluruz ilh..." Kâfirlerin hükümdarı bir müslümana hür olan
kâfirlerden bir şahsı hediye olarak verse, müslüman ona mâlik olur. Ancak vermiş
okluğu şahıs müslümanın akrabası olursa müslüman ona mâlik olamaz.
Bir müslüman dar-ı
harbe eman ile girip kâfirlerden birinin çocuğunu satın aldıktan sonra onu zorla
İslâm memleketine^getirse, çocuğa mâlik olur. Dar-ı harbde iken çocuğa mâlik
olup olmamasında ihtilâl vardır. Esah olan kavle göre mâlik olmaz. Nitekim
Muhît'te de böyle zikredilmiştir. Bu ifade "kâfirlerin memleketlerinde hür
olduklarını" bildirmektedir. Halbuki kâfirlere hiç bir kimse mâlik olmasa bile
onlar kendi memleketlerinde köledirler. Nitekim Mûstesfâ. Kuhistânî ve Dürr-i
Müntekâ gibi mu'teber kitablarda böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Âzâd
Bahsinde beyan edilmiş olduğu üzere "kâfirler köledirler" ifadesinin mânâsı
"müslümanlar onları istilâ ettikten sonra köledirler" demektir, istilâ edilmeden
önce onlar hürdürler. Zira Zahîriyye'de zikredilmiştir ki, bir kimse kölesine
"senin nesebin hürdür" yahut "senin aslın hürdür" dese, eğer kölenin esir
edilmiş olduğu bilinirse âzâd olmaz, bilinmezse âzâd olur. İşte bu, kâfirlerin,
hür olduğuna delildir; Muhit'de zikredilen de buna delildir.
"Dar-ı harbe
müslüman bir köle kaçıp da ilh..." Yani kaçan kölenin müslüman veya zimmînin
kölesi olması arasında fark yoktur. Musannif "dar-ı harbe müslüman bir köle
kaçıp" diye kayıdlamıştır. Çünkü kâfirler köleyi istila yoluyla islâm
memleketinden alsalar, ittifakla ona mâlik olurlar.
Musannıf "müslüman
bir köle kaçsa" diye kayıdladı. Çünkü - Allah'a sığınırız- köle mürted olduktan
sonra dar-ı harbe kaçarsa, ona mâlik olurlar.
Zimmî bir köle
dar-ı harbe kaçıp kâfirler bunu yakaladıklarında buna mâlik olup olmamaları
hususunda iki kavil vardır: Bir kavle göre mâlik olurlar, diğer kavle göre mâlik
olmazlar. Nitekim Fetih'de de böyledir. Şârih "kâfirler onu zorla yakalasalar"
diye kayıtladı. Kâfirler onu zorla yakalamasalar ittifakla ona mâlik olamazlar.
Nehir.
"Ona mâlik
olamazlar ilh..." Yani o köle kâfirler tarafından bir müslümana hibe edilip
yahut bir müslüman tacir tarafından satın alınıp yahut ganimet olarak islâm
memleketine getirilse eski sahibi kölesini meccanen alır. Ganimet malı taksim
edilip bu köle mücahidlerden birinin sehmine düştükten sonra eski sahibi
kölesini alırsa, sehmine düşen mücahide beytülmâldan kölenin kıymeti verilir. Bu
bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Kendi kendine
mâlik oldu da ilh..." Yani köle mükellef bir insan olup kendi kendine mâliktir.
Efendi kölesinden faydalanma imkânı bulabilmesi için kölenin kendi kendine mâlik
olması itibardan düşmüştür. Köle dar-ı harbe girince efendinin köle üzerindeki
mâlikiyeti kalkar, köle kendi kendine mâlik olarak dokunulmaz bir insan olur da
başkasının kendisine mâlik olmasına mahal olmaz. Bu bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Müslüman veya
zimmî bir köleyi satın alıp ilh..." Yani müstemen (pasaportlu) bir kâfir
müslüman veya zimmî bir köleyi satın aldığı takdirde geri satması için
cebrolunur. Dar-ı harbe götürmesi için müsaade edilmez. Zeylai.
"İslâm memleketiyle
dar-ı harbin birbirinden ayrı olması âzâd etme yerine geçer ilh..." Yani
müstemen (pasaportlu) bir kâfir müslüman bir köleyi satın alıp dar-ı harbe
götürse İmam-ı Azam'a göre âzâd olur. İmameyn'e göre âzâd artmaz. İmam-ı Azam'ın
delili şudur: Kâfirin zilletinden müslümanı kurtarmak vâcibdir. Birbirine zıd
olan dar-ı harb ile islâm memleketi kölenin âzâd olmasına sebebdir. Nitekim
dar-ı harbde karı ile kocadan birisi müslüman olunca kadının üç adet görmesi
aralarının ayrılması yerine geçer.
İmameyn'in delili
şudur: Bizim üzerimize vâcib olan müslüman köleyi kâfirin zilletinden kurtarmak
için kâfiri satması için cebretmektir, fakat dar-ı harbe giden kâfiri satmaya
zorlamamız mümkün değildir. Bu bakımdan müste'menin elinde köle olarak -kalır,
âzâd olmaz. İbn-i Kemâl.
"Kâfirler müslüman
bir köleyi ilh..." Yani kâfirler islâm memleketinden bir köleyi esir edip
memleketlerine götürdükten sonra köle oradan islâm memleketine kaçsa köle
efendisine geri verilir, bir rivayete göre âzâd olur. Ama racih olan kavle göre
âzâd olmaz. Çünkü müslüman olan efendinin kölesini geri alma hakkı vardır.
Bezzâziye. Tatarhâniyye.
"Kâfirlerin bir
kölesi dar-ı harbde müslüman olup ilh..." Bir köle efendisine kızarak dar-ı
harbden kaçıp islâm memleketine gelerek müslüman olsa âzâd olur. Ama bir kâfirin
kölesi efendisinin izniyle veya emriyle bir iş için islâm memleketine gelip
müslüman olsa islâm hükümdarı onu satıp parasını kâfir olan efendisi için
muhafaza eder. Bahır.
"Bir harbi kendi
kölesinin elinden tutup ilh..." "Harbî" ile dar-ı harbde doğup büyüyen kimse
murad edilmiştir, gerek orada müslüman olsun gerekse olmasın. Bir müslüman dar-ı
harbe girip harbî bir köle satın alarak âzâd etse -her ne kadar kölenin
gitmesine müsaade etmese bile - istihsanen âzâd ölür. Kölenin velâsı kendisi
için olur.
"İmam-ı Azam'a göre
köle âzâd olmaz ilh..." Hatta köle yanında iken harbî müslüman olsa köleye mâlik
olur. İmameyn'e göre âzâd olur. Çünkü âzâdın rüknü âzâd etmeye ehil olan kimse
tarafından meydana gelmiştir.
"Çünkü köleyi
diliyle âzâd etmiş ilh..." Yani harbi kölesini diliyle âzâd etmiş, eliyle köle
edinmiştir. İmam-ı Azam'ın kavlinin izahı şöyledir: Harbî 'kölesini lisanıyla
âzâd etmekle kölesi üzerindeki mülkü kalkmıştır. Fakat dar-ı harbde köleyi
eliyle yakalayıp bırakmamakla onu yeni baştan istilâ etmek suretiyle kendisine
köle yapmıştır. Müslüman köle böyle değildir. Çünkü müslüman köle istilâ yoluyla
mülk olmaya mahal değildir. Zeylaî. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri
bilir.