06 Ekim 2012

KÂFİRLERİN BİRBİRİNİ VEYA BİZ MÜSLÜMANLARIN MALLARINI İSTİLÂLARI BEYANINDA BÂB


KÂFİRLERİN BİRBİRİNİ VEYA BİZ MÜSLÜMANLARIN MALLARINI İSTİLÂLARI BEYANINDA BÂB


İstilâ, lügatta mutlaka gâlib ve üstün olmak manasınadır, Fıkıh ıstılahında, bir kavmin mallarını veya memleketini diğer bir kavmin üstünlük yoluyla elde etmesinden ibarettir. Dar-ı harbde bir kâfir diğer bir kâfiri esir edip malını alsa ona mâlik olur. Çünkü av gibi mubah olan malı istilâ etmiştir. Kâfirler islâm memleketinden zimmîleri esir etseler, onlara mâlik olamazlar. Çünkü zimmîler hürdürler.
Biz müslümanlar kâfirlere üstün gelip onların esir ettiklerini bulup alsak, onların mallarına kıyasla o esirlere de mâlik oluruz.
Kâfirler biz müslümanların mallarını istilâ edip -her ne kadar bu mallarımız mümin köle olursa da- memleketlerine götürseler, onlara mâlik olurlar. Mâlik olmaları mubah olan malı istilâ ettikleri için değildir. Çünkü ehl-i sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Eşyada asıl olar. mubah olması, Mutezile'nin mezhebidir. Belki kâfirlerin müslümanların mallarına mâlik olmaları, bir kimsenin mülkü olan malı dokunulmaz olup başka şahısların o malı koruması şer'î hükümlerdendir. Kâfirler ise şer'î hükümler ile muhatab değildirler. Biz müslümanların malları onlar hakkında dokunulmaz mallardan değildir. Bu cihetten o mallara mâlik olurlar. Nitekim Mecmâ sahibi şerhinde bu bahsi incelemiştir. Kâfirler mallarımızı aldıkları takdirde mallarımızı kurtarmak için onların arkasına düşmek biz müslümanlara farzdır. Mallarımızı aldıktan sonra müslüman olsalar, mallarımız kendilerinden alınmaz.
Kâfirler, müslümanların mallarını memleketlerine götürdükten sonra müslüman mücahidler onlara üstün gelerek götürmüş oldukları malları onlardan alsalar, bakılır; eğer eski sahibleri mallarını müslüman mücahidler arasında taksim edilmeden önce bulurlarsa, onlara meccanen mâlik olurlar. Eğer taksim edildikten sonra bulurlarsa ve mallan da kıyemiyyât (çarşı ve pazarda benzeri bulunmayan yahut bulunsa da aralarında fazla fiat farkı bulunan mallar) dan olursa, mümkün olduğu kadar iki tarafın zararını önlemek için mücahidlere verildiği gündeki kıymetiyle alabilirler. Bu mallar misliyyât (aralarında fazla fiat farkı olmayıp, kendileri gibi pazarda bulunan mallar) dan olursa taksim edildikten sonra onları almaya yol yoktur. Zira bunları kendi misliyle almakta bir fâide yoktur. Eğer taksim edilmeden önce mallarını bulurlarsa, onları meccanen alırlar. Nitekim yukarıda geçmiştir.
Kâfirler zorla müslümanlardan almış oldukları mallan islâm memleketinden çıkarmadan müslüman mücahidler kâfirlerden o malları geri alsalar, eski sahihleri mallarını gerek taksimden önce olsun ve gerekse taksimden sonra olsun meccanen alırlar.
İZAH
"Kâfirlerin birbirini veya biz müslümanların mallarını istilâları ilh..." Musannıf biz müslümanların kâfirleri istilâ etmemizin hükmünü beyan edince kâfirlerin birbirlerini ve biz müslümanları istilâ etmelerinin hükmünü anlatmaya başladı. Fetih.
"Dar-ı harbde ilh..." Kâfirler dar-ı harbde birbirinden istilâ yoluyla aldıkları mallara, esirlere derhal yani bunları daha kendi memleketlerine götürmeden mâlik olurlar. Meselâ kâfir Türkler ile kâfir Hintliler, kâfir Rumları istilâ edip onları Hindistan'a götürseler, bu esirlere Hintli kâfirler mâlik olduğu gibi, kâfir Türkler de mâlik olurlar.
"Zimmîleri esir etseler ilh..." Kâfirler İslâm memleketinden zimmîlerin mallarını zorla alsalar, kendi memleketlerine götürmedikçe mâlik olamazlar. Bir zimmî geri dönmek üzere dar-ı harbe gittiğinde müslümanlar onun gitmiş olduğu dar-ı harbi zabdedip onu esir etseler, ona mâlik olamazlar. Çünkü onun müslümanlarla yapmış olduğu zimmet ahdi bakîdir.
"Onların mallarına kıyasla ilh..." Yani müslüman mücahitler kâfirlere üstün geldiklerinde onların mallarına mâlik oldukları gibi onlar tarafından esir edilmiş olan diğer kâfirlerin mallarına da - her ne kadar bu esir edilmiş kâfirler ile müslümanlar arasında antlaşma bulunsa bile - mâlik olurlar. Çünkü müslümanlar onların ahdini bozmamışlardır. Ancak onların mülkünden çıkan malları almışlardır.
TENBİH: Nehir'de zikredilmiştir ki, dar-ı harbde bir kâfir çocuğunu bir müslümana satsa, İmam-ı Azam'a göre caiz değildir. Ama müslümana çocuğu geri vermesi için cebir olunmaz, İmam Ebû Yusuf'a göre kâfir dâva, ettiğinde cebrolunur. Bir kâfir çocuğu ile beraber islâm memleketine emanla gelip çocuğunu satsa, ittifakla bu satış caiz değildir.
"Kâfirler biz müslümanların mallarını istilâ yoluyla memleketlerine götürseler mâlik olurlar ilh..." İmam Mâlik ile İmam Ahmed'in kavilleri de böyledir. Böyle kâfirlerden bir müslüman yenilecek bir şey veya cariye satın alsa, bunlar kendisine helâl olur. Çünkü Allah-ü Teâlâ (Haşr Sûresi, âyet: 8) âyet-i kerîmesinde memleketlerinden ve mallarından mahrum edilerek çıkarılmış olan muhacirlere fakir ismini vermiştir. Bu âyet-i kerîme hicret eden müslümanların mallarına kâfirlerin mâlik olduğuna delâlet etmektedir.
Malına erişemeyen bir kimseye fakir denilmeyip parasız kalmış yolcu denilir. Bundan dolayı sadaka "âyetinde (Tevbe Sûresi, âyet: 60) parasız kalmış yolcular fakirler üzerine atfedilmişlerdir.
"Mâlik olmaları mubah olan malı istila ettikleri için değildir ilh..." Bu ifade Hidâye sahibini reddetmek içindir. Hidâye sahibi: «İmam Şafiî'ye göre kâfirler müslümanların mallarına mâlik olamazlar. Zira dokunulmaz olan mâlları istilada bulunmuş olmaları haklarında mâlikiyyeti ifade etmez. Biz Hanefilerce kâfirler mubah olan malı istila etmişlerdir. Günkü malın dokunulmazlığı Allah-ü Teâlâ'nın: "Yerde ne varsa hepsini sizin (faideniz) için yaratan O (Allah-ü Teâlâ) dur." (Bakara Sûresi, âyet: 29) kavl-i kerîmine münafi olarak sabit olmuştur. Zira bu âyet-i kerime bütün malların dokunulmaz değil, mubah olmasını gerektirir. Fakat malın dokunulmaz olmasının sebebi, sahibinin ondan faydalanma imkânı bulması içindir. Buna göre kâfirler istila yoluyla müslümanların mallarını memleketlerine götürüp asıl sahiblerinin onlardan faydalanma imkânı kalmayınca, mallar eski mubah olan hallerinedönerler.» demiştir.
"Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkuftur İlh..." Hidâye sahibinin "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." ifadesi Mutezile'nin görüşüdür. Ehli sünnet mezhebinden sahih olan kavle göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Yani mubah veya haram olduğuna dair şer'î bir delil gelinceye kadar durulur ve bunlardan biriyle hüküm verilemez. Biz Hanefilerce malın dokunulmazlığı seri hitabla sabittir. Kâfirler hakkında malların dokunulmaz olması zahir değildir. Çünkü kâfirler şeriatla muhatab değildirler, imam Şafiî'ye göre kâfirler şeriatla muhatabdırlar. Bu bakımdan kâfirlerin böyle dokunulmaz mallara istilada bulunmuş olmaları, haklarında mâlikiyyeti ifade etmez. Bu, Mecma şerhi Menba'da zikredilenin hülâsasıdır
Ben derim ki: Bu, birkaç bakımdan söz götürür:
1) Hidâye sahibi "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." demek istememiştir. Çünkü eşyada asıl olan mubah olması mıdır, haram olması mıdır veya tevakkuf mudur? Bu husustaki ihtilâf şeriat gelmeden önceye aiddir. Hidâye sahibi ise şeriat geldikten sonra delil ile eşyada asıl olan mubah olmasını isbat etmiştir. Malın dokunulmazlığı mülk sahibinin malından faydalanması gibi ârizî bir sebebten dolayı sabit olmuştur.
Usul-i Pezdevî'de: "Şeriat geldikten sonra haram olduğuna dair delil bulunmadıkça icma ile malların mubah olmasıdır. Çünkü Allah-ü Teâlâ: "hüvellezi haleka leküm mâ filardı cemîan"kavl-i kerîmi ile bütün malları mubah kılmıştır." diye zikredilmiştir.
2) Kâfirler imân ile, içki haddinden başka ukûbât (cezalar) ile ve muameleler ile muhatabdırlar ibâdetler ile muhatab olmalarında ihtilâf vardır. Nitekim bu bahis cihâd bahsinin evvelinde beyan edilmiştir.
3) "Kâfirler hakkında malların dokunulmaz olması zahir değildir." ifadesinin mânâsı "mallar onlar için mubahtır" demektir. "Bu ifadede eşyada asıl olan mubah olmasıdır." diyenlerin kavline dönüş vardır.
4) "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır.""görüşünü Mutezile'ye nisbet etmek usûl kitablarında beyan edilene muhaliftir, İbn-i Hümâm'ın "Tahrir" isimli kitabında Hanefi ile Şafiî cumhur fukahasının muhtar olan kavline göre; "Eşyada asıl olan mubah olmasıdır." denilmiştir.
Usûl-i Pezdevî şerhinde Allâme Ekmel diyor ki: Biz Hanefilerin ve Şâfiîlerin ekseri fukâhasına göre, şeriatın mubah veya haram kılması caiz olan eşyanın şeriat gelmeden önce mubah olmasıdır ki, eşyada asıl olan budur. Hatta şeriat kendisine erişmeyen kimsenin dilediğini yemesi mubahdır. Buna İmam Muhammed İkrah Bahsinde "Laşenin yenmesi, şarabın içilmesi ancak şeriat tarafından yasak edilmekle haram olmuştur." diyerek "mubahın asıl, haramın yasak sebebiyle sonradan olduğuna" işaret etmiştir. Bu, Cübbaî, Ebû Haşim ve Zahirîlerin kavlidir.
Biz Hanefiler ile Şâfiilerin bazı fukâhasına ve Bağdat Mutezilesine göre, eşyada asıl olan haram olmasıdır.
Eşariler ile bütün hadîscilere göre eşyada asıl olan tevakkufdur. Hatta şeriat kendisine erişmeyen kimse bekleyip hiç bir şey yiyip içmez. Eğer bir şey yiyip içerse, onun fiil helâl ve haram ile vasıflanmaz.
Bağdatlı Abdülkahir bunun mânâsı, "sevaba ve günâha girmez" demektir, demiştir. Şeyh Ebû Mansûr da buna meyletmiştir.
"Onların arkasına düşmek biz müslümanlara farzdır ilh..." Yani kâfirler müslümanların mallarını elde ederek dar-ı harbe götürmek isteseler, müslüman memleketinde bulundukları müddetçe bunları onların elinden almak için arkalarına düşmek farzdır. Elde ettikleri malları dar-ı harbe götürmüş olurlarsa, artık takib etmek farz olmaz. Evlâ olan takib edilmesidir. Ama kadınlar ite çocukları dar-ı harbe götürmüş olurlarsa, onları takib etmek farzdır. Meğerki kuvvet ve imkân mevcud bulunmasın.
"Mallarını müslüman mücahidler arasında taksim edilmeden önce bulurlarsa, onlara meccanen mâlik olurlar ilh..." Bir kâfir emanla islâm memleketine girip bir müslümanın malını çalar ve memleketine götürse, sonra onu başka bir müslüman satın alıp islâm memleketine getirse, eski sahibi malını ondan meccanen alır.
Keza bir köle dar-ı harbe kaçtıktan sonra bir müslüman tacir onu satın alıp getirse, eski sahibi kölesini ondan meccanen alır. Muhit, Kuhistânî.
"Kıymetiyle olabilirler ilh..." Asıl mal sahteleri ölse, verese için mücahidin etinde bulunan malı kıymetiyle alma hakkı yoktur. Çünkü mücahidin elindeki malı kıymetiyle alıp almama arasındaki muhayyerlik miras olarak vereseye intikâl etmez.
Hâniyye'den naklen Sâihânî'de zikredilmiştir ki, bir kâfir bir müslümandan esir ettiği köleyi dar-ı harbe götürdükten sonra müslüman bir tacir o köleyi kâfirden satıp alıp islâm memleketine getirdikten sonra asıl sahibi ölse, İmam Muhammed'e göre vereselerin hepsi o köleyi alabilir. Ama vereselerinden bir kısmı alamaz, İmam Ebû Yusuf'a göre vereselerin o köleyi olma hakkı yoktur.
TENBİH: Müslüman mücahidler mağlub ettikleri bir düşmanın elinden vaktiyle müslümanlardan zorla alıp memleketlerine götürmüş okluktan köle ve mallan geri alıp islâm memleketine getirilip bu mallar mücahidler arasında taksim ettikten sonra sehmine köle düşen mücahid köleyi âzâd etse köle âzâd olur, eski sahibinin hakkı bâtıl olur. Sehmine köle düşen mücahid köleyi satmış olursa, eski sahibi köleyi parayla alabilir. Satışı bozamaz. Şürunbulâli.
"İki tarafın zararını önlemek için ilh..." Zira eski sahibi, rızası yok iken mülkünün elinden çıkmasıyla zarar görür. Hissesine düşen mücahidin elinden de meccanen alınmasıyla zarar görür. Çünkü mücahid onu ganimetteki sehmine karşılık olarak almıştır. Buna göre mümkün olduğu kadar her ikitarafın hakkına riayet etmek için bu malın eski sahibine bunu kıymetiyle almak selâhiyeti verilmiştir.
Ganimet taksim edilmeden önce o mal bütün mücahidlerin mülküdür. Bu maldan her birine elinden çıkmasıyla üzülecek mikdar hisse isabet etmez. Bu yüzden zarar görmezler. Bunun için taksim edilmeden önce eski mal sahibleri mallarını alırlar. Dürer.
METİN
Bir tacir kâfirlerin istilâ yoluyla elde etmiş olduğu müslüman mallarını onlardan satın alarak islâm memleketine getirirse, eski sahibleri bu malları o tacirin vermiş olduğu para ile diğer bir mal karşılığında satın almış ise, vermiş olduğu malın kıymetiyle eğer kâfirler tarafından kendisine hibe edilmekle veya fâsid akidle mâlik olmuşsa, mallarının kendi kıymetleriyle alabilirler.
Bahır'da zikredilmiştir ki, tacir mallan kâfirlerden şarab veya domuz karşılığı satın alsa, eski sahibleri onları ittifakla şarab ve domuzla alamayıp kendilerinin kıymetleriyle alırlar.
Keza tacir misliyattan olan malları veresiye olarak, kendilerinin misliyle yahut mikdar ve vasıf itibariyle kendilerinin misliyle sahih veya fâsid akidle satın alsa, eski sahihlerinin almalarında faide olmadığı için yine onları almazlar. Ama mikdar itibariyle az ile veya vasıf itibariyle düşük mal ile satın alsa, eski sahiblerinin almalarında fayda olduğu için mallarını alabilirler. Bu fidye olup karşılık olmadığı için bunda riba (faiz) olmaz.
Kâfirlerin istilâ yoluyla memleketlerine götürmüş oldukları bir köleyi müslüman bir tacir, onlardan satın alarak İslâm memleketine getirse de kölenin gözü çıkarılıp veya eli kesilip tacir ersi (uzvunun diyeti) ni alsa yahut kölenin gözünü, satın alan tacir çıkarmış olsa, kölenin eski sahibi muhayyer olup dilerse tacirin kâfirden satın almış olduğu paranın hepsiyle alır, ersi alamaz; dilerse köleyi hiç almaz. Tacir ile eski mal sahibi paranın mikdarında ihtilâf etseler, şâhid bulunmadığı takdirde yeminiyle tacirin sözü kabul edilir. Ama biri şâhid getirirse onun şahidi kabul edilir. Çünkü şâhid açıklayıcıdır. Eğer her ikisi de şâhid getirirse, eski sahibinin şahidi kabul edilir. İmam Ebû Yusuf'a göre, tacirin şahidi kabul edilir. Nehir.
Kâfirler bir kimsenin kölesini esir edip memleketlerine götürdükten sonra müslüman bir tacir o köleyi satın alıp islâm memleketine getirse, bundan sonra o tacirin elindeyken kâfirler o köleyi tekrar esir ederek memleketlerine götürseler, sonra başka bir müslüman tacir o köleyi satın alıp İslâm memleketine getirse, birinci tacir ikinci tacirden parasıyla alır. Çünkü köle birinci tacirin mülkünde iken ikinci defa esir edilmiştir, ikinci tacirden o köleyi iki kat parasını vererek alır. Çünkü birinci tacire köle iki fiata mal olmuştur. Birinci tacirin parası zayi olmaması için eski sahibi ikinci tacirden köleyi alamaz. Kâfirler harb neticesinde müslümanlardan hür, müdebber, ümm-i veled, mükâteb elan erkek ve kadınları esir ederek memleketlerine götürseler onlara mâük olamazlar. Çünkü onlar bir bakıma hürdürler.
Sonra müslümanlar kâfirleri yenerek bunları geri alsalar, ganimet taksini edilmeden önce eski sahibleri bunları meccanen alırlar. Ganimet taksim edildikten sonra sehimlerine düşen mücahidtere beytülmâldan kıymetleri verilir. Biz müslümanlar kâfirlere galip gelince onların her şeylerine mâlik oluruz. Çünkü şer'i şerif cinayetlerini cezalandırmak için onların dokunulmazlığını kaldırmıştır.
İslâm memleketinden bir hayvan dar-ı harbe kaçsa, istilâ gerçekleştiği için ona mâlik olurlar. Çünkü hayvanın İslâm memleketinden çıkmasında ona yardım edecek bir el yoktur, İslâm memleketinden dar-ı harbe müslüman bir köle kaçıp da kâfirler onu zorla yakalasalar, ona mâlik olamazlar. Çünkü İslâm memleketinden çakmakla kendi kendine mâlik oldu da başkasının kendisine mâlik olmasına mahal kalmadı. İmameyn'e göre, kâfirler buna mâlik olurlar. Ama -Allah'a sığınırız- köle mürted olduktan sonra dar-ı harbe kaçıp kâfirler onu yakalasalar, ittifakla ona mâlik olurlar.
Bir köle bir ot ve eşya ile birlikte dar-ı harbe kaçıp müslüman bir tacir onları kâfirlerden satın alıp islâm memleketine getirse, kölenin eski sahibi köleyi meccanen alır. Çünkü kâfirler köleye mâlik olamazlar. At ile eşyalarını para ile alır. Çünkü kâfirler bunlara mâlik olurlar.
Müstemen (pasaportlu kâfir), müslüman veya zimmî bir köleyi satın alıp memleketine götürse, bu müslüman veya zimmî köle âzâd olur. Çünkü islâm memleketiyle dar-ı harbin birbirinden ayrı olması âzâd etme yerine geçer. Nitekim kâfirler müslüman bir köleyi istilâ yoluyla kendi memleketlerine götürdükten sonra köle dar-ı harbden İslâm memleketine kaçsa âzâd olur.
Musannıf "müstemen, müslüman veya zimmî bir köleyi satın alıp memleketine götürürse âzâd olur" diye kayıdlamıştır. Çünkü müstemen olmayan bir kâfir müslüman veya zimmî bir köleyi satın alıp memleketine götürse, ittifakla bu müslüman veya zimmî köle âzâd olmaz. Çünkü buâ Nehir. Nitekim kâfirlerin bir kölesi dar-ı harbde müslüman olup sonra müslüman memleketine yahut dar-ı harbde olan ordumuza gelse yahut dar-ı harbde onu bir müslüman veya zimmî veya kâfir satın alsa veyahut onu satışa arzetse, satın alacak olan kabul etsin veya etmesin yahut müslümanlar bu kâfirlere üstün gelseler, bu dokuz surette köle âzâd edilmeksizin ve hiç bir kimsenin ona velâsı olmaksızın âzâd olmuş olur. Çünkü bu suretlerdeki azada "hükmen âzâd" denilir.
Zeylaî'de zikredilmiştir ki, bir harbî (kâfir) kendi kölesinin elinden tutup gitmesi için müsaade etmediği halde "sen hürsün" dese, İmam-ı Azam'a göre köle âzâd olmaz. Çünkü köleyi dili ile âzâd etmiş, fakat eliyle âzâd etmemiştir.
İZAH
"Onların her şeylerine mâlik oluruz ilh..." Kâfirlerin hükümdarı bir müslümana hür olan kâfirlerden bir şahsı hediye olarak verse, müslüman ona mâlik olur. Ancak vermiş okluğu şahıs müslümanın akrabası olursa müslüman ona mâlik olamaz.
Bir müslüman dar-ı harbe eman ile girip kâfirlerden birinin çocuğunu satın aldıktan sonra onu zorla İslâm memleketine^getirse, çocuğa mâlik olur. Dar-ı harbde iken çocuğa mâlik olup olmamasında ihtilâl vardır. Esah olan kavle göre mâlik olmaz. Nitekim Muhît'te de böyle zikredilmiştir. Bu ifade "kâfirlerin memleketlerinde hür olduklarını" bildirmektedir. Halbuki kâfirlere hiç bir kimse mâlik olmasa bile onlar kendi memleketlerinde köledirler. Nitekim Mûstesfâ. Kuhistânî ve Dürr-i Müntekâ gibi mu'teber kitablarda böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: Âzâd Bahsinde beyan edilmiş olduğu üzere "kâfirler köledirler" ifadesinin mânâsı "müslümanlar onları istilâ ettikten sonra köledirler" demektir, istilâ edilmeden önce onlar hürdürler. Zira Zahîriyye'de zikredilmiştir ki, bir kimse kölesine "senin nesebin hürdür" yahut "senin aslın hürdür" dese, eğer kölenin esir edilmiş olduğu bilinirse âzâd olmaz, bilinmezse âzâd olur. İşte bu, kâfirlerin, hür olduğuna delildir; Muhit'de zikredilen de buna delildir.
"Dar-ı harbe müslüman bir köle kaçıp da ilh..." Yani kaçan kölenin müslüman veya zimmînin kölesi olması arasında fark yoktur. Musannif "dar-ı harbe müslüman bir köle kaçıp" diye kayıdlamıştır. Çünkü kâfirler köleyi istila yoluyla islâm memleketinden alsalar, ittifakla ona mâlik olurlar.
Musannıf "müslüman bir köle kaçsa" diye kayıdladı. Çünkü - Allah'a sığınırız- köle mürted olduktan sonra dar-ı harbe kaçarsa, ona mâlik olurlar.
Zimmî bir köle dar-ı harbe kaçıp kâfirler bunu yakaladıklarında buna mâlik olup olmamaları hususunda iki kavil vardır: Bir kavle göre mâlik olurlar, diğer kavle göre mâlik olmazlar. Nitekim Fetih'de de böyledir. Şârih "kâfirler onu zorla yakalasalar" diye kayıtladı. Kâfirler onu zorla yakalamasalar ittifakla ona mâlik olamazlar. Nehir.
"Ona mâlik olamazlar ilh..." Yani o köle kâfirler tarafından bir müslümana hibe edilip yahut bir müslüman tacir tarafından satın alınıp yahut ganimet olarak islâm memleketine getirilse eski sahibi kölesini meccanen alır. Ganimet malı taksim edilip bu köle mücahidlerden birinin sehmine düştükten sonra eski sahibi kölesini alırsa, sehmine düşen mücahide beytülmâldan kölenin kıymeti verilir. Bu bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Kendi kendine mâlik oldu da ilh..." Yani köle mükellef bir insan olup kendi kendine mâliktir. Efendi kölesinden faydalanma imkânı bulabilmesi için kölenin kendi kendine mâlik olması itibardan düşmüştür. Köle dar-ı harbe girince efendinin köle üzerindeki mâlikiyeti kalkar, köle kendi kendine mâlik olarak dokunulmaz bir insan olur da başkasının kendisine mâlik olmasına mahal olmaz. Bu bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Müslüman veya zimmî bir köleyi satın alıp ilh..." Yani müstemen (pasaportlu) bir kâfir müslüman veya zimmî bir köleyi satın aldığı takdirde geri satması için cebrolunur. Dar-ı harbe götürmesi için müsaade edilmez. Zeylai.
"İslâm memleketiyle dar-ı harbin birbirinden ayrı olması âzâd etme yerine geçer ilh..." Yani müstemen (pasaportlu) bir kâfir müslüman bir köleyi satın alıp dar-ı harbe götürse İmam-ı Azam'a göre âzâd olur. İmameyn'e göre âzâd artmaz. İmam-ı Azam'ın delili şudur: Kâfirin zilletinden müslümanı kurtarmak vâcibdir. Birbirine zıd olan dar-ı harb ile islâm memleketi kölenin âzâd olmasına sebebdir. Nitekim dar-ı harbde karı ile kocadan birisi müslüman olunca kadının üç adet görmesi aralarının ayrılması yerine geçer.
İmameyn'in delili şudur: Bizim üzerimize vâcib olan müslüman köleyi kâfirin zilletinden kurtarmak için kâfiri satması için cebretmektir, fakat dar-ı harbe giden kâfiri satmaya zorlamamız mümkün değildir. Bu bakımdan müste'menin elinde köle olarak -kalır, âzâd olmaz. İbn-i Kemâl.
"Kâfirler müslüman bir köleyi ilh..." Yani kâfirler islâm memleketinden bir köleyi esir edip memleketlerine götürdükten sonra köle oradan islâm memleketine kaçsa köle efendisine geri verilir, bir rivayete göre âzâd olur. Ama racih olan kavle göre âzâd olmaz. Çünkü müslüman olan efendinin kölesini geri alma hakkı vardır. Bezzâziye. Tatarhâniyye.
"Kâfirlerin bir kölesi dar-ı harbde müslüman olup ilh..." Bir köle efendisine kızarak dar-ı harbden kaçıp islâm memleketine gelerek müslüman olsa âzâd olur. Ama bir kâfirin kölesi efendisinin izniyle veya emriyle bir iş için islâm memleketine gelip müslüman olsa islâm hükümdarı onu satıp parasını kâfir olan efendisi için muhafaza eder. Bahır.
"Bir harbi kendi kölesinin elinden tutup ilh..." "Harbî" ile dar-ı harbde doğup büyüyen kimse murad edilmiştir, gerek orada müslüman olsun gerekse olmasın. Bir müslüman dar-ı harbe girip harbî bir köle satın alarak âzâd etse -her ne kadar kölenin gitmesine müsaade etmese bile - istihsanen âzâd ölür. Kölenin velâsı kendisi için olur.
"İmam-ı Azam'a göre köle âzâd olmaz ilh..." Hatta köle yanında iken harbî müslüman olsa köleye mâlik olur. İmameyn'e göre âzâd olur. Çünkü âzâdın rüknü âzâd etmeye ehil olan kimse tarafından meydana gelmiştir.
"Çünkü köleyi diliyle âzâd etmiş ilh..." Yani harbi kölesini diliyle âzâd etmiş, eliyle köle edinmiştir. İmam-ı Azam'ın kavlinin izahı şöyledir: Harbî 'kölesini lisanıyla âzâd etmekle kölesi üzerindeki mülkü kalkmıştır. Fakat dar-ı harbde köleyi eliyle yakalayıp bırakmamakla onu yeni baştan istilâ etmek suretiyle kendisine köle yapmıştır. Müslüman köle böyle değildir. Çünkü müslüman köle istilâ yoluyla mülk olmaya mahal değildir. Zeylaî. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...