GANİMETİN NASIL
TAKSİM EDİLECEĞİ BEYANINDA FASIL
METİN
Askerlerin süvari
ve piyade sehmini almalarında itibar İslâm hududundan ayrılma vaktinedir. İmam
Şafiî'ye göre savaş vaktinedir. Buna göre bir kimse dar-ı harbe süvari olarak
girip sonra atı ölse, iki senim alır. Bir kimse de piyade olarak girip sonra bir
at satın alsa, bir sehim alır. Savaşa elverişli sağlam büyük bir attan başka at
için sehim yoktur. Eğer at hasta olup ganimet malı alınmadan önce iyi olursa
süvari sehmini istihsanen alır. Eğer dar-ı harbe girerken tay olup orada büyüyüp
at olsa, süvari sehmini alamaz. Aralarında fark; hasta olan büyük atla düşman
korkutulur, ama tayla korkutulmaz.
Bir mücahidin atı
dar-ı harbe girmeden önce gasbolunup yahut başka bir kimse binip yahut firar
edip kendisi piyade olarak dar-ı harbe girip sonra atını alsa kendisi için iki
sehim vardır. Fakat atını satarsa, her ne kadar satması savaşın tamamından sonra
olsa bile süvari sehmini alamaz. Esah olan kavle göre bu mücahidin maksadının
ticaret olduğu meydana çıktığı için atın sehmi düşer. Fetih. Bunu musannif
(Hidâye sahibi) da ikrar etti. Fakat Şürunbulâlî'de Cevhere ile Tebyîn'den buna
muhalif ifade nakledilmiştir.
Kuhistânî'de
zikredilmiştir ki, süvari bir kimse savaş devam ederken atını satarsa, esah olan
kavle göre piyade sayılır, harb bittikten sonra satarsa ittifakla süvari
sayılır, Bu kayıdların iyice bellenip zabt olunması lâzımdır ki, fetva ve hüküm
vermede hataya düşülmesin.
"Ganimetin nasıl
taksim edileceği ilh..." Musannif ganimetin hükümlerini beyan edince taksiminin
beyanına başladı. Taksimi de her ne kadar ganimetin ahkâmından ise de bahisleri
çok olduğundan kendisi için müstakil bir fasıl tâyin edilmiştir. Taksim etme:
Ganimet malları içinde dağılmış hisseyi muayyen bir yerde kılmaktan ibarettir.
Nehir.
Mültekâ'da
zikredilmiştir ki; hükümdarın, ordu dar-ı harbe girerken süvariler ile
piyadeleri tesbit etmek için orduyu teftiş etmesi lâzımdır.
Mültekâ şerhinde:
"Hükümdarın orduya katılan neferlerin isimlerini yazması ordu üzerine harb usul
ve kaidelerini bilen ve harbi idare edecek bir kumandan - isterse bu kumandan
âzâd edilmiş bir köle olsun - tâyin etmesi lâzımdır. Ordunun bu kumandana itaat
etmeleri vâcibtir. Çünkü kumandanın emrine karşı gelmek haramdır. Ancak
kumandanın emrettiği ve yasakladığı şeyin bir günâh olduğu veya uygun olmayan
bir hareket olduğu herkesçe bilinirse, o halde kendisine itaat icab etmez." diye
yazılıdır.
"Müstahik
olmalarında itibar ilh..." Yani gaziler ganimet malının beşte dördünü hak
ederler. Ganimetten piyade olan mücahidlere birer, süvari olan mücahidlere de
ikişer sehim verilir. Gazilerin piyade mi süvari mi sayılacakları İslâm
hududundan dar-ı harbe girerken belli olur. Atlı olarak girmişse süvari sehmini.
piyade olarak girmişse piyade sehmini alır.
Ganimet malının
beşte biri fakirlere, yoksul yetimlere, parasız kalmış yolculara sarfedilmek
üzere beytülmâle ayrılır.
"Bir kimse dar-ı
harbe süvari olarak girip sonra atı ölse, iki sehme müstahik olur ilh..."
Süvari; yanında at bulunan kimsedir, isterse atı gemide götürsün. Bu kimse at
üzerinde savaşmak için hazırlanmıştır. Bir şey için hazırlanan o şeyi yapmış
gibidir. Dar-ı harbe atla giren kimsenin atını bir şahıs öldürüp ondan atının
kıymetini alsa bile yine süvari sehmi alır. Atını düşman alsa yine süvari sehmi
alır. Ama savaştan önce atını satsa piyade sehmi alır. Süvari olanlara iki sehim
verilir. Hissenin biri kendisi için, diğeri de atı içindir. Bu İmam-ı Azam'a
göredir. İmameyn'e göre üç hisse verilir. Bir hisse kendisi için, iki hisse de
atı içindir. Buhar-ı Şerif ve diğer hadîs kitablarında rivayet edildiği üzere
Peygamberimiz böyle taksim etmiştir. İmam-ı Azam rivayetlerin arasını
birleştirmek için bunu tenfîl (hükümdarın veya kumandanın fazla bir sehim vermek
üzere gazileri harbe teşvikde bulunmasıdır.) üzere hamletmiştîr. Şürunbulâli,
Es-Siyerü'l-Kebir Şerhi.
"Bir attan başka at
için sehim yoktur ilh..." İmam Ebû Yusuf'a göre iki at için sehim verilir.
T E N B İ H : Atın
ortak olmaması şarttır. Nöbetle üzerinde savaşılan ortak at için sehim yoktur.
Ancak dar-ı harbe girmeden önce ortaklardan biri attaki diğer ortağının
hissesini kiralarsa at için sehim verilir. Atın, mücahidin kendi mülkü olması
şart değildir. Buna göre kiralanmış yahut ariyet olarak alınmış yahut
gasbedilmiş at için de sehim verilir.
"Orada büyüyüp at
olsa ilh. ." Yani bir mücahid tay ile dar-ı harbe girip orada uzun zaman kalması
sebebiyle tayı büyüyüp üzerinde savaşsa yine süvari sehmini alamaz. Bahır.
"Aralarında fark
ilh..." İmam-ı Serahsî: "Hasta olan at, üzerinde savaşılmaya elverişlidir. Ancak
geçici bir arızadan dolayı üzerinde savaşmak mümkün değildir. Bu arıza geçince
hiç hasta olmamış gibi olur. Tay böyle değildir. Çünkü tay, üzerinde savaşılmaya
elverişli değildir. Dar-ı harbde üzerinde savaşılmaya elverişli hale gelmiştir.
Buna da itibar yoktur.
Bunun benzeri:
Küçük zevcenin nafakası zevci üzerine lâzım değildir. Çünkü küçük zevce,
zevcinin hizmetine elverişli değildir. Ama hasta olan büyük. zevcenin nafakası
kocası üzerine lâzımdır. Çünkü o hizmet etmeye elverişlidir. Fakat hizmeti
geçici bir arızadan dolayı mümkün değildir." demiştir.
"Sonra atını alsa
ilh..." Yani savaştan önce atını alsa kendisi için istihsanen iki sehim vardır.
Çünkü evinden çıkarken atın zahmetini çekmiş ve dar-ı harbde at üzerinde
savaşmıştır. Gasbedilmesi başkasının binmesi gibi arızı ve geçici bir sebebten
dolayı süvari sehminden mahrum edilemez. Ama gasbeden şahıs at üzerinde savaşıp
hatta ganimeti elde edip dar-ı harbden çıksalar, gasbeden kimse için süvari
sehmi asıl at sahibi için piyade sehmi vardır. Çünkü gasbedilmiş at ile mülk
olan at arasında fark yoktur. Eğer sahibi atını aldıktan sonra yeni ganimet elde
edilirse, bu ganimetten at sahibine süvari sehmi, gasbeden şahsa da piyade sehmi
verilir. Nitekim dar-ı harbe girildikten sonra bir şahıs bir kimsenin atını
ğasbedip onun üzerinde harb etse, gasbedene piyade sehmi, at sahibine süvari
sehmi verilir. Bu bahsin tamamı Es-Siyerü'l-Kebir şerhindedir.
"Atını satarsa her
ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile ilh..." Yani atını kendi
arzusu ile satarsa süvari sehmini alamaz. Ama zorla sattırılırsa süvari sehmini
alır. Atını rehin verenin yahut kiraya verenin yahut hibe edenin hükmü de satan
kimsenin hükmü gibidir. Bahır.
Şârih "her ne kadar
satması savaşın tamamından sonra olsa bile süvari sehmini alamaz ifadesiyle"
Hidâye sahibine tâbi olmuştur. Fakat bu ifadeyi Fetih'den yanlış olarak
nakletmiştir. Fetih'in ibaresi şöyledir: Bir mücahid savaş tamam olduktan sonra
atını satsa, ittifakla süvari sehmini alır.
Keza savaş devam
ederken atını satarsa, bazı fukahaya göre yine süvari sehmini alır. Hidâye
sahibi: "Esah olan kavle göre savaş devam ederken atını satan mücahid süvari
sehmini alamaz. Çünkü onun maksadının ticaret olduğu anlaşılmıştır." demiştir.
METİN
Savaşan kölelere,
çocuklara, kadınlara, zimmîlere, delilere, bunamışlara, mükâtebtere, hastalara
hizmet ve yaralıları tedavi eden kadınlara, yol gösteren zimmîlere biz
Hanefîlerce. ganimet malından beşte biri çıkarılmadan önce bir mikdar şey
verilir, buna "razh" denilir. Bunun mikdarı, mücahidlerin sehimlerinden noksan
olur. Ancak orduya yol gösteren zimmîye, bir mücahide verilen setlimden ziyade
verilebilir. Çünkü buna verilen razh ücret gibidir. Bundan anlaşılan ihtiyaç
zamanında kâfirden yardım istemenin caiz olmasıdır.
Resûl-i Ekrem
Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarında, Medine-i Münevvere yahudilerinden on
kadar kimseden yardım isteyip kendilerine ganimet malından bir mikdar şey
vermişlerdir.
"Berâzin" denilen
acem atları, "ıtâk" denilen soylu arap atları, babası arap atı anası acem atı
olup "hecin" denilen atlar, babası acem atı anası arap atı olup "mukrif" denilen
atlar arasında sehim verilmesi bakımından fark yoktur.
Deve, katır ve
merkep için sehim verilmez. Çünkü bunlarla düşman korkutulmaz. Ganimetten
ayrılan beşte biri biz Hanefilerce yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış
yolculara verilmek üzere üç kısma ayrılır Bu üç sınıfdan yalnız bir sınıfa
verilmesi de caizdir.
Münye'de
zikredilmiştir: "Bu bahsi Mültekâ şerhinde tahkîk ve beyan ettik" demiştir.
Beni Haşim'den
Peygamber Efendimize akrabalığı bulunan üç sınıf fakirler diğer kabilelerden
olan üç sınıf fakirler üzerine takdim olunur. Çünkü başka kabileden olan
fakirlerin sadaka almaları caizdir. Beni Haşim fakirlerinin sadaka almaları caiz
değildir. Biz Hanefilerce Beni Haşim'in zenginleri için beşte birden hak yoktur.
Musannıfın Bahır'dan Hâvî'deki: "Ganimetin beşte biri Beni Haşim'in zenginlerine
sarf edilmesinin tercihini ifade eder." diye naklettiği söz götürür. Çünkü
Nehir'de bu reddedilmiştir. "va'lemû ennemâ anhum min şey'in feinne lillâhi
humusehû"âyet-i kerîmesinde "Ganimetin beste biri Allah'ındır." ilâhi kelâmın
iptidasında Allah-ü Teâlâ'nın ism-i şerifinin zikredilmesi teberrük içindir.
Yoksa hepsi Allah-ü Teâlâ'nındır. Resûl-i Ekrem Efendimizin beşte birdeki
sehimleri vefatlarıyla düşmüştür. Çünkü Peygamberimizin beşte birdeki
sehimlerinin kendilerine tahsisi, müştak olan risaletlerine bağlı bir hükümdür.
Nitekim ganimet malı taksim edilmeden ve beşte biri çıkarılmadan önce Resûl-i
Ekrem Efendimizin kendileri için seçtikleri at, kılıç, zırh gibi şeylerin
kendilerinden sonra düşmesi gibi.
İZAH
"Zimmîlere ilh..."
Eğer ganimet taksim edilmeden ve İslâm memleketine çıkmadan önce, zimmî
müslüman. çocuk akıl baliğ ve köle âzâd olsa kendilerine sehim verilir.
Es-Siyerü'l-Kebir, Nehir.
"Biz Hanefilerce
ganimet malından beşte biri çıkarılmadan ilh..." Yani harbde hizmetleri görülen
zimmîlere, kadınlara, kölelere, çocuklara biz Hanefilerce ganimet malından beşte
biri çıkarılmadan "razh" denilen hisse verilir, imam Şafiî ile İmam Ahmed'e
göre; "razh" denilen hisse ganimetten beşte biri çıkarıldıktan sonra verilir.
"Razh"ın mikdarını tâyin hükümdara aiddir.
"Resûl-i Ekrem
Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarında ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki,
Peygamber Efendimizin Hayber gazalarında yahudilerden yardım istemeleri
hakkındaki hadîs-i şerifin senedinde zayıf vardır. Çünkü fukahadan birçokları:,
"Cihadda kâfirden yardım istemek caiz değildir." demişlerdir. Zira Peygamber
Efendimiz Bedir gazasına çıktıklarında kendilerine bir kâfir yetişip müslümanlar
safında savaşmak için geldiğini söyledi. Peygamber Efendimiz kendisine: "Allah'a
ve Resulüne imân ediyor musun?" diye sordu, o da "hayır" dedi. Bunun üzerine
Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Öyle ise dön! Ben bir kâfirden asla yardım istemem."
buyurdu. Bu hadîs-i şerifi Müslim rivayet etmiştir.
İmam Şafiî demiştir
ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz Bedir gazasında bir veya iki kâfirin cihada
katılmasını reddetmiştir. Sonra Peygamber Efendimiz Hayber gazasında Beni
Kaynuka yahudilerinden yardım istemiştir. Huneyn gazasında Safvân b. Umeyye'den
kâfir olduğu halde yardım istemiştir. Buna göre Peygamber Efendimiz kâfirden
yardım istemek ile istememek arasında muhayyer olduğu için Bedir gazasında
kâfirin yardımını reddetmiş ise iki hadîs-i şerif arasında muhalefet yoktur.
Şayet Bedir gazasında o kimsenin kâfir olduğu için yardımını reddetmiş ise,
sonra Hayber gazasında ve diğer gazalarda kâfirlerden yardım istemesi hakkındaki
hadîs-i şerifleri Bedir gazasında kâfirden yardım istemediğine dair hadîs-i
şerifin hükmünü neshetmiştir.
"Buna verilen razh
ücret gibidir ilh..." Zimmînin yol göstermesinde müslümanlar için büyük fâide
bulunursa kendisine hükümdar tarafından tâyin edilen mikdar -her ne kadar bu
mikdar iki süvari sehimleri kadar olsa bile - verilir.
Şârih "Yol gösteren
zimmîye verilen razh ücret gibidir." ifadesi ile savaşma ile yol gösterme
arasında fark bulunduğuna işaret etmiştir. Şöyle ki: Bir zimmî müslümanlarla
birlikte savaştığı takdirde kendisine razh olarak verilen mikdar gazilere
verilen sertimden noksan olur. Ama islâm ordusuna yol gösterdiği takdirde
kendisine sehimden ziyade verilmesi sahihtir. Yol göstermesinde kendisine
verilen şey "razh" değil, ücrettir. Savaşmasında ise kendisine verilen şey ücret
değildir. Bu yüzden kendisine sehim mikdarı verilmez. Bu zimmî her ne kadar
cihâd ameli gibi amel yapmış ise de, cihâd amelinden dolayı sevâb kazanan kimse
ile kendisinden cihâd ameli kabul edilmeyen kimsenin arası sertimde müsavi
tutulamaz.
"Biz Hanefilerce
ilh..." İmam Şafiî'ye göre ganimetten ayrılan beşte biri, beş kısma bölünür. Bir
kısmı Peygamberimizin akrabalarına sarf edilir, diğer bir kısmı Peygamberimiz
için ayrılıp bu zamanın hükümdarına kalır. Hükümdar da bunu müslümanların
ihtiyaçlarına sarfeder. Diğer üç kısmı da âyet-i kerîmede beyan edilen fakir
yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara sarfedilir. Zeylaî.
"Bu üç sınıfdan
yalnız bir sınıfa verilmesi de caizdir ilh..." Çünkü Kür'ân-ı Kerîm'de ganimet
mallarından ayrılan beşte birinin sarf edileceği yerleri açıklamak için beş
sınıf zikredilmiştir. Yoksa bu sınıflardan her bir sınıfa bir şey verilmesinin
vâcib olduğunu açıklamak için değildir. Ancak bu sınıflardan başkasına
sarfedilmesinin caiz olmayacağını tâyin etmek içindir. Bedâyı.
"Mültekâ şerhinde
ilh..." Mültekâ şerhinin ibaresi şöyledir: Bulunan maden ve definelerin beşte
biri muhtaç olan yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara sarfedildiği
gibi, ganimet malının beşte biri de bu üç sınıfa verilmek üzere üç sehme
ayrılır. Bu sınıfların ya hepsine veya bir kısmına sarfedilir. Bu sınıflardan
başkasına sarfedilemez. Bu sınıflara sarfedilmesinin sebebi, muhtaç oldukları
içindir. Bu yüzden bu sınıfların zenginlerine verilmesi caiz değildir.
"Biz Hanefilerce
ilh..." Beni Haşim'in zenginlerine ganimet mallarından ayrılan beşte birinden
hisse verilmez, imam Şafii'ye göre Beni Haşim'in zenginleri fakirleri ganimet
malının beşte birinden hisse almaları hususunda müsavi olup kadınlara birer,
erkeklere ikişer hisse verilmek üzere aralarında taksim edilir. Çünkü âyet-i
kerîmede zenginleri ile fakirlerinin arası ayırt edilmemiştir. Biz Hanefilerin
delili: Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) bizim dediğimiz gibi
sahabelerin huzurunda ganimet malının beşte birini taksim etmişlerdir. Artık bu
şekilde taksim icma olmuştur.
Peygamberimiz Hz.
Muhammed (S.A.V.) Abdullah'ın, Abdullah Abdulmuttalib'in, Abdulmuttalib
Hâşim'in. Hâşim de Abdülmenâf'ın oğludur. Abdülmenâf'ın dört oğlu vardı: Hâşim,
Abdüşşems, Muttalib ve Nevfel. Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber ganimetini gaziler
arasında taksim buyurduklarında ganimetin beşte birini hısımlarından Hâşim
Oğulları ile Muttalib Oğulları orasında taksim ederek onları diğerlerinden üstün
tuttuğu zaman Abdüşşems Oğullarından olan Hz. Osman İle Nevfel Oğullarından olan
Cübeyir: "Yâ Resûlallah! Hâşim Oğullarının üstünlüğünü inkâr etmiyoruz. Allah-ü
Teâlâ sizleri onlardan kıldı. Muttalib Oğulları kardeşlerimizin halleri nedir ki
onlara da hısımlıklarından dolayı beşte birden ihsan buyurdunuz da bizleri
terkettiniz. Halbuki hısımlıklarımız birdir." dediler. Bunun üzerine Resûl-i
Ekrem Efendimiz: "Bizler ve Muttalib Oğullan gerek cahiliyet zamanında ve
gerekse şimdi afla birbirimizden ayrılmadık, hepimiz bir şey gibi olduk."
buyurdular. Çünkü Peygamberimiz Hâşim Oğullarından gönderildiğinde Kureyşliler
hasedlik edip kendi aralarında: "Hâşim Oğulları, Hz. Muhammed (SAV.)'i bize
teslim edip biz onu öldürmedikçe onlarla konuşmayacağız, alış - veriş
yapmayacağız." diye anlaşma yaptılar. Hâşim Oğullan da kendi aralarında
Resûlullah'a yardım etmek üzere anlaşma yaptılar. Nevfel Oğulları ile Abdüşşems
Oğullan Kureyşlilerin tarafını tuttular. Muttalib Oğulları ise Hâşim Oğullarının
tarafını tuttular. Bundan dolayı Resûl-i Ekrem Efendimiz Muttalib Oğullarına
ihsanda bulundular.
"Musannıf ilh..."
Hâvî'l-Kudsi'de zikredilmiştir ki, İmam Ebû Yusuf'a göre ganimetin beşte biri
Peygamberimizin hısımlarına, fakir olan yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış
yolculara sarfedilir. İmam Ebû Yusuf'un bu kavli ile amel ederiz. Bahir sahibi:
"Fetva, ganimetin beşte birindenPeygamberimizin hısımlarından zengin olanlarına
da verilmesi üzerinedir." demiştir. Bu böyle bilinmelidir.
"Nehirde
reddedilmiştir ilh..." Nehir sahibi: "Ganimetin beşte birinden Peygamberimizin
fakir olan hısımlarına verileceği bilindiği için ayrıca "fakir olanlarına
verilmesi şarttır" diye zikredilmemiştir." demiştir.
"Risaletlerine
bağlı bir hükümdür ilh..." Yani Resul i Ekrem Efendimizin ganimetin beşte
birindeki hakları risaletleri sebebiyledir. Vefatlarıyla her ne kadar
risaletleri kesilmemiş ise de, fakat Resul olarak kendilerinden sonra hiç bir
kimsenin kendilerinin yerine geçmesi mümkün olmadığı için sanki "Resul"
kelimesinin alınmış olduğu risalet sebebi yok olmuştur.
T E M B İ H :
Yukarıda beyan edildiği üzere İmam Şafiî'ye göre Resûl-i Ekrem Efendimizin
ganimetin beşte birindeki sehimleri kendilerinden sonra kendi yerine kalan
halifeye kalır. O da müslümanların ihtiyaçlarına sarfeder. İmam Şafiî'ye göre,
Peygamberimizin ganimetin beşte birindeki sehimleri hükümdar oldukları içindir.
Biz Hanefilerce Resul (Peygamber) olduğu içindir. Peygamber Efendimizden sonra
resul yoktur. Bundan dolayı vefatlarıyla ganimetin beşte birindeki sehimleri
düşmüştür.
"Resûl-i Ekrem
Efendimizin kendileri İçin seçtikleri ilh..." Meselâ Bedir savaşında Hz. Ali
(RA)'nin öldürdüğü Münebbih b. Haccac'ın "Zülfikar" adındaki kılıcını seçmiştir.
Hayber ganimetinden Hz. Safiyye (R.A.)' yi seçmiştir. Ganimet taksim edilmeden
böyle kıymetli şeyleri almak Peygamber Efendimizin hasâisinden olduğu halde bu
dünyadan ebedî aleme göçmekle düşmüştür. Peygamber Efendimiz sehimlerinden
ziyade seçmezlerdi. Şürunbulâli.
METİN
Bir kimse
hükümdarın izniyle yahut kuvvet sahibi kimseler dar-ı harbe girip baskın
yapsalar, almış oldukları mallardan beşte bir alınır. Çünkü almış oldukları
mallar ganimettir. Eğer kuvvet ve kudreti olmayan kimseler hükümdardan izinsiz
dar-ı harbe girip birşeyler alsalar, almış oldukları şeylerden beşte biri
alınmaz. Çünkü o aldığı şeyler kapma ve çalma yoluyla alınmıştır.
Münye'de
zikredilmiştir ki, dört kimse dar-ı harbe girip birşeyler alsalar, aldıkları
şeylerden beşte biri alınır. Üç kişi olurlarsa alınmaz.
Hükümdar bir kaç
müslümana; kâfirlerden aldığınız maldan beşte bir almam dese bakılır-. Eğer
kuvvet ve kudretleri varsa beşte birini düşürmesi caiz değildir. Eğer kuvvet ve
kudretleri yoksa beşte birini düşürmesi caizdir
Hükümdarın savaş
zamanında mücahidleri harbe tergîb ve teşvik için tenfili mendûbdur. Meselâ
hükümdarın: "Kim bir kâfir öldürürse, kâfirin bütün eşyası öldürenin olacaktır."
yahut "Kim kâfirlerden bir şey alırsa, o aldığı şey kendisinin olacaktır."
demesi tenfildir. Tenfil, bazen mal vermekle veya istikbale tergip ve teşvik
etmekle de olur.
Harbe tergip ve
teşvik etmek vâcibtir. Bunun hakkında Allah-ü Teâlâ Hâbibine:
"Ey Peygamber,
mü'minleri harbe teşvik et." (Enfal Süresi, âyet: 65) âyet-i kerimesiyle
emretmiştir. Bu hitab her ne kadar Peygamber Efendimize ise de hükmü hilâfet
makamında bulunan islâm hükümdarlarına şâmildir.
İstenileni elde
etmeyi gerektiren şeyi seçmek mendûbdur. Mendûb olması Kuduri'nin "beis yoktur"
diye tâbir etmesine muhalif değildir. Çünkü "beis yoktur" terkibinin terki evlâ
olan şeyde kullanılması umum bir kaide değildir. Hatta musannıfın beyanına göre
bunda kullanıldığı gibi mendûbda da kullanılır. Bundan dolayı Mebsût'da
müstehabla tâbir edilmiştir.
İZAH
"Bir kimse
hükümdarın izniyle ilh..." Hatta zimmî olan bir kimse hükümdarın izniyle dar-ı
harbe girip birşeyler alsa, aldığı şeylerden beşte bir alınır. T.
"Beşte bir alınır
ilh..." Yani hükümdar almış oldukları mallardan beşte birini alır, geri kalan
dört kısım kendilerinin olur. Fetih'de zikredilmiştir ki, hükümdarın dar-ı harbe
girmeleri için izin verdiği kimselere yardım etmesi lâzımdır. Nitekim
hükümdarın, müslümanları ve dini zayıf düşürmemek için izinsiz dar-ı harbe giren
kuvvet ve kudret sahibi kimselere yardım etmesi de lâzımdır. O halde hükümdarın
yardımıyla dar-ı harbden mal alan kimseler hırsızlıkla almayıp zorla aldıkları
için almış oldukları mallar ganimet olur.
"Eğer kuvvet ve
kudreti olmayan kimseler ilh..." Yani üç kimse kuvve-i ve kudret sahibi
sayılmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre yedi kimse kuvvet ve kudret sahibi sayılmaz. On
kimse kuvvet ve kudret sahibi sayılır.
"Tenfili mendûbdur
itti..." Tenfil: hükümdarın süvariye sehminden fazla vermesidir. Tenfil "Nefi"
den alınmıştır, Nefi, lügatta ziyade manasınadır. Farzdan ve vâcibden ziyade
olan namazlara da nafile denilir. Evlâdın evlâdına da nafile denilir.
"Savaş zamanında
ilh..." Kudurî sahibi: "Tenfil harb devam ederken caizdir. Harb bittikten sonra
hükümdarın tenfilde bulunması caiz değildir." demiştir. Bazı fukâha: "Hükümdarın
dar-ı harbde olduğu müddetçe tenfilde bulunması caizdir." demişlerdir. Bunların
sözünü Peygamber Efendimizin, Huneyn muharebesi bittikten sonra:
"Her kim bir kâfiri
öldürürse, eşyası öldürenin olacaktır." hadîs-i şerifleri te'yid etmektedir.
Nehir.
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şeriflerini müslümanlar
hezimete uğradıklarında onları tekrar savaşa tergib ve teşvik için
buyurmuşlardır.
Kuhistânî'de
zikredilmiştir ki, "savaş, zamanında" ifadesinde tenfilin savaşa başlamadan önce
caiz olduğuna ve savaş bittikten sonra caiz olmadığına işaret vardır. Sirâc'da
zikredildiğine göre, ganimet malları islâm memleketine çıkarıldıktan sonra
hükümdar tenfilde bulunursa, beytülmâl için alınan beşte birden verebilir. Çünkü
ganimetten alınan beşte bir mücahidlerin hakkı değildir. Düşman ordusu hezimete
uğradıktan sonra hükümdarın tenfilde bulunması caiz değildir. Çünkü tenfilden
maksad, mücahidleri harbe tergip ve teşvik etmektir. Düşman ordusu hezimete
uğradıktan sonra buna ihtiyaç yoktur.
METİN
Hükümdar "Her kim
bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun." deyip kendisi bir kâfir öldürse,
öldürdüğü kâfirin eşyası istihsanen Kendisinin olur. Ama ordusuna hitaben
"Sizden kim bir kâfir öldürürse eşyası onun olsun" veya "Ben bir kâfir
öldürürsem eşyası benim olsun" deyip bir kâfir öldürse, öldürmüş olduğu kâfirin
eşyası kendisinin olmaz. Fakat bu ifadeleri söyledikten sonra tekrar umûm olarak
"Her kim bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun" deyip kendisi bir kâfir
öldürdüğü takdirde, öldürdüğü kâfirin eşyası kendisinin olur. Zahîriyye.
Tenfili. ganimetten
sehim ve razh alan herkes alabilir. Hata zimmî. tüccar, kadın vs köle de
alabilir. Tenfil ancak öldürülmesi mubah olan kimseler hakkında caizdir. Kadın
ve deli gibi öldürülmeleri caiz olmayan kimseleri öldüren kimse bunların
eşyalarını alamaz.
Hükümdarın tenfil
ettiği şeyi mücahidlerin hak etmeleri hususunda öldürenin, hükümdarın "Her kim
bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun." sözünü işitmesi şart değildir.
Çünkü hükümdar ordusunda bulunan her nefere sesini işittirme gücüne sahip
değildir. Kumandan tenfilde bulunduğu takdirde ordu harbden dönmedikçe o sene
içinde yapılacak savaşların hepsine o tenfil şâmil olur. Her ne kadar kumandan
ölse veya azle-düşe bile ikinci kumandan tenfilden men etmedikçe birinci
kumandanın tenfili devam eder. Kumandanın "Her kim bir kâfir öldürürse eşyası
öldürenin olsun." sözüyle yaptığı tenfil, öldürülmesi lâzım olan her kâfire
şâmildir. Çünkü "bir kâfir" kelimesi nekre (belirsiz) olarak şart mânâsına olan
"her kim" kelimesinden sonra gelmiştir. Ama kumandan bir kimseye hitaben: "Sen
bir kâfir öldürürsen eşyası senin olsun." deyip o da iki kâfir öldürürse, yalnız
evvelkinin eşyasını alır. Kumandan: "Filan adlı kâfiri öldürürsen senin için yüz
altın vardır." dese, cihâd ücretle olmadığı için bu icare akdi sahih olmaz.
Kumandan: "Sen şu kâfirlerin başlarını kesersen sana şu kadar meblağ
verilecektir." dese, bu akid sahih olur. Ordu kumandanı bir seriyyeye ganimetten
beşte biri ayrıldıktan sonra geri kalan dördünü tenfil edip bu tenfili ordu
işitip seriyye işitmese. seriyye için istihsanen bu nefil vardır.
Seriyye: Dörtten
dörtyüze kadar olan askeri bir bölüktür. "Seriyyeye" lâfzı geceleyin yürüyüş
demek olan "sera" dan alınmıştır. Seriyyeye ganimet mallarının hepsini veya bir
kısmını tenfil vermek caizdir. Ama ordunun hepsine birden tenfilde bulunmak caiz
değildir. Seriyye ile ordu arasındaki fark Dürer'de zikredilmiştir.
İZAH
"Her kim bir kâfir
öldürürse eşyası öldürenin olsun ilh..." Bu ifade öldürülmeleri caiz olan
kâfirlere şâmildir. Bu cihetten bu ifade altına, kâfirlerin kiraladıktan
askerler, kâfir olan tacirler, efendilerine hizmet eden köleler, dar-ı harbe
kaçmış olan mürtedler veya zimmîler, harb edemese bile hasta ve yaralı olan
kâfirler, rey sahibi veya çocuğu olması umulan yaşlı kâfirler girer. Çünkü
bunların öldürülmeleri caizdir. Bir müslüman, kâfirlerin safında savaşan
müslümanı öldürse, öldürülen müslümanın eşyası öldüren müslümanın olmaz. Çünkü
her ne kadar kâfirlerin safında savaşan müslümanın öldürülmesi caiz ise de
eşyası ganimet olmaz. Nitekim hükümdara isyan eden müslümanların malları ganimet
olmadığı gibi. Ancak kâfirlerin safında savaşan müslümanın eşyası kâfirlerin
olup kâfirler o eşyayı müslümana ariyet olarak vermişler ise, bu takdirde bu
müslümanın eşyası öldüren müslümanın olur. Es-Siyerü'l-Kebir Şerhi.
"O sene içinde
ilh..." Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, kumandan dar-ı harbde
savaştan önce tenfilde bulunsa, bu tenfilin hükmü ordu dar-ı harbden çıkıncaya
kadar devam eder. Hatta bir müslüman uyuyan bir kâfiri öldürse, eşyası
kendisinin olur. Nitekim savaş halinde veya düşman ordusu hezimete uğradıktan
sonra öldürdüğü kâfirin eşyası kendisine kaldığı gibi. Ama ordu harb için saf
olduktan sonra kumandan tenfilde bulunsa, bu tenfil yalnız bu harbe aid olmuş
olur.
"Kumandan ölse
ilh..." Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, yardımcı kuvvetle yeni bir
kumandan gelip birinci kumandan azledilmiş olsa, onun tenfili sona ermiş olur.
Çünkü azledilmekle onun velayet ve salahiyeti kalmamıştır. Ama yeni bir kumandan
gelmeyip birinci kumandan ölse. askerler kendilerine başka bir kumandan tâyin
etseler, ölen kumandanın tenfilinin hükmü sona ermiş olmaz. Çünkü tâyin
ettikleri ikinci kumandan birinci kumandanın yerine geçmiştir. Ancak ikinci
kumandan birinci kumandanın tenfilini iptal eder veya hükümdar orduya hitaben:
"Kumandanınız ölürse, falan kimse kumandanınız olacaktır." derse, birinci
kumandanın tenfilinin hükmü sona ermiş olur. Çünkü ikinci kumandan hükümdar
tarafından tâyin edilmesiyle hükümdarın naibi olmuş olur da sanki hükümdar ilk
defa ikinci kumandam tâyin etmiştir. Bu yüzden birinci kumandanın re'yinin hükmü
kendisinden daha üstün bir kumandanın re'yile son bulmuştur.
"Filân adlı kâfiri
öldürürsen, senin için yüz altın vardır ilh..." Ücret kelimesi söylenirse bu
akid icare akdi olmuş olur. Cihâd ücretle olmadığı için bu icare akdi sahih
olmaz. Eğer ücret kelimesi söylenmezse bu tenfil olmuş olur.
Es-Siyerü'l-Kebir
şerhinde zikredilmiştir ki, kumandan hür olan bir müslümana veya köleye: "Sen
kâfirlerden şu süvariyi öldürürsen, sana yüz dinar ücret vereyim." deyip o da
onu öldürse, kendisine ücret verilmez. Çünkü ücret lâfzını açık olarak söylediği
için kumandanın sözünü tenfile hamletmek mümkün değildir. O halde bu kiralamak
olur. Cihâd için adam kiralamak ise caiz değildir. Ordu kumandanı bu ifadeyi bir
zimmî için söylese, İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf'a göre tâyin edilen ücreti zimmî
de alamaz, İmam Muhammed'e göre alır.
İmam Muhammed'e
göre harb için adam kiralamak caizdir. İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre
caiz değildir. Çünkü cihâd ruhu yok etmektir. Ruhu yok etmek ise insanın işi
değildir.
Öldürülecek esirler
bulunup ordu kumandanı: "Kim bu esirlerin başını keserse ona on dirhem ücret
verilecektir." deyip bu işi bir müslüman veya zimmi yapsa, on dirhem ücreti
alır. Çünkü bu cihâd işlerinden değildir. Ordu kumandanı esirleri öldürmek
isteyip onları öldürmesi için bir müslüman veya bir zimmîyi kiralasa, İmam-ı
Azam ile imam Ebû Yusuf'a göre caiz değildir, İmam Muhammed'e göre caizdir.
Kumandan: "Her kim
düşmandan bin dirhem ganimet getirirse, kendisine iki bin dirhem verilecektir."
deyip bunun üzerine bir kimse bin dirhem ganimet getirse, kendisine getirmiş
olduğu bin dirhemden fazla ganimet verilmesi lâzım gelmez. Fakat ordu kumandanı:
"Her kim düşmanın bir neferini esir ederse, kendisine onunla beraber beş yüz
dirhem verilecektir." dese, kumandanın bu şarta riayet etmesi lâzım gelir. Çünkü
bu ifade ile düşmanın yenilmesi istenilmektedir, önceki ifade ile mal
istenilmektedir.
Kumandan: "Her kim
düşman hükümdarını öldürürse, kendisine on bin dinar verilecektir." deyip bunun
üzerine bir müslüman nefer onu öldürse, kendisine tâyin edilen mikdar verilir.
Ordu savaş için saf oldukları zaman kumandan: "Her kim bir düşman başı
getirirse, kendisine yüz dinar verilecektir." dese, baş ile kâfirlerin
erkeklerinin başı murad edilir. Çünkü bu halde maksud olan harbe tergib ve
teşvik etmektir.
"Dürer'de
zikredilmiştir ilh..." Dürer'in ibaresi şöyledir: Siyer-i Kebir'den naklen
Nihâye'de zikredilmiştir ki, hükümdar bütün orduya: "Ganimet olarak elde
ettiğiniz malların beşte biri alındıktan sonra geri kafan nefil olarak sizin
olacaktır." dese, bu caiz olmaz. Çünkü tenfilden maksad yiğitleri harbe teşvik
etmektir. Bu ise ancak bazılarına sehimlerinden ziyade bir şey vermekle olur.
Ordunun hepsine tenfilde bu faide yoktur. Aynı zamanda alınan ganimet ordunun
hepsine nefil olarak verilip aralarında eşit olarak taksim edildiğinde
süvarilerin fazla olan sehimlerini ibtal vardır.
METİN
Ganimet malları
İslâm memleketine çıkarıldıktan sonra tenfil, ancak beytülmâl için alınan beşte
birden caizdir. Çünkü beşte birin bir sınıfa sarfedilmesi caizdir. Nitekim
yukarıda geçmiştir. Bir kâfirin eşyası (selebi); bindiği hayvanı, elbisesi,
silâhı ve bindiği hayvanın üzerinde bulunan malları değildir.
Tenfilin hükmü,
ondan başkalarının hakkını kesmektir. Yoksa mülkünü kesmek değildir. Çünkü
ganimet İslâm memleketine getirilmeden önce ganimette mücahidlerin hakları sabit
olmaz. Hükümdar: "Her kim kâfirlerden bir cariye elde ederse, cariye onun
olsun." dese de mücahidlerden biri bir cariye elde etse, cariye âdet görerek
temizlense bile ona cinsî yakınlıkta bulunması veya onu satması caiz olmaz.
Nitekim dar-ı harbde bir cariyeyi bir kimse hırsızlık yoluyla alıp, cariye âdet
görerek temizlense bile orada cariyeye cinsî yakınlıkta bulunması icmâen helâl
olmadığı gibi. Öldürülen bir kâfirin eşyası tenfil olunmadıkça ganimet olarak
bütün mücahidlerin olur. Çünkü Peygamber Efendimiz, Habîb b. Seleme'ye hitaben:
"Öldürdüğün kâfirin
eşyasından sana bir şey yoktur. Ancak hükümdarın gönül hoşluğu ile sana verdiği
vardır." buyurmuşlardır. Buna göre Peygamber Efendimizin kâfirin eşyası
hakkındaki:
"Bir kimse bir
düşmanı öldürürse, ölenin eşyası öldürenindir." hadîs-i şerifini biz Hanefiler
tenfile hamlederiz. Bu suretle iki hadîs-i şerifin arasını bulmuş oluruz.
Şarih der ki: Müftü
Ebussûud'un Mâruzat'ında Ebussûud hazretlerine: "Bu zamanda mücahidlerin
aralarında ganimet inallarının meşru bir surette taksim edilmesinde şübhe
bulunduğuna göre, bunlardan satın alınan cariyelere cinsî yakınlık helâl olur
mu?" diye sorulmuş, Ebussûud hazretleri: "Zamanımızda meşru bir surette taksim
bulunmamaktadır. Fakat 948 tarihinde sultan tarafından umum tenfil vâki
olmuştur. Artık ganimet mallarından beşte biri verildikten sonra ilk baştan
itibaren şübhe bakî kalmaz." diye cevap vermiştir. Bu mesele böylece
bilinmelidir, işin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.
İZAH
"Ganimet malları
İslâm memleketine çıkarıldıktan sonra ilh..." Yani ganimet malları islâm
memleketine çıkarıldıktan sonra tenfil caiz olmadığı gibi ganimet mallan elde
edildikten sonra dar-ı harbde de tenfil caiz olmaz.
"Bir kâfirin eşyası
ilh..." Yani kumandan: "Her kim bir kâfir öldürürse, ölenin eşyası öldürenin
olsun." dese, mücahidlerden biri bir kâfir öldürdüğünde, öldürdüğü kâfirin atı.
atının üzerindeki malları, heybesinde veya bejinde bağlı olan altını, gümüşü,
yüzüğü, bileziği, kemeri, elbisesi, silâhı kendisinin olur. Nehir.
"Tenfilin hükmü,
ondan başkalarının hakkını kesmektir ilh..." Yani mücahidlerin hakkını
kesmektir. Bu takdirde tenfilden beşte bir alınmaz. Mücahid dar-ı harbde ölürse
veresesine miras olarak intikal eder.
Ben derim ki:
Tenfilin diğer bir hükmü de süvari ile piyadenin eşit olarak hak almasıdır.
"Mülkünü kesmek
değildir ilh..." İmam-ı Azam ile imam Ebû Yusuf'a göre ganimet malları İslâm
memleketine çıkarılmadan önce onda mücahidlerin mülkü sabit olmaz, imam
Muhammed'e göre sabit olur. Hatta ganimet malını zayi ye telef eden öder.
Ben derim ki:
İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre "mülk sabit olmaz" ile tam mülk sabit
olmaz, mânâsını murad etmişlerdir. Yoksa dar-ı İslama çıkarılmayan ganimet
malında mücahidlerin mülkleri noksan olarak sabit olur. Bu yüzden ölen
mücahidlerin sehimleri vereselerine miras olarak intikal eder. Dürr-i Müntekâ.
"Öldürülen bir
kâfirin eşyası ilh..." İmam Şafii'ye göre öldürülen bir kâfirin eşyası öldürenin
olur.
"Sultan tarafından
umum tenfil vâki olmuştur ilh..." Yani sultan: "Her kim kâfirlerden bir şey
alırsa kendisinin olacaktır." demek suretiyle umum tenfilde bulunmuştur. Bu
surette yapılan tenfil şahindir. Ama sultan orduya hitaben: "Kâfirlerden ganimet
olarak aldığınız mallar hepinizin olacaktır," dese bu şekilde yapılan tenfil
yukarıda geçtiği üzere sahih değildir.
Sultanın umum
olarak tenfili caiz olduğuna göre kendisi öldükten sonra veya azledilip yerine
başka sultan geçtikten sonra bu umum tenfilin devam edebilmesi için, ikinci
sultanın da yeniden umum tenfilde bulunması lâzımdır.
"Ganimet
mallarından beşte biri verildikten sonra ilh..." Yukarıda geçmiştir ki, hükümdar
umum tenfilde bulunduğu takdirde ondan beşte birinin verilmesi lâzım gelmez.
Nitekim tenfilde süvari ile piyadeler eşittir. Çünkü zamanımızda taksim
edilmemekte ve beşte biri verilmemektedir. Ganimet mallarının beşte birinin
verilmesinin farz olduğuna göre beşte biri verilmeyen ganimet mallarında nasıl
şübhe bulunmaz!
Zamanımızdaki
sultanın umum tenfilde bulunup bulunmadığını bilmediğimiz için ganimet
mallarındaki şübhe bakîdir. Birisi buna "Zamanımızda ganimet mallarının taksim
edilmemesi, hükümdarın umum tenfilde bulunduğunun delilidir." diye cevap
veremez. Çünkü zamanımızın orduları islâm beldelerinden olsa bile zorla, yağma,
kapma suretiyle alıyorlar. Hatta almış oldukları malların, müslüman sahihleri
ortaya çıktıklarında malları kendilerine para ile verilmektedir. Buna göre
onların hallerini iyiye yormak mümkün değildir. Keza bu zamanın hâkimleri ve
ordu kumandanları tenfilde bulunmuyor, ganimeti taksim etmiyor ve beşte birini
de vermiyorlar. O halde zamanımızda ganimetten alınan malın hükmü, ganimetten
hainlikle alınan malın hükmü gibidir.
Es-Siyerü'l-Kebir
şerhinde zikredilmiştir ki, ganimetten hıyanetlikle bir şey aşıran kimse pişman
olup ordu dağıldıktan sonra aşırmış olduğu şeyi hükümdara getirse, hükümdar
muhayyer olup dilerse onu tekrar getirene verip hak sahihlerine yermesini
emreder. Dilerse onu ondan alıp beşte, birini hak sahiblerine verir. Geri kalan
dört kısmı buluntu gibi olur. Hak sahiblerini bulamazsa onu ya tesadduk eder
veya beytülmâla koyup üzerine emrini yazar. Ganimetten hainlikle bir şey aşıran
kimse aşırdığı şeyi hükümdara getirmezse bakılır; eğer hak sahiblerini bulamazsa
onu tesadduk etmesi müstehabdır. Eğer hak sahiblerini bulursa, onun hükmü
buluntunun hükmü gibi olur. Nitekim buluntuda olduğu gibi hükümdara verilmesi
evlâdır. Çünkü ondan beşte biri alınıp hak sahihlerine verilir. Bir mücahidin
ganimet malı taksim edilmeden önce sehmini satması bâtıldır. Nitekim taksim
edilmeden önce sehmini âzâd etmesi bâtıl olduğu gibi.
Hâvi'de
zikredilmiştir ki, bir kimse kendisinden beşte bir alınmamış olan esir bir
cariyeyi ordu kumandanından satın alsa, bu alım satım sahih olup bu cariye
kendisine helâl olur. Cariyeden alınacak beşte bir cariyenin kendisinden değil
parasından vâcib olur.
Bir kimsenin
yanında emânet mal bulunup emânet bırakan kimse ölüp veresesi olmasa, emanetçi
fakir olursa o malı kendisi kullanır, zengin olursa fakirlere verir. Çünkü
beytülmâla vermiş olsa fakirlere sarfedilmeyip zayi olur. Bezzâziye.
Bir kimse
ganimetten bir cariye satın alsa bakılır; eğer satın alan kimse ganimetten
ayrılan beşte birden sehim alanlardan olursa, cariyeden alınacak olan beşte biri
kendi nefsine sarfeder. Eğer beşte birden sehim alanlardan olmayıp fakat zengin
olan afim gibi başka yoldan beytülmaldan sehim alanlardan olursa cariyeyi beşte
birden sehim alan fakire mülk olarak vermeli, sonra ondan cariyeyi satın almalı
veya cariyeden alınacak olan beşte biri fakire mülk olarak vermeli, sonra ondan
cariyenin beşte birini satın almalıdır. Çünkü böyle yapmadan cariyeyi kendi
nefsine sarfetse, cariyeden alınacak olan beşte bir fakirlerin hakkı olarak
kalır da cariyeye cinsî yakınlıkta bulunması helâl olmaz.
Bana göre bu mesele
şöyle halledilmelidir: Ganimet malı islâm memleketine getirildikten sonra
mücahidler ile beşte birden sehim alanlar arasında ortak olur. Yukarıda geçtiği
üzere ganimet malı islâm memleketine getirildikten sonra mücahidlerden ölenlerin
sehimleri vereselerine miras olarak kalır. Fakat ganimet malından sehim alacak
olanlar bilinmeyip onları bilmek umudu da kalmayınca, ganimet malı muayyen
kimseler arasında ortak olmaktan çıkıp bütün müslümanların hakkı olmak üzere
beytülmâldaki diğer mallar gibi beytülmâl haklarından olmuş olur. Beytülmâldaki
mallarda bütün müslümanların hakkı vardır. Fakat bu ,hak mülkiyet yolu ile
değildir. Çünkü beytülmâlda hakkı olan bir kimse öldüğü takdirde hakkı miras
olarak vereselerine kalmaz. Ganimet malı islâm memleketine çıkarıldıktan sonra
mücahidler dağılıp onları bulmak imkânı olmadığı takdirde ganimet malı
beytülmâla kalır. Kendisinden beşte bir de alınmaz. Buna göre beytülmâlda hakkı
olan bir kimse beşte biri alınmamış bir cariyeyi beytülmâldan satın almış olduğu
takdirde cariyeden alınacak olan beşte bir sehmini kendi nefsine sarfetmesi
caizdir.
Şafiî
muhakkıklarından Seyyid Semhudî risalesinde zikretmiştir ki; babam bana odalık
bir cariye aldı. Sonra babam zamanımızın muhakkiki AllâmeCelâl-i Mahalli ile
ganimet malları ve beytülmâl vekilinden mal satın alma hususunda konuşup ona:
"Beytülmâldaki alamadığımız hakkımız olan malları zafer yoluyla alıyoruz. Çünkü
bu cariye şer'î surette taksim edilmeyen ganimet mallarından olduğu takdirde hak
sahihleri bilinmediği için cariye beytülmâla aid olmuş olur." dedi. Bunun
üzerine Celâl-i Mahalli: "Evet, sizin beytülmâlda bir çok bakımdan haklarınız
vardır." dedi. Bu, Bezzâzlye ve Kınye'den nakledilene muvafıktır, işin
hakikatini Allah-ü Teâlâ bilir.