06 Ekim 2012

GANİMETİN NASIL TAKSİM EDİLECEĞİ BEYANINDA FASIL


GANİMETİN NASIL TAKSİM EDİLECEĞİ BEYANINDA FASIL


METİN
Askerlerin süvari ve piyade sehmini almalarında itibar İslâm hududundan ayrılma vaktinedir. İmam Şafiî'ye göre savaş vaktinedir. Buna göre bir kimse dar-ı harbe süvari olarak girip sonra atı ölse, iki senim alır. Bir kimse de piyade olarak girip sonra bir at satın alsa, bir sehim alır. Savaşa elverişli sağlam büyük bir attan başka at için sehim yoktur. Eğer at hasta olup ganimet malı alınmadan önce iyi olursa süvari sehmini istihsanen alır. Eğer dar-ı harbe girerken tay olup orada büyüyüp at olsa, süvari sehmini alamaz. Aralarında fark; hasta olan büyük atla düşman korkutulur, ama tayla korkutulmaz.
Bir mücahidin atı dar-ı harbe girmeden önce gasbolunup yahut başka bir kimse binip yahut firar edip kendisi piyade olarak dar-ı harbe girip sonra atını alsa kendisi için iki sehim vardır. Fakat atını satarsa, her ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile süvari sehmini alamaz. Esah olan kavle göre bu mücahidin maksadının ticaret olduğu meydana çıktığı için atın sehmi düşer. Fetih. Bunu musannif (Hidâye sahibi) da ikrar etti. Fakat Şürunbulâlî'de Cevhere ile Tebyîn'den buna muhalif ifade nakledilmiştir.
Kuhistânî'de zikredilmiştir ki, süvari bir kimse savaş devam ederken atını satarsa, esah olan kavle göre piyade sayılır, harb bittikten sonra satarsa ittifakla süvari sayılır, Bu kayıdların iyice bellenip zabt olunması lâzımdır ki, fetva ve hüküm vermede hataya düşülmesin.
"Ganimetin nasıl taksim edileceği ilh..." Musannif ganimetin hükümlerini beyan edince taksiminin beyanına başladı. Taksimi de her ne kadar ganimetin ahkâmından ise de bahisleri çok olduğundan kendisi için müstakil bir fasıl tâyin edilmiştir. Taksim etme: Ganimet malları içinde dağılmış hisseyi muayyen bir yerde kılmaktan ibarettir. Nehir.
Mültekâ'da zikredilmiştir ki; hükümdarın, ordu dar-ı harbe girerken süvariler ile piyadeleri tesbit etmek için orduyu teftiş etmesi lâzımdır.
Mültekâ şerhinde: "Hükümdarın orduya katılan neferlerin isimlerini yazması ordu üzerine harb usul ve kaidelerini bilen ve harbi idare edecek bir kumandan - isterse bu kumandan âzâd edilmiş bir köle olsun - tâyin etmesi lâzımdır. Ordunun bu kumandana itaat etmeleri vâcibtir. Çünkü kumandanın emrine karşı gelmek haramdır. Ancak kumandanın emrettiği ve yasakladığı şeyin bir günâh olduğu veya uygun olmayan bir hareket olduğu herkesçe bilinirse, o halde kendisine itaat icab etmez." diye yazılıdır.
"Müstahik olmalarında itibar ilh..." Yani gaziler ganimet malının beşte dördünü hak ederler. Ganimetten piyade olan mücahidlere birer, süvari olan mücahidlere de ikişer sehim verilir. Gazilerin piyade mi süvari mi sayılacakları İslâm hududundan dar-ı harbe girerken belli olur. Atlı olarak girmişse süvari sehmini. piyade olarak girmişse piyade sehmini alır.
Ganimet malının beşte biri fakirlere, yoksul yetimlere, parasız kalmış yolculara sarfedilmek üzere beytülmâle ayrılır.
"Bir kimse dar-ı harbe süvari olarak girip sonra atı ölse, iki sehme müstahik olur ilh..." Süvari; yanında at bulunan kimsedir, isterse atı gemide götürsün. Bu kimse at üzerinde savaşmak için hazırlanmıştır. Bir şey için hazırlanan o şeyi yapmış gibidir. Dar-ı harbe atla giren kimsenin atını bir şahıs öldürüp ondan atının kıymetini alsa bile yine süvari sehmi alır. Atını düşman alsa yine süvari sehmi alır. Ama savaştan önce atını satsa piyade sehmi alır. Süvari olanlara iki sehim verilir. Hissenin biri kendisi için, diğeri de atı içindir. Bu İmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre üç hisse verilir. Bir hisse kendisi için, iki hisse de atı içindir. Buhar-ı Şerif ve diğer hadîs kitablarında rivayet edildiği üzere Peygamberimiz böyle taksim etmiştir. İmam-ı Azam rivayetlerin arasını birleştirmek için bunu tenfîl (hükümdarın veya kumandanın fazla bir sehim vermek üzere gazileri harbe teşvikde bulunmasıdır.) üzere hamletmiştîr. Şürunbulâli, Es-Siyerü'l-Kebir Şerhi.
"Bir attan başka at için sehim yoktur ilh..." İmam Ebû Yusuf'a göre iki at için sehim verilir.
T E N B İ H : Atın ortak olmaması şarttır. Nöbetle üzerinde savaşılan ortak at için sehim yoktur. Ancak dar-ı harbe girmeden önce ortaklardan biri attaki diğer ortağının hissesini kiralarsa at için sehim verilir. Atın, mücahidin kendi mülkü olması şart değildir. Buna göre kiralanmış yahut ariyet olarak alınmış yahut gasbedilmiş at için de sehim verilir.
"Orada büyüyüp at olsa ilh. ." Yani bir mücahid tay ile dar-ı harbe girip orada uzun zaman kalması sebebiyle tayı büyüyüp üzerinde savaşsa yine süvari sehmini alamaz. Bahır.
"Aralarında fark ilh..." İmam-ı Serahsî: "Hasta olan at, üzerinde savaşılmaya elverişlidir. Ancak geçici bir arızadan dolayı üzerinde savaşmak mümkün değildir. Bu arıza geçince hiç hasta olmamış gibi olur. Tay böyle değildir. Çünkü tay, üzerinde savaşılmaya elverişli değildir. Dar-ı harbde üzerinde savaşılmaya elverişli hale gelmiştir. Buna da itibar yoktur.
Bunun benzeri: Küçük zevcenin nafakası zevci üzerine lâzım değildir. Çünkü küçük zevce, zevcinin hizmetine elverişli değildir. Ama hasta olan büyük. zevcenin nafakası kocası üzerine lâzımdır. Çünkü o hizmet etmeye elverişlidir. Fakat hizmeti geçici bir arızadan dolayı mümkün değildir." demiştir.
"Sonra atını alsa ilh..." Yani savaştan önce atını alsa kendisi için istihsanen iki sehim vardır. Çünkü evinden çıkarken atın zahmetini çekmiş ve dar-ı harbde at üzerinde savaşmıştır. Gasbedilmesi başkasının binmesi gibi arızı ve geçici bir sebebten dolayı süvari sehminden mahrum edilemez. Ama gasbeden şahıs at üzerinde savaşıp hatta ganimeti elde edip dar-ı harbden çıksalar, gasbeden kimse için süvari sehmi asıl at sahibi için piyade sehmi vardır. Çünkü gasbedilmiş at ile mülk olan at arasında fark yoktur. Eğer sahibi atını aldıktan sonra yeni ganimet elde edilirse, bu ganimetten at sahibine süvari sehmi, gasbeden şahsa da piyade sehmi verilir. Nitekim dar-ı harbe girildikten sonra bir şahıs bir kimsenin atını ğasbedip onun üzerinde harb etse, gasbedene piyade sehmi, at sahibine süvari sehmi verilir. Bu bahsin tamamı Es-Siyerü'l-Kebir şerhindedir.
"Atını satarsa her ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile ilh..." Yani atını kendi arzusu ile satarsa süvari sehmini alamaz. Ama zorla sattırılırsa süvari sehmini alır. Atını rehin verenin yahut kiraya verenin yahut hibe edenin hükmü de satan kimsenin hükmü gibidir. Bahır.
Şârih "her ne kadar satması savaşın tamamından sonra olsa bile süvari sehmini alamaz ifadesiyle" Hidâye sahibine tâbi olmuştur. Fakat bu ifadeyi Fetih'den yanlış olarak nakletmiştir. Fetih'in ibaresi şöyledir: Bir mücahid savaş tamam olduktan sonra atını satsa, ittifakla süvari sehmini alır.
Keza savaş devam ederken atını satarsa, bazı fukahaya göre yine süvari sehmini alır. Hidâye sahibi: "Esah olan kavle göre savaş devam ederken atını satan mücahid süvari sehmini alamaz. Çünkü onun maksadının ticaret olduğu anlaşılmıştır." demiştir.
METİN
Savaşan kölelere, çocuklara, kadınlara, zimmîlere, delilere, bunamışlara, mükâtebtere, hastalara hizmet ve yaralıları tedavi eden kadınlara, yol gösteren zimmîlere biz Hanefîlerce. ganimet malından beşte biri çıkarılmadan önce bir mikdar şey verilir, buna "razh" denilir. Bunun mikdarı, mücahidlerin sehimlerinden noksan olur. Ancak orduya yol gösteren zimmîye, bir mücahide verilen setlimden ziyade verilebilir. Çünkü buna verilen razh ücret gibidir. Bundan anlaşılan ihtiyaç zamanında kâfirden yardım istemenin caiz olmasıdır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarında, Medine-i Münevvere yahudilerinden on kadar kimseden yardım isteyip kendilerine ganimet malından bir mikdar şey vermişlerdir.
"Berâzin" denilen acem atları, "ıtâk" denilen soylu arap atları, babası arap atı anası acem atı olup "hecin" denilen atlar, babası acem atı anası arap atı olup "mukrif" denilen atlar arasında sehim verilmesi bakımından fark yoktur.
Deve, katır ve merkep için sehim verilmez. Çünkü bunlarla düşman korkutulmaz. Ganimetten ayrılan beşte biri biz Hanefilerce yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara verilmek üzere üç kısma ayrılır Bu üç sınıfdan yalnız bir sınıfa verilmesi de caizdir.
Münye'de zikredilmiştir: "Bu bahsi Mültekâ şerhinde tahkîk ve beyan ettik" demiştir.
Beni Haşim'den Peygamber Efendimize akrabalığı bulunan üç sınıf fakirler diğer kabilelerden olan üç sınıf fakirler üzerine takdim olunur. Çünkü başka kabileden olan fakirlerin sadaka almaları caizdir. Beni Haşim fakirlerinin sadaka almaları caiz değildir. Biz Hanefilerce Beni Haşim'in zenginleri için beşte birden hak yoktur. Musannıfın Bahır'dan Hâvî'deki: "Ganimetin beşte biri Beni Haşim'in zenginlerine sarf edilmesinin tercihini ifade eder." diye naklettiği söz götürür. Çünkü Nehir'de bu reddedilmiştir. "va'lemû ennemâ anhum min şey'in feinne lillâhi humusehû"âyet-i kerîmesinde "Ganimetin beste biri Allah'ındır." ilâhi kelâmın iptidasında Allah-ü Teâlâ'nın ism-i şerifinin zikredilmesi teberrük içindir. Yoksa hepsi Allah-ü Teâlâ'nındır. Resûl-i Ekrem Efendimizin beşte birdeki sehimleri vefatlarıyla düşmüştür. Çünkü Peygamberimizin beşte birdeki sehimlerinin kendilerine tahsisi, müştak olan risaletlerine bağlı bir hükümdür. Nitekim ganimet malı taksim edilmeden ve beşte biri çıkarılmadan önce Resûl-i Ekrem Efendimizin kendileri için seçtikleri at, kılıç, zırh gibi şeylerin kendilerinden sonra düşmesi gibi.
İZAH
"Zimmîlere ilh..." Eğer ganimet taksim edilmeden ve İslâm memleketine çıkmadan önce, zimmî müslüman. çocuk akıl baliğ ve köle âzâd olsa kendilerine sehim verilir. Es-Siyerü'l-Kebir, Nehir.
"Biz Hanefilerce ganimet malından beşte biri çıkarılmadan ilh..." Yani harbde hizmetleri görülen zimmîlere, kadınlara, kölelere, çocuklara biz Hanefilerce ganimet malından beşte biri çıkarılmadan "razh" denilen hisse verilir, imam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre; "razh" denilen hisse ganimetten beşte biri çıkarıldıktan sonra verilir. "Razh"ın mikdarını tâyin hükümdara aiddir.
"Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber yahudilerine gazalarında ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki, Peygamber Efendimizin Hayber gazalarında yahudilerden yardım istemeleri hakkındaki hadîs-i şerifin senedinde zayıf vardır. Çünkü fukahadan birçokları:, "Cihadda kâfirden yardım istemek caiz değildir." demişlerdir. Zira Peygamber Efendimiz Bedir gazasına çıktıklarında kendilerine bir kâfir yetişip müslümanlar safında savaşmak için geldiğini söyledi. Peygamber Efendimiz kendisine: "Allah'a ve Resulüne imân ediyor musun?" diye sordu, o da "hayır" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Öyle ise dön! Ben bir kâfirden asla yardım istemem." buyurdu. Bu hadîs-i şerifi Müslim rivayet etmiştir.
İmam Şafiî demiştir ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz Bedir gazasında bir veya iki kâfirin cihada katılmasını reddetmiştir. Sonra Peygamber Efendimiz Hayber gazasında Beni Kaynuka yahudilerinden yardım istemiştir. Huneyn gazasında Safvân b. Umeyye'den kâfir olduğu halde yardım istemiştir. Buna göre Peygamber Efendimiz kâfirden yardım istemek ile istememek arasında muhayyer olduğu için Bedir gazasında kâfirin yardımını reddetmiş ise iki hadîs-i şerif arasında muhalefet yoktur. Şayet Bedir gazasında o kimsenin kâfir olduğu için yardımını reddetmiş ise, sonra Hayber gazasında ve diğer gazalarda kâfirlerden yardım istemesi hakkındaki hadîs-i şerifleri Bedir gazasında kâfirden yardım istemediğine dair hadîs-i şerifin hükmünü neshetmiştir.
"Buna verilen razh ücret gibidir ilh..." Zimmînin yol göstermesinde müslümanlar için büyük fâide bulunursa kendisine hükümdar tarafından tâyin edilen mikdar -her ne kadar bu mikdar iki süvari sehimleri kadar olsa bile - verilir.
Şârih "Yol gösteren zimmîye verilen razh ücret gibidir." ifadesi ile savaşma ile yol gösterme arasında fark bulunduğuna işaret etmiştir. Şöyle ki: Bir zimmî müslümanlarla birlikte savaştığı takdirde kendisine razh olarak verilen mikdar gazilere verilen sertimden noksan olur. Ama islâm ordusuna yol gösterdiği takdirde kendisine sehimden ziyade verilmesi sahihtir. Yol göstermesinde kendisine verilen şey "razh" değil, ücrettir. Savaşmasında ise kendisine verilen şey ücret değildir. Bu yüzden kendisine sehim mikdarı verilmez. Bu zimmî her ne kadar cihâd ameli gibi amel yapmış ise de, cihâd amelinden dolayı sevâb kazanan kimse ile kendisinden cihâd ameli kabul edilmeyen kimsenin arası sertimde müsavi tutulamaz.
"Biz Hanefilerce ilh..." İmam Şafiî'ye göre ganimetten ayrılan beşte biri, beş kısma bölünür. Bir kısmı Peygamberimizin akrabalarına sarf edilir, diğer bir kısmı Peygamberimiz için ayrılıp bu zamanın hükümdarına kalır. Hükümdar da bunu müslümanların ihtiyaçlarına sarfeder. Diğer üç kısmı da âyet-i kerîmede beyan edilen fakir yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara sarfedilir. Zeylaî.
"Bu üç sınıfdan yalnız bir sınıfa verilmesi de caizdir ilh..." Çünkü Kür'ân-ı Kerîm'de ganimet mallarından ayrılan beşte birinin sarf edileceği yerleri açıklamak için beş sınıf zikredilmiştir. Yoksa bu sınıflardan her bir sınıfa bir şey verilmesinin vâcib olduğunu açıklamak için değildir. Ancak bu sınıflardan başkasına sarfedilmesinin caiz olmayacağını tâyin etmek içindir. Bedâyı.
"Mültekâ şerhinde ilh..." Mültekâ şerhinin ibaresi şöyledir: Bulunan maden ve definelerin beşte biri muhtaç olan yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara sarfedildiği gibi, ganimet malının beşte biri de bu üç sınıfa verilmek üzere üç sehme ayrılır. Bu sınıfların ya hepsine veya bir kısmına sarfedilir. Bu sınıflardan başkasına sarfedilemez. Bu sınıflara sarfedilmesinin sebebi, muhtaç oldukları içindir. Bu yüzden bu sınıfların zenginlerine verilmesi caiz değildir.
"Biz Hanefilerce ilh..." Beni Haşim'in zenginlerine ganimet mallarından ayrılan beşte birinden hisse verilmez, imam Şafii'ye göre Beni Haşim'in zenginleri fakirleri ganimet malının beşte birinden hisse almaları hususunda müsavi olup kadınlara birer, erkeklere ikişer hisse verilmek üzere aralarında taksim edilir. Çünkü âyet-i kerîmede zenginleri ile fakirlerinin arası ayırt edilmemiştir. Biz Hanefilerin delili: Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.) bizim dediğimiz gibi sahabelerin huzurunda ganimet malının beşte birini taksim etmişlerdir. Artık bu şekilde taksim icma olmuştur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Abdullah'ın, Abdullah Abdulmuttalib'in, Abdulmuttalib Hâşim'in. Hâşim de Abdülmenâf'ın oğludur. Abdülmenâf'ın dört oğlu vardı: Hâşim, Abdüşşems, Muttalib ve Nevfel. Resûl-i Ekrem Efendimiz Hayber ganimetini gaziler arasında taksim buyurduklarında ganimetin beşte birini hısımlarından Hâşim Oğulları ile Muttalib Oğulları orasında taksim ederek onları diğerlerinden üstün tuttuğu zaman Abdüşşems Oğullarından olan Hz. Osman İle Nevfel Oğullarından olan Cübeyir: "Yâ Resûlallah! Hâşim Oğullarının üstünlüğünü inkâr etmiyoruz. Allah-ü Teâlâ sizleri onlardan kıldı. Muttalib Oğulları kardeşlerimizin halleri nedir ki onlara da hısımlıklarından dolayı beşte birden ihsan buyurdunuz da bizleri terkettiniz. Halbuki hısımlıklarımız birdir." dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Bizler ve Muttalib Oğullan gerek cahiliyet zamanında ve gerekse şimdi afla birbirimizden ayrılmadık, hepimiz bir şey gibi olduk." buyurdular. Çünkü Peygamberimiz Hâşim Oğullarından gönderildiğinde Kureyşliler hasedlik edip kendi aralarında: "Hâşim Oğulları, Hz. Muhammed (SAV.)'i bize teslim edip biz onu öldürmedikçe onlarla konuşmayacağız, alış - veriş yapmayacağız." diye anlaşma yaptılar. Hâşim Oğullan da kendi aralarında Resûlullah'a yardım etmek üzere anlaşma yaptılar. Nevfel Oğulları ile Abdüşşems Oğullan Kureyşlilerin tarafını tuttular. Muttalib Oğulları ise Hâşim Oğullarının tarafını tuttular. Bundan dolayı Resûl-i Ekrem Efendimiz Muttalib Oğullarına ihsanda bulundular.
"Musannıf ilh..." Hâvî'l-Kudsi'de zikredilmiştir ki, İmam Ebû Yusuf'a göre ganimetin beşte biri Peygamberimizin hısımlarına, fakir olan yetimlere, yoksullara ve parasız kalmış yolculara sarfedilir. İmam Ebû Yusuf'un bu kavli ile amel ederiz. Bahir sahibi: "Fetva, ganimetin beşte birindenPeygamberimizin hısımlarından zengin olanlarına da verilmesi üzerinedir." demiştir. Bu böyle bilinmelidir.
"Nehirde reddedilmiştir ilh..." Nehir sahibi: "Ganimetin beşte birinden Peygamberimizin fakir olan hısımlarına verileceği bilindiği için ayrıca "fakir olanlarına verilmesi şarttır" diye zikredilmemiştir." demiştir.
"Risaletlerine bağlı bir hükümdür ilh..." Yani Resul i Ekrem Efendimizin ganimetin beşte birindeki hakları risaletleri sebebiyledir. Vefatlarıyla her ne kadar risaletleri kesilmemiş ise de, fakat Resul olarak kendilerinden sonra hiç bir kimsenin kendilerinin yerine geçmesi mümkün olmadığı için sanki "Resul" kelimesinin alınmış olduğu risalet sebebi yok olmuştur.
T E M B İ H : Yukarıda beyan edildiği üzere İmam Şafiî'ye göre Resûl-i Ekrem Efendimizin ganimetin beşte birindeki sehimleri kendilerinden sonra kendi yerine kalan halifeye kalır. O da müslümanların ihtiyaçlarına sarfeder. İmam Şafiî'ye göre, Peygamberimizin ganimetin beşte birindeki sehimleri hükümdar oldukları içindir. Biz Hanefilerce Resul (Peygamber) olduğu içindir. Peygamber Efendimizden sonra resul yoktur. Bundan dolayı vefatlarıyla ganimetin beşte birindeki sehimleri düşmüştür.
"Resûl-i Ekrem Efendimizin kendileri İçin seçtikleri ilh..." Meselâ Bedir savaşında Hz. Ali (RA)'nin öldürdüğü Münebbih b. Haccac'ın "Zülfikar" adındaki kılıcını seçmiştir. Hayber ganimetinden Hz. Safiyye (R.A.)' yi seçmiştir. Ganimet taksim edilmeden böyle kıymetli şeyleri almak Peygamber Efendimizin hasâisinden olduğu halde bu dünyadan ebedî aleme göçmekle düşmüştür. Peygamber Efendimiz sehimlerinden ziyade seçmezlerdi. Şürunbulâli.
METİN
Bir kimse hükümdarın izniyle yahut kuvvet sahibi kimseler dar-ı harbe girip baskın yapsalar, almış oldukları mallardan beşte bir alınır. Çünkü almış oldukları mallar ganimettir. Eğer kuvvet ve kudreti olmayan kimseler hükümdardan izinsiz dar-ı harbe girip birşeyler alsalar, almış oldukları şeylerden beşte biri alınmaz. Çünkü o aldığı şeyler kapma ve çalma yoluyla alınmıştır.
Münye'de zikredilmiştir ki, dört kimse dar-ı harbe girip birşeyler alsalar, aldıkları şeylerden beşte biri alınır. Üç kişi olurlarsa alınmaz.
Hükümdar bir kaç müslümana; kâfirlerden aldığınız maldan beşte bir almam dese bakılır-. Eğer kuvvet ve kudretleri varsa beşte birini düşürmesi caiz değildir. Eğer kuvvet ve kudretleri yoksa beşte birini düşürmesi caizdir
Hükümdarın savaş zamanında mücahidleri harbe tergîb ve teşvik için tenfili mendûbdur. Meselâ hükümdarın: "Kim bir kâfir öldürürse, kâfirin bütün eşyası öldürenin olacaktır." yahut "Kim kâfirlerden bir şey alırsa, o aldığı şey kendisinin olacaktır." demesi tenfildir. Tenfil, bazen mal vermekle veya istikbale tergip ve teşvik etmekle de olur.
Harbe tergip ve teşvik etmek vâcibtir. Bunun hakkında Allah-ü Teâlâ Hâbibine:
"Ey Peygamber, mü'minleri harbe teşvik et." (Enfal Süresi, âyet: 65) âyet-i kerimesiyle emretmiştir. Bu hitab her ne kadar Peygamber Efendimize ise de hükmü hilâfet makamında bulunan islâm hükümdarlarına şâmildir.
İstenileni elde etmeyi gerektiren şeyi seçmek mendûbdur. Mendûb olması Kuduri'nin "beis yoktur" diye tâbir etmesine muhalif değildir. Çünkü "beis yoktur" terkibinin terki evlâ olan şeyde kullanılması umum bir kaide değildir. Hatta musannıfın beyanına göre bunda kullanıldığı gibi mendûbda da kullanılır. Bundan dolayı Mebsût'da müstehabla tâbir edilmiştir.
İZAH
"Bir kimse hükümdarın izniyle ilh..." Hatta zimmî olan bir kimse hükümdarın izniyle dar-ı harbe girip birşeyler alsa, aldığı şeylerden beşte bir alınır. T.
"Beşte bir alınır ilh..." Yani hükümdar almış oldukları mallardan beşte birini alır, geri kalan dört kısım kendilerinin olur. Fetih'de zikredilmiştir ki, hükümdarın dar-ı harbe girmeleri için izin verdiği kimselere yardım etmesi lâzımdır. Nitekim hükümdarın, müslümanları ve dini zayıf düşürmemek için izinsiz dar-ı harbe giren kuvvet ve kudret sahibi kimselere yardım etmesi de lâzımdır. O halde hükümdarın yardımıyla dar-ı harbden mal alan kimseler hırsızlıkla almayıp zorla aldıkları için almış oldukları mallar ganimet olur.
"Eğer kuvvet ve kudreti olmayan kimseler ilh..." Yani üç kimse kuvve-i ve kudret sahibi sayılmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre yedi kimse kuvvet ve kudret sahibi sayılmaz. On kimse kuvvet ve kudret sahibi sayılır.
"Tenfili mendûbdur itti..." Tenfil: hükümdarın süvariye sehminden fazla vermesidir. Tenfil "Nefi" den alınmıştır, Nefi, lügatta ziyade manasınadır. Farzdan ve vâcibden ziyade olan namazlara da nafile denilir. Evlâdın evlâdına da nafile denilir.
"Savaş zamanında ilh..." Kudurî sahibi: "Tenfil harb devam ederken caizdir. Harb bittikten sonra hükümdarın tenfilde bulunması caiz değildir." demiştir. Bazı fukâha: "Hükümdarın dar-ı harbde olduğu müddetçe tenfilde bulunması caizdir." demişlerdir. Bunların sözünü Peygamber Efendimizin, Huneyn muharebesi bittikten sonra:
"Her kim bir kâfiri öldürürse, eşyası öldürenin olacaktır." hadîs-i şerifleri te'yid etmektedir. Nehir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şeriflerini müslümanlar hezimete uğradıklarında onları tekrar savaşa tergib ve teşvik için buyurmuşlardır.
Kuhistânî'de zikredilmiştir ki, "savaş, zamanında" ifadesinde tenfilin savaşa başlamadan önce caiz olduğuna ve savaş bittikten sonra caiz olmadığına işaret vardır. Sirâc'da zikredildiğine göre, ganimet malları islâm memleketine çıkarıldıktan sonra hükümdar tenfilde bulunursa, beytülmâl için alınan beşte birden verebilir. Çünkü ganimetten alınan beşte bir mücahidlerin hakkı değildir. Düşman ordusu hezimete uğradıktan sonra hükümdarın tenfilde bulunması caiz değildir. Çünkü tenfilden maksad, mücahidleri harbe tergip ve teşvik etmektir. Düşman ordusu hezimete uğradıktan sonra buna ihtiyaç yoktur.
METİN
Hükümdar "Her kim bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun." deyip kendisi bir kâfir öldürse, öldürdüğü kâfirin eşyası istihsanen Kendisinin olur. Ama ordusuna hitaben "Sizden kim bir kâfir öldürürse eşyası onun olsun" veya "Ben bir kâfir öldürürsem eşyası benim olsun" deyip bir kâfir öldürse, öldürmüş olduğu kâfirin eşyası kendisinin olmaz. Fakat bu ifadeleri söyledikten sonra tekrar umûm olarak "Her kim bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun" deyip kendisi bir kâfir öldürdüğü takdirde, öldürdüğü kâfirin eşyası kendisinin olur. Zahîriyye.
Tenfili. ganimetten sehim ve razh alan herkes alabilir. Hata zimmî. tüccar, kadın vs köle de alabilir. Tenfil ancak öldürülmesi mubah olan kimseler hakkında caizdir. Kadın ve deli gibi öldürülmeleri caiz olmayan kimseleri öldüren kimse bunların eşyalarını alamaz.
Hükümdarın tenfil ettiği şeyi mücahidlerin hak etmeleri hususunda öldürenin, hükümdarın "Her kim bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun." sözünü işitmesi şart değildir. Çünkü hükümdar ordusunda bulunan her nefere sesini işittirme gücüne sahip değildir. Kumandan tenfilde bulunduğu takdirde ordu harbden dönmedikçe o sene içinde yapılacak savaşların hepsine o tenfil şâmil olur. Her ne kadar kumandan ölse veya azle-düşe bile ikinci kumandan tenfilden men etmedikçe birinci kumandanın tenfili devam eder. Kumandanın "Her kim bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun." sözüyle yaptığı tenfil, öldürülmesi lâzım olan her kâfire şâmildir. Çünkü "bir kâfir" kelimesi nekre (belirsiz) olarak şart mânâsına olan "her kim" kelimesinden sonra gelmiştir. Ama kumandan bir kimseye hitaben: "Sen bir kâfir öldürürsen eşyası senin olsun." deyip o da iki kâfir öldürürse, yalnız evvelkinin eşyasını alır. Kumandan: "Filan adlı kâfiri öldürürsen senin için yüz altın vardır." dese, cihâd ücretle olmadığı için bu icare akdi sahih olmaz. Kumandan: "Sen şu kâfirlerin başlarını kesersen sana şu kadar meblağ verilecektir." dese, bu akid sahih olur. Ordu kumandanı bir seriyyeye ganimetten beşte biri ayrıldıktan sonra geri kalan dördünü tenfil edip bu tenfili ordu işitip seriyye işitmese. seriyye için istihsanen bu nefil vardır.
Seriyye: Dörtten dörtyüze kadar olan askeri bir bölüktür. "Seriyyeye" lâfzı geceleyin yürüyüş demek olan "sera" dan alınmıştır. Seriyyeye ganimet mallarının hepsini veya bir kısmını tenfil vermek caizdir. Ama ordunun hepsine birden tenfilde bulunmak caiz değildir. Seriyye ile ordu arasındaki fark Dürer'de zikredilmiştir.
İZAH
"Her kim bir kâfir öldürürse eşyası öldürenin olsun ilh..." Bu ifade öldürülmeleri caiz olan kâfirlere şâmildir. Bu cihetten bu ifade altına, kâfirlerin kiraladıktan askerler, kâfir olan tacirler, efendilerine hizmet eden köleler, dar-ı harbe kaçmış olan mürtedler veya zimmîler, harb edemese bile hasta ve yaralı olan kâfirler, rey sahibi veya çocuğu olması umulan yaşlı kâfirler girer. Çünkü bunların öldürülmeleri caizdir. Bir müslüman, kâfirlerin safında savaşan müslümanı öldürse, öldürülen müslümanın eşyası öldüren müslümanın olmaz. Çünkü her ne kadar kâfirlerin safında savaşan müslümanın öldürülmesi caiz ise de eşyası ganimet olmaz. Nitekim hükümdara isyan eden müslümanların malları ganimet olmadığı gibi. Ancak kâfirlerin safında savaşan müslümanın eşyası kâfirlerin olup kâfirler o eşyayı müslümana ariyet olarak vermişler ise, bu takdirde bu müslümanın eşyası öldüren müslümanın olur. Es-Siyerü'l-Kebir Şerhi.
"O sene içinde ilh..." Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, kumandan dar-ı harbde savaştan önce tenfilde bulunsa, bu tenfilin hükmü ordu dar-ı harbden çıkıncaya kadar devam eder. Hatta bir müslüman uyuyan bir kâfiri öldürse, eşyası kendisinin olur. Nitekim savaş halinde veya düşman ordusu hezimete uğradıktan sonra öldürdüğü kâfirin eşyası kendisine kaldığı gibi. Ama ordu harb için saf olduktan sonra kumandan tenfilde bulunsa, bu tenfil yalnız bu harbe aid olmuş olur.
"Kumandan ölse ilh..." Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, yardımcı kuvvetle yeni bir kumandan gelip birinci kumandan azledilmiş olsa, onun tenfili sona ermiş olur. Çünkü azledilmekle onun velayet ve salahiyeti kalmamıştır. Ama yeni bir kumandan gelmeyip birinci kumandan ölse. askerler kendilerine başka bir kumandan tâyin etseler, ölen kumandanın tenfilinin hükmü sona ermiş olmaz. Çünkü tâyin ettikleri ikinci kumandan birinci kumandanın yerine geçmiştir. Ancak ikinci kumandan birinci kumandanın tenfilini iptal eder veya hükümdar orduya hitaben: "Kumandanınız ölürse, falan kimse kumandanınız olacaktır." derse, birinci kumandanın tenfilinin hükmü sona ermiş olur. Çünkü ikinci kumandan hükümdar tarafından tâyin edilmesiyle hükümdarın naibi olmuş olur da sanki hükümdar ilk defa ikinci kumandam tâyin etmiştir. Bu yüzden birinci kumandanın re'yinin hükmü kendisinden daha üstün bir kumandanın re'yile son bulmuştur.
"Filân adlı kâfiri öldürürsen, senin için yüz altın vardır ilh..." Ücret kelimesi söylenirse bu akid icare akdi olmuş olur. Cihâd ücretle olmadığı için bu icare akdi sahih olmaz. Eğer ücret kelimesi söylenmezse bu tenfil olmuş olur.
Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, kumandan hür olan bir müslümana veya köleye: "Sen kâfirlerden şu süvariyi öldürürsen, sana yüz dinar ücret vereyim." deyip o da onu öldürse, kendisine ücret verilmez. Çünkü ücret lâfzını açık olarak söylediği için kumandanın sözünü tenfile hamletmek mümkün değildir. O halde bu kiralamak olur. Cihâd için adam kiralamak ise caiz değildir. Ordu kumandanı bu ifadeyi bir zimmî için söylese, İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf'a göre tâyin edilen ücreti zimmî de alamaz, İmam Muhammed'e göre alır.
İmam Muhammed'e göre harb için adam kiralamak caizdir. İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre caiz değildir. Çünkü cihâd ruhu yok etmektir. Ruhu yok etmek ise insanın işi değildir.
Öldürülecek esirler bulunup ordu kumandanı: "Kim bu esirlerin başını keserse ona on dirhem ücret verilecektir." deyip bu işi bir müslüman veya zimmi yapsa, on dirhem ücreti alır. Çünkü bu cihâd işlerinden değildir. Ordu kumandanı esirleri öldürmek isteyip onları öldürmesi için bir müslüman veya bir zimmîyi kiralasa, İmam-ı Azam ile imam Ebû Yusuf'a göre caiz değildir, İmam Muhammed'e göre caizdir.
Kumandan: "Her kim düşmandan bin dirhem ganimet getirirse, kendisine iki bin dirhem verilecektir." deyip bunun üzerine bir kimse bin dirhem ganimet getirse, kendisine getirmiş olduğu bin dirhemden fazla ganimet verilmesi lâzım gelmez. Fakat ordu kumandanı: "Her kim düşmanın bir neferini esir ederse, kendisine onunla beraber beş yüz dirhem verilecektir." dese, kumandanın bu şarta riayet etmesi lâzım gelir. Çünkü bu ifade ile düşmanın yenilmesi istenilmektedir, önceki ifade ile mal istenilmektedir.
Kumandan: "Her kim düşman hükümdarını öldürürse, kendisine on bin dinar verilecektir." deyip bunun üzerine bir müslüman nefer onu öldürse, kendisine tâyin edilen mikdar verilir. Ordu savaş için saf oldukları zaman kumandan: "Her kim bir düşman başı getirirse, kendisine yüz dinar verilecektir." dese, baş ile kâfirlerin erkeklerinin başı murad edilir. Çünkü bu halde maksud olan harbe tergib ve teşvik etmektir.
"Dürer'de zikredilmiştir ilh..." Dürer'in ibaresi şöyledir: Siyer-i Kebir'den naklen Nihâye'de zikredilmiştir ki, hükümdar bütün orduya: "Ganimet olarak elde ettiğiniz malların beşte biri alındıktan sonra geri kafan nefil olarak sizin olacaktır." dese, bu caiz olmaz. Çünkü tenfilden maksad yiğitleri harbe teşvik etmektir. Bu ise ancak bazılarına sehimlerinden ziyade bir şey vermekle olur. Ordunun hepsine tenfilde bu faide yoktur. Aynı zamanda alınan ganimet ordunun hepsine nefil olarak verilip aralarında eşit olarak taksim edildiğinde süvarilerin fazla olan sehimlerini ibtal vardır.
METİN
Ganimet malları İslâm memleketine çıkarıldıktan sonra tenfil, ancak beytülmâl için alınan beşte birden caizdir. Çünkü beşte birin bir sınıfa sarfedilmesi caizdir. Nitekim yukarıda geçmiştir. Bir kâfirin eşyası (selebi); bindiği hayvanı, elbisesi, silâhı ve bindiği hayvanın üzerinde bulunan malları değildir.
Tenfilin hükmü, ondan başkalarının hakkını kesmektir. Yoksa mülkünü kesmek değildir. Çünkü ganimet İslâm memleketine getirilmeden önce ganimette mücahidlerin hakları sabit olmaz. Hükümdar: "Her kim kâfirlerden bir cariye elde ederse, cariye onun olsun." dese de mücahidlerden biri bir cariye elde etse, cariye âdet görerek temizlense bile ona cinsî yakınlıkta bulunması veya onu satması caiz olmaz. Nitekim dar-ı harbde bir cariyeyi bir kimse hırsızlık yoluyla alıp, cariye âdet görerek temizlense bile orada cariyeye cinsî yakınlıkta bulunması icmâen helâl olmadığı gibi. Öldürülen bir kâfirin eşyası tenfil olunmadıkça ganimet olarak bütün mücahidlerin olur. Çünkü Peygamber Efendimiz, Habîb b. Seleme'ye hitaben:
"Öldürdüğün kâfirin eşyasından sana bir şey yoktur. Ancak hükümdarın gönül hoşluğu ile sana verdiği vardır." buyurmuşlardır. Buna göre Peygamber Efendimizin kâfirin eşyası hakkındaki:
"Bir kimse bir düşmanı öldürürse, ölenin eşyası öldürenindir." hadîs-i şerifini biz Hanefiler tenfile hamlederiz. Bu suretle iki hadîs-i şerifin arasını bulmuş oluruz.
Şarih der ki: Müftü Ebussûud'un Mâruzat'ında Ebussûud hazretlerine: "Bu zamanda mücahidlerin aralarında ganimet inallarının meşru bir surette taksim edilmesinde şübhe bulunduğuna göre, bunlardan satın alınan cariyelere cinsî yakınlık helâl olur mu?" diye sorulmuş, Ebussûud hazretleri: "Zamanımızda meşru bir surette taksim bulunmamaktadır. Fakat 948 tarihinde sultan tarafından umum tenfil vâki olmuştur. Artık ganimet mallarından beşte biri verildikten sonra ilk baştan itibaren şübhe bakî kalmaz." diye cevap vermiştir. Bu mesele böylece bilinmelidir, işin hakikatini Allah-ü Teâlâ Hazretleri bilir.
İZAH
"Ganimet malları İslâm memleketine çıkarıldıktan sonra ilh..." Yani ganimet malları islâm memleketine çıkarıldıktan sonra tenfil caiz olmadığı gibi ganimet mallan elde edildikten sonra dar-ı harbde de tenfil caiz olmaz.
"Bir kâfirin eşyası ilh..." Yani kumandan: "Her kim bir kâfir öldürürse, ölenin eşyası öldürenin olsun." dese, mücahidlerden biri bir kâfir öldürdüğünde, öldürdüğü kâfirin atı. atının üzerindeki malları, heybesinde veya bejinde bağlı olan altını, gümüşü, yüzüğü, bileziği, kemeri, elbisesi, silâhı kendisinin olur. Nehir.
"Tenfilin hükmü, ondan başkalarının hakkını kesmektir ilh..." Yani mücahidlerin hakkını kesmektir. Bu takdirde tenfilden beşte bir alınmaz. Mücahid dar-ı harbde ölürse veresesine miras olarak intikal eder.
Ben derim ki: Tenfilin diğer bir hükmü de süvari ile piyadenin eşit olarak hak almasıdır.
"Mülkünü kesmek değildir ilh..." İmam-ı Azam ile imam Ebû Yusuf'a göre ganimet malları İslâm memleketine çıkarılmadan önce onda mücahidlerin mülkü sabit olmaz, imam Muhammed'e göre sabit olur. Hatta ganimet malını zayi ye telef eden öder.
Ben derim ki: İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre "mülk sabit olmaz" ile tam mülk sabit olmaz, mânâsını murad etmişlerdir. Yoksa dar-ı İslama çıkarılmayan ganimet malında mücahidlerin mülkleri noksan olarak sabit olur. Bu yüzden ölen mücahidlerin sehimleri vereselerine miras olarak intikal eder. Dürr-i Müntekâ.
"Öldürülen bir kâfirin eşyası ilh..." İmam Şafii'ye göre öldürülen bir kâfirin eşyası öldürenin olur.
"Sultan tarafından umum tenfil vâki olmuştur ilh..." Yani sultan: "Her kim kâfirlerden bir şey alırsa kendisinin olacaktır." demek suretiyle umum tenfilde bulunmuştur. Bu surette yapılan tenfil şahindir. Ama sultan orduya hitaben: "Kâfirlerden ganimet olarak aldığınız mallar hepinizin olacaktır," dese bu şekilde yapılan tenfil yukarıda geçtiği üzere sahih değildir.
Sultanın umum olarak tenfili caiz olduğuna göre kendisi öldükten sonra veya azledilip yerine başka sultan geçtikten sonra bu umum tenfilin devam edebilmesi için, ikinci sultanın da yeniden umum tenfilde bulunması lâzımdır.
"Ganimet mallarından beşte biri verildikten sonra ilh..." Yukarıda geçmiştir ki, hükümdar umum tenfilde bulunduğu takdirde ondan beşte birinin verilmesi lâzım gelmez. Nitekim tenfilde süvari ile piyadeler eşittir. Çünkü zamanımızda taksim edilmemekte ve beşte biri verilmemektedir. Ganimet mallarının beşte birinin verilmesinin farz olduğuna göre beşte biri verilmeyen ganimet mallarında nasıl şübhe bulunmaz!
Zamanımızdaki sultanın umum tenfilde bulunup bulunmadığını bilmediğimiz için ganimet mallarındaki şübhe bakîdir. Birisi buna "Zamanımızda ganimet mallarının taksim edilmemesi, hükümdarın umum tenfilde bulunduğunun delilidir." diye cevap veremez. Çünkü zamanımızın orduları islâm beldelerinden olsa bile zorla, yağma, kapma suretiyle alıyorlar. Hatta almış oldukları malların, müslüman sahihleri ortaya çıktıklarında malları kendilerine para ile verilmektedir. Buna göre onların hallerini iyiye yormak mümkün değildir. Keza bu zamanın hâkimleri ve ordu kumandanları tenfilde bulunmuyor, ganimeti taksim etmiyor ve beşte birini de vermiyorlar. O halde zamanımızda ganimetten alınan malın hükmü, ganimetten hainlikle alınan malın hükmü gibidir.
Es-Siyerü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki, ganimetten hıyanetlikle bir şey aşıran kimse pişman olup ordu dağıldıktan sonra aşırmış olduğu şeyi hükümdara getirse, hükümdar muhayyer olup dilerse onu tekrar getirene verip hak sahihlerine yermesini emreder. Dilerse onu ondan alıp beşte, birini hak sahiblerine verir. Geri kalan dört kısmı buluntu gibi olur. Hak sahiblerini bulamazsa onu ya tesadduk eder veya beytülmâla koyup üzerine emrini yazar. Ganimetten hainlikle bir şey aşıran kimse aşırdığı şeyi hükümdara getirmezse bakılır; eğer hak sahiblerini bulamazsa onu tesadduk etmesi müstehabdır. Eğer hak sahiblerini bulursa, onun hükmü buluntunun hükmü gibi olur. Nitekim buluntuda olduğu gibi hükümdara verilmesi evlâdır. Çünkü ondan beşte biri alınıp hak sahihlerine verilir. Bir mücahidin ganimet malı taksim edilmeden önce sehmini satması bâtıldır. Nitekim taksim edilmeden önce sehmini âzâd etmesi bâtıl olduğu gibi.
Hâvi'de zikredilmiştir ki, bir kimse kendisinden beşte bir alınmamış olan esir bir cariyeyi ordu kumandanından satın alsa, bu alım satım sahih olup bu cariye kendisine helâl olur. Cariyeden alınacak beşte bir cariyenin kendisinden değil parasından vâcib olur.
Bir kimsenin yanında emânet mal bulunup emânet bırakan kimse ölüp veresesi olmasa, emanetçi fakir olursa o malı kendisi kullanır, zengin olursa fakirlere verir. Çünkü beytülmâla vermiş olsa fakirlere sarfedilmeyip zayi olur. Bezzâziye.
Bir kimse ganimetten bir cariye satın alsa bakılır; eğer satın alan kimse ganimetten ayrılan beşte birden sehim alanlardan olursa, cariyeden alınacak olan beşte biri kendi nefsine sarfeder. Eğer beşte birden sehim alanlardan olmayıp fakat zengin olan afim gibi başka yoldan beytülmaldan sehim alanlardan olursa cariyeyi beşte birden sehim alan fakire mülk olarak vermeli, sonra ondan cariyeyi satın almalı veya cariyeden alınacak olan beşte biri fakire mülk olarak vermeli, sonra ondan cariyenin beşte birini satın almalıdır. Çünkü böyle yapmadan cariyeyi kendi nefsine sarfetse, cariyeden alınacak olan beşte bir fakirlerin hakkı olarak kalır da cariyeye cinsî yakınlıkta bulunması helâl olmaz.
Bana göre bu mesele şöyle halledilmelidir: Ganimet malı islâm memleketine getirildikten sonra mücahidler ile beşte birden sehim alanlar arasında ortak olur. Yukarıda geçtiği üzere ganimet malı islâm memleketine getirildikten sonra mücahidlerden ölenlerin sehimleri vereselerine miras olarak kalır. Fakat ganimet malından sehim alacak olanlar bilinmeyip onları bilmek umudu da kalmayınca, ganimet malı muayyen kimseler arasında ortak olmaktan çıkıp bütün müslümanların hakkı olmak üzere beytülmâldaki diğer mallar gibi beytülmâl haklarından olmuş olur. Beytülmâldaki mallarda bütün müslümanların hakkı vardır. Fakat bu ,hak mülkiyet yolu ile değildir. Çünkü beytülmâlda hakkı olan bir kimse öldüğü takdirde hakkı miras olarak vereselerine kalmaz. Ganimet malı islâm memleketine çıkarıldıktan sonra mücahidler dağılıp onları bulmak imkânı olmadığı takdirde ganimet malı beytülmâla kalır. Kendisinden beşte bir de alınmaz. Buna göre beytülmâlda hakkı olan bir kimse beşte biri alınmamış bir cariyeyi beytülmâldan satın almış olduğu takdirde cariyeden alınacak olan beşte bir sehmini kendi nefsine sarfetmesi caizdir.
Şafiî muhakkıklarından Seyyid Semhudî risalesinde zikretmiştir ki; babam bana odalık bir cariye aldı. Sonra babam zamanımızın muhakkiki AllâmeCelâl-i Mahalli ile ganimet malları ve beytülmâl vekilinden mal satın alma hususunda konuşup ona: "Beytülmâldaki alamadığımız hakkımız olan malları zafer yoluyla alıyoruz. Çünkü bu cariye şer'î surette taksim edilmeyen ganimet mallarından olduğu takdirde hak sahihleri bilinmediği için cariye beytülmâla aid olmuş olur." dedi. Bunun üzerine Celâl-i Mahalli: "Evet, sizin beytülmâlda bir çok bakımdan haklarınız vardır." dedi. Bu, Bezzâzlye ve Kınye'den nakledilene muvafıktır, işin hakikatini Allah-ü Teâlâ bilir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...