MÜRTED BABI (İSLAM DİNİNDEN DÖNENLER)
İKİNCİ BÖLÜM
TENBİH
:
Durzi, Teyâmıne,
Nasariyye ve İsmâiliyye'nin hükmü beyanında:
Durziler, Teyamıne
Suriye ve Lübnan'da yaşarlar. Müslüman olduklarını söylerler, namaz kılarlar,
oruç tutarlar. Ruhların tenâsuhuna (ruhun, bir cisimden diğer bir cisme bazen
insandan hayvana, bazen de hayvandan insana geçtiğine), içki ve zinanın helal
olduğuna, ülûhiyetin (tanrılığın) bir şahıstan diğer bir şahısa geçtiğine
inanırlar, öldükten sonra dirilmeye, oruca, namaza ve hacca inanmazlar. Bunların
mânâları "dünyada yaşama yollarını düzeltmektir" derler. Resûl-i Ekrem Efendimiz
hakkında çirkin şeyler söylerler. Allâme muhakkık Abdurrahman İmâdî'nin bunlar
hakkında uzun bir fetvası vardır. Orada "Bunların Karâmita ve-Batıniyye lakabını
alan Nuseyriyye ve İsmailiyye gibi inandıklarını" zikretmiştir. Dört mezhebin
imamları: "Bunlardan cizye alarak İslâm memleketlerinde oturmalarına izin
vermek, bunlardan kız alıp vermek ve bunların kestiklerini yemek caiz değildir."
demişlerdir. Fetâvây-ı Hayriyye'de bunlar hakkında fetva vardır. Oraya
bak.
Velhâsıl: Bunlara
"zındık, münâfık ve mulhid" denir. İnanışları bozuk olduğu için şehadet
kelimelerini söylemekle Müslüman sayılmazlar. Onların Müslüman sayılmaları için,
İslâm dinine uymayan bütün inanışlarından vazgeçip beri olmaları şarttır. Çünkü
onlar, Müslüman olduklarını iddia ederler ve şehâdet kelimelerini söylerler.
Yakalandıktan sonra tevbe ederlerse tevbeleri kabul edilmeyip
öldürülür.
Tatarhâniyye'de
zikredilmiştir ki; Semerkand fukahâsına "Bir kimse: Ben Karamita mezhebine
inanıyor ve insanları ona dâvet ediyordum. Şimdi ise o mezhebden dönüp tevbe
ettim ve Müslüman oldum, diye ikrar etse, o kimsenin tevbesi kabul edilip
müslüman sayılır mı?" diye sorulmuş. Onlar da: "Tevbesi kabul edilip Müslüman
sayılır." diye cevap vermişlerdir.
Ebû Abdurrahîm b.
Muhammed: "Karâmita fırkasını öldürmek ve kökünü kurutmak farzdır." demiştir.
Bazı fukahâ: "Karâmita mezhebinden olduğunu ve ondan dönüp tevbe ettiğini ikrar
eden kimseye mühlet verilir. Eğer mezhebinden dönmediği anlaşılırsa öldürülür."
demişlerdir.
Bazı fukahaya göre,
mühlet verilmeden öldürülür. Çünkü Karâmita mezhebinden olup, insanları o
mezhebe davet ettiği bilinen bir kimse sonraondan dönüp tevbe ettiğini iddiada
bulunsa tasdik edilmez. Böyle kimselerin tevbeleri kabul edildiği takdirde,
onların öldürülmeleri mümkün olmaz. Buna göre sapık olan fırkalar Müslümanları
da sapıtıp İslâmiyet'i yıkmağa çalışırlar. Fakat mutemed olan kavle göre, bu
sapık fırkalar yakalanmadan önce tevbe ederlerse, tevbeleri kabul edilip
öldürülmez. Yakalandıktan sonra tevbe ederlerse, tevbeleri kabul edilmeyip
öldürülürler.
"Hâniyye'nin Hazr
Bahsinde ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki, bizim Hanefî mezhebinin fukahâsının
muhtâr olan kavline göre sihir yapan küfrü gerektiren şeye inanmadıkça kâfir
olmaz, fakat öldürülür. Hanefi fukahâsına göre, galiba sihir ile küfrü
gerektiren şey murad edilmektedir. Nitekim Allah Teâlâ'nın
:
"Halbuki onlar (o
iki melek); Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir), sakın (sihir,
büyü yapıp da) kâfir olma, demedikçe hiçbir kimseye (sihir) öğretmezlerdi."
(Bakara Sûresi: âyet: 102) âyet-i kerîmesi de bunu ifade etmektedir. Buna göre
küfrü gerektirmeyen şeye sîhir denilmez. Nitekim Muhtârâtü'n-Nevazil'de
"Gözbağcılığı ile tılsım sihir değildir." diye geçen ifadede de bunu teyid
etmektedir. Bundan dolayı Hâniyye'nin Hazr Bahsinde: "Sihrin tesirine inanmadığı
halde tecrübe ve denemek için yapan kâfir olmaz." diye zikredilmiştir. Bundan
anlaşılmıştır ki, sihrin tesirine inanmayan veya küfrü gerektiren bir şey
yapmayan kimseye "sihir yapıcı" denmez, işin hakikatını Allah Teâlâ Hazretleri
bilir.
"On bir olmuş olur
ilh..."
= Tevbeleri kabul
edilmeyip öldürülecek olan kimseler şunlardır.;
1) Tekrar tekrar
mürted olanlar.
2) - Hâşâ - Resûl-i
Ekrem Efendimize diluzatmacür'etinde bulunanlar.
3) Hz. Ebû Bekir
(R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)'e veyabunlardan birine dil
uzatanlar.
4) Sihir yapıp,
sihrin tesirine inananlar.
5)
Zındıklar.
6) Adam boğmayı
ödet edinmiş olanlar.
7)
Kahinler.
8)
Mülhidler.
9)
İbâhiler.
10)
Münafıklar.
11) İslâm dininde
haram olduğu kesin olarak bilinen şeyleri kalbiyle tasdik etmediği halde diliyle
haram olduğuna inandığını söyleyenler.
Ben derim ki: Sihir
yapan kimsenin asılda Müslüman olup, sihir yapmakla mürted olduğu için
öldürülmesi şart değildir. Çünkü sihir yapan kimse kâfir olsa bile öldürülür.
Adam boğmayı âdet edinmiş kimsenin öldürülmesi, kafir olduğu için değil, onun
şerrinden insanları kurtarmak içindir. Zındıklığa ve ilhâd (sapıklığ)a dâvet
eden kimseler asılda kâfir olsalar bile, Müslüman olduklarını söyledikleri için
öldürülmemeleri lâzımdı, Fakat yeryüzünde fesad çıkarmaya çalıştıkları için
öldürülürler. Bundan anlaşılmıştır ki; "Tevbeleri kabul edilmeyip öldürülecek
olan kimseler" ile "gerek Müslüman gerek kafir olsun işledikleri cinayetten
dolayı tevbeleri kabul edilmeyip öldürülecek kimseler" murad edilmiştir. Yoksa
"kâfir oldukları veya mürted oldukları için tevbeleri kabul edilmeyip
öldürülecek kimseler" murad edilmemiştir. Buna göre. yol kesicilerin, sapık
fırkaların, üzerine zina yahut hırsızlık yahut kazf yahut içki haddi (cezası)
lâzım gelen kimselerin de zikredilmesi münâsib olurdu.
METİN
= Mürted
olduklarında öldürülmeyenler =
Bilmiş ol ki,
mürted olan Müslüman tevbe edip İslâmiyet'e geri dönmezse muhakkak öldürülür.
Ancak şu kimseler öldürülmeyip hapsedilir ve Müslüman olmaları için
cebrolunur:
Kadın, hünsâ,
Müslümanlığı tebaiyetle olan kimse, Müslüman olan kâfir bir çocuk, zorla
Müslümanlığı kabul eden kimse, iki erkeğin şahitlikleriyle Müslümanlığı sâbit
olup sonra o iki erkek, şâhidliklerinden dönseler böyle Müslümanlığı şahitlikle
sâbit olan kimse; Eşbâh sahibi, bir erkek ile iki kadının şâhidlikleriyle
Müslümanlığı sâbit olan kimseyi de ziyade etmiştir.
İki Hıristiyan
erkek bir Hıristiyan erkeğin Müslüman olduğuna şahitlik edip o da Müslüman
olduğunu inkâr etse şahitlikleri kabul edilmez. Bazılarına göre kabul edilir.
İşte böyle Müslüman olduğuna şahitlik edilen kimse, eğer iki Hıristiyan erkek
bir Hıristiyan kadının Müslüman olduğuna şahitlik etseler, şahitlikleri
ittifakla kabul edilir. Bu bahsin tamamı Dürer'in Kerahiyet bahsinin sonundadır.
Böyle mürted olan bir kadının İslâm memleketinde doğurmuş olduğu çocuk mürted
olarak bâliğ olduğunda yahut sarhoş olan bir kimse Müslüman olduğunda aklı eren
çocuk gibi kabul edilir. Buluntu çocuk da böyledir. Müslümanlığı hükmî olup
hakiki değildir. Haniyye'de ve diğer fıkıh kitaplarında : "Yukarıda geçen zorla
Müslümanlığı kabul eden kimsenin harbi (Müslümanlar ile aralarında anlaşma
bulunmayan gayri Müslimlere aid ülke ahalisinden) olması lâzımdır." diye
kayıdlanmıştır. Zimmî (İslâm devleti tebaasından olup İslâm ülkesinde oturan
gayrı Müslim) ile müste'men (kendisine emân verilen gayrı Müslim) zorla
Müslümanlığı kabul etseler, Müslümanlıkları sahih olmaz. Fakat musannıf: "İkrâh
(zorlama) bahsinde, kıyasa göre zimminin zorla Müslümanlığı kabul etmesi
sahihdeğildir." demiştir. İstihsana göre, zimmînin zorla Müslümanlığı kabul
etmesi sahihdir. Buna göre mürted olduklarında öldürülmeyen kimseler on dört
olmuş olur.
Birkaç kimse bir
şahsın mürted olduğuna şâhidlik edip, o da inkâr etse, adâletli olan şâhidleri
yalanlamak için değil, onun inkârı tevbe ve mürtedlikten dönme sayılacağı için
kendisine dokunulmaz. Yani mürtedliği tevbesi kabul edilen şeyler ile olmuşsa
amelinin sevâbından mahrum olması, vakfının bâtıl olması, karısı ile arasında
ayrılık vâki olması gibi, mürteddin diğer hükümleri sâbit olur. Fakat kendisi
tevbe edip Müslümanlığa geri dönmüş olduğu için öldürülmez. Eğer mürtedliği
-hâşâ- Peygamber Efendimize dil uzatma gibi tevbesi kabul edilmeyen şeyle
olmuşsa, tevbesi kabul edilmeyip öldürülür. Nitekim yukarıda geçmiştir.
Eşbâh.
Bahır'da:
"Bazıları: Bir Müslüman'ın mürted olması ve mürtedliğin diğer hükümleri hakkında
şâhidlik asla kabul edilmez; diyerek yanılmışlardır." diye zikredilmiştir.
Musannıf da bunu ikrar etmiştir. Böylece mürted olduklarında öldürülmeyenler on
beş olmuş olur.
Şürunbulâlî'nin
Vehbâniyye şerhinde zikredilmiştir ki; mürtedliğin ittifakla küfür olan
suretlerinde amel ve nikâh batıl olur. Hemen mürtedlikten tevbe edip İslâmiyet'e
dönmez ve nikahı yenilemezse çocukları veledi zina olur.
Mürtedliğin küfür
olmasında ihtilal bulunan suretlerinde istiğfar tevbe ve nikahı yenilemekle
emrolunur.
İZAH
"Kadın ilh..."
Kadınlar mürted olduklarında öldürülmeyip hapsedilirler ve Müslüman olmaları
için cebredilirler. Ancak -yukarıda geçtiği üzere- sihir yapıp, tesirine inanmak
sebebiyle mürted olan kadın öldürülür. Bahır.
"Hünsâ ilh..." Yani
hünsâ-ı muşkil, erkek veya kadın olduğu tayin edilemeyen kimse, mürted olursa
öldürülmeyip hapsedilir ve Müslüman olması için cebrolunur. Tatarhâniyye'den
naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir.
"Müslümanlığı
tebaiyetle olan kimse ilh..." Bedâyı'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki:
anası babası Müslüman olan bir çocuk, onlara tâbi olmakla Müslüman sayıldığı
halde kendisinden İslâmiyet'e dair bir ikrar işitilmeksizin kâfir olarak bâliğ
olacak olsa mürted sayılamayacağından öldürülmesi câiz değildir. Çünkü
mürtedlik, tasdikten sonra meydana gelen bir yalanlamanın ismidir. Halbuki bu
çocuk, bâliğ olduktan sonra İslâmiyet'i tasdik etmemiştir. Zira tasdikin delili
olan ikrar mevcud değildir. Ancak bu çocuk, bâliğ olmadan önce ebeveynine
tebaiyetle Müslüman hükmünde bulunmuş olduğu için, baliğ olduktan sonra görülen
küfründen dolayı tevbe edinceye kadar hapsolunur. Kazancı hakkındaki hüküm,
mürtedlerin kazançları hakkındaki hüküm gibidir. Zira hükmen
mürteddir.
"Müslüman olan
kafir bir çocuk ilh..." Yani kâfir bir çocuk anasına babasına tâbi olmakla
değil, kendisi bizzat Müslüman olup sonra mürted olarak bâliğ olsa öldürülmeyip
hapsedilir ve Müslüman olması için cebrolunur. Bahır.
"Zorla Müslümanlığı
kabul eden kimse ilh..." Zorla Müslümanlığı kabul eden kimsenin, Müslüman
olduğuna hükmetmek, zahire (görünüşe) göredir. Çünkü kılıç başı üzerinde
bulunurken inanmadığı açıktır. Fakat bununla beraber bir şübhe meydana gelir ve
o kimsenin öldürülmesini düşürür. Fetih sahibi, bunları Mebsût'dan naklettikten
sonra şöyle devam etmiştir: "Bu zikredilenlerden her biri öldürülmeyip Müslüman
olmaları için cebrolunur. Eğer bir kimse bu zikredilenlerden birini henüz tevbe
edip İslâmiyet'e geri dönmeden önceöldürürse, o kimseye bir şey lâzım
gelmez."
"Sonra o iki erkek
şâhidliklerinden dönseler ilh..." Çünkü geri dönmeleri, şâhidlikleri hususunda
yalancı oldukları şüphesini verir.
"Bir Hıristiyan
kadının Müslüman olduğuna şâhidlik etseler, şâhidlikleri ittifakla kabul edilir
ilh..." Çünkü mürted olan erkek öldürülür. Mürted olan kadın öldürülmeyip
Müslüman olması için cebrolunur.
"Mürted olan bir
kadının İslâm memleketinde doğurmuş olduğu çocuk mürted olarak bâliğ olduğunda
ilh..." Yani anası gibi öldürülmeyip Müslüman olması için
cebrolunur.
"Sarhoş olan bir
kimse Müslüman olduğunda ilh..." Yani sarhoş olan bir kimsenin Müslüman olması
sahihdir. Eğer bundan sonra mürted olursa aklı eren çocuk hükmünde olup, çocuk
mürted olduğunda öldürülmediği gibi bu da öldürülmez. Bu, Tatarhâniyye'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir.
Ben derim ki:
Ayıldıktan sonra mürted olursa öldürülmez. Çünkü sarhoşun Müslüman olmasında
şüphe vardır.
"Hükmî olup ilh..."
Yani buluntu bir çocuk, İslâm memleketine tâbi olmakla Müslüman sayılır. Nitekim
bâbında gelecektir.
"İstihsana göre,
zimminin zorla Müslümanlığı kabul etmesi sahihdir îlh..." Bununla amel edilir.
Remli. Bazı âlimlere göre doğru olan da budur. T.
Ben derim ki: Bunun
vechi şudur: Harbî olan kimse Müslümanlarla savaşır. Bunda kıyas ve istihsan
câri değildir. Fakat zimmî böyle değildir. Çünkü zimmi zimmeti kabul ettikten
sonra Müslümanlarla savaşamaz. Artık kıyasa göre zorla bir Müslüman'ın mürted
olması sahih olmadığı gibi, zorla bir zimmînin Müslüman olması da sahih
değildir. Fakat istihsana göre, zimmînin zorla Müslüman olması sahihdir. Ancak
mürted olursa öldürülmez.
"Mürted
olduklarında öldürülmeyen kimseler on dört olmuş olur ilh..." Bunlar
şunlardır:
1 -
Kadınlar.
2 -
Hünsâlar.
3 - Müslümanlığı
tebaiyetle olan kimseler.
4 - Anasına
babasına tâbi olmakla değil bizzat kendileri Müslüman olan kâfir
çocuklar.
5 - Zorla
Müslümanlığı kabul eden harbîler.
6 - Zorla
Müslümanlığı kabul eden zimmîler.
7 - Zorla
Müslümanlığı kabul eden müstemenler
8 - İki erkeğin
şahidlikleriyle Müslümanlıkları sâbitolup, sonra şâhidleri dönen
kimseler.
9 - Müslümanlıkları
bir erkek ile iki kadının şâhidlikleriyle sâbit olan
kimseler.
10 - İki Hıristiyan
erkeğin Müslüman olmuşlardır, diye şâhidlik yaptıkları Hıristiyan
erkekler.
11 - İki Hıristiyan
erkeğin Müslüman olmuşlardır, diye şâhidlik yaptıkları
kadınlar.
12 - Müslüman
memleketinde mürted olan kadınlardan doğup mürted olarak bâliğ olan
kimseler.
13 - Sarhoş iken
Müslüman olan kimseler.
14 - Buluntu olan
çocuklar.
"Onun inkârı tevbe
ve mürtedlikten dönme sayılacağı için kendisine dokunulmaz ilh..." Bundan
anlaşılmıştır ki, şehâdet kelimelerini söylemese bile İslâmiyet'e dönmüş
sayılır. Çünkü mürtedlik bahsinin evvelinde: "Mürted olan bir kimsenin tevbe
edip İslâmiyet'e geri dönmesi için şehâdet kelimelerini söylemesi şart
kılınmayıp bâtıl olan bütün dinlerden berî olduğunu ve İslâm dinine girdiğini
söylemesi şarttır." diye zikredilmiştir. Onun inkârı, şehâdet kelimelerini
söylemekle beraber olması da muhtemeldir. Hâkim'in Kafî'sinde zikredilen mesele
bunu teyid eder. Şöyle ki: Mürted olan bir kadın, hâkimin huzuruna
çıkarıldığında "Ben mürted olmadım ve ben Allah'dan başka ilâh olmadığına, Hz.
Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın resûlu olduğuna şehâdet ederim" dese bu inkârı
tevbe sayılır.
İnkâr, ancak üç
şart ile tevbe olarak kabul edilir:
1 - Mürted olan
kimsenin mürtedliğini inkâr etmesi.
2 - Allah Teâlâ'nın
birliğini ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Peygamberliğini ikrar
etmesi.
3 - İslâm dinini
ikrar ve kabul etmesi. Eşbâh şerhi, Zahire.
"Vakfının bâtıl
olması ilh..." Yani bir Müslüman mürted olunca, her türlü vakfı bâtıl olur.
Çünkü vakıf bir kurbet ve bir ibâdettir. Kurbet ile ibâdet ise mürtedlikle bâkî
kalmaz. Sonra tevbe edip İslâmiyet'e dönünce, vakıfları geri dönmüş olmaz.
Yeniden vakfetmesi lazım gelir. Bundan dolayı bir mürted ölür yahut öldürülür
yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunursa, Müslüman iken vakfetmiş olduğu şeyler
varislerine mirâs olarak intikal eder. Bahır.
"Karısı ile
arasında ayrılık vâki olması ilh..." Yani mürtedlik ile karı koca arasında
ayrılık vâki olur. İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre, erkek mürted olursa,
bu ayrılık fesih (nikahın bozulması) yoluyla olur. İmam Muhammed'e göre, bu
ayrılık talâk yoluyla olur. Kadın mürted olursa, bu ayrılık ittifakla fesih
yoluyla olur. Karı ile koca arasında mürtedlik sebebiyle meydana gelen ayrılık,
mürtedlikten tevbe edip İslâmiyet'e geri dönmekle ortadan kalkmış olmaz. Mutlaka
nikâhın yenilenmesi lâzım gelir.
"On beş olmuş olur
ilh..." İnkârı, hükmen (tevbe sayılıp hakikaten tevbe etmediği için bu kimse de
mürted olup tevbe etmediklerinde öldürülmeyen kimselere dahil
olmuştur.
"Çocukları veled-i
zina olur ilh..." Nuru'l- Ayn'da zikredilmişti ki, Müslüman bir erkek mürted
olursa nikâhı bâtıl olur. Erkek tevbe edip İslamiyet'e geri dönünce kadın razı
olursa yeniden evlenirler. Razı olmazsa evlenemezler. Mürted olduktan sonra
nikah yenilenmeden önce cinsî münasebetten hasıl olan çocukların nesebleri sabit
olur Fakat veled-i zina olurlar.
Ben derim ki;
Galiba nesebin sâbit olması, ihtılâf şübhesinden dolayıdır. Çünkü İmam Şâfiî'ye
göre, mürted olan kimse ile karısı arasında ayrılık vâki
olmaz.
"Nikahı yenilemekle
emrolunur ilh..." Küfür olduğunda ittifak bulunan bir şeyi, bir Müslüman
yaptığında veya söylediğinde kendisine o şeyden tevbe ve istiğfar etmesi ve
mutlaka nikâhını yenilemesi emrolunur.
Küfür olduğunda
ihtilaf bulunan bir şeyi, bir Müslüman yaptığında veya söylediğinde kendisine o
şeyden tevbe ve istiğfar etmesi ve ihtiyaten nikâhını yenilemesi
emrolunur.
Küfrü gerektirmeyen
fakat hatalı ve tehlikeli olan bir şey, bir Müslüman yaptığında veya
söylediğinde ondan tevbe ve istiğfar etmesi emrolunur, nikâhını yenilemesi
emrolunmaz.
METİN
Mürted olan kimse,
cizye vermesiyle yahut kendisine geçici veya devamlı emân verilmekle mürtedliği
üzere bırakılmaz. Dar-ı harbe kaçtıktan sonra esir edilip yakalansa, köle olarak
da bırakılmaz. Çünkü onun hakkında terettüp eden hüküm, ya tevbe edip
İslâmiyet'e dönmek veya öldürülmektir. Mürted olan kadın, mürted erkek gibi
değildir.
Bir Hıristiyan,
Yahudi veya bir Yahudi Hıristiyan olsa hali üzere bırakılırlar. Kendi dinlerine
geri dönmeleri için cebrolunmazlar. Çünkü küfür bir millettir. İmam Şâfii buna
muhâlefet etmiştir.
Mürtedin kendi
mallarına malik olması geçici olarak durdurulur. Tevbe edip İslâmiyet'e dönerse
malına mâlik olur. Eğer mürted olarak ölür yahut öldürülür, yahut dar-ı harbe
kaçtığına hükmolunursa Müslüman iken kazandığı mala, Müslüman iken almış olduğu
borcu ödedikten sonra Müslüman vârisleri mirâsçı olur. Eğer vârisi karısı olursa
iddeti bitmemiş olması şartıyla mirâsçı olur. Mürted iken kazandığı malından
mürted iken almış olduğu borcu ödedikten sonra geri kalan malı ganimet
olur.
İmameyn'e göre,
mürted olan kadının kazancı gibi, mürted erkeğin kazancı da gerek Müslüman iken
kazandığı olsun, gerekse mürted iken kazandığı olsun Müslüman olan vârislerinin
olur.
Hâkim, mürtedin
kaçtığına hükmederse, malının üçte birinden müdebberi, malının hepsinden
ümmüveledi âzâd olur. Sonra vereceği borcunun hemen verilmesi lâzım gelir, malı
varisleri arasında taksim edilir, mükâtebi kitabet bedelini vârislere öder. Velâ
hakkı mürtedde aid olur. Çünkü o, âzâd etmiştir. Bedâyı.
Bir mürtedin dar-ı
harbe kaçtığına hükmetmek, ancak kölenin kendi hakkını dâvâ etmesi zımında sahih
olmalıdır.
İZAH
"Mürted olan kadın,
mürted erkek gibi değildir ilh..." Yani mürted olan bir kadın dar-ı harbe
kaçtıktan sonra esir edilip yakalansa, öldürülmesi câiz olmadığı için cariye
olur. Fakat İslâmiyet'e dönmesi için cebrolunur. Bu cebrolunma, hapsedilmek ve
dövülmek suretiyle yapılır. Bu muamele onun İslâmiyet'e dönmesine veya ölmesine
kadar devam eder. Cariye olması, İslâmiyet'e geri dönmesi için cebredilmesini
kendisinden düşürmez. Nitekim Müslüman olan bir cariye mürted olsa İslâmiyet'e
dönmesi için cebrolunur. Bedâyı, Bahır.
"Mürtedin kendi
mallarına mâlik olması geçici olarak durdurulur ilh..." İmameyn'e göre,
durdurulmaz. Bedâyı'da zîkredilmiştir ki; mürted, tevbe edip İslâmiyet'e dönerse
malına mâlik alacağında, mürted olarak ölür yahut öldürülür yahut dar-ı harbe
kaçtığına hükmolunursa malına mâlik olamayacağında ihtilâf yoktur. Ancak ihtilâf
mürted olarak öldüğünde yahut öldürüldüğünde yahut dar-ı harbe kaçtığına
hükmolunduğunda vardır. İmameyn'e göre, o ândan itibaren malına mâlik olamaz.
İmam-ı Azam'a göre, mürted olduğu andan itibaren malına mâlik
olamaz.
İhtilâfın faidesi;
İmameyn'e göre, mürtedin tevbe edip İslâmiyet'e dönmeden önceki tasarrufları
geçerlidir. İmam-ı Azam'a göre, durdurulur. Çünkü malına mâlik olması,
durdurulmuştur. İslâmiyet'e dönerse tasarrufları geçerli olur. İslâmiyet'e
dönmezse bâtıl olur. Kiraya vermesi, kiralaması, vasiyeti, vasî tâyin etmesi,
vekil tâyin etmesi, vekil olması durdurulmayıp derhal bâtıl olur. Amelinin
sevâbı gider, nikâhı bozulur. İslâmiyet'e dönünce nikâhını yenilemesi lâzım
gelir. Ancak karı ile kocanın her ikisi birlikte mürted olup yine birlikte
İslâmiyet'e dönerlerse aralarındaki nikâh olduğu gibi bâkî kalıp nikâhın
yenilenmesine lüzum görülmez.
"Müslüman iken
kazandığı mala Müslüman vârisleri mirasçı olur ilh..." İmam Muhammed'den bir
rivâyete göre, mürtedde mürted olarak öldüğü yahut öldürüldüğü yahut dar-ı harbe
kaçtığına hükmolunduğu zaman vâris bulunanlara itibar edilir. Esah olan rivâyet
de budur. İmam Muhammed'den diğer bir rivâyete göre, mürted olduğu zaman vâris
bulunanlara itibar edilir. İmam Muhammed'den üçüncü bir rivâyete göre, mürtedin
hem mürted olduğu zaman hem de mürted olarak öldüğü yahut öldürüldüğü yahut
dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu za-man vâris bulunanlara itibar edilir. İmam
Muhammed'den sahih olan rivâyete göre, mürted olan bir kimsenin mürted olduğu
günde: kafir çocuğu bulunup, bu çocuk babası mürted olduktan sonra fakat babası
mürted olarak ölmeden yahut öldürülmeden yahut dar-ı harbe kaçtığına
hükmolunmadan önce Müslüman olsa babasına mirâsçı olur.
Kezâ: Bir kimsenin
mürted olduktan sonra Müslüman cariyesinden olan çocuğu kendisine mirâsçı olur.
Her ne kadar çocuk anasına tebaiyetle Müslüman sayılsa bile "Dar-ı harbe
kaçtığına hüküm olunduğu zaman vâris bulunanlara itibar edilir." ifadesi esah
kavle muhaliftir. Esah olan kavle göre "dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu
zaman" vâris bulunanlara değil, "dar-ı harbe kaçtığı zaman" vâris bulunanlara
itibar edilir. Bu zâhir rivâyettir.
Siyer-i Kebîr
Şerhi'nde: "Dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğu zaman vâris bulunanlara itibar
edilir." diye zikredilmiştir.
"Eğer vârisi karısı
olursa ilh..." Yani mürted olan kimseye karısı iddeti içinde vâris olur. Mürted
olan kimse mürted olmakla ölüm hastalığına yakalanmış gibidir. Çünkü mürted olan
kimse öldürülünceye kadar küfür üzerinde ısrar etmesiyle ölümün sebebi olan
mürtetliği seçmiştir. Nehir.
"İddeti bitmemiş
olması şartıyla ilh..." Bu ifadeye göre, mürtedin karısı kendisine cinsî
yakınlıkta bulunulmamış yahut cinsî yakınlıkta bulunulup mürted olan kocası
mürted olarak ölmeden yahut öldürülmeden yahut dar-ı harbe kaçtığına
hükmedilmeden önce iddetini bitirmiş olursa kocasına mirâsçı olamaz. Çünkü
mirasçı olacağı zamandan önce aralarındaki evlilik tamamıyla ortadan kalkmıştır.
Birbirine yabancı olmuşlardır. Nehir.
"Müslüman iken
almış olduğu borcu ödendikten sonra ilh..." Yani "bir mürtedin Müslüman iken
almış olduğu borcu Müslüman iken kazanmış olduğu maldan, mürted iken almış
olduğu borcu mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenmesi" İmam Züfer'in İmam-ı
Azam'dan rivâyetidir. İmam Ebû Yusuf'un İmam-ı Azam'dan rivâyetine göre,
mürtedin bütün borçları mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenir. Bu kazancı
kâfi gelmezse gerikalan borcu Müslüman iken kazanmış olduğu malından ödenir.
Hasan b. Ziyad'in İmam-ı Azam'dan rivâyetine göre, mürteddin bütün borçları
yalnız Müslüman iken kazanmış olduğu maldan ödenir. Bu kazancı kâfi gelmezse
geri kalan borcu mürted iken kazanmış olduğu maldan ödenir. Bedâyı'da,
Valvalciyye'de: "Sahih olan Hasan b. Ziyad'ın rivâyetidir." diye zikredilmiştir.
Çünkü ölünün borcu kendi malından ödenir. Mürtedin malı ise Müslüman iken
kazanmış olduğu malıdır. Mürted iken kazanmış olduğu malı ise, ganimet olarak
Müslümanlara aiddir. Bu maldan borç ancak zaruret zamanı ödenir. Zaruret zamanı
ise, Müslüman iken kazanmış olduğu malı borcuna kâfi gelmediği zamandır.
Nehir.
TENBİH:
Kuhistânî'de zikredilmiştir ki; İmam-ı Azam'dan zikredilen bu üç rivâyet, mürted
olan kimsenin hem Müslümanlığı halinde hem de mürtetliği halinde olmak üzere iki
kazancı bulunduğu takdirdedir. Eğer iki kazancı bulunmazsa borcu bulunan
kazancından ödenir. Bunda ihtilaf yoktur. Yine bu ihtilâf mürteddin kendi
ikrarıyla sâbit olmayan borcunun ödenmesi hakkındadır. Mürtedin kendi ikrarıyla
sâbit olan borcu mürted iken kazanmış olduğu maldan
ödenir.
"Mürted iken
kazandığı malından mürted iken almış olduğu borcu ödendikten sonra geri kalan
malı ganimet olur îlh..." Yani geri kalan malı, Müslümanlar için beytülmale
konulur. Mürted iken kazandığı malı ile, dar-ı harbe kaçmadan önce kazanmış
olduğu malı murad edilmiştir. Dar-ı harbde kazanmış olduğu malı ise, dar-ı
harbde mürted olarak öldükten sonra ancak mürted olup kendisi ile beraber dar-ı
harbe kaçmış olan çocuğuna tahsis olunur. Zira o malı, ehl-i harbden
(Müslümanlar ile harb edecek kimselerden) iken kazanmıştır. Mürted olup
kendisiyle beraber kaçmış olan çocuğu da ehl-i harbden olmuştur. Ehl-i harb
birbirine vâris olup, ehl-i İslâm ehl-i harbe vâris olamaz. Eğer o mürte-din
Müslüman çocuğu da kendisi ile birlikte dar-ı harbe kaçmış olursa, bu Müslüman
çocuğu İmam-ı Azam'a göre ancak babasının Müslüman iken kazanmış olduğu malına
vâris olup, mürted iken kazanmış olduğu malına vâris olamaz. Çünkü Müslüman
nerede bulunursa bulunsun Müslüman memleketi ehlinden sayılacağından Müslüman
çocuğun dar-ı harbde bulunduğu hali, İslâm memleketinde bulunduğu hali gibidir.
Siyer-i Kebîr şerhi.
"İmameyn'e göre,
mürted olan erkeğin bütün malına Müslüman va-risleri mirâsçı olur ilh..." Çünkü
İmameyn'e göre, bir mürtedin malları kendi mülkünden yalnız mürted olmasıyla
çıkmış olmaz. Mürted olarak öldüğü yahut öldürüldüğü yahut dar-ı harbe kaçtığına
hükmolunduğu ândan itibaren mülkünden çıkar. Bundan dolayı mürtedin gerek
Müslüman iken kazanmış olduğu mallarına, gerekse mürted iken kazanmış olduğu
mallarına Müslüman vârisleri mirâsçı olur.
"Mürted olan
kadının kazancı gibi ilh..." Yani mürted olan kadının kazancı Müslüman
vârislerinin olur. Kadın hasta iken mürted olursa ona Müslüman kocası da vâris
olur. Çünkü kadın hasta iken mürted olmakla kocasının hakkını iptal etmeyi
kasdetmiştir. Hasta olmadığı halde mürted olursa, kocası ona vâris olamaz. Zira
mürted olan kadın öldürülmez. Bundan dolayı mürted olan kadının malına kocasının
hakkı teallûk etmiş olmaz. Mürted olan erkek böyle
değildir.
Velhâsıl: Mürted
olan erkeğin karısı iddet içinde ona mutlak surette vâris olur. Şöyle ki: Bir
erkek gerek hasta iken gerekse hasta olmadığı, halde mürted olsun, mürted olarak
öldüğünde yahut öldürüldüğünde yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmolunduğunda
karısının iddeti henüz bitmemiş ise ona mirâsçı olur. Kadın hasta iken mürted
olursa, Müslüman olan kocası ona vâris olur. Kadın hasta olmadığı halde mürted
olursa, kocası ona vâris olamaz.
"Sonra vereceği
borcunun hemen verilmesi lâzım gelir ilh..." Çünkü mürted olan kimsenin dar-ı
harbe kaçtığına hükmolunmakla ehl-i harbden olmuş olur. Ehl-i harb ise İslâm
ahkâmı hakkında ölülerle müsavidir. Bundan dolayı bir mürteddin dar-ı harbe
kaçtığına hükmolunduğunda ölmüş olduğuna hükmedilmiş olur. Artık ölmüş kimse ile
ilgili hükümler sâbit olur. Nehir.
"Bir mürtedin dar-ı
harbe kaçtığına hükmetmek ilh..." Bilmiş ol ki, bazı fukahâ: "Bir mürtedin dar-ı
harbe kaçtığına hükmetmek şart olmayıp, mürtedin ahkâmından birisine
hükmedilmesi, dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmesi için kâfidir." demiştir. Fakat
ekser-i fukahaya göre, mürted ile ilgili hükümlere karar verilmeden önce,
mürtedin dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmiş olması şarttır. Müctebâ, Fetih,
Bundan anlaşılmıştır ki; mürtedin dar-ı harbe kaçtığına kasden hüküm verilmesi
sahihtir. Fakat lâyık ve münasip olan, mürtedin dar-ı harbe kaçtığına hükmetmek,
ancak kölenin kendi hakkını dâvâ etmesi zımnında sahih olmasıdır. Çünkü mürtedin
dar-ı harbe kaçması, öldüğü gün gibi olduğundan kasden hüküm altına
girmemelidir. Bahır.
Nehir'de
zikredilmiştir ki; "Mürted ile ilgili hükümlere karar verilmeden önce mürtedin
dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmiş olması şarttır." ifadesinin mânâsı, hâkimin
ibtidâen "ben falan mürtedin dar-ı harbe kaçtığına hüküm verdim" demesi olmayıp,
bilâkis meselâ; bir müdebber: "benim efendim mürted olarak dar-ı harbe kaçtı, bu
yüzden ben âzâd oldum" diye dâvâ edip ispat ederse, hâkim önce efendisinin dar-ı
harbe kaçtığına, sonra da o müdebberin âzâd olduğuna hükmeder. Nitekim fukahânın
kelâmından anlaşılan da budur.
Mücteba'da
zikredilmiştir ki; bazı fukahâya göre, hakimin müdebberin azâd olduğuna
hükmetmesi zımnında mürteddin dar-ı harbe kaçtığı sâbit olur. Ama ekser-i
fukahâya göre, hâkimin önce mürtedin dar-ı harbe kaçtığına hükmetmesi lâzımdır.
Çünkü mürted olan efendisinin dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmesi, müdebberin
azâd olmasının sebebidir.
Mürtedin dar-ı
harbe kaçtığına hükmedilince, mürtedin ölmüş hükmünde olmasında İmam Şâfiî'nin
ihtilafı vardır. Bu ihtilâf şüphesinden dolayı önce mürtedin dar-ı harbe
kaçtığına hükmedilmeli, sonra da mü debberin âzâd olmuş olduğum
hükmedilmelidir.
METİN
Bilmiş ol ki,
mürtedin mürted iken tasarrufları dört kısımdır:
1 - Mürtedin bir
kısım tasarrufları ittifakla geçerlidir. Bunlar, tam velâyete dayanmayan şu beş
tasarrufdur:
a)
İstilâdı,
b) Talâkının vâki
olması,
c) Hibeyi kabul
etmesi,
d) Şuf'ayı teslim
etmesi,
e) İzin verilmiş
kölesini hacr ve men etmesidir.
2 - Mürtedin bir
kısım tasarrufları da ittifakla bâtıldır. Bunlar, yapan kimsenin her hangi bir
dine bağlı olmasıyla sahih olan şu beş tasarrufdur:
a)
Nikahı,
b) Kestiği
hayvan,
c) Avladığı
av,
d)
Şahitliği,
e) Vâris
olmasıdır.
3 - Mürtedin bir
kısım tasarrufları da ittifakla durdurulandır. Bunlar, eşitlik esasına dayanan
mufavaza ortaklığı ile başkasına geçerli velâyet esasına dayanan küçük çocuğu
üzerindeki tasarruflardan ibarettir.
4 - Mürtedin bir
kısım tasarrufları da İmam-ı Azam'a göre, mülkü zail olduğu için durdurulur.
İmameyn'e göre geçerli olur. Bunlar malı mal ile mübadele veya teberru akdi
yoluyla olan tasarruflardır. Alış-veriş, sarf, selem, köle âzâd etme, müdebber
kılma, kitabete kesme, hibe etme, rehin verme, kiraya verme, ikrardan sulh olma,
hükmen mübadele olduğundan borcu alma, vasiyet gibi. Bu tasarruflar İmam Azam'a
göre durdurulur. Bunlar mürtedin İslâmiyet'e dönmesiyle geçerli olur. Mürted
olarak ölmesi yahut öldürülmesi yahut dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmesiyle
bâtıl olur. İmameyn'e göre, bu tasarruflar sahih ve
geçerlidir.
Mürtedin bir kâfire
emân vermesi ve âkılesinin diyetini ödemesi beyan edilmeyip bâkî kalmıştır.
Bunların bâtıl olmasında şübhe yoktur. Mürtedin emanet vermesi, emaneti kabul
etmesi, yitiği alması, hamam kapısına veya yol üzerine bırakılmış çocuğu alması
câizdir. Nehir.
Mürted olan bir
kimse dar-ı harbe kaçıp, kaçtığına dair hüküm verilmeden önce Müslüman olarak
gelirse hakikaten öldükten sonra dirilmiş gibi olup sanki mürted olmamıştır.
Zeylaî.
Mürted olan kimse
dar-ı harbe kaçtıktan sonra Müslüman olarak gelirse vârislerinin elinde bulunan
malını hâkimin hükmüyle veya vârislerinin rızasıyla alır. Malı beytülmale
verilmişse ganimet olduğu için onu alamaz. Malı helâk olmuş veya varisi onu
mülkünden çıkarmışsa, her ne kadar malı başkasının elinde mevcud olsa bile
alamaz. Çünkü mürtedin dar-ı harbe kaçtığına dair hâkimin vermiş olduğu hüküm
sahihdir. Müdebberinin, ümmü veledinin âzâd edilmiş olmaları bozulmaz. Bunların
velâsı kendisinin olur. Mükâtebi de kitabet bedelini vârislerine öde-memişse
ondan kendisi alır. Eğer kitabet bedelini ödemekten aciz olursa kendisine köle
olarak döner. Bedâyı.
İZAH
"Mürted iken
tasarrufları dört kısımdır ilh..." Yani:
1) Mürteddin
tasarrufu ittifakla geçerlidir.
2) Tasarrufu
ittifakla bâtıldır.
3) Tasarrufu
ittifakla durdurulur.
4) Tasarrufu İmam-ı
Azam'a göre, durdurulur, İmameyn'e göre geçerli olur. T.
"Tam velâyete
dayanmayan şu beş tasarrufdur ilh..." Zeylaî: "Bu beş tasarruf tam velâyeti
gerektirmez ve hakiki mülke de dayanmaz. Hatta bu tasarruflar, velâyeti noksan
olan köleden de sahihdir." demiştir. T.
"İstiladı ilh..."
Yani bir mürteddin cariyesi çocuk doğurup mürted çocuğun nesebinin kendisinden
olduğunu iddia etse, çocuğun nesebi kendisinden sâbit olur. Bu çocuk diğer
vârisleriyle beraber ona vâris olur. Cariye de ümmü veledi olmuş olur. Bahır.
T.
"Talâkının vâki
olması ilh..." Yani bir mürted, henüz iddeti içinde bulunan karısını boşayacak
olsa talâk vâki olur. Çünkü mürtedlik ile meydana gelen haram olma, ebedî
değildir. Mürtedin Müslüman olmasıyla karısının haram olması ortadan kalkmış
olur. Dar-ı harbe kaçmadan önceki talâkı vâki olur. Dar-ı harbe kaçıp orada
karısını boşasa talâk vâki olmaz. Ancak karısının iddeti bitmeden Müslüman
olarak döner de onu boşarsa talâk vâki olur. Fetih,
Hâniyye.
"Şufayı teslim
etmesi ilh..." Yanı bir mürted şufa hakkını düşürebilir. Bu, İmam Muhammed'in
kavlidir. İmam-ı Azam'a göre, İslâmiyet'e dönünceye kadar şuf'a hakkına mâlik
değildir. İslâmiyet'e dönüp vaktinde şuf'a hakkını taleb etmeyince, bu hak
düşmüş olur.
"İzin verilmiş
kölesini ilh..." Yani bir mürted, ticaret yapması için önce izin vermiş olduğu
kölesini mürted iken ticaretten men edebilir.
"Bunlar, yapan
kimsenin her hangi bir dine bağlı olmasıyla sahih olan şu beş tasarruftur
ilh..." Yani bir mürted, mürted olarak bırakılmayacağı için, hiç bir dine bağlı
değildir. "Din" ile "semâvi bir din" murad edilmeyip bütün dinler murad
edilmiştir. Çünkü Mecûsilerin ve puta tapanların nikahları sahihtir. Halbuki
bunların dinleri semâvî bir din değildir.
"Nikahı ilh..."
Yani bir mürted, her hangi bir dine bağlı sayılmayacağından onun bir kadınla
nikah akdi - isterse kadın da kendisi gibi mürted olsun - sahih ve muteber
değildir.
"Kestiği hayvan
ilh..." Yani bir mürteddin kestiği hayvan yenmez.
"Avladığı hayvan
ilh..." Yani mürteddin köpek, doğan veya tüfek ile avladığı hayvanların eti de
yenmez.
"Şahidliği ilh..."
Yani mürteddin şâhidliği yüklenmesi sahihdir. Fakat başkaları lehine veya
aleyhine şahidlik yapması sahih ve muteber değildir.
Valvalciyye'nin
Şehâdât bahsinden naklen Eşbâh'da: "Bir mürtedin mürted olmadan önce hadîs-i
şerif rivâyeti bâtıl olur, Bundan dolayı kendisinden daha önce işitilmiş olan
hadis-i şerifin rivayet edilmesi caiz değildir." diye zikredilmiştir. Fakat
bizim sözümüz mürtedin, mürtedlik halinde yapmış olduğu tasarrufu hakkındadır.
Eşbâh'da ise bir mürtedin, mürted olmadan önceki tasarrufu beyan
edilmiştir.
"Vâris olmasıdır
ilh..." Yani bir mürted hiç bir kimseye varis olamaz, Mürtedin, mürted olmadan
önce kazandığı mal ile mürted olduktan sonra kazandığı mala başkalarının vâris
olup olmayacağı hakkındaki meseleler ise yukarıda
geçmiştir.
"Mufaveza ortaklığı
ilh..." Bir mürted bir Müslüman ile mufaveza ortaklığı kursa ittifakla
durdurulur. Mürted İslâmiyet'e dönerse geçerli olur. Mürted olarak ölürse
İmameyn'e göre aslından inâne ortaklığı olmuş olur. İmam-ı Azam'a göre bâtıl
olur, Çünkü mufaveza ortaklığında ortakların dinde de eşit olmaları lazımdır.
Bahır
"İmameyn'e göre
geçerli olur ilh..." Ancak mürtedin bu kısım tasarrufları İmam Ebû Yusuf'a göre,
hasta olmayan bir Müslüman'ın tasarrufları gibi geçerlidir. İmam Muhammed'e göre
hasta bir Müslüman'ın tasarrufları gibi geçerlidir. İmam Muhammed: "Mürtedlik,
öldürmeye vardıracağı için, ölüm hastalığı gibidir." demiştir. İmam Ebû Yusuf
ise: "Mürtedin İslâmiyet'e dönerek nefsini öldürülmekten kurtarmak kendi
elindedir. Hasta ise kendi nefsinden hastalığı gidermeye kâdir değildir. Buna
göre mürted, hasta kimseye benzemez." demiştir. T. Bahır.
"Hibe etme ilh..."
Eğer hibe, bir şey karşılığında yapılırsa mübadele kabilinden olur Bir şey
karşılığında olmazsa teberru kabilinden olur. Nehir. H.
"Rehin verme
ilh..." Rehin, helâk olduğunda borcun karşılığı ödenmiş olur. Buna göre rehin
borcun karşılığı olmuş olur.
"İkrardan sulh olma
ilh..." Yani ikrardan sulh olma, mübadele olur. Ama sulh, inkardan veya sukûttan
olursa - sulh bahsinde zikredildiği üzere - dâvâcı hakkında karşılıktır. Dâvâlı
hakkında yemin fidyesi ve nizayı kesmektir. Bundan "mürted dâvâcı olursa sulhun
mübadele akdinde dahil olacağı, dâvâlı olursa sulhun teberru akdinde dahil
olacağı" anlaşılır. Fakat sulhun teberru olması düşündürücüdür. Çünkü mürted
malı meccanen vermeyip yeminine fidye olarak vermiştir. Yemine fidye olarak
verilen şey ise malı, mal ile mübadele akdi olmadığı gibi, teberrü akdi de
değildir.
"Hükmen mübadele
olduğundan borcu alma ilh..." Fukahâ: "Borç misliyle ödenir ve ödeşme vaki olur.
Buna göre alacağını alan kimse, borçlunun zimmetinde bulunan bedeli almış olur"
demişlerdir. T.
"Vasiyyet ilh..."
Yani mürtedin, mürted iken yapmış olduğu vasiyyeti İmam-ı Azam'a göre
durdurulur. İmameyn'e göre geçerlidir. Müslüman iken yapmış olduğu vasiyyeti
kurbet ve ibâdet olsun olmasın bâtıl olur. Bunda ihtilaf yoktur. Mebsût,
Fetih.
"Bunların batıl
olmasında şübhe yoktur ilh..." Yani zimminin emân vermesi sahih olmayınca
mürtedin emân vermesi evleviyetle sahih değildir. Mürteddin âkilesinin diyetini
ödemesi bâtıldır. Çünkü mürtedden yardım da kabul edilmez ve Kendisine yardım da
edilmez. Diyet ödeme ise yardım esasına dayanır. H.
"Sanki mürted
olmamıştır ilh..." Buna göre müdebberi, ümmüveledi âzâd olmaz. Borcunun vadesi
gelmiş olmaz. Kendi malında vârisinin yapmış olduğu tasarrufu iptal edebilir.
Çünkü varisi fuzûlî olmuş olur. Vârislerinin yanında bulunan malı hâkimin hükmü
ve vârislerinin rızaları olmaksızın kendi mülküne döner. Bahır. Dürr-i
Müntekâ.
Ben derim ki: Buna
misâl: Mürteddin dar-ı harbe kaçtıktan sonra henüz hâkim kaçtığına hüküm
vermeden, İslâm memleketinde bulunan kölesini âzâd etmesi veya o köleyi dar-ı
harbde bulunan bir Müslüman'a satmasıdır. Birtakım tasarruflarda bulunduktan
sonra tevbe ederek geri dönse bütün malları kendisine verilir. Dar-ı harbde iken
yapmış olduğu bütün tasarrufları da batıl olur. Çünkü dar-ı harbe kaçmakla
malları üzerindeki mülkiyet hakkı kalkmıştır. Mallarının, vârislerinin mülküne
dahil olması hâkimin dar-ı harbe kaçtığına hüküm vermesine bağlıdır. Dar-ı harbe
kaçtıktan sonra henüz hâkim kaçtığına hüküm vermezden önce orada iken yapmış
olduğu tasarrufları mülkü olmayan mallara tesadüf etmiş olduğundan -her ne kadar
bu malları sonra kendi mülküne dönecek olsa bile- sahih ve muteber değildir.
Bunun benzeri şudur: Müşterinin muhayyer olması şartıyla malını satan kimse
henüz müşteri satışı bozmadan önce satmış olduğu malında tasarruf da bulunsa
-her ne kadar satılmış olan mal müşterinin satışı bozmasıyla satan kimsenin
mülküne dönecek olsa bile- bu tasarrufu sahih ve muteber değildir. Eğer dar-ı
harbe kaçıp henüz kaçtığına hüküm verilmemiş olan mürted, orada iken İslâm
memleketinde bırakmış olduğu kölesi hakkında aslen hürdür, veya fülanın
kölesidir, ben ondan gasbettim, diye ikrar ettikten sonra tevbe ederek geri
dönse, bu ikrarı tasarruf olmayıp lâzım olan bir ikrar olduğundan sahih ve
mu'teberdir. Nitekim bir kimse bir şahsın kölesi hakkında aslen hürdür veya
fülanın kölesidir diye ikrar ettikten sonra, o köleyi o şahıstan alsa, önceki
ikrarı satın aldıktan sonraki ikrarı gibi sahih ve muteberdir. Siyer-i Kebîr
Şerhi.
"Hakikaten öldükten
sonra dirilmiş gibi olup ilh..." Yani hakikaten ölmüş bir kimseyi Allah Teâlâ
diriltip dünyaya gönderse, o kimse vârislerinin elinde bulduğu mallarını alır.
Bahır. Fakat Bahır sahibi bu meseleyi "Bir mürted dar-ı harbe kaçıp, kaçtığına
dair hâkim tarafından hüküm verildikten sonra tevbe edip geri gelirse,
vârislerinin elinde bulduğu mallarını alır." meselesinden sonra
zikretmiştir.
"Hakimin hükmüyle
veya vârislerin rızasıyla alır ilh..." Çünkü hâkim, bir mürtedin dar-ı harbe
kaçtığına hüküm verince, malı vârislerinin mülkü olmuş olur. Bundan sonra mürted
tevbe edip geri gelse, hâkim malının kendisine geri verilmesi için hüküm
vermeden önce malını geri alamaz.
Hatta hâkim malının
kendisine geri verilmesi için hüküm vermeden önce vârisi kölesini âzâd etse, bu
mürted dönmeden önce âzâd etmiş hükmünde olup sahihtir ve mürted için bir şey
ödemesi lazım gelmez.
Mürted, döndükten
sonra henüz hâkim malının kendisine verilmesine hüküm vermeden önce kölesini
âzâd etse, bu sahih olmaz. Çünkü âzâd etme hakikaten mülkü gerektirir. Zeylai.
Siyer-i Kebîr Şerhi.
"Malı beytülmale
verilmişse ganimet olduğu için onu alamaz ilh..." Bu ifadeden anlaşılmıştır ki,
mürtedin malı varisi bulunmadığı için beytülmale konulmuşsa o malını
alır.
"Veya vârisi onu,
mülkünden çıkarmışsa ilh..." Mürtedin malını vârisi gerek satma veya hibe etme
gibi feshi kabul eden bir sebeple mülkünden çıkarmış olsun, gerekse âzâd etme,
müdebber ve ümmüveled kılma gibi feshi kabul etmeyen bir sebeble mülkünden
çıkarmış olsun mürted bu malını geri alamaz. Çünkü vârisinin yapmış olduğu
tasarruf geçerlidir. Fetih.
"Müdebberinin,
ümmüveledinin azad edilmiş olmaları bozulmaz ilh..." Çünkü bunların azad edilmiş
olduğuna dair verilmiş olan hüküm sahihdir. Azâd etme, sahih olduktan sonra
bâtıl olmayı kabul etmez. Fetih.
"Mükâtebi de
kitabet bedelini vârislerine ödememişse ondan kendisi alır ilh..." Mükâtebi
kitabet bedelini vârislerine ödemişse, bu ödenen bedel vârislerinin elinde
mevcudsa alır, mevcud değilse alamaz. Mükâtebi kitabet bedelini ödemekle âzâd
olmuştur. Azâd olma feshi kabul etmez. Bahır.
METİN
Bir mürted Müslüman
iken terk etmiş olduğu ibâdetlerini mürtedlikden döndükten sonra da kaza etmekle
mükellef olur. Çünkü namazı ve orucu terk etmek günahtır. Günâh ise,
mürtedlikten sonra da bâki kalır. Bu günâhtan kurtulmak ancak kaza etmekle
mümkün olur.
Mürted olan
kimsenin Müslüman iken yapmış olduğu ibâdetleri bâtıl olur. Mürtedlikten
İslâmiyet'e döndükten sonra o ibâdetlerini kaza etmesi lâzım gelmez. Bundan
yalnız hacc farizası müstesnadır. Bunu zengin olduğu takdirde kaza etmesi lâzım
gelir. Çünkü diğer ibâdetlerin sebepleri olan vakitler geçmiş olduğundan geri
getirilmesi mümkün değildir. Hacc farizasının sebebi ise, Kâbe-i Muazzama'dır.
Bu Sebep mevcuddur. İslâmiyet'e geri dönen bir mürted ise bir kâfir gibi yeniden
Müslüman olmuş sayılacağından üzerine zengin olduğu takdirde hacc farizası
yeniden farz olur.
Bir Müslüman bir
şahsın malını çalma gibi kendisine mal yahut kısas yahut diyet vâcib olacak bir
cinâyet işledikten sonra mürted olup dar-ı harbe kaçsa yahut İslâm memleketinde
bu cinâyetlerden birisini mürted olarak işledikten sonra dar-ı harbe kaçsa ve
bir zaman Müslümanlar ile harp ettikten sonra Müslüman olarak İslâm memleketine
gelse, işlemiş olduğu cinâyetlerin hepsiyle muaheze olunur. Cinâyeti hırsızlık
haddi olduğu takdirde çaldığı malı öderse hırsızlığından dolayı had lâzım
gelmez. Çünkü bunda asıl ve kaide şudur: Mürted, kul hakkı ile muâhaze olunur.
Kul hakkı olmayanda tafsilât vardır. Mürted olarak dar-ı harbe kaçtıktan sonra
orada bu cinâyetleri işledikten sonra Müslüman olarak İslâm memleketine gelse,
bu cinâyetlerinden dolayı muâhaze olunmaz. Çünkü bu cinâyetleri harbî
(Müslümanlar de harbeden kimse) iken yapmıştır. Nitekim bir harbi, Müslüman
olduktan sonra, daha önce Müslümanlarla harp ederken işlemiş olduğu
cinâyetlerinden dolayı muâhaze olunmaz.
Bir kadına,
kendisine itimat edilen bir kimse kocasının öldüğünü veya üç talâk ile
boşadığını haber verdiğinde, kadının iddetini bitirdikten sonra evlenmesi câiz
olduğu gibi, bir kadına kocasının mürted olduğu haber verildiğinde de iddetini
bitirdikten sonra istihsânen başkasıyla evlenmesi câizdir.
Kezâ: Kadına, haber
veren itimatlı bir kimse olmayıp fakat kocasının boşadığını bildiren bir mektup
getirip, kadın da mektubun doğru olduğuna kanaat getirse, yine iddetini
bitirdikten sonra evlenmesinde bir beis yoktur. Mebsût.
Mürted olan her
hangi bir kadın öldürülmez. Küçük veya hunsa olsa bile İslâmiyet'e dönünceye
kadar hapsolunur; kendisiyle beraber oturulmaz, kendisiyle beraber yemek
yenilmez. İmam Şâfii'ye göre, mürted kadın da öldürülür
Bizim Hanefi
mezhebinin esah olan kavline göre, mürted olan bir kadını, isterse kadın cariye
olsun, bir kimse öldürürse kendisine kısas ve diyetten bir şey lâzım gelmez.
Esah olan kavle göre, mürted olan cariye, efendisi istesin istemesin cinsî
yakınlıktan başka hizmet için efendisinin yanında hapsedilir. İki hak arasını
birleştirmek için, cariyenin dövme işini efendisi üzerine
alır.
Mürted olan bir
kadının İslâmiyet'e dönmesi ve kocasıyla evlenmesi için cebrolunur. Kocasından
başka bir kimse ile evlenmesi câiz değildir. Bununla fetva verilir. İmam-ı
Azam'dan: "Mürted olan bir kadının İslam memleketinde olsa bile cariye olması
câizdir." diye rivayet edilmiştir. Kendi kocalarından ayrılmak maksadıyla mürted
olacak kadınların bu fena maksatlarını önlemek için bu kavil ile fetva verilse,
bunda bir beis yoktur. İstila sebebiyle kocası için cariye olur.
Müctebâ.
Fetih'de: "Mürted
kadın, Müslümanlar için ganimet olur. Kocası onu hükümdardan satın alır yahut
kocası, kendilerine ganimet verilenlerden olursa hükümdar, karısını kendisine
hibe eder." diye zikredilmiştir.
Mürted olan bir
kadın öldürülmediği için tasarrufu sahihdir. Mutlak surette kazancı vârislerinin
olur. - Hastanın talakı bahsinde geçtiği gibi- kadın hasta iken mürted olup
iddeti içinde ölürse, Müslüman kocası kendisine vâris
olur.
Şârih der ki;
Zevahir'de zikredilmiştir ki; kadın sıhhatta iken mürted olursa, öldürülmeyeceği
için mal kaçırıcı sayılmayacağından kocası kendisine vâris
olmaz.
Mürted olan bir
kimsenin cariyesi bir çocuk doğursa, mürted kimse o çocuğun kendisinden olduğunu
iddia ettiği takdirde çocuk hür olarak onun oğlu olur, cariye de ümmüveledi
olur. Cariye Müslüman olursa, o kimsenin mürted olmasıyla çocuğun doğumu
arasında gerek altı aydan az, gerekse ziyade müddet bulunsun, çocuk anasına
tebaiyetle Müslüman olur. Mürted ölür veya dar-ı harbe kaçarsa, Müslüman olan
çocuk ona vâris olur. Cariye kitabi olup efendisinin mürted olmasından itibaren
altı aydan önce doğurursa, çocuk Müslüman olup mürted ba-basına vâris olur.
Ancak kitabi olan cariye, efendisinin mürted olmasından itibaren altı aydan
ziyade veya altı ayda doğurursa, mürtedin suyundan hâsıl olduğundan mürted olan
kocasına tâbi olur. Çünkü mürted, İslâmiyet'e dönmesi için cebrolunacağından
İslâmiyet'e yakındır. Buna göre çocuk mürted olacağından mürted olan babasına
vâris olamaz.
İZAH
Mürtedlikten sonra
da günâhları bâkidir - "Günah ise mürtedlikten sonra da bâki kalır ilh ."
Timurtaşi'den naklen Kuhistâni'de zikredilmiştir ki; âmme-i fukahâya göre
mürtedin mürted iken ve mürted değil iken işlemiş olduğu günâhları düşer. Fakat
muhakkıkların ekserisine göre düşmez.
Ben derim ki:
Âmme-i fukahâya göre, mürteddin işlemiş olduğu gü-nâhlarının düşmesi, mürted
tevbe edip İslamiyet'e döndüğü takdirdedir. Çünkü bir hadîs-i şerifde
:
"İslâm
(Müslümanlık) daha önce işlenmiş küfür ve günâhı siler, sü-pürür."
buyurulmuştur. Eğer mürted, mürted olarak ölecek olursa mürted iken ve mürted
değil iken işlemiş olduğu günâhları bâkî kalır. Çünkü mürted olmakla en büyük
günâhı işlemiştir. En büyük günâh ise, diğer günâhları nasıl giderebilir.
elbette gideremez. Bundan anlaşılmıştır ki, Müslüman iken kendisinden tevbe
etmiş olduğu günâhları da tevbe etmemiş gibi geri döner. Çünkü tevbe, bir tâat
ve bir ibâdettir. Tâat ve ibâdetlerinin sevâbı ise, mürted olmakla gitmiştir.
Nitekim Sirâciyye'den naklen Tatarhâniyye'de: "Bir kimse mürted olduktan sonra
Müs-lüman olsa, sonra kâfir olup küfür üzere ölecek olsa, hem birinci küfrün hem
de ikinci küfrün ukûbeti ile muâhaze olunur. Bu, Fakîh Ebulleys'in kavlidir."
diye zikredilmiştir.
Yukarıda geçen
hadîs-i şerif. âmme-i fukahanın kavlini teyid eder. Fakat buna, mürtedin
Müslüman iken terk etmiş olduğu ibâdetlerini kaza etmekle ve üzerinde bulunan
kul haklarını ödemekle mükellef olması münafi değildir. Çünkü ibâdetlerin kazası
ve kul haklarının ödenmesi zimmetinde sâbittir. Bunlar bizzat günâh değildir.
Günâh ise, ancak ibâdetleri vaktinden çıkarmak ve kul üzerine cinayet
işlemektir. Bunların günâhlarının düşmesiyle, zimmetinde sâbit olan hakların da
düşmesi lâzım gelmez. Nitekim bazı muhakkıklar: "Kabul edilen hac ile büyük
günâhlar affedilir." diye vârid olan haber ile: "Hakların kendilerinin
affedilmesi değil, hakların günâhlarının affedilmesi murad edilmiştir."
demişlerdir. İşin hakikatini Hak Teâlâ Hazretleri bilir.
"Mürted olan
kimsenin Müslüman iken yapmış olduğu ibâdetleri bâtıl olur
ilh..."
= Mürted olan kimse
tevbe edip İslâmiyet'e dönünce, düşmüş olan ibâdetlerinin sevâbı tekrar geri
döner mi?
Tetimme'ye nisbet
edilerek Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; bir mürted tevbe edip İslâmiyet'e
dönünce, mürted olmasıyla düşmüş olan ibâdetlerinin sevâbının tekrar geri dönüp
dönmemesinde ihtilâf vardır.
Ebû Ali, Ebû Hâşim
ve bizim Hanefi imamlarına göre, düşmüş olan ibâdetlerin sevabı tekrar geri
döner. Ebu'l-Kasım Kabî'ye göre, geri dönmez. Biz: "Düşmüş olan bir sevap bir
daha geri dönmez. Fakat evvelce yapılmış tâat ve ibâdetler sonraki sevâbda
müessirdir." deriz. Bahır.
Muhakkık Teftezâni
Makâsıd şerhinin Tevbe Bahsinde zikretmiştir ki; Mutezile fırkası "tevbe ile
günâhın ukûbetine müstehik olma düşünce, günâhın iptal etmiş olduğu tâat ve
ibâdetin sevâbına müstehik olmanın tekrar geri dönüp dönmemesinde" ihtilâf
etmişlerdir.
Ebû Ali ile Ebû
Haşim: Günâhın iptal etmiş olduğu tâat ve ibâdetin sevâbına müstehik olma tekrar
geri dönmez. Çünkü yapılan tâat ve ibâdet derhal yok olur. Ancak sevâba müstehik
olma bâkî kalır, sevaba mustehik olma da günâhla düşmüştür. Düşen bir şey bir
daha geri dönmez." demişlerdir.
Ebu'l-Kasım Kâbi:
"Günâhın iptal etmiş olduğu tâat ve ibâdetin sevâbına müstehlk olma tekrar geri
döner. Çünkü büyük günâh ibâdet ve tâatı yok etmez. Ancak ibâdet ve tâatın hükmü
olan sevabın meydana çıkmasına mâni olur. Güneşin önüne gelen bulut güneşin
ziyasının meydana çıkmasına mâni olup bulut gidince, güneşin ziyasının meydana
çıktığı gibi, tevbe edilince günâh işlenmemiş gibi olur ve ibadetin sevâbı
meydanaçıkar." demiştir.
Bazıları:
"Ebu'l-Kasım Kâbi'nin kavil, müteahhirin alimlerin ihtiyarıdır ki; mürted olan
kimse, tevbe edip İslâmiyet'e dönünce mürtedlikle düşmüş olan ibâdetlerin sevâbı
tekrar geri dönmez. Fakat evvelce yapılmış tâat ve ibâdetler, gelecek zamanda
sevaba müstehik olmasında tesir edici olarak tekrar geri döner. Bu, dalları ve
meyveleri yanan, zamanla yeşerip dal budak salarak yeniden meyve vermeye
başlayan ağaca benzer." demişlerdir. Makasıd şerhinin ibâresi burada
bitmiştir.
Makâsıd şerhinde
Ebû Ali ile Ebû Hâşim ve Ebu'l-Kasım arasındaki zikredilen ihtilaf, Bahır'da
zikredilen ihtilâfın aksinedir. Bunlar arasında zikredilen ihtilâf büyük
günâhların tâat ve ibâdetlerin sevâbını düşürmesi hakkındadır. Çünkü bu âlimler
Mutezile fırkasındandır. Mutezile fırkasına göre; büyük günâh işleyen imândan
çıkar. Fakat her ne kadar Cehennemde ebedî kalsa bile kâfir olmaz. İmândan
çıkması, tâat ve ibâdetlerinin sevâbının düşmesini gerektirir. Bu cihetten
bunlara göre büyük günâh, biz ehl-i sünnete göre, mürtedlik gibidir. Artık bu
âlim-lerin arasında zikredilen büyük günâh hakkındaki ihtilâfı, mürtedliğe
nakletmek sahih olur.
"Mürted, kul hakkı
ile muahaze olunur ilh..." Yani mürted olan bu kimseden mürtedliği sebebiyle kul
hakları düşmez. Ancak mürted olan kimse kadın gibi mürtedliği sebebiyle
öldürülmeyen kimselerden olup dar-ı harbe kaçtıktan sonra esir edilerek cariye
olsa, vaktiyle zimmetinde bulunan bütün kul hakları düşer Ancak kısas düşmez.
Tahâvi Şerhi.
"Kul hakkı
olmayanda tafsilat vardır ilh..." Yani bir mürted Müslüman iken terk etmiş
olduğu ibâdetlerini mürtedlikten döndükten sonra da kaza etmekle mükelleftir.
Nitekim yukarıda geçmiştir.
Hadlere gelince:
Siyer-i Kebir Şerhinde zikredilmiştir ki; bir kimse İslâm memleketinde Müslüman
veya mürted iken bir cinâyette veya haddi gerektiren herhangi bir harekette
bulunduktan sonra mürted olarak dar-ı harbe kaçıp sonra tevbe edip İslam
memleketine geri gelse bakılır: Eğer o cinâyet, kısas, gasb, kazf haddi gibi kul
hakları ile ilgili olursa bunlardan dolayı muâhaze olunur. Yani hakkında kısas,
diyet, gasbettiği malı ödeme, kazf haddi gibi cezalar tatbik olunur. Eğer zina,
hırsızlık, yol kesme ve içki haddi gibi Allah hakkı ile ilgili olursa muâhazeye
mahal kalmayıp icab eden had düşmüş olur. Çünkü dar-ı harbe kaçmak, ölme
hükmünde olduğundan şübhe meydana getirir. Şer'i hadler ise şübhe ile düşer. Bu
cinâyet, hırsızlıktan ibaret olduğu takdirde dahi çalınan mal ödettirilse de, bu
hırsızlıktan dolayı had lâzım gelmez. Yol kesme cinâyetinde, kasden adam
öldürmüşse kısas edilir. Hata en adam öldürmüşse bakılır: Bu öldürme mürted
olmadan önce vâki olmuş ise diyeti âkilesi üzerine vâcib olur Mürted olduktan
sonra vâki olmuşa, diyeti kendi malından vâcib olur.
Bir mürted hapiste
iken içki içip sarhoş olsa, ayıldıktan sonra İslamiyet'e dönse yine kendisine
had vurulmaz. Çünkü şer'î hadler, hadleri gerektiren haram şeyleri, işlemekten
menetmek için meşru kılınmıştır. Buna göre insanları fenalıklardan menetmek için
meşru kılınan hadlerin faydalı olabilmesi için bu fena şeyleri işleyen kimsenin
bunların haram olduğuna inanması lâzımdır. Mürted ise, mürted iken şarabın haram
olduğuna inanmaz, ama bu mürted, hapiste iken şarap haddinden başka Allah
hakkına aid haddi gerektiren her hangi bir cinâyet işlerse, haram olduğuna
inandığı için hakkında işlemiş olduğu cinâyetin haddi tatbik olunur. Eğer
hapiste değil iken Allah hakkına aid herhangi bir cinâyet işleyip dar-ı harbe
kaçmadan tevbe edip İslâmiyet'e dönerse, hakkında işlemiş olduğu cinâyetin haddi
tatbik edilmez.
Bir murted dar-ı
harbe kaçtıktan sonra orada gerek Allah haklarıyla ve gerek kul haklarıyla
ilgili herhangi bir cinayette bulunduktan sonra tevbe edip İslam memleketine
gelse, o cinayetten dolayı muaheze edilemez. Çünkü o cinâyeti işlerken ehl-i
harb hükmünde bulunduğundan işlediği cinâyet muahezeyi gerektirecek bir surette
işlenmemiş ve kendisi İslâm hükümetinin velayeti altında
bulunmamıştır.
"Bir kadına
kocasının mürted olduğu haber verildiğinde ilh..." Yani Siyer-i Kebir'in
rivâyetine göre, bir kadına iki erkek veya bir erkek ile iki kadın, kocasının
mürted olduğunu haber verseler, kadın iddetini bitirdikten sonra evlenebilir.
Kitabü'l-İstihsânın rivâyetine göre, bu husus da adâletli bir kimsenin haberi de
kafidir. Çünkü evlenmenin helâl ve haram olması dini bir iştir. Nitekim bir
kimsenin öldüğünü adâletli bir şahıs haber verse, onun haberi kâfi
gelir.
"Üç talâk ile
boşadığını ilh..." Bâin talâk da üç talâk gibi olmalıdır. Bundan anlaşılmıştır
ki, kadın ric'i talâkla boşanmış olsa, evlenmesi câiz olmaz. Çünkü kocasının
müracaat etme ihtimali vardır. T.
"Kocasının
boşadığını bildiren bir mektup getirip ilh..." Bundan an-laşılmıştır ki,
itimatlı olmayan bir kimse kadına kocasının boşadığını bildiren mektup
getirmemiş olsa, kadın o kimsenin doğru söylediğine kanaat getirse bile
evlenmesi helal olmaz.
"İddetini
bitirdikten sonra evlenmesinde bir beis yoktur ilh..." Yani kadının iddeti
boşandığı veya kocasının öldüğü zamandan itibaren başlamış olur, haberi aldığı
andan itibaren başlamış olmaz. Kadın evlendikten sonra ilk kocası sağ olarak
gelse veya boşadığını veyahut mürted olduğunu inkâr etse, kadın da ilk kocasının
boşadığını veya mürted olduğunu ispat edemese, ikinci nikah bozulur kadın ilk
kocasına geri döner.
"Mürted olan
herhangi bir kadın öldürülmez ilh..." Ancak herhangi bir kadın sihir yapıp
tesirine inanırsa yahut Peygamber Efendimize açıktan dil uzatma cüretinde
bulunursa öldürülür. Nitekim cizye bahsinde geçmiştir.
"Hapsolunur ilh..."
Yani mürted olan her hangi bir kadın öldürülmeyip hapsedilir. Zahir rivayette,
hapsedilen mürted kadının dövüleceğizikredilmemiştir. İmam-ı Azam'dan: "Mürted
olan kadın hapsedilir. İslâmiyet'e dönünceye kadar veya ölünceye kadar her gün
üç kamçı vurulur." diye rivâyet edilmiştir. Hasan b. Ziyâd'dan: "Müslüman
oluncaya veya ölünceye kadar her gün otuz dokuz kamçı vurulur." diye rivayet
edilmiştir. Dövmek, manen öldürmektir. Çünkü hapishânede her gün dövmek ölüme
vardırır. Bazılarına göre her gün yetmiş beş kamçı vurulur. Bunda İmam Ebû
Yusuf'un kavline meyil vardır. İmam Ebû Yusuf'a göre; tazir, yetmiş beş kamçıya
kadar vurulabilir. Hâvî Kudsî: "Dövme ile olan her tazirde bununla amel olunur.'
demiştir.
Zeylaî: "Her üç
günde bir dövülür." diye kesin olarak hükmetmiştir. Bunlardan anlaşılmıştır ki,
mürted olan küçük kız çocuğu hapsedilmez ve dövülmez.
Fetih.
"İmam Şâfii'ye
göre, mürted kadın da öldürülür ilh..." Diğer mezhep İmamlarına göre de
öldürülür. Delilleri Fetih'de zikredilmiştir.
"Kendisine kısas ve
diyetten bir şey lâzım gelmez ilh..." Fakat helâl olmayan bir şeyi işlediği için
tedib olunur. Bahır.
"Mürted olan bir
kadının kocasından başka bir kimse ile evlenmesi câiz değildir ilh..." Hâkimin
Kâfî'sinde zikredilmiştir ki; mürted bir kadın, dar-ı harbe kaçtığı takdirde
iddeti bitmeden önce kocasının onun kız kardeşi ile evlenmesi câizdir. Bu kadın
esir edilip İslâm memleketine getirilse veya kendisi tevbe edip geri gelirse,
kız kardeşinin nikâhına bir zarar gelmez. Esir edildiği takdirde cariye olur ve
İslâmiyet'e geri dönmesi için cebredilir. Kendisi tevbe edip İslâm memleketine
gelirse, gelir gelmez dilediği kimse ile evlenebilir.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; Debbûsî, Saffâr ve Semerkand Fukahâsından bazıları: "Kadının
mürted olmasıyla kocasından ayrılık vâki olmaz." diye fetva vermişlerdir.
Ekser-i fukahâya göre, mürted olan bir kadına yetmiş beş kamçı vurulur,
İslâmiyet'e dönmesi ve kocasıyla nikâhı yenilemesi için cebredilir. Kâdihân
fetva için bunu seçmiştir.
"İstilâ sebebiyle
kocası için cariye olur ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; bazı fukahâ:
"Tatarlar Harzem-i istilâ ettikleri gibi bir İslâm memleketini istilâ edip,
Müslümanları sürüp ve çıkardıktan sonra orada kendi hükümlerini icra ederlerse,
bir Müslüman daha önce mürted olmuş karısını orada ele geçirdiği takdirde ona
mâlik olur. Çünkü orası dar-ı harb olmuştur. Karısını hükümdardan satın almasına
hâcet yoktur." demişlerdir.
"Fetih'de ilh..."
Fetih sahibi metinde geçeni naklettikten sonra şöyle devam etmiştir: "İslâm
memleketinde bir kadın mürted olursa Müslümanlar için ganimet olur. Nevâdir'ln
rivâyetine göre, cariye olur. Kocası onu hükümdardan satın alır yahut kocası
kendilerine ganimet verilenlerden olursa hükümdar karısını kendisine hibe eder.
Ama kâfilerin istilâ ettiği dar-ı harb olan yerde Müslüman bir kadın mürted
olsa, kocası satın almaksızın ve kendisine hibe edilmeksizin ona cariye olarak
mâlik olabilir. Hırsız olarak dar-ı harbe girip, onlardan birisini esir eden
kimsenin ona mâlik olması gibi. Bu, Nevâdir'in rivâyetine göre değildir. Çünkü
mürted kadının cariye olması dar-ı harbde vâki olmuştur, İslâm memleketinde vâki
olmamıştır.
"Tasarrufu sahihdir
ilh..." Yani mürted bir kadının alışverişi gibi hiç bir tasarrufu durdurulmaz.
Mürted erkeğin yukarıda geçtiği gibi bazı tasarrufları durdurulur, bazıları da
batıl olur.
"Öldürülmediği için
ilh..." Yani mürted olan bir kadının mürtedliği, mülkünün elinden gitmesine
sebep değildir. Bundan dolayı mürted bir kadının malında tasarrufu ittifakla
câizdir. Bahır. Makdisî: "Eğer kadın sihir yapıp, sihrin tesirine inanan veya
zındık gibi öldürülmesi vâcib olanlardan olursa, mürted olan erkek gibi olup
milki elinden gider ve malındaki tasarrufları durdurulur.
"Mutlak surette
kazancı varislerinin olur ilh..." Yani mürted olan bir kadının gerek Müslüman
iken kazanmış olduğu malı gerekse mürted iken kazandığı vârislerinin olur. Bir
kimse mürted olup Müslümanlığında bir şübhe bulunursa, mürted kadın hükmündedir.
Yani gerek Müslüman iken gerek mürted iken kazanmış olduğu malı vârislerinin
olur.
"Mal kaçırıcı
sayılmayacağı için ilh..." Yani mürted olan bir kadın öldürülmeyeceği için ölüm
hastası hükmünde değildir. Artık kocasından mal kaçırıcı sayılamayacağından
kocası ona vâris olamaz. Çünkü kadın mürted olmakla kocasından ayrılmıştır ve
kâfir olarak ölmüştür. Fakat mürted olan erkek, ölüm hastası hükmünde sayıldığı
için mürted olarak öldüğü veya öldürüldüğü takdirde karısının iddeti bitmemiş
ise, karısı ona vâris olur.
"Çünkü mürted,
İslâmiyet'e dönmesi için cebrolunacağından İslâmiyet'e yakındır ilh..." Yani
çocuk mürted olan babasına tâbi olur ve Müslüman olması için cebrolunur. Çocuk
kitabî olan cariye annesine tabi olmaz. Çünkü annesi Müslüman olması için
cebrolunamaz. Dürer.
METİN
Mürted olan bir
kimse malıyla beraber dar-ı harbe kaçsa ve İslâm ordusu harb neticesinde o
ülkenin ahâlisi üzerine gâlip gelse, o kimsenin malı ganimet olur, kendisi
ganimet olmaz. Çünkü murtedin köle olması meşru değildir.
Mürted olan bir
kimse, malsız olarak dar-ı harbe kaçtıktan sonra -zahir rivâyete göre, gerek
dar-ı harbe kaçtığına hüküm verilmiş olsun gerek olmasın- yine mürted olarak
İslam'ın memleketine gelip malını olarak tekrar dar-ı harbe kaçsa, yine İslâm
ordusu harp neticesinde o ülkenin ahâlisi üzerine galip gelse, mürtedin ilk
kaçmasıyla malı vârislerine intikal etmiş olduğundan vârisleri malın eski mâliki
olmuş olurlar. Yukarıda geçtiği üzere eski mâliklerin hükmü, mallarını
mücahitlerin elinde bulduklarında bakılır: Eğer mal, mücahitler arasında taksim
edilmiş ise, isterlerse onu kıymetiyle alırlar bir faide olmadığı için o malı
misliyle almazlar.
Mürted olup dar-ı
harbe kaçan kimsenin kölesini hâkim, mürtedin oğlu için hükmetse, o da köleyi
kitabete kestikten sonra mürted olan babasıİslâmiyet'e dönerek gelse, hem
kitabet bedeli hem velâ hakkı babasına aid olur ve babası oğlunu vekil tâyin
etmiş gibi olur. Mürted olan bir kimse hata en bir şahsı öldürdükten sonra
mürted olarak dar-ı harbe kaçsa veya öldürülse, öldürdüğü şahsın diyeti mürtedin
varsa Müslüman iken kazanmış olduğu malından, yoksa mürted iken kazanmış olduğu
malından alınır. Hâniyye'den naklen Bahır'da böyle
zikredilmiştir.
Bir mürted bir
şahsın malını gasb edip onu zâyi ettiğini ikrar etse, zâyi edilmiş mal varsa
Müslüman iken kazanmış olduğu malından, yoksa mürted iken kazanmış olduğu
malından ödenir. Eğer mürtedin gasbı görülmekle veya şâhidle isbat edilmiş olsa,
ittifakla o gasb edilmiş mal hem Müslüman iken kazanmış olduğu malından hem de
mürted iken kazandığı malından ödenir. Zahiriyye.
Bilmiş ol ki,
kölenin cariyenin, mükâtebin ve müdebberin mürted oldukları halde işledikleri
cinâyetleri mürted değil iken işledikleri cinâyetleri
gibidir.
Bir kimsenin eli
kasden kesilip -Allah'a sığınırız- sonra mürted olur ve elindeki yaradan dolayı
ölür yahut dar-ı harbe kaçıp, kaçtığına hüküm verildikten sonra İslâmiyet'e
dönerek geri gelir ve elindeki yaradan dolayı ölürse, bu iki surette elini kesen
şahıs malından diyetin yarısını mürtedin vârisine verir. Çünkü sirayet masûm
olmayan bir mahalle hulûl etmekle heder kılınmıştır. Elinin kesilmesi, kasden
kesilmekle kayıtlanmıştır. Çünkü hatada diyet akile üzerine lâzım
gelir.
Şârih: "Dar-ı harbe
kaçtığına hüküm verildikten sonra..." diye kayıdlamıştır. Çünkü mürted dar-ı
harbe kaçtığına hüküm verilmeden önce İslamiyet'e dönerek geri gelirse yahut
dar-ı harbe kaçmadan İslâmiyet'e dönerse ve elindeki yaranın sirayetinden dolayı
ölürse, elini kesen şahıs diyetin hepsini öder. Zira eli kesilen kimse, eli
kesikliği vakit masûm olduğu gibi, yaranın sirayet ettiği vakitte de
masumdur.
El kesen şahıs
mürted olup mürted olarak öldürüldükten veya öldükten sonra eli kesilen kimsenin
elindeki yarası nefsine sirayet edip ölürse bakılır: Eğer el kesme kasden vâki
olmuş ise kanı hederdir. Çünkü kısas edilecek mahal kalmamıştır. Yani eli kesen
ölmüştür. Eğer el kesme hata en vâki olmuş ise diyeti el kesenin âkilesinden
hüküm gününden itibaren üç senede ödemeleri lâzım gelir.
Hâniyye.
Bir mükâteb mürted
olup dar-ı harbe kaçsa ve mürted iken kazanmış olduğu malı ile beraber esir
edilse, İslâmiyet'e dönmediği için öldürülse, kitabet bedeli efendisine verilir.
Geri kalan malı vârislerine verilir. Çünkü mürtedlik kitabete tesir
etmez.
Karı koca mürted
olup dar-ı harbe kaçsalar ve kadın orada bir çocuk doğursa, bundan sonra o
çocuğun da oğlu olsa daha sonra o ülke ile harp edilerek İslâm ordusu üstün
gelse, o çocukların ikisi de ana ve babaları gibi ganimet olurlar. Birinci
çocuğun hamli her ne kadar dar-ı harbde olsa bile çocuk ana - babasına tâbi
olduğu için dövülerek İslâmiyet'e cebrolunur. Fakat İslâmiyet'i kabul etmezse
öldürülmez. İkinci çocuk zâhir rivâyete göre dedesine tâbi olmadığı için, onun
hükmü esir edilen bir harbînin (kâfirin) hükmü gibidir.
Musannıf: "Karı -
koca mürted olup dar -ı harbe kaçsalar" diye kayıdlamıştır. Çünkü ikisi birden
mürted olmayıp da meselâ; Müslüman bir koca ölüp karısını hâmile bıraksa, o da
mürted olarak dar-ı harbe kaçıp orada doğursa sonra o ülkenin ahâlisi üzerine
İslâm ordusu gâlip gelse, o çocuk köle olmaz. Babasına tebaiyetle Müslüman
sayılacağı için ona vâris olur.
Mürted olarak dar-ı
harbe kaçan kadın orada doğurmayıp esir edilerek getirildikten sonra İslâm
memleketinde doğursa, çocuk babasına tebaiyetle Müslüman, anasına tebaiyetle
köle sayılır. Köle olduğu için babasına vâris olamaz.
Bedâyı.
İZAH
"O kimsenin malı
ganimet olur ilh..." Yani ganimet olarak beytülmale konulur, vârislerine
verilmez. Bahır.
"Mürteddin köle
olması meşru değildir ilh..." Yani mürted olan erkek, eğer İslâmiyet'e geri
dönmezse öldürülür. Mürted olan bir erkeğin malının ganimet olup, kendisinin
ganimet olmamasında bir müşkülât yoktur. Çünkü müşrik Araplar da böyledir. Yani
bunlar hakkında terettüb eden hüküm ya İslâmiyet'i kabul etmeleri veya
öldürülmeleridir. Bahır.
"Mürted olan bir
kimse malsız olarak dar-ı harbe kaçtıktan sonra ilh..." Burada üçüncü bir mesele
kalmıştır. Şöyle ki; Mürted olan bir kimse bir kısım malıyla beraber dar-ı harbe
kaçtıktan sonra yine mürted olarak İslâm memleketine gelip geri kalan malını da
alıp tekrar dar-ı harbe götürse de sonra bu mallar bir harb neticesinde İslâm
ordusunun eline geçse, önce götürdüğü mallan ganimet olur sonra götürdüğü
malları vârislerinindir. Vârisleri bu malları askerler arasında taksim edilmeden
önce bulurlarsa meccânen alırlar. Taksim edildikten sonra bulurlarsa
kıymetleriyle alırlar. H.
"Mürted olan babası
İslamiyet'e dönerek gelse ilh..." Yani kitabete kesilen köle kitabet bedelini
mürtedin oğluna ödemeden babası İslâmiyet'e dönerek geri gelse hem kitâbet
bedeli hem de velâ hakkı babasına aid olur. Eğer kitâbet bedelini mürtedin
oğluna ödedikten sonra babası İslâmiyet'e dönerek geri gelirse, velâ hakkı
oğluna aid olur.
Musannıf "mürtedin
oğlu köleyi kitabete kesse" diye kayıtlamıştır. Çünkü oğlu, köleyi müdebber
kıldıktan sonra babası İslâmiyet'e dönerek geri gelse, vela hakkı oğlunun olur,
babasının olmaz.
Köleyi kitâbete
kesme ile müdebber kılma arasında fark: Kitâbete kesilmiş bir köle kitâbet
bedelini ödeyemediği takdirde kitâbet feshi kabul eder. Çünkü kitabete kesme her
bakımdan âzâd etme değildir. Fakat müdebber kılma ise, her bakımdan âzâd etme
olduğundan feshi kabul etmez. Nehir.
"Mürted olarak
dar-ı harbe kaçsa ilh..." Ama mürted olan bir kimse dar-ı harbe kaçtıktan sonra
orada hata en adam öldürdükten sonra tevbe edip İslâm memleketine gelse,
kendisine bir şey lâzım gelmez. Kezâ orada gasb veya kazfde bulunduktan sonra
tevbe edip İslâm memleketine gelse, ehl-i harb hükmünde olduğu için yine
kendisine bir şey lâzım gelmez. Bahır.
"Diyeti, mürtedin
varsa Müslüman iken kazanmış olduğu malından ilh..." Bu Hasan b. Ziyad'ın İmam-ı
Azam'dan rivâyetine göredir. Ki,- yukarıda geçtiği üzere- mürtedin borcu, önce
Müslüman iken kazanmış olduğu malından ödenir. Kifayet etmezse, mürted iken
kazanmış olduğu malından ödenir. Nitekim Bahırın ibaresinden anlaşılan da budur.
Bu, mürtedin diğer borçlarının ödenmesi hakkında musannıfın beyan ettiğine
muhaliftir.
"Hâniyye'den naklen
ilh..." Doğru olan Haniyye'den değil, Tatarhâniyye'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir. Buna göre Fetih'de: "Hata en adam öldüren mürtedin mürtedlik
halindeki kazancından başka malı bulunmasa bu maldan İmam-ı Azam'a göre diyet
alınmaz. İmameyn'e göre alınır." diye zikredilen kavil yanlıştır. Çünkü hata en
adam öldüren mürtedin hem Müslüman iken kazandığı hem de mürted iken kazandığı
malı bulunsa İmameyn'e göre, diyet her iki maldan da alınır. İmam-ı Azam'a göre,
önce Müslüman iken kazanmış olduğu maldan alınır. O malı kifayet etmezse mürted
iken kazanmış olduğu maldan alınır.
"Bir mürted, bir
şahsın malını gasb edip onu zayi ettiğini ikrar etse ilh..."
Fevâidü'z-Zahîriyye'den naklen Şürunbulalî'de zikredilmiştir ki: gasb mürtedin
ikrarı ile sâbit olursa, İmameyn'e göre hem Müslüman iken hem de mürted iken
kazanmış olduğu malından ödenir. İmam Azam'a göre mürted iken kazanmış olduğu
malından ödenir. Çünkü ikrar mürtedden bir tasarruf olup, malında sahih olur.
Mürtedlik halinde kazanılan mal ise, İmam-ı Azam'a göre mürtedin malıdır.
Tatarhâniyye'den naklen Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
"Mürted değil iken
işledikleri cinâyetleri gibidir ilh..." Yani köle, cariye, mükâteb ve müdebberin
mürted oldukları halde işledikleri cinâyetleri mürted değil iken işledikleri
cinâyetleri gibidir. Artık efendi muhayyerdir. Dilerse köle ile cariyenin
kendilerini cinâyetleri karşılığında verir, dilerse cinâyetlerinin fidyesini
verip onları kurtarır. Mükâtebin cinâyetinin fidyesi kendisinin kazanmış olduğu
malından alınır. Müdebberin cinayeti ise, cinâyetler bahsinde gelecektir. Mürted
olan köleyi cariyeyi, mükâtebi ve müdebberi öldüren kimseye bir şey lazım
gelmez. Bahır. T.
"Bir kimsenin eli
kasden kesilip -Allah'a sığınırız- sonra mürted olup ilh..." Eğer mürted olan
bir kimsenin eli kasden kesilip elindeki yaradan ölse, elini kesen şahsa bir şey
lâzım gelmez. Çünkü mürted olan kimseyi öldüren şahsa bile bir şey lâzım
gelmez.
"Diyetin yarısını
münadin vârisine verir ilh..." Çünkü bu diyet mürtedin Müslüman iken kazanmış
olduğu malı yerindedir. T.
''Çünkü sirayt
masûm olmayan ilh..." Yanı eli kasden kesilen kimse, mürted olup elindeki
yaranın sirayetiyle ölse veya bu kimse dar-ı harbe kaçıp, kaçtığına hüküm
verildikten sonra tevbe edip Müslüman olarak geri gelse ve elindeki yaranın
sirayetiyle ölse, elini kesen şahıs üzerine diyetin yarısı lâzım gelir. Bu iki
surette de kısas lâzım gelmez. Çünkü birinci surette sirayet masûm olmayan bir
mahalle hulûl etmekle heder kılınmıştır. İkinci surette ise dar-ı harbe
kaçtığına hüküm verilmekle o kimse takdiren ölmüştür ölüm ise sirayeti keser. O
kimsenin sonra tevbe edip İslamiyet'e geri dönmesi ise, yeni bir hayat sayılır
ve ilk cinâyetin hükmü geri dönmüş olmaz. Hidâye.
"Karı-koca mürted
olup dar-ı harbe kaçsalar kadın orada bir çocuk doğursa ilh..." Kezâ: Müslüman
olan karı-koca, çocukları dünyaya geldikten sonra ikisi de mürted olsa, bu
çocuklar İslâm memleketinde bulundukça mürted sayılmazlar. Çünkü önce
ana-babalarına tebaiyetle Müslüman sayılan bu çocuklar daha sonra bulundukları
İslâm memleketine tebaiyetle Müslüman sayılırlar. Eğer mürted olan karı - koca
çocuklarıyla beraber dar-ı harbe kaçsalar veya bu mürted olan karı kocadan
birisi çocuklarıyla beraber dar-ı harbe kaçsa, artık bu çocuklar Müslüman
sayılmazlar. Çünkü bu çocukların Müslüman sayılması ana -babalarına veya İslâm
memleketine tebaiyetle idi, bunlardan hiç birisi
kalmamıştır.
İslâm ordusu
orasını istila etse, mürted olan karı - koca hakkında yukarıda geçen hüküm
tatbik edilir. Çocuklar ganimet olur. Baliğ olduklarında anaları gibi Müslüman
olmaları için cebrolunurlar. Çocukların yalnız babaları mürted olup çocuklarını
dar-ı harbe götürse, çocukların anaları Müslüman olarak İslâm memleketinde
kalsa, sonra İslâm ordusu orasını istilâ edip çocukları esir alsalar çocuklar
analarına tebaiyetle Müslüman sayılacakları için ganimet olmazlar.
Bahır.
"Çocukların ikisi
de ana ve babaları gibi ganimet olur ilh..." Yani mürted olan ana - babanın
dar-ı harbdeki çocuklarının ganimet olması açıktır. Çünkü çocukların anaları
cariye olur. Çocuklar ise, hürriyette ve kölelikte analarına tâbi olur. Oğlunun
oğullarına yani torunlara gelince: Bunlar ninelerine tâbi olmazlar. Zira
torunlar dedeye tâbi olmazlar. Nineler ise dedeleri hükmündedir. Torunlar kendi
babalarına da tâbi olmazlar. Çünkü kendi babaları da tâbidir. Tâbi olan bir
kimse ise başkasını kendisine tâbi kılamaz. Nitekim ileride gelecektir. Esir
edilen torunların hükmü esir edilen harbînin (kâfirin) hükmü gibi olup ya
cizyeyi kabul ederler veya öldürülürler.
"Çocuk ana babasına
tâbi olduğu için ilh..." Yani çocuk Müslümanlıkta ve mürtedlikte ana - babasına
tâbidir. Mürted olan ana - babası Müslüman olmaları için cebrolunacağı gibi
çocukları da Müslüman olmak için cebrolunur. Şu kadar var ki çocuk Müslümanlığı
kabul etmezse öldürülmez. T.
"Zâhir rivâyete
göre ilh..." Yani zahir rivâyete göre torun dedeye tâbi olmaz. Hasan b. Ziyad'ın
İmam-ı Azam'dan bir rivâyetine göre torun dedeye tâbi
olur.
Zâhir rivâyetin
vechi: Torun dedeye tâbi olacak olsaydı, bütün insanların Hz. Adem (A.S.) ile
Hz. Havva'ya tebaiyyetle Müslüman olup zürriyetlerinde mürtedden başka kâfir
bulunmaması lâzım gelirdi. Bu meselenin tamamı Zeylaî'dedir. Dedenin baba gibi
olmadığı meseleler on üç olup feraiz bahsinde gelecektir.
"Dedesine tâbi
olmadığı için ilh..." İkinci çocuk yani torun dedesine tâbi olmadığı gibi kendi
babasına da tâbi olmaz. Çünkü kendi babasının mürtedliği tebaiyyetledir. Tâbi
olan bir kimse ise başkasını kendisine tâbi kılamaz; zaten tebaiyyetin aslı
kıysa muhâlif olarak sâbit olmuştur. Çünkü mürtedin oğlunun mürted olması hakiki
nıürtedlik olmayıp hükmî mürtedlik olduğundan hapsedilerek Müslüman olması için
cebrolunur. Hakkında öldürme cezası tatbik edilemez. Babası hakkında öldürme
cezası tatbik edilir. Bahır.
METİN
= Aklı eren bir
çocuğun mürted ve Müslüman olması hakkında =
Aklı eren bir
çocuğun Müslüman olması ittifakla sahih olduğu gibi mürted olması da sahihdir.
İmam Ebû Yusuf'a göre, mürted olması sahih değildir. Küfür ve şirk af ve
mağfiret edilmediği için mürted çocuğun ebedî cehennemde kalmasında ihtilaf
yoktur. Artık Müslüman olan bir çocuk kâfir olan ana ve babasına vâris
olamaz.
Aklı eren bir çocuk
mürted olursa dövülerek Müslüman olması için cebrolunur. Telvih. Aklı eren çocuk
yedi veya daha ziyade yaşta bulunup, iyiyi kötüden faydalıyı zararlıdan
ayırabilen çocuktur. Müctebâ, Sirâciyye.
Tarsûsi
"Enfeu'l-Vesail" isimli eserinde: "Aklı erme yaşını takdir edeni göremedim
diyerek aklı eren çocuk, İslâmiyetin kurtuluşa sebeb olduğunu bilip iyiyi
kötüden tatlıyı acıdan ayırabilen çocuktur." diye tarif
etmiştir.
Çocuğun imân etmesi
vacib midir?
Şârih: "Müctebâ ve
Sirâciyye'de aklı erme yaşı nakledildiği halde Tarsûsî'nin "Aklı erme yaşını
takdir edeni göremedim." demesi doğru değildir." demiştir. Bu nakli Resûl-i
Ekrem Efendimizin yedi yaşında bulunan Hz. Ali (R.A.)'a İslamiyet'i arz etmesi
de teyid ve takviye eder. H. Ali (R.A.) bu yaşta İslâm eşrefi ile müşerref
olmasıyla iftihar ederek: "Sizin hepinizi, henüz bâliğ olmamış bir çocuk iken
Müslüman olarak geçtim. Sizleri, kesici kılıç gibi olan yüksek himmetimle mızrak
gibi tesirli azim ve kasdımla Müslümanlığa sevk ettim."
demiştir.
Bundan sonra deriz
ki: Aklı eren çocuğun baliğ olmadan önce etmiş olduğu imânı farz mıdır?
Fukahânın kelâmlarının zâhirine göre evet ittifakla
farzdır.
Tahrir-i Muhtar
isimli eserde zikredilmiştir ki; Ebû Mansur-ı Matüridî'ye göre aklı eren çocuk
da bâliğ gibi imân etmekle muhâtabdır. Hatta çocuk aklı erdikten sonra imân
etmeksizin ölse ebedi cehennemde kalır. Nehir.
Vehbâniyye Şerhinde
zikredilmiştir ki; bazı alimlere göre bir kimse "derviş, dervişân" dese kafir
olur. Fakat fukahânın sahih olan kavillerine göre kâfir
olmaz.
Kezâ: Bazı âlimlere
göre, Allah için bir şey ver diyen dilenci kâfir olur. Allah-ü Teâla'ya, Ya
Hâzır Ya Nâzır! diyen kimse kâfir olmaz. Fukahâ: "Raksı helâl sayıp bilhassa
defle oynayarak tegannî eden kimse kâfir olur."
demişlerdir.
Velî olan kimse
için tayy-î mesafe (mesafeyi zamanı atlarcasına geçme) câizdir, diyen şahıs
cahildir. Bazı âlimler veli olan kimse için tayy-î mesafe câizdir diyen şahıs
kâfir olur demişlerdir.
Necmüddin
Ömerü'n-Nesefi'den: "Evliya-ı kirâm için her türlü harikulâde kerâmetin isbatı
câizdir." diye rivâyet edilmiştir.
İZAH
"Mürted olması da
sahihdir ilh..." Yani aklı eren çocuk gerek bizzat kendisi gerekse ana -
babasına tebaiyyelle Müslüman olduktan sonra bâliğ olmadan önce mürted olsa,
karısı kendisine haram olur ve Müslümanlara vâris olamaz. Mürted olan çocuk
öldürülmez. Çünkü öldürme bir ukûbettir, çocuk ise dünyada ukûbet ehlinden
değildir. Fakat bir kimse onu öldürürse kendisine kısasdan ve diyetten bir şey
lazım gelmez. Nitekim mürted olan bir kadın öldürülmez ve onu öldürene de kısas
ve diyetten bir şey lazım gelmez. Kuhistânî, Fetih.
"İmam Ebû Yusuf'a
göre mürted olması sahih değildir ilh..." Çünkü mürtedlik sırf zarardır.
Müntekâ'dan naklen Tatarhâniyye'de: "İmam-ı Azam da İmam Ebû Yusuf'un kavline
dönmüştür." diye zikredilmiştir. Fetih'de de böyle
zikredilmiştir.
"Mürted çocuğun
ebedi cehennemde kalmasında ihtilâf yoktur ilh..."
İhtilâf ancak dünya
ahkâmına göredir. Çünkü ahiret ahkamına göre küfrün affedilmesi ve şirkle
beraber cennete girilmesi şeriat ve aklın hükmüne muhaliftir. Bahır.
Kuhistânî.
"Aklı eren bir
çocuğun Müslüman olması ilh..." Yani aklı eren bir çocuğun Müslüman olması
sahihdir. Böyle bir çocuk üzerine nefsine ve malına dokunulmaması, kestiği
hayvanın yenilmesi, Müslüman bir kızın evlenmesi ve Müslümanlara vâris olması
gibi İslâm-i hükümler terettub eder Kuhistânî.
"Dövülerek Müslüman
olması için cebrolunur ilh..." Yani aklı eren bir çocuk mürted olursa dövülmek
ve hapsedilmek suretiyle Müslüman olması için cebrolunur.
Ben derim ki:
Mürted olan çocuk bâliğ olduktan sonra Müslüman olması için dövülür ve
hapsedilir. Çünkü - yukarıda geçtiği üzere - çocuk ukûbete ehil
değildir.
Hâkim'in Kâfi'sinde
zikredilmiştir ki; mürâhik ki; mürâhik (bâliğ olmaya yaklaşmış) olan bir çocuk
mürted olup kâfir olarak akıl bâliğ olsa öldürülmez. Fakat tevbe edinceye kadar
hapsedilir.
"Aklı eren çocuk
ilh..." Hidâye sahibi: "Aklı eren çocuk ile İslâmiyet'e aklı eren çocuk murad
edilmiştir." demiştir. Mebsût'da: "Aklı eren çocuk ile münazara eden ve sözü
anlayan çocuk murad edilmiştir." diye zikredilmiştir.
Ben derim ki:
Münazaranın manâsı çocuğun "Müslüman cennete, kafir cehenneme girecektir ana ve
babanın dinine muhalefet etmen yakışmaz denildiğinde evet dinleri hak ise
muhalefet edilmez" demesidir. Gizli değildir ki yedi yaşındaki çocuk çok defa
bunları düşünemez.
Münazara ile dünya
işleri de murad edilebilir. Şöyle ki: Bir Çocuk bir şey satın alıp parayı
satıcıya verdiğinde, satıcı: "Sen küçüksün malı ancak babana teslim ederim"
dediğinde çocuğun ona: "Benden parayı niçin aldın, malı bana teslim etmeyeceksen
paramı geri ver" demesi gibi. Bu ve buna benzer sözler çok defa yedi yaşındaki
çocuktan vaki olabilir. Buna göre "Çocuğun münazarasının din hususunda olması
lâzımdır." diyen kimsenin kavli ile "Çocuğun münazarasının dünya işleri
hususunda olması lâzımdır." diyen kimsenin kavli birleşmiş
olur.
"Yedi yaşında
bulunan Hz. Ali (R.A.)'a ilh..." Bazı alimler "Resûl-i Ekrem Efendimizin Hz. Ali
(R.A.'ye İslâmiyet'i arz ettiği vakit Hz. Ali (R.A.) sekiz yaşındaydı."
demişlerdir. Sahih olan da budur. İmam-ı Buharî Tarihinde Urve'den bunu tahric
etmiştir. Hâkim Müstedrek'inde on yaşında olduğunu tahric etmiştir. Bazı alimler
"on beş yaşında olduğunu" söylemişlerdir. Fakat bu doğru değildir. Bu meselenin
tamamı Fetih'dedir.
İlk İslâm şerefiyle
müşerref olan çocuklardan Hz. Ali (R.A.). hür erkeklerden Hz. Ebû
Bekiri's-Sıddık (R.A.), kadınlardan Hz. Hadicetü'l-Kübra (R.A.), kölelerden Zeyd
b. Hârise (R.A.)'dır. Bu bahsin tamamı Dürr-ü
Müntekâ'dadır.
Kâmûs'un "Ve. De.
Ka." maddesinde zikredilmiştir ki; Mâzini: "Hz. Ali (R.A.) Kureyş'e hitab ederek
"İşte siz beni öldürmek isteyen kavimsiniz..." beyitlerinden başka şiir
söylememiştir." demiştir. Zemahşeri bunu doğru görmüştür. Bundan anlaşılmıştır
ki metinde Hz. Ali (R.A.)'a nisbet edilen beyitler Hz. Ali (R.A.) tarafından
söylenmiş olduğu sahih değildir.
"Fukahânın
kelâmlarının zâhirine göre evet, ittifakla farzdır ilh..." Yani aklı eren
çocuğun bâliğ olmadan önce imân etmesinin farz olmasının faidesi bâliğ olduktan
sonra yeniden ikrar etmesinin farz olmamasıdır. Fetih sahibi: "Delilin
muktezası, çocuk üzerine iman bâliğ olduktan sonra vâcib olur." demiş, sonra
şöyle devam etmiştir: "Alimler: Çocuk üzerine imân vâcib değildir, fakat imân
ederse farz olarak vaki olur, diye ittifak etmişlerdir.
Fahrü'l-İslâm'a
göre; imânın asıl vücubunun sebebi olan alemin hâdis olması, çocuk hakkında da
sabittir. Fakat imânın edâsı çocuğa vâcib değildir. Çünkü imânın edâsının vücubu
muhatap olmakladır, çocuk ise muhatap değildir. Sebebi bulunduktan sonra imân
bulunursa farz olarak vâki olur. Nitekim üzerine zekât farz olan bir kimse
malının üzerinden bir sene geçmeden zekâtını vermiş olsa, vermiş olduğu zekât
farz olarak vâki olur.
Şemsü'l-eimme'ye
göre; imânın hükmü olan edâsının vücubu bulunmadığı için çocuk hakkında imân
asla vâcib değildir. İmânın edâsının vücubu bulununca asıl vücubu da bulunmuş
olur. Çocuk müsafir olan kimseye benzer. Misafire cuma namazı farz değildir.
Fakat cuma namazını kılarsa kendisinden o günün öğle namazının farzı düşmüş
olur." Feth'in ibâresi burada bitmiştir.
"Tahrir-i Muhtar
isimli ilh..." Ebû Mansur-i Matüridî'ye, Irak Meşayihinin ekserisine ve
Mutezile'ye göre: aklı eren çocuğun ima etmesi vacibdir. İmân etmediği takdirde
azaba müstehik olur. Bunu diğer Hanefî âlimleri kabul etmemiştir. Çünkü Resûl-i
Ekrem Efendimiz:
"Üç sınıfdan kalem
kaldırılmış ve bunlar hakkında tekâlif-i şer'iyye düşmüştür: Uyanana kadar
uyuyan kimseden, bâliğ oluncaya kadar çocuktan, iyi oluncaya kadar deliden."
buyurmuşlardır. Bir de imân nedir? diye sorulduğunda imânı tarif edemeyen
mürâhika (bâliğ olmaya yaklaşmış kız çocuğu)nın nikâhının
bozulmamasıdır.
İmam-ı Azam'dan:
"Allah Teâlâ, insanlara peygamber göndermemiş olsaydı, yine insanların
akıllarıyla Allah Teâla'yı bilmeleri vâcib olurdu." diye
nakledilmiştir.
Buhârâ alimleri de
Eşariler gibi "kendilerine peygamber gönderilip tebliğ edilmeyen kimselerin
mükellef olmadıklarını" söyleyip muhtar olan budur, dedikten sonra: "İmam-ı
Azam'dan: "Hiç bir kimse gökleri, yeri ve kendisini görüp dururken Yaratanını
tanımamakta mazûr değildir." diye nakledilen rivâyet ile "Kendilerine peygamber
gönderildikten sonra Yaratanını tanımamakta mazûr değildir, mânası murad
edilmiştir." diye hükmetmişlerdir. Bu takdirde İmam-ı Azam'ın: "insanların
akıllarıyla Allah Teâlâ'yı bilmeleri vâcib olurdu." kavlindeki "vâcib olurdu"
kelimesinin manâsını "layık olurdu" mânasına hamletmek vâcib
olur.
Derviş, dervişânın
mânâsı beyanında
"Bazı alimlere
göre, bir kimse "derviş, dervişân" dese kâfir olur ilh..." Çünkü bunun mânası,
her şey mubahdır demektir. Bunda mubah olmayan şeyler dahil olacağından harama
helâl demiş olur da kâfir olur. Fakat fukahânın sahih olan kavline göre kâfir
olmaz. Çünkü bunun mânâsı, yoksulların yoksulluğu veya fakirlerin fakirliği
demektir. Buna göre o kimse "biz yoksulların yoksulluğuna yapışmışız" veya "biz
sana fakirlerin fakirliği ile muhtacız" demiş olur. Bunda ise her şeyin mubah
olduğuna değil, bir şeyin bile mubah olduğuna delâlet yoktur. Nuru'l-Ayn sahibi
buna karşı çıkarak: "Fukahanın zikrettiği mânâ, lügat mânâsıdır. Melâhide ve
Kalenderiyye istilahında ise, "her şey senin için mubahtır" mânâsında
kullanılması örf ve âdet olmuştur. Buna göre bunu söyleyen kimse, bu fırkalardan
ise yahut onların murad ettiği mânâyı murad etmiş olursa yahutmânâsını bilmeyip
onları taklit ederek veya onlara benzemek isteyerek söylemiş olursa kâfir olur
veya kâfir olmasından korkulur. Artık imânını yenilemesi kendisine vâcib olur.
Eğer "derviş, dervişân" diyen bunun mânâsını bilmeyen veya mânâsını, düşünmeyen
bir kimse olursa hata etmiş olur ve kendisine tevbe, istiğfar lâzım gelir "
demiştir Netice olarak, böyle sözlerin söylenmesine müsaade
edilmemelidir.
"Bazı ilimlere
göre, Allah için bir şey ver diyen dilenci kafir olur ilh..." Yani bu âlimler:
"Allah Teâlâ Hazretleri her şeyden müstağni olup her şey kendisine muhtaç iken,
Sanki dilenci Allah için bir şey taleb etmiş olur." dediler. Fakat bunda da
racih olan kavil dilencinin kâfir olmamasıdır. Çünkü dilencinin bu sözünün
"Allah Teâlâ Hazretlerinin rızası için sizlerden bir şey taleb ediyorum" diye
tevil edilmesi mümkündür. Vehbâniyye Şerhi.
Ben derim ki: Böyle
sözlerin söylenmemesi vâcibdir. Yukarıda geçtiği üzere küfür olmasında ihtilâf
bulunan bir sözü söyleyen kimseye tevbe ve istiğfar etmesi ve nikâhını
yenilemesi emrolunur. Fakat bu, söyleyen kimse söylediği sözün mânâsını
bilmediğine göredir. Eğer söylediği söz ile doğru olan mânâyı kasdederse o sözü
söylemesinde bir beis yoktur.
"Allah Teâlâ'ya, Ya
Hâzır, Ya Nâzırî diyen kimse kâfir olmaz ilh..." Çünkü huzûr ilim (bilmek)
mânâsınadır. Nâzar ise rüyet (görmek) mânâsınadır. Buna göre, Ya Hâzır: Ya Âlım:
Ey her şeyi bilen; Ya Nâzır: Ya men yerâ: Ey her şeyi gören Zat-ı Âlâ mânâlarına
olmuş olur. Bezzâziye.
Raksı helâl sayan
kimse hakkında
"Fukahâ: Raksı
helâl sayıp bilhassa defle oynayarak tegannı eden kimse kâfir olur, demîşlerdir
ilh.."
Raks: Tarikata
bağlı olan bazı kimselerin yaptığı gibi ölçülü hareketlerle sallanıp oynamaktan
ibarettir.
Bezzâziye sahibi
Kurtubi'den: "Ginânın, çalgı çalmanın ve raksın haram olduğu hususundu imamların
icma'ı vardır diye naklettikten sonra: "Ben Şeyhülislâm Kirmani'nin: Raksı helâl
gören kâfir olur, diye fetvasını gördüm." demiştir. Bu bahsin tamamı Vehbâniyye
Şerhindedir.
Nuru'l-Ayn sahibi
Temhid'den. "Raksı helal gören fasık olur, kâfir olmaz." diye naklettikten sonra
şöyle devam etmiştir: Raks ve semâ hakkında niza ve münakaşayı kesen tahkikat
geniş olarak Avârifü'l-Maârif ve İhyau'l-Ulûm'da zikredilmiştir. Bunu İbn-i
Kemal Paşa şöyle hülasa etmiştir: "İhlâs ile tahkîka vâsıl olmuş isen, heyecanla
salınarak zikretmende bir beis yoktur. Sen ayak üstünde Hakka ibâdet edersen,
onun baş üstünde Hakka yalvarması hakkıdır. Muhtelif vaziyetlerde zikir ve sema
vakitlerini en iyi amellere sarf eden âriflere, çirkin hallerden nefislerini
zapta muktedir olan saliklere müsaade verilir. Onlar Hak'dan başka bir ses
işitmezler. Allah'dan başkasını arzu etmezler. Zikrederken inlerler. şükrederken
seslerini yükseltirler. Vecde geldikleri zaman sayha ederler, bağırırlar, şuhud
halinde sükûn ve istirahata kavuşurlar.
İbn-ı Kemal Paşa.
"İşte vecd ile zikreden zümre hakkında benim cevabım bundan ibarettir. Doğrusunu
Allah Teâlâ Hazretleri bilir." demiştir. Nuru'l-Ayn sahibinin sözü burada
bitmiştir.
"Evliya-i kirâm
için her türlü harikulade kerâmetin isbatı câizdir ilh.." Bezzaziye'de
zikredilmiştir ki; âlimlerimiz: "Ölülerin diriltilmesi asanın yılana çevrilmesi,
ayın ikiye bölünmesi, az yemekle bir çok kimselerin doyurulması, parmakların
arasından su çıkması gibi büyük mûcizelerin bir veli için kerâmet olarak icrâ
edilmesi mümkün değildir. Tayy-i mesafe de büyük mûcizelerdendir. Çünkü
Peygamber Efendimiz
"Yer benim için
dürüldü." buyurmuşlardır. Eğer tayy-i mesafe (yerin dürülmesi) başkası için de
câiz olsaydı, bunun Peygamber Efendimiz için tahsis edilmesinin bir fâidesi
kalmazdı." demişlerdir. Fakat Kadı Ebû Zeyd'in kelâmında "Veli için Tayy-i
mesafe câizdir." denilmesinde küfür olmadığına delâlet vardır. Bezzâziye'nin
ibâresi burada bitmiştir
Ben derim ki:
Fukahânın "Doğuda olun bir kimse batıda bulunan bir kadın ile evlenip, kadın bir
çocuk doğursa, bu çocuğun nesebi doğuda olan babasından sâbit olur" demeleri
tayy-ı mesafenin caiz olduğuna delalet eder
İmamu'l-Haremeyn:
"Bize göre Kur'an-ı Kerim gibi benzerini hiç bir kimsenin getiremeyeceği
hakkında kesin delil bulunan bazı mûcizeler dışında kerâmet olarak her türlü
harikulâdelerin zuhuru câizdir." Demiştir.
İns ve cinnin
müftüsü, asrında evliyaların reisi İmam Necmüddin Ömer'ün-Nesefî'ye:
"Evliyaullahtan bazısını Kâbe-i Muazzama ziyaret edermiş, bunu söylemek câiz
olur mu?" diye sorulmuş. O da: "Ehl-i sünnete göre velâyet sahibi olan zatlar
için kerâmet olarak her türlü harikulâde hallerin zuhuru câiz ve mümkündür."
diye cevap vermiştir. Bu bahsin tamamı Vehbâniyye Şerhindedir. işin hakikatini
Hak Tealâ Hazretleri bilir.