MÜKATEBİN YAPMASI CAİZ OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER BABI
METİN
Mükâteb
alış-veriş yapabilir. Alış-verişinde
müsamahalı hareket ederek az bir indirim veya fazlalıkla
satış
yapabilir. Efendisi sefere
gitmemesini şart koşsa bile mükâteb sefere gidebilir. Mükâteb
câriyesini
evlendirme ve kölesi ile kitabet
yapma hakkına da mâliktir. Eğer kitabet akti yapan kölesi
mükâteb
olan efendisinin kitabet bedelini ödeyip azad edilmesinden sonra kendi kitabet bedelini
öderse,
birinci mükâtebe velâ hakkı da vardır. Ama eğer mükatebin kölesi ondan önce kitabet
bedelini
öder veya onun efendisine ödemesiyle birlikte köleside kendisine öderse, o zaman onun
mükâtebinin
velayeti efendisi içindir.
Yalnız
efendisinden izinsiz evlenemez,
Karşılıklı da olsa hibe yapamaz, sadaka veremez. Ancak
sadaka
ve hibede çok az birşeyle yapabilir. Bir kimseye kefil
olamaz. İsterse efendisi nefsi kefaletle
izin
versin. Çünkü onun kefaleti teberrudur. Kimseye karz veremez. Mal
karşılığında da kölesini
azad
edemez. Kölesinin nefsini para karşılğı kendisine satamaz. Kölesini evlendiremez. Çünkü
evlendirdiğinde
mehir ve nafaka ile onun serveti
noksanlaşır.
Baba,
vasi hâkim, emin kendilerinin hacri altında olan çocuk köle hususunda zikredilen
hükümlerde
mükâteb gibidirler. Ama mudarib,
ticaretle izinli köle, en uygun görüşe göre muvafaze
ortaklığı
ile ortak olan ortak mükâteb gibi değillerdir. Zira onların tasarrufları hassaten ticarettedir.
Diğer
şeylerde değil.
Mükâteb
yapan köle babasını veya oğlunu
satın alırsa, ona tebanonlar da kitabet yapmış olurlar.
Burada
maksat, yalnız doğuma dayanan yakınlığı olanlardır. Öyleyse doğum dışında kardeş ve
amca
gibi bir yakınını satın alsa, onlar mükâteb olmazlar. Ama İmameyn buna muhalefet etmişlerdir.
Mükâteb,
Ümmü'l-veledini çocuğu ile birlikte
satın alsa, veya önce Ümmü'l-veledi, sonra da onun
çocuğunu
satın alsa, -Cevhere- onun satın
alışı caiz değildir. Zira Ümmü'lveled, çocuğuna tâbidir.
Şu
kadar var ki, o kadın onu satın
alan mükâtebin kitabetinde de delil olmaz.
Sonra
musannıf bunun üzerine ayrıntı yaparak şöyle demiştir: Mükateb Ümmü'l-veledini satın alsa,
onun
azad edilmesiyle Ümmü'l-veledi azad edilmez. Bununla birlikte nikâhı da feshedilmez. Zira bu
kimse
ona malik olmamıştır. O halde mükâtebin nikâh mülkü ile o cariye ile yatması caizdir. Yine
bunun
gibi, kitabet kesen cariye köle olan
kocasını. satın alsa, onun hükmü de böyledir. Şu kadar
var
ki, mutlaka onu satabilir. Çünkü
hürriyet onun cihetinden sabit olmamıştır.
Mükâteb,
Ümmü'l-veledine çocuksuz olarak
malik olsa, onu satması caizdir. İmameyn ise buna
muhalefet
etmiştir.
Mükâtebin
câriyesi bir oğlan çocuğu doğursa,
mükâteb onun kendi çocuğu olduğunu
iddia etse,
babasına
tebean onunla da kitabet kesilmiş olur. O çocuk büyüdüğü takdirde kazancı
mükâtebindir.
Çünkü onun kazancının kazancıdır.
Mükâteb
cariyesi ile kölesini evlendirse,
sonra da onlarla kitabet kesse, cariye bir çocuk doğursa, o
çocuğun
kazancı, öldürdüğü takdirde diyeti
anasının olur. Çünkü anasına tabi
olma daha tercih
edilir.
Mükâteb
veya ticaretle izinli köle efendisinin izni ile hür zannıyla bir cariyeyi nikâhlasa, o kadın
ondan
bir çocuk doğursa, sonra o kadının başka birisinin istihkâkı olduğu ortaya çıksa, o çocuk
yine
köledir. Müsatahık onun kıymetiyle de alamaz. İmam Muhammed burada muhalefet ederek
alabileceğini söylemiştir. Çünkü aldatılmış kişinin çocuğudur. İmameyn ise, sahabilerin icmaı ile
buradaki
aldatılmış (mağdur) kimseyi hür ile tahsis etmişlerdir. Bunu Zeylaî de kapalı görmüştür.
Mükâteb
bir cariye satın alsa, ama onun
satışında fesad olsa, onunla yatsa sonra da alışındaki
fesad
yüzünden onu geri iade etse, veya
sahih bir satışla satın alsa, sonra başkasının istihkakı
çıksa, o zaman, mükatebin üzerine azad edilmezden önce ukur vâcibtir. Çünkü onun kitabetine
dahildir.
Zira alışla izin, yatmakla da izindir.
Mükâteb
efendisinin izni olmadan bir cariyeyi nikâhlasa, sonra cariyenin başkasının istihkakı
olduğu
ortaya çıksa, o zaman onun ukru, ancak kitabet bedelini ödeyip azad edildıkten
sonra
ondan
alınır. Çünkü, nikâh onun kitabetine
dahil değildir. Nitekim babın başında da geçti.
Her
iki fasılda izinli köle de mükâteb gibidir.
Kitabet
yapan cariye efendisinden bir
çocuk doğursa, cariye için muhayyerlik hakkı vardır. Dilerse
kitabetine
devam eder ve efendisinden ukrunu
alır, dilerse de kitabet bedelini ödemez, efendisinin
Ümmü'l-veledi
olur. Çocuğun nesebi, kadın tasdik
etmese dahi sabit olur. Zira o cariye rakabe
olarak
efendisinin
mülküdür.
Bir
kimse Ümmü'I-veledi veya müdebber kölesi ile kitabet kesse, geçerli olur. Ümmü'l-veled,
efendisi
ondan çocuk taleb ettiğinden, efendisinin ölümü ile meccânen azad edilir. Müdebber ise
efendisi
öldüğünde, dilerse kıymetinin üçte
ikisini ödemek için çalışır, veya efendisi fakir olarak
ölmüş
ve ondan başka tereke bırakmamışsa, bedelinin tamamını çalışarak öder.
Adam
mükâtebe yaptığı köleye tedbir yapsa. geçerli olur. O müdebber köle kitabet bedelini
ödemekten
aciz ise, müdebber olarak kalır. Yok eğer ödemekten aciz değilse, dilerse çalışarak
kıymetinin
üçte ikisini öder, veya efendisi
fakir olarak ölür ve ondan başka tereke bırakmazsa,
kitabet
bedelinin üçte ikisini öder.
Mükâtebine
tedbir yapan kimse zengin olarak
ölürse, öyle ki, köle onun malının üçte birinden çıkar,
köle
tedbir ile azad edilir, kitabet bedeli de ondan düşer. Efendi mükâtebini azad ettiğinde kitabet
bedelinin
düştüğü gibi. Zira o zaman meccânen azad edilmiş olur. Çünkü henüz onun üzerinde
efendisinin
mülkiyeti mevcuttur.
Adam
vadeli bin lira ile kölesine kitabet kesse, sonra da binin yarısı olan beşyüzü ödemesi için
sulh
yapsa,
istihsanen geçerli olur.
İZAH
«Mükâteb
alış veriş yapabilir ilh...» Mükâteb alış veriş yapabileceği gibi kira akdi, iare. âriyet ve
vedia
verme, deyn (borç)i ikrar ve ödeme,
eğer üzerinde borç varsa havale
kabulü ama üzerinde
borç
yoksa havale kabul edemez mufaveze değil inan şirketine ortak olma, çünkü mufaveze şirketi
kefâleti
gerektirir, efendisinin aldığına ortak olma ve efendisinin onun aldığına ortak olması, alışla
vekâlet
kabul etme, herne kadar satıcıya semenin zımânı vacib olsa da, kendi kölesine ticaret izni
verme
işlerini de yapabilir. Birşeyi sattıktan sonra sattığı şeyde ayıp iddia edilirse sattığı şeyin
kıymetinden
düşmek veya kıymetini
fazlalaştırmak hakkına da sahiptir. Efendisinden de almış olsa,
aldığı
mal ayıplı çıktığı takdirde onu geri verebilir. Ancak
efendisinden aldığı birşeye murâbaha
yapması
caiz değildir. Fakat eğer beyan ederse caizdir. Yine efendi mükâtebinden birşey alsa, o da
murabaha
yapamaz.Efendisi adına bir dirhemi
iki dirheme satamaz. Zira mükâteb kendi kazancı ile
daha
haklıdır.
Mutlak
karşılıklı alışverişlerde mükâteb efendisine yabancı gibidir. Bedâyî'de olduğu
gibi. Özetle.
Yukarıda
geçtiği gibi. köle kendi nefsi ve elindeki malı için de mükâtebe yapabilir. Mükâteb birşey
vasiyet etmiş olsa, kitabet bedelini ödemeden önce de ölse velev ki geriye bırakmış olduğu
terekesi
onun
vasiyeti ile kitabet bedelini karşılasa da, onun vasiyeti caiz değildir. Ama birşey vasiyet etse,
kitabet
bedelini ödedikten sonra ölse, meselâ, «Ben azad edildiğim takdirde malımın üçte biri
fakirleredir.» dese, bütün âlimlerin ittifakı ile geçerli olur.
Mükateb
malından belirli bir şeyi vasiyet etse, icmâ ile câiz olmaz. Çünkü o vasiyetini hür olduğu
zamana
izafe etmemiştir. Onun o vasiyeti
teberruya mâlik olmadığı bir zamanda mülkiyetine taalluk
eder.
Ancak efendisi onun o vasiyetine azaddan sonra icazet verirse, caiz olur.
Mükâteb
malının üçte birini vasiyet etse, Ebû Hanife'ye göre o vasiyeti caiz değildir. Ancak azad
edildikten
sonra efendisi ona icazet verirse, câizdir. İmâmeyne göre ise, câizdir. Bedâyî.
Özetle.
«Az bir ilh...» Bu söz, Şurunbulâliye'nin Hâniye'den naklettiğine uyarak metindeki mutlak ifadenin
kaydıdır.
Bununla beraber bu yalnız Ebû Hanife'nin sözüdür.
Bedâyî'de şöyle denilmektedir: «Mükâteb az veya çok semenle de satabilir. Semen hangi cinsten
olursa
olsun. Ebû Hanife'nin görüşüne göre
peşin ve vadeli de satabilir. İmameyne göre ise, ancak
halkın
onun emsâlinde yanılması kadar
azına veya çoğuna satabilir. Derâhim ve denânirle de
satabilir.
Mutlak satışla vekil gibi vadeli değil, yalnız peşinle
satabilir.»
«Efendisi
sefere gitmemesini şart koşsa bile ilh...» Sefere gidebilir. Zira alış-veriş çoğu kez olduğu
yerde
olmaz, seferle olur. Efendisi sefere gitmemesini şart koşsa, o yine sefere gitse, akit bâtıl
olmaz.
Çünkü şart aktin özünde değildir.
Yani her iki bedele de girmez. Nitekim yukarıda geçti.
«Câriyesini
evlendirme hakkına ilh...» Keza,
mükâtebe olan cariyesini de evlendirebilir. Çünkü
evlendirmek
kazanç sağlamak kabilindendir. Ama kölesini evlendiremez. Bedâyî. Mükâteb.
cariyesini
kendi kölesi ile de evlendiremez. İmam Ebû Yusuf'tan
mükâtebin câriyesini kendi
kölesiyle
evlendirmesinin caiz olduğu rivayet edilmiştir. Kuhistânî.
«Kölesi
ile kitâbet yapma hakkına da sahıptir ilh...» Ancak, kölenin çocuğu anne ve babasıyla
kitabet
yapamaz. Çünkü onlar kölenin azad
edilmesiyle azad edilirler. O halde onların azad
edilmesinin
kölenin azad edilmesinden önce olması caiz değildir. Hem de kölenin çocuğu ile anne
ve
babası kölenin kitabetine dahildir.
İkinci kez onlarla mükâtebe yapılmaz. Bedâyî.
«Azad edilmesinden sonra ilh...» Zira azaddan sonra velâyete ehil olur.
«Efendisi
içindir ilh...» Yani velâyet azad
edildikten sonra birinci mükâtebe raci olmaz. Zira velâyet
her
ne zaman sabit olsa, hiçbir halle başkasına intikali ihtimal etmez. Bedâyî.
«Efendisinden
izinsiz evlenemez. ilh...» Eğer efendisinin icâzetinden önce azad edilmiş olursa, o
evlilik
mükâteb üzerine nâfiz olur. Nitekim
bu mesele nikâh bahsinde geçti.
Bazı
âlimler tarafından, «Mükateb evlenmediği gibi beşerî arzularını tatmin için bir cariye de
alamaz.» denilmiştir. Bu, ileride gelecektir. Dürrü
Münteka.
«Hibe
yapamaz ilh...» Bedâyî'de şöyle
denilir: «Mükâteb bırşeyi hibe etse veya tasadduk etse,
sonra
da
azad edilse, o hibe veya sadaka ettiği şey, nerede olursa olsun ona döner. Zira, onun hibe de
azad
edilse, o hibe veya tasadduk etti, meydana geldiği sırada caiz değildir, onun azadına da bağlı
olmaz.
Bunun açık anlamı mükâtebin efendisinin izni ile bile olsa, hibe ve sadakadan men
edilmesidir.»
Ebussuud
bunu açıklayarak şöyle der: «Bunun şekli efendinin onun kazancında mülkiyet hakkı
yoktur.»
«Çok
az birşeyle yapabilir ilh...» Şurunbulâliye'de Bedayî'ye dayanılarak yenilecek şeylerden azbir
şeyi
sadaka verebileceği kaydedilmiştir.
Ben
derim ki: Bedâyî'nin metni aynen şöyledir: «Mükâteb ancak az birşeyi tasadduk etmeye
mâliktir.
Hatta mükâtebin bir fakire bir dirhem vermesi veya bir elbise giydirmesi caiz değildir. Yine
bir
şey hediye de edemez. Ancak yenilecek şeylerden az bir şey hediye edebilir. Ama mükâteb
başkalarını yemeğe
çağırabilir.»
Kuhistânî'de
Kîrmânî'den naklen şöyle
denilmiştir: «Buradaki az bir şeyden maksat, dirhemden az
olandır.
Zira halk dirhemden az olanda müsamaha gösterir.»
«Kefil
de olamaz ilh...» Efendisinden başkasına. Ama efendisine kefil olması caizdir. Zira kitabet
bedelini
efendisine ödemesi gerekir. O zaman efendisine kefil olduğu takdirde efendisine herhangi
bir
şey teberru etmiş sayılmaz. Kitabet bedelini efendisine ödemekle. efendisi adına bir diğerine
ödemesi
birdir. Bedâyî.
«Efendisi
nefsî kefâletle izin versin ilh...» Bu metindeki mutlaka» kelimesinin tefsiridir. Yani ister
efendisinin
izni ile olsun, ister kefil olduğu kimsenin izni ile olsun. İster bu şahıs veya mal için
kefalet
olsun. Hepsi birdir. O zaman «şahıs için» sözü mübalağanın içine girer. Yani velev şahıs
için
de olsa, kefâleti câiz değildir.
Bedâyî'de şöyle denilir: «Mükâteb kefil olsa, kefaleti ödemeden kitabet bedelini ödese ve azad olsa,
kefil
olduğu şeyi ödemesi gerekir. Zira
kefalet onun hakkında artık sahih olarak vaki olmuştur.
Çünkü
azad edildiğinden kefalete ehil olmuştur. Ama çocuk bunun aksinedir.»
«Kefâleti
teberrudur ilh...» Çünkü kefâlet ıvazsız olarak malını veya nefsini teslim etmeyi gerektirir.
Efendisinin
ise mükâtebin kazancına malik olmadığından ona teberru ile izin vermesi geçerli
değildir.
«Karz
da veremez ilh...» Çünkü karz
başlangıcı bakımından teberrudur.
Bedâyî.
Uygun olan, hibe gibi az birşey ile istikraz etmesinin caiz olmasıdır. Kuhistani. Belki daha
uygundur. Bercendî.
«Mal
karşılığında da olsa ilh...» Yani kölesine «Bin lira üzerine hürsün.» dese, kölesi de kabul ets,
azad
edilir. Ama mükâteb bu hakka sahip değildir. Kölesinin azadını, malın ödenmesine bağlaması
da
caiz değildir. Meselâ mükatebin kölesine, «Eğer bana bin dirhem ödersen, hürsün.» demesi gibi.
Kölesini
kendi nefsine satması sözü de bunun gibidir. Çünkü köleyi kendi nefsine satmasında,
kendi
mülkiyetini düşürme ve bir müflisin üzerine borcu sabit kılmaktır.
«Kölesini
evlendiremez ilh...» Yani kölesini cariyesi ile de evlendiremez. Yukarıda geçtiği gibi.
«Zikredilen ilh...» Yani ister menfi, ister müsbet, bütün tasarruflarda mükâteb gibidirler. O halde
bunlar
hacirleri altında olan bir küçük kölenin kölesi ile kitabet yapar, onun cariyesini başkası
ile
evlendirebilirler.
Ama mal karşılığında da olsa onun
kölesini azad edemezler ilh.
Eğer
bunlar kitabet bedelinin kabzını ikrar etseler, bakılır: Eğer bu birtakım şahitler huzurunda
zahiren
yapılmışsa, tasdik olunur ve köle de
azad edilir. Eğer birincisinde onlar deynin tamamının
ödendiğini
ikrar etmektedirler ki bu geçerlidir. İkincisinde ise -ki ikrardır- bu geçerli değildir. Bedâyî.
«Mufâveze
ortaklığı ılh...» Kâfi adlı eserde de böyledir. Zira Kâfi sahibi mufâveze
ortaklığını ticaretle
izinli
köle gibi kabul etmiştir. Nihayede ise mükateb gibi kabul edilmiştir.
«En
benzer görüş üzere ilh...» Zeylaî, «Mufâveze ortaklığını bu tasarruflarda mezun köle gibi kabul
etmek,
fıkıh kaidelerine daha uygundur.» demiştir.
«Onların
tasarrufları hassaten ticârettedir ilh...» Zira bunda esas şudur: Her kimin tasarrufu ticaret
ve
diğer umum şeylerde olursa, o baba ve benzeri gibi cariyeyi evlendirmeye ve kitabet yapmaya
mâlikti.
Her kimin tasarrufları yalnız ticarete tahsis edilmişse, cariyeyi evlendirmeye mâlik değildir.
«Ona
tâbi olarak ilh...» Zira alan kimse eğer asaleten mükâteb ise asıl mükâtebin aczinden sonra
yine
mükâteb olarak kalır.
«Velâdet
yakınlığıdır ilh...» Burada en
çok dahil olan kitabet zamanında doğan çocuktur. Sonra
aldığı
çocuğudur. Sonra da anne ve
babasıdır. İşte bundan ötürü bunlar
hükümlerde farklıdırlar.
Nitekim
bunun açıklaması mükâtebin ölümünden bahseden babta gelecektir.
«İmameyn
buna muhalefet etmişlerdir ilh...»
Zira imameyn, mükâteb köle olan
amcasını ve
kardeşini
satın alsa, onlar da ona tabi olarak mükâteb olurlar, demişlerdir. Zira sıla-i rahmin
vucubiyeti nikâhta haram olanların yakınlığına şamil olur. Bundan dolayı da hür bir kimse ona
nikâh
bakımından mahrem olan bir kimseyi satın almış olsa, azad edilir. Ebû Hanife'nin delili ise,
mükâtebin
kazanç ve mülkiyet hakkının olma-masıdır. İşte bundan dolayı da mükâtebin eline büyük
bir
mal da geçmiş olsa, mükâtebin yine sadaka alması helal olur. Ama mükâteb hibeye mâlik
değildir.
Mükâteb nikâhlı karısını satın alsa, satın almasıyla nikâhı fasit olmaz. Şu kadar var ki
kazanç
yalnız velâdet sıla-i rahmine yeterlidir. Hatta kazanmaya gücü yeten bir kimse, baba ve
annesinin
ve çocuğunun nafakasını ödemekle yükümlüdür. Başkasının değil. Bu konunun tamamı
Hidaye ve
şerhlerindedir.
Ebû
Hânif-e ile İmameynin ihtilaflarınırr semeresi şurada ortaya çıkar: Bir köle anne, baba veya
çocuğuna
malik olsa, Ebu Hanîfe'ye göre onları tekrar satabilir, İmameyne göre ise, onları satamaz.
Dürer'de
olduğu gibi.
Anne,
baba veya çocuğunu satın alan mükâteb ölse, anne, baba ve çocuğu Ebû Hanîfe'ye göre
onun
yerine kaim olmaz ve onun geri kalan taksitlerini ödemeye de çalışmaz. Nitekim bu
Şurunbulâliye'den
de an-aşılmaktadır.
«Ümmü'l-veledini
ilh...» Yani nikâh ile ümmü'l-veled
edildiğim. Azmiye.
«Önce
ümmü'l-veledi de onun çocuğunu satın
alsa ilh...» İbni Melek şöyle der: «En sağlam görüş
mükâteb
önce çocuğunu satın almış oisa, ümmü'lveledi satması haram olur. Zira çocuk babası
tarafından
satın alınmakla mükâteb olmaktadır. Annesi de onun vasıtası ile mükâteb olmaktadır.
Cariyeyi, satın alsa, onu satması haram olmaz. Çünkü haramı gerektirecek çocuğun kitabetidir ki o
da
yoktur. Cariyeyi satın aldıktan sonra çocuğunu da satın olsa, cariyenin satışı haramdır. Çünkü
haramı
gerektirecek çocuğun kitabetidir ki o da yoktur. Cariyeyi satın aldıktan sonra çocuğunu da
satın
alsa, cariyenin satışı haramdır. Çünkü haramı gerektiren çocuğun kitabeti vardır.
Ümmü'i-veled
ile çocuğunun mükâtebin mülkünde
ictimaları geneldir. İster beraber alsın ister
birbirini
takiben alsın. O halde musannıfın «Beraberce» alması ile takyid etmesi mezhebin sağlam
görüşünün
aksinedir.»
«Çocuğuna
tâbidir ilh... Çünkü Rasûlullâh
sallallahi aleyhi vessellem «Ümmü'l-veledi ve çocuğunu
azad
edin.» buyurmuştur.
«Zira
adam ona mâlik olmamıştır ilh...» Yani gerçekten mâlik olmamıştır. Ümmü'l-veled onu kazanır,
mülkü
değildir. Nitekim geçti. Bu görüş,
ayrıntı yapılanla, üzerine ayrıntı yapılan her iki görüşün de
illetidir.
O zaman ancak nikâh mülkiyeti ile onun yatması caizdir. Bu görüş nikahı bozulmaz
sözünün
ayrıntısıdır.
«Kitabet
yapan cariye ilh...» Kitabet yapan câriye kocasını satın alsa, kölesi (kocası) yine onunla
nikâh
akti ile münasebette bulunabilir. Çünkü mükâtebe hakikaten onun rakabesine malik değildir.
Hindiye, Binâye-i Ayniye'den.
«Mutlaka
ilh...» Yani ister satın aldığı kocası ile onun çocuğu olsun, ister olmasın, Rahmetî.
«Hürriyet, onun cihetinden sabit olmamıştır ilh...» Yani beklenen hürriyet. Bu ifadenin manâsı
şöyledir: Mükâtebe olan câriye kocası ile birlikte oğlunu da satın almış olsa, kitabette çocuk
anasına
tâbi olur. Ama çocuğun babası hürriyete kavuşturacak bu kitabette oğluna tabi olmaz. Zira
tâbi
oluş çocuk için özellikle anne tarafından olur ki, kadın çocuğuna tabi olabilir. Çocuğun da
kölelikte, hürriyet ve tedbirde anne-sine tabi olduğu
gibi. O halde çocuğun satın alınması aslının
satışına
mânidir. Eğer beklenilen hürriyet anne tarafından
olursa. Yani o asıl anne olursa. Nitekim
geçen
meselede de böyleydi.
Eğer
asıl baba olursa, babasının mümteni değildir. İşte buna üstün gelen görüş de budur. Zeylai'nin
ifadesi
ise, hürriyet değil, cüz'iyettir. Buna göre ifadenin manâsı, asıl satımına engel olan cüzziyet
ancak
anne tarafından olursa geçerlidir. Bu da orada mevcut değildir. Ben birçok kitaplara
başvurduktan
sonra bu ifadeyi açıklayanı görmedim. Düşün.
«Bir
oğlan çocuğu doğursa ilh...» Buna
mükâtebin cariyesi ile yatamayacağı delili ile itiraz
edilmiştir.
Buna şöyle cevap verilmiştir: Nesebin sübutu, helalliğe bağlı olmaz. Bir kimse oğlunun
câriyesi
veya ortak bir cariye ile yatsa, doğan çocuğun nesebi nasıl sabit olursa. Çünkü tasarruf
mülkiyeti
şüphesi vardır. Nitekim Hidaye'nin şerhlerinde de
böyledir.
Cevhere'de
de şöyle denilmiştir: «Bu itiraza
cevaben şöyle deriz: Meselenin şekli
şöyledir: Kitâbet
yapmadan
önce bir cariye ile evlenmiş olsa,
kitabet yapıldığında o cariyeyi satın alsa, cariye de ona
bir
çocuk doğursa, o çocuk da annesine tebaen onun mükâtebi
o!ur.»
Cevhere'de
olan bu ifadenin üzerine şârihin
yukarıdaki «kendi çocuğu olduğunu
iddia etse» sözüne
ihtiyaç yoktur. Çünkü satın aldıktan sonra
da nikâh devam etmektedir. Nitekim yukarıda da
geçti.
«Kazancının
kazancıdır ilh...» Kazancının kazancı çocuktur. Zeylai. «Zira o çocuk onun memlukü
hükmündedir»
demiştir.
«Cariyesi
ile kölesini evlendirse ilh...»
Keza, kitabın gayrında da şöyledir.
Takaddüm eden, Mükâteb
kölesini
evlendiremez. Onun kölesini evlendirmesi kendi evlenmesi gibi mevkuf olur. Çünkü aktin
meydana gelmesi sırasında onun evlenmesine icazet verecek birisi yoktur. Onun birçok
şeyle hibe
etmesi
gibi. Kendi evlenmesine gelince ona bir icazet veren vardır. Bu da velî için
hürriyettir.»
ifadelerde
Şurunbulalî sonra da bu kapalılığa şöyle cevap vermiştir: «Mükâtebin evlenmemesi
nesebin
sübutuna engel olamaz. Çünkü neseb şüphe ile de sabit olur. Fasit nikâh gibi. Nitekim bu
mesele
geçmiştir.»
İbni
Melek zamiri efendiye döndürmüştür.
Tebyin. Hidaye ve şerhlerinden ilk akla gelen de budur.
Bunun
açık anlamı köle olan efendi değil, hür olan efendidir. O zaman zamiri öyle irca edince, artık
asla
kapalı kalmaz.
Ebussuud,
Şiblî ve başkalarından şunu nakletmiştir: «Uygun olan. metindeki mükâteb kelimesi
ta'nın
esresiyle mükâteb şeklinde okunmasıdır. O zaman kitâbet yapan efendi manasına gelir. Eğer
mükâteb
yerine efendi kelimesini kullansaydı, daha uygun
olurdu.»
Ben
derim ki: O zaman da bunda öncelikle gelme mecazı iddiasına ihtiyaç olurdu.
«Cariye
bir çocuk doğursa ilh...» Musannıf
bu sözüyle şuna işaret etmıştir:
Evlenen cariye ile köle
kitabeti
kendi nefislerine ve bir de ikisinin birlikte olan çocukları namına yaparlarsa, çocuk
öldürülürse
onun kıymeti olan diyeti annesi
ile babası arasında taksim edilir. Annesi onda daha
fazla
hak sahibi olamaz. Çünkü o çocuğun burada kitabete girmesi yalnız tabi olmakla değil, çocuk
adına
kitabeti kabul etmekle olmuştur. Kabul de her ikisinden olmuştur. O halde çocuk hem
annesine,
hem de babasına tâbidir. Zeylai.
«Daha
tercih edilir ilh...» Zira çocuk babasından ayrıldığında onun için bir
kıymeti yoktur. Ama
annesinden
ayrıldığında kıymeti takdir edilir. O halde çocuğun annesine tabi olması daha
tercihlidir.
Yine çocuk kölelik ve hürlükte annesine tâbi olur. Bundan dolayı da annesi çocuğun
kazancına babasından daha hak sahibidir. İtkanî.
«İmam
Muhammed burada muhalefet ilh...» Zira imam Muhammed, «O çocuk kıymetiyle hürdür ki,
onun
kıymetini filhâl köleyi istihkâk eden adama verir. Eğer evlenmesi efendisinin izni ile olmuşsa
hüküm
böyledir. Yok eğer efendisinin izni ile evlenmemişse, mükâteb veya mezun azad edildikten
sonra,
onun kıymetini verir, sonra da vermiş olduğu azaddan başkasının istihkâkı olan ve kendisini
aldatmış
bulunan cariyeden alır. Eğer onu
aldatan ticaretle mezun veya mezun
olmayan bir köle ise
veya mükâteb ise, o çocuğun kıymetini ödedikten sonra,
azaddan sonra döner, ödediği kıymeti
kendisini
aldatan mezun veya mükâteb köleden alır. Çünkü evlenmek tİcaret babından değildir.
Öyleyse ödeme efendi için geçerli değildir. Eğer evlenen köleyi bir hür
aldatmışsa, derhal cariyeyi
istihkak
eden kişi kölenin evliliği efendisinin izni ile olmuşsa efendisinden derhal alır. Eğer
evlenmesi
efendisinin izni ile değilse, müstahık ancak o mükateb veya mezun köle hürriyetine
kavuştuktan
sonra rücu ederek ondan alır. Cariye ile evlenen köle hürriyetinden sonra ödediği
mehri
yerinde açıklandığı gibi rücu
ederek kimseden alamaz. Aldatılmanın hükmü ise, «Cariye
hürdür»
haberiyle değil, onun başka birisiyle evlendirmekle tesbit edilir.» demiştir. Zeylaî.
«Aldatılmış kişinin çocuğudur ilh...» Bu söz İmam Muhammed'in görüşüne delilidir. O halde bu
hazfedilen
bir görüşün illetidir. Zira İmam Muhammed, çocuktan zararı def için «0 çocuk kıymetiyle
hürdür.»
demiştir. «Çünkü aldatılan kişinin çocuğudur.»
İmameyn
ise, aldatılanı hür ile tahsis etmiştir. Zeylaî şöyle demektedir: «İmameynin delili şudur: O
çocuk
iki köle arasında doğmuştur. O zaman köle olur. Zira çocuk kölelik ve hürriyette annesine
tabidir.
Biz bunu hürde sahabilerin icmaı ile terkettik. Köle de hiçbir zaman hür gibi değildir. Zira
müstahık
olan efendinin hakkı hürde halen vacib olan kıymeti ile
ödenmesi mecburidir. Kölede ise
azaddan
sonraya tehir edilen kıymeti ödenir. O zaman burada kölenin hürre ilhakı güçlük doğurdu.
Çünkü
aralarında eşitlik yoktur. Fakihler
bu meseleyi bu yerde bu şekilde zikretmişlerdir.»
Bu
meselenin sonucu: Aldatılmak hürre aittir. O zaman kölenin onunla kıyası mümkün değildir. Zira
aralarında eşitlik yoktur. Çünkü hür gibi köledenl o
çocuğun kıymeti peşin olarak taleb edilemez. O
zaman
cariyeyi istihkak eden kimse zarara sokulmuş olur.
«Zeylaî
de kapalı görmüştür ilh...» Zeylaî
şöyle demiştir: «Bu mesele cidden kapalıdır. Çünkü
efendisinin
verdiği izin sebebiyle, kölenin borcu ödemesi lazım gelirse, efendi hakkında zahir olur
ve
efendiden derhal taleb edilebilir.
Buradaki mevzu ise eğer efendisinin izni olduğu takdirde
farzedilir.
Bu da ancak efendinin izni ile evlenmişse doğru olur. Çünkü efendisinin izni olmadan
evlenmekle
efendisi hakkında borç açığa çıkmış olmaz. O halde efendiye ne mehir, ne de çocuğun
kıymetini
peşin olarak ödemek gerekmez. Bu meseleyi takip edecek mesele, bu mana ile bu
meseleye
delil olmaktadır. Bu mevzuu
hakikaten kapalıdır. Çünkü İmam
Muhammed'in İstidlâl'deki,
«Nikâh
efendinin izni ile olmuşsa da çocuğun kıymetinin istenilmesi azaddan sonraya bırakılır.
Sözünde
kapalılık vardır. Yoksa imameynin
aldatılanı hür ile tahsis etmelerinden dolayı değildir.
Nitekim
şârihin sözleri bunu düşündürmektedir. Bazıları bu kapalılığa şöyle cevap vermişlerdir: Bu
meselede efendinin izni çocuğun hürriyet veya köleliğine sebep değildir. Ancak hürriyetin sebebi
annesinin
hür olması veya çocuğun bir hür babadan olmasıyla mümkündür. Burada efendi
hakkında
bu açık olmadığı için efendiden çocuğun kıymetinin veya mehrin bu durumda ödenmesi
istenilemez. Bunun mislini T. de Razi'den nakletmiştir.»
Vanî'den
şu nakledilmiştir: «Bir şeye izin vermek, o şeye bağlı
olanlara da izin vermek
demektir.
Eğer
o bağlılık izin verilen şeyin gerekli
unsurlarından ise hüküm böyledir.
Cariye ile münasebette
bulunmak
ise iznin gereklerinden değildir.» Düşünülsün.
Turî
de şöyle cevap vermiştir: «Biz mükâteb ve mezun köleye hürlerin
hükmünü verdik. Ama onlara
hür
hükmü vermemiz, efendinin ona nikah
izni vermesi zımnında tutmaz.
Nikâhın sıhhati efendinin
cariye
ile evlenmesine izin verilmesine
bağlıdır. Yoksa efendinin ona evlenme
izni vermesi
efendinin
onun evlenmesine zamin olması
demek değildir. Bu gelecek satım akdi meselesinin
aksinedir. Çünkü gelecek satım akdi meselesindeki izin fasit olan satımı da kapsamına alır. O halde
satım
meselesi ile mükâteb veya mezunun evlenmesi birbirinden ayrılır». Bu görüşlerin hepsinin
zayıf olduğu da gizli değildir.» Düşünülsün.
Miraç
ve Kifâye'de açık olarak zikredilene gelince, İmam Muhammed'in görüşü üzerine mükâteb
veya mezun efendinin izni ile cariyeyle evlenmiş olsalar, çocuğun kıymetini de cariyenin mehrini
de
efendinin
vermesi gerekir. Yok eğer efendinin
izni ile evlenmemişse mükâteb veya mezun azad
edildikten
sonra kendileri öderler. Bu da yine yukarıda geçti. O zaman Zeylaî'nin kapalı bulması
İstidlâl'de
zikredildiğı üzere İmam Muhammed'den nakledilene uygundur. O zaman İstidlâl'de
zikredilen
mehir ve çocuğun kıymetini istemenin
geri bırakılması efendiden izin almadan
evlenmeye aittir. Nitekim Kifâye'de de böyle kayıtlanmıştır Kapalılık da bununla ortadan
kalkmaktadır.
Evet.
mesele böyle farzedilmediğinden yine de kapalılık vardır. İşte bundan ötürü şarihlerin bazıları
bunu
hazfederek yalnız birinci sözle
yetinmişlerdir.
«Onun
yatsa ilh...» Yani efendisinin izni olmadan. Hidaye. Ama efendisinin izni ile evlenirse,
öncelikle. Miraç.
«Sahih
bir satışla satın alsa ilh...» Şurunbulaliye'de buna itiraz edilmiştir. Ki «Zaten istihkak alışın
sıhhatine
engeldir.»
Uygun olan, metinin ifadesi üzerine ihtisar etmektir. Her ne kadar «Sıhhat, dış görünüşe göre olur.»
diye cevap verilse de hüküm
böyledir.
«Kitabetine
dahildir ilh...» Yani ukur kitabete dahildir. Hidaye'de söyle denilmiştir: «Zira ticaret ve
tabiileri
kitabete dahildir. Ukur da bunun
tabiilerindendir.»
Veya
satın alma fasit de olsa, kitabete
dahildir. Çünkü kitabet ticaretin sahihini de, fasidini de içine
alır.
Vekâlet verme gibi. Nitekim Hidaye'de de böyledir.
Veya
mutlak zikredilen satın alma
kitabete dahildir. Ukur da öncelikle dahil olur. Ki, her iki şeklini
de
kapsamına alsın. Zira alış için izin vermek, yatmak ile de izin
vermektir. Bunu şarih Dürer'den
almıştır.
Zira Dürer'de, «Sadri Şeria şöyle demektedir: «Birisi, «ukur alışla değil, münasebetle
sabittir.
Alış izni ise münasebete izin değildir. O halde münasebette bulunmak hiçbir şekilde
ticaretten
değildir. O zaman ukur efendiye sabit olmaz.» dese, ben derim ki: Bu sorunun cevabı
şudur:
Kabul ediyoruz ki ukur başlangıçta
alışla değil münasebetle sabittir. Şu kadar var ki
münasebet
alışa istinaden yapılmaktadır.
Eğer alış olmasaydı şüphesiz münasebet haram olurdu,
onunla
ukur sabit olmaz, had vacib olurdu.
O zaman alış için izin her ne kadar bu kendi başına
ticaretten
olmasa da münasebete izindir. Şu kadar var ki alış ticarettendir. O zaman ukur efendi
hakkında
sabit olur
denilmıştir.
Şurunbulâliye
de şöyle demiştir: «Şârihin asıl için izin münasebete izindir demesi, kabul edilen bir
şey
değildir. O zaman uygun olan bu görüşü terk etmesiydi. Ondan önce zikrettiğine
ihtisar
etmesiydi.
Ondan sonrakini İnaye'deki sözler açıklamaktadır. İnaye'deki görüş şudur: «Kitabet alışı
gerektirir.
Alış da haddin düşmesini gerektirir.
Haddin düşmesi de ukru gerektirir. O halde kitabet
ukru
gerektirir. Ama gelecek meseledeki nikâh böyle değildir.»
«Efendisinin
izni olmadan bir câriyeyi nikâhlasa ilh...» Yani bu sözü nikâhla ilgilidir.
T.
Diyor ki: «Eğer nikâhı efendisinin izni ite yaparsa, ukur efendi hakkında söz konusu olur,
mükâteb
de ukur ile peşin istenilir.» Şibli.
«Azad edildikten sonra ilh...» Ukur nikâhlanan kadın dul ise mükâtebin azadından sonraya bırakılır.
Eğer
kadın bâkire ise, o da bikrini bozmuşsa, ukur ondan peşin olarak alınır. İtkanî, Tahtavî,
şerhinden.
«Nikâh
onun kitabetine dahil değildir ilh...» Yani izinsiz nikâhlanması halinde. H. Yani nikâh
kazançtan
değildir.
«Babın
başında ilh...» Babın başında geçen şudur: Mükâteb efendisinden izinsiz
evlenemez.
«Her
iki fasılda da ilh...» Yani ister sahih, ister fasit olsun alış ve nikâh faslında. Çünkü ikisinin illeti
de
birdir. Zira izin kitabet gibi
hacri kaldırmaktadır. O halde köle ticarete mâliktir. Nikâh ise
ticaretten
değildir. Ama bunun aksine alış, ticarettendir.
«Cariye
için muhayyerlik hakkı vardır ilh...» Zira o, bedel ile acil bir hürriyeti telâkki ettiği gibi
bedelsiz
olarak da gelecekte hürriyeti yine telâkki etmiştir. O zaman ikisinin arasında muhayyerdir.
Aynî.
«Dilerse
kitabetine devam eder ilh...» Efendisi ölürse, doğumla azad edilir. ondan bedel de düşer.
Zeylaî.
«Efendisinden
ukrunu alır ilh...» Aldığı ukurla da kitabet bedeline yardımcı olur. Eğer çocuk ana
rahmine
kitabet halinde düşmüşse. Zira efendisi mükâtebine karşı, onun menfaât ve kazançlarında
hep
yabancı gibidir. İtkanî.
Çocuğun
ana rahmine kitabet süresinde düştüğü ya efendinin ikrarı ile veya kitabet zamanından
başlamak üzere altı aydan fazla bir zaman içinde doğmasıyla sabit olur. Eğer altı aydan noksan bir
zaman
içinde doğum yaparsa, efendiye ukur yoktur.
«Çocuğun
nesebi, kadın tasdik etmese dahi sabit olur ilh...» Eğer ikinci bir çocuk daha doğarsa,
mahkemeye
gidip dava edilmeden sonra nesebi
sabit olmaz. Çünkü mükâtebesi ile münasebet
efendisine
haramdır. Ama ümmü'lveledin çocuğunun nesebi dava etmeden de sabit
olur.Ümmü'l-veledle
münasebet helâl olduğu takdirde.
Dürer'de olan «Mükâtebi ümmü'l-veled
yapmak
caizdir.» sözünden maksat helâl olması değil, sahih olmasıdır. Nitekim buna Şurunbulâlî
de
dikkat çekmiştir.
«Cariye
rakabe olarak efendisinin mülküdür
ilh...» Ama bunun aksine efendi,
mükâtebe yaptığı
cariyenin
çocuğunun kendisinin olduğunu iddia etse, o çocuğun nesebi ancak mükâtebe cariyenin
tasdiki
ile sabit olur. Çünkü efendinin hakikaten mükâtebe yaptığı cariyenin mülkünde mülkiyeti
yoktur.
Ancak onun cariye üzerinde mülkiyeti vardır. Minah.
«Efendisi
ondan çocuk talep ettiğinden, efendisinin ölümü ile meccanen azad edilir ilh...» Yani
hiçbir
karşılık vermeden. efendinin
ölümü ile azad edilir, kitabet bedeli de ondan düşer. Zira o,
çocuğun
annesi olma sebebi iIe azad edilmiştir. Kitabetten sonra da istiladin hükmü bakidir. Çünkü
istilad
ile kitabet arasında bir zıtlık yoktur. Azad edildiği zaman hem çocukları, hem de kazancı ona
teslim
edilir. Zira o cariye mükâtebe olduğu halde azad edilmiştir. Efendisinin hayatta iken onu
azad
etmesinde olduğu gibi.
Zeylaî.
«Kıymetinin üçte ikisini ödemek için çalışır ilh...» Zira kitabetten önce yapılan tedbir ile kıymetinin
üçte
biri ona teslim edilmiştir. O zaman onun kitabet bedeli kıymetinin üçte ikisidir. Zira Ebû
Hanîfe'ye
göre azad parçalanmayı kabul eder. Üçte birinin ötesinde müdebber yine köle kalır. İşte
kitabet
de bu kısımda olur. O zaman onun azadı için iki yön ortaya çıkar. Birisi, vadeli kitabetin
bedelini
ödemek, diğeri de kitabet bedeli için peşin olarak çalışmaktır. O halde müdebber
muhayyerdir. Çünkü, bedellerden çok olanın ödenmesinin zaman itibariyle daha kolay olması
caizdir.
Az olan ise ödeme bakımından daha
zordur. Çünkü peşindir. O halde muhayyerlikte fayda
vardır.
Her ne kadar malın cinsi bir olsa da.
İmam
Ebû Yusuf'a göre ise, bedellerden hangisi az ise, onu ödemeye çalışır. İmam Muhammed'e
göre
ise, eğer kıymetinin üçte ikisi
daha az ise ona çalışır. Yok kitabet bedelinin üçte ikisi daha az
ise
çalışır. Bunun tamamı Tebyin'dedir.
«Ondan
başka tereke bırakmamışsa ilh...» Ama ölen efendi zengin ise, kölenin kıymeti efendinin
malının
üçte birinden çıkarsa, o zaman tedbir ile azad edilir. Dürrü Münteka.
«Mükâtebe
yaptığı köleye tedbir yaparsa
ilh...» Bu, bir önceki sözün aksinedir. Çünkü burada tedbir
mükâtebeden
sonradır.
«Sahihtir
ilh...» Zira onda azada maliktir. O halde ölüm şartıyla azadı talik etmeye de malik
olur.
«Ödemekten
âciz değilse ilh...» Kitabet bedelini efendisinin ölümünden önce öderse azad edilir.
Eğer
ödeyemezse ölümünden sonra ödemeye çalışır.
«Kıymetinin üçte ikisini öder ilh...» Bu Ebû Hanîfe'ye göredir. İmameyne göre
ise, kitabet bedeli ile
kıymetinden
hangisi daha az ise onu ödemeye
çalışır. İmameyn ile Ebû Hanife arasındaki ihtilaf,
azad
etmenin parçalanmayı kabul etmeyeceği
meselesi üzerine bina edilmiştir. Bedelin miktarına
gelince
onda ittifak etmişlerdir. Zira kitabet bedeli kitabetten önce eğer hürriyetten hiçbir şey
istihkak
etmemişse, köleliğin tümünün karşılığıdır. Eğer rakabenin bazısı kitabetten sonra azad
edilirse, kitabet bedelinden onun hissesi düşülür.
Ama
bunun aksine tedbir kitabetten önce
olursa, bunun aksinedir. Çünkü tedbir ile kölenin üçte biri
kendisine
teslim edilmiştir. O zaman kitabet bedeli ona teslim edilmeyen kıymetinin üçte ikisinin
karşılığıdır. Zeylaî.
İmameynin
görüşü daha açıktır. Nitekim
Mevâhib'de de böyledir. Ebussuud
Hamevî'den.
«Meccânen
azad edilmiş olur ilh...» Ondan kitabet bedeli de düşer. Çünkü kitabet bedelini azad
edilmesi
için borçlandırmıştır. O da iltizamsız hasıl olmuştur. Efendi kitabet bedeline onun hürriyeti
karşılığında hak kazanmıştı. Onu meccânen azad etmekle, o kitabet bedeli de yok
oldu.
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilir: «Hidaye sahibinin.
«Onun kazançları da salimen ona teslim edilir.»
sözünden
anlaşılan, yani köle meccânen azad edildikten sonra onun kazandıkları da ona azad edilir
demektir.
Hidaye sahibinin bu sözünde bir
görüş vardır. Çünkü bu rivayet imam Muhammed'in
kitaplarında
ve ondan sonra gelen Tahavî, Kerhî ve
Ebülleys gibi diğer mütekaddimîn âlimlerin
kitaplarında
da mevcut değildir. O halde uygun
olan, efendisi onu meccânen azad
ettiği takdirde
onun
kazandıklarının efendinin
olmasıdır. Mükâteb, kitabet bedelini ödemekten âciz olduğunda,
onun
kazandıkları nasıl efendisinin olursa.» Daha sonra Gâyetü'l-Beyân sahibi bu mesele üzerinde
uzun
istidllallerde bulunmuştur. Bu
meseleyi Hidaye şârihlerinden Miraç, İnâye ve Kifâye sahipleri
gibi
kimselerin böyle anladıklarını, açıkladıklarını da görmedim. Allah daha iyisini
bilir.
«İstihsanen
sahihtir. ilh...» Kıyas bunun sahih olmaması üzerinedir. Çünkü burada süre mal ile
karşılanmaktadır. İstihsanın şekli ise, vade mükateb konusunda bir yönüyle maldır. Çünkü
ödemeye
ancak vade ile kâdir olabilir.
Kitabet bedeli ise bir yönüyle mal değildir. Hatta kitabet
bedeline
kefil olmak da geçerli değildir. O halde kitabet bedeli ile vade denk olmaktadırlar. İbni
Kemal.
Hasta
bir kimse bir sene vade ile iki bin dirhem üzerinden kölesi ile kitabet yapsa, sonra ölse,
mükâtebin
kıymeti de bin dirhem olsa, varisler
vadeye izin vermeseler, hasta kitabet yaptığı
köleden
başka bir mal da bırakmasa, mükâteb bedelin üçte ikisini öder. İmam Muhammed'e göre
ise,
kıymetinin üçte ikisini peşin,
geri kalan kısmını da vadesinde öder. Veyahut köle olarak kalır.
Çünkü
onun kitabet bedeli rakabenin yerine
geçer. O zaman onun kitabet
bedeli onun üçte birinde
geçerli
olur.
Bir
kimse bir sene vade ile bin dirhem üzerinden kölesi ile kitabet kesse, kölenin kıymeti ise iki bin
dirhem
olsa, varisler vadeye icazet vermeseler, köle kıymetinin üçte ikisini peşin öder, geri kalan
kısmı
ise düşer. Veya itttifakla köle
olarak kalır. Kitabeti de müsâmaha miktarı kadarıyla tehir ile
birlikte
üçte birde hâfiz
olur.
Bir
hür, kölenin efendisine, «Bin
dirhem üzerine gaib olan kölen ile kitabet kes. Eğer ben onu
ödersem,
hürdür.» dese, efendisi de o şart üzerine kölesi ile kitabet yapsa ve o şartı kabul etse,
sonra
da hür adam o bin dirhemi ödese, kesilen şartın hükmü ile köle azad edilir. Yine. odam «Ben
ödersem...» demese de parayı ödediğinde köle istihsanen azad edilir. Çünkü fuzulî bir kimsenin
zarar
olmayan herhangi bir şeyde tasarrufu nâfizdir. Hür bundan sonra dönüp köleden bir şey
olamaz.
Zira teberru
etmiştir.
Fuzulî'nin
kitabet istediği gaib olan köleye ulaştığında köle bunu kabul ederse mükateb olur. Zira
kitabet
ancak kölenin kabulüne ihtiyaç gösterir. Kölenin kitabet bedelini üzerine olması için.
Hazır
olan bir köle efendisine. «Benimle ve burada olmayan falan kölenle kitabet yap.» dese, o da
kitabet
kesmiş olsa, efendinin huzurundaki köle bunu kabul etse, istihsanen akit hazır olan köle
hakkında
asaleten, gaib olan köle hakkında da teban geçerlidir. Bunların herhangi birisi kitabet
bedelini
öderse, rücu hakkı olmaksızın ikisi birlikte azad edilirler. Efendilerine herhangi birisinin
bedeli
ödemek istemesi halinde kabul için zorlanır. Gaib olan köleden hiçbir şey talep edilemez.
Çünkü
o üzerine bir şey iltizam etmemiştir. Gâibin ÖLÜMkitabeti kabul etmesi lağvdır. Ona itibar
edilemez.
Reddetmesine nasıl itibar yoksa. Efendi eğer gaib olan kölesini azad ederse, hazır olan
kölenin
kestiği kitabet bedelinden gaib olanın hissesine düşen miktar düşülür. Eğer efendi
huzurdaki
köleyi azad ederse, veya köle ölürse,o zaman gaib hissesine düşen kitabet bedelini
peşin
öder. Eğer peşin ödemezse, yine köle olarak kalır.
Efendi,
hazır olan köleyi ibra etse veya kitabet bedelini ona hibe etse.ikisi birlikte azad edilirler.
Efendi,
cariyesi ve cariyesinin iki küçük çocuğu için kitabet kesse, cariye de kabul etse, yukarıda
geçtiği
üzere, istihsanen geçerlidir. Bunlardan hangisi kitabet bedelini ödese; diğerinin üzerine
rücu
edip bir şey alamaz. Çünkü müteberridir. Kitabet bedelini kabul etmek üzere efendiye de
zorlanır.
Yukarıda geçen meselenin sonuna kadar olan hükümler. aynen bu mesele için de
geçerlidir.