MUDARIBIN MUDAREBESİ BABI
METİN
Musannıf
tek işletmeci(mudârıb)yi
zikrettikten sonra bu konuda mudarebenin mürekkep kısmına
geçmektedir.
İşletmeci, mâlikin (sermaye sahibi) izni olmadan elindeki mudârebe sermayesini diğer bir şahsa
mudarebe
için verirse, ikinci işletmeci sermayeyi mala çevirene kadar zamin olmaz. Zahirî rivayete
göre
ikin-ci işletmeci ister kâr etsin ister zarar, durum değişmez. Çünkü serma-yeyi bir başkasına
vermek
vedîa olarak vermek demektir.
İşletmeci de mudarebe sermayesin) vedîa olarak vermek
hakkına
sahiptir.
Ancak,
ikinci işletmeci sermayeyi mala çevirirse, bunun emanet de-ğil, mudarebe olduğu ortaya
çıkar.
O zaman birinci işletmeci sermayeye. zamindir. Ancak ikinci mudarebe fasit olursa, kâr da
olmuş
olsa yine tazmin sorumluluğu yoktur. O zaman birinöi işletmeci sermayeye za-mindir. Ancak
ikinci
mudarebe fasit olursa, kâr da olmuş olsa yine taz-min sorumluluğu yoktur. O zaman ikinci
işletmeci için birinci işletmeci, ecr-i misil verir. Kendisi de sermaye sahibi ile aralarındaki şarta
göre
kârı paylaşır.
Sermaye,
ikinci işletmecinin elinde tazmini gerektiren mala çevrilmezden önce zayi olursa, bunu
hiç
kimse zamin olmaz. Sermaye ikinci işletmeciden gasbedilirse yine kimse zamin olmaz. Bu
durumda
tazmin yükümlülüğü yalnızca gasbedene aittir.
İkinci
işletmeci malı helak eder veya bir diğerine hibe ederse, taz-min yükümlülüğü özellikle ona
aittir.
İkinci işletmeci sermayeyi mala çe-virirse -ki zamin olur- mal sahibi muhayyerdir. Dilerse
birinci
işletmeci-den dilerse ikinci işletmeciden, sermayeyi tazmin ettirmeyerek kârdan pay alması
caiz
değildir.
Bahır.
İZAH
«Zahirî
rivayete göre ilh...» Zahirî rivayet Ebû Hanîfe'ye aittir. İmameyn'in
görüşü de budur. Minâh.
«Fasit
olursa ilh...» Bahır'da şöyle denilir: «Mudarebenin biri veya ikisi de fasit olursa, ne birinci
işletmeci, ne de ikinci işletmeci zamindir. Yalnız ikinci işletmeci birinci işletmeciden ecr-i mislini
alır.
Birinci işletmeci de ona ödediğini daha sonra mal sahibinden geri alır. Zarar da yalnız sermaye
sahibine
aittir.
Eğer
birinci mudarebe geçerli olursa, ikinci işletmeci ecr-i mislini aldıktan sonra elde edilen kâr,
aralarındaki şarta göre birinci işletmeci ile sermaye sahibi arasında taksim edilir.
Eğer
birinci mudarebe de geçerli değilse, «birinci işletmeci de mal sahibinden ecr-i misil alır.»
denilmiştir.
«Özellikle ona aittir ilh...» En meşhur, olan görüşe göre mal sahibi muhayyerdir. Hangisini dilerse
ona
tazmin ettirir. İhtiyâr'da olduğu gibi. Sâyıhânî.
«Mal
sahibi muhayyerdir ilh...» Eğer mal sahibi sermayeyi birinci işletmeciye, tazmin ettirirse, o
zaman
onunla ikinci işletmeci arasındaki mudarebe geçerli olur. Kâr da aralarındaki şart üzere
taksim
edilir.
Mal
sahibi sermayeyi ikinci işletmeciye tazmin ettirirse, o da birinci işletmeciye tazmin ettirir. Yine
aralarındaki mudarebe geçerli olur. Kâr da aralarında taksim edilir. Ancak bu kârı yemek ikinci
işletmeciye
mu-bah, birinci işletmeciye mubah
değildir. Bahır.
Bunda
bir görüş vardır. Eğer ikinci
işletmeci de sermayeyi üçüncü bir kişiye mudarebe için verirse,
bu
üçüncü kişi ister kâr etsin, ister zarar etsin, bakılır: Eğer birinci işletmeci sermayeyi ikincisine
verirken,
«Ken-di reyinle çalış.» demişse, o
zaman, sermaye sahibi sermayeyi üç işlet-meciden
dilediğine
tazmin ettirir. Eğer üçüncü işletmeciye tazmin etti-rirse, üçüncü ikinciye, ikinci de
birinciye
rücû eder. Yok eğer birinciye tazmin ettirirse, o (birinci işletmeci), artık kimseye tazmin
ettiremez.
Sermaye
sahibi sermayeyi eğer birinci işletmeciye tazmin ettirmez-se, birinciye tazmin
yükümlülüğü
zaminiyeti yoktur. İkinci ile üçüncü iş-letmeci zamin olur. Muhit'te de böyledir.
«Sermayeyi ikinci işletmeciye tazmin ettirir ilh...» Bu ifade gösteri-yor ki, sermaye sahibi,
sermayeyi
ikinci
işletmeciye tazmin ettirdiği
tak-dirde ikinci işletmeci de birinciye döner. Çünkü onun
dayanacağı olan mülküdür. Kûhistânî. Sâyıhânî.
«Kârdan
pay alması caiz değildir ilh...» Çünkü ikinci işletmeci ser-mayeyi mala çevirdiği için gâsıb
olmaktadır.
Mâlik de gasbedilen eşya gittiğinde ancak onun
bedelini tazmin ettirir. Mâlik
gasbedenden
kâr alma hakkına sahip değildir. Ben bunu böyle anlıyorum. T.
METİN
Sermaye
sahibi birinci işletmeciye
sermayeyi verirken ikinci bir şah-sa mudarebe sermayesi olarak
devretme
izni verse, o da kârın üçte biri ile
sermayeyi ikinci bir şahsa mudarebe etse, mâlik
sermayeyi birinci işletmeciye verirken, «Allah'ın rızık olarak verdiği aramızda yarı yarı-yadır.» demiş
olsa,
o zaman mâlik şartına binaen ikinci işletmecinin yap-tığı kârın yarısına sahip olur. Birinci
işletmeci kârın altıda birini, ikinci işletmeci de aralarındaki şarta göre kârın altıda ikisini alır.
Sermaye
sahibi sermayeyi birinci işletmeciye verirken, «Allah'ın sa-na rızık olarak verdiğine yarı
yarıya
ortağız.» dese, o zaman kârın üçte
biri ikinci işletmeciye, mâlikin sermayeyi verdiği zamanki
sözüne
itibar edilerek de kârın geri kalan kısmı kendisi ile birinci işletmeci arasında yarıya taksim
edilir.
Buna göre her birine kârın üçte biri düşmüş olur.
Sermaye
sahibi, sermayeyi verirken, «Kazandığın aramızdadır.» ve-ya «Senin kazandığın
aramızdadır.» veya benzeri bir söz söylemiş ol-sa veya birinci işletmeci ikinci işletmeciye kârın üçte
birinden
fazla ya da eksiğini şart
kılmış olsa, o zaman ikinci işletmeciye şart kılınan kı-sım çıktıktan
sonra
kârın kalan kısmı mâlik ile birinci işletmeci arasın-da taksim edilir.
Mal
sahibi işletmeciye, «Kazandığın
aramızda yarı yarıyadır.» dese, o da sermayeyi ikinci bir
işletmeciye,
kârın yarısı şartı ile verse, o
za-man kârın yarısı ikinci işletmeciye, geri kalan yarısı da
mâlik
ile birinci işletmeciye yarı yarıyadır. Çünkü birinci işletmecinin kazandığı yalnızca kârın
yarısıdır.
Mal
sahibi sermayeyi verirken işletmeciye, «Allah'ın rızık olarak verdiğinin
yarısı benimdir.» veya
«Allah'ın fazlından verdiği aramızda yarı yarıyadır.» dese, birinci işletmeci de sermayeyi kârın yarısı
ile
ikinci bir işletmeciye verse, o zaman kârın yarısı mal sahibinin, diğer yansı da ikinci
işletmecinindir. Birinci işletmeciye ise hiçbir hak yoktur. Çünkü o, hakkını ikinci işletmeciye
vermiştir.
Birinci
işletmeci ikinci işletmeciye kârın üçte. ikisini şart kılarsa, kârın altında birine de zamin olur.
Çünkü
birinci işletmeci kârın üçte ikisinin teslimini borçlanmıştır.
İşletmeci kârın üçte birini mâlike, üçte birini mâlikin kölesine -mu-sannifin işletmeciye çalışması
şartıyla
mâlikin kölesine de pay ayır-ması bir kayıt değil, adet üzere olan bir sözdür- üçte birini de
kendi-sine
şart kılarsa, bu geçerlidir. Bu durumda işletmeci sanki kârın üçte ikisini kölenin
efendisine
yani mâlike şart kılmış gibi olur. Bütün kitap-larda da böyledir. Burada
metnin ve şerhin
bazı
nüshalarında yanlışlar vardır, dikkatli olunuz.
İZAH
«İkinci
bir şahsa mudarebe etme izni verse ilh...» Bu ifade, metnin gecen kısmındaki «izinsiz»
tabirinden
anlaşılmaktadır.
«Şartına
binâen ilh...» Çünkü mâlik sermayeyi verirken kârın ta-mamının yarısını kendisine şart
kılmıştır.
«Kalan
ilh...» Burada bu kelimenin düşürülmesi daha uygundur. Hâlebî. Aslında geri kalan birinci
işletmecinin ikinci işletmeciye şart kıl-dığının fazlasıdır. Zira birinci işletmecinin ikinci, işletmeciye
vereceği
kâr nisbeti yalnız kendi hissesinden verilir. Birinci işletmeci ikinci işletmeci-ye mâlikin
payından herhangi birşey vermeye yetkili değildir. Zira o, kârın kendi payı olan yarısından, kârın
tamamının
üçte birini ikinci iş-letmeciye vermeyi kabul etmiştir. O zaman kârdan yalnız altıda bir
kal-mıştır.
Bu da şarta binaen birinci işletmecinin hissesine düşmektedir.
Bu
hususta Bahır'da şöyle denilir: «Bu kâr hepsine helâldir. Çünkü ikinci işletmeci birinci
işletmecinin yerine çalışmış olmaktadır. Bu, müş-terek bir işçinin kendi ücretinin bir kısmı
karşılığında bir başkasını ye-rine çalıştırması gibidir.»
«Mâlikin
kölesine ilh...» Musannıf burada, «mâlikin kölesi» tabiri ile takyid etmiştir. Zira
işletmecinin kendi kölesine çalışması şart koşulma-dan kârdan bir payın şart koşulması caiz
değildir.
Köle borçlu olduğu takdirde köleye kârdan şart kılınan hisse mâlikin olur. Köle borçlu
de-ğilse,
böyle bir şart geçerli değildir.
Kölenin çalışması ister ayrıca şart kılınsın, ister kılınmasın.
Ona
şart kılınan kâr, işletmecinin olur. Bahır.
Burada
âkidin, «efendi» olması ile kayıtlanmasının sebebi, buradaki kölenin ticarete izinli olmayan
bir
köle olduğunun gösterilmek
isten-mesidir. Çünkü ticaretle izinli kölenin bahsi ileride
gelecektir.
Musannıfın,
«mâlikin kölesi» sözü, mükâtebi de içine almaktadır. Yani mal sahibinin mükâteb
kölesine
de kârdan bir hissenin şart kılın-ması geçerlidir. İşletmecinin mükâtebine kârdan bir
hissenin
şart kılın-ması da geçerlidir. Lâkin ister mâlikin ister işletmecinin olsun, mükâtebin
çalışması şarttır. Burada mükâtebe kârdan şart kılınan hisse efen-disine değil, kendisine verilir.
Eğer
mükâtebin veya kölenin çalışması şart
kılınmazsa, mudarebenin kârından bir hissenin ona
şart
kılınması caiz değildir. Bunun gibi, çalışması şart kılınarak ecnebi birisinin de kâra ortak
edilmesi
halinde mudarebe geçerli olur. Eğer çalışması şart kılınmamışsa, ona şart kılman hisse
mal
sahibinin olur. Kılman şart bâ-tıldır. Bahir. Bu husustaki açıklama ileride gelecektir.
Bu
konuda işletmecinin veya mâlikin karısı ve çocukları da ecnebi gibidir. Nihâye'de de böyledir.
Bahır.
Kölenin
çalışmasının şart kılınması kaydı, mal sahibinin işletmeciyle birlikte çalışmasından
kaçınmak içindir. Zira sermaye sahibinin işletme-ciyle çalışmasını şart kılmak, mudarebeyi fasit
eder.
İleride geniş açık-lama gelecektir.
«Efendisine
ilh...» Lâkin efendi, kölenin kârdan olan üçte bir hak-kını kayıtsız şartsız alamaz. Bunun
illeti
Tebyîn adlı eserde mevcuttur.
Tebyîn'de özetle şöyle denilir:
«Eğer köle borçlu değilse onun
kârdan
olan hissesi, çalışması ister şart kılınsın, ister şart kılınmasın, efendisi-ne aittir. Eğer köle
borçlu
ise ve efendisi onun çalışmasını şart koş-muşsa, efendi de diğer alacaklılar gibi olur. Çünkü
köle
efendisinin ma-lında işletmeci gibidir. Kazancı kendisine aittir. Kazandığını alacaklıları, onun
borcu
yerine alırlar.
Efendi
(malik), kölenin çalışmasını şart kılmamışsa, o zaman, kö-le akitten ecnebidir. Sanki onun
hakkında
hiç konuşulmamış gibi olur. Bu sebeble onun hissesine düşen kâr efendisinindir. Çünkü
o
kâr, efen-dinin mülkünün geliridir.
Efendinin kârdan hissesinin beyânı şart olma-dığı gibi,
işletmecinin hissesinin beyânı da şart değildir. Zira işletmeci ecir -ücretli işçi- gibidir.
«Metnin
ilh...» Ben metnin bir
nüshasında şöyle gördüm: «Eğer iş-letmeci ikinci işletmeciye kârın
üçte
ikisini, çalışması şartıyla mâlikin kölesine kârın üçte birini ve kendisine de üçte birini şart
kılarsa, geçerli olur.» Görüldüğü gibi bu ifade
bozuktur.
Şerhte
de şuna benzer yanlışlar vardır:
«Musannıf'ın «Kölenin işletmeciyle
çalışması» sözü bir kayıt
değil
alelade bir sözdür. Şart geçerli-dir ve kölenin kârı da efendinindir. Eğer kölenin çalışmasını
şart
kıl-mazsa, o zaman caiz değildir.» Görüldüğü gibi bu ifadenin ihtiva ettiği
mânâ da yanlıştır.
Hâmiş'te
de böyledir.
METİN
Ticarete
izinli bir köle bir yabancı ile mudarebe akti yapar ve efen-disinin çalışmasını şart kılarsa,
eğer
köle borçlu değilse, bu akit geçerli değildir. Çünkü bu, çalışmayı mâlike şart kılmak gibidir.
Eğer
köle borçlu ise, akit geçerli olur. Zira o zaman efendi kölenin kazancına mâlik ola-maz.
Mudarebede
sermaye sahibinin işletmeci ile çalışmasının şart kılın-ması mudarebe aktini fasit kılar.
Çünkü
malın tahliyesine mani olur ki bu da
sıhhate manidir.
İşletmecinin ikinci işletmeci ile çalışmasını şart kılmak veya serma-ye sahibinin ikinci işletmeciyle
çalışmasını şart kılmak da mudarebe ak-tini fasit kılar. Fakat mükâtab efendisi ile mudarebe yapsa
ve
efendisinin çalışmasını şart kılsa, öncekinin aksine bu, mudarebe aktini fasit kılmaz.
İşletmeci kârın bir kısmını fakirlere veya hac yapmaya veya köle azad etmeye veya karısına veya
mükâtebine
şart kılsa, akit geçerli fa-kat şart geçerli değildir. Bu şart kılman mal sahibinindir.
İşletmeci kârdan bir kısmını dilediğine vermeyi şart kılsa, eğer ken-disine veya mal sahibine
vermeyi dilerse, akit de, şart da geçerlidir. Eğer bir ecnebiye vermeyi dilerse, şart geçerli değildir.
İşletmeci kârın bir kısmını bir ecnebiye şart kıldığı zaman o ecnebi-nin çalışmasını da şart kılarsa,
şart
geçerli olur. Fakat mudarebede ça-lışmasını şart kılmazsa şart geçerli olmaz.
Lâkin
Kûhistânî, «Mutlaka geçerlidir. Eğer ecnebinin çalışması da şart kılınmışsa, şart kılınan
ecnebinin
olur. Eğer çalışması şart kılınmamışsa, bu şart kılınan miktar mâlikin olur.» diyerek
bunun
Bercendî ve diğerlerinin aksine
olarak Zahîre'ye dayandırmıştır. Düşün.
İşletmecinin, kârın bir kısmını kendisinin veya mâlikin borcuna şart kılması caizdir. Kime şart
kılınmışsa, o onunla borcunu öder. Onun bu hisseyi alacaklısına hemen vermesi de gerekmez.
Bahır.
İZAH
«Mudarebede
sermaye sahibinin işletmeci ile çalışmasının şart kılınması ilh...» Bu mesele bir
önceki
meseleye illet gibidir. Öyleyse uygun olan. bunu önce zikretmek ve
birinci meseleyi ortak
illet
sebebiyle buna bağlamaktı.
«Mükâteb
bunun aksine ilh...» Yani mükâteb mudarebe malını bir diğerine verirse.»
«Mükâteb
efendisi ile mudarebe yapsa ve efendisinin çalışmasını şart kılsa ilh...» Bu, akti.mutlaka
fasit
kılmaz. Mükâteb, işe başlamadan önce âciz kalırsa, üzerinde borç yoksa, akit fasit
olur.
«Köle
azad etmeye ilh...» Bu üçünün fasit olması, ileride açıkla-nacağı gibi, çalışmanın şart
kılınmamasındandır.
«Şart
geçerli değildir ilh...» Sirâciye kitabında, «Burada şartın ce-vazına değil, aktin cevazına
hamledilmesi gerekir.» denilmiştir. Minâh.
O
zaman, bu mesele ihtilaflı bir meseledir demeye gerek kalmaz. Fa-kat bu ikisinde şartın geçerli
olmaması,
onların (karısı ile mükâtebinin) çalışmalarının şart kılınmamasından ileri gelmektedir.
Musannıf
buna ile-ride, «Bir ecnebiye şart
kıldığı zaman...» sözüyle deş işaret
edecektir.
Nihâye'de şöyle denilir: «Bu hususta kadın ve çocuk ecnebi gibi-dir.»
Tebyîn'de ise, «İşletmecinin kârın bir kısmını mal sahibinin veya kendisinin mükâtebine şart
kılması, çalışmasını da şart koşması halin-de caizdir. Bu sebeple şart koşulan da mükâtebe aittir.
Çünkü
mükâteb de işletmecidir. Çalışması şart koşulmadığı takdirde şart koşulan kârın ona
verilmesi
gerekmez. Çünkü bu, mudarebe değildir. Şart koşulan kâr ise vadolunan bir hibedir ki,
bunu
vermek gerekmez. Mükâteb dışındaki
ecnebiler de buna kıyasen böyledir. Yani bir ecnebiye
kârın
bir kısmı, onun çalışması şartı ile şart kılınırsa, şart geçerli olur .Çalışması şart kılınmazsa,
şart
da geçerli değildir.» denilmiştir.
«Şart
geçerli değildir ilh...» Zira onun çalışması şart kılınmamıştır.
«Geçerli olur ilh...» Yani şart da akit gibi geçerli olur.
«Lâkin
Kûhistânî ilh...» Burada, «lâkin» demeye sebep yoktur. Zira Kûhistanî'nin,
«Mutlaka
geçerlidir» sözü, «Mudarebe akti mutlaka geçer-lidir» anlamındadır. İster ecnebinin çalışması şart
kılınsın,
ister kılınma-sın, yalnız, çalışması şart koşulursa şart kılman kâr onun çalışması «şart
koşulmazsa mal sahibinin olur. Çünkü ondan hiç bahsedilmemiş gibi sayılır.
Eğer
kasdolunan, şartın mutlaka geçerli olmasıdır, denilirse, o za-man Kûhistânî'nin, «Eğer
çalışması şart kılınmamışsa, şart koşulan kâr, mâlikin olur.» sözü nefyedilmiş olur.
«Bahir
ilh...» Bahır'ın ifadesi şöyledir: «Kârın bir kısmı borcu içir> şart kılman şahıs, o hisseyi
alacaklılarına vermeye zorlanamaz.» Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Mudarebe,
mal sahibinin veya işletmecinin ölümü, öldürülmesi, haczedilmesi veya devamlı bir akıl
hastalığına
yakalanması hallerinde sona erer. Çünkü bu bir vekâlettir.
Kûhistânî.
Bezzâziyye'de şöyle denilir: «İşletmeci ölse, mudarebe malı ticaret eşyası ise onun varisi bu eşyayı
satar.
Mal sahibi ölse, mudarebe ser-mayesi nakit ise işletmecinin tasarruf hakkı ibtâl edilir.
Mudarebe
mal» ticaret eşyası ise, tasarruf hakkı değil, yalnız malı dışa götürme hakkı ibtâl edilir,
işletmeci o malı nakit veya başka bir ticaret eşyası karşı-lığında satabilir.»
Mal
sahibi irtidad eder,
darü'l-harbe sığınır ve bu
sığınmasından son-ra müslüman
olarak dönerse,
ister
onun tekrar darü'l-İslâm'a sığınma-sına hükmedilsin, ister edilmesin, mudarebe hâl üzere
devam
eder. İnâye. Vekil bunun aksinedir.
İşletmeci ise vekilin aksinedir. Eğer işletmeci irtidad
ederse,
mudarebe hâl üzere devam eder.
İşletmeci ölür, öldürülür veya irtidad ederek darü'l-harbe sığınır ve darü'l-harbe sığınmasına
hükmedilirse, mudarebe fasit olur. Yalnız irtidadina kadar yapmış olduğu tasarruflar geçerlidir. Ebû
Hanîfe'ye
göre taahhüdleri sermaye sahibinin üzerinedir. Bahır.
Mâlik
yalnız irtidad eder fakat darü'l-harbe sığınmazsa, işletmecinin tasarrufları durdurulur. Kadının
irtidadı
mudarebe ortaklığına tesir et-mez.
İşletmeci mal sahibinin azli ile azlolunur. Çünkü vekildir. Fakat işletmecinin bu azli iki kişinin veya
adil
bir fuzulinin veya mümeyyiz bir elçinin haberiyle bilmesi gerekir. Eğer azli bilmezse, azledilmiş
olmaz.
İşletmeci azli bilirse, azil mal sahibinin ölümü gibi, hükmen olsun veya mal sahibinin irtidad edip
dâru'l-harbe
sığınmasına hükmedilmiş bu-lunsun eğer sermaye ticaret eşyası kabilinden ise onu
satabilir.
Mal sahibi ona vadeli satışı yasaklasa bile vadeli olarak da satabilir. Burada uruzdan
maksat,
sermayenin cinsinin hilâfına olan
maldır. Burada dirhem ve dinar ayrı birer cinstirler.
Bu
satıştan sonra mudarebe malının ne semeninde ne de sermaye-nin cinsinden olan nakitte
işletmeci tasarruf edemez. İstihsana göre ise, sermayenin cinsinden olmayanı sermayenin cinsi ile
değiştirir.
Çün-kü cinsinin geri verilmesi
vaciptir ve kârın da açıklanması gerekir.
İZAH
«Yolculuğa
çıkmak ilh...» Yani işletmecinin memleketinden başka bir yere yolculuğa gitmesi, T.
Bezzâziyye'den.
«Dönerse
ilh...» Bu meselede uygun olan, «Dârü'l-harbe sığınması-na hükmedilmeden dönerse»
denilmesidir. Ama eğer darü'l-harbe sığın-masına hükmedilirse, mudarebe avdet etmez. Çünkü
mudarebe
bâtıl ol-muştur. Nitekim,
İtkânî'nin, Gâyetü'l-Beyân'daki ifadesinin zahiri de böy-ledir.
Lâkin
İnâye'de, «İster onun darü'l-harbe
sığınmasına hükmedilsin, ister hükmedilmesin, müslüman
olarak
avdet ederse, mudarebe de av-det eder. Düşün.» denilmiştir. Remlî.
«Vekil
bunun aksinedir ilh...» Yani müvekkil irtidad ederek darü'l-harbe sığınıp sonra da dönerse,
vekâlet
bozulmuş olur. Vekil ile işletmeci arasındaki fark şudur; Tasarruf mahalli müvekkilin
mülkiyetinden
çıktı-ğından vekilin artık tasarruf mahalli ile ilgili bir hakkı kalmamıştır. İşte bunun
için
musannıf, «Vekile tasarruf hakkı yoktur.» demiştir. S.
«İşletmeci ise, vekilin aksinedir ilh...» Zira mâlik müslüman olarak dönerse, mudarebe eski haliyle
devam
eder, işletmecinin de malda tasarruf hakkı vardır.
«Yalnız
irtidad eder ilh...» Bu bakımdan işletmeci ile mâlik arasında bir fark yoktur. Öyleyse
Musannıf
eğer, «İşletmeci veya mâlikin birisinin darü'l-harbe katılmasıyla» dese ve sonra da, «Eğer
mal
sahibi ile işletmeciden birisi yalnız irtidad ederek...»deseydi, metindeki ifade dahakısa olurdu.
Farkı
düşün. Eğer işletmeciirtidad ederse, onun tasarrufuyine geçerlidir. «Tesir etmez ilh...» İrtidad
eden
kadın ister mal sahibi, ister işletmeci olsun. Çünkü onun irtidadı mülküne hiçbir tesir
yapmadığı
gibi, tasarrufuna da tesir etmez. Ancak ölür veya darü'l-harbe iltihâk ederek iltihâkına
hükmedilirse, o ;zaman tesir eder. Minâh.
«Azil velev hükmen olsun ilh...» Öyleyse hükmî azilde de ancak bilmesiyle azlolur. Vekil bunun
aksinedir. Zira vekil azlini bilmese de hük-mi az ile de azlolunur. Fakihler böyle
demişlerdir.
Eğer,
vekil ile işletmeci arasında ne fark vardır diye sorulursa, de-rim ki, vekil ile işletmeci
arasındaki fark, vekil hak sahibi değildir, işletmeci ise bunun aksine hak sahibidir. Fakihler böyle
zikretmişlerdir. Minâh.
«Hükmen
olsun ilh...» Yine mal sahibinin irtidadıyla birlikte
darü'l-harbe katılmasıyla
iltihâkıyla
hükmedilmesi gibi. S.
«Ayrı birer cinstirler ilh...» Meselâ sermaye dirhem olsa, sermaye sahibi onu azlettiğinde onda dinar
bulunsa,
istihsana göre dinarları dir-hemlerle değiştirebilir. Minâh. Musannifin, «fasit bey»
bahsinde
geçen, «dirhemle dinar bir cinstir» sözüne bakınız.
«Satabilir
ilh...» İşletmecinin satmaya yetkisi vardır, azil satışa engel değildir. İtkânî.
«Vadeli
satıştan ilh...» Yani vadeli satıştan menetse. Meşhur rivayetlere göre malı başka bir yere
götürmekten
menetmesi geçerli olmadığı gibi, vadeli satıştan menetse. Meşhur rivayetlere göre
malı
başka bir yere götürmekten menetmesi
geçerli olmadığı gibi, vadeli satıştan menetmesi de
geçerli
değildir. Mal, ticaret eşyası olursa, mâlik onu azil hakkına sahip olmadığı gibi, iznini
herhangi
bir şeye tahsis etme hakkına da sahip değildir. Çünkü bu bir bakıma azil olur. Bahir.
Nihâye'den. Açıklaması ileride gelecektir.
«İstihsana
göre sermayenin cinsinden olmayanı
sermayenin cinsi ile
değiştirir
ilh...» İşletmeci sermayenin cinsinden olmayan nakti,
sermaye-nin cinsinden olanla
değiştirir.
Bu hususta Bahır'da şöyle
denilmiştir: «Sermaye dirhem
cinsinden olur. Azil sırasında
işletmecinin elinde dinarlar varsa, istihsan deliline göre onları satar ve dirhemleri alır.
«Vâcibtir
ilh...» Yani mâlik sermayenin cinsinden olmayanı almazsa o
zaman cinsinin geri verilmesi
vacib
olur. Nitekim İtkânî'den
naklettiği-miz ifade de bunu tesbit
eder.
PRATİK BİR MESELE:
Kınye'de şöyle denilir: «Dinarları mudarebe için vermek mudarebedendir. Taksimi istediği zaman
işletmecinin dinarları tamamlaması ge-rekir. Ama sermaye sahibi mudarebe malından dinarları
değil,
dinarla-rın kıymeti karşılığını da
alabilir. Bu durumda dinarların verildiği günkü kıymetine
değil,
taksim edildiği günkü kıymetine itibar edilir.»
Tahâvî
şerhinde de, «Yine mudarebedendir.
İşletmeci mal sahibine ihtilâf halinde malın misline
zamindir.
Beyrî, Semenü'l-Misl bahsinde.»
denilmiştir. Bunda bir ifade olduğu
için üzerinde
durdum.
Meselâ, mal sahibi, belli bir miktar dinarlar verse, sonra dinarların kıymeti yükselse", onu
almayı
istediğinde kıymetiyle değil, sayı ile almak ister. Düşün.
Bundan
anlaşılan şudur: Eğer mâlik verdiği sermayenin sayısını ve türünü bilirse, onun aynısını
alır.
Eğer başka bir türden kıymetini almak isterse, aralarındaki anlaşmazlık günü vaki olan
kıymetini
alır. Eğer mâ-lik verdiği malın
türünü bilmiyorsa, -Nitekim bu,
zamanımızda çok vaki
olmaktadır-
meselâ, mudarebeye birkaç türlü
mal verse ve sonra ne verdiğini
unutsa, onların
türlerini
bilmediği için onların muhasama günün-deki kıymetini alır. Allah daha
iyisini bilir. Düşün.
METİN
Mudarebe
malı ticaret eşyası olduğu sürece
mâlik mudarebeyi fesh-etme hakkına sahip değildir.
Hatta
iznin tahsisine de mâlik değildir. Çün-kü bu da bir yönüyle azildir. Nihâye. Fakat şirketlerdeki
ortakların
du-rumu bunun aksinedir. Şirketin malı ticaret eşyası da olsa, ortaklardan birinin şirketi
feshetmesi
geçerlidir.
Mâlik
ile işletmeci ayrıldıklarında malda hem kâr, hem de dışarıda alacak varsa, işletmeci
alacakların toplanması için zorlanır. Çünkü o za-man isletmeci ücretle çalışmış gibi olur.
Mâlik
ile işletmeci ayrıldıklarında kâr olmayıp yalnız alacak varsa, mudarib alacakları toplamaya
icbar
edilemez. Çünkü o zaman o, mûteberdir. Ama mâlike alacağı toplamak için vekâlet vermesi
emrolunur.
Çünkü mal sahibi âkit (akti yapan) değildir. Hâl böyle olunca, bey' için vekil olan kişi ile
sermayeyi meccânen işletecek olan kimse, işletmeci gibidirler. Onlara da, mal sahibine vekâlet
vermeleri
emredilir. Fakat komisyoncu ile dellâl borcu olmaya zorlanamazlar. Çünkü
onlar ücretle
çalışmaktadırlar.
BİR
PRATİK MESELE
:
Fer'î
bir mesele: Bir adamın alış-veriş için zorlanması, kişilerin ki-ralanması caiz değildir. Çünkü
onun
kudreti yoktur. Bunun şer'i hilesi şöyledir: Adamı belirli bir zaman hizmeti için icarlar. Sonra
da
onu alım-satımda kullanır.
Zeylâî.
Mudarebe
malından helak olan önce kârdan karşılanır. Çünkü kâr sermayeye tabidir. Eğer helak
olan
kısım kârdan fazla ise, mudarebe fasit Ve helak onun amelinden de olsa, mudarib ona zamin
değildir.
Çün-kü işletmeci
emindir.
Eğer
kâr taksim edilir, mudarebe devam ederse, mudarebe malı-nın bir kısmı veya hepsi helak olsa,
mal
sahibinin sermayeyi alması için sermaye sahibi ile işletmeci aldıkları kârı iade ederler. Mal
sahibi
ser-mayeyi aldıktan sonra geride birşey kalırsa, aralarında taksim edilir. Kârı iade ettikten
sonra
sermaye tamamlanmazsa, mudarib zamin de-ğildir. Çünkü emindir.
İZAH
«Ticaret
eşyası halinde bulunduğu sürece ilh...» Çünkü işletmecinin kârda hakkı vardır. Bahir.
«Alacakların toplanması için ilh...» Yani borçlulardan tekrar tekrar almaya zorlanır.
«Zira
o zaman ilh...» Bahır'ın ifadesi, «O zaman işletmeci ücretli işçi gibi olduğundan, onun
hissesine düşen kâr da ücret gibidir. Bor-cu almak da çalışmasına dahildir. Bu sebeble zorlanır.»
«Ücretle
ilh...» Bunun dış görünüşünden
anlaşıldığına göre, kâr az da olsa durum böyledir. Mültekâ
şerhinde
şöyle denilmiştir: «Bu ifade-den
anlaşılıyor ki, işletmeci, alacakları tahsil ederken borçlu
ikâmet
ettiği şehirde ise, nafakası kendisine aittir. Yok eğer başka bir şehirde ise, nafakası
mudarebe
malındandır. Hindiye'de şöyle denilir: «Eğer iş-letmeci başka bir şehire gider ve orada
kalışı
varsa nafakası borcun hepsi kadar olsa bile yine murârebe malındandır. Eğer nafakası bor-cu
aşarsa, borç miktarı mudârebeye, kalanı ise işletmeciye aittir.» Muhit'te de böyledir.
T.
«Komisyoncu
ilh...» Komisyoncu, alıcı ile satıcı arasında, onlar onu iş akdi ile tutmadığı halde
ücretle
aracılık yapan
kimsedir.
«Zeylâî
ilh...» Zeylâî'nin sözünün tamamı şöyledir. «İşçiyi alış-veriş yaptırmak için işe almak yerine
hizmetçi
olarak işe alıp, alış-veriş yap-tırmaktan ibaret olan
bu hile niçin caizdir? Zira hizmet akdi
yararlanma-yı
kapsamına alır. Bu yararlanma ise
sürenin beyanı ile bildirir.
Hiz-metçi kendisini o
süre
içerisinde işverene teslime gücü yeter. Eğer hiz-metçi hiçbir
şart koşmadan bu alış-verişi
yaparsa,
nâmına alış-veriş yap-tığı kimse de
ona birşey verirse, bunda bir beîs yoktur. Çünkü bir
iyi-lik olmak üzere çalışmıştır. İşveren de onu mükafatlandırmıştır. Tüc-car arasında âdet bu şekilde
cereyan
eder. Müslümanların güzel gördü-ğü
Allah katında da güzeldir.»
«Fasit
de olsa ilh...» Yani mudarebe ister sahih, ister fasit olsun. Mal da ister çalıştırdığı sırada,
ister
kendi kendine helak olsun. H.
«Amelinden de olsa ilh...» Yani tüccarların adetinden olan zarar gibi. Ama eğer malın helak
olmasında
işletmecinin kasdı varsa, açık olan, zamin olmasıdır. Sâyıhâni.
«Aralarında ilh...» Yani işletmecinin nafakasını da verdikten sonra geriye kalan aralarında taksim
edilir.
«Emindir
ilh...» Yani zamin
olmaz.
«İşletmecinin elinde olsa ilh...» Bunun misli, Sadrı Şerîa'dan naklen Azmîye'de de vardır. Bu görüş,
itham
olunana delil olmasa, uygun olanı,
fesihten sonra malı sermaye sahibine
vermek, sonra diğer
bir
akit için geri almaktır.
«İşletmeci için yararlı bir hiledir ilh...» Eğer işletmeci, taksimden sonra sermayenin helak olan
kısmından
dolayı kârının geri alınmasın-dan
korkarsa, bir önce geçenden anlaşıldığı üzere bu
hilenin
sıhhati, işletmecinin sermayeyi mal sahibine teslim etmesine bağlı bulunmaz. Zeylâî'nin
bununla
takyit etmesi ittifaklıdır. Nitekim Ebussuud da onun ittifaklı olduğuna
dikkati çekmiştir.