MUDÂREBE KİTABI
METİN
Mudârebe,
darb kelimesinden gelir. Sözlükte, yeryüzünde dolaşmak anlamına gelir. Bir terim olarak
mudârebe,
bir taraftan sermaye, diğer taraftan
çalışma (emek) olmak üzere yapılan kâr ortaklığı
aktidir.
Mudârebenin
rüknü icâb ve kabuldür. Hükmü ise.
değişik acılara göre birkaç türlüdür.
Mudârebe,
başlangıcı bakımından emanettir. Bir ortaklıkta işletme-ciye sermayeyi zamin kılmanın
hilesi
şudur: Sermaye sahibi sermayeyi işletmeciye karz olarak verir. Ancak bir dirhemi elinde
tutar.
Sonra o dirhem ve karz olarak verdiği
para ile ikisi birlikte çalışmak ve kârı eşit şekilde
paylaşmak şartıyla inan şirketi akti yaparlar.
Fakat sonra yal-nız karz alan
işletmeci çalışır. Bu
durumda
şirketin sermayesi olan para
helak olursa, işletmeci o parayı sermaye sahibine
öder.
Mudârebe
bir açıdan da vekâlet vermektir.
Çünkü işletmeci serma-yede mâlikin emri ile tasarruf
etmektedir.
Mudârebe,
eğer kâr elde edilirse şirket hükmündedir.
İşletmeci, sermaye sahibinin belirlediği şartlara aykırı hareket eder-se, gasp hükümleri uygulanır.
Sermaye
sahibi sonradan icazet verse de bu
hüküm değişmez.
Mudârebe
fasit olursa, o zaman da fasit kira (icâre) hükümleri uy-gulanır. Bu durumda
işletmeciye
kürdan
hisse değil, ister kâr etsin, ister etmesin, sadece emeğinin karşılığı olan (ücret)
verilir.
Kadızade,
gasb ve icerenin müdarebenin hükümlerinden sayılmasını müşkil görmüştür. Çünkü
müdarebe
fasit olursa ancak o zaman icare kabul edilir. Gasb ise işletmeci malikike muhalefet ettiği
zaman
gerçekleşir. İcare ve gasb, her ikisi de mudarebenin sıhhatine aykırı oldukları için mudarebe
aktini
bozmuş olurlar. Öyleyse nasıl olur da gasb ve icare mudarebenin hükümlerinden sayılır?
Çünkü
birşeyin hükmü o şeyle tesbit
edilendir. Mudarebenin hükmü,
mudarebe ile tesbit edilendir.
Adıgeçen
durumlarda mudarebe ortadan kalktığı için hükümden de söz edilmez. İcare ve gasbın
fasit
mudarebenin hükümleri olduğu
söylenebilir. Halbuki burada
anlatılan rükun ve şartlar
sahih
mudarebenin
olduğu gibi hükümler de sahih
mudarebenin hükümleridir. Bununla beraber gasb
hiçbir
zaman fasit mudarebenin de hükümlerinden sayılamaz. Zira fasit mudarebenin hükmü
işletmeciye
kâr değil, emeğinin ücretini vermektir. Gasbedene ise gasbettiğini çalıştırsa bile ücret
verilemez.
T'den kısaltılarak.
Bu
ücret de kârdan anlaştıkları miktardan fazla olamaz. İmam Muhammed ile üç mezhep imamı bu
meselede muhalefet etmişlerdir. Fa-sit icârede. vasi yetimin malından birşey
olamaz. Meselâ, vasi
yetimin
malını fasit mudarebe şeklinde çalıştırdığı takdirde, kendi şahsına şart kıldığı ücreti alamaz.
Fasit
mudarebede de sahih mudarebede olduğu gibi kefalet yoktur. Sahih mudarebede işletmeci
malın
emini olduğu için onda kefalet
yok-tur.
Bir
malı. diğerine kâr etmesi ve kârın tamamının sermaye sahibine ol-ması şartıyla vermek,
sermayeyi meccânen çalıştırma (bidâa) dır. İşlet-meci burada tebberuen vekil olur.
Kârın
tamamı çalıştırana ait olmak üzere sermaye vermek ise karzdır. Çünkü bunun zararı azdır.
Teybin kitabında şöyle denilmiştir: «İşletmeci kârın tamamı ona şart koşulmasıyla neden karz alan
oluyor? Çünkü sermayenin hepsi
kendisinin olmayınca, kâr'ın hepsi
de kendisinin olamaz. Meyve
ağacın,
yavru hayvanın semeresi olduğu gibi kâr' da sermayenin semeresidir. Kâr'ın tamamı ona
şart
koşulduğuna göre, onun sermayenin
hepsine malik olması gerekir. Bunun hükmü de
sermayeyi sahibine iade etmemesidir. Çünkü hibede olduğu gibi, temlik geri vermeyi gerektirmez.
Şu
kadarı var ki, mudarebe sözü sermayenin iadesini gerektirir. Burada sermaye her iki manayı da
ifade
ettiğinden her iki mana ile amel edildi. Çünkü karz teberruların en aşağısıdır. Karzda mal
sahibinin
verdiği maldaki hakkı kesilir, fakat bedelinden hakkı kesilmez. Hibe ise mal sahibinin
hakkını
hem ayndan, hem de bedelden keser. Bu sebeple karzın zararı hibeden az olmaktadır. T.
«Diğer
taraftan çalışma ilh...» Musannif burada, «çalışma» ile takyid etmiştir. Zira sermaye sahibi
işletmeci ile birlikte çalışmayı şart ko-şarsa mudarebe fasit olur. Musannif bunu, «İşletmecinin
mudarebesi» ba-bında açıkça zikredeçektir.
Sermaye
sahibi, işletmecinin izni olmadan sermayeyi alıp ticaret ya-parsa mudarebe yine fasit olur.
Ancak
verdiği sermaye ticaret malı
olur-sa, işletmeciden
almasıyla mudarebe fasit olmaz. Bu
mesele
ileride, «Müteferrikat» faslında gelecektir.
«Başlangıcı bakımından emanettir ilh...» Hayrü'l-Remlî şöyle der: «İleride görüleceği üzere mutlak
bir
mudarebede işletmeci emanete mâ-liktir. Emanetçi de aldığı bir emaneti başkasına veremez. Bu
ifadeden
maksat, sermaye helak olduğu
takdirde, bütün hükümlerde
değil, ba-zı hususî
hükümlerde
zamin olmamasıdır.»
«Hilesi
ilh...» Sermaye sahibi işletmeciyi sermayeye zamin kılmak için önce sermayeyi ona karz
olarak
verir. Sonra ondan mudarebe
yo-luyla alır ve yeniden verir. Sonra işletmeci de bu sermayeyi
mala
yatı-rır. Vâkıât'ta olduğu gibi. Kûhistânî. Zeylâî'de bu hileyi ve sarihin zikret-tiği hileyi
zikretmiştir.
Bunlarda
bir görüş vardır. Çünkü bu mudarebe
bir inan şirketi ol-maktadır. Fakat bunda da
sermayenin
çoğunu koyanın (Karz alanın, iş-letmecinin çalışması şart olmaktadır. Böyle bir şart da
caiz
değildir. Bu-nun aksi ise, bunun aksine caizdir. Nitekim Zahîriye'nin, «Kitâbü'l-Şirket»inde
İmam
Muhammed'in, Asl'ından böyle zikredilmiştir. Bezzâziyye'nin, «Kitâb'ü'l-Şirket»inde de böyle
zikredilmiştir.
Bezzâziyye'de özet olarak şöyle denilmiştir: «Birisinin bin, diğerinin iki bin lirası olsa, bunlar;
çalışmak, bin lira sahibine, kâr yarı yarıya ol-mak şartıyla ortak olsalar, bu ortaklık caizdir. Kâr ve
zarar
sermayeye göre, çalışmanın da sermayesi az olana şart kılınması da caizdir.
«Bu
ortaklıkta kâr yarı yarıya olmak üzere çalışmanın iki bin lira sahibine şart koşulması caiz
değildir.
Kâr ikisinin arasında üçe taksim edilse bile bu ortaklık caiz değildir. Çünkü bin lira sahibi
bu
durumda diğerinin sermayesinden emeksiz ve sermayesiz olarak bir miktar kân şart kılmış
olmaktadır.
Bu da caiz değildir. Çünkü kâr ya para, ya emek, veya zımâniyetle
olur.»
Şarihin
meselesinde ise durum farklıdır. Burada çalışmak (emek) yalnız parası çok olana değil, her
ikisi
için de şart koşulmaktadır. Bun-dan ötürü bu şirket (Ortaklık) caiz olmaktadır.
Velhâsıl fakihlerin sözlerinden anlaşılan, şirketlerdeki kârın serma-yeye göre dağılmasıdır. Ancak
ortaklardan
birisi sermaye yerine eme-ğini koyuyorsa onun emeğine karşılık kâr alması
mümkündür.
Tarafların her ikisi de çalışırsa o ızaman yine kârdaki farklılık geçerlidir.
«Vekâlet vermektir ilh...» Buna göre çalışan emeğinin karşılığını ser-maye sahibinden taleb eder.
Dürer.
«Muhalefet
ilh...» Bu durumda kârın tamamı işletmecinindir. Şu ka-darı var ki, onu yemek her iki
taraf
için de güzel değildir. Dürer-i
Müntekâ.
«İster
kör etsin, ister etmesin ilh...» İmam Ebû Yusuf'tan yapılan ri-vayete göre, kâr yapamazsa ona
ücret
de yoktur. Sahih olan da budur. Çünkü aksi halde fasit mudarebe sahih mudarebeden daha
çok
revaç bulur. Sâyıhânî. Bunun benzeri Aynî'den T. Haşiyesinde de
mevcuttur.
«Mutlaka
ilh...» Bu zahirî rivayettir. Kûhistânî.
«Fazla
olamaz ilh...» Mültekâ sahibi şöyle der: «Kâr ettiği takdirde ona şart koşulan kârdan fazlası
ücret
olarak verilemez. Kâr edemezse zaten fazlalık gerçekleşmeyecektir. O zaman ona muayyen
bir
ücret konuşmak mudarebeyi ifsat
etmez.»
«İmam
Muhammed ilh...» İmamlar arasındaki ihtilâf, mudarebe fasit olduktan sonra işletmeci olarak
işe
başlayan fakat sonra mudarebenin fesadıyla işçi durumuna düşen kimseye verilecek ücretin
miktarı
hususundadır. Böyle bir kimse adam kâr etmediği takdirde ona emsalinin aldığı ücret verilir.
Zira
madum (olmayan) kârın yarısını takdir etmek mümkün değildir. Nitekim Fusûleyn'de de
böyledir. Lâkin Vâkıât'ta geçen ifade, «Ebû Yusuf'un dediği, kâr ettiği zamana mahsustur. İmam
Muhammed'in
dediği ise umumîdir. Bir kimse emsalinin aldığı ücreti alır.» şeklindedir. Kûhistânî.
«Üç
mezhep imamı ilh...» Üç mezhep imamına göre işletmeci kâr et-tiği takdirde emsalinin aldığı
ücreti
alır. Dürr-i Münteka. Hamiş'te de böy-ledir.
Zeyd, Amr'a mudarebe yoluyla bir miktar ticaret malı vererek, «Bunu sat, kazandığın zaman kâr
aramızda
üçe taksim edilecektir.» dese adam satsa ve zarar etse, mudarebe sahih değildir. Amr,
şart
koşulan kârdan fazla olmamak kaydıyla emeğinin ücretini alır. Hâmidiye.
Birisi
diğerine bir miktar ticaret eşyası vererek, «Bununla alış-veriş yap, kâra yarı yarıya ortak
olalım.»
dese, diğeri alsa ve zarar etse, iş-letmeciye zarardan hiçbir şey düşmez. Meta sahibi
işletmeciden birşey taleb ettikten sonra işletmecinin bu sulh bedelini vermesi gerekmez. Bu sulh
bedeline
dışarıdan birisinin kefil olması da geçerli değildir.
Bu
malda malı alan çalışırsa kâr aralarındaki şarta göre taksim edi-lir. Zira bunun başlangıcı
mudarebe
değil, alım-satım için vekâlettir. Bu mal nakte çevrildiği zaman mudarebe
gerçekleşmiştir. Başlangıçta ve-kâletle ticaret yaptığı için mala kefil olmamıştır. Sonra da işletmeci
ol-ması
dolayısıyla aralarında şart kılınan kâra hak kazanmış olmaktadır. Cevâhirü'l-Fetavâ.
«Vasi
ilh...» Bu sözler yetimin malında vasinin kârın bir kısmı ile mudarebe yapma hakkına sahip
olduğunu
ifade ediyor. Bu hususta Zeylâî'nin
sözü daha açıktır. Zeylâî, ayrıca babasının çocuğun
malını
ona niyâbeten bir diğerine mudarebe
yoluyla verebileceği gibi vasinin de ye-timin malını ona
niyâbeten bir diğerine mudarebe olarak verme hakkına sahip olduğunu da ifade etmektedir.
Ebussuud.
«Çalıştırdığı
takdirde ilh...» Bu ifadenin özeti şudur: Vasinin yetimin malında ücretli olarak
çalışması caiz değildir.
«Zarar
azdır ilh...» Karzın zararı hibeye nisbetle daha azdır. Bu sebeble bu şekli hibe olarak değil,
karz
olarak isimlendirdik.
METİN
Mudarebenin
yedi şartı vardır:
1
- Şirket bahsinde geçtiği gibi sermaye, alış-verişte satış bedeli (semen) olabilen şeylerden
olmalıdır.
2
- Tarafların sermayeyi bilmeleri gerekir. Bu konuda işaret ye-terlidir. Sermayenin
meblâğı ve vasfı
konusunda
söz, yemini ile birlikte
işletmecinin, delil ise sermaye
sahibinindir.
Alacak
ile mudarebe, eğer bu alacak işletmecinin üzerinde ise caiz değildir. Deyn (alacak) eğer
üçüncü
bir şahsın üzerinde ise kerahetle caizdir.
Birisi
diğerine, «Benim adıma vadeli bir köle al, onu satarak para-sıyla ortaklaşa ticaret yap dese,
diğeri
de yapsa caiz olur.
Gasbedene, emanetçiye veya meccânen çalışmak isteyene, «Elin-deki ile kazancı yarı yarıya olmak
üzere
mudarebe yoluyla ticaret yap.» demesi .halinde diğerinin yapması nasıl caizse bu da öyledir.
Müctebâ.
3
- Sermaye alacak kabilinden
değil, ayn olmalıdır. Nitekim bu
konuda Dürer'de de açıklama vardır.
4
- Sermaye işletmeciye teslim edilmelidir. Zira malda tasarruf im-kânı ancak teslim ile sağlanabilir.
Şirkette
ise bunun aksinedir. Zira şir-kette her iki taraf da çalışır.
5
- Kâr, sermayedar ile işletmeci arasında yüzde elli gibi şayi bir cüz
olmalıdır. Eğer sermayedar
işletmeciye
vereceği kâr miktarını ta-yin ederse mudarebe fasit olur.
6
- Tarafların kârdan alacakları hisse akit anında tayin
edilmelidir.
7
- İşletmecinin hissesi kârdan olmalıdır. Akitte işletmeciye ser-mayeden kâr verileceği veya hem
kârdan,
hem sermayeden kâr verileceği şart
kılınırsa, mudarebe fasit olur.
Ceâliye'de
şöyle denilir: Kârda bilinmezliğe yol açan şartlar ile kâr-daki ortaklığı kesen şartlar
mudarebeyi
fasit kılar. Konulan şart eğer
kârın bilinmezliğini veya kârdaki ortaklığı kesmeyi
gerektirmiyorsa
şart bâtıl, fakat akit vekâlete
itibarla
sahihtir.»
İZAH
«Satış,
bedeli olabilen şeylerden olmalıdır ilh...» Altın ve gümüş gibi. Sermaye eğer ticaret malı
kabilinden
olursa, bu mal satılıp paraya çevrildiğinden mudarebe
gerçekleşir. İşletmesi de kârdan
anlaştıkları parayı hak kazanır. Cevahir de olduğu
gibi.
«Sermayeyi bilmeleri gerekir, ilh...» Sermaye isterse ticaret malı olsun; Tatarhâniye'de de böyledir.
Birisi
diğerine bin lira vererek, «Bunun yansı sana, kâr yarı yarıya olmak üzere ticaret yap» dese
mudarebe
yoluyla geçerli olur. Bu mesele bir malın şayi bir cüzünün karzının caiz olduğunu ifade
eder.
Bu
mesele hakkında bundan başka rivayet de mevcut
değildir.
Bu
akit caiz olduğu takdirde her
iki yarım hissenin kendi başına bir hükmü olur.
Birisi
diğerine bin lira verdikten sonra,
«Bunun yarısı sana karz, di-ğer yarısı ile kârın hepsi bana ait
olmak
üzere mudarebe yoluyla ticaret yap.» dese mekruh olmakla birlikte caizdir. Çünkü buradaki
karz
bir menfaat karşılığı verilmektedir.
Bin
lirayı verdikten sonra, «Bunun yarısı sana karzdır, diğer yarısını kâr yarı yarıya olmak üzere
mudarebe
yoluyla çalıştır» dese, bu câizdir. Bu ikinci kısımda kerahet zikredilmemiştir. Meşâyîhten
bazıları,
«İmam Muhammed'in burada kerahetten söz etmemesi gösteriyor ki, bu-radaki kerahet
tenzihi
çeşidine girer» demişlerdir.
Hâniye'de de şöyle denilir: «Bin lira verdikten sonra, «Yarısı sana karzdır, diğer yarısını, kârı bana
olmak
üzere çalıştır.» dese, caizdir. Mekruh değildir. Eğer kâr ederse, kâr aralarında eşit şekilde
taksim
edi-lir. Zarar ederse, zarar da ikisine aittir. Çünkü yarısı zaten karz yoluyla kendi mülküdür,
diğer
yarısı da elinde ticaret
malıdır.»
Tecrîd
kitabında ise şöyle denilmiştir: Bu
şekildeki ticaret her ne kadar caiz ise de mekruhtur.»
Muhit
kitabında da özetle, «Bin lira
verdikten sonra, «Yarısı ile mu-darebe yap, yarısı sana hibe
olsun.»
dese işletmeci bin lirayı taksim edil-meden alırsa, hibe fasit, mudarebe caizdir. Bu sermaye
çalıştırmadan ön-ce veya sonra helak olursa, o zaman yalnız hibe hissesi olan yansına zamindir. Bu
mesele, «hibe zannı ile alan kişinin fasit hibe hükmüyle alı-nan bu şeyi
zamin olduğunu ifade eder.»
denilmiştir.
Bu meselenin ta-mamı
Muhît'tedir. Hatırda tutulsun. Çünkü
önemlidir. Bu son mesele
ya-kında,
Kitâbü'l-îda başlamadan önce gelecektir.
«Bunda
işaret yeterlidir ilh...» Yani
sermayeyi bildirmeden işaret yeterlidir.
Minâh.
«Caiz
değildir ilh...» Eğer işletmeci deynden birşey alırsa, aldığı kendisinin, deyn de zimmetindedir.
Bahır.
«Deyn eğer üçüncü bir şahıs üzerinde ise ilh...» Meselâ birisi diğe-rine, «Benim falan üzerindeki
malımı
al, sonra (sümme ile) onunla mu-darebe yap.» dese, diğeri borcun tamamını kabzetmeden
çalıştırırsa za-min olur. Eğer, «Malımı al, onunla çalış (fa veya vav ile) derse, diğeri tamamını
almadan
önce çalıştırırsa zamin olmaz. Zira «sümme» kelimesi tertib içindir. O halde tamamını
almadan
çalıştırmaya izinli değildir.
Fa-kat, «fa veya vav» harfleri bunun aksinedir. Eğer, «Borcumu
al,
onunla mudarebe yoluyla çalıştır.» derse, borcun hepsini almadan mudârebeye izinli
sayılmaz.
Hâmiş'te
şöyle denilmiştir: «Dürer'de şöyle
denilmiştir: «Birisi, «Se-nin zimmetinde olan alacağımla
yarı
yarıya ortaklaşa mudarebe yap» dese, caiz değildir. Fakat borç üçüncü bir şahıs üzerinde ise, o
bunun
aksinedir. Meselâ, «Falan kimsedeki paramı al. onunla çalış.» denilmesi caizdir. Hatta bu
durumda
mâlikin o deyn üzerinde hiçbir tasarrufu kalmaz.»
«Kerahetle
ilh...» Çünkü akitten önce kendisine bir menfaat şart kı-lınmıştır.
Minâh.
«Benim
adıma vadeli bir köle al ilh...» Bu ifade bildiriyor ki, bir kimse birisine bir mal vererek,
«Bunu
sat, parasıyla mudarebe yap.» dese, öncelikle caizdir. Sarih de bunu açıklamıştır. İşte bu,
mudarebenin
uruz (meta) da cevasının
hilesidir.
Bu
husustaki diğer bir hile de -ki
Hassâf zikretmiştir- şöyledir: Mal sahibi ticaret malını güvendiği
bir
kişiye satarak parasıyla mudarebe
ya-par. Sonra işletmeci sermayedarın malını sattığı kişiden
geri
alır T.
«Sermaye
alacak değil, ayn olmalıdır, ilh...»
Yani muayyen olmalı-dır. Burada «aynsdan maksat
ticaret
eşyası değildir. T.
«Teslim
edilmelidir, ilh...» Mal sahibi işletmeci ile çalışmayı şart koşarsa, mudarebe caiz değildir.
Mâlik,
akit yapanın ister kendisi ol-sun, ister -babası gibi- ister başkası olsun. Öyleyse vasinin
çocuğun
malını mudarebeten birisine
verirken ortağın (çocuğun)da
çalışmasını şart koşması
geçerli
değildir.
Sugnakî'de
şöyle denilmiştir: «Çocuğun malını mudarebeye verir-ken çocuğun çalışmasının şart
koşulması
caiz değildir. Yine, mufavaza veya inan şirketinde ortaklardan birisi parayı birisine
mudarebe
için verdiğinde para sahibinin çalışmasını da şart koşarsa, akit fasit olur.» Tatarhâniye.
Bu
meselenin bir kısmı metin olarak önümüzdeki babta gelecektir.
«Şartlar
ile ilh...» Ekmel diyor ki: «Mudarebede mal sahibinin çalış-masının şart koşulması
mudarebeyi
ifsad eder.»
Burada,
«Zikredilenlerin hiçbirisi mudarebeden değildir.» diye itiraz edilebilir. Buna şöyle cevap
verilebilir:
Buradaki ifade, akit eğer muda-rebe ise, mudarebenin fasit şartlarından bahsetmektedir.
Muterizin
iti-razını isbat için irâd ettiği
meselelerde ise akid mudarebe akdi değildir. Eğer,
«Musannıfın,
«ifsad eder» sözünün manası nedir. Zira nefy sübûtu ister.» denilirse, derim ki,
madum
olandan birşeyi selbetmek ge-çerlidir. Meselâ. «Madum olan Zeyd basîr (görücü) değildir.»
denilme-sinin
sahih olması gibi. Metinde de gelecektir ki, «O şart müfsittir.» de-nilmiştir. Sarih:
«Çünkü
tahliyeye engeldir. Onun için sıhhate de engel olur. Burada uygun olan bu itiraza «men» ile
cevap
vermektir. «Biz bu şartın müfsid olduğunu kabul etmiyoruz.» denilmesidir.» demiştir.
Sâyıhâni.
Burada
nefy'den maksat, sıhhati nefyetmektir. İşte bu da «fesede» lafzının manasıdır. Yoksa burada
nefy'den maksat zannedildiği gibi harf-i nefy değildir. O zaman «la» harfinin mutlaka bulunması
gerekir.
Halbuki Ekmel'in ifadesinde «yüfidu» (ifsad eder) kelimesinden önce «la» harfi asla yoktur.
Böyle olunca İbni Abidin'in «metinde
gelecektir» sözünün manası olmadığı gibi, «Uygun olan bu
itiraza
«men» ile cevap vermektir» sözünün de
manası yoktur.
«Kârda
îlh...» Meselâ, «Kârın yarısı veya üçte bir senindir.» gibi te-reddütlü bir ifade ile murârebe
yapılması
gibi. S.
«Kârdaki
ortaklığı kesen şartlar ilh...» Ortaklardan birisine ismen şart koşulan birkaç dirhem gibi. S.
«Şart
bâtıl ilh...» Meselâ, mudarebede zararın işletmeciye ait oldu-ğu şartının
koşulması
gibi.
METİN
İşletmeci, mudarebenin fesadını iddia ederse, burada kabul edilen söz, sermaye sahibinindir.
Bunun
aksine mudarebenin fesadını mal sahibi iddia ederse, burada kabul edilen söz,
işletmecinindir. Burada asıl olan, akitlerde söz, sıhhati iddia
edenindir.
Mal
sahibi, «Ben sana kârın üçte birinden on lira eksiğini şart koş-tum.» dese, buna karşılık
işletmeci, «Sen bana kârın üçte birini şart koş-tun» dese, burada kabul edilen söz mal sahibinin
sözüdür.
Burada mudarebe fasit olsa da hüküm değişmez. Çünkü mal sahibi işletmecinin id-dia
ettiği
bir fazlalığı inkâr etmektir. Haniye.
Eşbâh'ta
olan ifadede ise karışıklık vardır.
İşletmeci, zaman, mekân veya nev' ile takyit edilmeyen mutlak mudarebede fasit dahi olsa, nakit
para
ve örfleşmiş bir va'de ile
alım-satıma mâliktir. Alım-satım
için vekâlet vermeye zahir kavle
göre,
mal sahibi malı ona kendi memleketinde vermiş olsa bile karada ve denizde seyahat etmeye
de
mâliktir.
İşletmeci, malı meccânen işletecek olana vermeye, bu kimse ser-maye sahibi olsa bile geçerlidir.
Aşağıda
geleceği gibi, bununla mudarebe de fasit olmaz. Yine emanet vermeye, rehin verip almaya,
icar
vermeye ve almaya da mâliktir.
Meselâ işletmecinin ekin veya sebze için bir arazi kiralaması
caizdir.
Zahiriye.
İşletmeci ister zengin, isterse fakir olsun, kıymeti ile havale kabul etmeye
mutlaka mâliktir. Zira
bunların
hepsi tacirlerin sanatıdır.
Ancak
mutlak şekilde mudarebe yapan mudarib aynı malla
başkası ile mudarebe, şirket yapamaz,
kendi
malı ile karıştıramaz. Ancak mal sa-hibi izin verir
veya mutlak mudârebeden sonra, «Kendi
reyinle
çalış.» derse, o zaman bunları da yapabilir. Çünkü birşey kendi 'mislini kap-samına almaz.
İZAH
«Eşbah'ta
olan ilh...» Eşbâh'm ifadesi şöyledir: «Söz, geçerli oldu-ğunu iddia edenindir. Ancak mal
sahibi,
«Ben sana üçte bir ve on fazlasını şart koştum.» dese, işletmeci de, «Bana üçte bir şart
koştun.»
de-se, burada söz işletmecinindir. Zahîre'de de böyledir.
«Karşılık vardır ilh...» Eşbâh sahibi burada olan mesele ile bir baş-ka meseleyi karıştırmıştır. Çünkü
Eşbâh
sahibinin zikrettiği, zikredilen as-la dahildir. Çünkü orada, «söz sıhati iddia edenindir. Ondan
istisna
et-mek geçerli değildir.» denilmektedir. Buradaki mesele ise onun aksinedir.
«Nevi
ile ilh...» Veya şahıs ile takyit etmediği takdirde. Musannıf bu
nü ileride zikredecektir.
«Fasit
dahi olsa ilh...» Yani işletmeci bunlara mâlik olmakla mal sa-hibine muhalif olmadığı gibi her
ne
kadar fasit akidle çalışması malı tasarruf etmesi caiz değilse de bu durum malın onda emanet
oluşunu
da değiştirmez. Eşbah'ta olduğu gibi
bu «fasit» kelimesiyle bâtıl olan kı-sım çıkmıştır.
«Nakit
para ve örfleşmiş bir va'de ile
ilh...» Mudarebede işletmeci
ile
mâlik nakit veya va'dede ihtilâf ederlerse söz işletmecinindir. Vekâlet-te ise söz müvekkilindir.
Nitekim
bu husus «Vekâlet» bahsinde geçmiştir.
«Satın
almaya ilh...» Burada mudarebenin mutlak şekilde zikredil-mesi gösteriyor ki, işletmecinin
herkesle ticaret yapması caizdir. Lâkin Nâzım'da yazılana göre, İmam-ı Azam'a göre işletmeci
karısıyla,
büyük âkil çocuğuyla, anne ve babasıyla ticaret yapamaz.
İmameyn buna mu-halefet
etmişlerdir.
İşletmeci ticaretle izinli kölesinden de birşey alamaz.
Bazı
âlimler. «İttifakla mükâtebi ile de ticaret yapamaz» demişler-dir. Kûhistânî.
Önemli
Uygulama meseleleri:
İşletmeci mudarebe için rehin verir ve
alır.
İşletmeci bir bağ veya bahçe asla, onun için mudarebe malından kuyu açması veya sulaması, mâlik,
«Reyinle
çalış.» demiş olsa bile, câiz değildir.
İşletmeci, mudarebe malından birşeyi rehin vermiş olsa, ona
zamin olur. Sattığı malın değerini tehir
ederse,
mal sahibinin üzerine caizdir. Zamin de olmaz. Vekil-i hâs bunun aksinedir. O zamin olur.
Yani
kendi üzerinde olanı haseten vermiş
olsa zamin olur. Yoksa, mudarebe üzerinden verdiği şeye
zamin
olmaz. Bu niçin böyle anlaşılmalıdır? Zira ibarenin başına münafi olmaması ve bu tacirlerin
yapageldiği
şeylerden olduğu için, Şeyhimiz böyle demiştir. O zaman bu tefsir fukahanın «Mudarıb
rehin
verebilir» sözünü teyid eder.
Mal,
müşterinin yanında ayıplandığı zaman
değerinden düşük bir fiyatla satılır
ve düşen kısım o
malı
sağlama çıkarırsa, veya az birşey artırırsa, caizdir. Halk bu ziyadeleştirme ile aldatılmış
olmazsa
sahihtir. Eğer sermaye müşterinin üzerinde ise,
bundan ötürü mal sahibine ken-di öz
malından
zamin olur.
İşletmecinin mudarebe yapmak üzere aldığı cariye ile münasebette bulunması haramdır. Velevki
mal
sahibinin izni ile olsun. İşletmeci o ca-riye ile mal sahibinin evlendirmesiyle evlenirse, eğer
malda
ticaret yok-sa caizdir ve cariye mudarebeden çıkar. Eğer onda (cariyede) ticaret varsa onunla
evlenmesi
caiz değildir. Çünkü işletmecinin zarar olan bir-şeyi veya tacirlerin adeti olmayan birşeyi
yapma
hakkına sahip değildir.
Mudarebe
yapanlar iki kişi ise bunlardan
birisinin arkadaşının izni olmadan alıp satma yetkisi
yoktur.
İşletmeci aldığı şeyin mislinde halkın teamülüne uymuyorsa, mâlik ona «Reyinle çalış.» demiş olsa
bile,
mal sahibine muhalefet etmiş olur. Mutlak satım için vekil olan kimse gibi böyle bir vasıfla
satmış
olsa, İmam-ı Azam'a göre caizdir.
Fakat İmameyn bu hususta muhalefet
et-mişlerdir.
Mudarib
sermayeden fazlasıyla birşey satın
alırsa, verdiği fazlalık kendisine aittir; mal sahibine
değil.
Bu hükmî karışma ile zamin de
de-ğildir.
Sermaye
dirhem yani gümüş para ise ve işletme semen olmayan birşeyle bir mal almışsa, aldığı
mal
kendisine
aittir.
Sermaye,
dirhemler kabilinden olsa aldığı malı dinarlarla almışsa, o mal mudarebe için olur. Çünkü
burada
dinarlar ile dirhemler aynı cins sayılır. Yazdıklarımızın hepsi Bahır'dadır.
«Bununla
da mudarebe fasit olmaz ilh...» Çünkü tasarruf hakkı iş-letmecinindir,
mudarıbındır.
«Kiralamaya,
almaya ilh...» Meselâ iş için adam depo için yer tut-mak, taşımak için hayvan veya
gemi
kiralamak haklarına sahiptir.
«Kendi
malı ile karıştıramaz ilh...» Bir başkasının malı ile de karıştıramaz. Bahır'da olduğu gibi.
Eğer
o memleketin tacirleri arasında mudarebe yapanlar kendi mallarını mudarebe malı ile
karıştırıyorlarsa,
mal sahipleri de bu karıştırmaya mani olmuyorsa, orada örf böyle ise,
iş-letmecinin
karıştırmakla zamin olmaması gerekir. Tatarhânlye'de olduğu
gibi.
Tatarhâniye'de
bu meseleden önce şu ifade vardır:
«Mudarebedeki tasarruf asıl üç kısımdır. Bir
kısmı
mudarebe ve ona tabi olan
bablardandır ki burada mal sahibi işletmeciye, «Sana zahir olanı
yap»
demese bile yine bey, şira, rehin alıp vermek, icar tutmak, emanet vermek, malı ticaret malı
yapmak,
mal ile birlikte sefere gitmek gibi haklara mâliktir,
«Bir
kısmında da mutlak akid ile bunlara mâlik değildir. Ancak mal sahibi malı diğerine mudarebe
veya ortak ettikten veya malını bir
diğe-rinin malı ile karıştırdıktan sonra, «Kendi reyinle çalış.»
derse,
o zaman yukarıda sayılanlara mâlik olabilir.
«Bir
kısmında da ne mutlak akidte, ne de, «Kendi reyinle çalış» sö-züyle yukarıda sayılanlarda
tasarruf
hakkına sahip değildir. Ancak yapabileceği şeyleri ismen söylerse
yapabilir. Bu da zaten
ne
mudarebedendir ne de mudarebeye katma ihtimali vardır. Bunun örneği, mudarebe için veya
mudarebe
üzerine borç taleb etmektir.» Özetle alınmıştır.
«Kendi
malı ile karıştıramaz ilh...» Keza başkasının malı ile de karıştıramaz. Bahır'da olduğu gibi.
Bu,
çoğunlukla ticaret erbabı arasın-da işletmecinin kendi malı ile mudarebe malını karıştırması örf
değilse
böyledir. Tatarhâniye'de olduğu gibi.
Tatarhâniye'de
onsekizinci şöyle denilir: «Biri
diğerine yarı yarıya çalıştırmak
üzere bin lira verse,
sonra
aynı şekilde bir bin lira daha verse
ve işletmeci bunların ikisini karıştırsa, o zaman bu mesele
üç
durumda bulunur: Bakılır: Sermâye sahibi her iki mudarebede de, «Ken-di reyinle çalış.» demiş
olabileceği gibi bu sözü her ikisinde de söyle-memiş veya yalnız birisinde söylemiş olabilir.
Yine bu
sözü
her iki sermayede de elde
edilmezden önce veya her ikisinde kâr elde edildikten sonra veya
sermayelerin
yalnız birisinde kâr elde edildikten sonra söyle-miş olacaktır. Birinci durumda
işletmeci mutlaka zamin olmaz. İkinci du-rumda ise bakılır: Eğer her iki malda da kazanç elde
etmeden
karıştırmışsa, yine zamin olmaz.
Eğer her iki maldaki kazançtan sonra, «Reyin-le çalış»
derse,
o zaman her iki mala da zamindir. Karıştırmazdan ön-ceki kârdan sermaye sahibinin
hissesine düşene de zamindir. Mâlik, malın birisinde kazanç elde edildikten sonra, «Reyinle çalış.»
derse,
ka-zanç olmayan mala zamindir.
Üçüncüsünde ise bakılır: Eğer mâlikin, «Reyinle çalış.»
sözü
yalnız birinci malı veya ikinci malı verirken söylenmişse, bunların her biri de dört şekil
üzeredir:
Ya o iki malı mallardan kazanç elde etmeden karıştırmıştır veya yalnız birincisinden veya
yal-nız
ikincisinden kazanç elde ettikten sonra veya her ikisinden de kazanç elde ettikten sonra
karıştırmıştır. Eğer birinci sermayeyi verdiğin-de, «Reyinle çalış» demişse birinci sermayeye zamin
değildir.
Eğer her ikisinden de kazanç elde etmeden karıştırmışsa ikinci sermayeye de za-min
değildir.»
Bu
rakamın sayfa mı, faslı mı, babı mı ifade ettiği hiçbir baskıda belirtilmemiştir. (Çev.M.T.)
«Birşey
kendi mislini içine almaz ilh...» İşletmeci mudarebe malını başkasına mudarebe sermayesi
olarak
vermeye mâlik değildir. O zaman
işletmeci mudarebe malı ile şirket kurmaya veya kendi malı
ile
karıştır-maya da mâlik değildir.
Mükâtep
ve ariyet alan başkası ile kitabet yapmaya ve ariyet ver-meye mâliktirler. Çünkü buradaki
ifade
başkası yerine niyâbeten tasarruf yapmaya aittir. Ariyet alan ile mükâteb ise niyâbeten değil,
mâlik
sıfatı ile tasarruf etmektedirler. Çünkü ariyet alan yararlanma hakkına sahiptir. Mükâtep ise
çalışmasında hürdür.
Öyleyse işletmecinin şirket kurabilmesi, mudarebe malını kendi malı ile karıştırabilmesi ve bir
başkası ile mudarebe yapabilmesi için mâlikin ya bunlara ismen izin vermesi veya ticaretin her
şekli
için mutlak bir izin vermesi gerekir. Kifâye'de de böyledir.
METİN
İşletmeci, mudarebe için aldığı sermayeyi bir başkasına karz olarak veremeyeceği gibi ona «kendi
reyinle
çalış» denilmiş olsa bile, mudarebe için başkasından veresiye mal da alamaz. Çünkü her
ikisi
de tüccarların örfünden değildir. Bu sebeple bunlar genel anlama girmezler. Fakat sermaye
sahibi
bunlara isim vererek açıkça izin vermişse yapabilir.
İşletmeci veresiye bir mal alırsa bu, mudarebe değil, vücûh (itibar) şirketi olur. O halde işletmeci
mudarebe
malı ile aldığı kumaşı su ile yı-kayarak beyazlatsa ve mudarebe malını kendi parası ile
taşıtsa,
ona, «Kendi reyinle çalış.» denilmiş olsa bile, yaptıkları mudarebeden sayıl-maz. Çünkü,
«Kendi
reyinle çalış.» denmekle ödünç
birşey almaya ve-ya yaptırmaya mâlik olamaz.
Musannıfın
burada, «Su ile» demesinin sebebi eğer nişasta ile yı-kayarak beyazlatırsa bunun
hükmünün
boyanın hükmü gibi olmasıdır. İşletmeci kumaşı kırmızı ile boyarsa, mâlik boyadan fazla
olanına
or-taktır. Bu, karıştırma gibi, «Kendi reyinle çalış.» sözünün kapsamı için-dedir.
İşletmeci kumaşı kendi boyası ile boyarsa, kumaş satıldığında bo-yanın hissesi kadarı kendisine
aittir.
Kumaşın beyazlatma hissesi ise
mudarebe
malındandır.
Mal
sahibi işletmeciye, «Kendi reyinle
çalış.» dememişse
yukarıda
saydığımız
işlerde ortak olmaz. Belki gasb eden olur.
Burada
Musannıfın, «kırmızı» demesinin sebebi, geçtiği gibi, ku-maşı siyahlatmak, İmam-ı Azam'a
göre
fiyatını düşürmektir. Bu, «Ken-di reyinle çalış.» sözünün kapsamına girmez. Bahır.
İşletmeci mâlikin ticaret yapmak üzere belirlediği şehri veya tica-ret malı çeşidini veya ticaret
süresini
yahut ticaret yapacağı şahıs veya şahısları aşmaya mâlik değildir. Zira mudarebe faydalı
takyidi kabul eder.
Mudarebe
sermayesi ticaret eşyası olmadığı sürece akitten sonra da olsa mâlik işletmeciyi
azledebilir. Fakat mudarebe malı ticaret eşyası olduktan sonra mâlik işletmeciyi azletmeye mâlik
olmadığı
gibi onun herhangi bir şeye tahsis
etmeye de mâlik olamaz. Nitekim
ileride ge-lecektir.
Burada,
«Faydalı» kelimesiyle takyid ettik. Zira faydalı olmayan bir kayda itibar edilmez. Meselâ
mâlikin
şimdi peşinen satmayı yasaklaması gibi. Fakat normal bir faydalı kayıt ise, meselâ
açıkça
şehirde
falan so-kak veya pazarda satmayı yasaklasa. bu geçerlidir. Eğer bunu açıklıkla
söylemezse, geçerli değildir.
İZAH
«Karz
olarak veremeyeceği gibi ilh...» Poliçe (suflece) de alamaz. Bahir. Yani bu da borç taleb
etmek
gibidir. Yine poliçe de veremez.
Çün-kü bu da karzdır. T. Şelbî'den.
«Veresiye mal da alamaz, ilh...» Meselâ ödünç bir ticaret eşyası ala-maz. Yanında mudarebe
malından
birşey kalmazsa ödünç birşey alma hakkına da sahip değildir. Eğer borç aldığı şeyin fiyatı
mudarebe
malı-nın cinsinden ise ve elinde de mudarebe malından o cinsten semen var-sa, o zaman
bu
alışı mudarebe için olur, ödünç birşey almış sayılmaz. Tahâvî'nin
şerhinde olduğu gibi.
Açık
olan şudur: Bir mal aldığı zaman elindeki mudarebe malından fazla olan bir malı alırsa, aldığı
fazlalık
istidane (borç almaktır. Bahır'da da geçtiği gibi. Eğer elindeki maldan fazlasıyla birşey alırsa
ziyadesi ken-di şahsına ait olur. Bununla da hükmî karıştırmaya zamin
olmaz.
Bidâye'de şöyle denilmiştir: «Mudarebe malından fazlasını borç al-mak caiz olmadığı gibi mudarebe
malının
ıslahı için borç almak da ca-iz değildir. Meselâ, mudarebe sermayesi ile kumaş satın alsa,
sonra
onun taşınması için bir hayvan veya bir adam kiralasa veya onu su ile beyazlatsa veya onu
açmak
için bir adam tutsa, bunları kendi nefsinden yapmış olur. Bunların ücretini mal sahibinden
alamaz.
T. Silbî'den.
İşte
Musannıfın, «Mudarebe malı ile bir kumaş alsa» sözü de bu-dur. Musannıf konuyu kısımlara
ayırarak yalnız hükmî olan kısma işa-ret etmiştir.
«Veresiye bir mal alırsa ilh...» Yani işletmeci veresiye aldığı malı sermaye sahibinin izni ile alırsa,
aldığı
mal ikisinin arasında yarı yarıya olmak üzere malın borcu da her ikisinin üzerine olursa,
mudarebenin
mucibi de değişmezse, veresiye aldıkları malın kârı aralarında konuştuk-ları şarta
göre
taksim edilir.
Kûhistânî.
Sâyıhânî,
«Ben derim ki, vücuh (itibar) şirketi şudur: İşletmeciyle mâlik veresiye alınacak mal
üzerinde
ittifak etseler, alınan şey arala-rında üçte bir veya yarı yarıya olmak şartıyla satın alınsa, o
zaman
kâr bu şarta bağlıdır. Zikredilen şartlar bulunduğu halde buna muhalefet etseler,
kanaatimce, veresiye alınan mal sermaye sahibine ait olur. Alı-nan mal ayıplı olsa veya nev'î bir
bilinmezlik
bulunsa, kıymeti belirtilse veya cinsi bilinmese veya işletmeciye, «Sen tercih ettiğini al.»
denilmiş
olsa, bu kısımların hepsinde alınan mal sermaye sahibinindir. Eğer, «Sen tercih ettiğini
al.»
denilmezse, veresiye alınan mal,
alanındır. Nitekim bu. Vekâlet bahsinde de geçmiştir. Lâkin
metinlerin
zahirine göre alı-nan mal yine mudarebedeki mal sahibinindir. Kâr da aralarındaki şarta
göre
taksim edilir. Çünkü açık olanda caiz olmayan bazı şeyler, kapalı olanda caizdir.» demiştir.
«Kendi
parası ile ilh...» Yani kendi parası ile yıkatsa veya taşıtsa.
«Ben
derim ki.: Metindeki, «Veresiye mal da alamaz (istidane)»den maksat, Kûhistânî'den naklen
takdim
ettiğimizin benzeridir. O zaman mâlik, «Veresiye mal al.» derse işletmeci veresiye mal
almaya
yetkili olur. Ama işletmeci,
borç olarak nakit para alırsa, açık olan geçerli olmamasıdır.
Çünkü
karz almak için vekil tayin etmek
olur ki, vekâlet konusunda da
geçtiği gibi böyle bir vekâlet
bâtıl
olur. Hâniye'de inan şirketi konusunda şöyle bir ifade vardır:
«İşletmeci, mudarebedeki
ser-maye
sahibi adına kimseden ödünç para
alamaz. Eğer alırsa ödünç ve-ren adam (mukrız)
verdiği
parayı sermaye sahibinden değil
işletmeciden taleb eder. Çünkü borç ta leb etmeye vekil
tayin etmek, borç almaya vekil tayin etmek demektir. Bu sonuncu vekâlet ise bâtıldır. Zira isteme-ye
tevkil
etmektir. Ancak vekil borç verene,
«falan kimse senden şu ka-dar para istiyor.» dese o zaman
borç
veren, alacağını vekilden değil
müvekkilden talebeder.»
Zira
bu vekâlet değil, elçilik olmaktadır. Açık olan mudârebede de böyledir. Eğer işletmeci kendi
adına
isterse bu olmaz. Fakat mal sahibi adına isterse, bizim de dediğimiz gibi bu vekâlet değil
elçilik olur.
«Akitten sonra da ilh...» Yani sermaye mala çevrilmemiş, kendi ha-linde duruyorsa
Pratik
bir mesele: Hâmiş'te şöyle denilmiştir: «Mudarebedeki serma-ye sahibi, mudarebe sermayesi
mala
çevrildikten sonra, henüz satılıp
nakte çevrilmeden işletmecinin vadeli satmasını yasaklasa,
bu
yasak-lama geçerli değildir. Fakat para henüz mala çevrilmeden veya mala çevrildikten sonra
yeniden
nakde çevrilince vadeli satmayı yasaklarsa, geçerlidir. Çünkü birinci durumda değil ikinci
durumda
işletmeciyi az-letme hakkına mâliktir.» Minâh.
«Peşinen
satmayı yasaklaması gibi ilh...» Yani vadeli fiyatla peşin satmayı
yasaklaması gibi.
Aynî'de
olduğu gibi. Sâyıhânî.
METİN
Mudarıb,
mal sahibinin tayin ettiği şehir
veya pazarın dışına çıka-rak başka bir yerde satarsa, mal
sahibinin
sözüne muhâlefet ettiği için zamindir. Aldığı şey de mal sahibine değil, kendi şahsına
olur.
Eğer ta-yin olunan pazar veya
şehirden başka bir yere gider fakat
alım-satım yapmadan tekrar
ittifak
ettikleri şehir veya pazara dönerse, mudarebe de avdet eder.
İşletmeci, mudarebe malından olan bir köle ve cariyeyi evlendirme hakkına sahip olmadığı gibi,
satınalmasıyla tıpkı mâlikin satınalmasında olduğu gibi akrabalık veya mülk-i yemin sebebiyle tabii
olarak
azad olunacak köle ve cariye almaya da mâlik değildir. Fakat mukayyet olmayan veya
mukayyet olduğuna işaret eden bir kârine bulunmayan vekâletlerde vekil, işletmecinin aksine bu
hak
mâliktir. Mukayyet olma-sı şöyledir: Meselâ, «Bana bir köle al, satayım.» veya «Hizmet
ettireyim.» veya «Bir cariye al, kullanayım.» demesi
gibi.
İşletmeci, Aynî'nin de açıkladığı gibi malda kâr varsa ki kölenin kıymeti sermayenin tamamından
fazla
olursa, satınalmasıyla kendisi ta-rafından azad edilecek bir" köleyi satınalamaz. İşletmeci,
alışı
ile kendisi veya mal sahibi
tarafından azad olunacak bir köleyi alırsa, alış (şıra) kendisi için
meydana gelmiş olur.
Yukarıda
zikrettiğimiz gibi mudarebe malında kâr mevcut olmazsa alım, mudarebe için olmak üzere
geçerlidir. Eğer alıştan sonra kıyme-tinin artmasıyla kâr
ortaya çıkarsa, işletmecinin kendi hissesi
azad
edi-lir, mâlikin hissesinden ötürü de zamin olmaz. Çünkü onun azadı ken-di marifetiyle
değildir.
Azad edilen köle, Mâlikin
hissesinden ötürü de zamin olmaz.
Çünkü onun azadı kendi
marifetiyle
değildir. Azad edilen köle. mâlikin hissesinin kıymeti karşılığında ona çalışır.
İZAH
«Şahsına
olur ilh...» Kârı da zararı da kendisine aittir. Ebû Hanîfe ile Muhammed'e göre yapılan
kârın
sadaka olarak dağıtılması gere-kir. Ebû Yusuf'a göre ise işletmecinin bu kârı yemesi helâldir.
Çünkü
Ebû Yusuf'a göre asıl, emanetçinin
verilen emaneti çalıştırarak elde et-tiği kârı yemesi
helâldir.
İtkânî.
«Alım satım yapmadan ilh...» Bu ifade muhalefet halinde tazmin yü-kümlülüğüne işaret etmektedir.
Yalnız
bu tazmin zorunluluğu ancak alış-la
olur. Çünkü o dımân, tekrar muvafakâta dönerse ortadan
kalkar. Cami'in rivayetine göre ise, işletmeci mal sahibine muhalefet de etmiş olsa, mudarebe malı
ile
birşey alana kadar zamin olmaz.
Hiefâye'de olduğu gibi birincisi daha sağlamdır.
Kûhistâni.
Ben
derim ki: Zahir olan, mudarebe malı hiraçtan sonra, alıştan ön-ce helak olursa, ikinciye göre
değil,
birinci rivayete göre zamin olur.
«Tamamında
değil, bir kısmında ilh...» İtkânî şöyle der: «İşletmeci mudarebe malının bir kısmını
Küfe
dışında alsa, geri kalanını da Kûfe'de alsa, bu işletmeci birincisinde, yani Küfe dışında
aldığında
muhaliftir. Kûfe'de aldığında ise mudarebe üzerine almış olur. Zira muhalefetin de-lili bir
kısmında
vardır, bir kısmında ise yoktur.»
«Yine
mudarebe avdet eder ilh...» Malın
tamamında değil, bir kıs-mında ittifak ettikleri yere dönerse,
cüz'e
küll gibi itibar edileceği için mudarebe, hassaten döndüğü kısımda avdet
eder.
İtkânî
şöyle der: «Mudarebe önce avdet
ettiği kısımda avdet
eder.»
«Mülk-i
yemini ilh...» Meselâ işletmeci, mal sahibinin mudarebeden önce, «Ben ona mâlik olursam
hürdür.»
dediği köleyi satınalma hakkı-na mâliktir. Aradaki fark şudur: Satınalmadaki vekâlet
mutlaktır.
Mudarebedeki, vekâlet ise aldığını satarak kâr elde etmesi şartıyla kayıt-lamadır.
İşletmeci satmaya güç yetiremeyeceği.bir şeyi satınalırsa,
mâ-like muhalefet etmiş olur.
«Aynî'nin de açıkladığı gibi ilh...» Aynî'nin ifadesi aynen şöyledir: Sermayesi bin lira olan
bir
mudarebede
işletmeci, sermaye ticaret yo-luyla on bin liraya yükseldikten sonra kendi alışıyla
azadolunan
bir kö-le satın almış olsa, kölenin kıymeti de bin veya daha noksan olsa, bu alışla köle
azad
edilemez. İşletmecinin üç veya daha fazla köle olan oğlu olsa, bunların herbirinin kıymeti bin
veya daha az olsa, işletmeci bunların hepsini satınalmış olsa, bunların hiçbirisi azad edilmez.
Çünkü
bunların herbirisi mudarebe sermayesi ile meşguldür. İşletmeci bunlar-dan hiçbirisine mâlik
olamaz.
Ancak bunlardan herbirinin kıymeti ser-mayeden fazla olursa azad olurlar. Hâmiş'te de
böyledir.
«Kâr
ilh...» Yani ikinci surette.
METİN
Ortaklardan
birisi diğer ortağının üzerine azad edilecek bir köle ve-ya baba ya da vasi çocuğun malı
ile
çocuğun üzerine azad edilecek bir kimseyi alsalar, bu alış yalnız âkit (akit yapan) için nafizdir.
Çünkü
bu alışta çocuğun hiçbir görüşü
yoktur.
Ticaretle
izinli bir kölenin efendisinin üzerine azad edilecek bir kö-le alması geçerlidir. Eğer aldığı
kölenin
kıymetini ve kazancını aşan borcu
yoksa. Böyle bir borcu varsa, azad
edilemez. Bu mesele
Ebû
Hanjfe'ye göredir. İmameyn buna karşı çıkmıştır.
İşletmecinin yarı yarıya çalıştıracağı bin dirhem sermayesi olsa, bu sermaye ile bir cariye alsa. o
cariye
bin dirhem değecek bir çocuk
mey-dana getirse, işletmeci zengin
olduğu halde çocuk
bendendir
diye da-va eylese, zikrettiğimiz
gibi yalnız çocuğun kıymeti artarak bin beş
yüz dirhem
olursa
davası nafiz olur. Zikri geçtiği gibi
beşyüz dirhem kâr zuhur ettiği için ona mâlikiyet
bulunduğuna
mebnî azad edilir. Mal sahi-bi
dilerse o çocuğu bin iki yüz elli dirhem karşılığında
çalıştırır, dilerse azad eder.
Mal
sahibi çocuğun karşılığı olan bin dirhemin kabzettikten sonra eğer müddâi, yani işletmeci
yoksul
ise, onu cariyenin kıymetinin yarı-sına zamin eder. Çünkü
burada temlük mülkiyeti vardır.
Zira
onun iddia-sının geçerliliği cariyede ortaya zuhur
etmiştir.
Bu
şöyle hamledilir: Bir kimse cariye ile evlendikten sonra cariyeyi hamile olduğu halde satınalmış
olsa,
satınaldıktan sonra cariyenin kıy-meti bin beş yüz dirheme ulaşırsa, Ümmü'l-veled olur. Eğer
fakir
ise, artık cariyenin üzerine çalışan farz değildir. Çünkü
Ümmü'l-veled'dir.
Ümmü'l-veled
çalışmaz. Bu meselenin tamamı Bahır'dadır.
İZAH
«Çocuğun
ilh...» Bu, geçen meseleye ait bir illettir. Ortaklıkta illet, mudarebede zikredildiği gibi kâr
taleb
etmektir. T.
«Cariye
alsa ilh...» Ve o cariye ile
münasebette bulunsa. Mültekâ. Hâmiş'te de böyledir.
«Zengin
olduğu halde ilh...» Çünkü burada
azad edilme zaminiyeti vardır. Bu ifade lüzumlu bir kayıt
değildir.
Ancak bunun bu ibarede ko-nulması, eğer fakir ise zamin olmadığının anlaşılması içindir.
Miskin
de bu mevzuda tenbihte bulunmuştur.
«Zikrettiğimiz
gibi ilh...» Yani Musannifin
ifadesindeki, «O cariye bin dirhem değecek bir çocuk
meydana getirse» kavli.
«Temellük
zaminiyeti vardır ilh...» Çocuğun zaminiyeti
bunun hilâfınadır. Çünkü onda çocuğun azad
olmasının
zaminiyeti vardır. Bu ise tecavüze dayanır. Ki
burada tecavüz de yoktur.
«Zuhur
etmiştir ilh...» Çünkü onun davası
zahiren sahih olarak vaki
olmuştur.
«Ondan
hamile olduğu halde ilh...» Şu kadarı var ki, mülkiyet olma-dığından bu dava
nafiz değildir.
Mülkiyet de davada şarttır. Cariye ile
çocuktan her biri sermaye ile meşguldür. Onun için onda kâr
da
zahir değildir. Zira bilindiği
gibi mudarebe malı muhtelif cinslerden olursa, her bir cins kendi
başına
sermayeden fazla olmadıkça İmam-ı Azam'a göre kâr zahir değildir. Çünkü bazısı diğerinden
daha
evlâ değildir. O za-man mudaribin ne
cariyede ne de çocukta bir payı yoktur. Ancak mudarıba
mücerret
tasarruf hakkı sabittir. Buna göre onun davası geçerli de-ğildir.
Fakat
kıymeti artarak bin beş yüz dirheme ulaşırsa, o zaman kâr zahir olur. Mudarıb da o kârın
yarısına
mâlik olduğu için geçen iddiası nafiz olur. Çünkü davanın geçerlilik şartı mülkiyettir.
Burada
da mülki-yet mevcuttur. O zaman
çocuk onun oğlu olduğu için hissesi kadar azad edilir.
Mudarıb,
mal sahibinin çocuktaki hissesine de zamin olmaz. Çünkü burada azad edilme iki
sebebten
ötürü olmuştur. Birisi neseb,
diğeri mülkiyettir. Mülkiyet ise sonradan meydana gelendir.
Bu
sebeble azad edilme mülkiyete izafe edilir.
Mudarıbın
mülk edinmede hiçbir sun'u yoktur.
Öyle ise, zaminiyeti de yoktur. Çünkü taaddi yoktur.
Mal
sahibi dilerse çocuğu kendi serma-yesi olan bin dirhem ile kârdan olan hissesi karşılığında
çalıştırabilir. Mal sahibi eğer sermaye olan bin dirhemini kabzederse, o zaman ser-mayesinin
tamamını
almış olur. O zaman zahir olur ki. çocuğun annesi olan cariye, aralarında yarı yarıya kâr
olduğundan
mudarıbın onun üze-rindeki iddiası
geçerli olarak cariyenin tümü mudarıba
Ümmü'l-veled
olur. Zira istilât, nakte ihtimal
eden bir mahalle tesadüf ederse, icmaen tecezzi kabul
etmez.
Mudarıbın onun kıymetinin yarısını
sermaye sahibine vermesi de vacib
olur.
Mal
sahibinin çocuğun kıymetinden kabzettiğinin neden kârdan sayılmadığı sorulursa şöyle deriz:
Çocuğun
kıymetinden kabzedilen, ser-mayenin cinsindendir. Sermayenin cinsi ise kâra
mukaddemdir.
O halde çocuktan kabzedilenin sermayeden sayılması evlâ olur. Zeylâi. Özetle.
«Mal
sahibine zamin olur ilh...» Zira Ümmü'l-veled'in kıymeti artın-ca
kâr durumu ortaya çıkmıştır.
İşletmeci kârın bir kısmına mâlik olduğu için onun Ümmü'l-veled üzerindeki
davası geçerli olur. O
zaman
da sermaye sahibine sermaye ile
kârın yarısını vermesi gerekir. Bin
dir-hem olan sermaye
mal
sahibine ulaşınca, mâlik sermayesinin tamamını almış olacağından doğan çocuk kör olur.
İşletmeci de bu kârın yarısı-na sahip olduğu
için de azad edilir. Fakat sermaye olan bin dirhem
mâ-like
ulaşmadıkça, Ümmü'l-veled hakkında zikrettiğimiz gibi çocuğun kö-leliği de hâl üzere
devam
eder.