MEZUN
KİTABI
METİN
İzin
kelimesi sözlükte bildirmek ve haber vermek anlamına gelir. Bir terim olarak ise ticarî konuda
hacri
kaldırmak demektir. Çünkü izinli kölede ticaretten başka konularda hacr kaldırılmaz. İbn
Kemâl.
İzin,
hakkı düşürmektir. Eğer mezun köle ise hakkı düşüren efendidir. Yok eğer çocuk ise, hakkı
düşüren
onun velisidir. İmam Şafiî ve İmam
Züfer'e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi
yerine
geçirmek demektir.
Hacri
kaldıran köle kendi nefsî için ehliyeti ile tasarruf edebilir. Onun bu tasarrufu bir süre ile
sınırlandırılmaz. Ve bir çeşit ile de tahsis edilmez. İşte bu görüş, musannıfın «hakkı düşürmektir»
sözünün
ayrıntısıdır. Yani üzerindeki hak düşürülen kimse, kendi başına tasarruflarda bulunabilir.
Taahhüd
ile de efendisine rücu edemez. Çünkü efendisi onun hacrini kaldırmıştır.
O
halde eğer kölesine bir gün veya bir ay izin vermiş olsa. -musannıfın
bu sözü onun hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır- o köle mutlaka
üzerine hacr konulana kadar mezun olur. Zira
düşürülen
şeyler belirli bir süre ile sınırlanmazlar. Bir türle de tahsis edilmez. O halde kölesine bir
çeşit
izin vermiş olsa, ticaretin bütün
çeşitlerinde izin vermiş olur.
Zira ona izin vermekle üzerindeki
ticaret
hacrini kaldırmış. vekâlet
vermemiştir.
Bilinmiş
olsun ki, bir nevi tasarrufla izin
vermek ticarete izindir. Şahsî tasarrufla izin vermek ise
istihdamdır.
İzin,
delâleten de sabit olur. Meselâ efendisi kölesinin bir yabancının malını sattığını görse, sussa,
bu
delâlet yoluyla izindir. Ama
efendisi kölenin kendi malını sattığını görse, lisanı ile izin verinceye
kadar
caiz olmaz. Bezzâziye, Dürer,
Hâniye'den.
Şu
kadar var ki Zeylâî ve diğer âlimler efendinin malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır. Yani bir
köle
efendisinin malını satarken efendisi görse, müdâhale etmese, bu delâlet yoluyla izindir.
Yabancının
malını sattığını görüp susması gibi. Efendinin malı ile yabancının malının eşit olduğunu
İbni
Kemâl ve Mülteka sahibi de kesin bir biçimde söylemişlerdir.
Bu
görüş Şurunbulâliye'de şu sözle tercih
edilmiştir: «Metin ve
şerhlerde olan hükümler fetvâ
kitaplarında
olandan daha uygundur.» Hatırda
tutulsun.
O
zaman köle istediğini alır ve efendisinin susması da izindir. Ancak kölenin efendisi hâkim olursa,
o
zaman efendinin susması, onun malında da mezun olduğunu gösterir. Eşbâh. Şu kadar var ki,
efendisinin
gördüğü o şeyin satış veya
alışında mezun olmaz. Yani efendisi adına o malın satımı
nafiz
değildir. Çünkü bu takdirde kölenin
mezun olmadan önce mezun olması lazım gelir. Bu da
bâtıldır.
Ben
derim ki: Şu kadar var ki, Kuhistânî, Zâhire'ye nisbetle efendi-in
malını alışla değil, satışla
kaydetmiştir.
Onun satıcı sahih olduğu gibi alışı
da sahih olur. O zaman birinci mebi ile alınan mal
arasında
farka ihtiyaç olur ki, söz konusu
mebî hakkında köle mezun olmamaktadır. Ama aldığı şey
hakkında
mezun olmaktadır. Allahu Teâlâ
muvaffak kılsın.
İZAH
Musannıf
bu konuyu hacrden sonra zikretmiştir. Zira izin, daha önce hacrin bulunmasını gerektirir.
«Sözlükte
izin; bildirmek ve haber vermek anlamındadır ilh...» Musannıf izni, ilâm kelimesi ile tefsir
etmekte
Zeylâî ve Nihâye'ye uymuştur.
Turî
de şöyle demektedir: «Şeyhülislâm, Mebsût adlı eserinde şöyle der: «izin sözlükte, serbest
bırakmaktır. Zira izin men manâsına gelen hacrin zıddıdır. O zaman izin bir şeyden diğer bir şeye
serbest
bırakmaktır.»
Nihaye'de de şöyle denilmiştir: «İzin bir şeyde hacredilen kimse için engeli kaldırmak anlamına
geldiği
gibi hacredildiği şeyde de onun
serbest olduğunu bildirmektir.»
Nihâye, Zeylâî'nin «izin ilâmdır. Ezân'ın ilâm manâsına gelmesi de bundandır» sözünü uzak
görmüştür.
Çünkü izin, «Şuna izin vermiştir»
kelimesinden alınmıştır. Ezân ise «şunu ilâm etmiştir»
anlamına
gelen ezzene'den gelmiştir.
Ebussuud
da şöyle demiştir: «Kadızâde,
Tekmile'de. «Ben hiç lugat kitaplarında iznin ilâm
anlamına
geldiğini görmedim» demiştir.»
«Mezun
olan kölede ilh...» Uygun olan köle
sözünün düşürülmesidir. Zira hüküm
çocukta ve zayıf
akıllıda
da böyledir. H.
«Ticaretten
başka konularda ilh...» Yani evlenmek, cariye almak, borç vermek, hibe ve benzeri
şeylerde
mezun köleden hacr
kalkmaz.
«Hakkı
düşürmektir ilh...» Bu söz. «Şeriatte hacri kaldırmaktır» sözünün tefsiri gibidir. Açıktır ki,
çocuk
ve zayıf akıllıda hakkın düşürülmesi
yoktur. Sadiye.
Şu
kadar var ki İbni Kemâl şöyle
demiştir: «Yani mevlânın hakkını
düşürmek değil, men hakkını
düşürmektir.
Zira mevlânın hakkının köleye izine
tahsis edilmesi geçerli değildir. Çünkü efendinin
hakkı
izinle köleden düşmez. Bundan ötürü de aşağıda geleceği gibi efendi kölesinin kazancından
zorla
alır.»
«İmam
Şâfiî ve İmam Züfer'e göre ise, izin şeriatta vekâlet vermek ve kendi yerine geçirmektir.» Bu
ihtilafın
semeresi ileride gelecektir.
«Köle
tasarruf edebilir ilh...» Musannıfın bu sözü manâ üzerine atıftır. Sanki musannıf efendi
kölesine
izin verdiği zaman köleden hacr kalkar, ondan sonra köle tasarruf eder ilh... demek
istemiştir.
İbni Kemâl.
«Köle
ilh...» Musannıf bu beyânı köle ile
niçin tahsis etmiştir? Çünkü onda
hâl gizlidir. Yoksa,
buradaki
hüküm köle, çocuk ve zayıf kıt akıllı (ma'tûh) arasında ortaktır. İbnî Kemâl.
«Kendi
nefsi için ilh...» Yani vekâlet
yoluyla efendisine tasarruf etmiş değildir. Kuhistanî.
Kendi
nefsine tasarruf ettiğinde aldığı
şeyin kendisinin olması da lazım gelmez. Çünkü köle
tamomıyla efendisinin mülküdür. Onun mülkiyeti tasarruf ettiği
şeyde güç olduğu takdirde efendisi
o
mülkte onun yerine geçer. Şurunbulâliye.
«Ehliyeti
ile ilh...» Zira köle, köle olduktan sonra da yine tasarruf
ehlidir. Çünkü tasarrufun rüknü,
şer'an
muteber bir sözdür. Çünkü mümeyyizliğinden ve mahallinden sadır olmuştur. Tasarrufun
mahalli
ise, hukukun iltizamı için elverişli bir zimmettir. Rükün ve malâh de kölelikle yok olmaz. Zira
bunlar
insanların değerlerindendir. O da kölelikle insan olmaktan çıkmaz. Ancak şu kadar var ki,
efendinin
hakkının onun rakabesindeki bir borç sebebiyle bâtıl olmaması için onun üzerine hacir
konulmuştur.
Çünkü onun kölelik yüzünden zimmeti zayıftır. Hatta onun
zimmetinde kölelikle
meşgul
olduğu sürece mal da vacib
olmaz. Efendisi ona izin verdiği takdirde onun üzerindeki
hakkını
düşürmüş köle kendi asıl ehliyeti ile tasarrufda bulunmuş olur.
Zeylâî.
«Bir
çeşitle de tahsis edilmez ilh...» Bir yerle de tahsis edilmez. Kuhistânî.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Bu hüküm. eğer izin hacir altındaki bir köleye verilmişse
böyledir. Ama izin bir mezun köleye ikinci
kez verilmişse. bu tahsis olunur.
O halde köleye izin
verilse,
sonra ona bir miktar para
verilerek onunla yiyecek alması söylense, köle de bir köle alsa,
aldığı
köleyi kendisi için almış olur.
İmam Muhammed bunu kesin bir ifadeyle söylemiştir.»
«Bu
söz musannıfın «hakkı düşürmektir» sözünün ayrıntısıdır ilh...» Çünkü
düşürmeler sınırlamayı
kabul
etmez. Boşama ve azad gibi.
Nitekim ileride gelecektir. Eğer izin hakkı düşerse, artık efendi
köleyi
nehyetmeye mâlik olamaz, denilmesin. Zira biz diyoruz ki, mevcut olmayan bir hakkı
düşürmek
değildir. O zaman nehyetmek de
mevcut olmayan bir şeyi düşürmekten
imtina etmek
olmaz.
Zeylâî.
«Kefâlet
ile de efendisine rücu etmez ilh...» Yani tasarruf hakkı ile semenin talebi gibi diğer şeylerle
efendisine
rücu edemez.
Kuhîstanî.
«Hacrinî
kaldırmıştır ilh...» Bunun açık anlamı, musannıfın «rücu etmez» sözü, «hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır. Kuhistanî de bu
sözü «kölenin tasarrufu kendi nefsi içindir»
sözünün
ayrıntısıdır.
«Bu
sözü, «onun hacrini
kaldırmıştır» sözünün ayrıntısıdır
ilh...» Bunda bir görüş vardır. Açık
olan,
bu
ayrıntının ayrıntısıdır. O ayrıntıda «Bir süre ile sınırlanmaz» sözüdür. Nitekim illet de bunu
gösterir.
«Düşürülen
şeyler belirli bîr süre ile sınırlanmazlar ilh...» Çünkü düşürmeler sürelerle sınırlandığı
takdirde
vukuu anında dağılır.
«Bir
çeşide izin vermiş olsa ilh...» İster o çeşittten başkasında sükût etsin ister açık bir ifade ile
nehyetsin. Meselâ açık bir ifade ile bez almasını söyleyerek başkasından nehyetmesi gibi.
Tatarhâniye,
Muz-marat'tan.
«Zira
izin vermekle üzerindeki ticaret hacrini kaldırmış, vekâlet vermemiştir ilh...» Musannıf
yukarıda
geçtiği halde, bizimle Şâfiî ve Züfer arasındaki ihtilâfın semeresine dikkat çekmek için
tekrar
etmiştir. Anla.
«Bilinmiş
olsun ki ilh...» Minâh'ta şöyle denilmektedir: «Tahsisten maksat istihdam olduğu zaman
bir
şey ifade etmez. Zira eğer tahsis
izin olmuş olsa, köleyi istihdam kapısı kapanır. Zira bir kimse
iki
fulusa bakla alması için kölesine izin verirse, bu ticaretle izin vermek demektir. O zaman onun
rakabesini kapsayacak ölçüdeki borçlarla ikrar etmesi de sahih olur. Halen de alınması gerekir. O
halde,
hiç kimse şiddetle ihtiyacı olduğu bir şeyde bile kölesini istihdam etmeye cesaret edemez.
Zira
genellikle köleler az şeylerin satın alınmasında istihdam edilir. O zaman istihdamla ticaret izni
arasını
ayıracak bir sınır gerekir. Bu sınır şudur: Adam kölesine mükerrer tasarrufla açıkça izin
verir.
Mesela kölesine «Bana bir kumaş al ve sat» veya «Şu elbiseyi sat, onun fiyatı ile bir şey al»
der.
Veya meselâ, «Bana her ay kâr ver»
veya «Bana bin lira öde, hürsün» demesi gibi
tasarruflarına
delâleten izin verir. Çünkü bunda
köleden bir mal talep etmiştir. Mal da ancak kölenin
kesbi
ile hasıl olur. İşte bu da delâleten tekrardır. Veya kölesine «sen boyacılık veya çamaşırcılık
yap»
demesi de delâleten tekrardır. Çünkü gerekli olan bir şeyin şırası için vermiştir. Bu da
çeşitlerden bir çeşittir. Yukarıda zikredilen amelin tekrarıyla tekerrür eder. O zaman onun bu
tasarrufla
izni köleye ticaret ile izindir. Ama
eğer kölesine mükerrer olmayan bir
tasarrufla izin
verse,
evine ekmek veya yiyecek olması gibi, bu izin olmaz. Nitekim biz bunu zikrettik.»
Bu
açıklamalar Bezzâziye'de de
belirtilmiştir. «Bir köle bir malı gasbetse, efendisi de gasbettiği
malı
satmasını emretse, efendisinin bu emri ticaret izni olur. Halbuki bu izin mükerrer bir akitle izin
de
değildir. Yukarıda zikredilen asıl bununla bozulmaktadır» denilse, biz deriz ki. buna şu şekilde
cevap
verilir: Efendinin kölesine
gasbettiği bir şeyi satmasını emretmesi, delâleten mukerrer akitle
izindir.
Bu delâleten izinle sabittir. Çünkü efendinin gasbedilen malın satılması ile tahsis etmesi
bâtıldır.
Çünkü efendinin gasbedilen mal
üzerinde velâyeti yoktur. İzin de efendiden açıkça sadır
olmuştur.
O zaman, sınırlama bâtıl olmuş, mutlak ifade açığa çıkmış bulunur.
Hidâye'nin sözü de işaret etmektedir ki, ticaret izni ile istihdamı ayıran fâsıl çeşit tasarrufu ile şahsî
tasarruftur.
Çeşit tasarrufu ile izin vermek
ticaretle izindir. Ama şahsî
tasarrufa izin vermek ticarete
izin»
sayılmaz. İnâye'de de böyledir.
Düşünülsün. Vikâye'nin ifadesi de
bunu gösterir.
«İzin
delâleten de sabit olur ilh...» Hakâik'te şöyle denilmiştir: «Efendinin susması, susması
sırasında
izni nefyedecek bir şey geçmediği takdirde ancak, izin olur. Meselâ efendi «Benim
kölemin
ticaret yaptığını gördüğünüz zaman.» dese ve sussa.,yine âlimlerin ittifakı ile, köle ticaretle
mezun
olmaz.»
«Efendisi
kölenin bir yabancının malını
sattığını görse ilh...» Zeylâî şunu
ifade etmiştir: «Birisi bir
yabancının
kendi malını sattığını görse ve sussa, onun susması ona izin olmaz. Veya birisi
sahibinin
gözü önünde malını telef etse, sahibi de sussa, yine hüküm böyledir. Malını telef eden
kimseden
tazmin etmesini taleb etme hakkı vardır.»
Fûzaladan
bazıları, «Bu ifade ile birlikte Fûsil-i İmâdiye'nin otuz üçüncü faslında olan
ifadeye
bakılsın» demişlerdir. O ifade şudur: «Birisi diğerinin tulumunu yarsa ve tulumun içinde olanı
emse.
sahibi de sussa, onun susması rıza sayılır.»
Allah'ım,
sen bizi sorumlu tutma. Fûsul-i
İmadiye'de olan ancak telafisi mümkün olmayan bir telefe
hamledilir.
«Bezzâziye
ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi aynen şöyledir: «Birisi kölesinin alışveriş yaptığını görse,
sussa,
bu izindir. Ancak eğer ondan nehyetmezse. Şu kadar var ki,
eğer efendisinin malından
satıyorsa,
sözlü olarak izin verinceye kadar onun satışı caiz değildir.»
«Dürer,
Hâniye'den ilh...» Hâniye'nin ifadesinde çelişki vardır. Zira Hâniye sahibi konunun baş
tarafında
«Efendi kölesini mâlikin bir malını satarken görse ve sussa, onun susması izin olmaz»
demiştir.
Birkaç satir sonra da, «Onu kendi dükkânında görse, köle birçok malı satıncaya kadar
sussa,
onun bu susması izin olur. Ancak susmasından önce kölenin satışı efendi için nâfiz olmaz»
daha
sonra da, «Birisi diğer bir adamın kölesine satması için mal vermiş olsa. o da satarken
efendisi
görse ve nehyetmese, onun nehyetmemesi ticaretle izin olur. Mal sahibi için de kölenin
satışı
caiz olur» demektedir. Hamevî.
Ben
derim ki: Hâniye'nin ifadesinde
çelişki yoktur. Zira onun birinci sözünün anlamı, efendinin
sustuğu
satışta ona izin olmaz, bu satış efendi için nâfiz olmak demektir. O satıştan sonra her ne
kadar
ticaretle mezun olsa dahi. Nitekim bu birinci sözü ikinci ve üçüncü sözü tefsir etmiştir. Ama
yabancının
malında satımının nâfiz olması do ancak ecnebinin ona izin vermesindendir. İşte bu da
Bezzâziye'de
olan ifadenin anlamıdır. Bizim bu
dediğimize Birî'nin şerhinde Bedâyî'den nakledilen
«Adam kölesinin alışveriş ettiğini görse, sussa, bize göre köle mezun olur. Ancak susmanın
tesadüf
ettiği satımda değil. Alış ise bunun aksinedir» ifadesi de delâlet etmektedir.
Sonra
ben Allâme Tûrî'nin de Bedâyî ve
başkalarının ifadeleriyle istidlâl ederek sözleri bu şekilde
telif
ettiğini gördüm.
Allâme
Tûrî sonra Zeylâî'ye itiraz ederek şöyle demiştir: «Kölenin sattığı şeyde fark yoktur. İster
efendisinin,
ister başkasının malı olsun. İster izniyle olsun, ister izinsiz olsun. İster bey'i sahih, ister
fasit
olsun. Hidâye sahibi de bu şekilde
zikretmiştir.
Kadıhan
da şöyle demektedir: «Efendi
kölesinin mâlikin arpalarından bir malı sattığını görse ve
sussa,
bu izin
olmaz.»
Tûrî
şöyle diyor: «Zeylâî'nin sözünün
açık anlamı şudur ki, Zeylâî Hidâye sahibinin sözü ile Hâniye
sahibinin
arasında bir muhalefet olduğunu
anlamıştır.» Sonra da, «Zeylâî'nin sözü İmam
Muhammed'in
Asl isimli kitabındaki ifadesinin aksine nasıl yorumlanır»
demiştir.
0
halde şârihin Bezzâziye'den
naklettiği sözün anlamı,
özellikle o efendi için caiz değildir demektir.
Her
ne kadar onunla köle ticaretle mezun olsa bile. Yoksa onun anlamı ona izin olmaz demek
değildir.
Nitekim hâşiyeci şarih ve diğerleri
de böyle anlamışlardır. Velhasıl, kölenin satışı ile, ister
mâlikin
mülkü olsun, ister başkasının mülkü, mezun olmasında bir fark yoktur. Fark ancak,
susmasının
tesadüf ettiği satış hususundadır. Eğer efendinin satışını görüp sükût ettiği mal
yabancının
ise, caizdir. Efendinin ise, dili ile izin verene kadar caiz değildir. Bu tespiti ganimet bil.
Çünkü
burası anlayışların kaydığı yerdir.
«Şu
kadar var ki Zeylâî ve dîğer âlimler efendinîn malı ile yabancının malını eşit tutmuşlardır ilh...»
Hidâye sahibi gibi. Nitekim sen de onun ifadesini gördün. O halde buradaki düzeltme başkası gibi
şârihın
de Bezzâziye ile Hâniye'de olan ifadeyi Hidaye'de olan ifadeye muhalif anlamasındandır.
Halbuki
sen de anladın ki, sükûttan sonra mutlaka mezun olacağı hususunda muhalefet yoktur.
Ancak
Hâniye'de birşey ifade edilmiştir ki,
o Hidâye'de zikredilmemiştir. O şey şudur: Efendinin
kölesinin
satışını gördüğü satım eğer efendinin malı ise, caiz değildir. Eğer efendinin değilse,
caizdir.
«Şurunbulâliye'de
tercih edilmiştir ilh...» Yani
Şurunbulâliye, Zeylâî. İbni Kemâl ve diğerlerinin
zikrettikleri, efendinin malı ile yabancının malının eşitliğini tercih etmiştir. Bu tercihten sonra da
Camiü'l-Fusûleyn'
den bizim zikrettiğimiz «İznin eseri
gelecekte kendini gösterir.» Yoksa gördüğü
zaman
sattığı şeyde değil» kavlini nakletmiştir. Kadıhan ve
diğerlerinin muradlarının da bu olduğu
Şurunbulâliyenin
gözünden kaçmıştır. Bu açıklamalara dayanarak metin ve şerhler ve
fetvâların
ifadeleri
arasında zıtlık yoktur. Başarıyı veren Allah'dır.
«Köle
istediğini alır ilh...» Umulur ki burada «dilediğini alır» sözünden maksat alınan şeylerin
tamamıdır.
Velev alınan şeyler haram da
olsa. Bundan ötürü Kuhistanî, «Alır. Velev aldığı şey şarap
dahi
olsa» demiştir.
T.
«Ancak kölenin efendisi hâkim olursa ilh...» Hamevî Kenz'in şerhinde, Makdisî Remz'de şöyle
demişlerdir: «Bu sözün tevcihinde bana şu zahir oldu: Hâkim işleri kendi nefsiyle yapanlardan
değildir.
O zaman kölesinden amellerin tekrarı ile onun sükûtu izne delâlet etmez. Çünkü vekâlet
verme
ihtimali çok kvvetlidir.»
Hamevî
ve Makdisî'nin sözleri ifade ediyor ki, hâkim burada ancak örnek için zikredilmiştir. Öyleyse
hâkimden
maksat, işlerini bizzat kendisi yapmayan herkestir.
Eşbâh
haşiyesinde şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, Zâhiriye sahibi bu meseleyi istisna yoluyla
zikretmemiştir. Kadıhân da yine bunu istisna yoluyla zikretmemiştir. Kadı diyor ki: «Birisi kölesinin
alış-veriş
yaptığını görse, sussa, bunun sükûtu izin
olmaz.» Halbuki biz de
yukarıda zikrettik ki.
Hidâye sahibinin yukarıda mutlak zikretmesinden anlaşılıyor ki, efendinin hâkim olup olmaması
arasında
bir fark yoktur. Yine yukarıda takdim ettik ki, metin ve şerhlerde olan, fetevâ kitaplarına
takdim
edilir. Bunu Ebussuud da Eşbâh
hâşiyesinde ikrar
etmiştir.
Ben
derim ki: Uzak değildir ki. Kadıhân'ın maksadı şudur ki, sükûtun tesadüf ettiği satışta köle
mezun
olmamaktadır. Zaten onun geçmiş sözünden maksadı da bu idi. Nitekim bildin. O halde köle
o
satıştan sonra mezun olur. O
zaman, sözde istisna yoktur.
Makdisî'nin
zikrettiği ise, .hâkimi kesin olarak zikretmenin sebebi olmaya elverişlidir. Halbuki bu da
onun
geçen sözünün umumuna dahildir.
Yani. hâkimin kölesi ile başkasının kölesinin hükmü birdir.
Her
ne kadar hâkimin kölesinin, hakimin vekili olması ihtimali kuvvetli ise de. O zaman Kadıhân'ın
ifadesi
metin ve şerhlerin mutlak ifadesine aykırı değildir. Bundan dolayı
hâkimin kölesi meselesi
Hâniye ve Zâhiriye'de Eşbâh'ın yaptığı gibi istisna tarikiyle
zikredilmemiştir.
Bu
meselenin zikrinden sonra Tûrî'nin şöyle dediğini gördüm: «Asrın bazı adamları hâkimin
sükûtunun
efendinin sükûtuna hilafla izin
olmadığını anlamışlardır. Zeylâî'nin anladığı gibi.»
Tûrî'nin
sözünün açık anlamı şudur ki, bu anlayış fakihlerin sözüne aykırıdır. Zeylâî'nin geçen
anlaması gibi. İşte bu da bizim yukarıda dediğimizi teyid etmektedir. Düşün.
«O
şeyin satış veya alışında mezun olmaz ilh...» Bunda bir görüşü vardır: Kelâm kölenin yabancının
malını
satışında farzedilir. O zaman da efendinin sükûtu, o şeyin satışında izin
olarak tasavvur
edilemez.
Ta ki nehyi sahih olsun. Bu da
şarih, «Yani efendisi adına o malın satışı nâfiz değildir»
sözü
ile işaret etmiştir. Şu kadar var ki bu bir şerhdir. Şerh de şerhedilene mutabık olmaz. Öyleyse
şârihin
üzerine düşen, bunu ihtiraz şeklinde açıklaması idi. H.
Bunun
özeti şudur: Kölenin o şeyin satışında mezun olmaması, ancak sattığı şey efendinin mülkü
olması
hâlindedir. Ama eğer sattığı yabancının malı ise, bizim de yukarıda zikrettiğimiz yabancı için
nâfiz
olur. O satımın geçerliliği de kölenin efendisinin sükûtu ile değil, yabancının izni
iledir.
Bu
satışta semenin uhdesi köleye mi, yoksa ona izin veren yabancıya mı aittir. Meşâyih bunda
ihtilâf
etmiştir. Zâhiriye ve Tatarhâniye.
Şu
kadar var ki, Siraç sahibinin sözlerinin aksi aralarında fark olmadığını ifade etmektedir. Zira
Siraç
sahibi şöyle demektedir: «Eğer adam kölesinin alış veriş yaptığını gördüğü halde
yasaklamayarak sükût etse, köle mezun olur. Ancak kavlen izin verene kadar kölenin bu satışı
efendisi
için nafiz olmaz. Kölenin sattığı mal ister efendinin. ister gayrının olsun. Fakat bundan
sonra
köle tasarrufunda mezun
olur.»
Siraç
sahibinin ifadesindeki «Kölenin sattığı mal ister efendinin, ister gayrının olsun» kavlinin
umumîliği,
eğer «mezun olur» sözüne irca edilirse, bu tasarruftan sonraki tasarruflarında mezun
olur.
Veya efendinin gördüğü satışı, yabancıdan izin alarak yaptığı bir satış şeklinde yorumlanırsa,
mezun
olur. En yakın olanı da budur. O bizim Bezzâziye, Hâniye veya diğerlerinden naklen takdim
ettiğimize
de münafî olmaz.
Düşünülsün.
«Mezun
olmadan ilh...» Çünkü izin sabit olmaz. Ancak köle efendisinin huzurunda alış-veriş
yaptıktan
sonra izin sabit olur. Zarurî olarak huzurunda yaptığı ilk alış-verişte
köle mezun sayılmaz.
O
zaman da o bey nafiz olmaz.
«Bu
da bâtıldır ilh...» Çünkü bir şeyin
kendi nefsi üzerine tekaddümü
lâzım gelir.
«Zâhire'ye
nisbetle ilh...» Zahire'nin
ibaresinin nassı şöyledır: «Adam kendi malı ile kölesinin bir
şey
aldığını görse, ondan nehyetmese, nehyetmemesi efendiden köleye ticaretle izin olur. Onun
aldığı
şey ise lazımdır. Ama efendi o malını geri isteyebilir. Efendi sonra malını dirhemler ve
dinarlar
ile geri alsa, bey bozulmaz. Ama eğer efendinin malı ev eşyası, tartılacak veya
ölçülecek bir
şey
ise, efendi geri aldığı takdirde bey
nakzedilir.
«Farka
ihtiyaç olur ilh...» Umulur ki fark
fakihlerin fuzulînin babında zikrettikleri, «Alış nifaz
bakımından
daha seridir» sözüdür. Dûşünülsün.
H.
Ben
derim ki: Dürerü'l-Bihâr şerhinde şöyle denilmektedir: «Sıra suretinde efendi için nafizdir.
Çünkü
mebi efendinin mülküne
girmektedir. Bey suretinde ise efendi için nafiz değildir. Çünkü
mebi
efendinin mülkünden çıkmaktadır.»
Bunun
benzerini Hamevî de Bedâyî ve Mecmâ
şerhinde nakletmiştir.
Bu
söze şu şekilde itiraz edilmiştir: Her ikisinde idhal de, ihraç da vardır.
Ben
derim ki: Eğer satılan malın semeni dirhem veya diran kabilinden olursa her hangi bir güçlük
bulunmaz.
Çünkü onlar tayin ile taayyün
etmezler. Belki alan adamın zimmetine vacib olur. İşte
bundan
ötürü, eğer efendi malını geri
almış olsa, satım akdi bozulmaz. Nitekim biz de zikrettik. Ama
eğer
semeni dirhemler ve dinarlardan başka olursa, o zaman güç olur. Çünkü satış trampa satımı
olur.
Semen de bunda bir şekilde mebidir. O zaman birkaç defa geçtiği gibi efendisinden izinsiz bu
satışı
nafiz olmaz. Ancak sonraki satışlarda nâfiz olmuş
olur.
Bu
itiraza şöyle cevap verilir: Lâzım, kölenin satın aldığıdır. Kölenin efendinin mülkünden verdiği
şeye
gelince, efendi için o nafiz
değildir. Bundan ötürü efendi onu
geri olabilir. Kölenin yaptığına
izin
verir ve geri almazsa, o zaman
sattığı şey onun için de nafiz olur. Köle hem o şeyin satışında,
hem
de ondan sonraki satışlarında mezun olmuş olur. Zira sonradan verilen icazet eskiden verilen
icazet
gibidir. Bu cevap, bana açık olandır.
METİN
İzin
açık olarak da sabit olur. Öyleyse kayıtsız, mutlaka izin vermiş olsa, mezun kölenin yaptığı
bütün
ticaretler, âlimlerin icmaı ile sahihtir. Ama eğer bir çeşit ticaretle kaydederse, Hanefî
âlimlerine göre yine engel olur. Ama Şâfiî buna muhalefet etmiştir. O halde genel izin verildiği
takdirde
gabnı fahişle de olsa alışveriş yapar. Gabnı fahişle alış-veriş yapmasına imameyn
muhalefet
etmiştir.
Mezun
alış-verişle vekâlet, rehin vermek,
rehin kabul etmek, elbise ve hayvanı âriyet olarak vermek
gibi
işleri de yapabilir. Çünkü bunlar tüccarın adetindendir. Mezun, kölesi üzerine farz olan kısastan
dolayı sulh da yapabilir. Kıymetiyle efendisine mal da satabilir. Ama efendisine kıymetinden
aşağıya
mal satamaz. Fakat efendisi ona kıymetinin misliyle veya kıymetinden daha azıyla mal
satabilir.
Efendisi
semenin kabzı için mebiî mezuna vermeyebilir. Eğer efendi
semeni kabzetmeden mebiî
teslim
etmişse, semen bâtıl olur. Yalnız semenin iptali Mecma şerhinin Muhit'e nisbetle yapmış
olduğu
tashihe muhaliftir. Çünkü efendinin
kölesi üzerinde borcu olmaz. O zaman o mal elinden
meccanen
çıkmış olur. Ama semen nakil değil ev eşyası olursa, semen bâtıl olmaz. Çünkü akitle
taayyün etmiştir. Bu yazılanların hepsi,
eğer mezun borçlu ise böyledir. Eğer 'borçlu değilse, zaten
aralarında satış caiz değildir. Nihâye.
Efendi
mezuna bir ticaret malını kıymetinin fazlasıyla satmış olsa, o fazlalığı ya düşer, ya da akti
fesheder.
Yani efendiye bunlardan birisini yapması emredilir. Mezundan olacaklı olanların
haklarının
zayolmaması için bu böyledir.
Efendisi
hazır olmasa bile, bir haktan dolayı mezun aleyhindeki
şehâdetler kabul edilir. Eğer köle
mahcur
olursa, şehâdet kabul edilmez. Yani efendisi üzerine kabul edilmez. Belki kölenin aleyhine
kabul
edilir. O zaman köle azatdan sonra onunla sorumlu tutulur. Köle de efendisi de hazır
olurlarsa
bir malın istihlâkî veya gasbı ile efendi üzerine hükmedilir. Ama bir vedia veya meccanen
satış
için istihlâk davası, kölenin üzerine kabul edilir. Bazı alimler tarafından da, «Bedâî veya
bedaenin
istihlâki ile dava edilmiş olsa, şehâdet efendi için kabul edilir» denilmiştir.
Kölenin
bir malı gasbettiğini veya helâk ettiğini ikrarı üzerine şahitler şehâdet etseler, o hakkın
tazmini
için mutlaka efendi üzerine hüküm verilmez. Bu konunun tamamı
İmâdiye'dedir.
Mezun
köle bir tarlayı icare müsâkât veya muzareât yoluyla alabilir. Tarlayı ekeceği tohumu da satın
alabilir.
Mezun elindeki efendinin tarlasını başkasına kira veya tarım ortaklığı verebilir.
Mezun
mufâveze değil, inan ortaklığı ile
şirket de kurabilir. Ama kiralayabilir, efendisinin kölelerini
başkasına kiralayabilir. Velev kendi nefsi için olsun. Vedia, gasb ve deyn ile ikrar da edebilir. Velev
ki
üzerinde borç
olsun.
Ancak
mezun eğer cariye ise kocası, çocuğu, babası ve efendisi için yukarıda sayılan
ikrarlarda
bulunamaz.
Çünkü Ebû Hânife'ye göre mezunun bunlara borçla ikrarı bâtıldır. İmameyn buna
muhalefet
etmiştir. Ama bunlara bir mal ile
ikrarda bulunursa, borçlu değilse sahihtir. Vehbâniye.
Mezun,
israf sayılmayacak kadar az bir yiyeceği hediye de edebilir. Bu söz şunu ifade etmektedir ki,
mezun
yenilecek şeylerden başkasın» hediye edemez. İbni Kemâl.
İbni
Kemâl'in sözüyle İbni Şıhne cezmetmiştir.
Mahcur
ise hiçbir şey hediye edemez. Ebû Yûsuf'tan şu rivayet edilmiştir: Eğer mahcura günlük
yiyeceği verilmiş olsa, bazı arkadaşlarını kendisiyle beraber yemeğe çağırsa,
bunda bir beis yoktur.
Ama
bir aylık yiyeceği toptan verilirse, bunun aksinedir.
Kadının
efendisinin veya kocasının malından bir ekmek gibi az bir şeyi sadaka vermesinde beis
yoktur.
Mülteka. Ama kocasının veya
efendisinin razı olmadığını
biliyorsa, caiz değildir.
Mezun
köle kendisine yemek yediren kimseye elindeki mal miktar kadar ziyafet de
verebilir.
Tacirlerin
ayıp sebebiyle düştükleri miktar kadar, sattığı malın semeninden düşebilir. Tacirlerin
yaptıkları
ikram kadar ikram yapabilir ve tacirlerin
tanıdıkları vade kadar vade ile
satabilir.
Müçtebâ.
İZAH
«Kayıtsız ilh...» Yani efendi kölesine aynıyla hiçbir şeyi kayıtlamadan, «Sana ticaret izni verdim»
demesi
gibi. Zeylâî.
«Yaptığı
bütün ticaretler sahihtir ilh...»
Zira lafız ticaretin bütün nevlerine
şâmildir.
Zeylâî.
«Ama eğer bir nev ticarette kaydederse ilh...» Yani
ticareti bir nev, bir şahıs, bir
vakit veya bir
mekânla
kayıtlaması gibi. Nitekim yukarıda geçti.
Zeylâî.
Ama
yenilecek veya giyilecek bir şeyi
aynıyla alınmasını emretse, köle ticaretle mezun olmaz. Zira
bu
bir istihdamdır. Nitekim bunun
beyânı yukarıda
geçti.
«Şafiî
buna muhalefet etmiştir ilh...» İmam Züfer de muhalefet etmiştir. Çünkü onlara göre izin
vekâlettir.
Bize göre ise, hakkın iskatıdır. T. Nitekim yukarıda geçti.
«Gabnı
fahişle de olsa ilh...» Musannıf bunu mutlak zikretmiştir. O halde, efendinin mezun kölesine
gabnı
fahişle satmayı nehyetme kısmını da şâmil gelir. Veya zaten mutlaka onun için zikretmiştir.
Bezzâziye'de
olduğu gibi. Mİnâh.
«İmameyn
muhalefet etmiştir ilh.» Ticaretle
izinli çocuğun ve kıt «akıllının bey hükümleri de bu hilâf
üzerinedir.
Yani İmama göre gabnı fahişle de olsa sahihtir fakat imameyne göre sahih değildir.
Zeylâî.
«Alış-verişle vekâlet ilh...» Mülteka şerhinde buna, «Selem verir ve kabul eder» cümlesi de ilâve
edilmiştir.
Tebyin'de de, «Ticaretle mezun
köle elindeki sermayeyi bir diğerine mudarebeden verir
ve
bir diğerinden mudarebeden para da
alır»
denilmiştir.
«Çünkü
bunlar tacirlerin adetindendir
ilh...» Bu söz. yukarıda
geçenlerin gabni fâhiş hali dahil
hepsine
illet olmaya elverişlidir. Zira bunlar müşteri kazanmak için tacirlerin yaptığı işlerdir. Meselâ
bir
parti malı düşük bir fiyatla satar,
diğer bir partide de para kazanır. Tebyîn' de olduğu
gibi.
Tebyîn'de şöyle denilmektedir: «Ticaretle mezun köle hastalanmış olsa. hastalığında müsamahalı
muâmele
yapsa, üzerinde borç olmadığı
takdirde müsâmahalı yaptığı kısım malının hepsinden
sayılır.
Eğer borçlu ise, borçların
dışındaki kalan kısmın hepsinden itibar edilir. Zira hürde de
varislerin
hakkı için malın üçte birine haşredilir. Köleye ise vâris yoktur. Efendisi de kölesine ticaret
izni
vermekle hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar Efendisi de kölesine ticaret izni
vermekle
hakkının düşmesine razı olmuştur. Ama alacaklılar bunun aksinedir. Eğer borcu onun
bütün
malını kapsıyorsa, ticaretle mezun
köleden mal alan müşteriye, müsamahalı kısmın hepsini
ödemesi
veya satılanı geri vermesi söylenir. Hürde olduğu gibi.
Eğer efendi hasta değilse mesele
bu
şekilde sabittir. Yoksa, kölenin müsamahası ancak efendinin malının üçte birinde geçerli olur.
Çünkü
efendi hastalandıktan sonra iznin
devamında mezun köle kendi nefsi yerine geçmiştir. O
zaman
mezunun tasarrufları efendinin
tasarrufları gibidir. Muhabattan
fahiş olan ve olmayan
efendinin
tasarrufuna müsavidir. O zamana bu
muhabatın hepsi ancak üçte birde geçerli olur.»
Özetle.
«Sulh
da yapablir ilh...» Çünkü köle
sanki onu sulh bedeli ile almıştır. Kölenin sulh bedeli ile alması
da
geçerlidir. T.
«Kıymetinden aşağıya mal satamaz ilh...» Çünkü bunda töhmet vardır. O
halde bu caiz değildir. Zira
alacaklıların hakkı maliyete taalluk eder. Mezunun da onların hakkını iptal etmeye yetkisi yoktur.
Ama
Ebû Hânife'ye göre mezun köle bir yabancıya müsâmaha ile mal satmış olsa, yukarıdakinin
aksine
caizdir. Çünkü yabancıya satışında töhmet yoktur.
İmameyn
de, kıymetinden aşağısına efendisine satmasının da caiz olduğunu söylemişlerdir. Velev
gabnı
fahişle de olsa. Şu kadar var ki. efendi gabnı fahişi ortadan kaldırmak veya satımı feshetmek
sırasında
muhayyerdir. Ama bunun aksine yabancıya çok düşük bir fiyatla bir mal
satmış olsa,
İmameyne
göre asla caiz değildir. Zira onların kabul ettikleri asıl üzerine müsamaha ancak
efendinin
izni ile caizdir. O halde efendi ona satın almaya izin vermiştir. Ancak efendi gabnı fahişi
orta-dan
kaldırır, sözü de alacaklıların hakkını korumak içindir. Fakihler bazı âlimlerin «Mezun köle
efendisine
çok düşük fiyatla bir şey satsa, satım akdi fasittir» sözü üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Esas
olan,
burada Ebû Hanîfe'nin görüşüde
imameynin görüşü gibidir. O zaman mezunun efendisi ile
olan
tasarrufları borçlu olan hastanın yabancı ile alış-verişi gibidir. O zaman fiyatın çok düşük
olması
ile az düşük olması Ebû Hanîfe'ye göre birdir. Nitekim
imameynin görüşü de böyledir.
Zeylâî. Özetle.
«Semen
bâtıl olur ilh...» Satılan malın semeni bâtıl olunca sanki parasız satmış gibi olur. O zaman
da
satımı caiz olmaz. Musannıfın semenin butlanından maksadı semeni teslim etmenin vesemeni
talep
etmenin bâtıl oluşudur. O zaman
da efendi satılanı geri alabilir. Cevhere.
Şu
kadar var ki Tebyîn'de yukarda
zikrettiklerimizin zikrinden sonra, köle hiçbir şeyi talep edemez.
Zira
satılanın teslimi ile onun hapis hakkı düşmüştür. İmameyn'e göre de, efendinin
hakkı mebiin
aynına taalluk eder. O zaman efendi alacaklılardan o mebiin aynı hususunda daha haklıdır»
denilmiştir.
Sonra da, «Bu zahiri rivayetin cevabıdır» denilmiştir.
Ebû
Yûsuf'tan da eğer satılan mevcut ise
geri alabileceği veya semeni alıncaya kadar hapsedileceği
rivayet edilmiştir. Eğer köle satılanı helâk ederse. Yok eğer mebi mevcut ise, efendi onu geri alabilir
ilh...
«Mecma
şerhinin Muhit'e nisbette yapmış
olduğu tashihe muhaliftir ilh...»
Zira Mecma şarihi şöyle
demektedir: «Bazı âlimler tarafından, «Semen bâtıl olmaz. Her ne kadar satılanı önce teslim etmiş
olsa
da. Zira satım akdinin aktedilmesi semenin borç olarak tehir edilmesi caizdir. Nasıl ki semen,
muhayyerlikle satılan bir mebide muhayyerliğin düşme vaktine kadar tehir edilirse» denilmiştir.
Muhit
sahibi de. «İşte bu görüş ancak sahih görüştür» demiştir.
Ben
Mecma'nın hâmisinde aynen şunu
gördüm: «Bunda bir görüş vardır. Çünkü Muhit sahibi
köleden
satımın cevazına hükmetmiştir.
Yoksa, efendisine sattığı takdirde semenin ondan
düşeceğine
hükmetmemiştir.» Nitekim şarih de böyle anlamıştır. H.
«Semen
ev eşyası olursa ilh...» Bu görüş
şârihin «deyn» sözü üzerine tefri ve ondan anlaşılanı
beyândır. Zira efendi akitle taayyün eden ev eşyasının aynına malik olur. Efendinin mülkünün
aynının kölesinin elinde bulunması da caizdir. O zaman o köleden alacaklılardan o aynı hususunda
daha
hak sahibidir.
Nihâye.
«Bu
yazılanların hepsi ilh...» Yani kıymetiyle veya kıymetinden azı ile efendinin köleye, kölenin
efendisine
satması.
«Eğer
borçlu değilse, zaten aralarında satım caiz değildir ilh...» Çünkü köle borçlu olmadığı
takdirde
satımın bir faydası yoktur. Çünkü köle ve elindeki mal efendinindir. O malda efendiden
başka
kimsenin hakkı yoktur. Zeylâî.
«Bir
ticaret malını ilh...» Musanıftan başka bir kaydı zikredeni görmedim. T. de «Ben bununla takyid
edılen
mefhumu da görmedim» diyor. Umulur
ki, musannıf satılanın yenilecekveya giyilecek olması
durumundan
kaçınmak için bu kaydı koymuştur.Zira onda fesih yoktur. T. Bunu araştırmıştır.
«Bir
haktan dolayı ilh...» Satım akdi,
kira ve satın alma gibi. Veyahut şahitler mezun kölenin bir şeyi
gasbettiğine
veya vediayı helâk ettiğine veya bunlardan biriyle ikrar ettiğine şehadet ederlerse,
şehadetleri kabul edilir. İmâdiye. Köle bu ikrar ettiği şeylerle de peşinen muâheze edilir.
Bezzâziye'de
olduğu gibi.
«Efendisi
üzerine kabul edilmez ilh...» Yani efendi kölesinin satımı ile muhatap olmaz. İmâdiye.
«Efendi
üzerine hükmedilir ilh...» 0 zaman efendi satımı ile muhatap olur. Çünkü köle fiilleriyle
sorumlu
tutulur.
«Kölenin
üzerine kabul edilir ilh...» O halde köle azadından sonra muaheze edilir. Bazı alimler
tarafından
da, «O şahadet efendisi aleyhinde kabul edilir» denilmiştir. Bu sözü söyleyen ise Ebû
Yûsuf'tur.
Birinci söz ise Ebû Hanife ile
Muhammed 'in görüşüdür. İmâdiye'de
olduğu gibi.
Bezzâziye'de
de. «Vedia veya meccânen satılacak
şeyin istihlâki dava edildiğinde köle
ikrar etmese,
bunun
üzerine delil ikâme edilse, o zaman efendinin hazır olması şarttır. Ancak Ebû Yûsuf'a göre
şart
değildir»
denilmiştir.
«İkran
üzerine şahitler şehâdet etseler ilh...» Yani mahcur kölenin üzerine. Mezunun ikrarına
gelince,
bildin ki o şehâdet efendi üzerine kabul edilir. Bunu tamamlayıcı bilgi
gelecektir.
«Mutlaka
efendi üzerine hüküm verilmez
ilh...» Belki kölenin azadına kadar tehir edilir. Musannıf
hacr
kitabının başında «Köle, üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse, mal efendisinden başkasına
aitse
ikrar ettiği malın tazmini onun azadına tehir edilir. Eğer efendinin olursa, heder olur. Eğer had
veya kısasla ikrar ederse, onlar peşinen yerine getirilir» demiştir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Mahcur fiilleriyle sorumlu tutulur, sözleriyle
değil. Ancak kısas
ve
hadler gibi kendi şahsına rücu
edecek şeylerde sözleriyle de sorumlu tutulur. İkrarı anında
efendisinin
hazır olması da şart değildir. O halde eğer bir mal telef etmiş olsa, halen sorumlu
tutulur.
Ama kölenin verilmesini veya fidye verilmesini gerektirecek bir cinayetle gasb ve bir deynin
aynıyla ikrar etmesi de geçerli değildır. Mezunun bu husustaki ikrarı ise sahihtir ve peşinen
sorumlu
tutulur. Mezun eğer karısının mehri
veya sadaka ile ikrar ederse; onlar ondan
hürriyetinden sonra alınır.»
«Mutlaka
ilh...» Yani efendisi ister hazır olsun, ister gaib. İmâdiye.
«Ziraat
ortakçılığı olarak ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Mezun köle bir tarlayı ekmek için
alabilir,
efendisinin tarlasını da birisine verebilir. Tohum ister ondan olsun, ister olmasın. Çünkü
ziraat
ortakçılığı manâ itibariyle ya kiraya vermektir veya kiralamaktır. Nitekim kendi babında
gelecektir. O halde ziraat ortaklığı da ticarettendir.»
«Efendisinin
tarlasını başkasına icareten veya müzaraeten verebilir ilh...» Yani efendisinin tarlasını
kiraya
da verebilir, ortaklaşa ekmeye de
verebilir.
«İnan
ortaklığı ile şirket de kurabilir ilh...» Nihâye'de şöyle denilmiştir:
«inan şirketi, peşin veya
vadeli
olarak alışı konuşmadan mutlak şekilde ortak olursa, ancak o zaman sahih olur. Ama iki
mezun
köle peşin ve vadeli alışla inan ortaklığı kursalar, peşin alış caiz. vadeli olış caiz değildir.
Çünkü
vadeli alışta arkadaşına kefil olma manâsı vardır. Mezun kölenin kefaleti de sahih değildir.
Ama
onların efendileri onlara inan şirketinde hem peşin, hem vadeli alışa izin verseler, üzerlerinde
borç
olmasa, caiz olur. Nasıl ki onların efendilerinin onlara kefâlet ve vadeli alışa vekâlet vermeleri
sahih
olduğu gibi. Mebsut ve Zâhire'de de
böyledir.»
Yalnız
Zâhire'de şu zikredilmiştir: «Efendisi kölesine müfaveze şirketi için izin verse, bu mufaveze
caiz
değildir. Çünkü efendinin köleye
tıcaretlerde kefaletle izin
vermesi caiz değildir.
şurunbulâliye'de
olduğu gibi.»
Ben
derim ki: Zâhire'nin son sözü mezun kölenin borçlu olmasıyla yorumlanır. Yani eğer köle
borçlu
olursa caiz değildir. Ama borçlu
değilse caizdir.
H.
«Mufaveze
değil ilh...» Çünkü kefalet için
mülkü yoktur. O zaman onun mufaveze şirketi inan
şirketine
dönüşür.
«Efendisinin
kölelerini başkasına kiralayabilir ilh...» Binalar ve dükkânlar da kiralayabilir.
Efendisinin
bina ve dükkânlarını da kiraya verebilir. Çünkü bunların hepsinde kazanmak vardır.
Zeylâî böyle
zikretmiştir.
«Velev
kendi nefsi için olsun ilh...» Şarih bu kaydı İmam Şafıi'ye hilaf olduğu
için koymuştur.
«Vedîa
ilh...» Çünkü ikrar ticaretin devamındandır. Zira ikrarı sahih olmayanla kimse muamele
yapmaz.
Zeylâî. Bu ifade bildiriyor ki, ticaretle mezun olan köle vedia almaya da mezundur. Nitekim
Muhit
ve gayrında da
böyledir.
Şu
kadar var ki Hakâik'ın vedia
bahsinde bunun aksi vardır.
Kuhistûni.
Şarihin
bunu mutlak zikretmesinin sebebi, efendisi için ikrarı ile başkası için ikrarını şâmil gelmesi
içindir.
Bir de üzerinde ister borç olsun, ister olmasın, ister sağlığında, ister hastalığında olsun,
ister
efendisinin sağlığında, ister hastalığında olsun. Bunların beyânı ileride gelecektir.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Hacrden sonra birisinin üzerinde alacağı veya bir nesnesi
olduğunu
ikrar etse, yalnız elindeki mal kadarı câizdır.»
Bezzâziye'de
de. «Caizdir, ancak efendisinin ondan
aldığı kısımda değil» denilmiştir.
«Velev
ki üzerinde borç olsun ilh...» Yani ikrarı onun sıhhatinde olursa. Eğer borç ikrarı
hastalığında
olursa, o zaman sağlığındaki alacaklılar. hastalığındaki alacaklılara takdim edilir.
Nitekim
hür hakkında da böyledir. Bunun
özeti şudur: Mezun kölenin borçları
eğer ticaret babında
ise,
efendi ister o ikrarını tasdik etsin, ister etmesin, ikrarı sahihtir. Eğer ikrarı ticaret babından
değilse,
o ikrarında tasdik olunmaz. Ancak efendisinin tasdiki ile tasdik olunur. Çünkü mezun köle
ticaret
babından olmayan hususlarda mahcur köle gibidir. Zeylâî.
Birinci
ikrarı ile peşinen sorumlu tutulur. İkincisinde ise azadından sonra sorumlu olur. Hindiye'de
olduğu
gibi. İkincisinin örneği
şudur:Karısının mehri ile veya bir cinayetle ikrarı. Nitekim bu husus
Bezzâziye'de
geçmektedir. Yukarıda
geçmişti.
Tûrî
de Mebsut'tan naklen şöyle
demektedir: «Eğer efendisinin hastalığında borçlu olduğunu ikrar
ederse,
bu birkaç kısım üzerinedir. Birinci kısmı, kölenin üzerinde borç yok, efendisinin üzerinde de
sağlığında
borçlandığı borçlar var. O zaman bu birinci kısım, sanki efendi hasta-lığında ikrar etmiş
gibi
sayılır. Evvela efendinin sağlığındaki borçlarının ödenmesine başlanır. İkinci kısmı, köle borçlu
ama
efendinin sağlığında bütün malını
köleyi ve kölenin elindeki malı ihata edecek kadar borçlu ise
o
zaman köle efendisinin hastalığında hacredilir.
Üçüncüsü
ise, ikisinin de sağlıklarında borçları varsa, ya kölenin
kendi değeri ve elindeki mal
ancak
kölenin borcunu karşılar veya kölenin borcundan artar, fakat efendinin borcunu karşılamaz
veya her ikisinin borcundan daha fazla kalır. Birinci ihtimalde kölenin ikrarı sahih değildir. Çünkü
kölenin
borcu hem kendi değerini, hem de elindeki malını meşgul etmiştir. İkinci ihtimalde ise,
köleden
artan kısım efendisinin sağlığındaki borçlularına verilir. Üçüncü ihtimalde de, kölenin ikrarı
artakalan
kısımda sahihtir. Eğer ikisinin üzerinde de borç yoksa, efendi hastalığında bin lira borçlu
olduğunu
ikrar etse, sonra da köle bin lira borçlu olduğunu ikrar etse, efendisinin alacaklısı ile
kölenin
alacaklısı kölenin semeninde ortak olurlar. Eğer önce köle sonra da efendisi ikrar
ederlerse, o zaman da önce kölenin borcu verilir.» Özetle.
«Kocası
ilh...» Kölenin hür olduğu takdirde kendileri lehine şehâdeti kabul edilmeyecek kimseler
hakkındaki ikrarı kabul olunmaz. Hâniye'de olduğu
gibi.
«Çocuğu,
babası ilh...» Mebsut'ta, «Mezun köle hür oğluna veya babasına
veya hür olan karısına
veya hür oğlunun mükâtebine veya oğlunun
kölesine, ister üzerinde borç olsun,
ister olmasın, Ebû
Hânife'nin
görüşüne göre mezunun sayılanlara
ikrarı bâtıldır. İmameynin görüşüne
göre ise,
caizdir.
Bunlar mezunun kazancında, mezundan alacaklılara ortak olurlar» denilmiştir. T.
«Efendisi
için ilh...» Hindiye'de şöyle
denilmiştir: «Mezun borçlu olduğu
halde elindeki bir malın
efendisinin
ve efendisinin oğlunun veya
babasının veya borçlu olduğu halde elindeki bir malın
efendisinin
ve efendisinin oğlunun veya
babasının veya borçlu olan veya
olmayan ticaret yapan bir
kölenin
veya efendisinin mükatebinin veya ümmül-veledinin vediası olduğunu ikrar
etse, onun
efendisine,
mükâtebine, kölesine ve Ümmü'l-veledine yaptığı ikrar bâtıldır. Ama efendisinin
oğlunun
veya babasının vediası olduğunu ikrar ederse, caizdir. Mezun bu ikrarı yaptığında borçlu
değilse,
yukarıda sayılanların hangisine ikrarda bulunursa bulunsun, ikrarı caizdir.» T.
«Bir
mal ikrarda bulunursa, sahihtir ilh...» Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «Mezun elindeki bir malın
efendisinin
veya efendisinin kölesinin olduğunu ikrar etse, bakılır: Eğer köle borçlu değilse, ikrarı
caizdir.
Yoksa caiz değildir. Eğer efendisine borçlu olduğunu ikrar ederse, ikrarı mutlaka caiz
değildir.
Çünkü efendisi kölesi üzerinde deyn istihkâk edemez.»Tûrî.
Bu
illetin açık tarafı borç ile mal arasındaki farkın efendiye has olduğunu göstermektedir. İkrar
edenin
koca veya karısına, çocuk veya babasına has değildir. Bu da şarihin sözünden anlaşılanın
aksinedir. Bu hususta açıkça bir şey söyleyeni ben
görmedim.
Vehbâniye'nin
ifadesi ise şöyledir: «Efendisine borç ile değil, mal ile ikrarı caizdir. Ancak borçlu
olduğu
zaman değil.»
Borçlu
olmadığı halde efendisine veya
kölesine borçlu olduğunu ikrar etse,
sonra borçlansa, ikrarı
bâtıl
olur. Ama mal ile ikrar etmiş olsa,
ikrarı bâtıl olmaz. Hatta efendi o malı almaya diğer
olacklılardan daha hak sahibidir. Velvâliciye.
Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir: «Eğer kendi oğluna, babasına veya oğlunun mükâtebine bir şey
ikrar
etmiş olsa, Ebû Hanife'ye göre onun ikrar ettiği şeylerden hiçbirisi caiz değildir. İster borçlu
olsun,
ister olmasın.»
Velvâliciye'nin
«hiçbirisi caiz değildir» sözü deyn
de, ayn da kapsamına alır. O halde
Velvâliciye'nin
bu
sözü bizim dediğimizi teyid eder.
Düşünülsün.
Sonra
ben Ebussuud haşiyesinde Ebû
Hanife'nin görüşüne şöyle bir açıklama gördüm: «Mezunun
onlara
ikrarı şekil bakımından ikrar, manâ itibariyle şehadettir. Mezunun onlara
şehadeti ise hür
olduğu
takdirde caiz değildir. Bunun gibi
ikrarı da caiz değildir.»
Sonra
da Ebussuud Dürer sahibinin
bunlara yapılan ikrarın butlanını deyn ile kaydetmesine itiraz
ederek
şöyle demiştir: «Zeylâî bunu mutlak zikretmiştir.» Bunu da «manâ itibariyle şehadettir» sözü
teyid etmektedir. O halde, borç veya nesne ile ikrar etmesi arasında fark yoktur. Aradaki fark ancak
efendisi
hakkındaki ikrarda açığa çıkar. Yani efendisine borç ikrarı caiz değil, mal ikrarı caizdir.
«İsraf
sayılmayacak kadar ilh...» Şarih burada bir cümleyi düşmüştür. İfadenin
aslı, Bezzâziye'den
naklen
Minah'ta olduğu gibi şöyledir. «Bir kimse, bir gıda maddesini hediye etmeye maliktir. Her ne
kadar
bir dirhemden fazla da olsa. Dirhemden fazla olan, eğer israf sayılmazsa.»
H.
«İbni
Şıhne cezmetmiştir ilh...» Zira İbni Şıhne sözünün sonunda şöyle demiştir: «Sen onların
kölenin
hediye edileceği şeyleri yiyecek maddeleri ile takyid ettiklerini bildin. O zaman. bu takyidin
üzerine
Nâzım'da uyarıya ihtiyaç vardır. Zira Nazım'da mutlak zikredilmiştir.»
Ben
derim ki: Bunun benzeri Tebyîn adlı
eserde de mevcuttur. Tatarhâm'ye'de de Muhit'ten naklen
açıklıkla şöyle denilmektedir: «Mezun yiyecek şeylerin dışında dirhem ve dinarlardan hiçbir şey
hediye etmeye mâlik
değildir.»
Yine
Tatarhâniye'de İmam Muhammed'in Asl adlı eserinden naklen şöyle denilmektedir: «Mezun,
yiyecek maddeleri dışında bir şey hibe etmiş olsa, hibe ettiği şeyin kıymeti bir dirhem veya daha
fazlasına
baliğ olursa, caiz değildir. Eğer efendisi onun hibesine icazet verirse, mezun borçlu
değilse,
efendinin icazeti geçerlidir. Yoksa geçerli olmaz. Yine mezun ancak bir dirhem veya daha
aşağısını sadaka verebilir.»
«Bîr
aylık yiyeceği toptan verilirse, bunun aksinedir ilh...» Zira aylık yiyeceğini aydan önce bitirmesi
halinde
efendisi zarara uğrar.
«Bir
ekmek gibi az birşeyi ilh...» Çünkü bu kadarı âdeten memnu değildir.
Hidâye.
Şu
kadar var ki, adamın evinde karısı
mesabesinde olan kapıcı veya hizmetçisi olması halinin
hükmü
kalmıştır. İbni Şıhne, İbni Vehbân dan şunu zikretmiştir: «Ben fakihlerin sözünde bu
hususta
bir şey görmedim. Şurası muhakkak
ki, uygun olan, kapıcısı veya hizmetçisine de karısına
kıyasla
küçük bir şey sadaka etmesi
câizdir.»
İbni
Şıhne daha sonra da İbni Vehbân'dan şunu zikretmiştir: «Eğer kadın kocasının evinde
tasarruftan
men edilmiş olsa bile onunla birlikte yemek yemektedir. Ama kadına onun yemeğinden
ve
malında tasarruf etme imkânı yoktur.
Uygun olan, onun sadaka vermesinin de caiz olmamasıdır.»
İbnı
Şıhne, İbni Vehbân'ın sözüne
itiraz ederek şöyle demiştir: «Örf, bir ekmek kadar tasadduk
etmesi
üzerine câridir.» Düşünülsün.
«Elindekî
mal miktarı kadar ilh...» Yani elindeki ticaret malı miktarınca. İbni Şıhne. Tetimme'den
naklen
şöyle demektedir: «İbni Selmete'den şöyle rivayet edilmiştir: Mezunun elindeki ticâret malı
on
bin dirhem ise,on dirhemlik ziyafeti
az bir ziyafet kabul edilir,bu caizdir. Ama elindeki ticaret malı
on
dirhem ise, bir daniklik (dirhemin üçte biri) ziyafeti çok kabul
edilir. O zaman ticaret malının
miktarında
örfe bakılır.»
İbni
Şıhne sonra da şöyle demiştir:
«Mülteka'da mutlaka Ebû Yûsuf'tan
rivayetle şöyle
denilmektedir: «Kişinin mahcur kölenin davetinde icabet etmesinde bir beis yoktur.»
Ben
derim ki: «Öyleyse mezun kölenin davetine gitmekte öncelikle bir sakınca yoktur.
«Ayıp sebebiyle düştükleri miktar kadar düşebilir ilh...» 0 halde ayıpsız olarak sattığı malın
bedelinden
bir şey düşemez. Çünkü ayıpsız olarak fiyatından düşmesi sırf teberru olur ki, onun
teberru
yapması caiz değildir.
Minâh.
«İkram
yapabilir ilh...» Yani
başlangıçta, satış yaparken. Zira
tüccar onu yapmaya muhtaçtır. Biz
Zeylâî'den masamahalı satış üzerine bir açıklama nakletmiştik.
METİN
Mezun
ancak efendisinin izni ile evlenebilir. Efendisi izin verse bile odalık cariye alamaz. Kölesini
de
evlendiremez.
Ebû
Yûsuf diyor ki: «Cariyesini
evlendirebilir.»
Mezun,
kölesiyle kitabet anlaşması yapamaz.
Ancak borçlu değilse, efendisi izin verdiği takdirde
kitabet
kesebilir. Kitabet bedelini de efendisi kabzeder. Para karşılığı köle de azad edemez. Ancak
efendisi
izin verirse para karşılığı köle azad edebilir.
Mezun
kölesini malsız da azad edemez. Karz, karşılıklı da olsa hibe veremez. Mutlaka, yani ister
nefsî,
ister malî olsun kefil de olamaz. Üzerine vacib olan bir kısastan dolayı sulh yapamaz.
kısastan
af da edemez. Ama kölesine vacib olan
bir kısastan dolayı sulh yapabilir. Hizânetü'l-fıkıh.
Ticaretle
üzerine vâcib olan her borç veya
ticaret anlamına olan her borç
kendisi üzerinedir
Birincisinin
misalleri: Satış. alış, icâre vermek ve kiralamak gibi. İkincisinin misalleri ise: Vedadan
dolayı olan borç, gasbettiği ve emâneten aldığı şeyden dolayı olan borç ki, son ikisini inkâr etmiştir.
Dürer
ve diğer kitapların ifadesi «emaneti inkâr etmiştir» şeklindedir. Uyanık ol.
Almış
olduğu cariyenin zifafı ile istihkâktan sonra üzerine vacib olan ukur (hâdiye)
bunlardandır.
Bunların
hepsi kölenin rakabesine taalluk eder. Helâk ettiği bir şeyin borcu, mehir ve
karısının
nafakası
gibi. Köle bu borçlar karşılığında satılır. Bu alacaklıların köleyi çalıştırma hakları da vardır.
Zeylâî.
Zeylâi'nin açıklaması şunu ifade ediyor ki, onun karısı günlük nafakası için eğer onun çalışmasını
ihtiyar ederse, çalıştırabilir. Bahır, nafakalar bahsi.
Bu
borçlardan dolayı efendisinin veya
naibinin huzurunda satılır. Çünkü
efendisinin onun borçlarını
ödeme
ihtimali vardır. Ama kölenin kazancının satılması bunun aksinedir. Onda efendisinin hazır
olmasına
ihtiyaç yoktur. Çünkü köle kazancında hasımdır.
Satıldığında
kölenin bahası herkesin hissesine göre taksim edilir. Kölenin bu borcu, borçlanmadan
önceki
kazancına do, borçlandıktan sonraki kazancına da, ona hibe edilene de taalluk eder.
Efendisi
hazır olmasa da. Musannıfın bu sözü kazanç ve hibeye kayıttır. Ama kazancının satışında
kölenin
hazır olması şarttır. Çünkü köle kendi kazancında alacaklıların
hasmıdır.
Kölenin
borçlarının ödenmesine önce kazancı ile başlanır. Kazancı olmadığı takdirde bu borçlar
onun
rakabesinden
ödenir.
Ben
derim ki: Köleye ticaret izni
vermeden önceki kazancına gelince, bu kazanç efendisinin
hakkıdır.
Bunu mutlaka efendi alır.
Şeyhimiz
diyor ki, «Bu kazanç efendinin hakkıdır sözünden anlaşılan, köle mahcur iken bir şey
kazansa, kazandığını bir diğer kimse vedîa olarak verse ida ettiği şey vedia verilenin elinde helâk
olsa,
efendi onu vedia verilene tazmin ettirir. Çünkü o kimse gasıbın mudaı gibidir.
Mezunun
borçları, borçlanmadan önce
efendisinin elinden aldığı mala taalluk etmez. Ancak mezun
kazancından
ve semeninden fazla kalan borcu, kölenin azadından sonra talep edilir. İkinci defa
satılmaz.
Onun efendisi onun benzerinin gelirini de alır. Eğer deyni mevcut ise. Artakalan da
alacaklılar içindir. Yani eğer efendisi, borçlanmazdan önce köleden her ay on dirhem alıyorsa,
borçlandıktan
sonra da istihsanen aylık on dirhemini alır. Zira eğer engel olunmuş olsa, o zaman
köle
hacredilir. kölenin kazanç kapısı kapanır.
Mezun,
efendisinin hacri ile mahcur olur. Eğer hacri kendisi ve izni şayi olmuşsa çarşı halkının
ekserisi tarafından bilinirse. Köleden zarar def için. Ama eğer mezun olduğunu yalnız kölenin
kendisi
biliyorsa, hacri için yalnız kendi
bilgisi kâfidir. Bu halde çarşı halkının ekserisinin bilgisi
şart
değildir. Çünkü zararı
yoktur.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: Efendisi mezun kölesini satsa, bu satışla köle mahcur olur. Çarşı
halkı
onun satıldığını ister bilsin, ister bilmesin. Çünkü satım akdi sahihtir. Eğer köle borçlu ise,
müşteri
onu kabzedinceye kadar mahcur olmaz. Çünkü satım akdi fasittir. Peki, alacaklılar bu satışı
feshetme
hakkına sahip midirler? Eğer alacakları peşin ise, evet satışı feshedebilirler. Ancak
kölenin
kıymeti borçlarını karşılıyorsa
veya alacaklılar köleyi ibra ederlerse veya borcunu efendisi
öderse,
o zaman feshedemezler. Konunun tamamı Sirâciye'dedir.»
Köle,
efendisinin ölümüyle, akıl hastası
olmasıyil darü'l-Harbe mürted olarak sığınmasıyla yine
kölenin
kendisinin akıl hastası olması veya darü'l-Harbe kaçmasıyla hacrolunur. Hiç kimse bilmese
dahi.
Çünkü irtidad halinde darü'l-harbe
gitmek, hükmen ölümdür. Köle efendisine isyan ederek
kaçmasıyla da hükmen mahcur olur. Akıl hastası olma hali gibi, hiç kimse bilmese dahi.
Mezun
kaçtıktan sonra dönse, veya akıl hastası olduktan sonra iyileşse, sağlam görüşe göre, onun
izni
avdet etmez. Zeylâî ve
Kuhistânî
Mezun
bir câriyenin çocuk doğurması ile de
yani, mezun cariye efendisinden bir çocuk doğursa,
efendi
de o çocuğun kendisinden olduğunu
iddia etse, onun doğurması bunun
aksini açıkça
zikretmedikçe delâleten hacr olur.
Cariye tedbirle efendisinden ayrılmış olmaz. Ancak çocuk doğurma ve tedbirle efendi, eğer köle
borçlu
ise yalnız kıymeti kadar borcuna zamindir. Muhit.
İZAH
«Evlenemez
ilh...» Çünkü evlenmek ticaret
babından değildir. Bir de efendi için mehir ve nafakanın
vücubu
gibi zarar vardır. Zeylâi.
«Odalık
câriye de alamaz ilh...» Zira odalık cariye almak, bir cariyenin rakabesine malik olmaktır.
Köle
de ona malik
olamaz.
«Ebû
Yûsuf diyor ki: Câriyesini evlendirebilir ilh...» Zira cariye evlendirmekte mehri tahsil etmek ve
nafakanın
düşmesi vardır. Cariyeyj evlendirmek, onu kiraya vermeye benzer. Bundan dolayı
mükâtebe,
babanın vasisine ve babaya çocuğunun cariyesini evlendirmesi
caizdir. İmameyne göre
ise,
izin ticareti ihtiva eder.
Evlendirmek ise ticaretten değildir. O halde mezun cariyesini
evlendiremez.
Mükâteb ise mezunun aksine cariyesini evlendirebilir. O iktisab etmeye maliktir. Mal
kazanmak da ticarete has bir şey değildir. Yine baba, dede ve vasi de bunun gibidir. Zira bunların
tasarrufu
çocuğa bakımla kayıtlıdır. Cariye evlendirmek de
bakımdandır. İşte bu tasarruf üzerine
ticaretle
izinli çocuk, zayıf akıllı mudarip, inan ve mufaveze şirketi ortağı
da böyledir. Hidâye
sahibinin
baba ve vasiyi bir ihtilaf
üzerine kılması sehvdir. Zeylâî.
«Kitabet
kesemez ilh...» Zira kitabet halen yed hürriyetini, gelecekte de rakabe hürriyetini gerektirir.
İzin
de bunların hiçbirisini gerektirmez. Bir şey kendisinden üstün bir şeyi kapsamına almaz. Zeylâî.
«Efendisi
izin verdiği takdirde ilh...» Çünkü
kitabetin memnuniyeti, efendinin
hakkı içindir. O icazet
verse
engel ortadan kalkar ve kitabeti
geçerli olur.
«Borçlu
değilse ilh...» Yani onun rakabesini kaplayacak bir borcu yoksa, Zeylâî şöyle demektedir: