MEHARİC BÂBI BİRİNCİ BÖLÜM
M
E T İ N
Kur'ân'da
zikredilen sehimler iki nevidir! Birinci, nısf (yarı) tır.
Nısf'ın haricindeki her kesirin
mahreci
onun adaşı (kendi adı ile söylenen rakam) dır. Meselâ dörtte bir dörtten, sekizde bir
sekizdendir. Nısf'ın mahreci ise ikidir.
İkincisi: Üçte bir ve üçte ikidir, her ikisi de «üç» tendir. Altıda bir de, ikiye katlansa ve ikiye bölme
yoluyla altıdandır. Meselâ : «Sekizde bir. onun katı ve katının katı» veya «yarı, yarının yarısı
yarısının
yarısının yansı» denilir.
Ben
derim ki: Bunların yerine : «Dörtte
bir, üçte bir, bunlardan herbirinin
katı ve yarısı» denilse idi
daha
kısa olurdu.
Buna
göre. meselede bu farzlardan birer birer (teker teker) geldiklerinde her birinin mahreci yalnız
onun
adaşı (kendi rakamı)dır. Ancak yukarda do geçtiği gibi nısıfın adaşı yoktur. ikişer ikişer veya
üçer
üçer aynı neviden oldukları halde gelseler o zaman her şeyi bir cüze mahreç olur. Ayrıca bu
sayı,
altı gibi kendi katına ve birkaç
katına mahreç olur ki. bu altı altıda bire. onun katına ve katının
katına
da mahreçtir.
Eğer,
birinci neviden olan yarım ikinci nevin yani diğer üçün tamamıyla veya bazısı ile birlikte
bulunmuş
olsa, meselâ meselede, zevc, anababa-bir iki kız kardeş. anne-bir iki kız kardeş ve anne
gibi
nısf (yarı) üçte iki üçte bir ve altıda bir hisseye sahip olanlar bulunduğunda mesele altıdan olur.
Çünkü
altı ikinin üçle çarpılmasıyla elde edilir. Yahutta birinci neviden dörttebir, ikinci nevinin
tamamı
veya bazısı ile beraber bulunursa mesela meselede zevce ile adı geçenler bulunsa, mesela
onikiden
olur. Zira oniki dördün üçle çarpılmasıyla elde edilir. Çünkü altı ile nısıf orasında
muvafakat
vardır.
Şayet
birinci neviden sekizde bir ikinci
nevinin bazısı ile beraber bulunduğu
takdirde mesele
yirmidörtten
olur. Fakat birinci neviden olan
sekizdebirin, ikinci nevinin tamamı ile beraber
bulunması
tasavvur edilemez. Bu ancak, İbnu
Mesud'un görüşüne göre veya vasiyetlerde tasavvur
edilebilir.
Hıfzedilsin! Meselenin yirmidörtten
olmasının örneği. Bir adamın ölüp
geride zevcesi iki
kızı
ve annesinin kalmasıdır. Zira yirmidört sekizin üçle çarpılmasından elde edilir. Nitekim daha
önce,
altının nısfa muvafık olduğunu daha
önce söylemiştik.
Bir
meselede hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi hisse sahiplerinden de beş guruptan
fazlası
bir arada bulunmaz. Dört fırkadan fazlası da kesirli olmaz.
İZAH
Musannıf
daha önce dediği gibi, burada
da «Mehâric ve başka konular bâbı» deseydi daha iyi
olurdu.
Çünkü musannıf, tashih konusu ile
sayılar arasındaki nispet meselesini de bu bâbda
anlatmıştır.
Sirâcîye'de
yapıldığı gibi. bu bâbın münâsehat konusundan daha önce zikredilmesi de minasipti.
Çünkü
münasehatın bilinmesi de buna
bağlıdır.
Mehâric:
«Mahrec» kelimesinin çoğuludur. Mahrecde her hisse sahibinin içersinden tek başına
hissesini tam olarak alması mümkün olan en küçük sayıdır.
Buna
göre «1» feraiz hesabına göre «sayı» değildir. Ama nehivcilere göre
sayıdır.
«Farzlar
ilh...» Yâni Nisâ Sûresi'nin beş âyetinden alınan ve aşağıda gelecek olan altı farz...
«İki
nevidir.» Fâkihlerin altı farzı, iki kısma ayırmalarının sebebi şudur: Altı farzdan miktar
bakımından
en azı olan sekizde birdir ki onunda mahreci sekizdir. Dörtte bir ile nısıf, sekizden
kesirsiz olarak çıkartılabilirler. İşte bundan dolayı bu üçüncü bir nevi kabul etmişlerdir. Bundan
sonra
da farzların miktar bakımından en azı «altıda bir»dir. Ki bunun mahreci altıdır. Üçte bir ve
üçte
ikide altıdan kesirsiz olarak çıkarlar. İşte bu yüzden fukaha bu üçüncü de
başka bir nevi kabul
etmişlerdir.
Bunu Seyyid ifade
etmiştir.
«Her
kesirin mahreci onun adaşıdır.» Kesirin adaşı: Sahih sayılardan, onunla aynı isim
altında
birleştikleri rakamdır. Meselâ altıda bir mahreci olan altıyla aynı isim altında birleşmektedirler.
Çünkü
«sitte» (altı) kelimesinin aslı «sidse» dir; «dâl» ile ikinci «sin» harfi «tâ»ya kaybolmuş
sonrada
«tâ», «tâ» ya idğâm olunarak «sitte» denilmiştir.
Musannıfın
burada «kesir» demesi zikredilen farzlar dışındaki, beştebir, yedidebir, dokuzdabir ve
ondabir
gibi kesirleri de kapsaması içindir. Çünkü bunların da mahreçleri, kendi isimlerini taşıyan
rakamlardandır.
Musannıfın
sözü nısıf gibi müfred ve üçte iki
gibi mürekkep olan kesirleri de kapsar.
Bilinmelidir
ki: Mahrec ne kadar az olursa, farz o kadar çok olur. Mahrec çok olduğunda da farz
daha
az olur. Zira meselâ yarı dörttebirden daha çoktur. halbuki mahreci onun mahrecinden daha
azdır.
«İkiye
katlama ilh...» Musannıf bu ifadesi
ile sekizde bir ikiye katlandığında dörtte bir,
dörtte bir
katlandığında
nısf (yarım) altıda bir ikiye katlandığında üçte bir, üçte bir ikiye katlandığında da üçte
iki
olduğunu kasdetmiştir.
«...İkiye
bölme yoluyla ilh...» Musannıf bu ifadesiyle de, yarım ikiye bölündüğü zaman dörtte bir,
dörtte
bir ikiye bölündüğünde sekîz de bir, üçte
birin yarısı alındığında altıda bir
üçte iki ikiye
bölündüğünde
de üçte bir olduğunu kasdetmiştir.
Seyyid.
«Mesela... denilir ki ilh...» İkinci nevide de böyle denilebilir. Bunun özeti şudur: iki neviden daha
küçüğü
ile başlandığında bu katlama yoluyla daha büyük olanla başlandığında da yarıya bölme
yoluyladır.
«Bunların
yerine... daha kısa olurdu.» Yâni her
iki nevi de söylenen sözlerin kısası.
«Birer
birer ilh...» Bunun manası. bir kez bile zikredilmiş olsa mükerrer olmasıdır.
Sirâciye'de
: Lâfız cihetine bakılarak, hadisteki «gece namazı ikişer ikişerdir» sözü gibi,
tekrarlanmıştır. (Ahad âhad denilmiştir.) Bunu Seyyid ifade etmiştir.
İmam
Vâhidî'nin Divûnu'l-Mütenebbî şerhindeki «o âhâddır, yani birdir, denilmez, ancak onlar âhâd.
Yâni
birer birer gelmişlerdir» denilir. «bir» yerine âhâd» demek hatadır» sözü «âhâd» kelimesinin
birden
fazla şey için bir kez kullanılmasının caiz olmadığına delâlet etmez. Nitekim bu kelime,
üzerinde
durduğumuz meselede, birden
fazla şey için kullanılmıştır.
Yukarıdaki ifade bu kelimenin
ancak
«tek» olan için kullanılamayacağına delalet eder. Buna göre, «Zeyd âhâddır» denilemez. Anla!
«İkişer ikişer veya üçer üçer aynı neviden ilh...» Yâni yalnız birinci neviden
veya yalnız ikinci
neviden...
Bu nevilerden birisinde diğerinden
hiçbirşey karışmadan gelse.
«...
Bir cüze ilh...» Yâni onlardan en az olan cüze...
«Kendi
katına... mahrec olur.» Çünkü katının mahreci cüzünün mahrecinde de bulunur. Dolayısıyla
cüzün
mahreci ile iktifa edilir.
Meselâ
üçte bir ve üçte ikinin mahreci üçtendir. Bu üç, aynı zamanda, altının mahreci olan altıya
dahildir.
Aynı. şekilde dörtte bir ve yarının mahreçleri de sekizde birin mahrecine dahildir. Buna
göre
meselede, içtima etse, anne ile anne-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi, üçte bir ile altıda bir
birlikte
bulunsalar veya anne ile anne-baba-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi altıda bir ile üçte iki
birlikte
bulunsalar mesele altıdan olur. Ana-baba-bir iki
kız-kardeş ile ana-bir iki-kız kardeş de
olduğu
gibi, üçtebir ile üçte iki
bulunsa üçten olur. Yahutta anne,
anne-bir iki-kız kardeş ve
anne-baba-bir
iki kız-kardeş de olduğu gibi üçü bir arada olsalar mesele yine altıdan otur. Meselede
zevce
ile kız da olduğu gibi sekiz
bir ile yarım bulunsa mesele sekizden olur. Koca ve kızda olduğu
gibi,
dörtte bir ile yarım bulunsa mesele
dörtten olur. Dörtte birle sekizde
birin veya üçünün birlikte
bulunmaları
ise tasavvur olunamaz.
«...Eğer
yarım... birlikte bulunsa
ilh...» Musannıfın bu sözü, «eğer onların ikisi aynı neviden olsalar»
sözünün
muhterizidir.
Geçen
bahis her nevinin fertlerinin kendi
işinde, biri birleri ile birlikte bulunması halinde idi. Bu ise
bir
nevinin fertlerinin diğer bir nevinin fertleri ile ya tamamen veya bazısı ile birlikte bulunmaları
bahsidir.
Bilinmelidir
ki: Bu birlikte olma suretleri mutlak olarak elli yedidir. Bunlardan yirmiyedisi şer'î,
otuzu
da aklîdir. Bunların hepsini
Rahîku'l-Mahtûm adlı eserde özetledim. Oraya müracaat et!
«Zevc
ilh...» Bu yarının üç ile birlikte
olması haline örnektir. Bu
ifade ite nısıfın bunlardan bazısı ile
birlikte
olmasının misalleri görülmüş oldu. Meselâ zevcin bu varislerden yalnız biri ile
veya ikisi ile
olması
gibi...
«Çünkü
altı ikinin üçle çarpılmasından elde edilir.» Bu da ancak meselede altıda bir olmadığı
takdirde
kendisini gösterir. Ama meselede
altıda bir bulunursa, altıda birin mahreci ile iktifa edilir.
Çünkü
nısıfın mahreci iki, üçte bir ve üçte îkinin mahreçleri üçtür ve her iki mahrec de altıya
dahildir.
Dolayısıyla altı ile iktifa edilir. T.
«...
Meselede zevce ile adı geçenler.» Yâni geçen misaldeki ana-baba-bir iki kız-kardeş, annebir iki
kız-kardeş
ve anne bulunsa... Bu da dörttebirin,
ikinci nevin tamamı ile birlikte bulunmasına
örnektir.
Bu misalden, meselede zevcenin, bu varislerden yalnız biri
veya ikisi ile birlikte olması
gibi,
dörtte birin, ikinci nev'in bazısı
ile birlikte bulunmasıda anlaşılır. Bu da geçen misalin
benzeridir.
«Çünkü
altı ile nısıf orasında muvafakat vardır.» Musannıfın bu sözü, önceki sözünün anlattığı,
meselede ister altıdabir bulunsun ister bulunmasın dördün daima üç ile çarpılacağının illetidir.
Meselede
altıda bir yoksa tamam. Ama altıda bir varsa pek uygun değil. Zira altıdabirin mahreci
altıdandır.
Altıda nısıf ile dörttebirin mahreçleri olan dörde muvafıktır. Altının yarısı ise üçtür. İşte
bundan
dolayı da üç daima dört ile çarpılır. Anla!
«İkinci
nevinin bazısı ile ilh...» Bu, mutlak değildir. Çünkü sekizde bir, üçte iki ile de birlikte
bulunur.
Meselâ, zevce ile iki kız gibi'... Zevce, anne ve oğulda olduğu
gibi altıda bir ile de birlikte
olabilir.
Aynı şekilde zevce, iki kız ve annede olduğu gibi üçte iki ve altıda bir ile de birlikte bulunur.
Sekizde
birin bunların dışındaki bir hisse ile birlikte olması konusuna gelince, o ancak İbnu
Mesud'un,
ileride gelecek olan görünüşüne göre mümkün olur. Çünkü onun görüşüne göre
mirastan
mahrum olan birisi başkasını hacbı noksan ile hacbedebilir. Demekki ona göre sekizdebir
üçtebir
ile beraber bulunabilirler. Meselâ zevce, anne bir iki kızkardeş ve mirastan mahrum olan
oğul
buna örnektir. Yine ona göre üçtebir
ve altıda birle birlikte de
bulunabilir. Adı geçen varisler ve
annenin
bulunması gibi... Yine İbnu Mesud'a
göre zevce, ana-baba bir iki kız-kardeş anne-bir iki kız
kardeş
ve birde mirastan mahrum olan oğulun
bulunması gibi hallerde, üçte iki ve üçte bir ilede
beraber
bulunur.
«Bu
ancak İbnu Mesud'un görüşüne
göre...» Meselâ bir adam ölüp geride kâfir bir oğul, zevce,
anne.
anne-baba-bir iki kız-kardeş ve anne-bir iki kız-kardeş kalsa o zaman mesele yirmidörtten
olur
ve İbnu Mesud'a göre otuzbire avleder. H.
Ama
başkalarına göre mesele onikiden olup onyediye avleder.
«Veya
vasiyetlerde ilh...» Meselâ bir kişi, birisine malının sekizde birini başka birine üçte ikisini,
üçüncü
birine üçte birini dördüncü bir
şahsa da altıda birini vasiyet etse ve varisi almasa veya
varisleri
olduğu halde hepsi bu vasiyete icâzet verseler, mesele yirmidörtten olur ve İbnu Mesud'un
dediğinin
benzeri olarak otuzbire
avleder.
Yukarıda
söylediğimiz suretlerden ancak İbnu
Mesud'un reyine göre olan suretler
vasiyetlerde İbnu
Mesud'un
dışındaki âlimlerin görüşlerine göre de yapılır.
«Üçle
çarpılmasından ilh...» Yâni ister altıda bir ister olmasın... İşte bu izâhla bizim daha evvel
benzerine
dikkat çektiğimiz gibi, talil açığa çıkmış olur.
«Altının nısfa muvafık olduğunu daha önce
söylemiştik.» Ancak daha evvel geçen yerde altının nısıf
ile
muvafakatı dört içindi, burada ise
sekiz içindir.
«Hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi ilh...» Yâni mükerrer olmayarak. Şu mesele bu
söze,
itiraz olarak varid olamaz: Bir kadın ölerek, kocasını, annesini, ana-baba-bir kız kardeşini,
bababir
kız-kardeşini ve anne-bir iki kız-kardeşini bıraksa bu meselede hisseler dörtten fazla, ama
mükerrer
olarak birlikte bulunur. Ashâb-ı ferâizden, beş tâifeden fazlası bir arada bulunamaz. Şöyle
ki:
Birisi ölse geride eşi, babası, annesi, dedesi, ninesi, kızı, oğlunun kızı, anababa-bir kız-kardeşi
ve
anne bir erkek-kardeşi ile kız-kardeşi kalsa; bunlar hisseleri belirlemiş ashab-ı feraiz-i dendirler.
Fakat
dede ve kız kardeşler, baba ile, nine de anne ile hacbolunur. Böyle olunca geriye sekizde bir
veya dörtte biri alacak olan eş karı kocadan biri, nısh alacak olan kız, altıda biri alacak olan üç
gurup-baba-anne
ve oğulun kızı-kalır. Sonunda bunlar
beş tâife kalırlar.
Eğer,
baba, dede, kız ve oğulun kızı
olmasa, o zaman da dörtte bir veya nısıf alacak olan eşkarı
kocadan
birisi -nısfı alacak olan ana-baba bir kız-kardeş altıdan biri alacak olan iki gurup- yani anne
ile
baba-bir kız-kardeş ve üçte biri
alacak olan anne bir kardeş kalır. Tâifeler burada da beştir. «Dört
fırkadan
fazlası da kesir olmaz» çünkü beş tâifeden birisinin, baba veya anne veya eş gibi, tek
olması
lâzımdır. Onun payı da kendisine
nisbette küsürlü
olmaz.
M
E T İ N
Varislerden bir gurubun sehimleri, kendilerine göre küsürlü olduğu takdirde sayıları, meselenin aslı
ile,
eğer meselede avl varsa avli ile. çarpılır. Meselâ bir adam ölse ve geride karısı ve iki kardeşi
kalsa
mesele dörtten olur. Zevceye dörtebir, iki kardeşine de üç kalır. Bu da onlara denk düşmez.
Burada,
sehimler ile şahısların arasında muvafakat da yoktur. öyleyse ikiye dörtle çarpılınca mesele
sekizden
sahih
olur.
Eğer
sehimleri ile adedleri arasında muvafakat olursa, adedlerinin vefki meselenin aslı ile veya avli
ile
çarpılır, meselâ bir adam öldüğünde, geride zevcesi ve altı erkek kardeşi kalsa o zaman altı
kardeşe dörtten üç düşer ki bu onlara da üçte bir ile muvafıktır. O zaman (altının üçe bölünmesi
sonunda
çıkan) ikiyi dörtle çarparız; mesele yine sekizden sahih
olur.
Eğer
iki veya daha fazla gurubun sehimleri
kesirli olur sehim sahiplerinin adetleri arasında
mümaselet
olursa, o zaman adedlerden biri meselenin aslı ve avli ile çarpılır. Meselâ bir adam ölse
ve
geride üç kız ve üç amca kalsa, o zaman iki mütemâsilden biri ile iktifa edilir, ve «üç» meselenin
aslı
ile çarpılır. O da dokuz eder. Mesele bundan sahih olur.
Eğer
üç veya dört guruba göre, sehimleri kesirli olsa, o zaman evvela sehimlerle adedler arasındaki
sonrada
adedler arasındaki müsareket sonra da iki guruptaki müdahâle (tedahül) mümaselet
muvafakat
ve mübayenette yaptığım gibi yaparsın. Sonunda hâsıl olana cüzü sehim denilir. Elde
edilen
cüz-ü sehimde meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf buna şu sözü ile işaret etmiştir: Eğer
sayıları
biri birlerinin içine girse mesela adam öldüğünde geriye dört zevce, üç nine ve oniki amca
bıraksa
sayıların en büyüğü meselenin aslı olan oniki ile çarpılır. Çünkü bu sayılar biri birinin içine
girerler.
On iki oniki ile çarpıldığında yüzkırkdört eder. Taksimat bundan sahih
olur.
Eğer
sayılar biri birlerine muvafık
olursa, meselâ adam öldüğünde geriye dört zevce onbeş nine,
onsekiz
kız ve altı amca kalsa o zaman iki sayıdan birinin vefki diğerinin
tamamıyla çarpılır. Elde
edilen
sonuçda eğer aralarında muvafakat olursa, üçüncü sayının vefki ile çarpılır, muvafakat
yoksa,
tamamiyle çarpılır. Daha sonra dördüncü sayı da aynı şekilde çarpılır. Toplanan bu sayı ki o
cüzü
sehimdir. Ve bizim meselemizde yüz seksendir. Meselenin aslı ile çarpılır. Meselenin aslı
burada
yirmidörttür. Dolayısıyla mesele
elde edilen dörtbinüçyüzyirmiden sahih
olur.
Eğer
sehimleri kesirli olanların adedleri birbirlerine mübayin olursa, meselâ adam öldüğünde
geride
iki zevce on kız altı nine, ve yedi
amca kalsa, sayılardan biri
ikincisinin tamamıyla çarpılır ve
elde
edilen meblağ üçüncünün tamamıyla çarpılır. bundan elde edilen de dördüncü sayının
tamamıyla
çarpılır. Böylece cüz-ü sehim hâsıl
olur: Burada cüz-ü sehim
ikiyüzondur. Çünkü kızların
adedleri
ile ninelerin adetleri, sehimlerine yarı ile muvafıktır. O zaman cüz-ü
sehim olan ikiyüzon,
meselenin
aslı ile çarpılır. Meslenin aslı burada yirmidörttür. O zaman elde edilen beşbinkırktan
taksimat
düzgün olur.
İ
Z A H
«Bir
gurubun sehimleri, kendilerine göre küsûrlu olduğu takdirde iIh...» Musannıf bu sözleri ile
feraiz
meselelerinin tashihine başlamaktadır. Tashihden maksat, varislerin herbirinin paylarını
kesirsiz olarak alabilecekleri adedlerin en küçüğünü bulmaktır.
Bilinmelidir
ki; burada yedi «asl»ın bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu ye di asıldan üçü sehimlerle hisse
sahiplerinin
adetleri arasında, dördü de, hisse sahipleri arasındadır.
Sehimlerle, hisse sahiplerinin adetleri arasındaki üç asıl şudur:
1
- İstikamettir: Yâni her gurubun
sehiminin, o guruptakilere kesirsiz olarak taksim edilmesidir. Kişi
öldüğü
zaman geride annesi, babası ve dört kızının kalması buna misaldir. Bu meselede çarpmaya
ihtiyaç yoktur.
2
- Sehimler küsûrlu olup sehimlerle, sehim sahipleri arasında mübayet olmasıdır. Şöyleki sehimler
varislerden
bir guruba göre küsûrlu olsa ve
sehimleri ile, sehim sahipleri arasında muvafakat
olmasa,
o zaman sehim sahiplerinin adedi yalnız meselenin aslı ile veya, avl ettiği takdirde, âvli ile
çarpılır.
3
- Sehimlerin muvafakatla birlikte
küsürlü olmalarıdır. Şöyle ki, sehimler bir guruba göre küsurlu
olmakla
birlikte sehimleri ile sehim sahipleri arasında muvafakat olsa, o zaman ruusların vefki,
meselenin
aslı ile veya avli ile birlikte aslı ile çarpılır.
Sehim
sahipleri arasındaki dört «asl»a gelince; onlar: Temâsül, tedahül, tevafuk ve tebâyündür.
Musannıf
bu dört asılla ilgili bilgiyi
ileride verecektir. Bu dört asıla
ancak, kesir iki taifeye veya daha
fazlasına
göre olduğu takdirde itibar edilir.
Ancak
fakihler, sehim sahipleri arasındaki tedahüle itibar ettikleri gibi, onlarla sehimler arasındaki
tedahüle
itibar etmemişlerdir. Aksine, sehim
sahipleri fazla olduğu takdirde onu muvafakata,
sehimler
-altının üç göre taksimi gibi- daha fazla olduğunda da mümâselete reddetmişlerdir. Bunu
da,
yakında izâhı geleceği üzere.
ihtisâr için yapmışlar-dır.
Musannıf
bu yedi aslı misalleri ile birlikte, anılan tertibe göre zikretmiştir. Ancak istikameti
zikretmemiş, açık olduğu için, onu
hazfetmiştir.
«Eğer
avl varsa ilh...» Yâni onların adedi
meselenin aslı ile ve avli ile çarpılır. Aksi halde (avl yoksa)
sadece
meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf burada ve bundan sonra gelecek kısımda bu tafsilatı
terk
etmekle mesele ve avlinin asıl mesele menzilesinde olduğuna işaret etmiştir. O da sehim
sahipleri
sayısı meselenin aslı ile çarpıldığı gibi, meselenin aslı ve avli ile de çarpılır. Nitekim
Seyyid de bunu ifade etmiştir.
«Meselâ
karısı ve iki kardeşi kalsa ilh...» Bu. içersinde avl olmayan meseleye misaldir ki aslı
dörttür.
Avl olan ise şöyledir: Bir kadın
ölse ve beş tane anne-bir olmayan
kız-kardeş bıraksa -ki bu
meselenin
aslı altıdır- kocaya yarısı -ki üçtür- kız kardeşlerine de üçte iki -ki dört-tür- verilir. Mesele
yediye avleder ve kız-kardeşlerin sehimleri ile, sayıları arasında mübayenet vardır. O zaman
kız-kardeşlerin adedi olan beş, avlı ile birlikte meselenin aslı ile -ki bu yedidir- çarpılır. Sonuç
otuz-beş
eder ve taksim bundan sahih
olur.
«Avl ile ah...» Yâni eğer mesele avliye ise, aksi halde Musannıfın da zikrettiği gibi sadece meselenin
aslı
ile çarpılır.
«Karısı
ve altı erkek kardeşi kalsa ilh...» Bu, avliye olmayan meseleye misaldir. Bu
meselenin aslı
da
dörttür. Avliye olanın misali ise şöyledir: Bir kadın ölüp geride kocası, ana-babası ve altı kızı
kalsa
meselenin aslı onikiden olur, kocasına dörttebir -ki üçtür- anne-babasına. altıda iki -ki dörttür-
altı
kızına da üçte iki -ki sekizdir- verilir. O zaman mesele onbeşe avleder. Kızların sehimleri olan
sekiz
sayıları olan altıya göre kesirlidir. Ancak sayıları ile sehimleri arasında nısıfla muvafakat
vardır.
Böyle olunca biz sayılarının yarısını -ki üçtür- alır. Sonra bu üçü meselenin avli ile birlikte,
aslı
olan onbeşle çarparız. Sonuç kırkbeş olur ve taksim bundan sahih olur.
«O
zaman altı kardeşe üç düşer ki bu da onlara, üçte birde muvafıktır.» Musannıfın,
altı ile üç
arasında,
tedahül olduğu halde muvafakata
itibar etmesi, yukarda söylediğimiz
gibi, sehimlerle
sehim
sahipleri orasındaki tedahüle itibar etmediğine işaret etmektedir. Zira, sayıların en büyüğü
olan
altıyı -ki bu sehim sahiplerinin
tamamıdır- dörtle çarpmakla tedahüle itibar etmek mümkün ise
de
bu, hesabın uzamasına yol açar.
Hesabı uzatmamak ise kârdır. İşte bundan dolayı da hesabı
muvafakata
irca ettik.
Aynı
şekilde, yukarda avliye için zikrettiğimiz
misalde de eğer kızlar dört tane olsaydı. o zaman
sayıların
büyüğü olan sekiz -ki bu onların sehimlerinin adedinin tamamıdır- meselenin aslı ile
çarpılmazdı. Çünkü bu hesabın uzamasına yol acardı. Aksine taksim çarpmadan sahih olduğu için
temasule
müracaat edilirdi.
«Eğer
iki veya daha fazla gurubun sehimleri kesirli olursa ilh...» Bu söz farklı guruplardaki sehim
sahipleri
arasındaki dört aslın başlangıcıdır. Önce her gurup ile sehimlerine bakılır. Eğer aralarında
tebayün varsa o zaman gurubun tamamı ele alınır. Eğer birbirlerine muvafık iseler o zaman fırkanın
vefki
ele alınır. Sonra da bu dört
usûlle, elde edilen sayılara bakılır. Şayet iki adet arasında temasül
varsa
o zaman onlardan biri. meselenin aslı ile çarpılır. Bu iki adet arasında tedahül varsa o zaman
bunlardan
büyüğü yine meselenin aslı iIe çarpılır. Eğer bu iki adet arasında muvafakat varsa vefk
diğerinin
tamamı ile çarpılır. Sonrada elde edilen rakam meselenin aslı ile çarpılır. Şayet bu iki sayı
arasında
mübayenet varsa bunlar biri birleriyle çarpılır. Elde edilen meblağda meselenin aslı ile
çarpılır.
Musannıf bu dört aslı bu tertibe
göre zikretmiştir. Meselenin aslı ile çarpılana da ileride
geleceği
üzere cüzü sehim denilir.
«Veya
daha fazla ilh...» Yâni üç veya dört... Yukarda da geçtiği gibi bunlardan fazla olmaz.
«Ve
adedleri arasında mümaselet olursa ilh...» Seyyid şöyle demiştir: «Ruuslarının adedlerinden
murad:
Adedleri ve onların vefkini de
kapsayandır. Zira sehim sahipleri arasında sehimleri muvafık
olan
bir gurup olsa, onların sayıları
önce vefkine reddolunur, sonra da o
sayı ile diğer adedler
arasındaki mümaselete itibar edilir.
«Ve
avli ile ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride altı tane anne-baba-bir kız-kardeşi, üç tane anne-bir
kız-kardeşi ve üç ninesi kalsa meselenin aslı altı olur ve yediye avleder. Ana baba-bir kız-kardeşlere
üçte
ikî verilir ki dörttür. Dört
altıya bölünmez, ama aralarında nısıfla muvafakat vardır ki o da üçtür.
Anne-bir
kız-kardeşlere de üçte bir verilir ki bu da ikidir. İki üçe bölünmez ve aralarında muvafakat
da
yoktur.
Ninelere
de altıda bir verilir ki o da birdir. Onda da tevafuk
yoktur.
Bu
durumda birbirine mümâsil olan üç
aded bir oraya gelmiştir. Bunlardan
biri farzla çarpıldığında
yirmi
bir eder ve bundan taksimat sahih
olur. Zeylaî.
«Eğer
sehimler üç veya dört guruba göre kesirli olursa ilh...» Bu söz daha önce söylediğimiz
«evvelâ her fırkaya sehimleri ile birlikte bakılır sonra da sabit olan sayılara bakılır» sözüne işaret
etmektedir.
Onun zikrettiğinde iki veya daha fazla fırka arasında fark yoktur. Fark ancak fırkalar üç
olduğu
zamandır ki onların suretleri
fazlalaşır. İspat edilen adedler birkaç tane olduğundan çarpma
tekrar
edilir. Zira, evvelâ üç gurup ite
sehimleri arasına bakılır. Bunlardan her fırka sehimlerine ya
mübayın veya muvafık olur. Yahutta iki fırka ile sehimleri arasında muvafakat, diğer fırka ile
sehimlerinde ise mübayenet olur. Veya iki fırka ile
sehimleri arasında mübayenet olur. Diğer fırka
ile
sehimleri arasında da muvafakat olur. İşte bunlar dört haldir. Sonrada bunların her bir halinde,
dört
asıl ile ispat edilen adedler arasına bakılır; ki elli iki surete ulaşır. Bu suretlerin açıklaması
Tertip
şerhi ve diğer uzun kitaplardır.
«Müşareket
arar ilh...» «Münasebet arar» dese idi daha iyi olurdu.
«Sonra
da iki gurupta yaptığın gibi yaparsın.» «Yapacağın
gibi» deseydi daha iyiidi. Zira iki gurup
arasındaki hallerden sadece mümaselet geçmişti. Müdâhalede, muvâfakat ve mübayenetin halleri
ileride
gelecektir.
Anla!
«Buma,
şu sözü ile işaret etmiştir. » Musannıf bu sözü ile cüzü sehimin çarpılmasına ve daha önce
geçen;
«eğer sehimler üç fırkaya göre kesirli olursa ilh...» sözüne îşaret etmiştir. Düşün!
«Dört
zevce gibi ilh...» Meselenin aslı onikidendir; ninelere altıda bir olan iki. zevcelere dörtte bir
olan
üç, amcalara da kalan yedi verilir. Bunlardan her gurubu
sehimleri ile sehim sahipleri arasında
mübayenet vardır. O zaman, sehim sahiplerinin tamamını alırız ki bunlar: Dört, üç ve onikidir. Bu
sayılardan
evvelki iki adedin, üçüncü adedde, -ki onikidir- tedâhül ettiğini buluruz. öyleyse onikiyi
yine
oniki olan meselenin aslı ile çarparız. Bundan da taksimat sahih olur.
«Dört
zevce, onbeşine ilh...» Meselenin aslı yirmidörtten olur; zevcelere
sekizde bir olan üç verilir.
Bu
üç, dörde denk düşmez. Aralarında muvafakat da yoktur. öyle olunca onların adedleri olan
dördü
tutarız. Ninelere altıdabir olan
dört verilir. Dörtle onların
adedleri olan onbeş arasında da
mübâyeten vardır o zaman onu da tutarız, kızlara da üçte iki olan onaltıdır. Onaltı, onların adedleri
olan
onsekiz, dokuz olan nısıf ile muvafıktır. Öyleyse onu da tutarız. Amcalara da kalan verilir ki bu
da
birdir. Bir ile onların adedi olan altı arasında mübayenet vardır, o zaman onu da tutarız.
Demek
oluyor ki tutulan rakamlar, dört,
altı, dokuz ve onbeştir. Sonra biz
bunlar arasındaki
münasebeti
araştırınız. Dördün altıya nısıf ile
muvafık olduğunu buluruz ve bu ikisinden birisinin
yarısını
alır diğerinin tamamıyla çarparız. Sonuç oniki eder. Bu onikinin de dokuza üçte birde
muvafakatı
vardır. Bu durumda biz bunlardan birinin üçte birini de diğerinin tamamıyla çarparız, iki
oda
otuzaltı eder. Otuz altı ile onbeş
arasında yine üçte bir ile muvafakat
vardır. Bu otuzoltıyı
onbeşin
sülüsü olan beş ile çarpınca yüzseksen eder ki bu da cüzü sehimdir.
«Meselâ, iki zevce ilh...» Meselenin aslı yirmidörttendir. İki zevceye sekizde bir verilir ki üçtür. Üç ile
iki
zevce arasında mübayenet vardır. Buna göre onların sayısı olan ikiyi tutarız. Kızlara da
üçte iki
verilir
ki oda onaltıdır. On altı ile
onların adedi olan on arasında nısıf ile muvafakat vardır ki bu da
beştir,
bu beşi de tutarız. Ninelere de altıdabir verilir ki dörttür. Dört ile ninelerin adedi olan alt»
arasında
nısıf ile muvafakat vardır, ki o da
üçtür o halde bu üçü de tutarız.
Amcalara da kalan bir
verilir.
Birle onların adedi olan yedi
arasında mübayenet vardır,
dolayısıyla yediyi de tutarız. Bu
durumda
tutulan sayılar iki, üç, beş ve
yedidir ve bunların hepsi
birbirlerine
mübayindirler.
Böyle olunca ikiyi üçle çarparız, altı eder, sonra altıyı beşle çarparız otuz eder. sonra da otuzu yedi
ile
çarparız ve ikiyüz on eder ki bu cüzü sehimdir. İşlemin tamamı ise Şârihin yukarda zikrettiğidir.
Bunlardan
herbirinin sehimlerinin bu misallerde ve diğerlerinde bilinmesi, hususu ileride gelecektir.
M
E T İ N
İki
aded arasındaki temasül, tevafuk, tedahül ve tebayünü bilinmenin yolu şudur: -Bu izah,
terikenin
taksiminde
ihtiyaç duyulan bir başlangıçtır- Üç ve onun gibi olan iki adedin temâsülü bunlardan
birisinin
diğerine denk olmasıdır. İki muhtelif adedin, buradakine göre tedahülü : Ya o adedlerden
az
olanın çok olanı yok etmesiyle veya o iki adedden büyük olanın küçük olanına kesirsiz olarak
sahih
bir taksim ile taksim edilebilir olmasıyladır. Meselâ altının üçe ve ikiye göre taksimi
gibi...
İki
sayının muvafakatı ise, küçük olanın
büyük olanını yok etmemesi fakat bu
iki sayıyı da üçüncü
bir
sayının yok etmesidir. Meselâ, dördün yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir. Bu durumda sekiz ile
yirmi
arasında dörtte bir ile muvâfakat
vardır.
İki
adedin .tebâyünü. iki muhtelif adedi üçüncü bir sayının asla yok etmemesidir.
Meselâ dokuz ile
on
gibi..
İki
muhtelif sayı arasındaki tevâfuk
ve tebâyün, bir derecede ittifak
edinceye kadar her iki taraftan
da
küçük sayıyı büyük sayıdan defalarca çıkarmakla bilinebilir. Buna göre eğer. iki muhtelif sayı bir
de
tevafuk ederlerse aralarında
mübayenet vardır. Eğer ikide tevafuk ederlerse o zaman aralarında
nısıfla
muvafakat olur. Üçte muvafakat ederlerse aralarında üçte bir ile muvafakat vardır. Bu ona
kadar
böyledir.
Bunlara
«küsûr-u muhteka»
denilir.
Eğer
onbirde tevafuk ederlerse o zaman
onbirin bir cüzünden muvafıktırlar.
Buna da «Esam»
denilir.
Ve bu, böylece devam eder.
Kızlar,
amcalar, nineler ve diğerleri gibi her gurubun payının,
kendilerine denk gelecek surette
meselenin
tashihini bulmak istersen meselenin aslından o guruba düşeni, meselenin aslını
çarptığın
cüzü sehim ile çarp o zaman o gurubun nasibi çıkar.
Daha
sonradan bu gurubun her bir ferdinin
nasibini bilmek için her vârisin sehimi, çarpılan cüzü
sehim
ile çarpılır. Bu nispeti bilmenin en acık yolu şudur: Meselenin aslında her fırkanın
sehimlerinin, yalnız o fırkanın adedi ruuslarına nispet edilmesi sonra da çarpılandan, o fırkanın
fertlerinden
her birine o nisbetin mislinin verilmesidir.
i
Z A H
«İki
aded arasındaki temâsül... bilinmenin yoludur ilh...» Bu söz adedler
arasındaki nispetleri izaha
bir
giriştir. Onlar da dörttür. Bu
mantıktaki külliyat arasındaki
nispetler gibidir. Öyleyse her iki aded
orasında,
bu nispetlerden birinin bulunması gerekir. Çünkü iki ayı ya birbirlerine eşittirler veya
değildirler.
Eğer birbirlerine eşitseler o zaman bu iki sayı birbirlerine mütemâsildir. Aksi halde, eğer
o
sayılardan küçük olanı, büyük olanını ya ifnâ eder veya etmez. Eğer ifnâ
ederse o zaman o iki sayı
mütedahildir.
Şayet o iki sayı birbirlerini ifna etmiyorlarsa o zaman ya üçüncü bir sayı
onları ifnâ
eder
veya etmez. Eğer ifnâ ederse o iki sayı birbirlerine mütevâfıktır.
Aksi halde mütebâyindirler.
«Bu
bir başlangıçtır ilh...» Terikenin hak sahiplerine. sayılarına göre kesirsiz olarak taksım
edilmesinde bu nispetlerin bilinmesine ihtiyaç vardır.
Şöyle ki: Meselenin tashihi mümkün olan en küçük sayıdan yapılır. Dolayısıyla meselelerin tashihi
için
bu nisbetler öncelikle bilinmelidir. öyle olunca bu
nispetlerin meselelerin tashihinden evvel
zikredilmesi daha uygun
olurdu.
Bilinmelidir
ki sayı, iki veya daha fazlası gibi, teklerden oluşan adedlere denilir. Bir sayının,
yanındaki
iki yakın veya iki uzak sayının toplamının yarısına eşit olması onun özelliklerindendir.
Meselâ
dördün yanındaki yakın sayılar, üç
ile beştir. Bu ikisinin toplamı sekizdir. dört de bu ikisinin
toplamının
yarısıdır. Dördün yanındaki iki uzak sayıda iki ve altı veya bir ve yedidir. Bu iki uzak
komşunun
yarısıda yine
dörttür.
Aynı
şekilde ikide böyledir. İki
kenarındaki sayılar olan bir ile üçün toplamının yarısına
eşittir.
Bu
izahtan anlaşılmış oluyor ki;
hesapçılara göre, bire sayı denilmez.
«İki
muhtelif adedin ilh...» Yâni azlık ve çoklukta farklı olan... Sayıların ihtilafı, temasülde tasavvur
olunamaz.
Belki tedahül ve ondan sonra
gelen. tevafuk ve tebayün gibi, nispetlerde tasavvur
edilir.
Ancak
musannıf ihtilafı sadece tedâhülde açıkça zikretmiş ve bununla, ondan sonra gelenlerde de
olacağına
işoret etmiştir. Seyyid.
«Buradakine
göre ilh...» Sirâciye'de diğer iki işlem daha ilâve edilmiştir.
Birincisi; küçük olan sayıya bir veya birkaç mislinin ilave edilmesi ve büyük olanla eşit hale
gelmesidir.
ikincisi
de. küçük olan sayının büyük olan sayının cüzü olmasıdır. Bu,
ibaredeki bir ihtilaftan
ibarettir.
«Büyük olan» yok eder.» Yâni küçük sayı büyük sayıdan atıldığında büyükten birşey kalmamasıdır.
Üç
ile altı buna misaldir. Zira üç altıdan iki kez atıldığında altı tamamen yok olur. Aynı şekilde üç de
dokuzdan
üç kere atıldığında dokuz yok olur.
Ama sekiz böyle değildir. Çünkü üç. sekizden iki kere
atıldığı
zaman geride iki kalır. O halde sekizin üç ile ifnâ edilmesi mümkün değildir. Ancak sekizden
iki,
dört defa atıldığı takdirde sekiz yok olur. O zaman sekizle iki tedahül halindedirler. Seyyid.
«Meselâ, dördün yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir.» Sekiz ile yirmiyi, iki de yok eder. Buna göre
sekiz
ile yirmi arasında nısıf ile muvafakat vardır. Şu kadar var ki «yok eden» sayı birden fazla
olduğu
takdirde vefkin cüzünün daha az olması için, büyük sayıya itibar edilir. Meselâ oniki ile
onsekiz
gibi...
Bunların
aralarında yarım, üçtebir ve altıda
bir ile muvafakat vardır. Burada hesabın daha kolay
olması
için. onların altıda birdeki muvafakatlarına itibar edilir.
«Arasında dörtte bir ile muvafakat vardır.» Zira her ikisini de yok eden sayı, aralarındaki vefkin
cüzünün
mahrecidir. O iki sayıyı dört yok edince, -ki dört, dörttebirin mahrecidir- o zaman bunların
ikisi
dört ile mütevâtık
oldular.
«Dokuz
ile on gibi...» Zira bu ikisini, aded kabul edilmeyen «bir» den başka, hiçbir sayı yok etmez.
BİR
UYARI :
İbnu
Kemâl tebâyünün tarifinde başka bir kayıt daha ilave etmiştir. Bu kayıt şudur: Bu sayılardan
birinin
diğerini yok etmemesidir. Çünkü iki
ile dört mütebâyin değil mütedâhil sayılardan oldukları
halde,
üçüncü bir sayı bunları yok etmez. Zikredilen bu kayıtla, iki ile dörtten
ihtiraz edilmiştir.
Çünkü
iki dördü yok eder.
«...
Ve tevâfuk bilinebilir...» İki sayı arasındaki temasül ve tedahülün bilinmesi açıktır. Ama, adedler
arasındaki tevafuk ve tebâyünün bilinmesinde kapalılık olduğu için musannıf bunların bilinmesine
başka
bir yol zikretmiştir.
«İki
taraftan da ilh...» Yâni büyük
sayı da küçük oluncaya kadar küçük sayı büyüğünden çıkarılır.
Sonra
da o sayı küçükten de çıkarılır. Kâsım.
«Aralarında mübayenet vardır.» Yâni
aralarında tebayün hasıl olur. Meselâ beşle yedi böyledir.. Zira
beş
yediden çıkarıldığında iki
kalır. iki de beşten iki kere düşürüldüğünde bir kalır.
«Nısıf
ile ilh...» Yâni aralarında nısıf ile tevafuk vardır. Meselâ altı ile on böyledir. Zira altı ondan
düşürüldüğünde
dört kalır. Dört de altıdan
düşürüldüğünde iki kalır.
«Üçte
bir ile ilh...» Yâni o iki sayı birbirine sülüs ile mütevafıktırlar. Dokuz ile oniki gibi...
«Ona
kadar aynı şekildedir.» Yâni, sekiz ile yirmi gibi iki sayı dörtte tevafuk ederlerse, o zaman
dörtte
bir ile mütevafıktırlar. Eğer onbeş
ile yirmi beş gibi beşte tevafuk
ederlerse, o zaman beşte
bir
ile mütevâfıktırlar. Şayet on iki ile on sekiz gibi. altıda tevafuk ederlerse, altıda bir ile
muvafıktırlar.
Eğer on dört ile yirmi bir gibi yedide tevafuk ederlerse yedide bir ile muvafıktırlar.
Eğer
on altı ile yirmi dört gibi sekizde tevafuk ederlerse, o zaman sekizde bir ile muvafıktırlar. Eğer
yirmi
ile otuz gibi onda tevafuk
ederlerse. o zaman onda bir ile muvafıktırlar.
«Bunlara
küsûr-u munteka denilir.» Kesiri muntak, hakikaten cüzi yet lafzı ve gayri ite tabir
edilendir.
Meselâ beşte bir böyledir. Zira bu kesire, beşte bir (humus) denildiği gibi beşin bir cüzü
de
denilebilir. Kesiri esam ise ancak cüziyyet lafzı ile tabir olunandır. Meselâ onbirden bir böyledir.
Bu
bire ancak birin onbirde bir cüzü
denilebilir. Tek kelime ile bu kesir ifade edilemez.
«Veya
onbir...» Yani, yirmi iki ile otuz üç gibi iki sayı onbirde tevafuk ederlerse o zaman bu iki sayı,
onbirden
bir cüz ile
mütevafıktırlar.
«Aynı şekilde...» Meselâ yirmialtı ile otuzdokuz gibi, iki
sayı onüçten bir cüz ile tevafuk etseler o
zaman
aralarında onüçten bir cüz ile muvâfakat vardır. Otuzdört ile ellibir
gibi onyediden bir cüz ile
tevafuk
etseler, o zaman onyediden bir cüz ile tevafuk etseler, o zaman onyediden bir cüz ile
mütevafıktırlar.
Otuz sekiz ile elli yedi gibi.
Ondokuzun bir cüzünde tevâfuk etseler, o zaman
ondokuzundan
bir cüz ite mütevâfıktırlar.
BİR
UYARI:
Eğer
iki sayı mürekkep bir sayıda tevafuk ederlerse, ki mürekkep sayı. onbeş ile kırkbeş gibi bir
sayının
diğer sayı ile çarpılmasından meydana gelendir -0 zaman istersen onlar onbeşten bir cüz ile
mütevafıktırlar
dersin istersen biri diğerine izafe edilen iki kesirle, biri ona izafe eder ve aralarında
beştebirin
üçtebiri ile veya üçtebirin beştebiri ile muvafakat vardır, dersin.
Buna göre o cüz ile de,
izafe
olunmuş küsuru muntekâ ile de tabir edilir. Mürekkep olmayan sayı ise böyle değildir. Zira o
ancak
cüz ile tabir edilir.
«Bulmak
istersen ilh...» Bu sözler her gurubun nasibinin ve aynı gurubun fertlerinden herbirinin
hissesinin
bilinmesi yoluna
giriştir.
İkincisine payın taksimi adı verilir. Yukarda
verilen son meseleye göre bunun
izahı şöyledir: İki
zevceye meselenin aslından üç düşerdi. Bu üç meselenin aslı ile çarpıtan cüzü sehim -ki
ikiyüzondur- ile çarpılınca altıyüzotuz eder. O zaman bu
meblağ, meselenin tashihi sonunda
zevcelere
verilen paydır. Kızlara da onaltı verilir. Bu onaltı mezkur olan cüzü sehim ile çarpılınca
üçbinüçyüzaltmış
eder ki bu da kızlara verilir.
Ninelere de meselenin aslından düşen dört, cüzü
sehim
ite çarpılınca sekiz yüzkırk eder. Amcalara verilen bir cüzü sehim ile çarpılır ve onlara
verilir.
«Her
varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni meselenin aslından her gurubu sayılarına göre
taksim
edildikten
sonra... Musannıfın cüzü sehimle çarpılan bilinsin diye bunu zikretmesi gerekirdi. Şöyle
ki:
Meselenin aslından iki zevceye düşen üç onlara taksim edilir ve herbirine birbuçuk verilir. Bu da
çarpılan
ikiyüzonla çarpıtınca üçyüzonbeş eder. Ki bu herbir zevcenin hakkıdır. Meselenin aslından
kızlara
düşen onaltı, onların on olan sayılarına taksim edilince, herbirine bir sehim ve bir sehimin
beşte
üçü düşer. Bu da çarpılan ile çarpılınca üçyüzotuzaltı eder. Ki bu da herbir
kızın hakkıdır.
Meselenin
aslından ninelere düşen dört, sayıları olan altıya taksim
edilince herbirine üçte iki düşer.
Bu
da cüzü sehimle çarpılınca yüzkırka varır. Herbir nineye yüzkırk düşer.
Meselenin
aslından amcalara düşen bir, onların sayıları olan yediye taksım edilince herbirine bir
sehimin
yedide bir düşer ki bu da madrub ile
çarpılınca otuza ulaşır. Herbir amcaya otuz düşer.
«Bu
nispetin bilinmesinin en açık yolu şudur» Mezkûr meselede, zevcelere verilen üçün onlara
nispeti
bir bucuktur. Böyle olunca, herbirine
çarpılandan. o nispetin bir
buçuk misli verilir ki bu da
daha
önce geçen gibidir. Anılan meselede
kızların sehimleri onaltı idi. Bunun onların sayıları olan
ona
nispeti bir tam üçbölü beşidir. O
zaman herbirine, çarpılanın bir tam üçbölü beşi verilir k» bu
da
gecen gibidir.
Meselenin
aslından ninelerin sehimleri dörttür. Bu dörtde sayıları olan altıya nispet edilince, üçte
iki
çıkar. Buna herbirine madrûbun üçte ikisi verilir. Ki bu da geçen çözümdeki gibidir. Amcalara bir
sehim
verilir: Bu bir sehimin, sayılan olan
yediye nispeti bir sehimin yedidebiridir. Buna göre
bunların
herbirine çarpılanın yedidebiri
verilir ki bu da geçen çözümdeki gibi
olur.
Bu
yolun daha açık oluşu şunun içindir: Bunda taksime ve çarpmaya ihtiyaç yoktur. Aynı zamanda
denilmiştir
ki: Kim adedler arasındaki nispeti bilirse hesabı da bilir. Şu kadar var ki, bazen nispet
daha
zor olur. Öyle olunca da çarpma ile
işlem yapmak daha kolay olur. Orada
başka yollar da
vardır.
M
E T İ N
Terike,
ölenin varisleri ve alacaklıların arasında hepsinin hissesi beraberce değil de. her birine
düşen
belli olacak şekilde taksim edilmek istendiğinde, -çünkü alacaklıların hakkı. Haydar'ın
Siraciye
şerhinde de belirtildiği gibi
varisler arasındaki taksimden öncedir- eğer terike ile
meselenin
tashihi arasında mümâselet varsa tamamdır. Şayet muvâfakat varsa. tashihden herbir
varise
düşen sehimleri, terikenin tamamıyla çarpılır. Metnin ve şerhin
nüshalarında da
böyledir.
Sirâciye
ve diğer bazı kitaplardaki ifadeye
uygun olan ise, terikenin vefki ile çarpıtmasıdır. Terikenin
tamamıyla
ancak mübayenet olduğu zaman çarpılır.
Bu
işlem varislerden herbir ferdin
payının bilinmesi için yapılır. Varislerden herbir gurubun
hissesinin
bilinmesi için aynı işlem yapılır.
Borçların
ödenmesine gelince, eğer terike kafi gelirse mesele yok. Fakat terike kâfi gelmezse ve
alacaklılar birden fazla olursa o zaman borçların toplamı. meselenin tashihi gibi farzedilir. Her
alacaklının alacağı da varisin payı gibi kabul edilir ve
yukarda geçtiği şekilde işlem yapılır.
İ
Z A H
«Terike
taksim edilmek istendîğinde ilh...» Musannıf tashihden de gurubun payına düşeni tayin
ettikten
sonra da o tashihden her varisin
hissesine düşeni açıkladıktan sonra, asıl maksadı izaha
başlamıştır. Her varisin terikenin tamamından olan nasibi iki yolla tayin edilir. Bu iki yolda
meselenin
tashihinden her varisin nasibinin bilinmesine bağlıdırlar.
«Herbirine
düşen belli olacak şekilde ilh...» Bu söz, Sirâciye'deki gibi musannıfın da «ve
alacaklıları» şeklinde «ve» ile söylemesine. «bu sahih değildir» şeklindeki itiraza cevaptır. Çünkü
terike
borçların hepsini karşılar ve varislere de birşey kalırsa o zaman alacaklılar arasında taksime
ihtiyaç kalmaz ve taksimat varisler arasında yapılır. Aksi halde varislere birşey kalmaz. Cevabın
özeti
şudur: Burada «ve alacaklılar»dan murad «ve alacaklılar arasında» dır. O zaman, «arasında»
kelimesi takdir edilmiştir. Yâni «şu taifenin fertleri arasında ve şu taifenin fertleri arasında»
demektir.
Buna göre taksim, her iki taife için birlikte olmayıp, taksimin halleri teaddüd ettiğinden,
taksimde
müteaddit olur. Yahut ta buradaki
«ve», «veya» manasındadır. O zaman
mana yine bizim
dediğimiz
gibi olur.
«Herbir
varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni, sonra. eğer sehimler terikenin tamamıyla veya -varsa-
vefkiyle çarpılmışsa, elde edilen meblağ. tashihe göre taksim edilir. Musannıf ve şarih bu izahı
terketmiş
olsalar bile gereklidir.
«Sirâciye
ve diğer... uygun olan ilh...»
Musannıf «doğru olan» dememiştir. Çünkü mübayenette
olduğu
gibi muvafakat ve müdâhelede de, çarpmanın, terikenin tamamıyla yapılması sahihtir.
Ancak
bu durumda hesap uzar. O halde muvâfakat bulunan yerde çarpmanın vefk ile, mübayenet
olan
yerde de tamamıyla yapılması iyi olur. Muvafakata misal şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası
anne-bir
iki erkek-kardeşi ve ana baba-bir iki kız kardeşi kalsa; pay sahiplerinden altıda bir hisseye
sahip
bulunduğundan, meselenin aslı altıdandır, ve dokuza avleder. Ölen kadın altmış dinar terike
bırakmış
olsa bununla meselenin tashihi olan dokuz arasında üçtebir ile muvafakat vardır. O zaman
kocaya
dokuzdan üç düşer ki bu üç terikenin
vefki olan yirmi ile çarpılınca
altmış eder. Bu da
tashihin
vefki olan üçe taksim edilince yirmi çıkar ve bu yirmi terikeden kocaya verilir. iki erkek
kardeşten
birine bir sehim düşer ki bu da terikenin vefki olan yirmi ile
çarpılınca yirmi eder. Bu
yirmi
üçe taksim edilince altı tam iki bölü üç eder. Bu da her bir erkek kardeşe verilir.
Anne-baba-bir
iki kız-kardeşten birine de iki düşer. Bu iki de terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca
kırk
eder. Bu kırk üçe taksim edilince onüç tam bölü üç çıkar. Bu da her bir kız kardeşe verilir.
Mübâyenete misal de şudur: Bir kadın ölüp geride kocası, annesi ve ana-baba-bir kız-kardeşi kalsa
:
Bu meselenin aslı da altıdandır, ve sekize avleder. ölen kadının yirmibeş dinar
terike bıraktığı
farzedilse: Aralarında mübâyenet vardır; kocaya
sekizden üç düşer ve bu, terikenin
tamamı olan
yirmibeşle
çarpılınca yetmişbeş eder. Bu yetmişbeş sekize taksim edilince. dokuz tam üç bölü
sekiz
eder ki bu kocaya verilir. Anababa bir kız-kardeşe de bu kadar verilir. Anneye ise sekizden iki
düşer
ki yirmibeşle çarpılınca elli eder. Bu elli sekize taksim edilincede altı tam bir bölü dört eder.
Bu
da anneye verilir.
Eğer
birinci misalde tashihden her varisin sehimleri terikenin tamamı ile çarpılırsa sonra da elde
edilen
meblağ burada yapıldığı gibi
tashihin tamamına göre taksim
edilse sahih olur. Fakat
dediğimiz
gibi hesap uzar. Eğer ikinci misalde terike yirmidört olursa terike ile tashih arasında
müdahale
olurdu. Çünkü sekiz yirmidördün
içinde vardır. Bu durumda da mübâyenette olduğu gibi
işlem
yapmak caizdir. Şu kadar var ki en
kısa yol muvafakat işlemidir. Zira her ikisi de ortak kesir
olan
sekizdebir de müşterektirler. Sekizde bir de onların mahreçlerinin en küçüğüdür ki bu da
sekizdir.
O zaman bunların her ikisi de, tevafak
hükmündedirler.
«Varislerden herbir gurubun hissesinin bilinmesi için de aynı işlem yapılır.» Yâni
birinci misalde.
her
iki erkek-kardeşin payları ile her iki kız-kardeşin paylan bu paylardan birisinin çarpıldığı meblağ
ile
çarpılır. Ve elde edilen meblağ da tashihin vefkına göre taksim edilir. O zaman çıkan her
gurubun
payıdır. Musannıfın zikrettiği çarpma yoluyla olan taksim, vecihlerin en meşhurudur. Bu
beş
vechin terikedeki kesirin izâhı uzun şekilde kitaplarda vardır.
«Borçların
ödenmesine gelince ilh...» Yâni onların taksim edilme yolu... Buna hisseleşme denilir.
«Mesele
yok.» Yâni terikenin borçları
karşılaması ile maksat hâsıl olur, ve bu da
güzeldir.
«Ve
alacaklılar birden fazla olursa...» Eğer alacaklılar bir kişi olursa o zaman taksim olmaz.
«Borçların
toplamı, meselenin tashihi gibi farzedilir.» Techizden sonra borçların tamamı ile geriye
kalan
terikeye bakılır. Eğer oralarında muvafakat olursa, meselâ adam on iki dinar terike bıraksa ve
onsekiz
dinar da borçlu olsa; bu onsekiz dinardan dört dinar Zeyd'e, iki dinar Amr'e ve oniki dinar
da
Bekir'e olsa, o zaman borç ile terike arasında altıda bir ile muvafakat vardır. Bunlardan
herbirinin
borcu terikenin vefki filan İki
ile çarpılır. Sonra da elde edilen meblağ borçların
tamamının
vefki olan üçe taksim edilir; Zeyd'e iki tam iki bölü üç, Amr'e bir tam bir bölü üç,
Bekir'e
de
sekiz verilir.
Eğer
borçların tamamı ile terike arasında mübâyenet olursa meselâ meselemizdeki terikeyi onbir
dinar
farzetsek, o zaman alacaklılardan herbirinin alacağı terikenin tamamı ile çarpılır ve elde edilen
meblağ
borçların tamamına göre taksim edilir. Bu durumda Zeyd'e iki tam dört bölü
dokuz. Amr'e
bir
tam iki bölü dokuz. Bekir'e de yedi verilir.
Eğer
birinci surete göre yirmi dört dinar
borçlu olsa idi, yirmi dört ile terikesi arasında müdahale
vardır.
Müdâhale suretinde de muvafakat gibi
işlem yapılır. Bildiğin gibi, müdahale ve muvafakat
suretlerinde
mübâyenet gibi işlem yapmak sahihtir.
M
E T İ N
Musannıf
bundan sonra tehârüç meselesine başlayarak şöyle demiştir. Vârislerden veya
alacaklılardan biri terikeden, malum olan bir meblağ alıp çıkmak üzere anlaşma yapsa onun payı
meselenin
tashihinden çıkartılır ve sanki hissesini tam almış gibi kabul edilir. Sonra da meselenin
tashihinden
veya borçlardan kalan kısım varislerin veya alacaklıların sehimlerine göre taksim edilir.
Meselâ,
bir kadın ölüp geride kocası annesi ve amcası kalsa ve kocası zimmetinde olan mehir
karşılığında anlaşarak varisler arasından çıksa, onun payı -ki o üçtür- tashihden atılır. Çünkü
mesele
altıdan oluyordu. Buna göre mehir hâricinde terikeden kalan kısım anne ile amca arasında
tehârüçten
evvelki tashihden, sehimleri olan üç
sehim hesabıyla taksim edilir. Buna göre anneye iki
hisse,
amcaya da bir hisse verilir. Kocanın
hiç yok gibi kabul edilmesi caiz değildir. Zira öyle kabul
edilse,
annenin hissesi, malın aslının üçte birinden kalan kısmın üçte birine inkılap eder. Zira o
zaman
anne bir amca da iki hisse alır, ki bu da icmâa aykırıdır. Bunu Seyyid ve diğerleri
söylemiştir.
Ben
derim ki: Doğru olan ancak bu taksimdir, bu meselenin taksiminde, bendeki nüshalara göre,
Muhtar
ve Mecmau'I-Bahreyn sahipleri ve
başkaları hata etmişlerdir. Zira onlar kalanı taksim ederek
anneye
bir sehim amcaya ise iki sehim
vermişlerdir. Halbuki bunun icmâa
aykırı olduğunu
biliyorsun.
Allâme
Kutbuddin Muhammed b. Sultan,
Kenz'in şerhinde: «O sanki hiç yokmuş gibi kabul edilir»
sözünde
düşünülmesi gereken bir husus vardır» demiş sonra da yukarda anlatılanın benzerini
zikretmiştir.
Düşün.
İ
Z A H
«Sonra,
tehârüc meselesine başlamıştır.» Tehârüc, istılahta; varislerin bir varisi. ister ayn olsun
ister
deyn olsun, terikeden bir şey vererek mirastan çıkarmak üzere anlaşma yapmalarıdır.
Sekbu'l-Enhûr'da
şöyle denilmiştir: Tehârücün aslı rivâyet edilen şu hadisedir: Abdurrahman b. Af
(r.a.)dört
karısından birini ölüm hastalığında iken boşamış ve o kadının iddeti bitmeden
Abdurrahman
b. Avf ölmüştür. Osman (r.a.) o kadını sekizde birin dörtte biriyle (normal
karısı imiş
gibi)
vâris kılmıştır. Bunun üzerine Abdurrahman'ın varisleri de o kadınla, hissesi karşılığında
seksenüçbin dirhem vermek üzere sulh yapıp onu mirastan çıkarmışlardır.
Diğer
bir rivâyete göre ise, bu meblağ dinar olarak verilmiştir. Başka bir rivâyette de seksenbin
dirhem
verilmiştir.
Bu
hadise hiçkimse tarafından inkâr edilmeden, sahabe huzurunda vukû
bulmuştur.
Ben
derim ki: Tehârücün hüküm ve
şartları vardır. Bunlar: «Kitabu's
Sulh'un sonundaki şu bahis de
geçmiştir: «Eğer varisler içlerinden birini verasetten çıkarsalar ve ona kendi mallarından verseler,
çıkardıkları kişinin hissesi geri kalan varisler arasında eşit olarak taksim edilir.» Şayet çıkartılan
kişiye
verdikleri meblağ, kendilerinin miras olacakları terikeden verilmişse o zaman, geri kalan
onların
mirastan alacakları paylarına göre taksim edilir.
Şarih
Kitabu's-Sulh'un sonunda şöyle demişti: «Hassâf, Terikeden geri kalanın. herkesin mirastan
alacağı
paya göre taksim edilmesini sulhun inkardan dolayı yapılması ile haliyle kayıtlamıştır. Eğer
sulh
ikrardan dolayı yapılmışsa o zaman eşit olarak taksim edilir.» Bunu düşün!
«Veya
alacaklılar ilh...» Bunlar Sirâciye'de zikredilmemiştir. Mültekâ, Mecmâ ve diğer kitaplarda
zikredilmiştir. Alacaklıların hükmü, terikenin taksiminde ve tehârücde, varislerin hükmü
gibidir.
Kitabu's-Sulhun
sonunda geçtiği üzere mûsa leh de onlar gibidir.
«Onun
payı meselenin tashihinden çıkartılır.» Yâni mesele varisler arasında sulh yapılan kişide
varmış
kabul edilerek tashih edilir. Sonra da onun sehimleri tashihden çıkarılır. Seyyid.i
«Koca
gibi ilh...» Bu meselenin aslı altıdan yapılır. Kocaya yarı olan üç sehim verilir. Anneye üçtebir
verilir
ki bu iki sehimdir. Amcaya da kalan verilir ki bu da bir sehimdir.
«Buna
göre anneye iki... verilir.» Eğer
terikeden birşey karşılığında sulh
ederek varisler arasından
çıkanın
amca olduğu farzedilse, mesele yine altıdan olur. Amcanın payı altıdan çıkınca beş kalır;
üçü
kocaya ikisi de anneye verilir. Buna göre kalan koca ile anne arasında beş tane beştebire
ayrılır. Bu beşten üçü kocaya ikisi de anneye
verilir.
Eğer,
terikeden bir mikdar karşılığında, anne sulh yapsa ve varisler arasından çıksa mesele yine
altıdan
olur. Altıdan anneye düşecek olan iki sehim atılınca dört kalır. Bu dört dört tane dörtte
bire
ayrılır. Üçü kocaya biri de amcaya verilir. Seyyid.
«Annenin farzı inkılâp eder.» Yâni, bu suret gibi bazı suretlerde.. Amca yerine baba olsa böyle
değildir.
Zira baba olunca kocanın, tashihe dahil edilmesine itibar etmeye gerek yoktur. Çünkü her
hâlükârda
anneye bir sehim babaya da iki sehim
düşer.
«...
Düşünülmesi gereken bir husus vardır.» Bunun aslı Zeylai'nindir.
Zeylai bunu şu sözüyle ifade
etmiştir:
«Zira o adam hissesinin bedelini almıştır o halde nasıl olurda hiç yokmuş gibi kabul edilir?
Aksine
diğer varisler hisselerini tam almadıkları halde sanki o adam hissesini tam almış gibi kabul
edilir.
Görülmüyor mu ki bir kadın ölse ve
geride öz, anne bir ve baba bir uç
tane kızkardeş ve
kocasını
bıraksa ve anababa bir (öz) kızkardeşi sulh ederek varisler arasından çıksa, geri kalan
aralarında beş tane beşte bir yapılır, üçü kocasına, biri baba bir kızkardeşine, biri de annebir
kızkardeşine verilir. Bu taksimatda. onlara sekizden düşene göre, yapılır. Çünkü meselenin aslı
altıdan
olup sekize avletmişti. Buna göre
ana-bababir kız kardeş nasibi olan üçü alınca geriye beş
kalır.
Eğer o kızkardeş hiç yok gibi kabul edilirse, o zaman mesele altıdan olur ve bir sehim de
asabeye
kalır.»
Bunu
şu şekilde ifade etseydi daha doğru
olurdu : Mesele altıdan alınır ve bir sehim ile yediye
avledilir.
Nitekim Zeylaî'nin bazı nüshalarında
da böyle denilmiştir.
Ancak
önceki ifade Zeylai'nin bizzat kendi
yazısı ile o şekilde bulunmuştur.
Demekki o kalem
hatasıdır.
Zira bu bahiste asabe yoktur.
«Sonra
yukarda anlatılanın benzerini
zikretmiştir.» Yâni yukarda geçen,
«onun sehimleri tashihten
atılır»
sözü.