MEFKÛD: GAİB KİMSE
BAHSİ
METİN
Mefkûd Lugatta yok
olmuş mânâsınadır. Şeriatta ise diri veya ölü olduğu bilinmeyen, gaib kimse
demektir.
Mefkûdun tarifinde
diri veya ölü olduğu bilinmeyen esir ve dar-ı harbe kaçıp kaçmadığı bilinmeyen
mürted de dahildir.
Mefkûd, istishab
ile kendi nefsi hakkında diridir. Mefkûd hakkında asıl ve kaide budur. Buna
göre; mefkûdun karısı evlenemez, malı vârisleri arasında taksim edilemez. Şârih
der ki; Ebussûud Efendi'nin Marûzât'ında: "Beytülmâl emini mefkûdun gitmeden
önce kendisine emniyet edip malını teslim ettiği kimsenin elinden malını
alamaz." diye zikredilmiştir. Nitekim Hızanetü'l-Müftîn'e nisbetle
gelecektir.
Mefkûdun yapmış
olduğu kira akdi bozulamaz. Hakim ihtiyaç anında mefkûdun gelirleri ve ikrar
edilen alacakları gibi haklarını alıp mallarını muhafaza edecek bir kimseyi
vekil tâyin eder. Mefkûdun kendisinin tâyin etmiş olduğu vekili bulunursa,
malını o muhafaza eder. Fakat evini ancak hâkimin izniyle tamir edebilir. Çünkü
ölmüş olması ihtimali galib olduğundan vasî olamaz. Tâyin edilmiş vekil borç,
emânet, akar veya kölede ortaklık gibi mefkûdun aleyhine açılan dâvalarda hasım
olamaz. Çünkü kendisi hakikaten mâlik ve mefkûdun naibi olmayıp ancak hakim
tarafından mefkûdun alacak ve gelirlerini almak için tayin edilmiş bir vekildir.
Husûmete mâlik olmamasında ihtilâf yoktur. Hatta bir hâkim mefkûdun aleyhine
açılan dâvâyı dinleyip hüküm verse, hükmü geçerli olmaz. İmam Zeylaî kazâ
bahsinde: "Ancak başka bir hâkimin bu hükmü geçerli kılmasıyla geçerli olur."
ifadesini ziyade etmiştir. Fakat Hulâsa'da: "Eğer hâkim müctehid olursa. fetva
hükmün* geçerli olması üzerinedir." diye yazılıdır. Nehir.
İZAH
"Mefkûd: Gaib kimse
bahsi ilh..." Mefkud bahsinin kaçan köle bahsine münasabeti, her ikisinin de
gaib olup ehilleri tarafından aranmalarıdır. Kaçan köle bahsinden sonra
zikredilmesi, az vaki olduğundan dolayıdır.
"Gâib kimse
demektir ilh..." Kenz sahibinin: "Mefkûd yeri bilinmeyen gâib kimsedir."
kavlinin "diri veya ölü olduğu bilinmeyen gaib kimse" mânasına olduğu ifade
edilmiştir. Bahır'da: "Bu meselede üzerinde durulan husus mefkûdun diri veya ölü
olduğunun bilinmemesidir, yoksa yerinin bilinmemesi değildir. Bundan dolayı
fukahâ düşman tarafından esir edilen, yerinin dar-ı harb olduğu bilinen fakat
diri mi ölü mü olduğu bilinmeyen Müslüman bir esiri mefkûd saymışlardır." diye
zikredilmiştir. Fakat Mültekâ'da ve diğer fıkıh kitablarında beyan edildiğine
göre: Mefkûd; yeri, diri mi, ölü mü olduğu bilinmeyen gâib kimsedir. Buna göre;
bir kimsenin mefkûd sayılabilmesi için yerinin bilinmemesi de
şarttır.
Ben derim ki:
Mefkudün yerinin bilinmesi çok defa ölü veya diri olduğunun bilinmesini, yerinin
bilinmemesi diri veya ölü olduğunun bilinmemesini gerektirir. Dar-ı harbte
olduğu bilinip hali bilinmeyen ve halinin bilinmesine de imkan olmayan kimse
şüphesiz mefkud sayılır.
"Dar-ı harbe kaçıp
kaçmadığı bilinmeyen mürted ilh..." Yani mefkud bir Müslüman'ın mirası varisleri
arasında taksim edilmeyip durdurulduğu gibi dar-ı harbe kaçıp kaçmadığı
bilinmeyen mürteddin mirası da varisleri arasında taksim edilmeyip durdurulur.
Çünkü mürteddin dar-ı harbe kaçtığı bilinmeyince kaçtığına hükmetmek mümkün
değildir. Ama dar-ı harbe kaçtığı bilinirse, kaçtığına hükmolunur. Bu takdirde
hükmen ölmüş sayılıp mirası varisleri arasında taksim edilir.
"Mefkûd istishab
ile kendi hakkında diridir ilh..." Yani mefkûd kendi nefsi hakkında diri,
başkaları hakkında ise ölü sayılır. Velhâsıl mefkûd kendisine zarar veren
hükümler hakkında diri sayılır. Bu hükümler ölmüş olmasının sâbit olduğuna bağlı
bulunan hükümlerdir. Kendisine faydalı başkasına zararlı olan hükümler hakkında
ise ölü sayılır. Bu hükümler de hayatta olduğunun sabit olmasına bağlı bulunan
hükümlerdir. Çünkü mefkûdun diri olması bir huccet-i dafla olan istishab ile
sâbittir. Yani mefkûdun diri olması önce sâbit olduğundan bunun yok olduğuna bir
delil bulunmadıkça bekâsı ile hükmolunur. Bundan dolayı mefkûd bu şekilde
hayatta sayıldığından başkaları onun aleyhine olarak bazı haklara nail
olamazlar. Fakat istishab bir huccet-i müsbite olmadığı yani önce sâbit olmayan
bir şeyin isbatı aleyhine olarak vâris olma gibi bir takım haklara nail
olamazlar.
"Nitekim
Hızanetü'l-Muttin'e nisbetle gelecektir ilh..." Fakat bu makamdaki maldan murad
mefkûdun kendisinin bizzat emânet olarak koyduğu maldır. Hızâne'de gelecek diye
beyan edilen mal mefkûda mirâs bırakanın malıdır. T.
Ben derim ki:
Yakında gelecektir ki; mefkûdun vekili bulunsa, malını o hıfzeder. Yani müvekkil
mefkûd olmakla vekil azledilmiş olmaz. Nitekim gelecektir.
Câmiu'l-
Fûsuleyn'de: "Hâkim mefkûdun emânetini elinde bulunan kimseden alıp itimadlı bir
şahsın yanına koysa bunda bir beis yoktur." diye zikredilmiştir. Bu Marûzât'ta
zikredilene muhâlifdir. Eğer şöyle denilirse aralarında muhalefet olmaz:
Marûzât'tan: "Mefkûdun gitmeden önce emanet olarak teslim ettiği malını
emânetçiden beytülmâl emini alamaz." diye zikredilmiştir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de
ise "hâkim alır" diye zikredilmiştir. Beytülmal emininin gaib olan kimsenin
malını korumaya velâyeti yoktur. Hakimin ise gaib olan kimsenin malını korumaya
velâyeti vardır. Buna göre mefkûdün malı elinde emânet olarak bulunan kimse
itimadlı olmazsa, hâkim bundan alıp itimadlı bir kimseye
verir.
"Mefkûdun yapmış
olduğu kira akdi bozulamaz ilh..." Kira akdi kiraya verenin veya kiralayanın
ölmesiyle bozulursa da fakat mefkudun ölmüş olduğu sübût bulmadığından kira akdi
bozulmaz.
"İkrar edilen
alacakları ilh..." Yani mefkûdün borçluları vereceklerini ikrar ederlerse, hâkim
tarafından mefkûdun malını korumak için tâyin edilen vekil bu olacakları alır.
Vekil kendi akdi ile vâcib olan alacağı dâvâ edebilir. Fakat mefkûdun akdi ile
vâcib olan alacağını, başkasının elinde bulunan birakarda veya bir maldaki
hissesini veya inkâr eden bir kimsenin zimmetinde olan alacağını dâvâ edemez.
Çünkü kendisi hakikaten malik ve mefkûdun naibi de olmayıp ancak hâkim
tarafından tâyin edilmiş bir vekilidir. Vekilin ise husûmete malik olmamasında
ihtilaf yoktur.
"Hakim ihtiyaç
anında ilh..." Gaib olan kimse, mefkûd olmadan önce malını muhafaza etmesi için
bir vekil tâyin etmediği takdirde hâkim, onun malını muhafaza etmek için bir
vekil tâyin eder. Çünkü gaib olan kimsenin tâyin etmiş olduğu vekili kendisinin
mefkûd olmasıyla azledilmiş olmaz. Nitekim Tecnîs'de zikredilmiştir ki; bir
kimse, evini tamir etmesi için veya malını koruması için bir şahsa verse ve
sonra kendisi mefkûd olsa o şahıs mefkûd olan kimsenin malını korur. Fakat
hakimden izinsiz evini tamir edemez. Çünkü mefkûdun ölmüş olması ihtimali galip
olduğundan vasî olamaz.
"Mefkûdun aleyhine
açılan dâvâlarda hasım olamaz ilh..." Vekil, mefkûdun lehine olan dâvâlarda da
hasım olamaz. Mefkûdun vârisleri de metinde zikredilen hususlarda hasım
olamazlar. Çünkü vârisler mefkûd öldükten sonra ona vâris olurlar. Halbuki
mefkûd ölmüş olduğuna hükmedilinceye kadar diri sayılmaktadır. Bundan dolayı
mefkûdun ölmüş olduğu sâbit olur veya vârisleri tarafından ikrar olunursa, bu
takdirde alacaklılar haklarını terekesinden alabilirler.
"Bir hâkim mefkûdun
aleyhine açılan dâvâyı dinleyip hüküm verse, hükmü geçerli olmaz
ilh..."
= Hâkimin vermiş
olduğu hüküm üç kısımdır.=
Bilmiş ol ki,
hâkimin vermiş olduğu hüküm üç kısımdır. Birinci kısım; asla kabul edilmez. Bu
kitabullaha, sünnete icma-ı ümmete muhalif olarak verilmiş olan
hükümdür.
İkinci kısım;
mutlak surette câiz olan hükümdür. Hâkimin kendi mezhebine muvafık olarak
verdiği bir hüküm, mezhebine muvafık olmayan diğer bir hâkime götürülse, bu
hükmü geçerli sayıp yerine getirir, iptal edemez. İhtilâf bundadır, yani ihtilâf
hükmün kendisinde değil, sebebindedir. Bunun misâlleri pek çoktur. Bu
misallerden bazıları şunlardır:
Şâfiî mezhebinden
olan bir hâkimin kendilerine kazf haddi vurulduktan sonra tevbe etmiş iki
kimsenin şâhidlikleriyle vermiş olduğu hükmü veya bir kadının lehine kocasıyla
yabancı bir kimsenin yapmış oldukları şehâdetleriyle vermiş olduğu hükmü sahih
ve geçerlidir. Böyle bir hüküm Hanefî mezhebinden olan bir hâkime götürülse, bu
hükmü sahih ve geçerli sayması lâzım gelir. Çünkü ihtilâf hükmün sebebi olan bu
kimselerin şehâdetlerinin hüküm için hüccet olup olmamasındadır. Hükmün
kendisinde ihtilâf yoktur.
Üçüncü kısım;
müctehedünfih olan hükümdür. İhtilâf bu hükmün kendisindedir. Bazı fukahâya
göre, bu hüküm de geçerli olur. Bazılarına göre ise bu hüküm ancak başka bir
hâkimin geçerli kılmasıyla geçerli olur. Buna göre; ikinci hakim bu hükmü
geçerli kıldığı takdirde geçerli olur. Hatta bu hüküm üçüncü bir hâkime
götürürse, bu hükmü yerine getirir. İkinci hâkim bu hükmü iptal ettiği takdirde
başka hiç bir hâkim bunun cevazına hüküm veremez. Sahih olan budur. Yani
müctehedünfih olan hükmün geçerli olması başka bir hâkimin geçerli kılmasına
bağlıdır. Bazıları ise: "Müctehedünflh olan hüküm başka bir hâkimin geçerli
kılmasına bağlı olmaksızın geçerli olur." demişlerdir.
Müctehedünfih olan
hükme misâl: Bir hâkim kendi çocuğunun lehine yabancının aleyhine hüküm verse
veya iki erkeğin şehadetiyle karısının lehine hüküm verse, bu hükmün geçerli
olup olmamasında ihtilâf vardır. Çünkü ihtilâf hükmün kendisindedir. Gaib olan
bir kimsenin aleyhine verilen hükümde, fukahâ ihtilâf etmişlerdir. Bazıları: "Bu
hüküm üçüncü kısımdan olup ancak başka bir hâkimin geçerli kılmasıyla geçerli
olur." demişlerdir. Gaib olan kimsenin aleyhinde verilen hükmün kendisinde
ihtilâf olduğundan dolayı İmam Zeylaî'den kaza bahsinde: "Ancak başka bir
hâkimin bu hükmü geçerli kılmasıyla geçerli olur." diye nakledilmiştir. Bazıları
ise: "Bu hüküm ikinci kısımdan olup başka bir hâkîmin geçerli kılmasına bağlı
değildir, geçerli olur." demişlerdir. Gaib olan kimsenin aleyhinde verilen
hükümdeki ihtilâf hükmün kendisinde değil sebebinde olduğundan dolayı
Hulâsa'dan: "Eğer hakim müctehld olursa, fetva hükmün geçerli olması
üzerinedir." diye nakledilmiştir.
Gaib olan kimsenin
aleyhinde verilen hükmün sebebindeki ihtilâf hasım hazır olmadan şâhidin huccet
olup olmamasındadır.
METİN
Hâkim, mefkûdun
malından nafaka ve nafakadan başkası için bo-zulmasından korkmadığı her hangi
bir şeyini satamaz. Ama bozulmasından korkarsa, onu satıp parasını muhafaza
eder.
Şârih der ki:
Ebussûud Efendi'nin Marûzât'ında: "Hâkimler ve beytülmâl eminleri zamanımızda
bozulmasından korksunlar veya korkmasınlar mefkûdun malını mutlak surette
satmakla emrolunmuşlardır. Eğer mefkûd diri olarak çıkagelirse, satılmış olan
malının parasını alır. Çünkü hâkimler satışı bozmakla emredilmemişlerdir. Evet,
gabn-i fâhiş ,ile satılmış olursa, satışı bozması caizdir." diye zikredilmiştir.
Bu mesele bellenmelidir.
Vekil tâyin edilmiş
kimse, mefkûdun karısına, velâdet cihetiyle akrabası ki usuline (ne kadar yukarı
çıkarsa çıksın babası, babasının babasına) ve fürû'una (ne kadar aşağı inerse
insin çocuklarına, çocukları"ın çocuklarına) malından infâk
eder.
Dört sene geçmiş
olsa bile mefkûd ile karısının arası ayrılmaz. İmam Mâlik buna muhalefet
etmiştir.
Mefkûd kendisinden
başkası hakkında ölü sayılır. Bundan dolayı mefkûd başkasından mirâs alamaz.
Hatta bir kimse ölüp geride iki kızı ile mefkûd bir oğlu kalsa, mefkûdun da
kızları ve oğulları bulunsa, terekesi kızların elinde olup oğlunun mefkûd
olduğunu hepsi ikrar ile hâkim aralarında hükmetsin diye müracaat etseler,
hâkimin malı yerinden yani kızların elinden alması lâyık değildir.
Hızânetü'l-Müftin.
İZAH
"Hâkim mefkûdun
malından nafaka ve nafakadan başkası için bozulmasından korkmadığı her hangi bir
şeyini satamaz ilh..." Bozulmasından korkulmayan gerek menkûl olsun, gerekse
akar olsun, hâkim onu satamaz. Çünkü hâkimin gaib kimsenin malı üzerindeki
velâyeti ancak muhafaza etmek hususundadır. Bir zaruret bulunmadan satmasında
ise sureten muhafaza etmeyi terk vardır. Hâkim mefkûdun meyve gibi bozulacak
malını satıp parasını muhafaza eder. Çünkü meyve gibi şeylerin suretinin
muhafaza edilmesi mümkün değildir. Meyve gibi şeylerin mefkûd için manâsı yani
parası muhafaza edilir.
Hâkim, mefkûdun ve
esirin eşyası, kölesi ve akarı gibi mallarının zayi olmasından korkarsa,
satabilir. Bu gibi malları mefkûdun veya esirin ıyalinin nafakaları için
satamaz. Eğer hâkim, bu gibi malların zayi ve telef olmasından korktuğu için
satıp paraya çevirirse bu paradan icab eden nafakaları verebilir. Çünkü bu
takdirde o mallar nafaka cinsine değişmiş olur.
Bir kimse bir mal
satın alıp teslim almadan kaybolup nerede olduğu bilinmese, bakılır: Eğer satın
alınan mal menkul olursa, hâkimin o malı satıp parasını satan kimseye vermesi
câizdir. Satın alınan mal akar olursa, hâkimin onu satması câiz
değildir.
Bir kimse,
alacaklısına bir şeyi rehin verip mefkûd olsa, rehin alan kendisine rehin
bırakılan şeyin olacağı karşısında satılması için hâkime müracaat etse hâkimin o
şeyi satması caizdir.
Ben derim ki: Satın
alınan malın satılma meselesini musannıf müteferrikat'l-büyu bahsinde
zikretmiştir. Nehir'in mefkûd bahsinde: "Bir kimse bir mal satın alıp teslim
aldıktan sonra kaybolsa, hâkimin o malı satması câiz değildir." zikredilmiştir.
Rehinin satılma meselesini şârih, rehin bahsinde zikretmiştir. Rehinin
satılabilmesi için menkul olması lazımdır.
"Vekil tayin
edilmiş kimse, mefkûdün karısına, veladet cihetiyle akrabası ki ilh..." Yani
vekil tayin edilen kimse, mefkûdun evindeki malından, bozulmasından korkulup
satılan malının parasından, ikrar edenin elinde emânet bulunan malından ve ikrar
edenin üzerinde olacağı olan malından nafakalarının verilmesi lâzım olan
kimselerin nafakalarını verir. Bu meselenin tamamı Fetih ile
Bahır'dadır.
"Usûlüne ve
fürû'una ilh..." Mefkûdun karısının, usûl ve fürû'unun nafakalarının vâcib
olması hâkimin hükmüne bağlı olmadığından bunların nafakaları verilir. Fakat
mefkûdun kardeşlerinin, amcalarının zîrahm-i mahrem bulunan diğer akrabasının
nafakalarının vacib olması hâkimin hükmüne bağlı olduğundan, mefkûdun aleyhine
de hüküm verilemeyeceğinden dolayı bunların nafakalarının verilmesi câiz
değildir.
"İmam Malik buna
muhalefet etmiştir ilh..."
= Mefkûdun karısı
hakkında İmam Mâlik'in mezhebiyle fetva verilmesi =
İmam Mâlik'e göre;
mefkûd olan bir kimsenin üzerinden dört sene geçtikten sonra karısı ölüm
iddetiyle iddet bekler. Bu, İmam Şafiî'nin de mezheb-i kadimidir. Ama mefkûdun
mirâsının taksiminin zamanı, onların mezhebinde de bizim mezhebimizdeki gibi
doksan yaşını ikmal etmesiyle veya hakimin re'yine müracaatla takdir
edilir.
Ahmed b. Hanbel'e
göre; mefkûdlar iki kısımdır:
Birinci kısım
ölmeleri kesin olan mefkûdlardır. O harb safları arasında yahut denizde
parçalanan bir gemide yahut yakın bir yerde işini hemen görüp dönmek için
çıktığı halde bir daha dönmeyen ve haber de alınmayan kimseler bu kısımdandır.
Bunlar kayboldukları andan itibaren dört sena beklenir, sonra malları vârisleri
arasında taksim edilir. Karıları da iddetlerini bekleyerek başkalarıyla
evlenebilirler.
İkinci kısım
ölmeleri kesin olmayan mefkûdlardır. Ticaret veya seyahat gibi bir maksadla
sefere çıkıp haber alınmayan mefkûdlar bu kısımdandır. Bunların vefatlarının
müddeti bir rivâyete göre hâkimin tâyinine bırakılır. Diğer bir rivâyete göre
doğdukları tarihten itibaren doksan sene ile takdir
edilir.
Ben derim ki: Bu
meselenin benzeri üç gün adet görmekle bâliğ olup sonra temizliği devam eden
kadının iddetidir. Bu kadın âdet de görmeyeceğine göre ölünceye kadar iddetini
bitiremez. İmam Mâlik'e göre; bu kadının iddeti dokuz ayla takdir edilir.
Bezzâziye'de: "Zamanımızda fetva İmam Mâlik'in kavline göredir." diye
zikredilmiştir. Zahidî: "Bazı fukaha zaruretten dolayı İmam Mâlik'in kavliyle
fetva vermişlerdir." demiştir. Buna Nehir'de ve diğer fıkıh kitaplarında: "Bu
mesele, Mâlikî hâkimine götürülüp onun kendi mezhebiyle hükmetmesi mümkün iken
Hanefîlerin Mâlikî mezhebiyle fetva vermeleri için bir sebeb yoktur." diye
itiraz edilmiştir. Mâlikî hâkimlerinin bulunmadığı yerde zaruretten dolayı
Hanefî hâkimi Mâlikî mezhebiyle hüküm verir.
METİN
Mefkûd, kendisine
vasiyet edilen şeye vasiyet eden kimsenin ölmesiyle müstahik olamaz. Hissesi,
mezhebin zâhir rivâyetine göre beldesinde yaş itibariyle akranları ölünceye
kadar bekletilir. Çünkü galip olan budur.
İmam Zeylaî
mefkûdun ölümüne ne zaman hükmedileceğini hâkimin re'yine bırakılmasını
seçmiştir. Mefkûdun öldüğüne dair şâhid kabul edilmesinin yolu, mefkûdun malı
elinde bulunan kimseyi hâkimin hasım kılmasıyladır veya hâkim mefkûd nâmına bir
kayyım tâyin eder de onun aleyhine şâhid kabul edilir.
Nehir.
Şârih der ki; Kadri
Efendinin Kınye'den naklen Vâkıatü'l-Müftîn adlı eserinde zikredilmiştir ki;
mefkûdun ölmüş olduğu ancak hâkimin hükmüyle sabit olur. Çünkü mefkûdun ölmesi
muhtemel bir şey olduğundan kendisine hüküm ilâve edilmedikçe huccet
olamaz.
Eğer mefkûd
akranları ölmeden önce diri olarak çıkagelirse, kendisi için bekletilen vasiyeti
ve vârislerinin elinde bulunan malını alır. Akranları öldükten sonra ve
akranlarının öldüğü bilindiği günde mefkûdun da malı hakkında öldüğüne
hükmolunur. Karısı ölüm iddetiyle iddet bekler, malı o andaki vârisleri arasında
taksim edilir.
Mefkûdun akranları
öldükten sonra başkasının malı hakkında mefkûd gâib olduğu zamandan itibaren
ölümüne hükmolunur da kendisi için bekletilen hisse kendisine mirâs bırakanın
ölümü zamanındaki vârislerine verilir. Çünkü yukarıda izah edildiği üzere
mefkûdun diri olması bir huccet-i dafia olan ististıâb yoluyla sâbittir. Yani
mefkûdun diri olması evvelce sâbit olduğundan bunun yok olmasına bir delil
bulunmadıkça hayatta olduğuna hükmolunur. Bundan dolayı mefkûd bu şekilde diri
sayıldığından başkaları onun aleyhine olarak bazı haklara nâil olamazlar. Fakat
istishâb bir huccet-i müsbite olmadığı yani, önce sâbit olmayan bir şeyin sâbit
olması için bir delil teşkil etmediği için de mefkûd, bu asla istinâden
başkaları aleyhine olarak mirâs alına gibi birtakım haklara nâil
olamaz.
Mefkûd ile mirâstan
mahrum olan vârise bir şey verilmez. Eğer mefkûd ile vârisin hakkı noksan
olursa, hâmile kadın gibi iki hisseden en azı kendisine verilir, geri kalan
hisse bekletilir. Bu meselenin yeri feraiz bahsidir. Bundan dolayı Kudûri ve
diğer müellifler bu meseleyi zikretmemişlerdir.
Fürû: Hâkimin gaib
olan kimsenin ve delinin cariyelerini ve kölelerini evlendirmesi câiz değildir.
Fakat onları kitabete kesmesi ve satması câizdir. İşin hakikatını Hak Teâlâ
Hazretleri bilir.
İZAH
"Müstahik olamaz
ilh..." Yani mefkûd kendisine vasiyet edilen şeye, vasiyet eden kimse öldükten
sonra müstehak olur veya olmaz diye hükmedilmeyip vasiyet edilen şey mefkûdun
hali belli oluncaya kadar bekletilir. Eğer mefkûd akranları ölmeden önce diri
olarak çıkagelirse kendisi için bekletilen vasiyeti ve vârislerinin elinde
bulunan malını alır.
"Akranları ölünceye
kadar ilh..." Mefkûdun akranlarının ölmesi vasiyete mahsus olmayıp mirasının
taksim edilmesi ve boş olması gibi bütün hükümlerine
şâmildir.
"Beldesinde ilh..."
Esah olan kavle göre; mefkûdun beldesindeki akranları öldüğü zaman mefkûd da
ölmüş sayılır. Bahır.
Bazı fukahâya göre;
mefkûdun ölmüş sayılması için bütün memleketlerdeki akranlarının ölmesi itibar
edilir. Çünkü ömürler âdet-i ilâhiyye olarak memleketlerin iklimine göre
değişir. Mesela İslavlar Rumlardan daha uzun ömürlüdür. Fakat mefkûdun bütün
memleketlerdeki akranlarının ölmüş olduğunun bilinmesi güçtür. Ama kendi
beldesindeki akranlarının öldüklerini bilmek güç değildir.
Fetih.
"Mezhebin zâhir
rivâyetine göre ilh..." Bazı fukahâya göre; mefkûdun doğduğu andan itibaren
doksan yaşını ikmal etmiş olmasıyla ölümüne hükmedilir. Kenz sahibi bu kavli
seçip lâyık olan budur demiştir. Zahîre'de: "Fetva bunun üzerinedir." diye
yazılıdır. Bazı fukahâya göre: mefkûdun doğduğu ondan itibaren yüz yaşını ikmâl
etmiş olmasıyla ölümüne hükmedilir. Bazılarına göre ise; yüz yirmi yaşını ikmâl
etmiş olmasıyla ölümüne hükmedilir. Müteahhirin ulemasına göre; altmış yaşını
ikmâl etmiş olmasıyla ölümüne hükmedilir. İbn-i Humam: "Yetmiş yaşını ikmâl
etmiş olmasıyla, ölümüne hükmedilir." demiştir. Çünkü Peygamberimiz
(S.A.V.):
"Ümmetimin ömürleri
(ortalama olarak) altmış ile yetmiş yaş arasındadır."
buyurmuşlardır.
Bahır'da: "İmam-ı
Azam'a bağlı olan fukahânın, İmam-ı Azam'ın mezhebine tâbi olmaları vâcib iken
mezhebinin zâhir rivâyetine nasıl muhalefet etmişlerdir şaşılır" diye
zikredilmiştir. Buna Nehir'de: "Mefkûdun akranlarının ölmüş olduklarını
araştırmak mümkün değildir veya araştırmakta güçlük vardır. Bundan dolayı
fukahâ, mefkûdun ölmüş olmasını yaş ile takdir etmeyi seçmişlerdir." diye cevab
verilmiştir.
Ben derim ki:
Mezhebin zâhir rivâyeti ile fukahânın kavilleri arasında muhalefet yoktur.
Bilâkis fukahânın kavilleri zâhir rivâyeti tefsir
etmektedir.
Zâhir rivayet,
mefkûdun ölmüş olması, akranlarının ölmesiyle takdir edilmesidir. Fakat fukahâ,
ihtilâf etmişlerdir. Bazıları mefkûdun akranlarından en uzun yaşayanı itibar
etmişlerdir. Ama en uzun yaşın doksan mı yüz mü yoksa yüz yirmi mi olduğunda
ihtilâf etmişlerdir. Müteahhirin âlimleri ise, ortalama yaşı yani akranlarının
ekserisinin öldüğü yaşı itibar edip ortalama yaşı altmış olarak takdir
etmişlerdir. Çünkü altmışın üstünde yaşayan insan çok azdır. Hüküm çoğunluğa
göredir.
İbn-i Hümam hadîs-i
şerifde beyan edilen ortalama yaşın sonu olan yetmiş yaşı
seçmiştir.
Velhasıl ihtilaf
ortalama yaşın uzunluğu hususundaki reylerinin muhtelif olmasından ileri
gelmektedir.
"İmam Zeylai,
mefkûdun ölümüne ne zaman hükmedileceğinin hâkimin reyine bırakılmasını
seçmiştir ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki, hâkim her ne zaman mefkûdun ölmüş
olduğuna hükmetmede bir fâide görürse o vakitte ölümü ile hükmeder. Nehir'de:
"Mefkûdun ölmüş olduğuna hükmedilmesi hâkimin reyine bırakılır. Zahir rivâyete
göre, bunda takdir de yoktur." diye zikredilmiştir. Kınye'de: "Bu, İmam-ı
Azam'dan rivâyet edilmiştir." diye yazılıdır.
Ben derim ki:
Mefkûdun ölmüş olması zamanının hâkimin reyine bırakılması zâhir rivâyetten
hariç değildir, Bilâkis bu: "Mefkûdun ölmesi doksanyahut yüz yahut yüz yirmi
sene ile takdir edilir." diye nakledilen kavillere daha yakındır. Çünkü bunları
açıklamaktadır. Yani hakim düşünür, ictihad eder, zannına galip olan ile hüküm
verir. Mefkud olan bir insanın ölmüş olduğu zaman hakkında muayyen bir müddet
varid olmamıştır. Bundan dolayı hakim, mefkudun ölümüne, akranlarının ölmüş
olmasına, zamana ve mekana bakarak hüküm verir. Bu, Hanbeli mezhebinin Muğni
isimli eserinde, İmam Şafii ve İmam Muhammed'den naklen zikredilmiştir. İmam
Malik'den, İmam Azam'dan ve İmam Ebu Yusuf'dan meşhur olan da
budur.
İmam Zeylai:
"Mefkûdun ölümüne hükmedilmesi, memleketlere göre değişir. Zann-ı galib de
şahısların değişmesiyle değişir. Çünkü büyük bir mevki sahibinin haberi,
kesildiği takdirde öldüğüne kısa zamanda zann-ı galib hâsıl olur."
demiştir.
Bundan
anlaşılmıştır ki, hâkim ictihad edip, mefkûdun ölümüne delâlet eden karinelerle
hükmeder. Buna göre; bir kimse düşmanla yahut yol kesicilerle çarpışma esnasında
yahut ölecek derecede hasta iken çıktığı seferde yahut deniz seferinde veya
bunlara benzeyen tehlikeli yerlerde mefkûd olursa, bu hallerde ölmesi gâlib
olduğu için öldüğüne hükmolunur. Bazı fukahâ bununla fetva vermiştir.
Câmiu'l-Fetâvâ.
Bahrü'l-Fetâvâ
sahibi Kadızâde de bununla fetva vermiştir. Fakat düşmanla çarpışma esnasında
deniz seferinde ve benzer) tehlikeli yerlerde bir kimsenin mefkûd olmasıyla
hemen ölmüş olduğuna hüküm verilmeyip zann-ı gâlib hâsıl oluncaya kadar uzun bir
zaman beklenilmesi lâzımdır. Ancak büyük bir mevki sahibi böyle tehlikeli bir
yerde mefkûd olursa diri olduğu takdirde haberi çabuk ulaşacağından kısa bir
zamanda ölmüş olduğuna hükmolunur.
"Mefkûdun öldüğüne
dair şâhid kabul edilmesinin yolu ilh..." Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki;
mefkûdun ölmesi iki kısımdır: Birinci kısım hakikaten ölmesidir ki bu bir hasım
karşısında şahid ile sabit olur. Şöyle ki: Bir mefkûdun meselâ oğlu, hâkime
müracaat ederek bir kimse karşısında babasının ölmüş olduğundan bahsedip o
kimsenin üzerindeki alacağının mirâs yoluyla kendisine verilmesini dâva eder ve
o kimsenin Mefkûdun böyle bir alacaklısı bulunmadığı takdirde karısının yahut
vâde öldüğüne hükmederse mefkûdun hakikaten vefatı sâbit olmuş olur Mefkûdun
böyle bir alacaklısı bulunmadığı takdirde karısının yahut vârislerinden birinin
yahut bir alacaklısının mefkûdun ölmüş olduğunu iddia ederek hâkime müracaat
eder. Hakim mefkûdun vekili bulunmadığı takdirde ölüm dâvâsını isbat etmek için
bir vekil-i müsahhar (dâvâlı adına haklarını muhafaza için hâkim tarafından
tayin edîlen vekildir ki onun karşısında davâ görülüp hüküm verilir) tâyin eder.
Onun karşısında dâvâyı ve getirilecek şahidleri dinleyerek mefkûdun ölümüne
hüküm verir. Bu suretle de mefkudun hakikaten ölmüş olduğu sabit olmuş
olur.
İkinci kısım hükmen
ölmesidir ki, bu da mefkûdun akranlarının ölmesiyle mefkûdun da ölmüş olduğu
sabit olur.
"Mefkud
akranlarının ölmeden önce diri olarak çıkagelirse ilh..." Bahır'da
zikredilmiştir ki; mefkûd bir vakit hayatta olduğu bilinirse o vakitten önce
ölen akrabalarına vâris olur. Akranlarının ölmesiyle ölmüş olduğuna
hükmedildikten sonra diri olarak çıkagelse dirilmiş olan ölü Müslüman olan
mürted gibi olur da varislerin elinde baki kalan malını alır. Fakat telef ve
zayi olmuş malını isteyemez. Karısı evlenip çocuğu olmuş olursa, kendisi hayatta
bulunduğu için karısının nikahı sahih olmayacağından karısını alır, çocuklar
ikinci kocanın olur.
"Malı o andaki
varisleri arasında taksim edilir ilh..." Yani mefkudun ölmüş olduğuna hüküm
verildiği zaman mevcud olan vârisleri arasında malı taksim edilir. O zamandan
önce ölen vârisleri bir şey alamaz. Zeylaî. Kezâ o zamanda müdebberlerinin ve
ümmüveledlerinin azad olmuş olduğuna hükmolunur.
"Mefkud ile
mirastan mahrum olan varise bir şey verilmez ilh..." Mesela bir kimse ölüp
geride iki kızıyla mefkud olan bir oğlunu bıraksa, mefkudun da bir oğlu bulunsa,
kızlara terekenin yarısı verilip, diğer yarısı mefkud için bekletilir. Mefkudun
oğlu babasıyla beraber mirastan mahrum olduğundan babasının hali bilinmeden
kendisine bir şey verilmez. Eğer babası diri olarak çıkagelse bekletilen
terekenin yarısını alır. Gelmezse kızlar bütün mirasın üçte ikisini alır.
Mefkudun oğlu ise mirasın üçte birisini alır.
"Satması caizdir
ilh..." Kınye'den naklen Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir ki; efendisi mefkud
olan bir cariye nafaka bulamayıp kötü yola düşmesinden korkulduğu takdirde,
hakimin onu satması veya itimadlı bir kadına kiraya vermesi caizdir. Fakat onu
evlendirmesi caiz değildir. İşin hakikatını Hak Teala hazretleri
bilir.