ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İ
Z A H
«Kasâme
ve diyet ilh...» Müfred olan zamire
riayet edilerek yalnız kasâme denilseydi,. daha iyi
olurdu.
Çünkü diyet inâye ve diğer
kitaplarda belirtildiğine göre
tarlaya ilk mâlik olanın akilesi
üzerine
vaciptir. Şurunbulaliye'de şöyle
denilmektedir: «Mahalle konusunda olduğu gibi burada da
tafsilat
vermesi uygundu». Buna göre maktulun velileri. onun kasden öldürüldüğünü
iddia
ederlerse diyeti hıtta ehlinin (devlet başkanının fethettiği araziyi ilk verdiği kişiler)
kendisinin
ödemesi
gerekir. Eğer hatâen öldürüldüğünü iddia ederlerse o zaman âkilelerinin ödemeleri
gerekir.
Ebu'sSuud zahiri rivâyete muhalif
olduğu için bu tafsilata itiraz
etmiştir. Nitekim yukarda da
geçmişti.
«Hıtta
ehline aittir ilh...» Hıtta ehli Talibe (tû't-talibe) adlı eserde belirtildiğine göre: Devlet
başkanının
araziden ifraz edip ayırarak bir şahsa verdiği parçadır. Kuhistanî.
«Oturanlarla... üzerine değil ilh...» Müstecirlerle müstairler gibi... O zaman kasâme, gaib de olsalar
malikleri üzerinedir. Tâtarhâniye. Hibe, mehir, vasiyyet veya mülkiyet sahiplerinden herhangi
bir
sebeple
malîk olanlar da herne kadar o araziyi kabzetseler bile yine müşteriler gibidirler. Kuhistâni.
«Eğer
Hak sahiplerinin hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icmâ ile müşterilerin üzerinedir
ilh...»
Yani orada oturanlar üzerine değil. Bunun özeti şudur: Bir mahallede. eskiden beri mülk
sahibi
olanlar ve yeni mülk sahibi olanlarla icâr ve lâre ile oturanlar olsa kasâme yalnız eski mülk
sahipleri
üzerinedir. Çünkü oranın yönetim
yetkisi onlara aittir.
Bir
mahallede yeni mülk sahipleri ile icâr ve iâre ile oturanlar olsa o zaman kasâme yeni mülk
sahiplerinin
üzerinedir.
Sadece
icâr ve iâre ile oturanlar olduğu zaman onlara hiçbir şey yoktur. Bu zikredilenlerin hepsi
İmam-ı
Azam ile İmam Muhammed'e göredir. Ebu Yusufa göre ise her üç sınıf da kasâmenin
vücubunda
eşittirler. Bu bahsin tamamı Tahâvi
şerhindedir.
Bazı
âlimler tarafından şöyle
denilmiştir: «Kasâmenin hıtta ehlinin üzerine vacip oluşu onların
örfüne
göredir, bizimkine göre ise kasâme müşterilerin üzerinedir. Çünkü Kirmâni'de de işaret
edildiği
gibi yönetim müşterilere aittir.»
Kuhistanî.
«Mahalle» ile kayıtlanmasının sebebi şudur: Maktul müşteri ile hıtta sahibi arasında müşterek olan
bir
binada bulunsa fukahanın icmâ-ı
ile kasâme ve diyette her ikisi de eşittirler. Bu bahsin tamamı
İnaye'dedir.
«..
Ortakların sayılarına göredir
ilh...» Binanın yarısı Zeyd'in onda biri Amr'ın geri kalanı da
Bekir'in
olsa
kasâme hepsinin üzerine, diyet de eşit olarak onların akileleri üzerinedir. Zira korumakta ve
yönetimde,
mülkte payı az olanla çok olan
eşittirler. Ortak bir ırmakta bulunan bir maktûlün hükmü
de
yukarıdaki gibidir.
Kulhistanî.
«Satanın
akilesi üzerinedir ilh...» Yani diyet satanın akilesi üzerinedir. Şârihler böyle söylemişlerdir.
Minah'ta
da «diyet ve kasâme satanın âkilesi üzerinedir» denilmektedir.
Ben
derim ki: Geçen şu tafsilatın burada da câri olduğu açıktır: Binasında maktul bulunan kimsenin
akilesi de aynı şehirde iseler, o zaman onlarda onunla beraber kasâmeye dahil olurlar. Yoksa
olmazlar.
Sen düşün.
«İmameyn
buna muhalefet etmiştir ilh...»
Zira-İmameyn şöyle demişlerdir: «Eğer mebi'de
muhayyerlik yoksa diyet ve kasâme müşterinin akilesi üzerinedir. Muhayyerlik varsa, o zaman
kasâme ve diyet muhayyerlik hakkına sahip olan tarafın akilesi üzerinedir. Muhayyerlik ister
satıcının
olsun isterse müşterinin..» İbnu Kemâl.
Bunun
özeti şudur: İmamı Azam zilliyete itibar etmiştir. İmameyn ise mülkiyet varsa ona itibar
etmişlerdir.
Olmadığı zamanda mülkiyetin kararı üzerine tevakkuf
edilir.
Kifâye.
«Şahitler,
maktulün bulunduğu evin zilliyet sahibine ait olduğuna şehadet edene kadar akille diyeti
ödemez
ilh...» Yani âkile o evin, evi elinde tutana ait olduğunu inkâr ederek onun emanet, iyreti
veya kira olduğunu söyleseler diyeti
ödemezler. Ancak, şahitler onun mülkü olduğuna dair şahitlik
ettikten
sonra öderler.
İnâye.
«Yalnız
zilliyet de kafi değildir ilh...»
Zira zahiri hal, bir şeyi haketmek için delil olmaya uygun
değildir
ama vermek için uygundur.
«Hatta
eğer yalnız zilliyette olsa ilh...» Yani yalnız zilliyetle olsa. H. «Dürer ilh...» Dürer'in ibaresi
şöyledir: «İçinde maktül bulunan bina onu elinde tutana ait olduğu delille sabit olursa bina
sahibinin
akilesi diyeti öder. Akilenin diyeti ödemesi akile bulunduğu takdirdedir. Ama akilesi
yoksa,
birkaç kez geçtiği gibi diyet kendi üzerinedir. Diyetin
onun üzerine olması da sadece
zilliyetle
değildir. Hatta eğer sadece
zilliyetle olmuş olsa ne âkilesi ne de kendisinin ödememesi
gerekirdi.
«Kendisi» sözünün manası şudur: Yani âkilesi olmadığı zaman kendisi ödemez.
Meselenin
özeti şudur: Bir adamın elinde bir ev olsa ve onda bir maktül bulunsa o maktül ister
zilliyet
olsun ister başkası olsun her
iki surette de sadece zilliyetlik sebebiyle varsa akilesi
üzerine,
yoksa
kendisi üzerine diyet ödemek
gerekmez. Diyet ancak o evin, malı elinde tutana ait olduğu
sabit
olduğu takdirde vacip olur. Mülkiyetin zilliyet'e ait olduğu sabit olduğu
bakılır; eğer maktul ev
sahibinden
başkası ise diyet ev sahibinin akilesi üzerinedir, akilesi yoksa kendisinedir. Ama şayet
bulunan
maktul ev sahibinin kendisi olursa,
bu ihtilaflı bir meseledir. Musannıf bunu daha sonra
zikredecektir.
İmama
göre evinde öldürülmüş olarak
bulunan kimsenin diyeti varislerinin akilesi üzerinedir.
İmameyne
göre ise bundan dolayı hiçbirşey icap etmez. Zira varisler için varisler aleyhine birşey
yüklemek
mümkün değildir. Burada İmamın delili şudur: Diyet maktül için alınır,
varislerde onun
halefi
olurlar. Buna göre varisler
üzerine diyet yüklemek varisler için değil maktul içindir. Ancak
İmam'ın
bu deliline şu itiraz varid
olabilir:
Eğer
ne maktulün ne de varislerinin
akilesi varsa o zaman kendisi için diyet ödemediğine göre
başkasıda onun için öncelikle ödemez.
Burada
Şarih'in takririnden murad da budur. Şu kadar var ki Şarih'in buradaki tabiri araştırılarak
ifade
edilmiş değildir. Sen düşün. Bu sözün tamamı yerinde
«ihtilaflı mesele» adı altında gelecektir.
«Kasâme
ve diyet ilh...» Zâhir olan şudur:
diyet akileleri üzerine değil de kasâme gibi gemidekilerin
üzerinedir.
Çünkü akileleri orada değildirler. O zaman ev meselesinde geçen tafsilat burada geçerli
olamaz.
(Açık olan şudur ki diyet.... sözü) Bilinmelidir ki
burada doğrusu diyet değil kasame
denilmesiydi.
Zira
gerekçede buna delalet eder. Çünkü âkilenin üzerine diyeti icap ettiren hiçbir kimse akilenin
hazır
olmasını şart kılmamıştır. Ancak kasamede hazır olmalarını şart kılmışlardır. Nitekim «ev
meselesinde» de bu geçti. Düşün.
«Gemide
bulunan ilh...» Bu ifade geminin sahiplerini de kapsar. Hatta gemide bulunan ile gemide
bulunan
yolcular üzerine de diyet gerekir. Aynı şekilde kürekçilere de icabeder. Bu hususta mal
sahibi
olanla olmayan eşittirler.
Hidâye.
«İttifakla
ilh...» Bu ittifak, Ebu Yusuftan
rivayet edilene göre açıktır. Çünkü o. mahallede bulunan
maktul
hususunda mahalledeki mal sahipleri ile kira veya iyreti olarak oturanlar eşit kabul etmiştir.
Demekki
bu meselede aynı şekildedir. Ebu Hanife ve Muhammed ise mahallede oturanları,
mahalledeki mal sahiplerine ortak kabul etmezler, çünkü mahalleyi yönetmek oturanlara değil mal
sahiplerine aittir. Gemide ise mal sahipleri ile oturanlar eşittirler. Çünkü gemi yerinde sabit olmayıp
hareket
etmektedir. O zaman onda muteber olan hayvanda olduğu gibi, mülkiyet değil
zilliyettir.
Gemide
bulunanlar ile sahipleri gemi hareket ettiği müddetçe zilliyette eşittirler. Mahalle ile ev ise
bunun
aksinedir. Çünkü onlar hareket etmezler. Kifaye.
«Bir
mahalle mescidinde ilh...» Kabile mescidi de mahalle mescidi gibidir. Mülteka'dan naklet
Tatarhaniye'de
şöyle denilmiştir: Eğer bir kabilenin mescidinde bir maktûl bulunsa onun kasâme ve
diyeti o kabilenin akilesi üzerinedir. Eğer mescidin kime ait olduğu bilinmeyip orada ancak
yabancılar
namaz kılıyorlarsa bakılır: Eğer mescidin arsasını alıp yapan biliniyorsa kasâme ve diyet
onun
akilesi üzerinedir. Bilinmiyorsa o zaman kasâme ve diyet mescide en yakın olan evin
sahibi
üzerinedir.
Eğer mescit çıkmaz bir sokakta ise ve o sokağın namaz kılınacak yeri bir tane ise o
zaman
maktulün kasâme ve diyeti o
çıkmazdaki binaların sahiplerinin akileleri üzerinedir.
şayet
birkaç mescidi olan bir kabile içinde bir maktul bulunsa o zaman diyet ve kasâme
kabile
üzerinedir.
Eğer onlar bir kabile değillerse o zaman mahalledeki mülk sahipleri üzerinedir. Her
mescidin
cemaatı o mescidin mahallesinin halkıdır.
«Mahalle
halkına hâs ilh...» Musannıfın «büyük cadde açık olandır»
sözünden
anlaşıldığı gibi mahalleye has olan caddeden maksat önü kapalı olandır.
«İbnu
Kemâl'in de tahkik ettiği gibi ilh...» Bilinmelidir ki Molla Hüsrev Dürer'de yolu ikiye ayırmıştır.
Birisi
«hâs» olandırki önü acık değildir. Diğeri de umumî olandır ki bununda önü açıktır. Bu da yine
iki
kısımdır:
Birisi
mahalle caddesidir. Çoğunlukla oradan mahalle sakinleri geçer. bazen başkaları da geçebilir.
Diğeri
ise büyük caddedir. Oradan ise
herkes eşit olarak geçebilir. Musannıf da Minah'ta bunu ikrar
etmiştir.
İbnu Kemal ise Şurunbulâliye'de bu hükme «bu kabul edilemez» diyerek itiraz etmiştir.
Sahih
olan yorum ise şudur: Mahalle
caddesinden maksat mahalle halkına hâs olan yoldur. Bu da
ancak
önü açık olmayandır. Çünkü
kasâme ve diyetin lüzumu yönetim ve korumayı terketme
itibariyledir.
Bu da ancak mahalledeki özel tasarrufla olabilir. İşte bundan dolayıdır ki Bedâyi'de,
«Büyük bir mescitte ve umumi akın cadde ve köprüde
kasâme yoktur. Çünkü buralarda ne
mülkiyet
ne
de hususi bir zilliyet vardır» denilmiştir. İşte bu izahla, «Şarih'in: Molla Hüsrev bunu tahkik
etmiştir»
sözünün hatalı olduğu
anlaşılır.
«Büyük cami de ilh...» Büyük camide bulunan maktulün
kasâmesinin olmaması, camiyi inşa edenin
bilinmemesi halindedir. Ama eğer biliniyorsa kasûme bâninin, diyet de akilesinin üzerinedir.
Kuhistani.
Mültekâ'dan
naklen Tâtarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Büyük bir camide bir maktul bulunsa ve katili
bilinmese
veya cuma günü izdihamdan halk onu öldürse ve kimin öldürdüğü bilinmese, mahallede
bulunduğu
zaman diyetinin mahalle halkının üzerine olması gibi, bunun diyeti de hazineden verilir.»
Bir
adamı kılıçla öldürseler ve kimin öldürdüğü bilinmese bu durumda da diyeti hazine tarafından
ödenir.
«Kasâme., yoktur ilh...» Çünkü bu âdeten gece olan bir iştir ve onu orada koruyacak bir
kimse
bulunmaz.
Kasâme katili tanıyabilecek bir
kimsenin bulunduğu zannedilen yerde cârî olur. Bunu
İtkâni
ifade etmiştir.
«Onun
diyeti ancak hazineden ödenir ilh...» Diğer üç sene içerisinde ödenir. Çünkü diyetin hükmü
akilede
olduğu gibi vadelidir. Akilenin dışındakiler de, akile gibidir. Nitekim hataen öldürdüğünü
ikrar
eden kimsenin malındanda üç içerisinde alınır. İhtiyor.
«Zira
sorumluluk menfaatle olur ilh...» tüm müslümanların hapishaneler, büyük camiler ve büyük
caddelerden
menfaatlenmelerinden dolayı buralarda vukû bulan
cinayetlerin diyetleri onların
üzerinedir.
Bu durumda diyet onlar için hazineye konulan mallarından ödenir. T.
«Zikredilen yerlerde ilh...» Bu söz, büyük caddeleri, hapishaneleri ve büyük camileri de kapsar. Ben
Hidaye şerhlerinde bu kaydı, «kimsenin mülkü olmayan sokaktan uzak olduğu zaman» şeklinde
gördüm.
Zahir olan bunun mutlak ifade
edilmesidir. Zira yukarda, bir
maktulün mülk olmayan bir
sahrada
bulunması halinde muteber olanın yakınlık olduğu geçmişti. Şu kadar var ki Mülteka'dan
naklen
Tûri'de denilmiştir ki; «eğer halkın izdihamı olmadan Mescidû'l-Haram'da bir maktul bulunsa
onun
diyeti kasâmesiz olarak hazineden ödenir.»
Zira
mescidi-Haram mahallelerden uzak değildir. Hapishane de âdeten aynı şekildedir. Düşünülsün.
«Yakınsa
ilh...» Zâhir olan, muteber olanın sesin duyulmasıdır.
«Mahallelerden uzak sokakta da ilh...» Bu ifade mana itibariyle musannıfın «Mahallelerden uzak
olduğu
zaman» sözünden istisna edilmiştir. Yani mahallelerden uzak bir sokakta bulunan maktulün
diyeti hazineden verilir. Ancak orada gece
oturanlar var ise o zaman diyet gece oturanlar
üzerinedir.
İşte bu söz gündüz oturmağa itibar
edilmeyeceğini ifade
eder.
«Kusurun
gerektirdiği ilh...» Kusurun
gerektirdiği de kasâme ve diyettir. T.
«Nihaye'ye nispette ilh...» Bu hüküm Nihaye'de Fahru'l-İslâm'ın
Mecsut'una nispet edilmiştir. Bunun
benzeri
Kifaye ve Mirac'da da vardır. İtkânî ise bunu Kâfî şerhine nisbet etmiştir.
«Ben
derim ki; Bununla... ilh...» Yani metindeki diyetin mahallelerden en yakını üzerine vacip
olması
ile...
Ben
derîm kî: Bu, yukarda takriri geçen önce muteber olanın mülkiyet ve şahsi zilliyet sonra
yakınlık
daha sonra da umumi zilliyet olduğu kaidesine de
uygundur.
M
E T İ N
ÇöIde
veya akan büyük bir suyun ortasında bir ölü bulunursa kanı hederdir. Kanının heder olması
maktul,
ileride geleceği üzere suyun ortasında hapsolmayıp
suyla birlikte sürüklendiği zamandır.
Zira
suda hiç kimsenin zilliyeti yoktur. Bazı âlimler tarafından ise, suyun çıktığı yer dârû'l-İslâm'da
olduğu
takdirde diyetinin hazineden verilmesinin gerekli olduğu söylenmiştir. Çünkü o su
müslümanların
zilliyetindedir. İbnu. Kemâl.
Şuf'a
hakkı verecek derecede küçük bir suda bulunursa o zaman diyeti o su sahipleri üzerinedir.
Çünkü
su onlara hâstır.
Eğer
maktûlun bulunduğu kır mülk veya yukarda geçtiği ve ilerde de geleceği gibi, birisine
vakfedilmişse
veya bir köye yada çadırlara, ses işitilecek kadar yakın ise o zaman diyet o sahranın
maliki
veya zilliyet sahibi yahut köy halkı yada en yakın çadır sahibi üzerinedir. Zeylaî.
Suda
bulunan maktûl, suyun kenarında veya sudaki bir
adacıkta hapsedilmiş veya bağlanmış
olarak
yada suyun kenarına atılmış olarak bulunsa onun diyeti oraya en yakın olan köy ve şehir
halkı
üzerinedir.
Haniye'de «araziler» de en yakın köy ve şehire ilave edilmiş, Musannıf da bunu ikrar etmiştir. En
yakın
köy şehir veya araz halkının üzerine vacip olması maktulün bulunduğu yere arazide
balunanların
veya köy halkının sesleri ulaştığı takdirdedir. Aksi halde yukarda da geçtiği gibi onlara
diyet gerekmez.
Bir
topluluk kılıçlarla çarpışsa ve birisi öldükten sonra dağılsalar, ölen kimsenin diyeti o mahalle
halkı
üzerinedir. Çünkü o yeri korumak
onların görevidir, Ancak maktulün velisi çarpışanların veya
onlardan
muayyen birisinin öldürdüğünü iddia
ederse o zaman mahalle halkına bir şey gerekmediği
gibi,
velî delil getirene kadar çarpışanlara da bir şey gerekmez. Çünkü yalnız iddia
ile hak sabit
olmaz.
Mahalle halkı da töhmetten kurtulur. Zira onun sözü ancak kendisi aleyhine hüccettir. Yemin
etmesi
istenilen kişi onu Zeyd öldürdü dese yeterli değildir. «Allah
adıyla yemin ederim ki onu ben
öldürmedim
ve onun için Zeyd'in dışında bir kâtil de tanımıyorum» diyerek yemin ettirilir.
Sözü
maktulü öldürdüğü zannedilen kişi
hakkında da kabul edilmez. Mahalle halkının bazısının.
kendilerinden
başkalarının öldürdüğüne dair olan şahitlikleri batıldır. İmameyn buna muhalefet
etmiştir.
Mahalle halkından muayyen birinin öldürdüğüne dair şahitlikleri de batıldır çünkü her iki
durumda
da töhmet vardır.
Bir
kişi bir mahallede yaralansa ve
oradan nakledilse sonra da ölünceye kadar yatalak kalsa diyet
ve
kasame o mahalle halkı üzerinedir. İmam Ebû Yusuf buna muhalefet
etmiştir.
Bir
adamla beraber henüz ölmemiş bir yaralı olsa ve başka birisi o yaralıyı evine taşısa ve yaralı bir
müddet
sonra ölse Ebu Yusufa göre adam
tazmin etmez. Ebu Hanife'nin kavline kıyas edilirse
tazmin
eder.
Yanlarında
üçüncü birisi olmayan iki kişiden
biri öldürülmüş olarak bulunsa Ebu Hanife'ye göre
diyetini tazmin eder. Çünkü zahir odur ki insan kendini öldürmez. İmam Muhammed buna
muhalefet
etmiştir.
(Şârihin
«Ebu Hanife'ye göre» sözü) Diğer bir nüshada da Ebu Hanife yerine Ebu Yusuf yazılmıştır.
O
nüsha daha açık olup ona itimad edilir.
Bir
kadına ait olan bir köyde bir maktul
bulunsa o kadına tekrar tekrar yemin ettirilir ve âkilesi de
diyetini öder. İmam Ebû Yusufa göre kasâme de âkile üzerinedir.
Müteahhir
ulema kadının da bu meselede diyeti ödemede âkileye
katılacağını söylemişlerdir.
Mürtekâ'da
da böyle denilmiştir. Esah olan da
budur. Bunu Zeylai zikretmiştir.
İ
Z A H
«Çölde
ilh...» Yani kimsenin mülkü olmayan ve sonra gelecek kısımdan da anlaşıldığı üzere köye ve
benzeri
bir yere yakın olmayıp
müslümanların umumun yararlanmadıkları bir yerde... Yoksa
yukarda
da geçtiği gibi eğer oradan müslümanlar yararlanıyorlarsa onun
diyetinin hazineden
verilmesi
gerekir.
«...Veya
akan büyük bir suyun ortasında
ilh...» Bu ifade hükmün büyük nehre
ait olması için bir
kayıt
değildir. Bundan murat, cesedin küçük değil büyük bir nehrin içinde
sürüklenebilmesi ve
suyun kenarında hapsedilme veya bağlanma yada suyun kenarına atılma hallerini dışta bırakmak
içindir.
Bunu İbnu Kemâl ve başkaları
ifade etmişlerdir. Bundan sonra gelen ifadeden de böyle
anlaşılır.
«İbnu
Kemâl ilh...» İbnu Kemâl'ın ibaresinin tamamı şöyledir: «Bu mesele, suyun çıktığı yerin
darül-harpte
olması. meselesinin aksinedir. Çünkü o zaman maktulün darü'l-harp halkı tarafından
öldürülmüş
olma ihtimali vardır, İbnu Kemâl
bunu katiyyetle Kerhi'ye nispet
etmiş ve Şarih'in
yaptığı
gibi «kil» denildi tabiri ile ifade etmemiştir. Kuhtotanî Ise bunu katiyetle ifade etmiştir.
Hidâye Şarihleri de Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsut'una ve diğer
kitaplara nispet etmişlerdir. Şu kadar var
ki
Allâme İtkâni bunun herhangi birdelilinin olmadığını söylemiştir. Çünkü bu
hüküm, Muhammed'in
Asıf
ve Camuis-Sağir adlı kitaplarında ve
Tahavî ve diğer âlimlerin kitaplarında açıkça söylenenin
zıddınadır.
Zira onlar buna itibar etmemişlerdir. Çünkü Fırat ve benzeri sular hiç kimsenin
velâyetinde değildir. O zaman hiçkimseye onun korunması lazım gelmez. Aksi halde uzak çöllerde
de
bu hükme itibar edilmesi gerekirdir. Çünkü oralarda bulunan bir ceset kesinlikle müslümanların
maktûlüdür,
özetle.
Ben
derim ki: Suyun çıktığı yerden maksat, suyun yeryüzüne çıktığı ve kaynadığı yerdir.
«Su
sahipleri üzerinedir ilh...» Yani kasâme ve diyet o suda haklan olanlar üzerine vaciptir. Hidaye.
Yani
âkileleri üzerine... İtkânî. Sen düşün.
«Birisine
vakfedilmiş ilh...» Yani belirli kimselere vakfedilmiş ise...
«Oraya
en yakın olan köy ve şehir ilh...» itkâninin naklettiğine göre İmam Muhammed'in ibaresi
şöyledir: «Yani kasâme ve diyet şehirden maktulün bulunduğu yere en yakın kabile üzerinedir.
Zahir
olan şudur ki; eğer köyde birkaç kabile varsa kasâme ve diyet bunlardan en yakın olan kabile
üzerinedir.
Aksi halde evlerden en yakını üzerinedir. Bezzâziye'de denilmiştir ki: İmam
Muhammed'e
iki köy arasında bulunan bir ceset konusunda binalara mı yoksa araziye mi itibar
edileceği sorulmuş, o do, arazinin o köy halkının mülkü olmadığını
ancak sahralar nasıl köylere
nispet
edilirse arazinin de aynı şekilde nispet edildiğini buna göre de diyet ve kasâmenin o
köylerden hangisinin evleri maktule daha yakınsa onların üzerine olacağını söylemiştir.
«Araziler ilh...» Yani mülk olan araziler... Çünkü mülk olan arazilerin hükmü binaların hükmü gibidir.
Araziyi
ve araziye yakın olan şeyleri korumak arazi sahipleri üzerine görevdir. Rahmeti.
«Aksi halde... vacip olmaz ilh...» Yani eğer ses ulaşmıyorsa ne arazi ne de köy halkı üzerine bir şey
gerekmez.
O zaman bakılır, eğer maktul ammenin faydalandığı bir yerde
bulunursa diyeti hazineden
verilir,
aksi halde yukarda geçtiği gibi, kanı heder olur.
«Bir
topluluk kılıçlarla çarpışsa ilh...» Bu hüküm kabilecilik sebebiyle vuruştukları takdirdedir. Aksi
halde
birşey gerekmez. Nitekim bu
mesele aralarındaki fark izah edilerek bâbın sonunda gelecektir.
«Çarpışanların ilh...» Mülteka'da ifade edildiği gibi musannıf da burada «kavm» deseydi daha açık
olurdu.
«Onlardan
ilh...» Yani
kavimden...
«Delil
getirene kadar ilh...» Yani mahalle halkından değil, onların dışında iki kişinin şahitliği ile
kâtilin
kim olduğunu ispat edene kadar ne mahalle halkına ne de çarpışan topluluğa kasâme ve
diyet gerekmez. Nitekim bu ileride de gelecektir.
«Çünkü
yalnız iddia ile ilh...» Bu söz «çarpışanlar» üzerine de birşey yoktur sözünün gerekçesidir.
«Zira
onun sözü kendisi aleyhine hüccettir
ilh...» Zira onun iddiası mahalle halkının suçsuzluğunu
tazammun
eder.
«Allah adıyla yemin ettirilir ilh...» Yani, maktulü filan kişi öldürdü demesiyle ondan yemin düşmez.
Bu
meseledeki sonuç şudur: Adam, yemininden istisna etmiştir. Bu
da ikrar edenin katile ortak
olmasına
aykırı değildir. Böyle olunca kendisinin
öldürmediğine ve filan kişinin
dışında ir katli
tanımadığına
dair yemin etmesi gerekir.
«Kabul
edilmez ilh...» Şarih bu sözü ile istisnanın faydasının, Zeyd aleyhindeki sözünün kabulü
olmadığına
işaret etti.
«Batıldır
ilh...» Yani velî mahalle halkı dışında birisinin öldürdüğünü iddia etse ve mahalle
halkından
iki kişi de buna şahitlik etseler, İmam'a göre şahitlikleri kabul edilmez. İmameyn'e göre
ise
bu şahitlik kabul edilir. Çünkü mahalle halkı da maktulün velisine hasım olmaya maruzdurlar.
Bu
da velinin, onların dışında birisinin katil olduğunu iddia etmesiyle batıl oldu. Bu dava vekilin
mahkemeden
evvel müvekkil tarafından azline benzer. İmamın onların şahitliklerinin kabul
edilmeyeceğine
dair delil şudur: Mahalle halkının tümü takdiren hasım olmuşlardır. Çünkü
kendilerinden
sudur eden kusurdan ötürü hepsi katil durumuna düşmüşlerdir. Her ne kadar
husumet
cümlesinden çıkmışlarsa da; -vasinin, azil veya çocuğun bâliğ olmasıyla vasayetten çıkıp
şehadetlerinin kabul edilmemesi gibi- bunların da şehadetleri kabul edilmez. Bu bahsin tamamı
İnaye ve diğer kitaplardadır. Ama eğer maktulun velisi mahalle halkından muayyen birisinin
öldürdüğünü
iddia ederse o iki şahidin katil olduğu iddia edilen kişi aleyhindeki şahitlikleri icmaen
kabul
edilmez. Nitekim Mültekâ'da da böyledir. Çünkü husumet hepsi için
kaimdir. kendilerinden
Kasâme
de düşmez. Hayriye'de Ebu Yusuf'tan zayıf bir rivayete göre Şehadetlerinin kabul edileceği
söylenmiştir. Ancak onunla amel edilmez.
BİR
UYARI:
Hamevi
Makdisî'nin şöyle dediğini nakleder:
«Ben İmam'ın görüşü ile fetva
vermedim ve onun
yayılmasına da mani oldum. Zira İmam'ın görüşünde ammeye zarar verecek şey var. Çünkü kötü
niyetli insanlardan İmamın görüşünü öğrenenler tenha mahallelerde mahalle halkının
aleyhlerindeki
şehadetlerinin kabul edilmeyeceğine güvenerek adam öldürmeye cesaret ederler.
Hatta
ben derim ki: İmameyn'in görüşüne
göre fetva verilmesi daha iyidir. Çünkü zamanın
değişmesi
ile hükümler değişebilir.»
İmameyn
müttefik oldukları zaman müftü muhayyerdir. Bu bahsin tamamı Rahmeti'nin Haşiyesinde
vardır.
Bunu da Saihanî nakletmiştir.
Ben
derim ki: Allame Kâsım'ın tashihine göre sahih olan İmam'ın görüşüdür, zira zikredilen zarar
ikinci
meselede de mevcuttur. Halbuki zayıf bir rivayet hariç onda imamların müttefik olduğunu
biliyorsun. Evet, kalp de o zikredilene meyleder, şu kadar var ki nakle uymak daha sâlimdir.
«Bir
kişi bir mahallede yaralarsa ilh...» Yani onu yaralayan bilinmese... Eğer yaralayan bilinirse o
zaman
kasâme yoktur. Aksine o zaman yaralayana kısas, yada âkilesi üzerine diyet gerekir.
İnaye.
«Yatalck
kateaıth...» Musannıf bu sözü ile yaralandığı zaman yatalak
kaldığına işaret etmiştlr. Zira
eğer
gidip gelecek kadar sağlam olsa o zaman İnâye'de de olduğu gibi ittifakla
tazmınat gerekmez.
«Diyet ve kasame o mahalle halkı üzerinedir ilh...» Çünkü sonu ölüm olan yaralama katidir. Bundan
dolayı da onda kısas icabeder.
«İmam
Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir
ilh...» Yani tazminat ve kasame olmadığını söylemiştir.
Çünkü
o mahallede meydana gelen öldürmedeğil bir yaralamadır ve onda da kasâme yoktur. O
zaman
hüküm yatalak olmayan gibi olur. Şurunbulâliye.
«Bir
adamla beraber henüz ölmemiş bir yaralı olsa ilh...» Eğer gidip gelecek kadar sağlam ise
bunda
birşey gerekmez. Kifâye.
«Başka
birisi de onu evine taşısa ilh...» «Başka» sözcüğü düşse idi daha doğru olurdu. Mütteka'nın
ibaresi
şöyledir: «Eğer yaralıyla beraber bir adam olsa ve onu taşısa, ve o adam evinde ölse Ebu
Yusufa
göre taşıyan adama tazminat yoktur. İmam'ın kavline kıyasen ise tazmin
eder.»
«Başka» sözcüğü düşürülse idi daha doğru olurdu. Çünkü buna
göre mana bu. şekildedir: Bir
adamın
elinde ölmek üzere olan bir yaralı bulunsa ve onu başka bir
adam taşısa sonra da yaralı
ölse...
Böyle olunca «İmamın görüşünü
kıyasma göre..ilh..» sözü sahih olmaz. Çünkü ikinci taşıyıcı,
mahalleden
taşıyan hükmündedir ki o da zamin olmaz. Evet, üstadımız şöyle demiştir: «İbare,
müteber
eserlerin çoğunda böyle
zikredilmiştir. Onların hepsinin hata
etmiş olmaları uzak bir
ihtimaldir.
öyle olunca, buradaki taşıyıcı ile, yaralı elinde bulunan şahsın murad edilmiş olması
gerekir.
Molla Hüsrev'in gerekçesi ve «Çünkü bu mahalle hükmündedir. O konuda söylenen de,
elinde
yaralının bulunduğu kişiden başka
kimse olmasa ki o da taşıyıcı denilir..» sözleri buna
delalet
eder. Hidayenin ta'lilide böyledir. Yani bu sözün sahih olan manaya hamli mümkündür. öyle
olunca,
onu düzelme cihetine gitmeye gerek
yoktur.
Velvaliciye'de
bunun, bir kabile içinde yaralanıp sonra evinde ölmesinden dolayı olduğu söylenerek
tasrih
edilmiştir.
Velvâliciye'nin
bu tasrihi ile anlaşıldı ki
burada söz, yoralı adamın eHnde
bulunduğu kişi
hakkındadır.
Düşün.
«Tazmin
eder ilh...» Çünkü onun eli mahalle gibidir. Dolayısıyle onun elinde yaralı olarak
bulunmasıbir
mahallede yaralı olarak bulunması gibidir, Hidaye. O zaman kasâme onu yaralı olarak
taşıyan
odam üzerine, diyeti de onun akilesî üzerinedir. Buna göre sanki onu öldürülmüş olarak
taşımış
gibi olur.
İtkâni.
Muftekâ'da
da, Şarihin yaptığı İmam Ebû Yusuf'un görüşünün daha
önce zikredilmesi onu tercih
ettiğini
gösterir.
«iki
kişiden ilh...» Yani Hidaye'de de belirtildiği gibi iki kişi bir odada olsalar... Remli der ki: İki kadın
veya bir kadınla bir erkekte de hüküm aynıdır. Eğer odada bulunan
maktulle beraber kimse yoksa
kasâme ve diyet oda sahibinin âkilesi üzerinedir.
«Yanlarında
üçüncü birisi olmayan ilh...» Zira
eğer üçüncü birisi olsa, o zaman katilin kim olduğu
hususunda
şüphe vaki olur. Bu durumda da
onlardan hangisi kanı olduğu tayin
edilemez. Kifâye.
Remlî
der ki: «Musannıfın bu sözü
yanlarında üçüncü birisi olmayan»
sözü ile kayıtlamasının
sebebi
şudur, o odada üçüncü bir kişi olursa, oda bina gibi olur. Yani kasâme ve diyet odanın
sahibi
üzerine
gerekir.
Ben
derim ki: Bundan anlaşılıyorki: Bu mesele Musannıfın «Maktül, bir İnsanın evinde bulunsa,
kasame onun üzerinedir» sözünün, orada maktul ile başka birisinin olmaması ile kayıtlıdır. Aynı
şekilde
bu sözden evvelki «eğer maktul mülk olan bir mekanda bulunsa kasame malikin üzerinedir»
sözüde
bununla kayıtlanmaktadır.
(Bundan
anlaşılan ilh...) «Kayıtlama. ancak
Ebu Hanife'nin bu meselede diyeti, maktul ile birlikte
bulunana
gerekli kılması halinde söz konusudur. Ancak îbaresinin sonunda, İmam'dan bu konuda
bir
rivayetin bulunmadığını söyleyecektir. Diyen, ev sahibine ait olacağı sözüne kıyasla diyeti
maktulle
birlikte olana gerekli kılmak İmam'm görüşü değildir. Dolayısiyle bunun onun görüşünü
kayıtlaması,
sahih olmaz. Yine bu meselenin Ebu Yusuf'un görüşünün bir fer'i olması
da sahih
olmaz.
Çünkü o az olsalar da çak olsalar da orada oturanlara itibar eder. Dolayısıyla üçüncü birisi
olmazsa
onun sözü zayî olur.
İhtilafın
aslı sakinlere itibar konusundadır. Ebû Hanife, ancak mal sahiplerine itibar edilir derken,
Ebû
Yusuf oradaki sakinlere itibar edileceğini söyler.
Üstadımız
şöyle der : îmam, mahalleli için töhmet olmadığı zaman malike itibar eder. Ama açık bir
töhmet
varsa o zaman sakinlere itibar eder. Maktul ile birlikte birisi bulunduğunda da asla töhmet
söz
konusu değildir.»
Haşiye
sahibinin sözü ve Ebû Hanife'nin kıyası buna delalet etmez...
Aksi
halde. burada zahirine göre, tazminat içinde iki kişi bulunan oda sahibi üzerine icabeder.
Ben
bu hususa dikkat çekeni de görmedim.
Düşünülsün.
Ben
Dürrü'l-Müttekâ'da Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşleri zikredildikten sonra şöyle denildiğini
gördüm
: «İmam'ın görüşüne kıyasla kasâme ve diyet oda sahibi üzerine olmalıdır.» Bunun benzeri
Kuhistâni'de
de mevcuttur. But izahla bu
meseledeki müşkil ortadan kalktı. Şu kadar var ki geçen
meselelerde onların İmam'ın görüşüne göre hüküm verdikleri söylenebilir. Çünkü onlar geçen
meselelerde mülk sahiplerine itibar etmişlerdir. O zaman Hidaye, Mülteka ve diğer
kitaplarda bu
meselelerde neden Ebu Yusuf'un görüşüne göre hüküm verilmiştir? Böyle olmasının, bu meselede
İmam'dan
gelen bir rivayet olmamasından dolayı olduğu söylenebilir. Buna da Şarihin «İmam'ın
sözüne
kıyaski» sözü delalet eder.
Düşün.
«İmam
Muhammed buna muhalefet etmiştir
ilh...» Zira o, «diğer adam tazmin etmez. Çünkü
kendisini
öldürme ihtimali olduğu gibi
diğer adamın da onu öldürmüş olması muhtemeldir. Bu
durumda
da şüpheden dolayı tazmin etmez.» demiştir. Hidaye.
Remli
der ki: «Bu meselede kasâme ve diyet oda sahibine yani akilesi üzerinedir» Dikkatli ol!
Yukarıda
bu hükmün İmam'ın görüşüne kıyas
edilerek verildiğini söylemiştik. Düşün.
Remlî
yine der ki: «Bana göre burada
Muhammed'in sözü idrak yönüyle daha kuvvetlidir. Zira diğer
adamdan
başkası da onu öldürebilir ve çoğu kez de böyle
olmuştur.»
«Akilasi de diyetini öder» Yani komşuluk yönüyle değil nesep yönüyle ona en yakın olan kabile
onun
diyetini verir.
İtkânî.
«Bu
meselede ilh...» Şârihin mevzuu bununla kayıtlaması şunun
içindir: Kadın diyeti ödemede,
-akile
bahsinde de geleceği gibi- her hangi bir şekilde akileye dahil olmaz. Ama mevzuumuz olan
meselede âkileye girer. Çünkü onu burada katıl kabul ettik. Katil ise âkıleye ortaktır. Zira diyet,
cinayete
bizzat iştirak etmeyene vacip olursa, iştirak edene evleviyyetle vacip olur.
Meselenin
esas konusu Maktulun şehirde bir kadının evinde bulunup o şehirde kadının
kabilesinden kimse olmaması hakkındadır. Ama eğer kabilesi o şehirde hazır iseler. o zaman kadın
da
kasâmede onlara dahil olur. Kifâye.