16 Ekim 2012

KASEME (ALLAH'IMIN ADI İLE YEMİN ETMEKTİR) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İ Z A H
«Kasâme ve diyet ilh...» Müfred olan zamire riayet edilerek yalnız kasâme denilseydi,. daha iyi
olurdu. Çünkü diyet inâye ve diğer kitaplarda belirtildiğine göre tarlaya ilk mâlik olanın akilesi
üzerine vaciptir. Şurunbulaliye'de şöyle denilmektedir: «Mahalle konusunda olduğu gibi burada da


tafsilat vermesi uygundu». Buna göre maktulun velileri. onun kasden öldürüldüğünü iddia
ederlerse diyeti hıtta ehlinin (devlet başkanının fethettiği araziyi ilk verdiği kişiler) kendisinin
ödemesi gerekir. Eğer hatâen öldürüldüğünü iddia ederlerse o zaman âkilelerinin ödemeleri
gerekir. Ebu'sSuud zahiri rivâyete muhalif olduğu için bu tafsilata itiraz etmiştir. Nitekim yukarda da
geçmişti.
«Hıtta ehline aittir ilh...» Hıtta ehli Talibe (tû't-talibe) adlı eserde belirtildiğine göre: Devlet
başkanının araziden ifraz edip ayırarak bir şahsa verdiği parçadır. Kuhistanî.
«Oturanlarla... üzerine değil ilh...» Müstecirlerle müstairler gibi... O zaman kasâme, gaib de olsalar
malikleri üzerinedir. Tâtarhâniye. Hibe, mehir, vasiyyet veya mülkiyet sahiplerinden herhangi bir
sebeple malîk olanlar da herne kadar o araziyi kabzetseler bile yine müşteriler gibidirler. Kuhistâni.
«Eğer Hak sahiplerinin hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icmâ ile müşterilerin üzerinedir
ilh...» Yani orada oturanlar üzerine değil. Bunun özeti şudur: Bir mahallede. eskiden beri mülk
sahibi olanlar ve yeni mülk sahibi olanlarla icâr ve lâre ile oturanlar olsa kasâme yalnız eski mülk
sahipleri üzerinedir. Çünkü oranın yönetim yetkisi onlara aittir.
Bir mahallede yeni mülk sahipleri ile icâr ve iâre ile oturanlar olsa o zaman kasâme yeni mülk
sahiplerinin üzerinedir.
Sadece icâr ve iâre ile oturanlar olduğu zaman onlara hiçbir şey yoktur. Bu zikredilenlerin hepsi
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. Ebu Yusufa göre ise her üç sınıf da kasâmenin
vücubunda eşittirler. Bu bahsin tamamı Tahâvi şerhindedir.
Bazı âlimler tarafından şöyle denilmiştir: «Kasâmenin hıtta ehlinin üzerine vacip oluşu onların
örfüne göredir, bizimkine göre ise kasâme müşterilerin üzerinedir. Çünkü Kirmâni'de de işaret
edildiği gibi yönetim müşterilere aittir.» Kuhistanî.
«Mahalle» ile kayıtlanmasının sebebi şudur: Maktul müşteri ile hıtta sahibi arasında müşterek olan
bir binada bulunsa fukahanın icmâ-ı ile kasâme ve diyette her ikisi de eşittirler. Bu bahsin tamamı
İnaye'dedir.
«.. Ortakların sayılarına göredir ilh...» Binanın yarısı Zeyd'in onda biri Amr'ın geri kalanı da Bekir'in
olsa kasâme hepsinin üzerine, diyet de eşit olarak onların akileleri üzerinedir. Zira korumakta ve
yönetimde, mülkte payı az olanla çok olan eşittirler. Ortak bir ırmakta bulunan bir maktûlün hükmü
de yukarıdaki gibidir. Kulhistanî.
«Satanın akilesi üzerinedir ilh...» Yani diyet satanın akilesi üzerinedir. Şârihler böyle söylemişlerdir.
Minah'ta da «diyet ve kasâme satanın âkilesi üzerinedir» denilmektedir.
Ben derim ki: Geçen şu tafsilatın burada da câri olduğu açıktır: Binasında maktul bulunan kimsenin
akilesi de aynı şehirde iseler, o zaman onlarda onunla beraber kasâmeye dahil olurlar. Yoksa
olmazlar. Sen düşün.
«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira-İmameyn şöyle demişlerdir: «Eğer mebi'de
muhayyerlik yoksa diyet ve kasâme müşterinin akilesi üzerinedir. Muhayyerlik varsa, o zaman
kasâme ve diyet muhayyerlik hakkına sahip olan tarafın akilesi üzerinedir. Muhayyerlik ister
satıcının olsun isterse müşterinin..» İbnu Kemâl.
Bunun özeti şudur: İmamı Azam zilliyete itibar etmiştir. İmameyn ise mülkiyet varsa ona itibar
etmişlerdir. Olmadığı zamanda mülkiyetin kararı üzerine tevakkuf edilir. Kifâye.
«Şahitler, maktulün bulunduğu evin zilliyet sahibine ait olduğuna şehadet edene kadar akille diyeti
ödemez ilh...» Yani âkile o evin, evi elinde tutana ait olduğunu inkâr ederek onun emanet, iyreti
veya kira olduğunu söyleseler diyeti ödemezler. Ancak, şahitler onun mülkü olduğuna dair şahitlik
ettikten sonra öderler. İnâye.
«Yalnız zilliyet de kafi değildir ilh...» Zira zahiri hal, bir şeyi haketmek için delil olmaya uygun
değildir ama vermek için uygundur.
«Hatta eğer yalnız zilliyette olsa ilh...» Yani yalnız zilliyetle olsa. H. «Dürer ilh...» Dürer'in ibaresi
şöyledir: «İçinde maktül bulunan bina onu elinde tutana ait olduğu delille sabit olursa bina
sahibinin akilesi diyeti öder. Akilenin diyeti ödemesi akile bulunduğu takdirdedir. Ama akilesi
yoksa, birkaç kez geçtiği gibi diyet kendi üzerinedir. Diyetin onun üzerine olması da sadece
zilliyetle değildir. Hatta eğer sadece zilliyetle olmuş olsa ne âkilesi ne de kendisinin ödememesi
gerekirdi. «Kendisi» sözünün manası şudur: Yani âkilesi olmadığı zaman kendisi ödemez.
Meselenin özeti şudur: Bir adamın elinde bir ev olsa ve onda bir maktül bulunsa o maktül ister


zilliyet olsun ister başkası olsun her iki surette de sadece zilliyetlik sebebiyle varsa akilesi üzerine,
yoksa kendisi üzerine diyet ödemek gerekmez. Diyet ancak o evin, malı elinde tutana ait olduğu
sabit olduğu takdirde vacip olur. Mülkiyetin zilliyet'e ait olduğu sabit olduğu bakılır; eğer maktul ev
sahibinden başkası ise diyet ev sahibinin akilesi üzerinedir, akilesi yoksa kendisinedir. Ama şayet
bulunan maktul ev sahibinin kendisi olursa, bu ihtilaflı bir meseledir. Musannıf bunu daha sonra
zikredecektir.
İmama göre evinde öldürülmüş olarak bulunan kimsenin diyeti varislerinin akilesi üzerinedir.
İmameyne göre ise bundan dolayı hiçbirşey icap etmez. Zira varisler için varisler aleyhine birşey
yüklemek mümkün değildir. Burada İmamın delili şudur: Diyet maktül için alınır, varislerde onun
halefi olurlar. Buna göre varisler üzerine diyet yüklemek varisler için değil maktul içindir. Ancak
İmam'ın bu deliline şu itiraz varid olabilir:
Eğer ne maktulün ne de varislerinin akilesi varsa o zaman kendisi için diyet ödemediğine göre
başkasıda onun için öncelikle ödemez.
Burada Şarih'in takririnden murad da budur. Şu kadar var ki Şarih'in buradaki tabiri araştırılarak
ifade edilmiş değildir. Sen düşün. Bu sözün tamamı yerinde «ihtilaflı mesele» adı altında gelecektir.
«Kasâme ve diyet ilh...» Zâhir olan şudur: diyet akileleri üzerine değil de kasâme gibi gemidekilerin
üzerinedir. Çünkü akileleri orada değildirler. O zaman ev meselesinde geçen tafsilat burada geçerli
olamaz.
(Açık olan şudur ki diyet.... sözü) Bilinmelidir ki burada doğrusu diyet değil kasame denilmesiydi.
Zira gerekçede buna delalet eder. Çünkü âkilenin üzerine diyeti icap ettiren hiçbir kimse akilenin
hazır olmasını şart kılmamıştır. Ancak kasamede hazır olmalarını şart kılmışlardır. Nitekim «ev
meselesinde» de bu geçti. Düşün.
«Gemide bulunan ilh...» Bu ifade geminin sahiplerini de kapsar. Hatta gemide bulunan ile gemide
bulunan yolcular üzerine de diyet gerekir. Aynı şekilde kürekçilere de icabeder. Bu hususta mal
sahibi olanla olmayan eşittirler. Hidâye.
«İttifakla ilh...» Bu ittifak, Ebu Yusuftan rivayet edilene göre açıktır. Çünkü o. mahallede bulunan
maktul hususunda mahalledeki mal sahipleri ile kira veya iyreti olarak oturanlar eşit kabul etmiştir.
Demekki bu meselede aynı şekildedir. Ebu Hanife ve Muhammed ise mahallede oturanları,
mahalledeki mal sahiplerine ortak kabul etmezler, çünkü mahalleyi yönetmek oturanlara değil mal
sahiplerine aittir. Gemide ise mal sahipleri ile oturanlar eşittirler. Çünkü gemi yerinde sabit olmayıp
hareket etmektedir. O zaman onda muteber olan hayvanda olduğu gibi, mülkiyet değil zilliyettir.
Gemide bulunanlar ile sahipleri gemi hareket ettiği müddetçe zilliyette eşittirler. Mahalle ile ev ise
bunun aksinedir. Çünkü onlar hareket etmezler. Kifaye.
«Bir mahalle mescidinde ilh...» Kabile mescidi de mahalle mescidi gibidir. Mülteka'dan naklet
Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: Eğer bir kabilenin mescidinde bir maktûl bulunsa onun kasâme ve
diyeti o kabilenin akilesi üzerinedir. Eğer mescidin kime ait olduğu bilinmeyip orada ancak
yabancılar namaz kılıyorlarsa bakılır: Eğer mescidin arsasını alıp yapan biliniyorsa kasâme ve diyet
onun akilesi üzerinedir. Bilinmiyorsa o zaman kasâme ve diyet mescide en yakın olan evin sahibi
üzerinedir. Eğer mescit çıkmaz bir sokakta ise ve o sokağın namaz kılınacak yeri bir tane ise o
zaman maktulün kasâme ve diyeti o çıkmazdaki binaların sahiplerinin akileleri üzerinedir.
şayet birkaç mescidi olan bir kabile içinde bir maktul bulunsa o zaman diyet ve kasâme kabile
üzerinedir. Eğer onlar bir kabile değillerse o zaman mahalledeki mülk sahipleri üzerinedir. Her
mescidin cemaatı o mescidin mahallesinin halkıdır.
«Mahalle halkına hâs ilh...» Musannıfın «büyük cadde açık olandır»
sözünden anlaşıldığı gibi mahalleye has olan caddeden maksat önü kapalı olandır.
«İbnu Kemâl'in de tahkik ettiği gibi ilh...» Bilinmelidir ki Molla Hüsrev Dürer'de yolu ikiye ayırmıştır.
Birisi «hâs» olandırki önü acık değildir. Diğeri de umumî olandır ki bununda önü açıktır. Bu da yine
iki kısımdır:
Birisi mahalle caddesidir. Çoğunlukla oradan mahalle sakinleri geçer. bazen başkaları da geçebilir.
Diğeri ise büyük caddedir. Oradan ise herkes eşit olarak geçebilir. Musannıf da Minah'ta bunu ikrar
etmiştir. İbnu Kemal ise Şurunbulâliye'de bu hükme «bu kabul edilemez» diyerek itiraz etmiştir.
Sahih olan yorum ise şudur: Mahalle caddesinden maksat mahalle halkına hâs olan yoldur. Bu da
ancak önü açık olmayandır. Çünkü kasâme ve diyetin lüzumu yönetim ve korumayı terketme
itibariyledir. Bu da ancak mahalledeki özel tasarrufla olabilir. İşte bundan dolayıdır ki Bedâyi'de,


«Büyük bir mescitte ve umumi akın cadde ve köprüde kasâme yoktur. Çünkü buralarda ne mülkiyet
ne de hususi bir zilliyet vardır» denilmiştir. İşte bu izahla, «Şarih'in: Molla Hüsrev bunu tahkik
etmiştir» sözünün hatalı olduğu anlaşılır.
«Büyük cami de ilh...» Büyük camide bulunan maktulün kasâmesinin olmaması, camiyi inşa edenin
bilinmemesi halindedir. Ama eğer biliniyorsa kasûme bâninin, diyet de akilesinin üzerinedir.
Kuhistani.
Mültekâ'dan naklen Tâtarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Büyük bir camide bir maktul bulunsa ve katili
bilinmese veya cuma günü izdihamdan halk onu öldürse ve kimin öldürdüğü bilinmese, mahallede
bulunduğu zaman diyetinin mahalle halkının üzerine olması gibi, bunun diyeti de hazineden verilir.»
Bir adamı kılıçla öldürseler ve kimin öldürdüğü bilinmese bu durumda da diyeti hazine tarafından
ödenir.
«Kasâme., yoktur ilh...» Çünkü bu âdeten gece olan bir iştir ve onu orada koruyacak bir kimse
bulunmaz. Kasâme katili tanıyabilecek bir kimsenin bulunduğu zannedilen yerde cârî olur. Bunu
İtkâni ifade etmiştir.
«Onun diyeti ancak hazineden ödenir ilh...» Diğer üç sene içerisinde ödenir. Çünkü diyetin hükmü
akilede olduğu gibi vadelidir. Akilenin dışındakiler de, akile gibidir. Nitekim hataen öldürdüğünü
ikrar eden kimsenin malındanda üç içerisinde alınır. İhtiyor.
«Zira sorumluluk menfaatle olur ilh...» tüm müslümanların hapishaneler, büyük camiler ve büyük
caddelerden menfaatlenmelerinden dolayı buralarda vukû bulan cinayetlerin diyetleri onların
üzerinedir. Bu durumda diyet onlar için hazineye konulan mallarından ödenir. T.
«Zikredilen yerlerde ilh...» Bu söz, büyük caddeleri, hapishaneleri ve büyük camileri de kapsar. Ben
Hidaye şerhlerinde bu kaydı, «kimsenin mülkü olmayan sokaktan uzak olduğu zaman» şeklinde
gördüm. Zahir olan bunun mutlak ifade edilmesidir. Zira yukarda, bir maktulün mülk olmayan bir
sahrada bulunması halinde muteber olanın yakınlık olduğu geçmişti. Şu kadar var ki Mülteka'dan
naklen Tûri'de denilmiştir ki; «eğer halkın izdihamı olmadan Mescidû'l-Haram'da bir maktul bulunsa
onun diyeti kasâmesiz olarak hazineden ödenir
Zira mescidi-Haram mahallelerden uzak değildir. Hapishane de âdeten aynı şekildedir. Düşünülsün.
«Yakınsa ilh...» Zâhir olan, muteber olanın sesin duyulmasıdır.
«Mahallelerden uzak sokakta da ilh...» Bu ifade mana itibariyle musannıfın «Mahallelerden uzak
olduğu zaman» sözünden istisna edilmiştir. Yani mahallelerden uzak bir sokakta bulunan maktulün
diyeti hazineden verilir. Ancak orada gece oturanlar var ise o zaman diyet gece oturanlar
üzerinedir. İşte bu söz gündüz oturmağa itibar edilmeyeceğini ifade eder.
«Kusurun gerektirdiği ilh...» Kusurun gerektirdiği de kasâme ve diyettir. T.
«Nihaye'ye nispette ilh...» Bu hüküm Nihaye'de Fahru'l-İslâm'ın Mecsut'una nispet edilmiştir. Bunun
benzeri Kifaye ve Mirac'da da vardır. İtkânî ise bunu Kâfî şerhine nisbet etmiştir.
«Ben derim ki; Bununla... ilh...» Yani metindeki diyetin mahallelerden en yakını üzerine vacip
olması ile...
Ben derîm kî: Bu, yukarda takriri geçen önce muteber olanın mülkiyet ve şahsi zilliyet sonra
yakınlık daha sonra da umumi zilliyet olduğu kaidesine de uygundur.
M E T İ N
ÇöIde veya akan büyük bir suyun ortasında bir ölü bulunursa kanı hederdir. Kanının heder olma
maktul, ileride geleceği üzere suyun ortasında hapsolmayıp suyla birlikte sürüklendiği zamandır.
Zira suda hiç kimsenin zilliyeti yoktur. Bazı âlimler tarafından ise, suyun çıktığı yer dârû'l-İslâm'da
olduğu takdirde diyetinin hazineden verilmesinin gerekli olduğu söylenmiştir. Çünkü o su
müslümanların zilliyetindedir. İbnu. Kemâl.
Şuf'a hakkı verecek derecede küçük bir suda bulunursa o zaman diyeti o su sahipleri üzerinedir.
Çünkü su onlara hâstır.
Eğer maktûlun bulunduğu kır mülk veya yukarda geçtiği ve ilerde de geleceği gibi, birisine
vakfedilmişse veya bir köye yada çadırlara, ses işitilecek kadar yakın ise o zaman diyet o sahranın
maliki veya zilliyet sahibi yahut köy halkı yada en yakın çadır sahibi üzerinedir. Zeylaî.
Suda bulunan maktûl, suyun kenarında veya sudaki bir adacıkta hapsedilmiş veya bağlanmış
olarak yada suyun kenarına atılmış olarak bulunsa onun diyeti oraya en yakın olan köy ve şehir


halkı üzerinedir.
Haniye'de «araziler» de en yakın köy ve şehire ilave edilmiş, Musannıf da bunu ikrar etmiştir. En
yakın köy şehir veya araz halkının üzerine vacip olması maktulün bulunduğu yere arazide
balunanların veya köy halkının sesleri ulaştığı takdirdedir. Aksi halde yukarda da geçtiği gibi onlara
diyet gerekmez.
Bir topluluk kılıçlarla çarpışsa ve birisi öldükten sonra dağılsalar, ölen kimsenin diyeti o mahalle
halkı üzerinedir. Çünkü o yeri korumak onların görevidir, Ancak maktulün velisi çarpışanların veya
onlardan muayyen birisinin öldürdüğünü iddia ederse o zaman mahalle halkına bir şey gerekmediği
gibi, velî delil getirene kadar çarpışanlara da bir şey gerekmez. Çünkü yalnız iddia ile hak sabit
olmaz. Mahalle halkı da töhmetten kurtulur. Zira onun sözü ancak kendisi aleyhine hüccettir. Yemin
etmesi istenilen kişi onu Zeyd öldürdü dese yeterli değildir. «Allah adıyla yemin ederim ki onu ben
öldürmedim ve onun için Zeyd'in dışında bir kâtil de tanımıyorum» diyerek yemin ettirilir.
Sözü maktulü öldürdüğü zannedilen kişi hakkında da kabul edilmez. Mahalle halkının bazısının.
kendilerinden başkalarının öldürdüğüne dair olan şahitlikleri batıldır. İmameyn buna muhalefet
etmiştir. Mahalle halkından muayyen birinin öldürdüğüne dair şahitlikleri de batıldır çünkü her iki
durumda da töhmet vardır.
Bir kişi bir mahallede yaralansa ve oradan nakledilse sonra da ölünceye kadar yatalak kalsa diyet
ve kasame o mahalle halkı üzerinedir. İmam Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir.
Bir adamla beraber henüz ölmemiş bir yaralı olsa ve başka birisi o yaralıyı evine taşısa ve yaralı bir
müddet sonra ölse Ebu Yusufa göre adam tazmin etmez. Ebu Hanife'nin kavline kıyas edilirse
tazmin eder.
Yanlarında üçüncü birisi olmayan iki kişiden biri öldürülmüş olarak bulunsa Ebu Hanife'ye göre
diyetini tazmin eder. Çünkü zahir odur ki insan kendini öldürmez. İmam Muhammed buna
muhalefet etmiştir.
(Şârihin «Ebu Hanife'ye göre» sözü) Diğer bir nüshada da Ebu Hanife yerine Ebu Yusuf yazılmıştır.
O nüsha daha açık olup ona itimad edilir.
Bir kadına ait olan bir köyde bir maktul bulunsa o kadına tekrar tekrar yemin ettirilir ve âkilesi de
diyetini öder. İmam Ebû Yusufa göre kasâme de âkile üzerinedir.
Müteahhir ulema kadının da bu meselede diyeti ödemede âkileye katılacağınıylemişlerdir.
Mürtekâ'da da böyle denilmiştir. Esah olan da budur. Bunu Zeylai zikretmiştir.
İ Z A H
«Çölde ilh...» Yani kimsenin mülkü olmayan ve sonra gelecek kısımdan da anlaşıldığı üzere köye ve
benzeri bir yere yakın olmayıp müslümanların umumun yararlanmadıkları bir yerde... Yoksa
yukarda da geçtiği gibi eğer oradan müslümanlar yararlanıyorlarsa onun diyetinin hazineden
verilmesi gerekir.
«...Veya akan büyük bir suyun ortasında ilh...» Bu ifade hükmün büyük nehre ait olması için bir
kayıt değildir. Bundan murat, cesedin küçük değil büyük bir nehrin içinde sürüklenebilmesi ve
suyun kenarında hapsedilme veya bağlanma yada suyun kenarına atılma hallerini dışta bırakmak
içindir. Bunu İbnu Kemâl ve başkaları ifade etmişlerdir. Bundan sonra gelen ifadeden de böyle
anlaşılır.
«İbnu Kemâl ilh...» İbnu Kemâl'ın ibaresinin tamamı şöyledir: «Bu mesele, suyun çıktığı yerin
darül-harpte olması. meselesinin aksinedir. Çünkü o zaman maktulün darü'l-harp halkı tarafından
öldürülmüş olma ihtimali vardır, İbnu Kemâl bunu katiyyetle Kerhi'ye nispet etmiş ve Şarih'in
yaptığı gibi «kil» denildi tabiri ile ifade etmemiştir. Kuhtotanî Ise bunu katiyetle ifade etmiştir.
Hidâye Şarihleri de Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsut'una ve diğer kitaplara nispet etmişlerdir. Şu kadar var
ki Allâme İtkâni bunun herhangi birdelilinin olmadığını söylemiştir. Çünkü bu hüküm, Muhammed'in
Asıf ve Camuis-Sağir adlı kitaplarında ve Tahavî ve diğer âlimlerin kitaplarında açıkça söylenenin
zıddınadır. Zira onlar buna itibar etmemişlerdir. Çünkü Fırat ve benzeri sular hiç kimsenin
velâyetinde değildir. O zaman hiçkimseye onun korunması lazım gelmez. Aksi halde uzak çöllerde
de bu hükme itibar edilmesi gerekirdir. Çünkü oralarda bulunan bir ceset kesinlikle müslümanların
maktûlüdür, özetle.
Ben derim ki: Suyun çıktığı yerden maksat, suyun yeryüzüne çıktığı ve kaynadığı yerdir.
«Su sahipleri üzerinedir ilh...» Yani kasâme ve diyet o suda haklan olanlar üzerine vaciptir. Hidaye.


Yani âkileleri üzerine... İtkânî. Sen düşün.
«Birisine vakfedilmiş ilh...» Yani belirli kimselere vakfedilmiş ise...
«Oraya en yakın olan köy ve şehir ilh...» itkâninin naklettiğine göre İmam Muhammed'in ibaresi
şöyledir: «Yani kasâme ve diyet şehirden maktulün bulunduğu yere en yakın kabile üzerinedir.
Zahir olan şudur ki; eğer köyde birkaç kabile varsa kasâme ve diyet bunlardan en yakın olan kabile
üzerinedir. Aksi halde evlerden en yakını üzerinedir. Bezzâziye'de denilmiştir ki: İmam
Muhammed'e iki y arasında bulunan bir ceset konusunda binalara mı yoksa araziye mi itibar
edileceği sorulmuş, o do, arazinin o köy halkının mülkü olmadığını ancak sahralar nasıl ylere
nispet edilirse arazinin de aynı şekilde nispet edildiğini buna göre de diyet ve kasâmenin o
ylerden hangisinin evleri maktule daha yakınsa onların üzerine olacağını söylemiştir.
«Araziler ilh...» Yani mülk olan araziler... Çünkü mülk olan arazilerin hükmü binaların hükmü gibidir.
Araziyi ve araziye yakın olan şeyleri korumak arazi sahipleri üzerine görevdir. Rahmeti.
«Aksi halde... vacip olmaz ilh...» Yani eğer ses ulaşmıyorsa ne arazi ne de köy halkı üzerine bir şey
gerekmez. O zaman bakılır, eğer maktul ammenin faydalandığı bir yerde bulunursa diyeti hazineden
verilir, aksi halde yukarda geçtiği gibi, kanı heder olur.
«Bir topluluk kılıçlarla çarpışsa ilh...» Bu hüküm kabilecilik sebebiyle vuruştukları takdirdedir. Aksi
halde birşey gerekmez. Nitekim bu mesele aralarındaki fark izah edilerek bâbın sonunda gelecektir.
«Çarpışanların ilh...» Mülteka'da ifade edildiği gibi musannıf da burada «kavm» deseydi daha açık
olurdu.
«Onlardan ilh...» Yani kavimden...
«Delil getirene kadar ilh...» Yani mahalle halkından değil, onların dışında iki kişinin şahitliği ile
kâtilin kim olduğunu ispat edene kadar ne mahalle halkına ne de çarpışan topluluğa kasâme ve
diyet gerekmez. Nitekim bu ileride de gelecektir.
«Çünkü yalnız iddia ile ilh...» Bu söz «çarpışanlar» üzerine de birşey yoktur sözünün gerekçesidir.
«Zira onun sözü kendisi aleyhine hüccettir ilh...» Zira onun iddiası mahalle halkının suçsuzluğunu
tazammun eder.
«Allah adıyla yemin ettirilir ilh...» Yani, maktulü filan kişi öldürdü demesiyle ondan yemin düşmez.
Bu meseledeki sonuç şudur: Adam, yemininden istisna etmiştir. Bu da ikrar edenin katile ortak
olmasına aykırı değildir. Böyle olunca kendisinin öldürmediğine ve filan kişinin dışında ir katli
tanımadığına dair yemin etmesi gerekir.
«Kabul edilmez ilh...» Şarih bu sözü ile istisnanın faydasının, Zeyd aleyhindeki sözünün kabulü
olmadığına işaret etti.
«Batıldır ilh...» Yani velî mahalle halkı dışında birisinin öldürdüğünü iddia etse ve mahalle
halkından iki kişi de buna şahitlik etseler, İmam'a göre şahitlikleri kabul edilmez. İmameyn'e göre
ise bu şahitlik kabul edilir. Çünkü mahalle halkı da maktulün velisine hasım olmaya maruzdurlar.
Bu da velinin, onların dışında birisinin katil olduğunu iddia etmesiyle batıl oldu. Bu dava vekilin
mahkemeden evvel müvekkil tarafından azline benzer. İmamın onların şahitliklerinin kabul
edilmeyeceğine dair delil şudur: Mahalle halkının tümü takdiren hasım olmuşlardır. Çünkü
kendilerinden sudur eden kusurdan ötürü hepsi katil durumuna düşmüşlerdir. Her ne kadar
husumet cümlesinden çıkmışlarsa da; -vasinin, azil veya çocuğun bâliğ olmasıyla vasayetten çıkıp
şehadetlerinin kabul edilmemesi gibi- bunların da şehadetleri kabul edilmez. Bu bahsin tama
İnaye ve diğer kitaplardadır. Ama eğer maktulun velisi mahalle halkından muayyen birisinin
öldürdüğünü iddia ederse o iki şahidin katil olduğu iddia edilen kişi aleyhindeki şahitlikleri icmaen
kabul edilmez. Nitekim Mültekâ'da da böyledir. Çünkü husumet hepsi için kaimdir. kendilerinden
Kasâme de düşmez. Hayriye'de Ebu Yusuf'tan zayıf bir rivayete göre Şehadetlerinin kabul edileceği
ylenmiştir. Ancak onunla amel edilmez.
BİR UYARI:
Hamevi Makdisî'nin şöyle dediğini nakleder: «Ben İmam'ın görüşü ile fetva vermedim ve onun
yayılmasına da mani oldum. Zira İmam'ın görüşünde ammeye zarar verecek şey var. Çünkü kötü
niyetli insanlardan İmamın görüşünü öğrenenler tenha mahallelerde mahalle halkının
aleyhlerindeki şehadetlerinin kabul edilmeyeceğine güvenerek adam öldürmeye cesaret ederler.
Hatta ben derim ki: İmameyn'in görüşüne göre fetva verilmesi daha iyidir. Çünkü zamanın
değişmesi ile hükümler değişebilir.»


İmameyn müttefik oldukları zaman müftü muhayyerdir. Bu bahsin tamamı Rahmeti'nin Haşiyesinde
vardır. Bunu da Saihanî nakletmiştir.
Ben derim ki: Allame Kâsım'ın tashihine göre sahih olan İmam'ın görüşüdür, zira zikredilen zarar
ikinci meselede de mevcuttur. Halbuki zayıf bir rivayet hariç onda imamların müttefik olduğunu
biliyorsun. Evet, kalp de o zikredilene meyleder, şu kadar var ki nakle uymak daha sâlimdir.
«Bir kişi bir mahallede yaralarsa ilh...» Yani onu yaralayan bilinmese... Eğer yaralayan bilinirse o
zaman kasâme yoktur. Aksine o zaman yaralayana kısas, yada âkilesi üzerine diyet gerekir. İnaye.
«Yatalck kateaıth...» Musannıf bu sözü ile yaralandığı zaman yatalak kaldığına işaret etmiştlr. Zira
eğer gidip gelecek kadar sağlam olsa o zaman İnâye'de de olduğu gibi ittifakla tazmınat gerekmez.
«Diyet ve kasame o mahalle halkı üzerinedir ilh...» Çünkü sonu ölüm olan yaralama katidir. Bundan
dolayı da onda kısas icabeder.
«İmam Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir ilh...» Yani tazminat ve kasame olmadığını söylemiştir.
Çünkü o mahallede meydana gelen öldürmedeğil bir yaralamadır ve onda da kasâme yoktur. O
zaman hüküm yatalak olmayan gibi olur. Şurunbulâliye.
«Bir adamla beraber henüz ölmemiş bir yaralı olsa ilh...» Eğer gidip gelecek kadar sağlam ise
bunda birşey gerekmez. Kifâye.
«Başka birisi de onu evine taşısa ilh...» «Başka» sözcüğü düşse idi daha doğru olurdu. Mütteka'nın
ibaresi şöyledir: «Eğer yaralıyla beraber bir adam olsa ve onu taşısa, ve o adam evinde ölse Ebu
Yusufa göre taşıyan adama tazminat yoktur. İmam'ın kavline kıyasen ise tazmin eder.»
«Başka» sözcüğü düşürülse idi daha doğru olurdu. Çünkü buna göre mana bu. şekildedir: Bir
adamın elinde ölmek üzere olan bir yaralı bulunsa ve onu başka bir adam taşısa sonra da yaralı
ölse... Böyle olunca «İmamın görüşünü kıyasma göre..ilh..» sözü sahih olmaz. Çünkü ikinci taşıyıcı,
mahalleden taşıyan hükmündedir ki o da zamin olmaz. Evet, üstadımız şöyle demiştir: «İbare,
müteber eserlerin çoğunda böyle zikredilmiştir. Onların hepsinin hata etmiş olmaları uzak bir
ihtimaldir. öyle olunca, buradaki taşıyıcı ile, yaralı elinde bulunan şahsın murad edilmiş olması
gerekir. Molla Hüsrev'in gerekçesi ve «Çünkü bu mahalle hükmündedir. O konuda söylenen de,
elinde yaralının bulunduğu kişiden başka kimse olmasa ki o da taşıyıcı denilir..» sözleri buna
delalet eder. Hidayenin ta'lilide böyledir. Yani bu sözün sahih olan manaya hamli mümkündür. öyle
olunca, onu düzelme cihetine gitmeye gerek yoktur.
Velvaliciye'de bunun, bir kabile içinde yaralanıp sonra evinde ölmesinden dolayı olduğu söylenerek
tasrih edilmiştir.
Velvâliciye'nin bu tasrihi ile anlaşıldı ki burada söz, yoralı adamın eHnde bulunduğu kişi
hakkındadır. Düşün.
«Tazmin eder ilh...» Çünkü onun eli mahalle gibidir. Dolayısıyle onun elinde yaralı olarak
bulunmasıbir mahallede yaralı olarak bulunması gibidir, Hidaye. O zaman kasâme onu yaralı olarak
taşıyan odam üzerine, diyeti de onun akilesî üzerinedir. Buna göre sanki onu öldürülmüş olarak
taşımış gibi olur. İtkâni.
Muftekâ'da da, Şarihin yaptığı İmam Ebû Yusuf'un görüşünün daha önce zikredilmesi onu tercih
ettiğini gösterir.
«iki kişiden ilh...» Yani Hidaye'de de belirtildiği gibi iki kişi bir odada olsalar... Remli der ki: İki kadın
veya bir kadınla bir erkekte de hüküm aynıdır. Eğer odada bulunan maktulle beraber kimse yoksa
kasâme ve diyet oda sahibinin âkilesi üzerinedir.
«Yanlarında üçüncü birisi olmayan ilh...» Zira eğer üçüncü birisi olsa, o zaman katilin kim olduğu
hususunda şüphe vaki olur. Bu durumda da onlardan hangisi kanı olduğu tayin edilemez. Kifâye.
Remlî der ki: «Musannıfın bu sözü yanlarında üçüncü birisi olmayan» sözü ile kayıtlamasının
sebebi şudur, o odada üçüncü bir kişi olursa, oda bina gibi olur. Yani kasâme ve diyet odanın
sahibi üzerine gerekir.
Ben derim ki: Bundan anlaşılıyorki: Bu mesele Musannıfın «Maktül, bir İnsanın evinde bulunsa,
kasame onun üzerinedir» sözünün, orada maktul ile başka birisinin olmaması ile kayıtlıdır. Ay
şekilde bu sözden evvelki «eğer maktul mülk olan bir mekanda bulunsa kasame malikin üzerinedir»
sözüde bununla kayıtlanmaktadır.
(Bundan anlaşılan ilh...) «Kayıtlama. ancak Ebu Hanife'nin bu meselede diyeti, maktul ile birlikte
bulunana gerekli kılması halinde söz konusudur. Ancak îbaresinin sonunda, İmam'dan bu konuda


bir rivayetin bulunmadığını söyleyecektir. Diyen, ev sahibine ait olacağı sözüne kıyasla diyeti
maktulle birlikte olana gerekli kılmak İmam'm görüşü değildir. Dolayısiyle bunun onun görüşünü
kayıtlaması, sahih olmaz. Yine bu meselenin Ebu Yusuf'un görüşünün bir fer'i olması da sahih
olmaz. Çünkü o az olsalar da çak olsalar da orada oturanlara itibar eder. Dolayısıyla üçüncü birisi
olmazsa onun sözü zayî olur.
İhtilafın aslı sakinlere itibar konusundadır. Ebû Hanife, ancak mal sahiplerine itibar edilir derken,
Ebû Yusuf oradaki sakinlere itibar edileceğini söyler.
Üstadımız şöyle der : îmam, mahalleli için töhmet olmadığı zaman malike itibar eder. Ama açık bir
töhmet varsa o zaman sakinlere itibar eder. Maktul ile birlikte birisi bulunduğunda da asla töhmet
söz konusu değildir.»
Haşiye sahibinin sözü ve Ebû Hanife'nin kıyası buna delalet etmez...
Aksi halde. burada zahirine göre, tazminat içinde iki kişi bulunan oda sahibi üzerine icabeder.
Ben bu hususa dikkat çekeni de görmedim. Düşünülsün.
Ben Dürrü'l-Müttekâ'da Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşleri zikredildikten sonra şöyle denildiğini
gördüm : «İmam'ın görüşüne kıyasla kasâme ve diyet oda sahibi üzerine olmalıdır.» Bunun benzeri
Kuhistâni'de de mevcuttur. But izahla bu meseledeki müşkil ortadan kalktı. Şu kadar var ki geçen
meselelerde onların İmam'ın görüşüne göre hüküm verdikleriylenebilir. Çünkü onlar geçen
meselelerde mülk sahiplerine itibar etmişlerdir. O zaman Hidaye, Mülteka ve diğer kitaplarda bu
meselelerde neden Ebu Yusuf'un görüşüne göre hüküm verilmiştir? Böyle olmasının, bu meselede
İmam'dan gelen bir rivayet olmamasından dolayı olduğu söylenebilir. Buna da Şarihin «İmam'ın
sözüne kıyaski» sözü delalet eder. Düşün.
«İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira o, «diğer adam tazmin etmez. Çünkü
kendisini öldürme ihtimali olduğu gibi diğer adamın da onu öldürmüş olması muhtemeldir. Bu
durumda da şüpheden dolayı tazmin etmez.» demiştir. Hidaye.
Remli der ki: «Bu meselede kasâme ve diyet oda sahibine yani akilesi üzerinedir» Dikkatli ol!
Yukarıda bu hükmün İmam'ın görüşüne kıyas edilerek verildiğini söylemiştik. Düşün.
Remlî yine der ki: «Bana göre burada Muhammed'in sözü idrak yönüyle daha kuvvetlidir. Zira diğer
adamdan başkası da onu öldürebilir ve çoğu kez de böyle olmuştur.»
«Akilasi de diyetini öder» Yani komşuluk yöyle değil nesep yönüyle ona en yakın olan kabile
onun diyetini verir. İtkânî.
«Bu meselede ilh...» Şârihin mevzuu bununla kayıtlaması şunun içindir: Kadın diyeti ödemede,
-akile bahsinde de geleceği gibi- her hangi bir şekilde akileye dahil olmaz. Ama mevzuumuz olan
meselede âkileye girer. Çünkü onu burada katıl kabul ettik. Katil ise âkıleye ortaktır. Zira diyet,
cinayete bizzat iştirak etmeyene vacip olursa, iştirak edene evleviyyetle vacip olur.
Meselenin esas konusu Maktulun şehirde bir kadının evinde bulunup o şehirde kadının
kabilesinden kimse olmaması hakkındadır. Ama eğer kabilesi o şehirde hazır iseler. o zaman kadın
da kasâmede onlara dahil olur. Kifâye.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...