16 Ekim 2012

KASEME (ALLAH'IMIN ADI İLE YEMİN ETMEKTİR) İKİNCİ BÖLÜM


KASEME (ALLAH'IMIN ADI İLE YEMİN ETMEKTİR) 
İKİNCİ BÖLÜM
İ Z A H
«Çocuğa... kasâme yoktur ilh...» Çünkü onlar, yardım edebilecek kimseler değil. ancak başkalarına
uyan kimselerdir. Başkalarına uyan kimseler ise yardımda bulunamazlar. Yemin ise yardım eden
kimseler üzerinedir. Hem de çocuk ve deli doğru söz söyleyecek kimselerden değillerdir. Yemin ise
bir sözdür. Zeylaî.
«Ben derimki: «Çocuğa ve diğerlerine kasâme yoktur» ifadesinden murat: mahallede bulunan
maktulün kasâmesine, mahalle halkı ile birlikte girmemeleridir. O zaman bu, ileride metin olarak
gelecek olan, «Bir kadının mülkü olan bir köyde öldürülmüş olarak bulunan bir kimsenin kasamesi
kadına da vaciptir» hükmüne zıt değildir.
Bedayi'den naklen Tûrî'nin zikrettiği «Mükâtebin evinde bulunan öldürülmüş kimsenin kasâmesi de
mükâtebe vaciptir, eğer yemin ederse mükâtebin kıymetinden ve maktulün diyetinden hangisi daha
az ise onu vermesi gerekir.» diye ifade edilen hükme zıt değildir. Ticarete izinli bir köleye ait bir
evde öldürülmüş bir kimse bulunması halinde uygulanacak hüküm konusunda Velvâliciye'de şöyle
denilmiştir: «İstihsânen kasâmenin, mezunun efendisi üzerine olması gerekir. Efendi köleyi veya
bedelini vermek arasında muhayyerdir. Zira, eğer köle hatâen cinayet işlediğini ikrar etmiş olsa
ikrarı sahih olmadığı gibi yemin de ettirilmez.
«Ödenecek şey ilh...» Yani diyet kulun fiiline tabidir. Burada ise kulun fiili mevcut değildir. Ay
şekilde kasâmenin mahalle halkına vacip oluşunun sebebi, sadece katilin onlardan olma
ihtimalinden dolayıdır. Burada ise bu ihtimal yoktur. Çünkü ölen kişi üzerinde öldürme eseri yoktur,


o zaman kasâme gerekmez. İtkanî.
«Ağzından ilh...» Hidâye ve diğer kitaplarda da aynen böyledir. Zahire'de şu zikredilmiştir. Ağzından
gelen kan, kafasından ağız yoluyla çıkıyorsa hüküm böyledir. Eğer karnından yükselerek geliyorsa,
o zaman öldürülmüş demektir. Kuhtetânî ve İtkani Fahru'l-İslâm'dan.
«Çünkü kan buralardan hiç kimsenin fiill olmadan kendiliğinden de gelebilir. Dübürden ve bazen,
ya içerdeki bir hastalıktan veya yenen blr şeyin dokunmasından dolayı, kan gelebilir. Tenasül
uzvundan gelen kan ise ya içten bir damarın yarılması veya böbrek veya karaciğer zayıflığı yahut da
şiddetli korku nedeniyle olabilir. Bunu İtkânî ifade etmiştir. Bundan anlaşıldı ki, eğer kimsenin
müdahalesi olmadan yanma, damdan düşme veya suda boğulma ile öldüğü bilinirse evleviyetle ne
kasame ne de diyet icabeder. Zira kasâmenin şartı, öldürmenin, kasâme ve diyete mani olacak
kuvvetli ve zahir bir sebebe bağlanmamasıdır. Hayriye'de de böyle denilmiştir.
«Ama kulak ve göz böyle değildir ilh...» Zira kulak ve gözden çıkan kan zahiren katle delalet eder.
Çünkü oralardan normal de bir fiilî müdahale olmadan kan çıkmaz. İtkâni.
«Çünkü sebebi yukarda geçmişti» O sebep «Bir maktülde kasâmenin tekrarına sebep olmaması
için» sözüdür.
«Kasâme de diyet de vacîptîr» Yani mahalle halkına... Çünkü zahire göre yaradılışı tam olan cenin
annesinden canlı olarak ayrılır. Yaradılışı tam olmayanda ise mahalle halkına hiçbirşey yoktur.
Çünkü annesinden ölü olarak ayrılmıştır. Hidâye.
«Zahîriye'de buna zıt bir görüş vardır.» Zahîriyye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Cenin bir mahallede
öldürülmüş olarak bulunsa o mahalle halkına ne kasâme nede diyet vardır.»
Ben derimki: Birincisi. şerhlerde, Hidaye'de, Mütteka'da, Vikâye'de, Dürer'de ve diğer kitaplarda
zikredilendir.
«Bu, mahalle halkı için bir ibrâdır ilh...» Çünkü onlar maktulün diyetini sadece onun mahallede
bulunmasıyla değil, velinin iddiasıyla öderler. Velisi mahalle halkı haricinde başka birinin
öldürdüğünü iddia ederse, artık onların öldürdüğünü iddia etmesi mümküm olmaz. Çünkü şartı
yoktur. T. Şumnî'den.
Tatarhaniye'den zikredeceğimiz üzere, mülk de mahalle gibidir.
«... Ve mahalle halkından kasâme düşer ilh...» Velilerden biri mahalle halkı haricinde birinin
öldürdüğünü iddia etse ve diğer veliler orda bulunmasalar; iddia eden velî bulunmayan velilerin
kasâmede velileri değilse kasâme düşmez. Eğer velilerden biri : «Amr öldürdü» bir diğeri de, «Onu
öldüreni bilmiyorum» deseler bu birbirlerini yalanlama olmaz. Fakat kasâme düşer. Sâihani,
Zahidi'den...
Sâihanî burada davalıya ait olan hükmü zikretmedi. Bu meselenin hükmü İtkânî'nin şu zikrettiğidir:
«Eğer veli delil getirirse kabul edilir, getiremezse o zaman davalının bir kere yemin etmesi istenilir;
Yemin ederse diyet ödemekten kurtulur etmezse: dava hataen öldürme ise o zaman sabit olur.
Kısas davası ise ikrâr edinceye veya yemin edinceye yada -İmam-ı Azam'a göre- açlıktan ölünceye
kadar hapsedilir. İmameyn de erş lazım olduğunu söylemişlerdir. özetle... Bu bahsin tamamı
İtkânî'dedir.
«Kasâme düşmez ilh...» Yani zahiri rivayete göre. Mevahib. Çünkü Şârih kasâmeyi başlangıçta
mahalle halkına gerekli görmüştür. Buna göre velinin mahalle halkından birinin katil olduğunu iddia
etmesi Şarih'in meşru kıldığı şeye ters düşmez. O zaman kasâme ve diyet mahalle halkına sabit
olur. Kifâye.
«Bazı âlimler ise düşeceğini söylemişlerdir ilh...» Bu da Zahiri rivayetin dışında Ebû Yusuf'tan
yapılan bir rivayettir. Buna göre; Kasâme ve diyet geri kalan mahalle halkından düşer. Velîye,
«Delilin varmı? diye sorulduğunda olmadığını söylerse o zaman davalının bir kere yemin etmesi
istenilir. İbnu'l-Mübarek Ebu Hanife'den bunun benzerini rivayet etmiştir. Zeylaî.
«Diyeti... adı geçenlerden onun yanında bulunanın âkidesi üzerinedir...» Yâni kasâme vacip olur.
Yemin ettiği zaman da diyet âkilesi tarafından ödenir.
Alimlerden bazıları bunun hayvanın belirli bir mâliki olsun veya olmasın ifadesinden daha ummî
olduğunu söylemişlerdir. Kitab'ın mutlak ifadesi işte bu sebeptendir. Bazıları ise o hayvanın bir
sahibi olduğu takdirde kasâmenin ve diyetin, kendisi üzerine olduğunu söylemişlerdir.
Musannıf birinci görüşe göre hüküm vermiştir. Çünkü o ileride hayvan onların mülkü değilse...
demiştir. O zaman hayvan ile ev arasındaki fark hayvanın sahibine vacip oluşu evde oturana ise


vacip olmayışıdır. Nitekim ileride geleceği üzere sahibi evini kiraya vermiş de olsa rey ve idarede
binadan eli kesilmez. Ama hayvan bunun hilâfınadır. Onda tasarruf hakkı, hayvanı elinde tutanındır.
«O zaman diyet hepsinin üzerinedir ilh...» Yâni âkileleri üzerine... Kasâme ise kendileri üzerinedir.
İnâye.
«Onların mülkü olmasa bile îlh...» Yani ister hayvan onların mülkû olsun ister olmasın. Hayvan
sahibi adı geçenlerden biri olursa bakılır: Meselâ süren kişi sahibi ve binen veya çeken kişi de
yabancı olsa yada bunun aksi olsa o zaman diyet hem sahibinin hemde binenin veya çekenin
üzerinedir. Musannıfın mutlak ifadesi bu suretlerin hepsini kapsar. İtkânî'nin zikrettiği «eğer maktul
bir gemide bulunsa, diyeti gemide bulunan, gemi sahibi ile yolcuların üzerinedir. Çünkü gemi
hareket eder ve döner. O zaman da, onda tazminat yardım ile değil hayvandan olduğu gibi zilliyetin
sübûtu iledir,» ifadesi de buna delâlet eder. Bunu Sa'dî ifade etmiştir.
«Çünkü onların ellerinde olmasına göre hükmedilir ilh...» Bu söz hayvan ile bina arasındaki farka
işaret eder.
«Bazı âlimler tarafından da kasâmenin sürenin üzerine vacip olmadığı... söylemiştir ilh...» Hayvanı
çeken ve binenin de süren gibi olması münasiptir. Remzî'den naklen Hamevî'de yer alan ibarede
buna îşaret etmektedir: Açıktan bir cenaze taşısalar ve sonrada onun öldürülmüş olduğu meydana
çıksa onda hiçbirşey gerekmez. Ebu's-Suud.
«Cevhere'de de bu görüş kat'î olarak ifade edilmiştir ilh...» Şu kadar var ki Kifâye'de bu hükmün
Ebu Yusuf'tan Zahirî rivayetin dışında bir rivayet olduğu söylenmiştir.
«Eğer üzerinde bir maktûl akm bu hayvan... geçse ilh...» Yani onunla beraber hiçkimse olmadığı
halde... Miskin. Zira onunla beraber bir sürücü veya benzeri birisinin olmasının, hükmü yukarda
geçti.
«Veya iki kabile ilh...» veya iki yol veya iki mahalle... Kuhustânî.
«Hangisi daha yakınsa onun üzerinedir ilh...» Yâni hangisi maktûla daha yakınsa... Böyle olması,
hiçkimsenin mülkü olmayan yerde bulunduğu zaman da söz konusudur. Ama birinin mülkünde
olursa, mülk sahibi üzerinedir. Kuhistânî buyakında gelecektir. Kuhistâni demiştir ki: «Bu ifade
maktul bir köyün toprağı ile diğer bir köyün binaları arasında bulunduğu zaman kasâme ve diyetin
bunlardan daha yakın olanın üzerine olduğunu bildirmektedir.
«Eğer ikisinin de cesede yakınlığı eşitse zaman her ikisinin de üzerine kasâme gerekir.» Şayet
ylerden birinde bin kişi diğerinde ise daha az kişi olsa diyet her iki köy halkı üzerine ihtilafsız
olarak yarı yarıyadır. T. Hidiye'den.
Ben derim ki! Maktulun velisinin davacı olmasının kasâmenin şartlarından olduğunu biliyorsun. O
zaman iki köye eşit mesafede bulunan maktulün velisi köylerin birinden davacı olup diğerinden
olmasa hüküm nasıl olur? Bana zahir olan şudur: Maktulün velisi maktule eşit mesafedeki iki
yün birisinden davacı olsa kasâme diğerinden düşmez, çünkü kasâme her iki ye de vaciptir. O
zaman bu bahis şöyle olur: Mahalle halkından belirli bir kişiden davacı olsa kasâme diğerlerinden
yine düşmez. Ama eğer daha uzak olan köy halkından davacı olsa bu. daha yakın olan köy için ibrâ
sayılır. Çünkü aslında. sadece daha yakın olandan davacı olması gerekiyordu. Bu mesele mahalle
halkından olmayan birisinden davacı olduğu zaman mahalle halkının ibra edilmiş olmasına
benzer... Bu bahis araştırılsın.
«Burada hayvan» ile kayıtlanması ittifâkidir». Eğer iki köy arasında atılmış olarak bulunsa hüküm
yine aynıdır. T.
«Köylerin her ikisinden de hayvanın bulunduğu yere ses ulaşması şarttır ilh...» Zeylaî ve Hidâye
sahipleri bu şartı «kîl» (denildiki) sözü ile tabir etmişlerdir Şu kadar var ki Hâniye ve Velvaliciye'de
bu şart kesin bir dille ifade edilmiştir. İbnu Kemal ve Dürer sahibi de bu ikisine uymuşlardır. Dürer
sahibi bunu musannıf gibi metin olarak almıştır. Mevahip'te de aynen böyledir. Bunun illeti zahirdir
ve şunu ifade etmektedir ki: Eğer o maktulun bulunduğu yerden ses ulaşmazsa kanı heder olur, şu
kadar var ki böyle olması o yerin kimsenin mülkü olmaması veya hususi yada umumi zilliyette
olmaması halindedir. Bunun takriri ileride gelecektir.
Bir hükmün «kile» denildi sözcüğü ile ifade edilmesi, onunzayıflığına delalet eder. (Redaktör)
«Zeylâi'nin ibaresi de böyledir ilh...» Yâni bazı nüshalarda olduğu gibi... Bazı nüshalarda ise
Dürer'deki ifade gibidir ve Bunların hepsinin bir tek manaya irca edilmesi mümkündür. Demekki,
metindeki ifade gibi olursa «köylerin duyması» şarttır. Dürer'deki gibi ifade edilirse «ondan ses
ulaşması» şarttır. İşte bu da Kûfî'deki ifade ile kasdedilenin aynıdır. zira genellikle köylerin halkları


maktulün sesini duyacakları bir yerde oldukları takdirde maktül de onların seslerini duyar. Şu kadar
var ki tazminatın sebebi onların onu kurtarmada kusurlu olmalarıdır. O zaman akla gelen maktulün
ylülerin seslerini duyması değil, onların maktulün sesini duymalarıdır. Bundan dolayı Şarih de
musannıfın sözünden murad edilen şeyin açıklanması için burada Dürer ve diğer kitapların
ibarelerini aldı. Sen düşün.
M E T İ N
Maktulûn bulunduğu yerin durumuna bakılır. Eğer mülk ise kasâme maliklerine, diyet de maliklerin
âkileleri üzerine vaciptir.
Bilinen kimselere vakfedilen mülkün durumu dayledir. Zira itibar mülk ve velâyetedir. Nitekim
musannıf Velvâliciyye ve Bezzaziye'ye istinaden böyle ifade etmiştir.
Ben derim ki: Dürer ve diğer kitaplara uyularak. ileride metinde bunun tasrihi gelecektir. Buna göre,
«yakınlığa» itibar edilmez. Ancak maktül hiçkimsenin mülkünde ve zilliyetinde olmayan mübah bir
mekanda bulunduğu takdirde «yakınlığa» itibar edilir. Aksi halde kasâme mülk sahibi ile malı elinde
tutan üzerinedir. Velâyet ve zilliyetten murat: o mekân, sayılabilecek bir topluluğunda olsa özel
mülkiyettir. Eğer maktulün bulunduğu yer müslümanların umumuna alt bir yer olsa. o zaman
hiçkimse üzerine kasâme ve diyet yoktur.
Şu kadar var ki, onun diyeti hazineden verilir. Bu ileride gelecektir. Sen düşün. Zilliyetten murad da,
hak edilmiş zilliyettir.
Valinin, sahiplerinden zulmen aldığı topraklara gelince, uygun olan buralarda bulunan bir maktulün
kanının heder olmasıdır. Çünkü gâsıp üzerine diyet yoktur. Kuhistanî Kirmânî'den naklen...
Araştırılsın.
Eğer maktulün bulunduğu yer sahipsiz olup, ama müslümanların ellerinde bulunursa o zaman
diyetin beytü'imâlden verilmesi gerekir. Zira biz zikrettik ki eğer ses duyulacak bir yerde olsa onu
kurtarmak sesi duyan kişi üzerine vaciptir. Velvaliciye'de de aynı şekildedir. Vetvâliciye'de
denilmiştir ki: Maktül bir adamın bir köyün yanındaki tarlasında bulunsa ve toprak sahibi de o köy
halkından olmasa, kasâme ve diyet köy halkına değil toprak sahibinedir. Çünkü itibar mülke ve
velâyetedir. Ben derimki:
Bu sarahaten şunu ifade etmektedir, yakınlığa mülk ve vakıf olan mekanda değil ancak mübah olan
yerlerde itibar edilir, çünkü toprağı idare sahibine aittir. Bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Dikkatli ol!
Eğer maktül bir insanın evinde bulunsa, kasâme ev sahibi üzerinedir. Şayet âkinesi de orada
bulunuyorlarsa onlar da kasâmeye dahil olurlar. Ebu Yusuf buna muhalefet etmiştir. Mülteka. Eğer
o binanın ona ait olduğu hüccetle sabit olursa ve âkilesi de varsa diyet âkilesinedir. Aksi halde
k6ndl üzerinedir. Nitekim ileride gelecektir.
İ Z A H
«Bilinen kimselere vakfedilen mülkün durumu da böyledir ilh...» Yani ileride geleceği gibi kasâme
ve diyet onların üzerinedir.
«Bilinen kimselere ilh.» Bu ifade ile fakir ve düşkünler gibi genel bir şekilde anılan bilinmeyenler bu
hükmün dışına çıktılar. Böyle bir yerde bulunan maktulün diyetinin beytü'l-mâlden verilmesi
gerekir. Nitekim musannıf bunu ileride bahis olarak zikredecektir.
«Zira itibar mülk ve velâyetedir ilh...» Şarihin bu sözünde itirazi bi görüş vardır. Çünkü vakıfta
velâyet vâkıf yapanın veya onun mütevelli kıldığı kimsenindir.
«O zaman ilh...» Yani diyeti: mülkte ve hususi olarak bir şahsa vakfedilen malda sahipleri
üzerinedir. O zaman sesin duyulması ile kayıtlanan yakınlığa itibar edilmez. Yakınlığa ancak
hiçkimsenin mülkü ve hususi zilliyeti olmayan mübah toprakta itibar edilir. Mübah arazi (sahipsiz
arazi) altına iki şey daha olur. Birisi, hiçkimsenin faydalanmadığı bir kır diğeri de müslümanların
elinde bulunan ve faydalandıkları bir kırdır. Demekki bu kırların her ikisinde de yakınlığa itibar
edilir. Yani sesin duyulacağı en yakın olan yere bakılır, o zaman kasâme daha yakın olan yer
halkına vacip olur. Eğer maktulün bulunduğu yerden ses duyulmuyorsa, o kır müslümanların elinde
olduğu takdirde maktulün diyeti hazineden verilir. Nitekim musannıf bunu yakında zikredecektir.
Aksi halde kanı heder olur. Nitekim musannıfın «onlardan sesin ulaşması şarttır» sözünden
anlaşıldı. Bunu yukarda beyan etmiştik. Bu da Tahavî'nin Hindiye'den, Hindiye'nin de Muhit'ten
naklettiği şu sözlerdir: «Maktul bir kırda bulunsa; eğer kır mülk ise kasâme ve diyet onun sahibi ile
kabilesi üzerinedir. Ama şayet mülk değilse bakılır, eğer oradan şehre ses ulaşıyorsa o zaman


kasâme şehir halkı üzerinedir. ulaşmıyorsa müslümanlar o sahradan odun kesmek, ot biçmek ve
hayvan otlatmak gibi şeylerle faydalandıktan takdirde diyet hazineden ödenir. aksi halde kanı heder
olur» Özetle.
Buna göre: Haniye'nin «maktül sahipsiz bir yerde olur, ve orası da müslümanların zilliyetlerinde ise
diyet hazineden verilir» sözü, diyetin hazineden verilmesinin o sahipsiz yere ses ulaşacak kadar
yakın şehir veya köyün olmaması haline hamledilir. Çünkü Hâniye'de evvela sesin ulaşması
katiyetle şart kılınmıştır. Nitekim bunu Hâniye'den naklen daha Önce ylemiştik. Burun özeti
şudur: Evvela muteber olan mülkiyet ve hususi zilliyet sonra yakınlık sonra da amme zilliyetidir.
BİR UYARI: Tatarhaniye'de: «Eğer maktulün bulunduğu yer hiç kimsenin mülkü değilse ve oradan
ses duyuluyorsa kasâme ve diyet şehirdeki o yere en yakın olan kabileler üzerinedir»
Denilmektedir. Bu ibare şunu ifade ediyor: Kasâme şehir halkının tümü üzerine değil şehirdeki o
yere en yakın olan kabile üzerinedir. Unutulmasın...
«O yer sayılabilecek kadar bir toplumunda olsa ilh...» Yani o yer ya bir kimseye veya bilinen
kimselere vakfedilen mülk gibi, sayılabilecek çoklukta kimselerin mülkü olsa...
«Ancak onun diyetinin beytü'lmâl'den verilmesinin vacip oluşu ileride gelecektir.» Yani yakında
metinde gelecektir.
«Sen düşün» Şârih bununla iki görüşün uyuşturulmasının mümkün olduğuna işaret etmiştir. Bu da
Bedayi'nin «hiçkimse üzerine diyet yoktur» sözünün insanlardan hiç kimse üzerine diyet
olmamasına hamledilmesidir. H. Yani o zaman bu ifade diyetin hazineden verilmesinin gerekli
oluşuna zıt olmaz. Şu kadar var ki bu da, insanlardan hiçkimseye yakın biri yerde bulunmadığı
zaman da söz konusudur. Aksi halde önceden bilinmediği gibi diyet sesi işitebilecek kimseler
üzerinedir.
«Araştırılsın.» Ben derim ki: Bunun araştırılması şöyledir: Bu mesele ihtilâflıdır. Zira Kuhustani'nin
Kirmânî'ye isnad ettiği «yeri gasbeden kîşiye diyet yoktur» sözü, musannıfın ileride gelecek olan
«eğer mülk satılsa fakat kabzedilmese» sözünün yanında, Hidâye Şerhlerinde zikrolunan ifadedir.
Zeylaî de; o bahiste şöyle demektedir; Bu bahis binanın emanet olduğu durumun aksinedir. Çünkü
bina emanet olduğu takdirde tazminat malikinin üzerinedir. Çünkü tazminat korumayı terketme
tazminatıdır. Korumayı terketme tazminatı da ancak korumaya gücü yeten kimse üzerine vaciptir.
Korumaya gücü yeten de niyabeten değil asaleten zilliyete sahip olandır. Emanet alanın zilliyeti ise
niyâbeten zilliyettir. Müstair ve müretehin de böyledir. Gâsıp da bunlar gibidir. Zira gasıbın
zilyedliği de emaneten olan bir zilyedliktir. Çünkü bize göre akâr gaspla tazmin olunmaz. Bu
Nihâye'de zikredilmiştir. Hidâye'de de, gasıbın gasbettiği yerde bulunan maktulün tazminatının
gasıba ait olduğuna delalet edecek sözler zikredilmiştir: Yani Hîdaye bu hükmü «akorda go$p
tohckkırit eder» görüşü üzerine bina etmiştir. Bunu da imamlarımızdan bir çokları tercih etmiştir.
Minah.
«Eğer maktutun bulunduğu yer sahipsiz bir arazi ise ilh...» Yani yukarda belirttiğimiz gibi oradan da
ses duyulmuyorsa.
«Zira biz zikrettik ki: ilh...» Velvâliciye bunu, daha evvel gecen «diyet ve kasâme köylerden ses
duyulacak kadar yakın olanın üzerine vaciptir» sözüne gerekçe olarak zikretmiştir. Şu. kadar var ki
Velvalciye, ta'lil ile muallel arasını musannıfın metin olarak zikrettiği, «mekanın haline itibar edilir»
sözü ile ayrılmıştır. Şarih de bu ayırımın onun illeti olduğunu zannetmiştir. Halbuki öyle değildir.
Zira burada diyetin hazineden ödenmesinin mâmur yerlerde sesin duyulmayacağı kadar uzak
olması halinde olduğunu biliyorsun.
«Toprak sahibi de o köy halkından olması ilh...» Bu sözün mefhumu muhalifi (zıddından anlaşılan)
şudur: Eğer yerin sahibi de. o y halkından ise, köy halkı onun akilesi olduğu takdirde o da köy
halkına dahil olur. Düşün.
«Bu açıktır ilh...» Şârihin daha önce söylediği «o zaman yakınlığa itibar edilmez» sözü ile birlikte bu
ifadesine hiç ihtiyaç yoktur.
«Çünkü toprağı idare etmek ilh...» Şârihin bu sözü düşürülmüş bir ifadenin gerekçesidir. O da
şudur: Aksi halde diyet malikin ve velayet sahibinin üzerinedir. Çünkü... T.
«Kasâme ev sahibi üzerine gerekir ilh...» Buna göre o, tekrar tekrar yemin eder. Vetvâliciye. Bina
kilitli olup içinde hiçkimse olmasa bile durum aynıdır. Tûrî. Kasâmenin ev sahibi üzerine oluşu
maktülün velisinin ev sahibinin katil olduğunu iddia ettiği zaman da söz konusudur. Ama eğer
maktulün velisi başka birinin katil olduğunu iddia ederse ev sahibine ne kasâme ne de diyet


vaciptir. Tatarhâniye.
«Eğer âkilesi de orada bulunuyorlarsa ilh...» Yani Burhan'dan naklen Şurunbulâliye'de de
belirtildiği gibi âkilesi de onun şehrinde bulunsalar...
«Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira o, «Akilesi kasâmeye dahil olmaz, zira bir
başkasının onun binası üzerinde velâyet yoktur» demiştir.
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'in delilleri şudur: Akile birbirlerini korumak ve yardımlaşmak için
toplandıklarından dolayı sahibini korumakla birlikte evini korumak da onlar için gereklidir. Bunun
aksine eğer akilesi o şehirde değillerse kasâmeye dahil olmazlar. Velvâliciye.
M E T İ N
Kasâme ve diyet; hıtta ehli imam. bir yeri fethettiğinde kendilerine verdiği kişilere aittir. Onlardan
bir kişi de kalsa hüküm aynıdır. Orada oturanlarla, o yeri alanların vazifesi değildir. Ebu Yusuf ise
kasâme ve diyette bunların hepsinin müşterek olduklarını söylemiştir. Eğer oranın ilk sahiplerinin
hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icma ile müşterilerin üzerinedir.
Eğer maktul bir topluluğun ortak olduğu bir binada bulunsa ve binanın ekserisi birisinin olsa o
zaman diyet şuf'a gibi ortakların sayılarına göredir.
Eğer bina satılsa alan kimse onu kabzetmeden içinde birisi ölü olarak bulunsa diyeti satanın âkilesi
üzerinedir. Muhayyerlikle satılan bir mülkte bulunan maktulün diyeti ise evi elinde tutanın akilesi
üzerinedir. İmameyn bu görüşe muhalefet etmiştir. Şâhitler, maktulun bulunduğu evin zilyede ait
olduğuna şahitlik edinceye kadar akile diyeti ödemez. ZiIyed, öldürülenin kendisi de olsa durum
aynıdır. Nitekim ileride gelecektir. Sadece zilliyetlik kâfi değildir, hatta eğer yalnız zilliyet yeterli olsa
idi ne akilesi ne de kendisi diyeti ödemezdi. Dürer. Dürer buna gerekçe olarak şöyle demiştir:
«Varisler için yine varislerin aleyhine diyet yüklemek mümkün değildir.» Ancak bunda da bir
yanlışlık var. Zira diyetin maktul için alındığı takarrur etmiştir. Hatta vârislere hiçbirşey kalmasa bile
borçları diyetten ödenir. Sonra da varisleri ona hâlef olurlar. Bu durumda diyeti varislere yüklemek
(varisler için değil) ölü için olur. Böyle söylenmiştir.
Ben derim ki: şöyle de denilebilir: «Maktul kendisi için diyet veremediğine göre, şüphe kuvvetli
olduğu için başkası da hayda hayda veremez». Sen düşün.
Eğer bir maktul bir gemide bulunsa kasâme ve (Dürer) diyeti ittifakla gemide bulunan yolcularla
gemi mürettebatı üzerinedir. Çünkü gemi hayvan gibi onların elindedir. Arabanın hükmü de
gemininki gibidir.
Bir mahalle mescidinde ve mahalle halkına hâs bir sokakta bulunan bir maktûlun kasâme ve diyeti
İbnu Kemal'in de Bedayi'e istinaden ifade ettiği gibi mescidin cemaatı veya sokak halkı üzerinedir.
Molla Hüsrev bunu tahkik etmiş, musannıf da ikrar etmiştir.
Mülk olan bir sokakta bulunan maktulun kasâme ve diyeti de o sokağın sahipleri üzerinedir.
İmam Ebû Yusuf'a göre ise sokakta oturanlar üzerinedir. Mülteka.
Mülk olmayan sokak ile önü açık olan cadde, hapishane ve büyük camide ve müslümanlardan
birinin veya sayılabilecek bir cemaatin olmayıp müslümanların umumunun tasarrufta bulundukları
yerde bulunan maktul için hiçkimse üzerinde kasâme ve diyet yoktur. İbnu Kemâl onun diyeti ancak
hazineden verilir. Zira sorumluluk menfaatle olur. Sonra, zikredilen yerlerde diyetin hazineden
ödenmesi o yerin mahallelerden uzak olması halindedir. Mahallelere uzak değil de yakınsa o zaman
kasâme ve diyet maktulun bulunduğu yere en yakın mahalle halkı üzerine vacip olur. Çünkü o,
mahalle halkının koruması ile korunabilir. O zaman kasâme ve diyet mahalle halkı üzerinedir.
Maktül mahallelerden uzak bir sokakta olur ve geceleri orada oturan bulunur veya birisinin orada
mülkü varsa kasâme ve diyet aynı şekilde onun üzerinedir. Çünkü onun o yeri koruması gerekir. Bu
durumda kusurlu olmakla suçlanılır. Kusurun gerektirdiği kasâme ve diyet de kendisine gerekir.
Nihâye'ye nispetle İnaye'de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Merhum Osmanlı müftüsü Ebu's-Suud efendi de böyle fetva vermiştir. Bu ifade her
nekadar metinlerde olmasa bile musannıf buna itimad etmiştir. Zira bu fetvâların ve şerhlerin
ekserisinde sarahaten söylenmiştir. Unutulmasın...

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...