KASEME (ALLAH'IMIN ADI İLE YEMİN ETMEKTİR)
İKİNCİ BÖLÜM
İ
Z A H
«Çocuğa...
kasâme yoktur ilh...» Çünkü onlar,
yardım edebilecek kimseler değil. ancak başkalarına
uyan kimselerdir. Başkalarına uyan kimseler ise yardımda bulunamazlar. Yemin ise yardım eden
kimseler üzerinedir. Hem de çocuk ve deli doğru söz söyleyecek kimselerden değillerdir. Yemin ise
bir
sözdür. Zeylaî.
«Ben
derimki: «Çocuğa ve diğerlerine kasâme yoktur» ifadesinden murat: mahallede bulunan
maktulün
kasâmesine, mahalle halkı ile birlikte girmemeleridir. O zaman bu, ileride metin olarak
gelecek olan, «Bir kadının mülkü olan bir köyde öldürülmüş olarak bulunan bir kimsenin kasamesi
kadına
da vaciptir» hükmüne zıt
değildir.
Bedayi'den naklen Tûrî'nin zikrettiği «Mükâtebin evinde bulunan öldürülmüş kimsenin kasâmesi de
mükâtebe
vaciptir, eğer yemin ederse mükâtebin kıymetinden ve maktulün diyetinden hangisi daha
az
ise onu vermesi gerekir.» diye ifade
edilen hükme zıt değildir. Ticarete izinli bir köleye ait bir
evde
öldürülmüş bir kimse bulunması
halinde uygulanacak hüküm konusunda
Velvâliciye'de şöyle
denilmiştir: «İstihsânen kasâmenin, mezunun efendisi üzerine olması gerekir. Efendi köleyi veya
bedelini
vermek arasında muhayyerdir. Zira, eğer köle hatâen cinayet işlediğini ikrar etmiş olsa
ikrarı
sahih olmadığı gibi yemin de
ettirilmez.
«Ödenecek şey ilh...» Yani diyet kulun fiiline tabidir. Burada ise kulun fiili mevcut değildir. Aynı
şekilde
kasâmenin mahalle halkına vacip oluşunun sebebi, sadece katilin onlardan olma
ihtimalinden
dolayıdır. Burada ise bu ihtimal
yoktur. Çünkü ölen kişi üzerinde öldürme eseri yoktur,
o
zaman kasâme gerekmez. İtkanî.
«Ağzından ilh...» Hidâye ve diğer kitaplarda da aynen böyledir. Zahire'de şu zikredilmiştir. Ağzından
gelen
kan, kafasından ağız yoluyla çıkıyorsa hüküm böyledir. Eğer
karnından yükselerek geliyorsa,
o
zaman öldürülmüş demektir. Kuhtetânî
ve İtkani Fahru'l-İslâm'dan.
«Çünkü
kan buralardan hiç kimsenin fiill olmadan kendiliğinden de gelebilir. Dübürden ve bazen,
ya
içerdeki bir hastalıktan veya yenen blr şeyin dokunmasından dolayı, kan gelebilir. Tenasül
uzvundan
gelen kan ise ya içten bir damarın yarılması veya böbrek veya karaciğer zayıflığı yahut da
şiddetli
korku nedeniyle olabilir. Bunu İtkânî ifade etmiştir. Bundan anlaşıldı ki, eğer kimsenin
müdahalesi
olmadan yanma, damdan düşme veya suda boğulma ile öldüğü bilinirse evleviyetle ne
kasame ne de diyet icabeder. Zira kasâmenin şartı, öldürmenin, kasâme ve diyete mani olacak
kuvvetli ve zahir bir sebebe bağlanmamasıdır. Hayriye'de de böyle
denilmiştir.
«Ama kulak ve göz böyle değildir ilh...» Zira kulak ve gözden çıkan kan zahiren katle delalet eder.
Çünkü
oralardan normal de bir fiilî
müdahale olmadan kan çıkmaz. İtkâni.
«Çünkü
sebebi yukarda geçmişti» O sebep
«Bir maktülde kasâmenin tekrarına sebep olmaması
için»
sözüdür.
«Kasâme
de diyet de vacîptîr» Yani mahalle halkına... Çünkü zahire göre yaradılışı tam olan cenin
annesinden
canlı olarak ayrılır. Yaradılışı tam olmayanda ise mahalle halkına hiçbirşey yoktur.
Çünkü
annesinden ölü olarak ayrılmıştır.
Hidâye.
«Zahîriye'de
buna zıt bir görüş vardır.» Zahîriyye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Cenin bir mahallede
öldürülmüş
olarak bulunsa o mahalle halkına ne kasâme nede diyet vardır.»
Ben
derimki: Birincisi. şerhlerde, Hidaye'de, Mütteka'da, Vikâye'de, Dürer'de ve diğer kitaplarda
zikredilendir.
«Bu,
mahalle halkı için bir ibrâdır ilh...» Çünkü onlar maktulün diyetini sadece onun mahallede
bulunmasıyla
değil, velinin iddiasıyla öderler. Velisi
mahalle halkı haricinde başka birinin
öldürdüğünü
iddia ederse, artık onların
öldürdüğünü iddia etmesi mümküm olmaz. Çünkü şartı
yoktur.
T. Şumnî'den.
Tatarhaniye'den
zikredeceğimiz üzere, mülk de mahalle gibidir.
«...
Ve mahalle halkından kasâme düşer ilh...» Velilerden biri mahalle halkı haricinde birinin
öldürdüğünü
iddia etse ve diğer veliler orda bulunmasalar; iddia eden velî bulunmayan velilerin
kasâmede velileri değilse kasâme düşmez. Eğer velilerden biri : «Amr öldürdü» bir diğeri de,
«Onu
öldüreni
bilmiyorum» deseler bu birbirlerini
yalanlama olmaz. Fakat kasâme düşer. Sâihani,
Zahidi'den...
Sâihanî
burada davalıya ait olan hükmü zikretmedi. Bu meselenin hükmü İtkânî'nin şu zikrettiğidir:
«Eğer
veli delil getirirse kabul edilir, getiremezse o zaman davalının bir kere yemin etmesi istenilir;
Yemin
ederse diyet ödemekten kurtulur etmezse: dava hataen öldürme ise o zaman sabit olur.
Kısas
davası ise ikrâr edinceye veya yemin edinceye yada -İmam-ı Azam'a göre- açlıktan ölünceye
kadar
hapsedilir. İmameyn de erş lazım olduğunu söylemişlerdir. özetle... Bu
bahsin tamamı
İtkânî'dedir.
«Kasâme
düşmez ilh...» Yani zahiri rivayete göre. Mevahib. Çünkü Şârih kasâmeyi başlangıçta
mahalle
halkına gerekli görmüştür. Buna göre velinin mahalle halkından birinin katil olduğunu iddia
etmesi
Şarih'in meşru kıldığı şeye ters düşmez. O zaman kasâme ve diyet mahalle halkına sabit
olur.
Kifâye.
«Bazı
âlimler ise düşeceğini söylemişlerdir ilh...» Bu da Zahiri rivayetin dışında Ebû
Yusuf'tan
yapılan
bir rivayettir. Buna göre; Kasâme ve diyet geri kalan mahalle halkından düşer. Velîye,
«Delilin
varmı? diye sorulduğunda olmadığını söylerse o zaman davalının bir kere yemin etmesi
istenilir.
İbnu'l-Mübarek Ebu Hanife'den bunun
benzerini rivayet etmiştir.
Zeylaî.
«Diyeti... adı geçenlerden onun yanında bulunanın âkidesi
üzerinedir...» Yâni kasâme vacip olur.
Yemin
ettiği zaman da diyet âkilesi tarafından ödenir.
Alimlerden
bazıları bunun hayvanın belirli bir mâliki olsun veya olmasın ifadesinden daha ummî
olduğunu
söylemişlerdir. Kitab'ın mutlak ifadesi işte bu sebeptendir. Bazıları ise o hayvanın bir
sahibi
olduğu takdirde kasâmenin ve diyetin, kendisi üzerine olduğunu
söylemişlerdir.
Musannıf
birinci görüşe göre hüküm vermiştir.
Çünkü o ileride hayvan onların mülkü değilse...
demiştir.
O zaman hayvan ile ev arasındaki fark hayvanın sahibine vacip oluşu evde oturana ise
vacip
olmayışıdır. Nitekim ileride geleceği üzere sahibi evini kiraya vermiş de olsa rey
ve idarede
binadan
eli kesilmez. Ama hayvan bunun hilâfınadır. Onda tasarruf hakkı, hayvanı elinde
tutanındır.
«O
zaman diyet hepsinin üzerinedir ilh...» Yâni âkileleri üzerine... Kasâme ise kendileri üzerinedir.
İnâye.
«Onların
mülkü olmasa bile îlh...» Yani ister hayvan onların mülkû olsun ister olmasın. Hayvan
sahibi
adı geçenlerden biri olursa bakılır: Meselâ süren kişi sahibi ve binen veya çeken kişi de
yabancı
olsa yada bunun aksi olsa o zaman diyet hem sahibinin hemde binenin veya çekenin
üzerinedir.
Musannıfın mutlak ifadesi bu suretlerin hepsini kapsar. İtkânî'nin zikrettiği «eğer maktul
bir
gemide bulunsa, diyeti gemide bulunan, gemi sahibi ile yolcuların üzerinedir. Çünkü gemi
hareket
eder ve döner. O zaman da, onda tazminat yardım ile değil hayvandan olduğu gibi zilliyetin
sübûtu
iledir,» ifadesi de buna delâlet eder. Bunu Sa'dî ifade etmiştir.
«Çünkü
onların ellerinde olmasına göre hükmedilir ilh...» Bu söz hayvan ile bina arasındaki farka
işaret
eder.
«Bazı
âlimler tarafından da kasâmenin sürenin üzerine vacip olmadığı... söylemiştir ilh...» Hayvanı
çeken
ve binenin de süren gibi olması münasiptir. Remzî'den naklen Hamevî'de yer alan ibarede
buna
îşaret etmektedir: Açıktan bir
cenaze taşısalar ve sonrada onun öldürülmüş olduğu meydana
çıksa
onda hiçbirşey gerekmez.
Ebu's-Suud.
«Cevhere'de
de bu görüş kat'î olarak ifade edilmiştir ilh...» Şu kadar var ki Kifâye'de bu hükmün
Ebu
Yusuf'tan Zahirî rivayetin dışında
bir rivayet olduğu söylenmiştir.
«Eğer
üzerinde bir maktûl akm bu hayvan... geçse ilh...» Yani onunla beraber hiçkimse olmadığı
halde...
Miskin. Zira onunla beraber bir sürücü veya benzeri birisinin
olmasının, hükmü yukarda
geçti.
«Veya
iki kabile ilh...» veya iki yol veya iki mahalle... Kuhustânî.
«Hangisi
daha yakınsa onun üzerinedir ilh...» Yâni hangisi maktûla daha yakınsa... Böyle olması,
hiçkimsenin mülkü olmayan yerde bulunduğu zaman da söz konusudur. Ama birinin mülkünde
olursa,
mülk sahibi üzerinedir. Kuhistânî buyakında gelecektir. Kuhistâni demiştir ki: «Bu ifade
maktul
bir köyün toprağı ile diğer bir köyün binaları arasında bulunduğu zaman kasâme ve diyetin
bunlardan
daha yakın olanın üzerine olduğunu bildirmektedir.
«Eğer
ikisinin de cesede yakınlığı eşitse zaman her ikisinin de üzerine kasâme gerekir.» Şayet
köylerden birinde bin kişi diğerinde ise daha az kişi olsa diyet her iki köy halkı üzerine ihtilafsız
olarak
yarı yarıyadır. T. Hidiye'den.
Ben
derim ki! Maktulun velisinin davacı olmasının kasâmenin şartlarından olduğunu biliyorsun. O
zaman
iki köye eşit mesafede bulunan maktulün velisi köylerin birinden davacı olup diğerinden
olmasa
hüküm nasıl olur? Bana zahir olan şudur: Maktulün velisi maktule eşit mesafedeki iki
köyün birisinden davacı olsa kasâme diğerinden düşmez, çünkü kasâme her iki köye de vaciptir. O
zaman
bu bahis şöyle olur: Mahalle halkından belirli bir kişiden davacı olsa kasâme diğerlerinden
yine
düşmez. Ama eğer daha uzak olan
köy halkından davacı olsa bu. daha yakın olan köy için ibrâ
sayılır.
Çünkü aslında. sadece daha yakın
olandan davacı olması gerekiyordu.
Bu mesele mahalle
halkından
olmayan birisinden davacı olduğu zaman mahalle halkının ibra edilmiş olmasına
benzer...
Bu bahis araştırılsın.
«Burada
hayvan» ile kayıtlanması ittifâkidir». Eğer iki köy arasında atılmış olarak bulunsa hüküm
yine
aynıdır. T.
«Köylerin her ikisinden de hayvanın bulunduğu yere ses ulaşması şarttır ilh...» Zeylaî ve Hidâye
sahipleri
bu şartı «kîl» (denildiki) sözü ile tabir etmişlerdir Şu kadar var ki Hâniye ve Velvaliciye'de
bu
şart kesin bir dille ifade edilmiştir. İbnu Kemal ve Dürer sahibi de bu ikisine uymuşlardır. Dürer
sahibi
bunu musannıf gibi metin olarak
almıştır. Mevahip'te de aynen böyledir. Bunun illeti zahirdir
ve
şunu ifade etmektedir ki: Eğer o
maktulun bulunduğu yerden ses ulaşmazsa kanı heder olur, şu
kadar
var ki böyle olması o yerin kimsenin mülkü olmaması veya hususi yada umumi zilliyette
olmaması
halindedir. Bunun takriri ileride gelecektir.
Bir
hükmün «kile» denildi sözcüğü ile ifade edilmesi, onunzayıflığına delalet eder. (Redaktör)
«Zeylâi'nin
ibaresi de böyledir ilh...» Yâni bazı nüshalarda olduğu gibi... Bazı nüshalarda ise
Dürer'deki
ifade gibidir ve Bunların hepsinin
bir tek manaya irca edilmesi mümkündür. Demekki,
metindeki
ifade gibi olursa «köylerin duyması» şarttır. Dürer'deki gibi ifade edilirse «ondan ses
ulaşması» şarttır. İşte bu da Kûfî'deki ifade ile kasdedilenin aynıdır. zira genellikle köylerin halkları
maktulün
sesini duyacakları bir yerde oldukları takdirde maktül de onların seslerini duyar. Şu kadar
var
ki tazminatın sebebi onların onu
kurtarmada kusurlu olmalarıdır. O zaman akla gelen maktulün
köylülerin seslerini duyması değil, onların maktulün sesini duymalarıdır. Bundan dolayı
Şarih de
musannıfın
sözünden murad edilen şeyin
açıklanması için burada Dürer ve diğer kitapların
ibarelerini aldı. Sen düşün.
M
E T İ N
Maktulûn
bulunduğu yerin durumuna bakılır. Eğer mülk ise kasâme maliklerine, diyet de maliklerin
âkileleri üzerine
vaciptir.
Bilinen
kimselere vakfedilen mülkün durumu
da böyledir. Zira itibar mülk ve velâyetedir. Nitekim
musannıf
Velvâliciyye ve Bezzaziye'ye istinaden böyle ifade etmiştir.
Ben
derim ki: Dürer ve diğer
kitaplara uyularak. ileride metinde bunun tasrihi gelecektir. Buna göre,
«yakınlığa» itibar edilmez. Ancak maktül hiçkimsenin mülkünde ve zilliyetinde olmayan mübah bir
mekanda
bulunduğu takdirde «yakınlığa»
itibar edilir. Aksi halde kasâme mülk sahibi ile malı elinde
tutan
üzerinedir. Velâyet ve zilliyetten murat: o mekân, sayılabilecek bir topluluğunda olsa özel
mülkiyettir.
Eğer maktulün bulunduğu yer
müslümanların umumuna alt bir yer
olsa. o zaman
hiçkimse üzerine kasâme ve diyet yoktur.
Şu
kadar var ki, onun diyeti hazineden verilir. Bu ileride gelecektir. Sen düşün. Zilliyetten murad da,
hak
edilmiş
zilliyettir.
Valinin,
sahiplerinden zulmen aldığı topraklara gelince, uygun olan buralarda bulunan bir
maktulün
kanının
heder olmasıdır. Çünkü gâsıp üzerine diyet yoktur. Kuhistanî Kirmânî'den naklen...
Araştırılsın.
Eğer
maktulün bulunduğu yer sahipsiz olup, ama müslümanların ellerinde bulunursa o zaman
diyetin beytü'imâlden verilmesi gerekir. Zira biz zikrettik ki eğer ses duyulacak bir yerde olsa onu
kurtarmak
sesi duyan kişi üzerine vaciptir.
Velvaliciye'de de aynı şekildedir. Vetvâliciye'de
denilmiştir
ki: Maktül bir adamın bir köyün yanındaki tarlasında bulunsa ve toprak sahibi de o köy
halkından
olmasa, kasâme ve diyet köy halkına değil toprak sahibinedir. Çünkü itibar mülke ve
velâyetedir. Ben derimki:
Bu
sarahaten şunu ifade etmektedir, yakınlığa mülk ve vakıf olan mekanda değil ancak mübah olan
yerlerde
itibar edilir, çünkü toprağı idare sahibine aittir. Bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Dikkatli
ol!
Eğer
maktül bir insanın evinde bulunsa,
kasâme ev sahibi üzerinedir. Şayet âkinesi de orada
bulunuyorlarsa onlar da kasâmeye dahil olurlar. Ebu Yusuf buna muhalefet etmiştir. Mülteka. Eğer
o
binanın ona ait olduğu hüccetle sabit
olursa ve âkilesi de varsa diyet âkilesinedir. Aksi halde
k6ndl
üzerinedir. Nitekim ileride gelecektir.
İ
Z A H
«Bilinen
kimselere vakfedilen mülkün durumu da böyledir ilh...» Yani ileride geleceği gibi kasâme
ve
diyet onların üzerinedir.
«Bilinen
kimselere ilh.» Bu ifade ile fakir ve düşkünler gibi genel bir şekilde anılan bilinmeyenler bu
hükmün
dışına çıktılar. Böyle bir yerde bulunan maktulün diyetinin beytü'l-mâlden verilmesi
gerekir.
Nitekim musannıf bunu ileride bahis olarak zikredecektir.
«Zira
itibar mülk ve velâyetedir ilh...» Şarihin bu sözünde itirazi bi görüş vardır. Çünkü
vakıfta
velâyet vâkıf yapanın veya onun mütevelli kıldığı kimsenindir.
«O
zaman ilh...» Yani diyeti: mülkte ve
hususi olarak bir şahsa
vakfedilen malda sahipleri
üzerinedir.
O zaman sesin duyulması ile kayıtlanan yakınlığa itibar edilmez. Yakınlığa ancak
hiçkimsenin mülkü ve hususi zilliyeti olmayan mübah toprakta itibar edilir. Mübah arazi (sahipsiz
arazi)
altına iki şey daha olur. Birisi,
hiçkimsenin faydalanmadığı bir
kır diğeri de müslümanların
elinde
bulunan ve faydalandıkları bir kırdır. Demekki bu kırların her ikisinde de yakınlığa itibar
edilir.
Yani sesin duyulacağı en yakın olan yere bakılır, o
zaman kasâme daha yakın olan yer
halkına
vacip olur. Eğer maktulün bulunduğu
yerden ses duyulmuyorsa, o kır müslümanların elinde
olduğu
takdirde maktulün diyeti hazineden verilir. Nitekim musannıf bunu yakında zikredecektir.
Aksi
halde kanı heder olur. Nitekim musannıfın «onlardan sesin ulaşması şarttır» sözünden
anlaşıldı. Bunu yukarda beyan etmiştik. Bu da Tahavî'nin
Hindiye'den, Hindiye'nin de
Muhit'ten
naklettiği
şu sözlerdir: «Maktul bir kırda bulunsa; eğer kır mülk ise kasâme ve diyet onun sahibi ile
kabilesi üzerinedir. Ama şayet mülk değilse bakılır, eğer oradan şehre ses ulaşıyorsa o zaman
kasâme şehir halkı üzerinedir. ulaşmıyorsa müslümanlar o sahradan odun kesmek, ot biçmek ve
hayvan otlatmak gibi şeylerle faydalandıktan takdirde diyet hazineden ödenir. aksi halde kanı heder
olur»
Özetle.
Buna
göre: Haniye'nin «maktül sahipsiz
bir yerde olur, ve orası da müslümanların zilliyetlerinde ise
diyet hazineden verilir» sözü, diyetin hazineden verilmesinin o sahipsiz yere ses ulaşacak kadar
yakın
şehir veya köyün olmaması haline hamledilir. Çünkü Hâniye'de evvela sesin ulaşması
katiyetle
şart kılınmıştır. Nitekim bunu
Hâniye'den naklen daha Önce söylemiştik. Burun özeti
şudur:
Evvela muteber olan mülkiyet ve
hususi zilliyet sonra yakınlık sonra da amme zilliyetidir.
BİR
UYARI: Tatarhaniye'de: «Eğer maktulün bulunduğu yer hiç kimsenin mülkü değilse ve oradan
ses
duyuluyorsa kasâme ve diyet şehirdeki o yere en yakın olan kabileler üzerinedir»
Denilmektedir.
Bu ibare şunu ifade ediyor: Kasâme şehir halkının tümü üzerine değil şehirdeki o
yere
en yakın olan kabile üzerinedir.
Unutulmasın...
«O
yer sayılabilecek kadar bir toplumunda olsa ilh...» Yani o yer ya bir kimseye veya bilinen
kimselere vakfedilen mülk gibi, sayılabilecek çoklukta kimselerin mülkü olsa...
«Ancak onun diyetinin beytü'lmâl'den verilmesinin vacip oluşu
ileride gelecektir.» Yani yakında
metinde
gelecektir.
«Sen
düşün» Şârih bununla iki görüşün
uyuşturulmasının mümkün olduğuna işaret etmiştir. Bu da
Bedayi'nin «hiçkimse üzerine diyet yoktur» sözünün insanlardan hiç kimse üzerine diyet
olmamasına hamledilmesidir. H. Yani o zaman bu ifade diyetin hazineden verilmesinin
gerekli
oluşuna
zıt olmaz. Şu kadar var ki bu
da, insanlardan hiçkimseye yakın biri yerde bulunmadığı
zaman
da söz konusudur. Aksi halde önceden bilinmediği gibi diyet sesi işitebilecek kimseler
üzerinedir.
«Araştırılsın.» Ben derim ki: Bunun araştırılması şöyledir: Bu mesele ihtilâflıdır. Zira Kuhustani'nin
Kirmânî'ye
isnad ettiği «yeri gasbeden kîşiye diyet yoktur» sözü, musannıfın ileride gelecek olan
«eğer
mülk satılsa fakat kabzedilmese» sözünün yanında, Hidâye Şerhlerinde zikrolunan ifadedir.
Zeylaî de; o bahiste şöyle demektedir; Bu bahis binanın emanet olduğu durumun aksinedir. Çünkü
bina
emanet olduğu takdirde tazminat
malikinin üzerinedir. Çünkü tazminat korumayı terketme
tazminatıdır.
Korumayı terketme tazminatı da ancak
korumaya gücü yeten kimse üzerine vaciptir.
Korumaya gücü yeten de niyabeten değil asaleten zilliyete sahip olandır. Emanet alanın zilliyeti ise
niyâbeten zilliyettir. Müstair ve müretehin
de böyledir. Gâsıp da bunlar gibidir. Zira gasıbın
zilyedliği de emaneten olan bir zilyedliktir. Çünkü bize
göre akâr gaspla tazmin olunmaz. Bu
Nihâye'de zikredilmiştir. Hidâye'de de, gasıbın gasbettiği yerde bulunan maktulün
tazminatının
gasıba
ait olduğuna delalet edecek sözler zikredilmiştir: Yani Hîdaye bu hükmü «akorda go$p
tohckkırit
eder» görüşü üzerine bina etmiştir. Bunu da imamlarımızdan bir çokları tercih etmiştir.
Minah.
«Eğer
maktutun bulunduğu yer sahipsiz bir arazi ise ilh...» Yani yukarda belirttiğimiz
gibi oradan da
ses
duyulmuyorsa.
«Zira
biz zikrettik ki: ilh...» Velvâliciye bunu, daha evvel gecen «diyet ve kasâme köylerden ses
duyulacak kadar yakın olanın üzerine vaciptir»
sözüne gerekçe olarak zikretmiştir. Şu. kadar var ki
Velvalciye, ta'lil ile muallel arasını musannıfın metin olarak zikrettiği, «mekanın haline itibar edilir»
sözü
ile ayrılmıştır. Şarih de bu
ayırımın onun illeti olduğunu zannetmiştir. Halbuki öyle değildir.
Zira
burada diyetin hazineden ödenmesinin
mâmur yerlerde sesin duyulmayacağı kadar uzak
olması
halinde olduğunu biliyorsun.
«Toprak
sahibi de o köy halkından olması
ilh...» Bu sözün mefhumu muhalifi
(zıddından anlaşılan)
şudur:
Eğer yerin sahibi de. o köy halkından ise, köy halkı onun akilesi olduğu takdirde o da köy
halkına
dahil olur.
Düşün.
«Bu
açıktır ilh...» Şârihin daha önce söylediği «o zaman yakınlığa
itibar edilmez» sözü ile birlikte bu
ifadesine
hiç ihtiyaç yoktur.
«Çünkü
toprağı idare etmek ilh...» Şârihin bu sözü düşürülmüş bir ifadenin gerekçesidir. O da
şudur:
Aksi halde diyet malikin ve
velayet sahibinin üzerinedir. Çünkü... T.
«Kasâme
ev sahibi üzerine gerekir ilh...» Buna göre o, tekrar tekrar yemin eder. Vetvâliciye. Bina
kilitli
olup içinde hiçkimse olmasa bile durum aynıdır. Tûrî. Kasâmenin ev sahibi
üzerine oluşu
maktülün
velisinin ev sahibinin katil olduğunu iddia ettiği zaman da söz konusudur. Ama eğer
maktulün
velisi başka birinin katil olduğunu
iddia ederse ev sahibine ne kasâme ne de diyet
vaciptir.
Tatarhâniye.
«Eğer
âkilesi de orada bulunuyorlarsa ilh...» Yani Burhan'dan naklen Şurunbulâliye'de de
belirtildiği
gibi âkilesi de onun şehrinde bulunsalar...
«Ebû
Yusuf buna muhalefet etmiştir
ilh...» Zira o, «Akilesi kasâmeye dahil olmaz, zira bir
başkasının onun binası üzerinde velâyet yoktur» demiştir.
İmam-ı
Azam ile İmam Muhammed'in delilleri şudur: Akile birbirlerini korumak ve yardımlaşmak için
toplandıklarından
dolayı sahibini korumakla
birlikte evini korumak da onlar
için gereklidir. Bunun
aksine
eğer akilesi o şehirde değillerse kasâmeye dahil olmazlar. Velvâliciye.
M
E T İ N
Kasâme
ve diyet; hıtta ehli imam. bir yeri fethettiğinde kendilerine verdiği kişilere aittir. Onlardan
bir
kişi de kalsa hüküm aynıdır. Orada oturanlarla, o yeri
alanların vazifesi değildir. Ebu
Yusuf ise
kasâme ve diyette bunların hepsinin müşterek olduklarını söylemiştir. Eğer oranın ilk sahiplerinin
hepsi
mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icma ile müşterilerin üzerinedir.
Eğer
maktul bir topluluğun ortak olduğu
bir binada bulunsa ve binanın
ekserisi birisinin olsa o
zaman
diyet şuf'a gibi ortakların sayılarına göredir.
Eğer
bina satılsa alan kimse onu kabzetmeden içinde birisi ölü olarak bulunsa diyeti satanın âkilesi
üzerinedir.
Muhayyerlikle satılan bir mülkte bulunan maktulün diyeti ise evi elinde
tutanın akilesi
üzerinedir.
İmameyn bu görüşe muhalefet etmiştir. Şâhitler, maktulun bulunduğu evin zilyede ait
olduğuna
şahitlik edinceye kadar akile diyeti
ödemez. ZiIyed, öldürülenin kendisi de
olsa durum
aynıdır. Nitekim ileride gelecektir. Sadece zilliyetlik kâfi değildir, hatta eğer yalnız zilliyet yeterli olsa
idi
ne akilesi ne de kendisi diyeti ödemezdi. Dürer. Dürer
buna gerekçe olarak şöyle demiştir:
«Varisler için yine varislerin aleyhine diyet yüklemek mümkün değildir.» Ancak bunda da bir
yanlışlık
var. Zira diyetin maktul için alındığı takarrur etmiştir. Hatta vârislere hiçbirşey kalmasa bile
borçları
diyetten ödenir. Sonra da varisleri ona
hâlef olurlar. Bu durumda
diyeti varislere yüklemek
(varisler
için değil) ölü için olur. Böyle söylenmiştir.
Ben
derim ki: şöyle de denilebilir: «Maktul kendisi için diyet veremediğine göre, şüphe kuvvetli
olduğu
için başkası da hayda hayda veremez». Sen düşün.
Eğer
bir maktul bir gemide bulunsa kasâme ve (Dürer) diyeti ittifakla gemide bulunan yolcularla
gemi
mürettebatı üzerinedir. Çünkü gemi
hayvan gibi onların elindedir. Arabanın hükmü de
gemininki
gibidir.
Bir
mahalle mescidinde ve mahalle halkına hâs bir sokakta bulunan bir maktûlun kasâme ve diyeti
İbnu
Kemal'in de Bedayi'e istinaden ifade ettiği gibi mescidin cemaatı veya sokak halkı üzerinedir.
Molla
Hüsrev bunu tahkik etmiş, musannıf da
ikrar
etmiştir.
Mülk
olan bir sokakta bulunan maktulun
kasâme ve diyeti de o sokağın
sahipleri
üzerinedir.
İmam
Ebû Yusuf'a göre ise sokakta oturanlar üzerinedir. Mülteka.
Mülk
olmayan sokak ile önü açık olan
cadde, hapishane ve büyük camide ve müslümanlardan
birinin
veya sayılabilecek bir cemaatin olmayıp müslümanların umumunun tasarrufta bulundukları
yerde
bulunan maktul için hiçkimse üzerinde kasâme ve diyet yoktur. İbnu Kemâl onun diyeti ancak
hazineden
verilir. Zira sorumluluk
menfaatle olur. Sonra, zikredilen yerlerde diyetin hazineden
ödenmesi
o yerin mahallelerden uzak
olması halindedir. Mahallelere uzak değil de yakınsa o zaman
kasâme ve diyet maktulun bulunduğu yere en yakın mahalle halkı üzerine vacip olur. Çünkü o,
mahalle
halkının koruması ile korunabilir. O zaman kasâme ve diyet mahalle halkı üzerinedir.
Maktül
mahallelerden uzak bir sokakta olur ve geceleri orada oturan bulunur veya birisinin
orada
mülkü
varsa kasâme ve diyet aynı şekilde onun üzerinedir. Çünkü
onun o yeri koruması gerekir. Bu
durumda
kusurlu olmakla suçlanılır. Kusurun gerektirdiği kasâme ve diyet de kendisine gerekir.
Nihâye'ye nispetle İnaye'de böyle
denilmiştir.
Ben
derim ki: Merhum Osmanlı müftüsü Ebu's-Suud efendi de böyle
fetva vermiştir. Bu ifade her
nekadar
metinlerde olmasa bile musannıf buna itimad etmiştir. Zira bu fetvâların ve şerhlerin
ekserisinde sarahaten söylenmiştir.
Unutulmasın...