İZNİ
OLMADAN BAŞKASlNIN MALINDA TASARRUFUN CEVÂZI BAHSİ
«Eşbâh'ta
zikredilen birkaç mesele müstesnadır ilh...» Birincisi, baba veya evlât diğerinin hasta
olması
halinde, izinsiz olarak onun malından ihtiyacı olan şeyleri
alabilir. Ama onun malını alamaz.
Seferde
olan iki arkadaşın hükmü de yine böyledir. Bunlardan birisi hasta olan arkadaşının
ihtiyacını onun parası ile ve izin almadan temin edebilir. Zira sefer-de arkadaş insanın ailesi
yerindedir.
İkincisi: Emânetçi emânet verenin baba veya annesine, hâkimin, görüşünü almanın mümkün
olmadığı
bir durumda, emanet maldan nafaka verse istihsânen zamin olmaz. Kenz sahibinin bu
konuda
zamindir demesi hâkimin reyine başvurma imkânının olmasına hamledilir.
Üçüncüsü
: Seferde birisi ölse, arkadaşları onun malını satarak parasıyla onu defnetseler, kalanını
da
ailesine götürseler istihsanen zamin olmazlar. Veya birisi yolda bayılsa, onun malından ona
yedirseler. yine zamin değillerdir.
İmam
Muhammed'den şöyle bir şey hikâye edilmiştir: İmam
Muhammed'in bir öğrencisi ölür. Onun
tachizi
için kitaplarını satar. İmam Muhammed'e onun, kitaplarının satışını vasiyet etmediğini,
dolayısıyla nasıl sattığını sorarlar. Bunun üzerine İmam Muhammed şu âyeti okur: Allah
düzeltenden
bozanı ayırt etmesini bilir.»
(Bakârâ : 220) O halde İmam Muhammed'in bu işini kıyas
edildiğinde,
diyaneten de zamin olmaz. Ama hükümde zamin olur.
Ticaretle
izinli olan bir kölenin efendisi ölse, o da yolda onun malından harcasa, hüküm yine
böyledir. Yani zamin olmaz.
Mahalle
halkından bazıları mütevellisi olmayan mescidin gelirinden
mescide hasır ve benzeri şeyler
için
sarfetseler, yine zamin
olmazlar.
Büyük varisler, vasileri olmadıkları halde küçük varislere hisselerinden yedirseler veya vasi Kadı
bilmediği
halde ölünün üzerindeki bir borcu ödese, bunlarda diyaneten zıman yoktur. Eşbâh ve
haşiyelerinden.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Bir kimse ocakta odun olduğu halde ocağın üzerine güvecini
koysa. bir diğeri de gelerek ocağı yaksa, yemek pişse, ocağı yakan kimse istihsânen zamin olmaz.
Bu
cinsten beş mesele vardır. Bunlardan
birincisi yazdığımızdır.
İkincisi: Adam başkasının
buğdayını öğütse zamin olur. Ama eğer mâlik buğdayı değirmenin ambarına koysa,
değirmenin
taşını
çevirecek eşeği de bağlamış olsa, bir diğeri gelerek o eşeği sürerek buğdayı öğütse, zamin
değildir.
Üçüncüsü: Başka birisinin destisini kaldırsa, desti kendiliğinden kırılsa, zamin olur. Ama
eğer
destiyi sahibi kaldırsa, kendine
doğru eğilse, bir diğeri gelerek ona yardım etse, desti kırılsa,
zamin
olmaz. Dördüncüsü: Birisinin hayvanına yük yüklese, hayvan helâk olsa zamin olur. Ama
eğer
hayvanın sahibi hayvana bir şey yüklese, hayvanın sırtından o yük düşse, bir diğeri de aynı
yükü
hayvana yüklese hayvan helâk olduğu takdirde zamin olmaz. Beşincisi: Bir diğerinin
kurbanını,
kurban kesim günlerinin dışında kesmesi caiz değildir. Kestiği takdirde zamin olur. Ama
eğer
bayram günlerinde kesse caizdir ve
zamin değildir. Yine şu mesele de bu meselelerin
cinsindendir: Bir kimse binasını yıkmak için hazırlık yapsa, bir diğeri de gelip binayı yıksa,
istihsânen
zamin olmaz. Kasabın koyununu kesse, eğer kasap koyunun ayaklarını bağladıktan
sonra
kesmişse, zamin değildir. Yok eğer kasap bağlamadan kesmişse, zamin olur. Bu cins
meselelerin hepsinde kaide şudur: Yapılmasında fark olmayan meselelerde, delâlet yoluyla yardım
talebi
sabittir. Delâleten yardım talebi
sabit olan işleri bir başkasının yapması da caizdir. Yok eğer
işin
yapılmasında in-sanlara göre fark
varsa, o zaman câiz değildir. O halde birisi koyunu kestikten
sonra
derisini yüzmek için assa, bir diğeri gelip onu soysa, zamin olur. Çünkü
soyma bakımından
insanlar
birbirinden farklıdır.» Özetle.
Kınye'de şöyle denilmektedir: Ortaklardan birisi ortağına ait olan eşeği alarak onunla un öğütse,
eşek
ölmüş olsa, eşek sahibinin delâlet yoluyla izni olduğundan zamin değildir. Bunun cevabı örf
ile
şöyle bilinmiştir: Delâlet yoluyla iznin bulunduğu yerde, her ne kadar
açık izin bulunmasa da,
zamin
olmaz. Meselâ, oğlunun eşeğini veya babasının eşeğini babasından izinsiz çalıştırsa, eşek
öldüğü
takdirde zamin olmaz. Veya kendi işi
için karısının cariyesini gönderse, cariye isyan edip
kaçtığı
takdirde zamin olmaz. Çünkü kocanın malını kullanma hususunda karısının açık olmasa bile
dolaylı yoldan izni vardır.
«Sıpaya
zamin olur ilh...» Bu «zamin olur»
sözü Mirâç, Bezzâziye ve diğer
kitaplarda olan. «eğer o
sıpayı
anası ile sürmezse, zamin olmaz» sözüne aykırıdır. Biz bunu gasb
bahsinin başlarında
Zeylâî'den naklen takdim ettik. Şu kadar var ki, Şurunbulâliye Kadıhân'dan şunu
nakletmiştir:
«Uygun olan, yine onun sıpaya zamin olmasıdır. Zira sıpa ancak annesiyle sevkedilir.» Nitekim
fakihler
«Birisi buzağıyı gasbetse,
annesinin memeleri kurumuş olsa, o buzağıya ve sütünün
kurumasından
dolayı annesine gelen
noksanlığa zamindir» demişlerdir.
Ben
derim ki: Eğer bu mesele meşâyihin çıkardığı meselelerden ise Kadıhân'ın tercih ettiği şekil
güzeldir.
Bundan dolayı da İbni Vehbân Kadıhân'ın tercihi yönünde bir yol izlemiştir. Ama eğer
mesele
müctehidden nakledilmiş ise, müçtehide uymak daha
güzeldir.
«O
malın değîşmesinde ilh...» Açık odur ki, burada tazmin
edilecek olandan maksat, sıpadır. Zira
sıpa
helâk olduğunda hali değişmiştir. Gâsıb da onu helâk edecek bir fiili olmadığı halde onu zamin
olmaktadır.
«Ondan
su içebilir mi ilh...» el-cevap: Evet. Eğer ırmağın yönünü değiştirmiş ise ondan su içmesi
veya abdest alması mekruhtur. Zira gasbın eseri yolunu değiştirmekle ırmakta açığa çıkmıştır. Yok
eğer
yolunu çevirmemişse, ondan su içmesi veya abdest alması mekruh değildir. Zira su içme ve
abdest
alma konusunda herkesin hakkı sabittir. İbni
Şıhne.
«Temiz
olduğu halde temizleyici olmayan bir nehir var mıdır ilh...» el-cevap: Seri attır. Yani nehir
kelimesi at anlamına gelmektedir. Ata bahır da denilir. Çünkü
bazı müfessirler, «Mısır hükümdarlığı
ve
altımda akan ırmaklar benîm değil mi?» (Zuhruf: 51) ayetindeki «altımdan akan ırmaklar» tabirim
«atlar»
olarak tefsir etmişlerdir. Yine Rasûlullâh sallallahü aleyhi vessellem atı hakkında, «Biz onu
bahır
olarak (deniz) bulduk.» buyurmuştur.
İbnî Şıhne. Allah daha iyisini
bilir.
METİN
Gâsıb,
gasbettiği malı kaybetse ve kıymetini mâlikine tazmin
etse, biz Hanefîlere göre ona mâlik
olur.
Ona mâlik olması da gasb vaktine istinad eder. O zaman gasbettiği malın kazançları da ona
teslim
edilir ama yavruları değil. Mülteka.
Gâsıb
ile mâlik malın kıymetinde ihtilâf ederlerse, muteber olan söz, yemini ile birlikte gâsıbındır.
Eğer
mâlik kıymetin daha fazla olduğuna
dair delil getirmemişse bu böyledir. Eğer malik delil
getirmişse
veya her ikisi de delil
getirmişse, o zaman makbul olan söz delili ile birlikte mâlikindir.
Gâsıbın
delili kabul edilmez. Zira ziyadeyi nefyetmek üzere delil getirmektedir. Sahih olan da ancak
bu
görüştür. Zeylâî.
Musannıf
Bahır ve Cevâhir'den şunu nakletmiştir: «Gâsıb veya haddi aşan emânetçi «Ben
gasbedilenin
veya emanetin kıymetini bilmiyorum.
Şu kadar var ki onun kıymetinin malikin
dediğinden
az olduğunu biliyorum.» dese, o zaman makbul olan söz yemini ile birlikte gâsıbındır.
Ama
beyan etmeye zorlanır. Eğer beyan etmezse, o zaman mâlikin iddia ettiği ziyade üzerine yemin
teklif
edilir. Eğer mâlik de yine ziyade üzerine yemin ederse, kıymeti alır.»
Kaybolan gasbedilmiş mal sonradan ortaya çıksa, gasb gasbedileni alır, kıymetini verir. Veya
kıymetini
vermişse o gasbedileni malikine geri verir, kıymetini alır. Bu
zikredilenler bizim
kitabımızın
özelliklerindendir. Hatırda tutulsun.
Kaybolan gasbedilmiş mal açık olduğunda kıymeti gâsıbın tazmin
ettiğinden daha fazla olsa veya
sağlam
görüş üzere misli veya azı olsa
İnâye -uygun olan, kıymetinin daha
fazla olması görüşünü
terketmesiydi-
gâsıb kıymeti kendi sözüyle tazmin
etmişse, o zaman mâlik o gasbedileni alır almış
olduğu
karşılığı geri verir veya tazminatı tasdik eder. O zaman kıymeti az olsa bile gâsıb için de
muhayyerlik yoktur. Çünkü onu kendisine
kendi ikrarı ile gerekli kılmıştır. Bunu Vanî zikretmiştir.
Evet,
gâsıb ne zaman kıymetini tazmin ederek mala mâlik olsa, o zaman ayıp ve görme
muhayyerliği sâbit oIur. Müctebâ.
Gâsıb
eğer malikin sözü, delili veya kendinin yeminden kaçınmasıyla malı tazmin etmişse, o zaman
mağsub
masıbındır, mâlike de muhayyerlik yoktur. Çünkü mâlik razı olmuştur. Zira yalnız gasıbın
tazmin
ettiği miktarı iddia
etmiştir.
Gâsıb
gasbedilen malı satsa, mâlik de ona tazmin ettirmiş olsa, gâsıbın satışı geçerli olur.
Gâsıb
gasbedilen köleyi azad etse, sonra da tazmin etmiş olsa, azadı geçerli olmaz. Ama köleyi
sattığı
müşteri azad etmiş olsa, bu sağlam görüşe göre geçeri olur. İnâye.
Zira
eksik mülk, satım akdinin geçerli olması için yeterli ise de azad için yeterli
değildir.
Gasbedilen
malın şişmanlık ve güzellik gibi bitişik veya sütü ve meyvesi gibi ayn fazlalıkları emânet
hükümlerine
tabidir. Onlara tecavüz etmediği veya mâlikin talebinden sonra men etmediği sürece
zamin
olmaz.
Mâlik
eğer güzellik ve şişmanlık gibi bitişik bir fazlalığı taleb ederse, zamin olmaz. Gûsıb câriyeye
doğumla
gelen noksanlığı tazmin eder. Bu noksanlık tamamlamaya yeterli olursa çocuğun kıymeti
veya onun gurresi ile tamam olur. Eğer tamamlanmazsa, onun hesabı kadar düşülür.
Cariye ölse, çocuk da onun kıymetini karşılamış olsa, yeterli olur. Sağlam olan görüş de budur.
İhtiyar.
Gâsıb
gasbedilen câriye ile zina etse, onu gebe olarak mâlikine iade etse, doğumda o cariye ölse,
gebe
kalmazdan önceki kıymetiyle gâsıb cariyeyi tazmin eder. Ama hür bunun aksinedir.
Çünkü hür
kadın
gasb ile tazmin edilmez. Zira gâsıbın zamin oluşu, geri vermenin fasid oluşundan sonra
devam
eder.
Gâsıb
câriyeyi sıtmalı olarak geri verse, zamin olmaz. Eğer câriye gâsıbın yanında zina etse, gâsıb
câriyeyi geri verse, cariyeye had vurulsa ve câriye ölse. hüküm yine böyledir. Mültekâ.
Gâsıb
câriye ile zina ederek onu ümmü'l-veled yapsa, neseb
sâbit, çocuk da köle olur.
Gasbedilen
malın menfaatleri, gâsıb o menfaatlerden ister istifade etsin, ister etmesin, bize göre
yukarıdaki
hükmün aksine tazmin edilmez. Metinlerin bazılarında «gasbın menfaatleri mazmun
değildir...»
sözü mevcuttur. Şu kadar var ki, bu
söz, gelecekteki müslümanın şarabı sözünün atfına
uygun değildir. Ancak üç şeyde gasbın menfaatleri tazmin edilir. O halde müteahhirün âlimlerin
ihtiyarı üzere, ecr-i misil vermesi gerekir.
İstisna
olan meseleler şunlardır: Gasbedilen mal oturmak veya galle, getirmek için vakıf olursa
veya yetim malı olursa, menfaatlerinin ecr-i mislini verir. Ancak yetim malı meselesinde de şu
mesele
istisna edilmiştir: Yetimin annesi kocası ile birlikte ücretsiz olarak yetimin evinde otursa,
onlara
oturmak yoktur. Onlar üzerine ücret
de yoktur. Eşbâh'ta da Kınye'nin
vasiyetler bahsine
nisbetle
hüküm böyledir.
Ben
derim ki: Yetimin ortağının yetimin
evinde oturması hali de istisna edilmiştir. Çünkü
musannıfın
Kınye ve diğer eserlerden naklettiğine göre ortağın üzerine de hiçbir şey gerekmez.
Bazı
âlimler tarafından da «Yetimin evi vakıf evi gibidir» denilmiştir.
Ben
derim ki: Her iki fer'i de mütekaddimün fakihlerin «ücret yoktur» sözüne hamletmek
mümkündür.
Ama güvenilen görüşe gelince, yetim çocuğun evi vakıf gibidir. O halde
yetimin
annesinin,
kocasının veya ortağının da ücret vermesi vacibtir. Çünkü annesinin
oturacak yeri
kocasının
üzerine vâcibtir. Koca da yetimin
evinin gâsıbıdır. O zaman kadının
kocasının ücret
vermesi
gerekir. İbni Nüceym de böyle fetvâ vermiştir.
Bu
mesele Seyrefiye'de «Eğer yetimin engel olmaya gücü yeterse, o zaman ücret yoktur»
şeklinde
açıklanmıştır. Eğer men'e kadir değilse, Seyrefiye'de olan tafsilat zahir değildir.
Eğer
engel olmaya gücü yetmezse, Seyrefiye adlı eserdeki ayrıntı açık değildir. O zaman o ücret
mutemed
görüş üzere yetimin annesinin kocasının üzerine vacibtir, annesinin üzerine değil.
Nitekim
bu, Tenvî-rü'l-Besâir'de de ifade
edilmiştir.
Sonra
Hâniye'den şunu nakletmiştir: «Ev
meselesi de tarla meselesi gibidir. Ortaklı evde oturma
eve
zarar vermediği takdirde, hazır olan
kişi oturabilir. Sonra da gaib olan ortak, ortağının oturduğu
kadar
evde oturabilir.»
Fakihler
demiştir ki: «Fetvâ Hâniye'den nakledilenin üzerinedir. »
İZAH
Musannıf
gaspla ilgili ön bilgileri ve gâsıbın tazminatla gasbedilene nasıl mâlik olacağını
zikretmiştir.
Bu fasılda da gasb meseleleri ile bitişik olan meseleleri zikretmektedir. Zaten
musannıfların
adeti de budur.
Nihâye.
«Kaybetse ilh...» Uygun olan musannıfın burada «gaib olsa» demesiydi. Zira böyle deseydi
«Gasbettiği
köle isyan ederek kaçsa, gâsıb da onun kıymetini tazmin ettiği takdirde ona mâlik
olur.»
meselesini de kapsamına alırdı. Bunu Tûri ifade etmiştir. Tûrî ayrıca, «Kaybetmenin hükmü
de
bundan öncelikle bilinirdi» demiştir.
«Kıymetini mâlikine tazmin etse ilh...» Yani mâlik tazminatı isterse. Yok eğer istemezse gasbedilen
mal
bulunana kadar sabreder," İnâye'de olduğu gibi.
H.
«Biz
Hanefîlere göre mâlik olur ilh...» Yani Şâfiîlerin aksine. Zira yukarıda geçtiği üzere gasb
mahzurlu
bir şeydir. Mülke sebep olmaz.
Müdebber kölede olduğu gibi. Bizim
için delil şudur:
Gâsib
malın bedelini tam olarak teslim etmiştir. Gasbedilen malda bir mülkten diğer bir mülke
nakletmeye
elverişlidir. O zaman gâsıbtan
zararı def için gâsıb ona mâlik olur. Ama mübedder
bunun
aksinedir. Çünkü o, nakle elverişli değildir. İbn Kemâl.
«Kazançları da ona teslim edilir ama çocukları değil ilh... Bu görüş musannıfın «gasb vaktine
istinad
eder» sözünün ayrıntısıdır. Çünkü gasb vaktine istinadla sabit olan mülk eksiktir. Bir
yönüyle sabit diğer yönüyle ise sabit değildir. O zaman o mülkiyetin eseri, ayrı olan bir
ziyadede
ortaya çıkmaz. İnâye ve Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi.
Fark
şudur: Çocuk ayrıldıktan sonra
annesine tâbi değildir. Kazanç ise bunun aksinedir. Çünkü o
bir
yararın bedelidir. O zaman o sırf onu kazanana tabidir.
Ben
derim ki: Bunun açık şekli şudur: Kazançlardan maksat, mutlaka güzellik ve semizlik gibi
bitişik
olan ziyadedir. Çocuktan maksat da
mutlaka süt ve meyve gibi ayrı olan ziyadedir. O zaman,
ayrı olan ziyade ona teslim olunmaz. Gâsıb tazminatla gasbedilene mâlik olduğundan. Buna da
yukarıda
geçen delâlet etmektedir.
Zeylâî'nin görüşü de şöyledir: «Bitişik ziyade ile kazanç bunun aksinedir. Çünkü o tabidir. Ama ayrı
olan
ziyade böyle değildir. Mevkuf olan
veya kendisinde muhayyerlik bulunan satım akdi de bunun
aksinedir. Çünkü mevkuf olan satım akdi de muheyyerlik bulunan satım akdi de yine ayrı ziyadeye
malik
olur. Zira satım akdi, mülke sebep olarak konulmuştur. O zaman her yönüyle mülkiyet satım
akdine
dayanır.»
«Söz,
yemini ile birlikte gasıbındır
ilh...» Yani söz gâsıbındır. Çünkü
gâsıb mâlikin iddia ettiği
ziyadeyi «Bunun kıymeti ancak on'dur» sözüyle inkâr etmektedir.
Minyetü'l-Müftî.
«Söz
delili ile birlikte mâlikindir ilh...» Zira mâlikin delili ziyadeyi ispat
etmektedir.
Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Bu davada mâlikin gasbedilen malın vasıflarını zikretmesi şart
değildir.
Diğer davalar bunun aksinedir.» Bu
mesele hatırda tutulmaya layıktır. Şurunbulâliye.
«Gâsıbın
delili kabul edilmez ilh...» Minâh'ta şöyle denilmiştir: Eğer mâlik delil ikâme etmekten âciz
olduğu
için gâsıbın yemin etmesini istese,
gâsıbın da malın kıymetine şehâdet edecek delili olsa,
delili
kabul edilmez, mâlikin davası üzerine yemin teklif
edilir. Çünkü gâsıbın delili ziyadeyi
nefyetmektedir. Nefy üzerine delil de kabul edilmez.»
Meşâyihin
bazısı da şöyle demektedir: «Uygun olan, yemini düşürmek için, delilinin kabul
edilmesidir. Emânet veren emânetin geri verilmesini dava ettiği zaman da söz onundur. Eğer
emânetçi
bunun üzerine delil ikâme ederse, delili kabul edilir. O halde gâsıbın delilinin de kabul
edilmesi
gerekir.»
Ebû
Ali en-Nesefî de «Bu mesele kapalı meselelerden sayılır» demiştir.
Meşâyihten
bazıları da bunların farklı olduğunu
söylemiştir. Sağlam olan da farklı olmasıdır. İnâye,
Nihâye ve Tebyîn adlı eserlerde olduğu gibi.
«Musannıf
nakletmiştir ilh...» Musannıf bu konuyu Minâh'ında Bahır ve
Cevâhirü'I-Fetâvâ'dan
gasbın
başındaki «Gâsıb gasbedilenin helâkini iddia ederse...» sözünün yanında zikretmiştir. Sonra
da
Cevâhirü'l-Fetâvâ'dan nakli burada tekrar etmiştir. Şârih de bu meseleyi ikrar kitabından hemen
önce
naklederek Bahır'ın dava kitabına dayandırmıştır. Bahır'da
Kenz'in «yemin davacıya
çevrilmez»
sözünden hemen önce naklederek Muhit'e isnad etmektedir. Muhit de İmam
Muhammed'den
rivayet
etmektedir.
Şârih,
Muhit'ten şunu da nakletmiştir: «Bu konu bizim kitabımızın özelliklerinden ve kitabımızın
garib
meselelerindendir. O halde onu hıfzetmek vacibtir.»
Şârih
bu ifade ile Bahır'ın Muhit'ten ve
Cevâhir'den naklettiği ifadeyi en güzel şekilde birleştirmiştir.
Zira
Bahır'ın ifadesinde gâsıbın yemin
etme meselesinin hükmü beyân
edilirken, yeminden kaçınma
meselesi hakkında susulmuştur. Cevâhir'in ifadesinde ise bunun aksi yapılmıştır. Şârihin
zikrettiklerinin hepsi nakle dayanır. Kendi başına bir şey söylememiştir. Yalnız bunu güzel ifade
etmiştir.
«Gâsıb
dese ilh...» Meselâ mâlik gasbedilen malın kıymeti yüz'dür diye beyân ettikten sonra gâsıb
böyle dese.
«Söz
gâsıbındır ilh...» Şârih burada yalnız gâsıbı zikrederek emânetçiyi zikretmemiştir. Zira
emânetçi
haddi aşması ile gâsıb olmaktadır. H.
«Beyân
etmeye zorlanır ilh...» Çünkü, bilinmeyen bir kıymeti ikrar
etmiştir. Bahır, Muhit'ten. Yani
hâkim
ona beyan etmesini emreder. Zira
«Ben onun kıymetini bilmiyorum» demesinde yalan
ihtimali
vardır.
«Eğer
beyan etmezse ilh...» Bâhır'ın
ifadesi şöyledir: «Eğer beyan
etmezse, gasbettiği malın
sahibinin
iddia ettiği ziyade üzerine yemin eder. Yemin ettiği
takdirde gasbettiği malın sahibi de
kıymetinin
meselâ yüz olduğuna yemin eder ve
gâsıbtan yüzü
alır.»
Ziyadeden maksat, malikin davasının tazammum ettiği ve gâsıbın da
«Onun kıymeti mâlikin
dediğinden
azdır» sözünün kapsadığıdır. O zaman gasıb malın kıymetinin mâlikin iddia ettiği kadar
olmadığı
üzerine yemin eder.
Şârih
meseleyi «eğer beyan etmezse» sözüyle kayıtladı ki beyan etitiği takdirde,
meselâ onun
kıymeti
elli'dir dediği takdirde söz
gâsıbındır. İşte bu da geçen metnin meselesidir. O halde şerhin
asıl
nüshasının «Eğer beyan etse» sözü
olması geçerli değildir. Çünkü iki meselenin hükmü ayrıdır.
Anla.
«Mâlikin
de yine ziyade üzerine yemin ederse
ilh...» Şârih «yine» sözüyle yeminden maksadın
gâsıbın
yemininden sonraki yemini olduğunu ifade etmektedir. H. diyor ki: «Bunun şekli açık
değildir.
Yani mâlikin yine yemin etmesinin şekli açık değildir. Araştırılsın.»
Allah'dan
başarıya ulaştırmasını dileyerek diyorum ki: Mâlikin yemin etmesinin şekli şudur:
Şüphesiz
gâsıb beyân etmediği zaman söz, yemini ile birlikte gâsıbın olması mümkün değildir. Ama
metnin
meselesi bunun aksinedir. Gâsıb beyân etmediği zaman mâlikin davası ortadan kaldırılmış
olmamaktadır. Zira mâlikin davası ancak bir şey beyân etmekle kalkar. O da o şeyde yeminiyle
tasdik
edilmiş olur. Mademki mâlikin davasını ortadan kaldırmıyor, öyleyse, malike yemin teklif
etmenin
faydası nedir? Gâsıbın yeminden kaçınmasıyla mâlikin davasının sâbit olmasın tevessül
etmektir.
Yemin ettiği zaman kaçınma olmadığından mâlikin davası sâbit olmaz, fakat ortadan
kalkmış da olmaz. Çünkü beyân yoktur. O zaman dava kendi hâliyle kalmış olur. O zaman davanın
aydınlığa çıkması yemine ihtiyaç gösterir.
Davacıdan
da olsa, yemine ihtiyaç vardır.
Çünkü davalının yemininde bir fayda
yoktur. Bunun
örneği
olan birkaç mesele vardır. O meselelerden birisi şudur: Semenin veya mebiin meblağı
hususunda
iki taraf ihtilâf etseler, o zaman her ikisi de karşılıklı yemin ederler. Halbuki bunlardan
birisi
davacı birisi de münkirdir. Bu
mesele de metinlerin meselesidir. İşte bunun şekli hususunda
bana
açık olan
budur.
Birî,
Eşbâh'ın dava bahsinde
Tatarhâniye'den naklen şöyle demiştir: «Hâkim Ebû Muhammed İmam
Muhammed'e
ta'n ederek, «Bize gâsıba göre yemin davacıya meşrû değildir. Bana göre bu konuda
doğru
cevap şudur: Hâkimin gâsıba beyandan
kaçındıktan sonra şöyle demesi gerekir: Kıymeti
yüz'müdür,
elli'midir, otuz mudur? Hâkimin
böylece örf ve adette kıymeti daha
aşağı olmayacak bir
dereceye
vardıktan sonra onun onu ödemesi gerekir. Makbul olan söz de ziyadede yeminiyle
birlikte
mâlikin kılınır. Bunun cevabı şu cevap gibi olur:
Birisi başkasına ait olan elindeki mal
hususunda
başkası için belirsiz bir hakkı ikrar etmiş olsa, hâkim ona payları isimlendirerek yarısı
mı,
dörtte biri mi, üçte biri mi senindir?» şeklinde sorar. Ta ki, örfte ondan aşağısı ile temliki
kasdedilmeyen bir meblağa ulaşıncaya kadar sormaya devam eder. O zaman iddia olunan malı ikrar
edenin
ödemesi
gerekir.»
«Gasbedilen mal sonradan ortaya çıksa ilh...» Musannıfın daha sonra zikredeceği ifade ile birlikte
bu
söze hiç ihtiyaç yoktur. Zira
musannıfın zikrettiğine dayanarak
gâsıb mâlikin sözü ile zamin olur.
O
halde mâlike muhayyerlik yoktur. T.
Ben
derim ki: Şârih bu sözü zikretmekle Bâhır'ın ifadesinin tamamını kasdetmiştir. Bununla birlikte
musannıf
da zaten gâsıbın muhayyerliğini açık olarak zikretmemiş, mâlikin muhayyerliğini
kaldırmıştır. Halbuki ikisi arasında bir üstünlük yoktur. Şuna binaen ki,
gâsıba muhayyerliğin sâbit
olması
konusunda bir söz vardır ki biz onu
ileride zikredeceğiz.»
«Kıymetini verir ilh...» Yani daha önce kıymetini vermemişse. Eğer daha önce kıymetini vermişse,
bunu
alır.
«Kitabımızın
özelliklerindendir ilh...» Biz yukarıda zikrettik ki bu Muhit
sahibinin sözlerindendir ve
ondan
taraf nakledilenler cümlesindendir. Bunun özelliğinin şekli nedir? Yeminin davacı üzerine
vârid
olmasını içine alır. Çünkü bu
kitaplarda meşhur bir mesele değildir.
«Sağlam
görüş üzere ilh...» Bu «sağlam» sözü şârihin «onun misli veya azı olsa» sözlerine döner.
Bu
sağlam görüş de zahirü'l-rivâyedir. Zira mâlikin rızası tamamlanmamıştır. Çünkü, malikin iddia
ettiğini
gâsıb vermemiştir. Rızanın fevt
olduğu yerde muhayerlik sabit olur,
sözü Kerhî'nin sözünün
aksinedir. Çünkü Kerhî'nin sözünde ona muhayyerlik yoktur. Hidâye.
«Uygun olan kıymetinin daha fazla
olması sözünü terketmesiydi ilh...»
Yani musannıfa uygun olan,
bu
sözü terk etmesi veya Kudurî, Kenz ve Mültekâ sahiplerinin yaptığı gibi yapması idi. Zira onlar
ikinci
meselenin zikrini birinci meseleden önce yapmışlardır. Bazı şârihler de musannıfın bu
sözünü
yalnız geçmişe kayıt kılmışlardır. Şu kadar var ki, şârihin de Kuhistânî'ye uyarak dediği gibi
uygun olan, musannıfın bu görüşü her iki meselede de bir kayıt değildir.
«Mâlik
gasbedileni alır ilh...» Gâsıb da verdiğini alıncaya kadar gasbedileni hapseder. Zeylâî.
«Gâsıb
îçîn de muhayyerlik yoktur ilh...» Musannıfın bu
sözünde Yakûbîye'de sözü edilen ite
ilgili
red
vardır. Çünkü Yakûbîye'de bahsedilen, mâlikin rızasının olmaması ile illetlendirilmiştir. Uygun
olan,
muhayyerliğin kıymeti az dahi olmuş
olsa, sabit olmasıdır. Çünkü onun da mâlik gibi rızası
yoktur.
Bundan dolayı musannıf «Kıymeti az
olsa bile» demiştir.
«Kendi
ikrarı ile gerekli etmiştir ilh...» Ben diyorum ki, gâsıb zaten gasbedip kaybetmesiyle zamin
olur.
Bir de onun mülkiyetinin tamamı da gasbedilenin sahibinin rızasına bağlıdır ki bu da
mevcuttur.
«Kendinin
yeminden kaçınmasıyla ilh...» Yani yeminden kaçınmasıyla. Yani mâlikin dava ettiği
kıymet
kadar olmadığı hususunda yeminden kaçınmasıyla demektir. Şurunbulâliye.
«Gasbedilen gâsıbındır, mâlike de muhayyerlik yoktur ilh...» Mâlike muhayyerlik olmadığı gibi
gâsıba
da muhayyerlik yoktur. Zira o gâsıb yapmıştır.
Rahmetî.
T.
de «Gâsıba muhayyerlik hakkı vardır» demiş ve bunu da işâret yoluyla birincisinde gâsıba
muhayyerlik yoktur sözünden
almıştır.
Ben
derim ki: Ben kitaplara çok başvurdum, bu konuda açık bir nakil bulamadım. Ama görüşün
gerektirdiği
Rahmetî'nin dediğidir. Çünkü gâsıb gasbetmek ve kaybetmekle zâlimdir. Onun bunun
üzerine
ısrar etmesi de mâlikin rızasını gösterir. Madem ki gâsıb zalimdir, onun tarafına riayet
edilmez.
Fakihlerin her iki meselede de yalnız mâlike muhayyerlik tanımaları da bunu gösterir.
Çünkü
mâlik zulme uğrayandır. Bundan
dolayı İtkânî, birinci meselede mâlikin muhayyerliğini
gerekçeleştirirken şöyle demiştir: «Zira malı gasbedilen kimse mükreh gibidir. Çünkü onun hakkı
da
maldan razı olmadığı bir bedele intikal etmiştir. Mükrehe de fesih için muhayyerlik hakkı
sabittir.»
Musannıfın
diğer âlimler gibi «gasbedilen gâsıbındır» sözü buna muhayyerlik olmadığında açıktır.
Zira
onun mâlik olması malikin rızasına bağlıdır. Mâlikin rızası ise mevcuttur. Özellikte yeminden
kaçındığı
takdirde. Zira yeminden kaçınmak ikrardır.
Ama
Bahır ve Cevâhir'den naklen, geçmiş
meseledeki muhayyerlik hakkının gâsıba sübutu da
buradaki
muhayyerlik hakkının sübutunu göstermez. Zira her iki meselenin konusu birbirine
aykırıdır. Hem de, onun yapmış olduğu yeminde de onun doğru
olduğu açık olmuş, mâlikin sözüne
razı
olmamış, onun üzerine delil ikâme etmemiş ve yeminden de kaçınmamıştır. Zikredilenlerin
hepsinde
yukarıda Bahır ve Cevâhir'den nakledilen mesele, bu meselenin aksinedir. Hülâsası şudur
ki,
o zaman muhayyerlik hakkını gâsıba sabit kılmak şer'î bir hüküm olup, bu da nakle muhtaçtır.
Araştırılsın.
«Mâlik
de ona tazmin ettirmîş olsa ilh...» Musannıf şu meseleden kaçınmak için mâlikin tazmin
ettirmesiyle
kayıtlamıştır: Gâsıb gasbedileni satsa, mâlik de onu gâsıba satsa, veya ona hibe etse,
veya mâlik ölse, gâsıb onun vârisi olsa... Zira bu takdirde satım akdidir. Zira bir mülkiyet ârız
olmuştur
ki, o da tazminatın ödenmesine bağlıdır. O da satışı ile onu iptal etmiştir. Ebussuud,
şeyhinden.
«Satımı
geçerli olur ilh...» Satımının geçerli olması da, eğer gasbettiği günün kıymetini tazmin
etmişse.
Câmiü'l-Fusûleyn'de yirmi beşinci faslın hemen öncesinde şöyle denilmektedir: «Bir şey
gasbetse,
ve onu satsa, eğer gâsıb mâlike gasbettiği günün kıymetini tazmin etmişse
satım akdi
caizdir.
Ama eğer satış gününün kıymetini tazmin etmişse, câiz değildir.»
«Sağlam
olan görüşe göre geçerli olur ilh...» Yani gâsıbtan köleyi alan müşteri köleyi azad etmiş
olsa,
sonra da mâlik tazmin ettirmiş olsa, müşterinin azadı şeyhine göre sağlam görüşe göre
geçerli
olur. Yine mâlik satıma icazet verirse, nâfiz olur. Zira bu bir azaddır ki, kendi başına tam bir
mülkiyet
sebebi üzerine terettüb etmiştir.
Çünkü mebiye icazet sırasında
bitişik ve ayrı
fazlalıklarıyla birlikte mâlik olunur. Eğer satış kendi başına tam bir sebep olmasa idi böyle olmazdı.
Bu
bahsin tamamı Tebyîn adlı eserdedir.
«Noksan
mülk ilh...» Mülkiyetin noksan
olması, yukarda geçtiği gibi gasb gününü istinadla sabit
oluşundandır.
İbni Kemâl bu illete razı olmamıştır. Şöyle demiştir: «Çünkü bu illet gâsıbtan mal alan
müşterinin
azadı ile bozulur.» O şöyle İlletlendirmiştir: «Gasb mülkü ifade için bir konu değildir.»
Düşünülsün.
«Gasbedilen malın fazlalıkları ilh...» Gâsıbın galle talebiyle hâsıl olan kazançlar, yukarda ifade
edilen
gasbedilenin fazlalıklarından değildir. Çünkü gâsıbın galle talebi ile meydana gelen
kazançlar, gâsıb onları helâk dahi etmiş olsa, tazmin ettirilmez. Çünkü onlar menfaatlerin
karşılığıdırlar. Bize göre, gâsbın menfaatleri tazmin ettirilmez. O halde onun bedeli de tazmin
ettirilmez.
Kifâye.
«Fazlalıklar emânettir. Onlara tecavüz etmediği veya malikin tale binden sonra men etmediği
sürece,
zamin olmaz ilh...» Yani Şâfîiye aykırı olarak. İşte bu mesele gasbın gerçeğinde bizim ile
Şâfiînin
arasında ki ihtilâfın semeresidir. Nitekim şârih de gasbın başında buna dikkat çekti.
Öyleyse, gâsıb gasbedileni katletmiş olsa, ziyadesiyle birlikte ona zamin olur. İbni Melek.
Eğer
cariye ziyadeleştikten sonra helâk olsa, gâsıb onun gasb günündeki kıymetine
zamindir,
ziyadeye zamin değildir. Eğer câriyenin kıymeti de ziyadeleşmişse, yine gasb günündeki kıymetine
zamindir,
fazlasına
değil.
«Bitişik
bir fazlalığa talep ederse, zamin olmaz ilh...» Çünkü onu vermek mümkün değildir. O zaman
demek
ki gâsıb fazlalığı vermeye engel değildir. T.
Yalnız
şu mesele kaldı ki, eğer o ziyadeyi aslıyla birlikte talep etmiş olsa, şöyle ki, malık gâsıba
câriye
güzelleştikten sonra, hayvan da semizlendikten sonra bana teslim edeceksin dese, o da
engel
olsa, uygun olan, aslı gibi tazmin etmesidir. Araştırılsın. Rahmetî.
Ben
derim ki: Mecmâ'da bitişik ziyadenin satış ve teslim etmekle tazmin edilmeyeceği
zikredilmiştir. Mecmâ şerhi de «Yani Ebû Hânife'ye göre» demiştir. Ama ayrı fazlalığa gelince, bütün
fakihlerin
ittifakıyla bu tazmin ettirilir. Zira onu müşteriye teslim etmekle gâsıb haddi aşmış
olmaktadır.
İhtiyâr adlı eserde şöyle denilmiştir: «Eğer bitişik bir fazlalığı talep ederse, gâsıb da onu bir
başkasına satmışsa, onu tazmin etmez. Çünkü buradaki talebi geçerli değildir. Zira aslı olmadan
fazlalıkları geri vermek mümkün değildir. O halde mademki müşteriye teslim etmekle zamin
değildir,
yine onun talebine engel olmakla da
zamin
değildir.»
Biz,
gasbın baş tarafında
Câmiü'l-Fusûleyn'den naklen sunduk ki, bir koyun gasbetmiş olsa, koyun
yayında semizlenmiş olsa, koyunu kesmiş olsa, Ebû Hânife'ye göre koyunun gasbettiği gündeki
kıymetine
zamindır, kestiği günkü kıymetine değil. Koyun kendi başına
öldüğünde gasb günündeki
kıymetinin
tazmin ettirilmesi de böyledir.
«Gâsıb
câriyeye doğumla gelen noksanlığı tazmin eder ilh...» Yani gâsıbın yanında gebe kalırsa.
Veya
gâsıbın kölesiyle zina etmişse,
gâsıb ona zamindir. Ama cariye kocasından veya efendisinden
hamile
kalmışsa, gâsıbın üzerine tazminat yoktur. Cevhere.
Tûrî'de
Muhit adlı eserden naklen şöyle denilmiştir: «Câriyeyi gebe veya hasta olduğu halde
gasbetse,
gâsıbın elinde gebelikten veya hastalıktan dolayı ölse o zaman gâsıb ona hasta veya
gebe
olarak zamin
olur.»
«Kıymeti ile ilh...» Eğer çocuk sağ olarak dünyaya gelirse. Burada maksat, gâsıb câriye ve
çocuğunu
mâlike geri verirse, onun doğumla
noksanlığına çocuğun kıymetine
bakılarak
zorlanır.
«Gurresi
ile ilh...» Gâsıb veya başkası cariyenin karnına vursa ve cariye çocuğu ölü olarak düşürse,
gâsıb
onun gurresini (ceninin diyeti)
verir. Gurre, erkek ve hayattaki köle bir çocuğun
kıymetinin
onda
birinin yarısıdır. Eğer çocuk kız
olursa o zaman da kıymetinin onda
biri kadardır.
Bu
hususta İhtiyar'da şöyle
denilmiştir: «Zira kız olan cenin, çocuğun yerine geçer. Zira onun
yerine
bedel olarak verilmesi vacibtir.»
«Tamamlamaya yeterli olursa ilh...» Yani
doğumla cariyeye gelen noksanlığı çocuk veya çocuğun
gurresi
karşılarsa bu böyledir. Eğer
noksanlığın kıymetinden fazla
olursa, Gâyetü'l-Beyân'da
olduğu
gibi, hüküm yine böyledir. Eğer
noksanlığı karşılamazsa, o zaman o miktarı verir, geriye
kalanı
da tazmin
eder.
«Cariye
ölse ilh...» Bu meselede Ebû
Hânife'den üç rivayet vardır. Birisi, çocuğu da cariye ile geri
vermekle
kurtulmasıdır. Birisi, doğumun
getirdiği noksanlık kadarını zorlamak diğeri de, ondan
fazla
kalan kıymeti de tazmin ettirmektir.
Zâhirü'r-rivâyede gasb ettiği günün kıymetini tam olarak
geri
vermesi gerekir. Nitekim Mebsut adlı eserden naklen Nihâye' de de böyledir.
Şurunbulâliye.
«Câriye
ile zina etse ilh...» Yani gâsıb
veya başka birisi. T.
Hamevî'den.
Musannıf
burada şunun için gâsıbla kaydetmiştir: Cariye eğer kocasından veya efendisinden gebe
kalmışsa, o zaman câriye doğum sebebiyle ölse dahi gâsıb üzerine bir tazminat yoktur. İtkânî.
«Gâsıb
ilh...» Şârihin bu tefsiri gasbedilen kelimesinin kapsamından gasbedilen câriye ile zina
etmesi
meselesini çıkarmak istemiştir. Zira o zaman tazminat zinâ edenin üzerine değil, gasbeden
üzerinedir.
«Doğumdan
o câriye ölse ilh...» Yani fevri
değil, doğum sebebiyle, Kadıhân şöyle demektedir:
«Doğumda
veya nifasta ölse. Zira Ebû Hânife'nin görüşü üzerine doğumda ölen cariyenin hamileliği
efendisinin
yanında, gâsıbın reddi vaktinden altı aydan noksan bir zaman içinde açık olursa,
cariyenin
gasbettiği günün kıymetine
zamindir.»
Mevâhib'de
de şöyle denilmektedir: «İmam-ı âzâma göre gâsıb cariyenin gebe kaldığı günün
kıymetine
zamindir. İmameyne göre ise esâs
kavil üzere gâsıbın gebeliğin
getirdiği noksanlığı
tazmin
etmesi vacibtir.» Şurunbulâliye.
«Kıymetiyle gâsıb cariyeyi tazmin eder ilh...» Eğer çocuk kalırsa. Çocukla da zorlanmaz. Hindiye'de
olduğu
gibi. Zira gâsıb onu gasbetmiştir.
O cariyede telef sebebi de münakit olmamış,
reddolunmuştur.
O zaman geri verme geçerli olmaz. O halde zımandan beri olmaz. Meselâ,
gasbettiği
cariye yanında cinayet işlese, o
da onu geri verse, cariye o cinayetten dolayı kısas
edilse,
veya cariye cinayet yerine cinayet velilerine verilmiş olsa,
mâlik sanki cariye kendisine hiç
verilmemiş
gibi cariyenin bütün kıymetiyle rücu ederek gâsıbtan alır.
«Hamile
kaldığı günün ilh...» Hidâye, Mecmâ
ve diğerlerinde de böyledir. Yakûbiye'de bu meseleden
şöyle bahsedilmiştir: Uygun olan, gasb günündeki
kıymetinin tazmin edilmesidir.»
Yâkûbiye'ye
başvurulsun.
Yâkûbiye'deki bu konu hemen yukarıda bizim Kadıhan'dan
naklettiğimize de
uygundur.
«Hür
bunun aksinedir ilh...» Yani
birisi hür kadınla mükreh olarak zina etse veya etmese. İtkânî.
Dürer'de
bir görüş vardır. Azmiye. Azmiye'de de bir görüş vardır. Düşün.
«Geri
vermenin fasid oluşundan sonra
ilh...» Yani gebelik sebebiyle. Zeylâî ve musannıf «Reddi
asla
vacib değildir» sözünü ilave
etmişlerdir. Remlî, «Cinayet
bahsinde gelecektir ki, her kim
birisinin
karısını iğfal etse, o kadını geri verinceye kadar o kimse hapsedilir ve hapishanede ölür.»
Umulur
ki, fesadı ortadan kaldırmak için gasp konusundaki mesele kıyasa, cinayet konusundaki
mesele
ise istihsâna dayalıdır.
«Câriyeyi sıtmalı olarak geri verse ilh...» Bu iki mesele ile metin meeselesi arasındaki fark şudur:
Ölüm,
devam eden sıtmanın sonucu olan
bünyenin zayıflığındandır. O
zaman bu ölüm de gâsıbın
yanındaki
birinci sıtma ile meydana gelmez. Çünkü o, ondan sonra
gelecek ölümü gerektirmez.
Zina
ise, telef edici değil, incitici sopayı gerektirir. O halde, helâk; zinaya izâfe edilmez. Zinadan
olan
gebelikle ölüm ise bunun aksinedir. Çünkü bu, birinci sebeple helâk olmuştur.
«Zamin
olmaz ilh...» Yani kıymetinin
hepsini zamin değildir. Sıtmanın
cariyeye getirdiği noksanlığı
zamin
olur. Nitekim Dürrü Müntekâ'da da
böyledir.
«Gâsıbın
yanında câriye zina etse ilh...» Yani
gâsıb onun kıymetine zamin olmaz. Belki zinanın
aybından doğan noksanlığı zamindir. Zeylâi.
«Gâsıb
câriye ile zina ederek ilh...» Yani gasbettiği cariye ile zina yaparak onu hamile bıraksa.
Dürer.
«Neseb
sabit ilh...» Yani eğer cariyenin kıymetini tazmin ederek çocuğun kendinin olduğunu iddia
ederse,
çocuğun nesebi sabit olur. Dürer'de olduğu gibi.
H.
«Çocuk
da köle olur ilh...» Zira tazminat hakkı olan kimsenin tazmin ettirmesi şüphe doğurur.
Neseb
de şüphe ile sabit olur. Ama hürriyet bunun aksinedir. Dürer,
Kâfî'den.
Azmiye'de şu ifade nakledilmiştir: «Dürer sahibi bu meseleyi iyi araştırmamıştır. Ancak Kâfî'ye
müracaatla açıklanmalıdır.»
Ben
derim ki: Bu mesele Tatarhâniye'de zikredilmiştir. Zira Tatarhâniye sahibi şöyle demektedir:
«Zira
gâsıb gasbettiği köleyi istihdam
edemez, ona malik olamaz. Mesele malikin ihtıyarındadır.
Malik
eğer kıymetini almayı tercih ederse, istibra baştan başlar. Eğer hamile cariyeyi almayı tercih
ederse,
gâsıbın yaptığı tasarruflar bâtıl
olur. Ancak gâsıb, gasbettiği cariyeyi ümmü'l-veled yaparsa,
istihsânen
neseb sabit olur. Çocuk da köle olur.»
Görülüyor ki, Tatarhâniye sahibi geçen meseleyi malikin cariyenin kıymetini değil, kendisini almayı
tercih
etmesi üzerine farzetmiştir. Bunun şekli konusunda düşünülsün.