GASBEDİLEN MALIN MENFAATLERİNİN TAZMİNİ BAHSİ
«İster
istifade etsin, ister etmesin ilh...» Birincisinin şekli şöyledir: Gasbettiği köleyi bir ay
çalıştırdıktan sonra sahibine geri vermesidir. İkincisinin şekli ise; Köleyi gasbetse, bir süre yanında
tuttuktan
sonra çalıştırmadan sahibine geri vermesi tarzında olur. Dürer adlı eserde olduğu gibi.
«Bize
göre ilh...» Yani Şâfiî'ye hilâfla
bize göre zamin değildir. Şu kadar var ki bazı metinlerde
bulunan
ifade, gelecekteki «Müslümanın şarabı sözünün atfına uygun
değildir.»
«Vakıf
olursa ilh...» Yani onun zatı gibi menfaatleri de tazmin ettirilir. Bu durum Aynı ve diğer
kitaplardan
naklen, akarın gasbı meselesinde zikredilmiştir.
Velvâliciye'de
şöyle denilmektedir: «Gasbettiği vakıf yerinin kıymetini tazmin etmesine
hükmedildiği
takdirde gâsıbtan kıymeti alınır ve o
kıymetle başka bir arazi alınır.
O yer de birinci
vakıf
şeklinde vakfedilir.»
«Oturmak
veya gelir getirmek için ilh...» Ben diyorum ki, oturma ve gelir
getirme dışında câmi gibi
şeye
vakfedilmiş olsa da böyledir. Zira Allâme Makdisî, bir kişi haddi aşarak bir camiye el koyup
onu
kahve yapsa, onun işgal ettiği süre için ecri misil vermesi hususunda fetvâ vermiştir.
Nitekim
Fetevâ-yı Hayriye ve Hamidiye'de de böyledir.
«Yetim
malı olursa ilh...» Ben diyorum ki, Bezzâziye'de olduğu gibi bizzat
yetimin kendisinin hükmü
de
böyledir. Bezzâziye'de şöyle
denilmektedir: «Yetim bir çocuğu
hasımları hâkimden izinsiz ve
ücretsiz
olarak bir işte bir süre çalıştırsalar çocuk baliğ olduktan sonra, eğer yemesine ve içmesine
harcadıkları ecr-i misli karşılamazsa, çocuk onlardan ecri misil taleb eder.» Fetevâ-yı Hayriye ve
Hâmidiye'de
de böyle fetvâ
verilmiştir.
Kınye adlı eserin icare bahsinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse hür bir çocuğu gasbederek ücretli
bir
işe verse, çocuk çalışsa, ücret iş aktini yapanındır.» Sonra da kapalı bir biçimde ücretin çocuğa
ait
olduğunu ve doğru olanın da bu olduğunu söylemektedir.
Müntekâ'da
şöyle bir şey zikredilmiştir: «Bir
kimse kölesini birisine bir seneliğine iş akdi yaparak
verse,
sonra köle efendisinin kendisini iş akdiyle vermezden önce azad
ettiğine dair delil ikâme
etse,
ücreti köle alır ilh...»
«Yetimin
annesi kocası ile birlikte ücretsiz olarak yetimin evinde otursa ilh...» Yani çocuğun velisi
ile
bir kira akti yapmadan
otursalar.
«Onlara
oturmak yoktur ilh...» Yani onlara oturmak haramdır.
«Ortağının
yetimin evinde oturması hali de istisna
edilmiştir ilh...»
Yani
bir ev yetim çocuk ile baliğ arasında ortaklı olsa, baliğ bir süre otursa.
«Yine
yetimin evinde akitsiz olarak bir yabancı da otursa ilh...» Yani çocuğun evinde annesi ve
ortağı
olmayan bir yabancı otursa, yine tazminat
yoktur.
«Yetimin
evi vakıf evi gibidir» denilmiştir ilh...» Yani menfaatlerin tazmininde yetimin evi de vakıf
malı
gibidir. Bu da müteahhirün
fakihlerin görüşüdür. Şârihin
sözünde geleceği gibi dayanılan söz
de
budur.
«Her
iki fer'i de mütekaddimün fakihlerin «ücret yoktur» sözüne hamletmek mümkündür ilh...» Yani
yetimin
annesinin yetimin evinde oturması böyledir. Hamevî bunu açık olarak ifade etmiştir.
Birinci
fer'in mütekaddimün fakihlerin
görüşüne hamlini ise Minâh sahibi açıklamıştır.
«Güvenilen
görüşe gelince ilh...» Yani buna
göre artık istisna yoktur. Bundan dolayı Allâme Birî,
«Müellife
hayret ediyorum ki gerekçesiz olarak fetvâ verilecek bir görüşten nasıl dönmüştür»
demiştir.
Müellifin dönmesinden kaçın.
«Kadının
kocasının ücret vermesi gerekir ilh...» Zira ücret gasbedene tabi olanlara değil,
gasbedene
vacibtir. Birî Muhit'ten şöyle nakletmiştir:
«Eğer
kadının kocası yoksa, ihtiyacı olma hükmüyle kadın yetim çocuğunun evinde ücretsiz olarak
oturabilir.
Eğer kocası varsa, oturamaz. Bir kadın kendi evi olduğu zaman çocuğunun evinde
oturmaması
gibi. »
«Seyrefiye'de olan ilh...» Seyrefiye'de olan ifade şöyledir: «Kadın kocası ile birlikte küçük yetim
oğlunun
evinde otursa, eğer çocuk
oturmalarına engel olacak
bir durumda değilse, yani çocuk altı
veya yedi yaşında ise, o zaman kadının ecri misil vermesi gerekir. Zira kadının kocası olduğundan
muhtaç
değildir. Eğer çocuk engel olmaya kadir bir durumda ise, o zaman kadının üzerine ücret
yoktur.»
Seyrefiye'de Muhit adlı eserden naklen Birî'den olan ifadeye muhalefet vardır. Zira Birî meseleyi
şöyle farzetmiştir: Kadın kocasının izini olmaksızın çocuğunun evinde oturması
halinde bu durum
gerçekleşir. Bir de çocuğun men etme kudretinin süresini takdir etmiştir. Ki bu da çocuğun on
yaşında
veya daha fazla olmasıdır. Bu ifadenin açık anlamına göre kadın kendi başına oturmuştur.
Çocuk
da eğer sekiz veya dokuz yaşında olsa, kadına ücret gerekir.
«Açık değildir ilh...» Açık olmamasının şekli de şöyledir: Çocuğun engel olmaya gücü de yetse
çocuk
olduğu için teberru etmesine itibar edilmez.
«Güvenilen
görüş üzere ilh...» Yani mutemed
görüş üzere yetimin malı da vakıf
gibidir.
Tenvîrü'l-Besâir'de
de hüküm böyledir. Bazı âlimler
tarafından da denildiği, hüküm
Seyrefiye'de
olduğu
gibi değildir.
«Kocasının
üzerine vâcibtir ilh...» Yani
oturdukları evin ücreti kadının
üzerine değil kocasının
üzerine
vâcibtir.
Ben
derim ki: Bizim Muhit adlı eserden naklen zikrettiğimiz ifadeye binaen ücret kocanın üzerine
değil,
kadının üzerine
vacibtir.
«Sonra
Hâniye'den şunu nakletmiştir ilh...»
Önce İmâdiye'den o da İmam
Muhammed'den şunu
nakletmiştir: «İki kişi arasındaki ortak bir toprakta hazır olan kimse ekilmenin" tarlaya menfaatli
olduğunu
bilirse tarlanın tamamını eker. Gâib olan ortağı geldiği zaman o yerin hepsi ile o süre
kadar
o yerden menfaatlenir. Çünkü gâib
olanın rızası o kadarıyla delâleten
sâbittir. Eğer hazır
ortak
ekmenin tarlaya noksanlık
getireceğini bilirse, ekemez. Çünkü rıza sâbit değildir.»
Sonra
da Kınye adlı eserden şunu
nakletmiştir: «Hazır olan
ortağın müşterek mülkte ücret vermesi
gerekmediği
gibi gâib olan ortak tarlayı o süre kadar kullanma hakkına da sahip değildir. Zira
nöbetleşe
kullanmak ancak husumetten sonra olur.» Sonra da sözlerine devamla, «Bunların
arasında
birbirine aykırılık vardır. Ancak yer meselesi ile ev meselesinin arasını ayırmak gerekir. Bu
da
uzaktır. Veya bunların ikisi. iki ayrı rivayettir» demiştir.
Sonra
da Hâniye'den şunu nakletmiştir: «Ev
meselesi tarla meselesi gibidir. Bir eve ortak olan gâib
kimse
de daha önce hazır olan kimse de ortağının oturduğu süre kadar oturma hakkına sahiptir.
Meşâyih
de bunu istihsan yoluyla kabul etmiştir. İmam Muhammed'den de bu şekilde rivayet
edilmiştir.
Fetvâ da bu şekildedir.» Özetle.
Birî
de Hâniye'nin ifadesini mufassal
olarak naklederek ikrar etmiştir. Onun gibi hâşiyeci Ebussuud
da
ikrar etmiştir.
«Fakihler
demiştir ilh...» «Fakihler demiştir» sözü genellikle zayıflığı ifade etmek için kullanılır. Bu
meselede şârihten başkasının sözünde «fakihler demiştir.» sözünü görmedim. Umulur ki şârih bu
sözü,
bu sözün aksinin daha tercihe şayan olduğunu bildirmek için eklemiştır. Onun aksi de
musannıfın
şirket kitabının sonunda Manzume-i
Muhibbiye'den naklettiğidir. İbni Nüceym de
bununla
fetvâ vermiştir. Günümüzde de bu görüşe göre amel edilmektedir. Şârihe uygun olan, bu
meseleyi
gelecekteki musannıfın, «ancak mülk teviliyle oturabilir.» sözünden sonra zikretme-siydi.
Nitekim
Birî ve diğerleri böyle zikretmişlerdir.
METİN
Gasbedilen
malın sahibi onu kâr ve gelirini almak için hazırlamış olsa. yani onu gelir getirmesi için
yapsa
veya satın alsa, bazı alimlere göre de gelir getirmesi için üç sene peş peşe kiraya verse
gâsıb
bu malların menfaatlerine zamin olur.
Eşbâh'ta
şöyle denilir: «Bir binayı kiraya vermekle onu geliri için hazırlamış olmaz. Ancak binayı
gelir
getirmek için yapar veya satın alırsa bu bina gelir için hazırlanmış olur. Bir de müşteri için
hazırlanmış
olmakla da gelir için hazırlanmış olmaz. Kullananın malın gelirinin alınması için
hazırlandığını
bilmesi de şarttır ki, ücret vermesi vâcib olsun.
Hem, kullanan kimse de gasb ile
şöhret
bulmuş bir kimse olmamalıdır.»
Ben
derim ki: Eğer mal sahibi ile kullanan kimse bu bilgi hususunda ihtilâf etseler, makbul olan
söz,
yemini ile birlikte kullananındır.
Çünkü o inkâr etmektedir. Diğeri ise iddia edendir. Bunu
şeyhimiz
söylemiştir.
Ev
sahibinin ölmesi veya satması ile gelirini olmak için hazırlama batıl olur.
Kendisi
için bir bina yapmış olsa, sonra onu
gelir getirmek için hazırlamak istese, eğer bunu dili ile
söyleyerek halka haber verdiyse, geliri
için hazırlanmış olur. Bunu musannıf zikretmiştir.
Ancak,
geliri için hazırlanmış bir binada mülkiyet tevili ile oturuyorsa, o zaman zıman
yoktur.
Meselâ,
ortaklardan bir tanesi ortaklı evde otursa, Kınye adlı
eserden naklen geçtiği gibi ev yetimin
dahi
olsa, yine zıman yoktur. Uyanık
ol.
Vakıf
malına gelince, iki kişi üzerine vakfedilen binaya birisi zorla
otursa, diğerine ücret vermesi
gerekir.
Birisi
gelir için hazırlanmış bir evde bir akitle oturursa, meselâ rehin olan bir binada rehin olan
otursa,
sonra o binanın başkasının olduğu ve kıra için hazırlandığı anlaşılsa, bunda da yine
tazminat
yoktur.
Yalnız
şu kaldı: Gâsıb bunlardan birisini kiraya vermiş olsa, kiracının üzerine ecri misil değil
konuşulan
ücreti vermesi gereklidir. Ücreti almak da gâsıba lazım değildir. Belki kabzettiğini mâlike
verir.
Eşbâh ve Kınye.
Şurunbulâliye'de
şöyle denilmiştir: «Menfaati terketmiş olsa oturduğu zaman ücret vermesi
gerektiği
gibi bunda da ücrete zamin olur mu? Araştırılsın.»
Müslümanın
şarabı ve domuzunun telef edilmesi
yukarıda zikri geçenlerin aksine zımanı
gerektirmez.
Yani müslüman olsa, elinde domuz ve şarap olsa. bu domuz ve şarabı bir müslüman
veya bir zımmî telef etse, tazmin gerekmez. Telef eden müslüman onların kıymetini tazmin eder.
Zira
şarap bize göre hükmün kıyemî mallardandır.
Şarap
ve domuz bir zımmînin olsa, telef
eden Devlet başkanından veya görevli memurlardan başka
birisi
ise, çünkü devlet başkanı, bu telefi ceza olarak bildiği için zamin olmaz. Şarap küpünün
hükmü
de bunun gibidir. İmam Muhammed buna
muhalefet etmiştir. Ama ölmüş bir hayvanda veya
kanda
asla tazmin
yoktur.
Ama
bunun aksine bir müslüman
zımmîden şarabı satın olarak içse, ne zıman, ne de semen vardır.
Çünkü
onu satıcının yetki vermesiyle
yapmıştır. Gasbetse bunun aksinedir.
Müctebâ.
Bir
zımmî, diğer bir zımmînin şarabını telef etmiş olsa. sonra ikisi de müslüman olsalar veya birisi
müslüman
olsa, onun üzerinde hiçbir tazminat yoktur. Ancak bir rivayette, telef edenin üzerine
şarabın
kıymetini tazmin etmek gerekir.
Bir
kimse bir müslümanın şarabını gasbetse, o şarabı kıymetli olmayan bir şeyle sirke yapsa,
meselâ
bir buğday tanesi veya az bir tuzla veya güneşin karşısında
beklemekle veya bir diğerinin
ölmüş
hayvanının derisini gasbederek toprak ve güneş gibi kıymeti olmayan şeylerle ta-bağlasa,
malik
her iki şekilde de meccânen onları alır. Şu kadar var ki bunları telef etmiş olsa, o zaman
zamin
olur. Ama kendileri telef olmuş olsa, bir şey alamaz. Vehbâniye şerhinde ise, derinin
tabağlanmış
kıymetini tazmin edeceği zikredilmiş, Mültekâ'da da bu görüşe
dayanılmıştır.
Müslüman
gasbettlği şarabı çok tuz veya sirke gibi kıymetli bir şeyle sirke yapsa, ona mâlik olur.
Mâlikine
de hiçbir şey tazmin etmez. İmameyn
buna muhalefet etmiştir.
Ölmüş
hayvanın derisini selem yaprağı veya mazı gibi kıymetli birşeyle tabağlasa, mâlik onu alır
tabağın
fazlalaştırmış olduğu kıymeti de
gâsıba geri verir. Gâsıb
hakkını alana kadar tabağladığı
deriyi
malike vermeyebilir. Kendi kendine telef olması gâsıb deriyi telef edince, zamin olmaz.
Bir
kimse, bir zımmîye ait murdar ölmüş
hayvanı veya kasden besmelesiz kesmeyi mübah kabul
eden
Şafiîlere ait kasden besmelesiz kesilen hayvanı telef etse, zıman yoktur. Mülteka. Çünkü
burada
mücâdele velâyeti sabittir. Ama birisinin çalgı aletini kıran kimse bu alet kâfire ait olsa bile
kıymetini
zamin olur. İbni Kemâl. Yani çalgı
aletinin oyulmuş haldeki ağacının
kıymetine zamindir.
Birisinin
ekşitilmiş kaynatılmış üzüm
şırasını telef eden kimse de onun mislini değil kıymetini
zamindir.
Bunun açıklaması içecekler konusunda gelecektir. Bu sayılan şeylerin hepsinin de
satımı
geçerlidir. İmameyne göre ise bu sayılan şeylerde
zıman yoktur, satımları da geçerli değildir. Fetvâ
da
imameynin görüşü üzerinedir. Mültekâ,
Dürer, Zeylâî, ve diğer kitaplar. Musannıf da bunu ikrar
etmiştir.
Askerlerin davuluna, Hülâsa'nın yasaklamalar
bahsinde buna balıkçıların davulu da eklenmiştir, bir
de
düğünlerde çalınması mübâh olan def'e gelince, birisi bunları kırdığı takdirde zamin olur. Geçen
şekillerdeki zıman ve satış türkücü cariye ve bunun gibi dövüşken koç, havada uçan güvercin,
dövüş
için hazırlanan horoz ve burulmuş köle gibi
şeylerde olduğu gibi geçerlidir. Zira bunları
helâk
ettiği takdirde bunların sanatları ile birlikte değil, sade kıymetlerini tazmin etmek vacibtir.
Yani
kölenin burulmamış halindeki kıymetini zamin olur.
İZAH
«Üç
sene peş peşe kiraya verse ilh...» Musannıf Minâh'ta birisi mülkünü üç sene peş peşe kiraya
vermiş
olsa, bununla o mülkü gelirini
almak için hazırlamış olacağını naklettikten sonra şunu da
zikretmiştir: «Bir yıl, iki yıl veya daha fazla kiraya vermiş olsa o mülk geliri için hazırlanan bir mülk
olmaz.»
Ben
derim ki: Kınye adlı eserin kira bahsinin başlarında Asl'dan naklen şöyle denilmiştir: «Birisi bir
yer
kiralamış olsa, onu bir kaç sene ekmiş kiracı birinci yılın ücretini, ondan sonraki seneler için de
ekinin
tarlaya getirdiği noksanlığı vermesi
gerekir. Fazla kalanı ise imam Ebû Hânife ve
Muhammed'e
göre tasadduk
eder.»
Kadı
Sedir de şöyle der: «Bu doğrudur, eğer o yer kiraya verilen bir yer, olarak bilinmiyorsa,
yani
her
yıl kiraya verilmiyorsa bu böyledir. Ama eğer kiraya verilen bir yer olarak biliniyorsa,
diğer
yılların
da ihtilâfsız olarak ecri mislini vermesi gerekir.»
Buradan
anlaşıldı ki, Ebû Hânife ve Muhammed'e göre tarla bir veya iki yıllığına kiraya verilmekle, o
tarla
devamlı kiraya verilen bir tarla olmaz. Bunun misli Muhit adlı eserde de vardır.
Ben
derim ki: Bunun acık anlamı. üç yıldan fazla kiraya verilirse, bu o tarlanın kiraya vermek için
hazırlandığını
gösterir. O zaman Eşbâh'ın gelecekteki mutlak ifadesinde bir görüş vardır.
Düşünülsün.
«Binayı
kiralamakla onu gelir için hazırlamış olmaz ilh...» Musannıfın burada bina ile kaydetmesi,
zira
tarla kiraya verilmekle ziraat için hazırlanmış sayılır. Meselâ, tarla, halkının adeti başkalarının
tarlalarını
ekmek olan bir köyde ve tarlanın sahibi de tarlasını kendi başına ekmiyorsa. o zaman o
tarla
sahibi eken kimseden köydeki maruf miktar kadar ücret alabilir. Nitekim Zâhire adlı eserden
naklen
Birî'de de böyledir. B\z bu konudaki
sözleri yukarıda tam olarak
nakletmiştik.
«Müşteri
için ilh...» Yani müşteri eğer onu gelir getirmesi için almamışsa. Çünkü gelir için alırsa,
alışı
onu gelir için hazırlanmış yapar.
«Kullanan
kimse de gasb ile meşhur bir kimse olmamalıdır ilh...» Zâhire de bu şekilde kaydetmiştir.
Zira,
Zâhire sahibi şöyle demektedir:
«Fakihler şöyle demiştir: Birisi gelir getirmesi için hazırlanmış
bir
binada akitsiz olarak otursa, ücret vermesi vacibtir. Çünkü delâleten bunun ücret vermesi
anlaşılmış olur.»
Yine
Zâhire'nin ziraat ortakçılığı konusunda şöyle denilmektedir: «Binada oturmak kiralanmış
olarak
yorumlanır. Ancak mülk açıklaması ile oturursa, o zaman kiraya yorumlanmaz.»
Düşünülsün.
Ben
derim ki: Şârih kira akdinin feshi babından hemen önce aynen şunu zikretmiştir: Eşbâh'ta
şöyle denilmiştir: Hana konaklayan, hamama giren, gelir için hazırlanmış bir binada oturan kimse
ücretten
kaçınmak için gasbettiğini iddia etse, tasdik edilmez. ücret vermesi vacibtir.» Ben diyorum
ki,
kendisiyle fetvâ verilen görüş üzere yetim
malının hükmü de böyledir.»
Ben
derim ki: Bunların hepsi, eğer adam ücret taleb etmezse böyledir. Ama ücret taleb ederse, o
şey
gelir için hazırlanmış olmasa
bile, oturanın ücret vermesi
vacibtir. Zira Kınye'nin icare bahsinde
şöyle denilmektedir: «Fakihlerin hepsi, malı gasbedilen kimse şahitler huzurunda binasını
gasbeden
adama ya binayı iade etmesini veya her ay bin dirhem ücret vermesini
söylese, onun
şahit
getirmesi geçerlidir. O zaman ondan sonra gâsıb o evde oturursa, konuşulan ücreti vermesi
gerekir
demişlerdir.»
«Bunu
şeyhimiz demiştir ilh...» Yani hiç
kimseye isnad etmeyerek Minâh haşiyesinde demiştir.
Ben
derim ki: Uygun olan, bunu gelir için hazırladığı han ve hamam gibi zahir ve meşhur olmayan
şeylerle
kaydetmesidir. Bu kayıtta bu mesele ile anifen takdim ettiğimiz «eğer gasbı iddia ederse
tasdik
edilmez» meselesi arasında uygunluk meydana
gelir.
«Dili
ile söyleyerek halka haber verdiyse gelir için
hazırlanmış
olur
ilh...»
Metnin bazı nüshalarında ise «caiz olur» denilmiştir.
BİR
UYARI: Kira bahsinde zikrettiğimiz üzere gelir için hazırlanmak akara has bir şey değildir. Zira
Hâmidiye'de
şöyle denilmektedir: «Kervancının hayvanını izinsiz ve kira akdi de olmaksızın
kullanan
kimsenin üzerine ecri mislin vacib olduğu hususunda fetvâ verilmiştir.»
Menâhî
el-Ankaravî Kınye hâşiyesinde, o da Rüknü'l-Eimme'den naklen şöyle demiştir: «Birisi diğer
bir
adamın öküzünü veya arabasını kullanmış olsa, ecri misil vermesi gerekir. Eğer mal sahibi onu
kira
için hazırlamışsa. Yani diliyle kıra için hazırladığını söylemişse.» Hıfzedilsin, çünkü bu
karıştırma mahallidir.
«Ancak gelir için hazırlanmış bir binada ilh...» Musannıfın buradaki «gelir için hazırlanmak» kaydı
ifade
ediyor ki buradaki istisna yalnız gelir için hazırlanan şeye aittir. Ayrıca şunu da ifade
etmektedir
ki vakıf ve yetim malında her ne şekilde oturursa otursun, ücret vermesi vacibtir. Bu
kayda
lüzum görülmesi, metinden ilk
bakışta anlaşılanın aksine olarak, yukarıdaki dayanılan
görüşten
dolayıdır. Bundan ötürü sârih akarın gasbı bahsinde şunu zikretmiştir: Birisi bir bina
alarak
onda otursa, sonra binanın vakıf veya bir yetimin olduğu anlaşılsa, onların mülkünü
korumak
için ücret vermesi gerekir. Biz de yukarıda «Tercih edilmiş olan da budur.» dedik. Halbuki
adam
o binada mülk veya akit tevili ile oturmuştu. Bunu hıfzet,
zira bu meseleyi birçok kimse
anlamamıştır.
«Ortamı
evde otursa ilh...» Dükkân da olsa, İmâdiye'de olduğu gibi, hüküm yine
böyledir.
«Uyanık ol ilh...» Yani bunun mütekaddimunun görüşü
üzerine bina edildiğinden gâfil olma. H.
«Birisi
zorla otursa ilh...» Veya iki ortaktan birisi otursa, yani binanın bir kısmı bir kimsenin mülkü
olsa,
diğer kısmı da başka bir kimsenin üzerine vakıf olsa, bunlardan binanın bütününde zorla
oturan
diğerine kira
verir.
«Zorla
otursa ilh...» Musannıfın
burada *cebren» kelimesiyle kaydetmesi, vakıf kitabının
başında
geçen
şu ifadelere dayanır:
«Üzerlerine vakfedilen bir binada
birisi otursa, diğeri kendisine yetecek
yer
bulamasa. oturan kimse için ücret yoktur. Kendisine uygun bir yer bulamayan kimse diğerine:
«Senin
kullandığın kadar ben de kullanacağım» deme hakkına sahip değildir. Zira nöbetleşe
oturmak
ancak husumetten sonra (yani mahkeme
kararından sonra)
olur.»
«Başkasının olduğu anlaşılsa ilh...» Yani binanın Sahihin olmadığı ve kira için hazırlanmış olduğu
ortaya çıksa. H.
«Yine
tazminat yoktur ilh...» Çünkü bu kimse kira ücretini taahhüt ederek binada oturmamıştır.
Nitekim
binayı malikin kendisi rehin
olarak verdiğinde rehin alanın onda
oturması halinde kira
parası
gerekmez.
Kınye.
«Ben
derim ki: Belki ücret rehin verene aittir. Çünkü o gasıb durumundadır. Düşünülsün.
Birî.
«Gâsıb
bunlardan birisini kiraya vermiş olsa ilh...» Yani gâsrb vakıf, yetim veya gelir için hazırlanan
bir
şeyin menfaatini kiraya vermiş
olsa. Eşbâh.
«Kiracının
konuşulan ücreti vermesi gerekir ilh...» Yani bu ücreti gâsıba verecektir. Çünkü kira
aktini
yapan gâsıbtır.
«Ücret
almak da gâsıba gerekli değildir ilh...» Yani ecn misli vermesi gerekmez. Nitekim Eşbâh'ın
ifadesi
de böyledir.
«Belki
kabzettiğini mâlike verir ilh...» Bunun özeti şöyledir:
Gâsıbın ecr-i misilden az bile olsa,
yalnız
kiraya verdiği miktarı mâlike
vermesi gerekir.
Hâmevî.
«Ve
Kınye ilh...» Kınye'nin ifadesi şöyledir: «Gelir için hazırlanmış bir binayı veya vakfı veya yetimin
malını
gasbetmiş olsa, ve bu malı kiraya verse, kiracı da onda otursa, kiracıya ecri misil değil,
konuşulan
ücreti vermek gerekli olur.» Kınye sahibine, «Peki gâsıb malike ecri misli verecek
midir?»
diye sorulunca, «Hayır, Gâsıbın ücret vermesi gerekmez» demiştir. Şu kadar var ki
kabzettiğini
mal sahibine vermesi gerekir. Uygun olan da ancak budur. Sonra,
kiracının konuşulan
ücreti
mâlike mi, yoksa gâsıba mı
vereceği sorulmuştur. Buna da «kendisiyle kira akdi yaptığı
kimseye
verecektir» cevabını vermiştir. Fakat bu âkidin onu yemesi helâl değildir. Belki onu mâlike
geri
vermelidir. Ebû Yusuf'tan da âkidin
aldığı ücreti tasadduk etmesi gerektiği rivayet
edilmiştir.
Allâme
Birî, «Doğru olan, bu hüküm,
mütekaddimûnun görüşünün
ayrıntısıdır. Müteahhırûn
âlimlerin
görüşüne gelince. gâstbın ecri misil vermesi gerekir.» demiştir. Yani eğer kiracıdan aldığı
ecri
misil veya daha az olursa bu böyledir. Eğer kiracıdan aldığı ecri misilden fazla olursa, yine
aldığını
mâlike verir. Çünkü ona helâl değildir. Nitekim bunu Hamevî yazmış ve Ebussuud da ikrar
etmiştir.
«Şurunbulâliye'de
ilh...» Şurunbulâliye'nin ifadesi şöyledir: «Ancak mülk veya akde dayanarak
oturmuş
olsa, o zaman menfaati âtıl bırakmasına bakılır ilh...»
Ben
derim ki: Şurunbulâliye'nin
ifadesindeki «atele» kelimesinin zamiri oturana dönse, bir anlamı
olmaz.
Çünkü oturduğu takdirde artık mülkü
boş bırakmamış, yararlanmış
olur. Eğer «atele»
kelimesindeki zamir «mülk tevili ile» oturan kimseye dönerse, zaman tereddüde gerek kalmaz.
Çünkü
oturduğu takdirde menfaati tam almıştır, ücret vermesi gerekmez. Artık boş bıraktığı zaman
ücret
vermesinin lâzım geleceği nasıl söylenebilir? Eğer zamin gâsıba döndürülürse, o zaman
ifadenin
akışı şöyle olur: Eğer gâsıb bu
üç şeyden birisinin menfaatini âtıl
bırakırsa, binanın sahibi
istifade
etmezse. Bu şekil de musannıfın ve Dürer sahibinin ifadelerinden anlaşılmaktadır. Çünkü
bu
üç şey musannıfın geçmişteki «ister
faydalansın, ister boş bıraksın»
sözünden istisna edilmiştir.
Bu
istisna da ifade ediyor ki, adı geçen
üç şeyden birisinin menfaatlerine, ister istifade etsin, ister
boş
bıraksın, gâsıb zamin olur. Düşünülsün.
Hâmidiye'de
şu mesele sorulmuştur: Vâkıf olan bir dükkânı Zeyd bir süre gasbederek boş bıraksa
Hamidiye
sahibi, musannıfın ifadesi ile
istidlâl ederek Zeyd'in o dükkâna ecri misil vermesi
gerektiğinde
fetvâ vermiştir.
Zamir
gâsıbtan kiralayan kiracıya
döndürülse, bu hiç doğru olmaz. Zira
Şurunbulâliye'de kiracıdan
hiç
söz edilmemiştir.
«Müslüman
olsa, elinde domuz ve şarap
bulunsa ilh...» Elindeki şarap ve domuzu müslüman
olduğu
halde elde etse, hüküm yine böyledir. Zira açık olduğuna göre hüküm değişmez. Musannıfın
bunu
zikretmesi müslümana hüsnü zan etmesindendir. T.
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da
şöyle bir şey vardır: «Bir müslüman
diğer bir müslümandan şarap gasbetse,
gâsıbın
şarabı ödemesi gerekir mi? Eğer geri vermezse, kıyamet günü sorumlu tutulur mu? Eğer
geri
verildiğinde onun şarabı sirke
yapacağı kesin olarak bilinirse, geri vermesine hükmedilir. Eğer
şarabı
aldığında onu içeceği bilinirse, o zaman gâsıba şarabı dökmesi emredilir. Bunun örneği
şudur:
Birisinin kılıcı diğer birisinin elinde olsa, kılıç sahibi onu almak için gelse. kılıcı bir
müslümanı
öldürmek için aldığı kesin olarak bilinirse. o zaman adam kılıcı ona vermez. Ama onun
adam
öldürme niyetinden caydığını kesin olarak bildiği zaman kılıcını ona verir.»
Minâh.
«Zıman
yoktur ilh...» Bu, «zikri geçenlerin
aksine» sözünün sonucudur. Bunun şekli nedir? Çünkü
müslüman
hakkında bunlar mütekavvim mal değildir. Zira mal edinme konusunda mal sahibinin
dini
esas alınır.
Şurunbulâliye'de
şöyle denilmektedir: «İmam Ebû Yûsuf'un görüşü üzerine şarabı dökmek için
yardığı
tulumu da zamin olmaz. Fetvâ da İmam
Ebû Yûsuf'un görüşü üzerinedir.
Burhan'da olduğu
gibi.»
Bu
hüküm dünya bakımındandır. Ahirete ait hüküm ayrıdır.
Eğer
şarabı gasbedilen kimse sirkeci ise, şırayı sirke yapmak için yapmışsa, o
zaman gâsıbın
üzerine
gasb günâhı vardır. Eğer onu içmek
için yapmışsa, ahirette artık malikin gâsıb üzerinde bir
hakkı
bulunmaz. Cevâhirü'l-Fetâvâ'dan
naklen Minâh'ta da böyledir.
«Telef
eden müslüman onların kıymetini tazmin eder ilh...» Eğer telef eden zımmî olursa, şarabın
mislini,
domuzun da kıymetini tazmin eder. İbni Melek.
«Kıymetini ilh...» Yani şarapla domuzun. Metnin bazı nüshalarında «yani şarabın kıymetini»
denilmiştir.
Birinci görüş Kenz ve Kudurî gibi
musannıfın da «eğer onlar bir zımmînin ise» sözüne
daha
uygundur. İkinci göriiş ise, o da şarihin açıklamasına uygundur. Zira Gâyetü'l-Beyân' da da
Kâfî
şerhinden naklen, «Müslüman zımmînin domuzunu helâk etmiş olsa, Ebû Hânife'ye göre
tazminat
yoktur. İmameyn buna muhalefet
etmiştir. Bu konunun tamamı Kâfi
şerhindedir»
denilmiştir.
«Hükmen
kıymeti takdir edilen şeylerdendir ilh...» Her ne kadar şarap misli ise de. Zira müslüman
şarabı
birisine temlik etmeden veya kendisine mülk edinmekten men edilmiştir. Çünkü temlik veya
temellük
etmek onu yükseltmektir. Zeylâî.
«Şarap
ve domuz bir zımmînin olsa
ilh...» Musannıf bu görüşü mutlak
zikretmiştir. O zaman
zımmînin
şarap ve domuzun satışını açıkça yapmasını da kapsamına alır. Minâh sahibi
Müctebâ'dan
naklen şöyle demektedir: «Bir zımmî İslâm ülkesinde domuz veya şarabin satışını
açıkça yapmış olsa, ona engel olunur. Eğer bir kişi onun şarabını dökse veya domuzunu öldürse.
kıymetine
zamindir. Ancak bunu yapan emir
olursa, yapabilir. Bununla birlikte
şarabı dökmek için
parçaladığı tuluma ve öldürdüğü domuza da zamin
olmaz. Çünkü bunun tazminatı
ihtilâflı bir
meseledir.»
T.
de Burhan'dan şunu nakletmîştir:
«Bu itlaf «izhar etmese» sözüyle kayıtlanır. Yani şarap ve
domuz
zımmînin olsa ve o bunların satışını
açıktan yapmasa, o zaman telef eden kimse bunların
kıymetini
tazmin eder. Düşün.» Bu husustaki
sözlerin tamamı ileride gelecektir.
«Ukûbet
bildiğinden ilh...» Yani Devlet
yöneticileri dökmeyi ve domuzu öldürmeyi bir ceza olarak
caiz
görürse. Yani devlet başkanı
müctehid olursa. Veya bu görüşte
olan bir müctehidi taklit
ediyorsa. Nitekim geçmiş açıklama da bunu ifade eder.
«Ölmüş
bir hayvanda veya kanda asla zımam yoktur ilh...» Yani zımmînin de olsa, mutlaka zımanı
yoktur.
İleride'de açıklanacaktır. Zira semâvî dinlere inanan hiç kimse ölmüş hayvanla kanı mal
olarak
kabul etmez. Hidâye. Burada hayvan eğer kendi başına ölmüşse, hüküm böyledir. Çünkü
ateşperest
(mecûsînin) olan kestiği, boğduğu ve vurup öldürdüğünün satımı İmam Ebû Yûsuf'a
göre
caizdir. İmam Muhammed buna karşı çıkmıştır. O zaman bunda zıman vacibtir. İtkâni.
Kifâye'de de bunu teyit
edilmiştir.
«İçse
ilh...» Burada içmekten maksat mutlaka telef etmektir. Ama ne şekilde telef ederse etsin.
Kinye'den naklen Minâh'ta olduğu
gibi.
«Çünkü
onu satıcının yetki vermesiyle
yapmıştır ilh...» Bu görüş gasb ile
satın alma arasındaki
muhalefetin
şeklim açıklamaktadır. Minâh'ta şöyle denilmektedir: «Şu kadar var ki bunda bir görüş
vardır.
Bu meşhur kaideye aykırıdır. Meşhur
kaide şöyledir: Kapsamlı olan bir şey kapsamın butlanı
ile
bâtıl olur. İşte burada da şaraptaki satım bâtıl olduğu zaman onun butlanı ile bâtıl olur. Ancak
bunun
bu meşhur kaideden çıktığı iddia
edilebilir. Çıkışının şekli açıklanır, veya o meşhur kaidenin
çoğunluk
olduğu söylenir.»
Remlî
derki: «Bunu bu meşhur kaideden çıkarmak mümkündür. Çünkü zımmînin satışla müslümanı
onu
içmeye musallat etmesi zımnen değil,
kasden hasıl olmuştur. »
«İkisi
de müslüman olsalar veya birisi müslüman olsa ilh...» Yani şarabın mislini ödemekle hüküm
verilmezden
önce veya sonra.
Minâh.
«Ancak bir rivayette ilh...» Yani Ebû
Hânife'den yapılan bir rivayette. Bu
rivayet de İmam
Muhammed'in
görüşüdür.
«Telef
edenin üzerine şarabın kıymetini tazmin etmek gerekir ilh...» Yani telef eden kimse
müslüman
olursa. İkisi de müslüman olurlarsa, telef eden kimsenin İsâmiyeti diğerinden önce
olursa,
hüküm yine böyledir.
Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer kıymeti taleb eden hâkim tarafından şarabın mislini tazmin hükmü
verildikten
sonra müslüman olursa, o zaman
telef edenden bir şey tazmin edemez. Çünkü şarap
onun
hakkında artık mütekavvim değildir.
Müslüman olmakla zimmetinde olan
şaraptan ibra etmiş
olmaktadır.
Eğer ikisi beraber müslüman olsalar, hüküm yine böyledir. Çünkü ikisinin islâm
olmasında
şarabı taleb eden adamın islâmı da mevcuttur. Eğer yalnız telef eden
adam müslüman
olur,
sonra da malik müslüman olursa, Ebû Yûsuf telef eden adam üzerine bir şey vacib değildir,
demiştir.
Ebû Yûsuf'un kavli de Ebû Hânife'den
rivayet edilmiştir.» Anla.
Burada
«şarap»la sınırlandırılmıştır. Zira Tatarhâniye'de, «Bir zımmî diğer bir zımmînin domuzunu
telef
ederse, onların ikisinin beraber veya birisinin müslüman
olması halinde zimâniyet devam eder.
Zira
domuzu telef etmekle asıl mevcut olan şey kıymettir. İslâm da kıymetin tazmin
edilmesine
aykırı değildir» denilmiştir.
«Meccânen
onları alır ilh...» Zira şarabı sirke etmesi veya deriyi tabağlaması, sirke ve deriyi yıkama
menzilesindedir. O zaman yine malikin mülkiyeti üzerine devam eder. Zira sirke yapmak veya
tabağlamakla maliyet sabit
olmaz.
«Bunları
telef etmiş olsa, zamir» olur ilh...» Zira burada gasbedilen şey müslümanın şarabıdır.
Halbuki
yukarıda geçtiği gibi müslümanın
şarabına telefle zamin olunmaz. Bu vehmettiriyor ki,
burada
da yine tazminat yoktur. O halde
musannıfın burada «lakin» demesi yerinde olurdu.
«Zamin
olur ilh...» Yani şarabın ve derinin kıymetine zamin olur.
«Derinin
tabağlanmış kıymetini tazmin edeceği
ilh...» Yani itlaf edilen surette. T.
«Mültekâ'da
da bu görüşe dayandırılan başka
yerler de vardır ilh...» Zira Mültekâ
sahibi. «Gâsıb
tabağlamış
olduğu deriyi telef etse, ona tabağlanmış halindeki kıymetini tazmin eder. Bazı alimler
tarafından
da onun tabağlı değil, temiz bir
derinin kıymeti ne ise onu tazmin
eder denilmiştir.»
«Ona
malik olur ilh...» Zira tuzlu sirke mütekavvim maldırlar. Şarap ise mütekavvim değildir. O
zaman
gâsıbın tarafı tercih edilir. O sirke hiç bir şey tazmin etmeden onun
olur.
«İmameyn
buna muhalefet etmiştir ilh...» Yine
imameyne göre malik dilerse o
sirkeyi alır, ona da
onun
sirke yapmak için kattığı tuz ve sirke ağırlığınca tuz veya sirke verir. Eğer gâsıb o sirkeyi telef
ederse,
hiçbir şey tazmin etmez. Yine imameyn
buna muhalefet etmiştir. İmameyne göre zamin
olur.
Mültekâ.
«Malik
onu alır ilh...» Sadrı Şeria'nın «Deriyi kıymetli birşeyle tabaklasa gâsıbın mülkü olur» görüşü
birinci
nüshayı yazanın kaleminden çıkan bir yanılmadır. Nitekim Bâkânî bunu açıklamıştır. Dürrü
Müntekâ.
Bazı
âlimler tarafından. «Sirke ile deri arasındaki fark nedir ki mâlik deriyi alıyor fakat sirkeyi
almıyor?
Aradaki fark şudur: Deri devam etmektedir: Gasıb sadece ondan necaseti izale etmiştir.
Şarap
ise devam etmemektedir. Belki başka bir şey olmuştur. İbni Kemâl'in bu
konuda bir görüşü
vardır»
denilmiştir.
«Tabağın
fazlalaştırmış olduğu kıymeti de
gâsıba geri verir ilh...» Şöyle ki,
deri önce tabağlı olarak
kıymetlendirilir,
sonra da tabağsız ve kesilmiş
bir hayvanın derisi olarak kıymetlendirilir, ikisinin
orasındaki
farkı mâlik, gâsıba verir.
Mültekâ.
Mülteka
şerhinde de Mâlikin deriyi gâsıba vermesi ve ona tabağsız haldeki deriyi tazmin ettirmesi
hakkı
yoktur. Çünkü tabağdan önce onun kıymeti yoktur, ölmüş bir hayvanın derisidir» denilmiştir.
«Gâsıb
deriyi mâlike vermeyebilir ilh...» Eğer gâsıbın elinde helâk olursa, o ziyadenin kıymeti de
mâlikten
düşer. İbni
Kemâl.
«Telef
etmiş olsa, zamin olmaz ilh...» Yani telef etse, Ebû Hânife'ye göre zamin olmaz. İmameyne
göre
ise, onun temiz hâlindeki kıymetini zamin olur. Zira derinin kıymetlenmesi gâsıbın fiiliyle
meydana gelmiştir. Onun hakkı deride mevcuttur. Kıymet konusunda den gâsıbın fiiline tâbidir. Zira
tabağlanmazdan
önce deri, ölmüş hayvanın derisi olduğundan kıymeti yoktu. Asıl olan sanat olup,
telef
halinde gâsıb sanatını tazmin etmez. Öyleyse, ona tabi olan deriyi de tazmin etmez. Ama
kıymetsiz
birşeyle tabağlanan deri bunun aksinedir. Zira gâsıb içın onda kıymetli bir şey yoktur.
Gâsıbtan
başkasının telef etmesi de bunun aksinedir. Zira, asıl da asla tâbi olan da tazmin ettirilir.
İbni
Melek.
Gâsıb
tabağlandıktan sonra o deriyi kürk yapsa, eğer deri kesilmiş bir hayvanın derisi ise, fakihlerin
ittifakı
ile derinin gasb gününün kıymetini
tazmin eder. Eğer ölmüş bir hayvanın derisiyse, hiçbir
şey
tazmin etmez. Çünkü isim ve maksadının değişmesi, gâsıbın fiili iledir. Bu konunun tamamı
Tebyîn adlı eserdedir.
«Zıman
yoktur ilh...» Bu söz yukarıda geçenle birlikte tekrardır. Musannıfın bu sözü tekrar etmesi
sonra
gelen mesele ile irtibatı sağlamak ve aralarındaki farkı ortaya koymak içindir. Nitekim Hidâye
adlı
eserde de buna işaret edilmiştir.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Biz zımmîleri inandıkları bâtıl şey üzerinde terketmekle emredildik,
öyleyse öncelikle bizim ictihad ehlinin ictihadlarını da onlara bırakmamız gerekir. Bunlarla birlikte
ictihadda
doğru olma ihtimali de vardır. Aradaki fark şudur: Mücâdele velâyeti sabittir. Çünkü
besmelesiz kesilen hayvanın haram olduğuna delil mevcuttur. O
zaman tazmin inancına itibar
edilmez.»
«Görüşü
mücâdele velâyeti sabittir ilh...» Yani bu velâyet nasla sâbittir. Zira, Allahu Teâlâ, «Üzerine
AIIah'ın
adınm anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin.» (En'âm: 121) buyurmuştur.
İnâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Birisi biz bunu kabul etmeyiz: Zira zımmîlerle mücadeleyi
terketmemize
delâlet eden delil, öncelikle sizin kararlaştırdığınıza göre, müctehidlerle de
mücadeleyi
terketmemize delâlet eder, diyebilir. Buna cevap olarak şöyle denilir: Zımmîlerle
inançları
konusunda mücadele etmemizin delili Rasûlullâh (s.a.v.)'ın «Zımmilerle itikadları üzerinde
mücadele
etmeyi terkedin» hadisidir. Bu da hizmet akti ile sâbittir. Zimmet akti ise müctehidler
hakkında
yoktur.»
Sadi'nin
hâşiyesinde de şöyle denilmektedir: «Besmelesiz kesilen hayvanın etinin helâl kılınması
Kitap'ın
nassına aykırıdır. Halbuki hasım
da buna inanmıştır. O zaman mücadele velâyeti sabit olur.»
«Çalgı
âleti ilh...» Zurna, kaval, def, davul, tanbur gibi
aletleri.
«Velev
kafirin de olsa ilh...» Uygun olan, «müslümanın dahi olsa» demesiydi. Çünkü o zaman
öncelikle kâfirin olması durumunu da ifade etmiş olurdu. Zira âlimler kâfirlerin aletlerinin tazmin
edileceği konusunda ittifak etmişlerdir. Nitekim ileride gelecektir. Hem birisi müslümanın şarabını
dökse
zamin olmaz. Ama kâfirin şarabını dökse, zamin olur. Nitekim kâfirin çalgı âletinin tazmin
edileceği öncelikle bilinir.
İbni
Kemâl'in ifadesi ise şöyledir: «Burada musannıfın «müslümanın olsa bile» yerine «velev kâfirin
de
olsa» demesi, Hidâye sahibinin
dediği gibi, tazminatı bakımından çalgı aletinin müslüman veya
kâfirin
olması arasında fark" yoktur.»
«Çalgıya
elverişli olmayan ilh...» Yani
defi kırarsa, yalnız kasnağını verir.
«Bunun
açıklatması içecekler konusunda gelecektir ilh...» Bu konu Hidâye'de burada açıklanarak,
«Birisinin
ekşitilmiş üzüm şırasını veya kaynatılarak yarısı uçmuş üzüm
şırasını telef eden kimse
onun
mislini değil, kıymetini zamin olur»
denilmiştir.
«Bu
sayılan şeylerin hepsinin de satımı geçerlidir ilh...» Çünkü bunlar kıymetli maldırlar.
Bunlardan
eğlence
dışında da bu âletlerden yararlanılır. O zaman bunların bu şekil tazminata aykırı değildir.
Şarkı
söyleyen câriye gibi. Nasıl ki birisi şarkı söyleyen cariyeyi öldürse, zamin olur. Çünkü şarkı ve
türkü
söylemenin dışında ondan başka şekillerde de istifade edilir. Ama şarap ve diğer içkiler
bunun
aksinedir. Çünkü bunların aynı
haramdır. Hiçbir şeyde kullanılamazlar.
Ekşimiş üzüm şırasına ve benzerine gelince, bunların haram oluşu ictihad ve âhad hadislerle
bilinmektedir.
Bundan ötürü onların haramlığı,
şarabın haramlığından daha eksiktir. O sebeble biz
onların
satışını caiz gördük ve onların
mislinin değil kıymetinin tazmin
edileceğine hükmettik.
Çünkü
müslüman böyle şeyl'erden men edilir.
Şu
kadar var ki eğer bunların mislini almış olsa. caiz olur. Çünkü kıymetten düşmemiştir. İtkânî.
Özetle.
«İmameyne
göre ise bu sayılan şeylerde tazminat yoktur, alım-satımları da geçerli değildir ilh...» Bu
ihtilaf
çalgı âletlerim kırmanın mübâh olmasında değil, tazminatındadır. Bir de bunların kırılmış
şekliyle
başka şeyde kullanılıp kullanılmayacağı hususundadır. Yoksa, eğer başka şeyde kullanılıp
kullanılmayacağı
hususundadır. Yoksa, eğer başka şeyde kullanılamıyorsa, imamların ittifakı ile
kıran
kimse hiçbir şeye zamin değildir. Bir de bu ihtilâf çalgı âletini kırma ve benzeri şeylerin
imamdan
izinsiz yapılması hususundadır. Eğer imamın izni ile yapılmışsa, yine ittifakla zamin
değildir.
Ama
şarkı-türkü söyleyen kimsenin dışındaki bir kimsenin çalgı aletini kırmak veya şarapçı
olmayan
birisinin şarap küpünü kırmakta
ihtilaf vardır. Yoksa, bunların
olursa ittifakla zamin
değildir.
Çünkü eğer kırmasa yine o fiiline
döner.
Bir
de ihtilâf bu âletlerin müslümanın
olup olmaması hususundadır. Zira eğer bu âletler zımmînin
olursa,
kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, imamların ittifakı ile zamindir. Zımmînin haçını kırmanın
hükmü
de böyledir. Zira haç zımmî hakkında
mütekavvim bir maldır.
Ben
derim ki: Şu kadarı var ki Kuhistânî ve İbni Kemâl bu
meselelerde zımmînin de müslüman gibi
olması
gerektiğini ifade etmişlerdir. Dürrü
Müntekâ.
Ben
yine derim ki: İhtiyâr adlı eserde de bu konularda zımmînin müslüman gibi olduğu hususu açık
olarak
belirtilmiştir. Umulur ki, Hidâye'de yalnız müslümanın zikredilmesi, ihtilâf mahalli olduğu
içindir.
«Mübâh
olan def ilh...» Mübâh der
denilerek zil takılı olan deften kaçınılmıştır. Nihâye'de
Ebülieys'ten
rivâyetle şöyle denilmiştir: «Uygun olan,
zilli defin mekruh
olmasıdır.»
METİN
Birisinin
ümmü'l-veledini gasbetse, helâk olsa, zamin olmaz. Ama müdebberin ölmesi bunun
aksinedir. Çünkü müdebberin kıymeti vardır ama
ümmü'l-veledin kıymeti yoktur. İmameyne göre ise
ümmü'l-veledi
de zamin olur. Çünkü onun da kıymeti vardır.
Birisinin
bağlı kölesinin ipini veya bağlı
hayvanının ipini veya ahırının kapısını veya kafesinin
kapısını
açsa, onlar da kaçıp gitseler, veya kendisine eziyet eden kimseyi, sultana haber
vermeden
vazgeçmeyeceğini bildiği için sultana şikâyet etse, veya borçlarını bazen ödeyen bazen ödemeyen
kimseyi
sultana haber verse, veya birisinin
hazine bulduğunu sultana haber verse, sultan da onu
borçlu
kılsa, bu sayılanların hiçbirinde
adam zamin
olmaz.
Ama
eğer sultan bu şikâyetlerin hepsinde
tazmin ettirmiş olsa, o zaman zamin olur. Birisini haksız
yere
sultana şikâyet etse, İmam
Muhammed'e göre aynı fiili bir daha
yapmaması için tazmin ettirilir.
Fetva
da İmam Muhammedin bu görüşüyle verilir ve şikâyetçi ta'zir cezasına çarptırılır.
Bu
şikâyetleri yapan kimse köle olursa, azadından sonra bu tazminat taleb edilır.
Şikâyeti
yapan kimse ölse, şikâyet edilen kişi uğramış olduğu zarar miktarınca onun terekesinden
alır.
Sahih olan da ancak budur.
Cevâhî-rü'l-Fetâvâ.
Musannıf
nakletmiştir ki: Eğer şikâyet edilen kişi korkusundan binadan düşerek ölse, onu şikâyet
eden
onun diyetini ödemeye borçlu olur.
Ama vurmakla ölmüş olsa, borçlu değildir. Çünkü darpla
ölüm
meydana gelir. Bu konu hırsızlık
babında geçmiştir.
Birisi
diğerinin kölesine isyan ederek kaçmasını emretse, veya kendini öldür dese, o da kaçsa veya
öldürse,
o kimsenin bu kölenin kıymetini vermesi gerekir.
Birisi
diğerinin kölesine efendisinin malını telef etmesini söylese o da telef etse. âmir zamin olmaz.
Aradaki
fark şudur: O kaçmasını veya öldürmesini emretmekle gâsıb olmaktadır. Ama efendisinin
malını
telef etmesini söylediğinde malın
gâsıbı olmamaktadır. Belki köleye gâsıb olmaktadır. Köle
de
mevcuttur, telef olmamıştır. Malın
telefi de kölenin fiili
iledir.
ki,
altı şey dışında emrettiği için emreden üzerine tazminat yoktur. Bu altı kimse
şunlardır: 1)
Sultan,
2) Baba, 3) Efendi emredici olursa, 4) Emredilen çocuk, 5) Köle, 6) Köleye efendisinden
başka
birisinin malını telef etmesi emredilmiş olursa. Bu sayılanların hepsinde, emredilen (memur)
zamin
olur, tazmin ettiğini rücu
ederek âmirinden alır.
Bir
de, başkasının duvarında bir kapı
açmayı emretse, açan kimse zamin olur. O da tazmin ettiğini
rücu
ederek âmirden alır. Eşbâh.
Başkasının kölesini kendi işinde çalıştırsa. yani kendi işine gönderse, köle olduğunu bilmese veya
köle
ona hür olduğunu söylese, köle helâk
olduğu takdirde kıymetini zamin olur.
İmâdiye.
İmâdiye'de
şöyle denilmektedir: «Birisi diğerinin yanına gelerek hür olduğunu
söylese ve iş istese,
o
do çalıştırsa, köle helâk olsa, sonra onun başkasının kölesi olduğu anlaşılsa, kölenin kıymetini
zamin
olur. İster köle olduğunu bilsin,
ister bilmesin, eğer adam köleyi kendi işinde değil,
başkasının işinde çalıştırırsa, zamin olmaz. Çünkü bununla gâsıb değildir. Bu, şunun gibi olur:
Birisi
bir köleye, ağaca çıkıp sallayarak meyvelerini dökmesini ve yemesini söylese, o da ağaçtan
düşerek
ölse, âmir zamin olmaz. Ama ağaca çıkıp sallayarak meyvelerini dökmesini ve birlikte
yemelerini
söylese, o zaman kölenin kıymetinin hepsine zamin olur. Zira köleyi tamamen kendi
menfaati
için çalıştırmıştır.»
Bir
köle kan alıcıya gelerek kendisinden kan almasını söylese, o da mutad şekilde ondan kan alsa,
köle
de bundan ölse kan alıcının akilesi kölenin kıymetini zamindir. O halde mutad
kan almanın
gayrında evleviyetle zamın olur. Çocukta da hüküm böyledir. Çocuğun
diyeti de kan alıcının âkilesi
üzerine
vacib olur. İmâdiye.
Birisi
üzerinde efendisinin malı olan bir köleyi gasbetse, köleyi gasbettiği
gibi malı da gasbetmiş
olur.
Fakihler belki kölenin üzerindeki elbiseye de zamin olur, demişlerdir. Çünkü kölenin elbisesi
de
kölenin aynına tâbidir. Ama hür
bunun aksinedir.
Vehbâniye'de
şöyle denilmektedir: «Gasbedilen köle sanatlarını unutsa, unutmanın kölenin fiyatına
getirdiği
noksanlığa zamin olur. Gasbettiği köle»yanında Kur'an'ı unutsa
veya ihtiyarlasa, yine onun
noksanlığına
zamindir. Dellâl sattığı malın kıymetini bildiği halde sultana daha aşağı bir fiyatla
satsa,
onun noksanını tazmin eder. Çift
kullanılabilen mallardan birisini telef etse, mâtik kalanı
gâsıba
teslim ederek çiftini ondan taleb eder.»
Ben
derim ki: İmam Ebû Yûsuf'tan
rivayet edilmiştir ki, ancak telef ettiği tek malın kıymetini öder,
çiftinin
değil. Bezzâziye'de de «Tercih edilen ancak Ebû Yûsuf'tan rivayet edilendir.» denilmiştir.
Şurunbulâliye
de bunu ikrar etmiştir.
Şurunbulâliye,
Vekbâniye'deki «sultan»ın bir kayıt olmadığını zikrederek «Uygun olan, hâkimin de
onun
tazminine hükmetmesi gerekir.
Bilhassa vakıf ve yetim malının satışında» demiştir. AIIah en
doğrusunu
bilir.
«Helâk
olsa ilh...» Musannıfın burada «helâk» ile tabiri ifade ediyor ki, onu gâsıb helâk etmiş olsa.
bunun
gereği ihtilâfsız olarak sabit
olur. Yani gâsıb zamin
olur.
Ben
derim ki: Tahâvî şerhinden naklen Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Ümmü'l-veled veya
müdebberden
birisini yaralasa, câninin üzerine icmâ ile cinâyet erşi gerekir.»
«Müdebberin
ölmesi bunun aksinedir ilh...» Müdebberin kıymeti kölenin kıymetinin üçte ikisidir.
Bazı
âlimler tarafından, «Müdebber kölenin kıymeti. kölenin kıymetinin üçte
ikisidir. Bazı âlimler
tarafından,
«Müdebber kölenin kıymeti, kölenin
kıymetinin yarısıdır» denilmiştir. Bunu Aynî ifade
etmiştir.
Ama bu tazminatı ödemekle gâsıb ona
mâlik olmaz. Çünkü müdebber köle bir mülkten bir
mülke
intikali kabul etmez. Ebussuud.
«Çünkü
onun da kıymeti vardır ilh...» Yani ümmü'l-veledin de kıymeti vardır. Onun kıymeti normal
bir
kölenin kıymetinin üçte biridir. Hamevî.
«Birisinin
bağlı kölesinin ipini ilh...» Burada imamlar arasındaki ihtilâf akıl hastası olan köle
hakkındadır.
O halde adamın bağını çözdüğü köle eğer akıllı ise, fakihlerin ittifakı ile zamin olmaz.
Şurunbulâliye,
Bezzâziye'den.
«Onlar
da kaçıp gitseler ilh...» Adamın zamin olmaması İmam Ebû Hânife'nin ve Ebû Yûsuf'un
görüşüdür.
İmam Muhammed buna muhalefet
ederek ahırın kapısı ile kafesin kapısını açarak
onların
kaçmasına sebeb olan adam zamindir demiştir.
Kuhistânî
ve Bercendî'nin açık ifadesine göre, İmam Muhammed adı geçenlerin hepsine muhalefet
etmiştir.
Kuhistânî ve Bercendî'de şu da
vardır: «Eğer emânetçi bu zikredilenleri yapmış olsa,
fakihlerin
ittifakı ile zamin olur. Zira emâneti aldığında korumayı üzerine almıştır.» Dürrü Müntekâ.
Şurunbulâliye'de
şöyle denilmektedir: «Nâzım'da şöyle denilmiştir: «Adam bunlardan
başka bir şey
daha
yapsa, meselâ kafesi açtığında kuşlara «kış» dese veya ahırın kapısını açtığında hayvanların
çıkmasında kullanılan bir ses çıkarsa, ittifakla zamin olur. Yine fakihler icma etmiştir ki, yağ sıvı
halde
iken tulumu yırtsa veya ipi keserek kandili düşürse. Zamin olur.» T.