15 Ekim 2012

GASBEDİLEN MALIN MENFAATLERİNİN TAZMİNİ BAHSİ


GASBEDİLEN MALIN MENFAATLERİNİN TAZMİNİ BAHSİ

«İster istifade etsin, ister etmesin ilh...» Birincisinin şekli şöyledir: Gasbettiği köleyi bir ay
çalıştırdıktan sonra sahibine geri vermesidir. İkincisinin şekli ise; Köleyi gasbetse, bir süre yanında
tuttuktan sonra çalıştırmadan sahibine geri vermesi tarzında olur. Dürer adlı eserde olduğu gibi.
«Bize göre ilh...» Yani Şâfiî'ye hilâfla bize göre zamin değildir. Şu kadar var ki bazı metinlerde
bulunan ifade, gelecekteki «Müslümanın şarabı sözünün atfına uygun değildir.»
«Vakıf olursa ilh...» Yani onun zatı gibi menfaatleri de tazmin ettirilir. Bu durum Aynı ve diğer
kitaplardan naklen, akarın gasbı meselesinde zikredilmiştir.
Velvâliciye'de şöyle denilmektedir: «Gasbettiği vakıf yerinin kıymetini tazmin etmesine
hükmedildiği takdirde gâsıbtan kıymeti alınır ve o kıymetle başka bir arazi alınır. O yer de birinci
vakıf şeklinde vakfedilir.»
«Oturmak veya gelir getirmek için ilh...» Ben diyorum ki, oturma ve gelir getirme dışında câmi gibi
şeye vakfedilmiş olsa da böyledir. Zira Allâme Makdisî, bir kişi haddi aşarak bir camiye el koyup
onu kahve yapsa, onun işgal ettiği süre için ecri misil vermesi hususunda fetvâ vermiştir. Nitekim
Fetevâ-yı Hayriye ve Hamidiye'de de böyledir.
«Yetim malı olursa ilh...» Ben diyorum ki, Bezzâziye'de olduğu gibi bizzat yetimin kendisinin hükmü
de böyledir. Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Yetim bir çocuğu hasımları hâkimden izinsiz ve
ücretsiz olarak bir işte bir süre çalıştırsalar çocuk baliğ olduktan sonra, eğer yemesine ve içmesine
harcadıkları ecr-i misli karşılamazsa, çocuk onlardan ecri misil taleb eder.» Fetevâ-yı Hayriye ve
Hâmidiye'de de böyle fetvâ verilmiştir.
Kınye adlı eserin icare bahsinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse hür bir çocuğu gasbederek ücretli
bir işe verse, çocuk çalışsa, ücret iş aktini yapanındır.» Sonra da kapalı bir biçimde ücretin çocuğa
ait olduğunu ve doğru olanın da bu olduğunu söylemektedir.
Müntekâ'da şöyle bir şey zikredilmiştir: «Bir kimse kölesini birisine bir seneliğine iş akdi yaparak
verse, sonra köle efendisinin kendisini iş akdiyle vermezden önce azad ettiğine dair delil ikâme
etse, ücreti köle alır ilh...»
«Yetimin annesi kocası ile birlikte ücretsiz olarak yetimin evinde otursa ilh...» Yani çocuğun velisi
ile bir kira akti yapmadan otursalar.
«Onlara oturmak yoktur ilh...» Yani onlara oturmak haramdır.
«Ortağının yetimin evinde oturması hali de istisna edilmiştir ilh..
Yani bir ev yetim çocuk ile baliğ arasında ortaklı olsa, baliğ bir süre otursa.
«Yine yetimin evinde akitsiz olarak bir yabancı da otursa ilh...» Yani çocuğun evinde annesi ve
ortağı olmayan bir yabancı otursa, yine tazminat yoktur.
«Yetimin evi vakıf evi gibidir» denilmiştir ilh...» Yani menfaatlerin tazmininde yetimin evi de vakıf
malı gibidir. Bu da müteahhirün fakihlerin görüşüdür. Şârihin sözünde geleceği gibi dayanılan söz
de budur.
«Her iki fer'i de mütekaddimün fakihlerin «ücret yoktur» sözüne hamletmek mümkündür ilh...» Yani
yetimin annesinin yetimin evinde oturması böyledir. Hamevî bunu açık olarak ifade etmiştir.
Birinci fer'in mütekaddimün fakihlerin görüşüne hamlini ise Minâh sahibi açıklamıştır.
«Güvenilen görüşe gelince ilh...» Yani buna göre artık istisna yoktur. Bundan dolayı Allâme Birî,
«Müellife hayret ediyorum ki gerekçesiz olarak fetvâ verilecek bir görüşten nasıl dönmüştür»
demiştir. Müellifin dönmesinden kaçın.
«Kadının kocasının ücret vermesi gerekir ilh...» Zira ücret gasbedene tabi olanlara değil,
gasbedene vacibtir. Birî Muhit'ten şöyle nakletmiştir:
«Eğer kadının kocası yoksa, ihtiyacı olma hükmüyle kadın yetim çocuğunun evinde ücretsiz olarak
oturabilir. Eğer kocası varsa, oturamaz. Bir kadın kendi evi olduğu zaman çocuğunun evinde
oturmaması gibi. »
«Seyrefiye'de olan ilh...» Seyrefiye'de olan ifade şöyledir: «Kadın kocası ile birlikte küçük yetim
oğlunun evinde otursa, eğer çocuk oturmalarına engel olacak bir durumda değilse, yani çocuk altı
veya yedi yaşında ise, o zaman kadının ecri misil vermesi gerekir. Zira kadının kocası olduğundan
muhtaç değildir. Eğer çocuk engel olmaya kadir bir durumda ise, o zaman kadının üzerine ücret
yoktur.»


Seyrefiye'de Muhit adlı eserden naklen Birî'den olan ifadeye muhalefet vardır. Zira Birî meseleyi
şöyle farzetmiştir: Kadın kocasının izini olmaksızın çocuğunun evinde oturması halinde bu durum
gerçekleşir. Bir de çocuğun men etme kudretinin süresini takdir etmiştir. Ki bu da çocuğun on
yaşında veya daha fazla olmasıdır. Bu ifadenin açık anlamına göre kadın kendi başına oturmuştur.
Çocuk da eğer sekiz veya dokuz yaşında olsa, kadına ücret gerekir.
«Açık değildir ilh...» Açık olmamasının şekli de şöyledir: Çocuğun engel olmaya gücü de yetse
çocuk olduğu için teberru etmesine itibar edilmez.
«Güvenilen görüş üzere ilh...» Yani mutemed görüş üzere yetimin malı da vakıf gibidir.
Tenvîrü'l-Besâir'de de hüküm böyledir. Bazı âlimler tarafından da denildiği, hüküm Seyrefiye'de
olduğu gibi değildir.
«Kocasının üzerine vâcibtir ilh...» Yani oturdukları evin ücreti kadının üzerine değil kocasının
üzerine vâcibtir.
Ben derim ki: Bizim Muhit adlı eserden naklen zikrettiğimiz ifadeye binaen ücret kocanın üzerine
değil, kadının üzerine vacibtir.
«Sonra Hâniye'den şunu nakletmiştir ilh...» Önce İmâdiye'den o da İmam Muhammed'den şunu
nakletmiştir: «İki kişi arasındaki ortak bir toprakta hazır olan kimse ekilmenin" tarlaya menfaatli
olduğunu bilirse tarlanın tamamını eker. Gâib olan ortağı geldiği zaman o yerin hepsi ile o süre
kadar o yerden menfaatlenir. Çünkü gâib olanın rızası o kadarıyla delâleten sâbittir. Eğer hazır
ortak ekmenin tarlaya noksanlık getireceğini bilirse, ekemez. Çünkü rıza sâbit değildir.»
Sonra da Kınye adlı eserden şunu nakletmiştir: «Hazır olan ortağın müşterek mülkte ücret vermesi
gerekmediği gibi gâib olan ortak tarlayı o süre kadar kullanma hakkına da sahip değildir. Zira
nöbetleşe kullanmak ancak husumetten sonra olur.» Sonra da sözlerine devamla, «Bunların
arasında birbirine aykırılık vardır. Ancak yer meselesi ile ev meselesinin arasını ayırmak gerekir. Bu
da uzaktır. Veya bunların ikisi. iki ayrı rivayettir» demiştir.
Sonra da Hâniye'den şunu nakletmiştir: «Ev meselesi tarla meselesi gibidir. Bir eve ortak olan gâib
kimse de daha önce hazır olan kimse de ortağının oturduğu süre kadar oturma hakkına sahiptir.
Meşâyih de bunu istihsan yoluyla kabul etmiştir. İmam Muhammed'den de bu şekilde rivayet
edilmiştir. Fetvâ da bu şekildedir.» Özetle.
Birî de Hâniye'nin ifadesini mufassal olarak naklederek ikrar etmiştir. Onun gibi hâşiyeci Ebussuud
da ikrar etmiştir.
«Fakihler demiştir ilh...» «Fakihler demiştir» sözü genellikle zayıflığı ifade etmek için kullanılır. Bu
meselede şârihten başkasının sözünde «fakihler demiştir.» sözünü görmedim. Umulur ki şârih bu
sözü, bu sözün aksinin daha tercihe şayan olduğunu bildirmek için eklemiştır. Onun aksi de
musannıfın şirket kitabının sonunda Manzume-i Muhibbiye'den naklettiğidir. İbni Nüceym de
bununla fetvâ vermiştir. Günümüzde de bu görüşe göre amel edilmektedir. Şârihe uygun olan, bu
meseleyi gelecekteki musannıfın, «ancak mülk teviliyle oturabilir.» sözünden sonra zikretme-siydi.
Nitekim Birî ve diğerleri böyle zikretmişlerdir.
METİN
Gasbedilen malın sahibi onu kâr ve gelirini almak için hazırlamış olsa. yani onu gelir getirmesi için
yapsa veya satın alsa, bazı alimlere göre de gelir getirmesi için üç sene peş peşe kiraya verse
gâsıb bu malların menfaatlerine zamin olur.
Eşbâh'ta şöyle denilir: «Bir binayı kiraya vermekle onu geliri için hazırlamış olmaz. Ancak binayı
gelir getirmek için yapar veya satın alırsa bu bina gelir için hazırlanmış olur. Bir de müşteri için
hazırlanmış olmakla da gelir için hazırlanmış olmaz. Kullananın malın gelirinin alınması için
hazırlandığını bilmesi de şarttır ki, ücret vermesi vâcib olsun. Hem, kullanan kimse de gasb ile
şöhret bulmuş bir kimse olmamalıdır.»
Ben derim ki: Eğer mal sahibi ile kullanan kimse bu bilgi hususunda ihtilâf etseler, makbul olan
söz, yemini ile birlikte kullananındır. Çünkü o inkâr etmektedir. Diğeri ise iddia edendir. Bunu
şeyhimiz söylemiştir.
Ev sahibinin ölmesi veya satması ile gelirini olmak için hazırlama batıl olur.
Kendisi için bir bina yapmış olsa, sonra onu gelir getirmek için hazırlamak istese, eğer bunu dili ile
yleyerek halka haber verdiyse, geliri için hazırlanmış olur. Bunu musannıf zikretmiştir.
Ancak, geliri için hazırlanmış bir binada mülkiyet tevili ile oturuyorsa, o zaman zıman yoktur.


Meselâ, ortaklardan bir tanesi ortaklı evde otursa, Kınye adlı eserden naklen geçtiği gibi ev yetimin
dahi olsa, yine zıman yoktur. Uyanık ol.
Vakıf malına gelince, iki kişi üzerine vakfedilen binaya birisi zorla otursa, diğerine ücret vermesi
gerekir.
Birisi gelir için hazırlanmış bir evde bir akitle oturursa, meselâ rehin olan bir binada rehin olan
otursa, sonra o binanın başkasının olduğu ve kıra için hazırlandığı anlaşılsa, bunda da yine
tazminat yoktur.
Yalnız şu kaldı: Gâsıb bunlardan birisini kiraya vermiş olsa, kiracının üzerine ecri misil değil
konuşulan ücreti vermesi gereklidir. Ücreti almak da gâsıba lazım değildir. Belki kabzettiğini mâlike
verir. Eşbâh ve Kınye.
Şurunbulâliye'de şöyle denilmiştir: «Menfaati terketmiş olsa oturduğu zaman ücret vermesi
gerektiği gibi bunda da ücrete zamin olur mu? Araştırılsın.»
Müslümanın şarabı ve domuzunun telef edilmesi yukarıda zikri geçenlerin aksine zımanı
gerektirmez. Yani müslüman olsa, elinde domuz ve şarap olsa. bu domuz ve şarabı bir müslüman
veya bir zımmî telef etse, tazmin gerekmez. Telef eden müslüman onların kıymetini tazmin eder.
Zira şarap bize göre hükmün kıyemî mallardandır.
Şarap ve domuz bir zımmînin olsa, telef eden Devlet başkanından veya görevli memurlardan başka
birisi ise, çünkü devlet başkanı, bu telefi ceza olarak bildiği için zamin olmaz. Şarap küpünün
hükmü de bunun gibidir. İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir. Ama ölmüş bir hayvanda veya
kanda asla tazmin yoktur.
Ama bunun aksine bir müslüman zımmîden şarabı satın olarak içse, ne zıman, ne de semen vardır.
Çünkü onu satıcının yetki vermesiyle yapmıştır. Gasbetse bunun aksinedir. Müctebâ.
Bir zımmî, diğer bir zımmînin şarabını telef etmiş olsa. sonra ikisi de müslüman olsalar veya birisi
müslüman olsa, onun üzerinde hiçbir tazminat yoktur. Ancak bir rivayette, telef edenin üzerine
şarabın kıymetini tazmin etmek gerekir.
Bir kimse bir müslümanın şarabını gasbetse, o şarabı kıymetli olmayan bir şeyle sirke yapsa,
meselâ bir buğday tanesi veya az bir tuzla veya güneşin karşısında beklemekle veya bir diğerinin
ölmüş hayvanının derisini gasbederek toprak ve güneş gibi kıymeti olmayan şeylerle ta-bağlasa,
malik her iki şekilde de meccânen onları alır. Şu kadar var ki bunları telef etmiş olsa, o zaman
zamin olur. Ama kendileri telef olmuş olsa, bir şey alamaz. Vehbâniye şerhinde ise, derinin
tabağlanmış kıymetini tazmin edeceği zikredilmiş, Mültekâ'da da bu görüşe dayanılmıştır.
Müslüman gasbettlği şarabı çok tuz veya sirke gibi kıymetli bir şeyle sirke yapsa, ona mâlik olur.
Mâlikine de hiçbir şey tazmin etmez. İmameyn buna muhalefet etmiştir.
Ölmüş hayvanın derisini selem yaprağı veya mazı gibi kıymetli birşeyle tabağlasa, mâlik onu alır
tabağın fazlalaştırmış olduğu kıymeti de gâsıba geri verir. Gâsıb hakkını alana kadar tabağladığı
deriyi malike vermeyebilir. Kendi kendine telef olması gâsıb deriyi telef edince, zamin olmaz.
Bir kimse, bir zımmîye ait murdar ölmüş hayvanı veya kasden besmelesiz kesmeyi mübah kabul
eden Şafiîlere ait kasden besmelesiz kesilen hayvanı telef etse, zıman yoktur. Mülteka. Çünkü
burada mücâdele velâyeti sabittir. Ama birisinin çalgı aletini kıran kimse bu alet kâfire ait olsa bile
kıymetini zamin olur. İbni Kemâl. Yani çalgı aletinin oyulmuş haldeki ağacının kıymetine zamindir.
Birisinin ekşitilmiş kaynatılmış üzüm şırasını telef eden kimse de onun mislini değil kıymetini
zamindir. Bunun açıklaması içecekler konusunda gelecektir. Bu sayılan şeylerin hepsinin de satımı
geçerlidir. İmameyne göre ise bu sayılan şeylerde zıman yoktur, satımları da geçerli değildir. Fetvâ
da imameynin görüşü üzerinedir. Mültekâ, Dürer, Zeylâî, ve diğer kitaplar. Musannıf da bunu ikrar
etmiştir.
Askerlerin davuluna, Hülâsa'nın yasaklamalar bahsinde buna balıkçıların davulu da eklenmiştir, bir
de düğünlerde çalınması mübâh olan def'e gelince, birisi bunları kırdığı takdirde zamin olur. Geçen
şekillerdeki zıman ve satış türkücü cariye ve bunun gibi dövüşken koç, havada uçan güvercin,
dövüş için hazırlanan horoz ve burulmuş köle gibi şeylerde olduğu gibi geçerlidir. Zira bunları
helâk ettiği takdirde bunların sanatları ile birlikte değil, sade kıymetlerini tazmin etmek vacibtir.
Yani kölenin burulmamış halindeki kıymetini zamin olur.
İZAH
«Üç sene peş peşe kiraya verse ilh...» Musannıf Minâh'ta birisi mülkünü üç sene peş peşe kiraya


vermiş olsa, bununla o mülkü gelirini almak için hazırlamış olacağını naklettikten sonra şunu da
zikretmiştir: «Bir yıl, iki yıl veya daha fazla kiraya vermiş olsa o mülk geliri için hazırlanan bir mülk
olmaz.»
Ben derim ki: Kınye adlı eserin kira bahsinin başlarında Asl'dan naklen şöyle denilmiştir: «Birisi bir
yer kiralamış olsa, onu bir kaç sene ekmiş kiracı birinci yılın ücretini, ondan sonraki seneler için de
ekinin tarlaya getirdiği noksanlığı vermesi gerekir. Fazla kalanı ise imam Ebû Hânife ve
Muhammed'e göre tasadduk eder.»
Kadı Sedir de şöyle der: «Bu doğrudur, eğer o yer kiraya verilen bir yer, olarak bilinmiyorsa, yani
her yıl kiraya verilmiyorsa bu böyledir. Ama eğer kiraya verilen bir yer olarak biliniyorsa, diğer
yılların da ihtilâfsız olarak ecri mislini vermesi gerekir.»
Buradan anlaşıldı ki, Ebû Hânife ve Muhammed'e göre tarla bir veya iki yıllığına kiraya verilmekle, o
tarla devamlı kiraya verilen bir tarla olmaz. Bunun misli Muhit adlı eserde de vardır.
Ben derim ki: Bunun acık anlamı. üç yıldan fazla kiraya verilirse, bu o tarlanın kiraya vermek için
hazırlandığını gösterir. O zaman Eşbâh'ın gelecekteki mutlak ifadesinde bir görüş vardır.
Düşünülsün.
«Binayı kiralamakla onu gelir için hazırlamış olmaz ilh...» Musannıfın burada bina ile kaydetmesi,
zira tarla kiraya verilmekle ziraat için hazırlanmış sayılır. Meselâ, tarla, halkının adeti başkalarının
tarlalarını ekmek olan bir köyde ve tarlanın sahibi de tarlasını kendi başına ekmiyorsa. o zaman o
tarla sahibi eken kimseden köydeki maruf miktar kadar ücret alabilir. Nitekim Zâhire adlı eserden
naklen Birî'de de böyledir. B\z bu konudaki sözleri yukarıda tam olarak nakletmiştik.
«Müşteri için ilh...» Yani müşteri eğer onu gelir getirmesi için almamışsa. Çünkü gelir için alırsa,
alışı onu gelir için hazırlanmış yapar.
«Kullanan kimse de gasb ile meşhur bir kimse olmamalıdır ilh...» Zâhire de bu şekilde kaydetmiştir.
Zira, Zâhire sahibi şöyle demektedir: «Fakihler şöyle demiştir: Birisi gelir getirmesi için hazırlanmış
bir binada akitsiz olarak otursa, ücret vermesi vacibtir. Çünkü delâleten bunun ücret vermesi
anlaşılmış olur.»
Yine Zâhire'nin ziraat ortakçılığı konusunda şöyle denilmektedir: «Binada oturmak kiralanmış
olarak yorumlanır. Ancak mülk açıklaması ile oturursa, o zaman kiraya yorumlanmaz.» Düşünülsün.
Ben derim ki: Şârih kira akdinin feshi babından hemen önce aynen şunu zikretmiştir: Eşbâh'ta
şöyle denilmiştir: Hana konaklayan, hamama giren, gelir için hazırlanmış bir binada oturan kimse
ücretten kaçınmak için gasbettiğini iddia etse, tasdik edilmez. ücret vermesi vacibtir.» Ben diyorum
ki, kendisiyle fetvâ verilen görüş üzere yetim malının hükmü de böyledir.»
Ben derim ki: Bunların hepsi, eğer adam ücret taleb etmezse yledir. Ama ücret taleb ederse, o
şey gelir için hazırlanmış olmasa bile, oturanın ücret vermesi vacibtir. Zira Kınye'nin icare bahsinde
şöyle denilmektedir: «Fakihlerin hepsi, malı gasbedilen kimse şahitler huzurunda binasını
gasbeden adama ya binayı iade etmesini veya her ay bin dirhem ücret vermesini söylese, onun
şahit getirmesi geçerlidir. O zaman ondan sonra gâsıb o evde oturursa, konuşulan ücreti vermesi
gerekir demişlerdir.»
«Bunu şeyhimiz demiştir ilh...» Yani hiç kimseye isnad etmeyerek Minâh haşiyesinde demiştir.
Ben derim ki: Uygun olan, bunu gelir için hazırladığı han ve hamam gibi zahir ve meşhur olmayan
şeylerle kaydetmesidir. Bu kayıtta bu mesele ile anifen takdim ettiğimiz «eğer gasbı iddia ederse
tasdik edilmez» meselesi arasında uygunluk meydana gelir.
«Dili ile söyleyerek halka haber verdiyse gelir için hazırlanmış olur
ilh...» Metnin bazı nüshalarında ise «caiz olur» denilmiştir.
BİR UYARI: Kira bahsinde zikrettiğimiz üzere gelir için hazırlanmak akara has bir şey değildir. Zira
Hâmidiye'de şöyle denilmektedir: «Kervancının hayvanını izinsiz ve kira akdi de olmaksızın
kullanan kimsenin üzerine ecri mislin vacib olduğu hususunda fetvâ verilmiştir.»
Menâhî el-Ankaravî Kınye hâşiyesinde, o da Rüknü'l-Eimme'den naklen şöyle demiştir: «Birisi diğer
bir adamın öküzünü veya arabasını kullanmış olsa, ecri misil vermesi gerekir. Eğer mal sahibi onu
kira için hazırlamışsa. Yani diliyle kıra için hazırladığını söylemişse.» Hıfzedilsin, çünkü bu
karıştırma mahallidir.
«Ancak gelir için hazırlanmış bir binada ilh...» Musannıfın buradaki «gelir için hazırlanmak» kaydı
ifade ediyor ki buradaki istisna yalnız gelir için hazırlanan şeye aittir. Ayrıca şunu da ifade


etmektedir ki vakıf ve yetim malında her ne şekilde oturursa otursun, ücret vermesi vacibtir. Bu
kayda lüzum görülmesi, metinden ilk bakışta anlaşılanın aksine olarak, yukarıdaki dayanılan
görüşten dolayıdır. Bundan ötürü sârih akarın gasbı bahsinde şunu zikretmiştir: Birisi bir bina
alarak onda otursa, sonra binanın vakıf veya bir yetimin olduğu anlaşılsa, onların mülkünü
korumak için ücret vermesi gerekir. Biz de yukarıda «Tercih edilmiş olan da budur.» dedik. Halbuki
adam o binada mülk veya akit tevili ile oturmuştu. Bunu hıfzet, zira bu meseleyi birçok kimse
anlamamıştır.
«Ortamı evde otursa ilh...» Dükkân da olsa, İmâdiye'de olduğu gibi, hüküm yine böyledir.
«Uyanık ol ilh...» Yani bunun mütekaddimunun görüşü üzerine bina edildiğinden gâfil olma. H.
«Birisi zorla otursa ilh...» Veya iki ortaktan birisi otursa, yani binanın bir kısmı bir kimsenin mülkü
olsa, diğer kısmı da başka bir kimsenin üzerine vakıf olsa, bunlardan binanın bütününde zorla
oturan diğerine kira verir.
«Zorla otursa ilh...» Musannıfın burada *cebren» kelimesiyle kaydetmesi, vakıf kitabının başında
geçen şu ifadelere dayanır: «Üzerlerine vakfedilen bir binada birisi otursa, diğeri kendisine yetecek
yer bulamasa. oturan kimse için ücret yoktur. Kendisine uygun bir yer bulamayan kimse diğerine:
«Senin kullandığın kadar ben de kullanacağım» deme hakkına sahip değildir. Zira nöbetleşe
oturmak ancak husumetten sonra (yani mahkeme kararından sonra) olur.»
«Başkasının olduğu anlaşılsa ilh...» Yani binanın Sahihin olmadığı ve kira için hazırlanmış olduğu
ortaya çıksa. H.
«Yine tazminat yoktur ilh...» Çünkü bu kimse kira ücretini taahhüt ederek binada oturmamıştır.
Nitekim binayı malikin kendisi rehin olarak verdiğinde rehin alanın onda oturması halinde kira
parası gerekmez. Kınye.
«Ben derim ki: Belki ücret rehin verene aittir. Çünkü o gasıb durumundadır. Düşünülsün. Birî.
«Gâsıb bunlardan birisini kiraya vermiş olsa ilh...» Yani gâsrb vakıf, yetim veya gelir için hazırlanan
bir şeyin menfaatini kiraya vermiş olsa. Eşbâh.
«Kiracının konuşulan ücreti vermesi gerekir ilh...» Yani bu ücreti gâsıba verecektir. Çünkü kira
aktini yapan gâsıbtır.
«Ücret almak da gâsıba gerekli değildir ilh...» Yani ecn misli vermesi gerekmez. Nitekim Eşbâh'ın
ifadesi de böyledir.
«Belki kabzettiğini mâlike verir ilh...» Bunun özeti şöyledir: Gâsıbın ecr-i misilden az bile olsa,
yalnız kiraya verdiği miktarı mâlike vermesi gerekir. Hâmevî.
«Ve Kınye ilh...» Kınye'nin ifadesi şöyledir: «Gelir için hazırlanmış bir binayı veya vakfı veya yetimin
malını gasbetmiş olsa, ve bu malı kiraya verse, kiracı da onda otursa, kiracıya ecri misil değil,
konuşulan ücreti vermek gerekli olur.» Kınye sahibine, «Peki gâsıb malike ecri misli verecek
midir?» diye sorulunca, «Hayır, Gâsıbın ücret vermesi gerekmez» demiştir. Şu kadar var ki
kabzettiğini mal sahibine vermesi gerekir. Uygun olan da ancak budur. Sonra, kiracının konuşulan
ücreti mâlike mi, yoksa gâsıba mı vereceği sorulmuştur. Buna da «kendisiyle kira akdi yaptığı
kimseye verecektir» cevabını vermiştir. Fakat bu âkidin onu yemesi helâl değildir. Belki onu mâlike
geri vermelidir. Ebû Yusuf'tan da âkidin aldığı ücreti tasadduk etmesi gerektiği rivayet edilmiştir.
Allâme Birî, «Doğru olan, bu hüküm, mütekaddimûnun görüşünün ayrıntısıdır. Müteahhırûn
âlimlerin görüşüne gelince. gâstbın ecri misil vermesi gerekir.» demiştir. Yani eğer kiracıdan aldığı
ecri misil veya daha az olursa bu böyledir. Eğer kiracıdan aldığı ecri misilden fazla olursa, yine
aldığını mâlike verir. Çünkü ona helâl değildir. Nitekim bunu Hameyazmış ve Ebussuud da ikrar
etmiştir.
«Şurunbulâliye'de ilh...» Şurunbulâliye'nin ifadesi şöyledir: «Ancak mülk veya akde dayanarak
oturmuş olsa, o zaman menfaati âtıl bırakmasına bakılır ilh...»
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin ifadesindeki «atele» kelimesinin zamiri oturana dönse, bir anlamı
olmaz. Çünkü oturduğu takdirde artık mülkü boş bırakmamış, yararlanmış olur. Eğer «atele»
kelimesindeki zamir «mülk tevili ile» oturan kimseye dönerse, zaman tereddüde gerek kalmaz.
Çünkü oturduğu takdirde menfaati tam almıştır, ücret vermesi gerekmez. Artık boş bıraktığı zaman
ücret vermesinin lâzım geleceği nasıl söylenebilir? Eğer zamin gâsıba döndürülürse, o zaman
ifadenin akışı şöyle olur: Eğer gâsıb bu üç şeyden birisinin menfaatini âtıl bırakırsa, binanın sahibi
istifade etmezse. Bu şekil de musannıfın ve Dürer sahibinin ifadelerinden anlaşılmaktadır. Çünkü


bu üç şey musannıfın geçmişteki «ister faydalansın, ister boş bıraksın» sözünden istisna edilmiştir.
Bu istisna da ifade ediyor ki, adı geçen üç şeyden birisinin menfaatlerine, ister istifade etsin, ister
boş bıraksın, gâsıb zamin olur. Düşünülsün.
Hâmidiye'de şu mesele sorulmuştur: Vâkıf olan bir dükkânı Zeyd bir süre gasbederek boş bıraksa
Hamidiye sahibi, musannıfın ifadesi ile istidlâl ederek Zeyd'in o dükkâna ecri misil vermesi
gerektiğinde fetvâ vermiştir.
Zamir gâsıbtan kiralayan kiracıya döndürülse, bu hiç doğru olmaz. Zira Şurunbulâliye'de kiracıdan
hiç söz edilmemiştir.
«Müslüman olsa, elinde domuz ve şarap bulunsa ilh...» Elindeki şarap ve domuzu müslüman
olduğu halde elde etse, hüküm yine böyledir. Zira açık olduğuna göre hüküm değişmez. Musannıfın
bunu zikretmesi müslümana hüsnü zan etmesindendir. T.
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da şöyle bir şey vardır: «Bir müslüman diğer bir müslümandan şarap gasbetse,
gâsıbın şarabı ödemesi gerekir mi? Eğer geri vermezse, kıyamet günü sorumlu tutulur mu? Eğer
geri verildiğinde onun şarabı sirke yapacağı kesin olarak bilinirse, geri vermesine hükmedilir. Eğer
şarabı aldığında onu içeceği bilinirse, o zaman gâsıba şarabı dökmesi emredilir. Bunun örneği
şudur: Birisinin kılıcı diğer birisinin elinde olsa, kılıç sahibi onu almak için gelse. kılıcı bir
müslümanı öldürmek için aldığı kesin olarak bilinirse. o zaman adam kılıcı ona vermez. Ama onun
adam öldürme niyetinden caydığını kesin olarak bildiği zaman kılıcını ona verir.» Minâh.
«Zıman yoktur ilh...» Bu, «zikri geçenlerin aksine» sözünün sonucudur. Bunun şekli nedir? Çünkü
müslüman hakkında bunlar mütekavvim mal değildir. Zira mal edinme konusunda mal sahibinin
dini esas alınır.
Şurunbulâliye'de şöyle denilmektedir: «İmam Ebû Yûsuf'un görüşü üzerine şarabı dökmek için
yardığı tulumu da zamin olmaz. Fetvâ da İmam Ebû Yûsuf'un görüşü üzerinedir. Burhan'da olduğu
gibi.»
Bu hüküm dünya bakımındandır. Ahirete ait hüküm ayrıdır.
Eğer şarabı gasbedilen kimse sirkeci ise, şırayı sirke yapmak için yapmışsa, o zaman gâsıbın
üzerine gasb günâhı vardır. Eğer onu içmek için yapmışsa, ahirette artık malikin gâsıb üzerinde bir
hakkı bulunmaz. Cevâhirü'l-Fetâvâ'dan naklen Minâh'ta da böyledir.
«Telef eden müslüman onların kıymetini tazmin eder ilh...» Eğer telef eden zımmî olursa, şarabın
mislini, domuzun da kıymetini tazmin eder. İbni Melek.
«Kıymetini ilh...» Yani şarapla domuzun. Metnin bazı nüshalarında «yani şarabın kıymetini»
denilmiştir. Birinci görüş Kenz ve Kudurî gibi musannıfın da «eğer onlar bir zımmînin ise» sözüne
daha uygundur. İkinci göriiş ise, o da şarihin açıklamasına uygundur. Zira Gâyetü'l-Beyân' da da
Kâfî şerhinden naklen, «Müslüman zımmînin domuzunu helâk etmiş olsa, Ebû Hânife'ye göre
tazminat yoktur. İmameyn buna muhalefet etmiştir. Bu konunun tamamı Kâfi şerhindedir»
denilmiştir.
«Hükmen kıymeti takdir edilen şeylerdendir ilh...» Her ne kadar şarap misli ise de. Zira müslüman
şarabı birisine temlik etmeden veya kendisine mülk edinmekten men edilmiştir. Çünkü temlik veya
temellük etmek onu yükseltmektir. Zeylâî.
«Şarap ve domuz bir zımmînin olsa ilh...» Musannıf bu görüşü mutlak zikretmiştir. O zaman
zımmînin şarap ve domuzun satışını açıkça yapmasını da kapsamına alır. Minâh sahibi
Müctebâ'dan naklen şöyle demektedir: «Bir zımmî İslâm ülkesinde domuz veya şarabin satışını
açıkça yapmış olsa, ona engel olunur. Eğer bir kişi onun şarabını dökse veya domuzunu öldürse.
kıymetine zamindir. Ancak bunu yapan emir olursa, yapabilir. Bununla birlikte şarabı dökmek için
parçaladığı tuluma ve öldürdüğü domuza da zamin olmaz. Çünkü bunun tazminatı ihtilâflı bir
meseledir.»
T. de Burhan'dan şunu nakletmîştir: «Bu itlaf «izhar etmese» sözüyle kayıtlanır. Yani şarap ve
domuz zımmînin olsa ve o bunların satışını açıktan yapmasa, o zaman telef eden kimse bunların
kıymetini tazmin eder. Düşün.» Bu husustaki sözlerin tamamı ileride gelecektir.
«Ukûbet bildiğinden ilh...» Yani Devlet yöneticileri dökmeyi ve domuzu öldürmeyi bir ceza olarak
caiz görürse. Yani devlet başkanı müctehid olursa. Veya bu görüşte olan bir müctehidi taklit
ediyorsa. Nitekim geçmiş açıklama da bunu ifade eder.
«Ölmüş bir hayvanda veya kanda asla zımam yoktur ilh...» Yani zımmînin de olsa, mutlaka zımanı


yoktur. İleride'de açıklanacaktır. Zira semâvî dinlere inanan hiç kimse ölmüş hayvanla kanı mal
olarak kabul etmez. Hidâye. Burada hayvan eğer kendi başına ölmüşse, hüküm böyledir. Çünkü
ateşperest (mecûsînin) olan kestiği, boğduğu ve vurup öldürdüğünün satımı İmam Ebû Yûsuf'a
göre caizdir. İmam Muhammed buna karşı çıkmıştır. O zaman bunda zıman vacibtir. İtkâni.
Kifâye'de de bunu teyit edilmiştir.
«İçse ilh...» Burada içmekten maksat mutlaka telef etmektir. Ama ne şekilde telef ederse etsin.
Kinye'den naklen Minâh'ta olduğu gibi.
«Çünkü onu satıcının yetki vermesiyle yapmıştır ilh...» Bu görüş gasb ile satın alma arasındaki
muhalefetin şeklim açıklamaktadır. Minâh'ta şöyle denilmektedir: «Şu kadar var ki bunda bir görüş
vardır. Bu meşhur kaideye aykırıdır. Meşhur kaide şöyledir: Kapsamlı olan bir şey kapsamın butlanı
ile bâtıl olur. İşte burada da şaraptaki satım bâtıl olduğu zaman onun butlanı ile bâtıl olur. Ancak
bunun bu meşhur kaideden çıktığı iddia edilebilir. Çıkışının şekli açıklanır, veya o meşhur kaidenin
çoğunluk olduğu söylenir.»
Remlî derki: «Bunu bu meşhur kaideden çıkarmak mümkündür. Çünkü zımmînin satışla müslümanı
onu içmeye musallat etmesi zımnen değil, kasden hasıl olmuştur. »
«İkisi de müslüman olsalar veya birisi müslüman olsa ilh...» Yani şarabın mislini ödemekle hüküm
verilmezden önce veya sonra. Minâh.
«Ancak bir rivayette ilh...» Yani Ebû Hânife'den yapılan bir rivayette. Bu rivayet de İmam
Muhammed'in görüşüdür.
«Telef edenin üzerine şarabın kıymetini tazmin etmek gerekir ilh...» Yani telef eden kimse
müslüman olursa. İkisi de müslüman olurlarsa, telef eden kimsenin İsâmiyeti diğerinden önce
olursa, hüküm yine böyledir.
Zeylâî şöyle demektedir: «Eğer kıymeti taleb eden hâkim tarafından şarabın mislini tazmin hükmü
verildikten sonra müslüman olursa, o zaman telef edenden bir şey tazmin edemez. Çünkü şarap
onun hakkında artık mütekavvim değildir. Müslüman olmakla zimmetinde olan şaraptan ibra etmiş
olmaktadır. Eğer ikisi beraber müslüman olsalar, hüküm yine böyledir. Çünkü ikisinin islâm
olmasında şarabı taleb eden adamın islâmı da mevcuttur. Eğer yalnız telef eden adam müslüman
olur, sonra da malik müslüman olursa, Ebû Yûsuf telef eden adam üzerine bir şey vacib değildir,
demiştir. Ebû Yûsuf'un kavli de Ebû Hânife'den rivayet edilmiştir.» Anla.
Burada «şarap»la sınırlandırılmıştır. Zira Tatarhâniye'de, «Bir zımmî diğer bir zımmînin domuzunu
telef ederse, onların ikisinin beraber veya birisinin müslüman olması halinde zimâniyet devam eder.
Zira domuzu telef etmekle asıl mevcut olan şey kıymettir. İslâm da kıymetin tazmin edilmesine
aykırı değildir» denilmiştir.
«Meccânen onları alır ilh...» Zira şarabı sirke etmesi veya deriyi tabağlaması, sirke ve deriyi yıkama
menzilesindedir. O zaman yine malikin mülkiyeti üzerine devam eder. Zira sirke yapmak veya
tabağlamakla maliyet sabit olmaz.
«Bunları telef etmiş olsa, zamir» olur ilh...» Zira burada gasbedilen şey müslümanın şarabıdır.
Halbuki yukarıda geçtiği gibi müslümanın şarabına telefle zamin olunmaz. Bu vehmettiriyor ki,
burada da yine tazminat yoktur. O halde musannıfın burada «lakin» demesi yerinde olurdu.
«Zamin olur ilh...» Yani şarabın ve derinin kıymetine zamin olur.
«Derinin tabağlanmış kıymetini tazmin edeceği ilh...» Yani itlaf edilen surette. T.
«Mültekâ'da da bu görüşe dayandırılan başka yerler de vardır ilh...» Zira Mültekâ sahibi. «Gâsıb
tabağlamış olduğu deriyi telef etse, ona tabağlanmış halindeki kıymetini tazmin eder. Bazı alimler
tarafından da onun tabağlı değil, temiz bir derinin kıymeti ne ise onu tazmin eder denilmiştir.»
«Ona malik olur ilh...» Zira tuzlu sirke mütekavvim maldırlar. Şarap ise mütekavvim değildir. O
zaman gâsıbın tarafı tercih edilir. O sirke hiç bir şey tazmin etmeden onun olur.
«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Yine imameyne göre malik dilerse o sirkeyi alır, ona da
onun sirke yapmak için kattığı tuz ve sirke ağırlığınca tuz veya sirke verir. Eğer gâsıb o sirkeyi telef
ederse, hiçbir şey tazmin etmez. Yine imameyn buna muhalefet etmiştir. İmameyne göre zamin
olur. Mültekâ.
«Malik onu alır ilh...» Sadrı Şeria'nın «Deriyi kıymetli birşeyle tabaklasa gâsıbın mülkü olur» görüşü
birinci nüshayı yazanın kaleminden çıkan bir yanılmadır. Nitekim Bâkânî bunu açıklamıştır. Dürrü
Müntekâ.


Bazı âlimler tarafından. «Sirke ile deri arasındaki fark nedir ki mâlik deriyi alıyor fakat sirkeyi
almıyor? Aradaki fark şudur: Deri devam etmektedir: Gasıb sadece ondan necaseti izale etmiştir.
Şarap ise devam etmemektedir. Belki başka bir şey olmuştur. İbni Kemâl'in bu konuda bir görüşü
vardır» denilmiştir.
«Tabağın fazlalaştırmış olduğu kıymeti de gâsıba geri verir ilh...» Şöyle ki, deri önce tabağlı olarak
kıymetlendirilir, sonra da tabağsız ve kesilmiş bir hayvanın derisi olarak kıymetlendirilir, ikisinin
orasındaki farkı mâlik, gâsıba verir. Mültekâ.
Mülteka şerhinde de Mâlikin deriyi gâsıba vermesi ve ona tabağsız haldeki deriyi tazmin ettirmesi
hakkı yoktur. Çünkü tabağdan önce onun kıymeti yoktur, ölmüş bir hayvanın derisidir» denilmiştir.
«Gâsıb deriyi mâlike vermeyebilir ilh...» Eğer gâsıbın elinde helâk olursa, o ziyadenin kıymeti de
mâlikten düşer. İbni Kemâl.
«Telef etmiş olsa, zamin olmaz ilh...» Yani telef etse, Ebû Hânife'ye göre zamin olmaz. İmameyne
göre ise, onun temiz hâlindeki kıymetini zamin olur. Zira derinin kıymetlenmesi gâsıbın fiiliyle
meydana gelmiştir. Onun hakkı deride mevcuttur. Kıymet konusunda den gâsıbın fiiline tâbidir. Zira
tabağlanmazdan önce deri, ölmüş hayvanın derisi olduğundan kıymeti yoktu. Asıl olan sanat olup,
telef halinde gâsıb sanatını tazmin etmez. Öyleyse, ona tabi olan deriyi de tazmin etmez. Ama
kıymetsiz birşeyle tabağlanan deri bunun aksinedir. Zira gâsıb içın onda kıymetli bir şey yoktur.
Gâsıbtan başkasının telef etmesi de bunun aksinedir. Zira, asıl da asla tâbi olan da tazmin ettirilir.
İbni Melek.
Gâsıb tabağlandıktan sonra o deriyi kürk yapsa, eğer deri kesilmiş bir hayvanın derisi ise, fakihlerin
ittifakı ile derinin gasb gününün kıymetini tazmin eder. Eğer ölmüş bir hayvanın derisiyse, hiçbir
şey tazmin etmez. Çünkü isim ve maksadının değişmesi, gâsıbın fiili iledir. Bu konunun tamamı
Tebyîn adlı eserdedir.
«Zıman yoktur ilh...» Bu söz yukarıda geçenle birlikte tekrardır. Musannıfın bu sözü tekrar etmesi
sonra gelen mesele ile irtibatı sağlamak ve aralarındaki farkı ortaya koymak içindir. Nitekim Hidâye
adlı eserde de buna işaret edilmiştir.
Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Biz zımmîleri inandıkları bâtıl şey üzerinde terketmekle emredildik,
öyleyse öncelikle bizim ictihad ehlinin ictihadlarını da onlara bırakmamız gerekir. Bunlarla birlikte
ictihadda doğru olma ihtimali de vardır. Aradaki fark şudur: Mücâdele velâyeti sabittir. Çünkü
besmelesiz kesilen hayvanın haram olduğuna delil mevcuttur. O zaman tazmin inancına itibar
edilmez.»
«Görüşü mücâdele velâyeti sabittir ilh...» Yani bu velâyet nasla sâbittir. Zira, Allahu Teâlâ, «Üzerine
AIIah'ın adınm anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin.» (En'âm: 121) buyurmuştur.
İnâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Birisi biz bunu kabul etmeyiz: Zira zımmîlerle mücadeleyi
terketmemize delâlet eden delil, öncelikle sizin kararlaştırdığınıza göre, müctehidlerle de
mücadeleyi terketmemize delâlet eder, diyebilir. Buna cevap olarak şöyle denilir: Zımmîlerle
inançları konusunda mücadele etmemizin delili Rasûlullâh (s.a.v.)'ın «Zımmilerle itikadları üzerinde
mücadele etmeyi terkedin» hadisidir. Bu da hizmet akti ile sâbittir. Zimmet akti ise müctehidler
hakkında yoktur.»
Sadi'nin hâşiyesinde de şöyle denilmektedir: «Besmelesiz kesilen hayvanın etinin helâl kılınması
Kitap'ın nassına aykırıdır. Halbuki hasım da buna inanmıştır. O zaman mücadele velâyeti sabit olur.»
«Çalgı âleti ilh...» Zurna, kaval, def, davul, tanbur gibi aletleri.
«Velev kafirin de olsa ilh...» Uygun olan, «müslümanın dahi olsa» demesiydi. Çünkü o zaman
öncelikle kâfirin olması durumunu da ifade etmiş olurdu. Zira âlimler kâfirlerin aletlerinin tazmin
edileceği konusunda ittifak etmişlerdir. Nitekim ileride gelecektir. Hem birisi müslümanın şarabını
dökse zamin olmaz. Ama kâfirin şarabını dökse, zamin olur. Nitekim kâfirin çalgı âletinin tazmin
edileceği öncelikle bilinir.
İbni Kemâl'in ifadesi ise şöyledir: «Burada musannıfın «müslümanın olsa bile» yerine «velev kâfirin
de olsa» demesi, Hidâye sahibinin dediği gibi, tazminatı bakımından çalgı aletinin müslüman veya
kâfirin olması arasında fark" yoktur.»
«Çalgıya elverişli olmayan ilh...» Yani defi kırarsa, yalnız kasnağını verir.
«Bunun açıklatması içecekler konusunda gelecektir ilh...» Bu konu Hidâye'de burada açıklanarak,
«Birisinin ekşitilmiş üzüm şırasını veya kaynatılarak yarısı uçmuş üzüm şırasını telef eden kimse


onun mislini değil, kıymetini zamin olur» denilmiştir.
«Bu sayılan şeylerin hepsinin de satımı geçerlidir ilh...» Çünkü bunlar kıymetli maldırlar. Bunlardan
eğlence dışında da bu âletlerden yararlanılır. O zaman bunların bu şekil tazminata aykırı değildir.
Şarkı söyleyen câriye gibi. Nasıl ki birisi şarkı söyleyen cariyeyi öldürse, zamin olur. Çünkü şarkı ve
türkü söylemenin dışında ondan başka şekillerde de istifade edilir. Ama şarap ve diğer içkiler
bunun aksinedir. Çünkü bunların aynı haramdır. Hiçbir şeyde kullanılamazlar.
Ekşimiş üzüm şırasına ve benzerine gelince, bunların haram oluşu ictihad ve âhad hadislerle
bilinmektedir. Bundan ötürü onların haramlığı, şarabın haramlığından daha eksiktir. O sebeble biz
onların satışını caiz gördük ve onların mislinin değil kıymetinin tazmin edileceğine hükmettik.
Çünkü müslüman böyle şeyl'erden men edilir.
Şu kadar var ki eğer bunların mislini almış olsa. caiz olur. Çünkü kıymetten düşmemiştir. İtkânî.
Özetle.
«İmameyne göre ise bu sayılan şeylerde tazminat yoktur, alım-satımları da geçerli değildir ilh...» Bu
ihtilaf çalgı âletlerim kırmanın mübâh olmasında değil, tazminatındadır. Bir de bunların kırılmış
şekliyle başka şeyde kullanılıp kullanılmayacağı hususundadır. Yoksa, eğer başka şeyde kullanılıp
kullanılmayacağı hususundadır. Yoksa, eğer başka şeyde kullanılamıyorsa, imamların ittifakı ile
kıran kimse hiçbir şeye zamin değildir. Bir de bu ihtilâf çalgı âletini kırma ve benzeri şeylerin
imamdan izinsiz yapılması hususundadır. Eğer imamın izni ile yapılmışsa, yine ittifakla zamin
değildir.
Ama şarkı-türkü söyleyen kimsenin dışındaki bir kimsenin çalgı aletini kırmak veya şarapçı
olmayan birisinin şarap küpünü kırmakta ihtilaf vardır. Yoksa, bunların olursa ittifakla zamin
değildir. Çünkü eğer kırmasa yine o fiiline döner.
Bir de ihtilâf bu âletlerin müslümanın olup olmaması hususundadır. Zira eğer bu âletler zımmînin
olursa, kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, imamların ittifakı ile zamindir. Zımmînin haçını kırmanın
hükmü de böyledir. Zira haç zımmî hakkında mütekavvim bir maldır.
Ben derim ki: Şu kadarı var ki Kuhistânî ve İbni Kemâl bu meselelerde zımmînin de müslüman gibi
olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Dürrü Müntekâ.
Ben yine derim ki: İhtiyâr adlı eserde de bu konularda zımmînin müslüman gibi olduğu hususu açık
olarak belirtilmiştir. Umulur ki, Hidâye'de yalnız müslümanın zikredilmesi, ihtilâf mahalli olduğu
içindir.
«Mübâh olan def ilh...» Mübâh der denilerek zil takılı olan deften kaçınılmıştır. Nihâye'de
Ebülieys'ten rivâyetle şöyle denilmiştir: «Uygun olan, zilli defin mekruh olmasıdır.»
METİN
Birisinin ümmü'l-veledini gasbetse, helâk olsa, zamin olmaz. Ama müdebberin ölmesi bunun
aksinedir. Çünkü müdebberin kıymeti vardır ama ümmü'l-veledin kıymeti yoktur. İmameyne göre ise
ümmü'l-veledi de zamin olur. Çünkü onun da kıymeti vardır.
Birisinin bağlı kölesinin ipini veya bağlı hayvanının ipini veya ahırının kapısını veya kafesinin
kapısını açsa, onlar da kaçıp gitseler, veya kendisine eziyet eden kimseyi, sultana haber vermeden
vazgeçmeyeceğini bildiği için sultana şikâyet etse, veya borçlarını bazen ödeyen bazen ödemeyen
kimseyi sultana haber verse, veya birisinin hazine bulduğunu sultana haber verse, sultan da onu
borçlu kılsa, bu sayılanların hiçbirinde adam zamin olmaz.
Ama eğer sultan bu şikâyetlerin hepsinde tazmin ettirmiş olsa, o zaman zamin olur. Birisini haksız
yere sultana şikâyet etse, İmam Muhammed'e göre aynı fiili bir daha yapmaması için tazmin ettirilir.
Fetva da İmam Muhammedin bu görüşüyle verilir ve şikâyetçi ta'zir cezasına çarptırılır.
Bu şikâyetleri yapan kimse köle olursa, azadından sonra bu tazminat taleb edilır.
Şikâyeti yapan kimse ölse, şikâyet edilen kişi uğramış olduğu zarar miktarınca onun terekesinden
alır. Sahih olan da ancak budur. Cevâhî-rü'l-Fetâvâ.
Musannıf nakletmiştir ki: Eğer şikâyet edilen kişi korkusundan binadan düşerek ölse, onu şikâyet
eden onun diyetini ödemeye borçlu olur. Ama vurmakla ölmüş olsa, borçlu değildir. Çünkü darpla
ölüm meydana gelir. Bu konu hırsızlık babında geçmiştir.
Birisi diğerinin kölesine isyan ederek kaçmasını emretse, veya kendini öldür dese, o da kaçsa veya
öldürse, o kimsenin bu kölenin kıymetini vermesi gerekir.


Birisi diğerinin kölesine efendisinin malını telef etmesini söylese o da telef etse. âmir zamin olmaz.
Aradaki fark şudur: O kaçmasını veya öldürmesini emretmekle gâsıb olmaktadır. Ama efendisinin
malını telef etmesini söylediğinde malın gâsıbı olmamaktadır. Belki köleye gâsıb olmaktadır. Köle
de mevcuttur, telef olmamıştır. Malın telefi de kölenin fiili iledir.
ki, altı şey dışında emrettiği için emreden üzerine tazminat yoktur. Bu altı kimse şunlardır: 1)
Sultan, 2) Baba, 3) Efendi emredici olursa, 4) Emredilen çocuk, 5) Köle, 6) Köleye efendisinden
başka birisinin malını telef etmesi emredilmiş olursa. Bu sayılanların hepsinde, emredilen (memur)
zamin olur, tazmin ettiğini rücu ederek âmirinden alır.
Bir de, başkasının duvarında bir kapı açmayı emretse, açan kimse zamin olur. O da tazmin ettiğini
rücu ederek âmirden alır. Eşbâh.
Başkasının kölesini kendi işinde çalıştırsa. yani kendi işine gönderse, köle olduğunu bilmese veya
köle ona hür olduğunu söylese, köle helâk olduğu takdirde kıymetini zamin olur. İmâdiye.
İmâdiye'de şöyle denilmektedir: «Birisi diğerinin yanına gelerek hür olduğunu söylese ve iş istese,
o do çalıştırsa, köle helâk olsa, sonra onun başkasının kölesi olduğu anlaşılsa, kölenin kıymetini
zamin olur. İster köle olduğunu bilsin, ister bilmesin, eğer adam köleyi kendi işinde değil,
başkasının işinde çalıştırırsa, zamin olmaz. Çünkü bununla gâsıb değildir. Bu, şunun gibi olur:
Birisi bir köleye, ağaca çıkıp sallayarak meyvelerini dökmesini ve yemesini söylese, o da ağaçtan
düşerek ölse, âmir zamin olmaz. Ama ağaca çıkıp sallayarak meyvelerini dökmesini ve birlikte
yemelerini söylese, o zaman kölenin kıymetinin hepsine zamin olur. Zira köleyi tamamen kendi
menfaati için çalıştırmıştır.»
Bir köle kan alıcıya gelerek kendisinden kan almasını söylese, o da mutad şekilde ondan kan alsa,
köle de bundan ölse kan alıcının akilesi kölenin kıymetini zamindir. O halde mutad kan almanın
gayrında evleviyetle zamın olur. Çocukta da hüküm böyledir. Çocuğun diyeti de kan alıcının âkilesi
üzerine vacib olur. İmâdiye.
Birisi üzerinde efendisinin malı olan bir köleyi gasbetse, köleyi gasbettiği gibi malı da gasbetmiş
olur. Fakihler belki kölenin üzerindeki elbiseye de zamin olur, demişlerdir. Çünkü kölenin elbisesi
de kölenin aynına tâbidir. Ama hür bunun aksinedir.
Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Gasbedilen köle sanatlarını unutsa, unutmanın kölenin fiyatına
getirdiği noksanlığa zamin olur. Gasbettiği köle»yanında Kur'an'ı unutsa veya ihtiyarlasa, yine onun
noksanlığına zamindir. Dellâl sattığı malın kıymetini bildiği halde sultana daha aşağı bir fiyatla
satsa, onun noksanını tazmin eder. Çift kullanılabilen mallardan birisini telef etse, mâtik kalanı
gâsıba teslim ederek çiftini ondan taleb eder.»
Ben derim ki: İmam Ebû Yûsuf'tan rivayet edilmiştir ki, ancak telef ettiği tek malın kıymetini öder,
çiftinin değil. Bezzâziye'de de «Tercih edilen ancak Ebû Yûsuf'tan rivayet edilendir.» denilmiştir.
Şurunbulâliye de bunu ikrar etmiştir.
Şurunbulâliye, Vekbâniye'deki «sultan»ın bir kayıt olmadığını zikrederek «Uygun olan, hâkimin de
onun tazminine hükmetmesi gerekir. Bilhassa vakıf ve yetim malının satışında» demiştir. AIIah en
doğrusunu bilir.
«Helâk olsa ilh...» Musannıfın burada «helâk» ile tabiri ifade ediyor ki, onu gâsıb helâk etmiş olsa.
bunun gereği ihtilâfsız olarak sabit olur. Yani gâsıb zamin olur.
Ben derim ki: Tahâvî şerhinden naklen Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Ümmü'l-veled veya
müdebberden birisini yaralasa, câninin üzerine icmâ ile cinâyet erşi gerekir.»
«Müdebberin ölmesi bunun aksinedir ilh...» Müdebberin kıymeti kölenin kıymetinin üçte ikisidir.
Bazı âlimler tarafından, «Müdebber kölenin kıymeti. kölenin kıymetinin üçte ikisidir. Bazı âlimler
tarafından, «Müdebber kölenin kıymeti, kölenin kıymetinin yarısıdır» denilmiştir. Bunu Aynî ifade
etmiştir. Ama bu tazminatı ödemekle gâsıb ona mâlik olmaz. Çünkü müdebber köle bir mülkten bir
mülke intikali kabul etmez. Ebussuud.
«Çünkü onun da kıymeti vardır ilh...» Yani ümmü'l-veledin de kıymeti vardır. Onun kıymeti normal
bir kölenin kıymetinin üçte biridir. Hamevî.
«Birisinin bağlı kölesinin ipini ilh...» Burada imamlar arasındaki ihtilâf akıl hastası olan köle
hakkındadır. O halde adamın bağını çözdüğü köle eğer akıllı ise, fakihlerin ittifakı ile zamin olmaz.
Şurunbulâliye, Bezzâziye'den.
«Onlar da kaçıp gitseler ilh...» Adamın zamin olmaması İmam Ebû Hânife'nin ve Ebû Yûsuf'un


görüşüdür. İmam Muhammed buna muhalefet ederek ahırın kapısı ile kafesin kapısını açarak
onların kaçmasına sebeb olan adam zamindir demiştir.
Kuhistânî ve Bercendî'nin açık ifadesine göre, İmam Muhammed adı geçenlerin hepsine muhalefet
etmiştir. Kuhistânî ve Bercendî'de şu da vardır: «Eğer emânetçi bu zikredilenleri yapmış olsa,
fakihlerin ittifakı ile zamin olur. Zira emâneti aldığında korumayı üzerine almıştır.» Dürrü Müntekâ.
Şurunbulâliye'de şöyle denilmektedir: «Nâzım'da şöyle denilmiştir: «Adam bunlardan başka bir şey
daha yapsa, meselâ kafesi açtığında kuşlara «kış» dese veya ahırın kapısını açtığında hayvanların
çıkmasında kullanılan bir ses çıkarsa, ittifakla zamin olur. Yine fakihler icma etmiştir ki, yağ sıvı
halde iken tulumu yırtsa veya ipi keserek kandili düşürse. Zamin olur.» T.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...