16 Ekim 2012

İSTİBRÂ VE DİĞER KONULARA DAİR BAB


İSTİBRÂ VE DİĞER KONULARA DAİR BAB

METİN
Herhangi bir cariyenin bedeninden faydalanmaya malik olan bir kişi istibrâ etmeden ona
yaklaşamaz. Mülk edinmek, meselâ satın almak, ba-badan miras kalmak, esir almak, cinayeti
defetmek ve kabzedildikten sonra alışverişi feshetmek ve benzeri yollarla olabilir. «Cariyeden
fayda-lanma» kaydını getirdik ki ileride geleceği gibi erkeğin hanımının satın alması tarifin dışına
çıksın diye.
Mülk edinilen cariye isterse bakire olsun, isterse bir köle veya ca-riyeden satmalınmış olsun, velev
ki bu satan köle cariyeyi alanın köle-si dahi olsa, -Mükâtebi gibi- bir de alışveriş yapmasına izin
verdiği köle gibi. şu kadar var ki o kölenin bütün kazancı borç ile kapsanmış olacaktır. Aksi
takdirde onda istibrâ olamaz. Bu ya cariyenin mahremle-rinden onu satın alırsa, bu mahrem de
cariyenin mahreminin gayrisi ola-caktır. Çünkü yakın rahmi olursa cariye azad edilir. Ve bu
çocuğun ma-lından o cariyeyi almış olursa, velev ki bu çocuk tıflı olsa dahi. Bütün bu durumlarda
cariye ile cinsî ilişki kurmak, -en sıhhatli görüşe göre- ilişkinin öncülerini dahi yapmak haram olur.
Çünkü cariyenin gebeliği ortaya çıktı mı, bu işi başkasının mülkünde icra etmiş oluyor. Evet, o
cariyeyi -hayz görüyorsa- bir hayz geçirmek suretiyle eğer hayz gör-müyorsa bir ayı geçirmek
suretiyle istibrâ etmesi, gerekir.
Hayz görmeyen «aylar sahibinden» maksad, cariye, küçük veya hayızdan ümidini kesmiş olandır.
Eğer bir aylık zamanda yeniden hayz gö-rürse, günlerle olan istibrâ bâtıl olur, bir hayz müddeti
beklemesi gere-kir. Hem hayzı kaldırılmışla yani tahareti uzayıp giden kadınsa, cariyeyse, kendisi
de esasen hayz görenlerden ise, bu takdirde İmam Muhammed'e göre iki ay on gün istibrâ müddeti,
bekletilir. Bununla da fetva verir. İstihzali bir kadını ayın başından on güne kadar bekletir, sonra
cin-sî ilişki kurabilir. Bercendî ve başkası. İyice öğren.
Hamile ise istibrâ hamlin vaz'iyle olur. Cariyeyi mülk edindiği zaman hayızlı ise, o hayz istibrâ
sayılmaz. Mülk edindikten sonra kabzetmezden önce hayız varsa o da istibra sayılmaz. Mülk
ettikten sonra kabzetmezden önce doğum yapmışsa o da istibra sayılmaz. Nitekim hayz ve benzeri,
satıştan sonra olursa ve fuzulî alışverişin caiz, geçerli sayılmasından önce kabızdan sonra hasıl
olanla da iddet çekilmez. Çünkü mülkiyet yok-tur. Ortağının payını satınalmakla yani aralarında
müşterek olan bir ca-riyenin ortak payını satın almakla mülkü tamam olduğundan dolayı is-tibra
etmesi yani iddet çekmesi vacib oluyor. Kadın mecûsî veya mükâ-tebe ise gördüğü bir hayz,
istibrâsı için kâfi gelir. Şöyle ki, kişi mecû-sî bir cariyeye veya müslüman, fakat satınaldıktan sonra
kendisiyle ki-tabet yapılan bir cariyeyi satın alırsa, bu da istibradan önce ise, hayız gördükten sonra
mecûsî cariye müslüman olur, mükâtebe akdine ma-ruz kalan cariye de kitabet aktindeki malı verip
kendisini azad etmekten âciz olursa; bu mülkten sonra mevcut olduğundan dolayı kâfi gelir.
Dâru'l- İslâm'da efendisinden kaçmış bir cariye geri döndüğünde is-tibrâsı vacib değildir. Haniye.
Gâsıp bir cariyeyi gasbeder, ona dokunmadan Önce cariye ilk sahi-bine dönerse yine istibra yoktur.
Haniye.
Ücretle verilen veya bir rehni açmak için verilen cariyenin de istibra etmesi gerekmez. Çünkü mülk
yeniden peydah olunmuş değildir. Eğer kabızdan önce alışverişi kaldırırsa beyinin yani satan
üzerinde istibra yoktur. Tıpkı hıyar ile onu satması gibi. Çünkü önce o kabzedildi. Sonra
muhayyerliğiyle onu iptal etti. Evet, burada mülkünden çıkmadığı için istibra yok. Eğer mudebbere
kıldığı veya ümmülveled olan cariyesini sa-tarsa ve müşteri onunla cinsî ilişki kurmazdan önce
kabzederse yine du-rum böyledir. Kocası cinsi ilişki 'kurmazdan önce onu boşarsa eğer istibradan
sonra kocası olmuşsa yine durum böyledir. İstibradan önce ise muhtar fetvaya göre istibra vâcib
olur. Zeylâî.
Ben derim ki: El-Celâliye'de şu mesele yer almaktadır: Başkasının iddetini çekmekte olan cariyeyi
satın aldı, ve kabzetti. Sonra üzerinden iddet geçti. Artık onu yeniden istibrâya tabi tutmaz. Çünkü
sebebin mev-cut olduğu bir devrede satanın onunla cinsî ilişki kurması helâl değildir.
İZAH
İstibra cariyenin rahminde çocuk olup olmadığını ortaya çıkarmak demektir. Bu istibra vacibtir.
Vücubu üzerinde icmâ olduğundan dolayı bazıları «onu inkâr eden kâfir olur» demiştir.
Sahabelerden meşhur olan-ları inkâr gibi. Alimlerin umumuna göre haberi ahadla sabit olduğundan
dolayı inkâr küfrü gerektirmez. Nitekim en-Nazm'da bu yer almaktadır. İstibrânın sebebi mülkün
yeniden oluşması, illeti cinsi ilişki iradesi, şartı ise hamilde olduğu gibi meşguliyetin hakikati veya
hamile olmayanda olduğu gibi vehmedilmesidir. Hükmü ise rahmin beraatini bilmektir.


Hikmeti ise hürmetli suların korunmasıdır. Fakat bu sonradan olan bir şey olması sebebiyle
hükmün gereği olarak elverişli değildir. Ama sebeb böyle değildir. Çünkü o sebkat etmiştir. Hüküm,
onun üzerinde dön-mektedir. Eğer bazı gelen suretlerde olduğu gibi cinsi ilişkinin olmadığını bilse
dahi böyledir. Dürrü Müntekâ.
İstibrâ'da esas Resulullah'ın Evtas Savaşı'ndaki tutsaklar hakkında söylediği şu sözdür: «Dikkat
edilsin, gebe ile cinsi ilişki kurulmasın. Ta ki hamillerini vaz edinceye kadar. Gebe olmayanlar da
bir hayz ile be-denlerinin meşgul olmadığını ortaya koymadıkça onlarla da cinsi ilişki kurulmasın.»
Hadisi Ebû Dâvûd ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Hâkim «hadisin hasen ve sahih» olduğunu
ylemiştir. Bu umumdur. Zira tutsaklar bakireler ve bakire olmayanlardan hali değildir. Yani
içlerinde bakireler ve bakire ol-mayanlar vardır. Binaenaleyh bu hikmete tahsis edilemez. Çünkü bu,
da-ima bir şekilde yürümez.
Hadisteki «Hübâlâ» kelimesi hublâ'nın cemidir. Hublâ gebe kadın de-mektir.
Hayalâ kelimesi de hamli olmayan kadın manâsına gelen hail'in ço-ğuludur.
İstibrânın bir kısmı vardır ki müstehabtır. O daha sonra gelecektir.
«Ve diğerlerinden ilh...» maksad, öpmek, boyna sarılmak, müsâfaha etmektir.
«Kim ki cinsi ilişki kurmakla bir cariyeden menfaatlenmeye sahib olursa ilh...» ve mülkiyeti de yeni
bir mülkiyet ise demektir. (Yani eski-den de mülkü idi, sonra kaçtı, tekrar döndü anlamında
değilse). Maksat sağ eliyle mâlik olduğu câriyedir. Binaenaleyh eğer efendisi kendisiyle cinsi ilişki
kuran bir cariye ile evlenirse, Ez-Zâhîre'de yer alan bir hükme göre, «Kocasının onu istibrâ görevi
yoktur. İmamın katında hüküm böy-ledir.» Ebû Yûsuf, «İstihsânen istibrâ edecektir ki, iki kişinin tek
temiz-likte aynı kadında cinsi ilişki kurması durumu olmasın» dedi. Ebû Hânife: «Nikâhın akdi sahih
olduğu zaman, onun rahminin Şer'an beri oldu-ğunu do tazammun etmektedir. İşte istibradan
maksud da odur» dedi.
Cariyenin efendisi hakkındaki konuşma kaldı. Ez-Zâhîre'de dedi ki: «Efendisi cariyeyi satmak
istediği zaman eğer onunla cinsi ilişki kuru-yorsa müstahab odur ki onu istibra etsin, sonra satsın.
Cinsi münasebet-te bulunduğu cariye evlenmek istediği zaman onlardan bazıları onunla cinsi ilişki
kuruyorsa ulema «onun istibrasını beklemek müstahabtır» de-diler. Fakat sahiha göre istibra
burada vacibtir. Es-Serâhsî de buna mey-letmiştir. Fark şudur: Satışta müşteriye istibra vacibtir.
Ama burada de-ğil. ylece maksad hasıl olur, onu satıcıya vacib kılmanın da manâsı kalmaz.
El-Münteka'da Ebû Hânife'den: Kullanmakta olduğu cariyeyi is-tibra etmeden satması mekruhtur.»
rivayet edilmektedir.
Ve onların benzeri ilh...» sözünden maksadı hibe, hibeden caymak, sadaka, vasiyet, hul'a bedeli,
sulh bedeli, kitabet veya ıtk veya icare gibi durumlardır.
«Bakire dahi olsa istibra lazımdır ilh...» Çünkü hüküm sebeb üze-rinde dönmektedir. O da mülkün
hudududur. Çünkü bu daha önce sebkat etmiştir. Kuhistânî bunu söyledi.
Ebû Yûsuf «Cariyenin rahmi satanın suyundan boş olduğunu yüzde yüz biliyorsa istikraya lüzum
yok.» diyor.
«Eğer borç ile her tarafı kaplı ise ilh...» ibaresinden maksad, borcun onun boynunu, elindeki ma
.kapsamıştır. Ve bu Ebû Hânife'nin katında böyledir. Çünkü efendisi o zaman onun kesblerinden hiç
bir şeye malik değildir. İmameyn katında ise maliktir. İtkanî.
Birinci görüş istihsan. ikinci ise kıyastır. Haniye.
«Eğer borç bütün borcunu kapsayıcı değilse ilh...» Yani hiç yoksa o zaman istibra bahis konusu
değildir. Bu durum da cariye kölenin ka-tında hayız gördüğü takdirde böyledir. Ama efendisine hayz
gör­mezden evvel cariyeyi satarsa efendisi onu istibra etmek mecburi­yetindedir. Velev ki izin
verdiği köle borçlu değilse dahi. Nitekim bu du-rumu Vehbânîye'den Şurunbulâlî nakletti ve müellif
de Metni Dürer'de bu-na işaret etmiştir.
«Eğer cariyeyi yakın olmayan mahreminden satın alırsa ilh...» mese-lâ satanın annesidir, kız
kardeşidir, veya süt kızıdır veya babasının veya oğlunun hanımıdır veya satan kişi o cariyenin
annesiyle veya kızıyla ci-ma etmiştir, bu takdirde istibrâya lüzum yoktur.
«Cima davetlisi durumlar dayledir ilh...» Öpmek, boyna sarılmak, ferce şehvetle ve şehvetsiz
bakmak gibi durumlardır. İmam Muhammed tutsak cariyede cinsi ilişkilerin isteyikcileri onu haram
kılmadı dedi. Kuhistânî.
«En sıhhatli görüşe göre'ilh...» ibaresi cinsi ilişkinin öncülerine ka-yıt olarak zikretmiştir. Onun için


onu bu tarzdan ayrı zikrettiler. O da bazılarının: «cimaa davet eden davranışlar» sözünden ihtiraz
etmeleri için. Çünkü cinsi ilişkinin haram olması suyun karışmaması Nesebin ka-rışmaması içindir.
«Muhtemeldir cimaın öncüleri ilh...» Cariyenin gebe olması ihtimali vardır. O vakit satan «bu çocuk
benimdir» der;ylece onun başkasının mülkünde tasarrufu böylece ortaya çıkmış olur. Fakat bu
T. de dediği gibi tutsak olarak gelen cariyede bu şekilde tezahür etmez.
«İstibra süresini geçirinceye kadar ilh...» Eğer istibrâdan önce ca-riye ile cinsi ilişki 'kurarsa
günahkâr olur. Artık ondan sonra istibrâ, o ilişki kuran için bahis konusu değildir. Nitekim bu
durum Es-Sirâciye, El-Mubteğâ ve Şurunbulâliye'de yer almaktadır.
«Hayzı kesilmiş ilh...» ibaresi el-Minâh ve ed-Dürer'de yer almıştır. Eş-Şurunbulâliye buna itiraz
etmiştir. Şöyle ki: Eğer bundan hayzdan ke-silmiş olan kadınlar kastedilmişse zaten bu ibare daha
önce vardı. Eğer temizlik hali uzayan kadın hakkında ise devam eden ve uzanan bir ka-dın
kastedilirse «eğer hayzı kalırsa» ibaresi bunu ortadan kaldırmış olu-yor.
Ed-Durru'l-Münteka'da şu hüküm vardır: Bil ki hayzı kesilen kadın o kadındır ki sinnen baliğ
olmuştur, fakat daha hayza girmemiştir.yle bir kadının hükmü ittifakla küçük bir kızın hükmü
gibidir. Hayzı ortadan kalkmış kadın ise o hayza girmiş, velev ki bir defa olsun. Sonra hayzı ortadan
kalkmış ve uzanmış gitmiştir. Bunun için de buna «temizlik» müd-deti uzanmış kadın» deniliyor.
Fakat burada hilaf vardır. İşte bu ince-lik Ed-Dürer'in muhaşşisi Es-Şurunbulâliye'ye gizli kalmıştır.
Düşün.
«İmam Muhammed'e göre ilh...» şeklindeki ibare İmam Muhammed' in bilâhare kabul ettiği noktaya
işarettir. İmam Muhammed daha önce dört ay on gün beklenmesini söylemiştir. Zahir rivayeye göre
o kadın hamile olup olmadığı ortaya çıkıncaya kadar bekletilecektir. Meşayih bu ortaya çıkma
zamanı konusunda ihtilaf etmiştir. En ihtiyatlı görüş iki senedir. Ve en şefkatli olan da budur.
Çünkü iki sene öyle bir müddettir ki cariyenin nikâhtaki rahmi başmüdür değil midir, bilinmesine
elve-rişlidir. Mülki yeminde ise bundan daha az olması evlâdır. «Bununla fet-va verilir ilh...»
Eş-Şurunbulâlî El-Kâfî'den bunu nakletti.
«Mustehaze bir kadın ayın başında on gün terkedilir ilh...» Bu adeti-ni bilen bir kadın için geçerlidir.
yle olunca da hayz müddeti on gün-dür diye bir müddet tayin edilmez. Bir de ilk baliğ olduğu
anda kan ak-maya başlamış ve devam etmiş kadın için bu fetva geçerlidir. Çünkü onun hayzı on
gün, tuhru ise her ay yirmi gündür. Zahire göre musan-nifin kelâmı buna hamledilmektedir. Hayret
yani şaşkınlık içinde olan bir kadın için bu geçerli değildir. Yazılsın. El-Kuhistânî'nin El-Muhît'ten
nak-lettiği ibare şöyledir: Eğer istihaze kanına müptela bir cariyeyi satın alır-sa ki bu cariye hayzını
bilmiyorsa ayın başından on gün terkeder. Öyle ise bu bilgisizlik kayyla kayıtlıdır. T.
Ez-Zâhîre'de de El-Kuhistânî'nin benzeri vardır.
«Hamile kadında ilh...» Zina yoluyla dahi olsa hamile bir cariyenin istibrâsı hamilinin vaz'iyledir.
«Mülkten sonra ve kabızdan önce olan istibraya itibar yoktur ilh...»
Yani bayi'den veya bayi'in vekilinden kabzetmeden önceki istibraya itibar yoktur. Eğer satılan
cariye adil bir kimseye parası verilinceye kadar tes-lim edilirse ve cariye o adil kişinin yanındayken
hayz görürse yine de bu, istibradan sayılmaz. El-Hazane böyle dedi. Kuhistânî.
«Doğurmakla da istibra olmaz ilh...» Yani nifâs -lohusa- müdde-tinden sonra tekraren istibra
edecektir. Fakat burada Ebû Yûsuf muhalefet etmiştir. Kuhistânî.
«Ve hayzın benzeri ilh...» dediği üzerinden bir ayın ve doğumun geç-mesi kastedilmektedir. T.
«Fuzulî bey'in caiz, geçerli sayılmasından önce ilh...» ibaresine ge-lince, bu hüküm cariyenin iki kişi
arasında ortak olduğunu, birisi ortağının iznini almadan onu sattığı şekli de kapsamaktadır.
el-Velvâliciye'de de böy-le yer almaktadır.
«Çünkü sıhhatli bir akde dayanan kâmil bir mülkiyet yoktur ilh...»
Aksi takdirde fasit bir satın alma kabız mülkiyeti ifade eder. Nitekim bu yerinde bilindi. H. Bunun
benzeri es-Sa'diye'de de vardır. Bunun için ba-liğe ayıptan veya fesattan ötürü kabızdan sonra
reddedilene de istibra vacibtir. El-Bezzâziye'de böyle hüküm vardır. El-Velvâliciye'de reddetme
yetkisini kazaya yani kadının hükmüne bağlamıştır.
«Bir hayz kâfi gelir ilh...» Benzeride yeter. Kabızdan sonra gördüğü bir hayız ve benzeri kâfi gelir.
Hidâye.
«Veya cariye mükâtebe ise ilh...» ibaresine gelince, yakın bir yerde hileller bahsinde gelecektir ki
müşteri satın aldığı cariye ile kitabet akti yaptığı zaman istibra düşer. İşte burada «kâfi gelir»in


manâsı acaba ne demektir? Sonra gördüm ki müellif bunu da böylece müşkül saymakta-dır. Biz,
Allah'ın inayetiyle bunlar arasındaki muvafakati zikredeceğiz.
«Çünkü ilh...» O hayız mülkten sonra meydana gelmiştir ibaresi kâfi gelirin nedenidir. Yani kâfi
gelmesi istibra sebebinin varlığından sonra hayzın meydana gelmesidir. Cinsi ilişkinin bunun
istibra yerine kaim olup kâfi gelmesine mani değildir. Tıpkı bir adam ihramda olan bir cariyeyi satın
alır. Cariyenin ihram halindeyken hayıza girmesi gibi. İtkanî.
«Yani Darulislâm'da ilh...» sözüne gelince, yani o Darulislâm ki harb ehli orayı yurdlarına
katmamışlardır, eğer onu yurtlarına 'katarlarsa onla-rın mülkü olur. Binaenaleyh onların mülkü olan
bir cariye sahibine her-hangi bir yoldan iade olunursa bütün görüşlere göre istibra sahibine
gö-redir. Eğer cariye darulharpte durursa, sonra gelip sahibinin eline geçer-se İmamın kavline göre
istibra vacib değildir. Çünkü onlar cariyeyi mülk edinmemişlerdir. mameynin katında istibra
vacibtir. Çünkü onlar cariyeyi mülk edinmişlerdir. El-İtkânî ve başka müellifler de bunu ifade ettiler.
«Gasbeden, cariyeye dokunmazsa ilh...» ibaresine gelince, bazı nüshalarda «onu satmazsa» ibaresi
vardır. Ve bu ibare daha doğrudur. Ve Eş-Şurumbulâlî'deki ibareye uygundur. Şurunbulâlî'de şu
hüküm de vardır: «Eğer onu satarsa ve müşteriye teslim ederse, sonra kendisin-den gasbedilen
kişi o cariyeyi mahkeme kararı veya rıza ile elde ederse eğer müşteri onun gasb malı olduğunu
biliyorsa malik üzerine istibra vacib olamaz.» İsterse gasıbtan olan müşteri onunla cinsi ilişki
kursun, isterse kurmasın. Eğer müşteri satınaldığı zaman gasb olduğunu bilmi-yorsa, bununla
beraber cinsi ilişki kurmamışsa onun için istibra vacib değildir. Eğer onunla cinsi ilişki kurmuşsa
vacjb değildir, istihsana göre vacibtir. «Kadıhân'da böyledir.»
Bununla bilindi ki gasıp gasbettiği cariye ile cinsi ilişki kurarsa sa-hibinin eline düştüğü zaman
istibra vacib değildir. Tıpkı gasıptan olan ve gasp malı olduğunu bildiği halde cariyeyle cinsi ilişki
kuran müşterinin yaptığı gibi. Çünkü bu zinadır. Zinada istibra yoktur.
«Kabızdan önce ilh...» ibaresine gelince, yani müşterinin kabzından önce demektir. Eğer müşterinin
kabzından sonra olursa istibra lazım ge-lir, mecliste ikisi de ikâle anlaşması yapsalar Ebû Yûsuf'tan
gelen riva-yete göre, ayrılmazdan önce akdi bozarlarsa vacib gelmez. Zahirîye.
«İsteğiyle onu satması gibi ilh...» ibaresine gelince, yani burada hı-yarı şart sadece satana vardır.
Nitekim «sonra kendi hıyarıyla onu iptal ederse» ibaresi de buna işaret eder. O hıyarı şart müşteri
için de varsa, kabızdan önce müşteri bunu feshederse, bütün bunlarda icmaen böyle-dir. Fakat
kabızdan sonra feshederse imamın katında yledir. İmameyne göre satana istibra gerekir. Çünkü
müşterinin hıyarı imameyne göre müş-terinin mülk edinmesine mani değildir. Fakat İmama göre
manidir. Eğer müşteri ayıp hıyarıyla satın aldığı cariyeyi geri verirse eğer o ayb mu-hayyerliği ile
verirse bu takdirde satana istibra etmek gerekir. Çünkü bu müşteriye mülkün sabit olmasına mani
değildir. El-İtkânî bunu ifade etmiştir.
«Kabzedildi ise ilh...» ibaresi kabzedilmeksizin olursa daha evlâ ola-cağı manâsını ifade eder.
«Bayi üzerinde istirdâddan sonra istibra yok ilh...» Çünkü alışveriş sıhhatli değildir. Velev ki
kabızdan sonra istirdâd olsa dahi.
«Eğer müşteri onunla cinsi ilişki kurmamışsa ilh...» ibaresine gelin-ce, eğer cinsi ilişki kurmuşsa
istibra edecektir. Zeylâî ve Nihâye.
T. dedi ki: «Müdebbere veya ümmül veled olan bir cariyenin satışı bâtıldır.» Kabızla da satılan satın
alanın mülkü olamaz. Binaenaleyh bu takdirde müşterinin onunla cinsi ilişki kurması zina olur ve
onun için is-tibra bahis konusu değildir. Yazılsın.»
Bu hüküm gasp edenden satınaldığı cariyeyle cinsi ilişki kuran müş-terinin ilişkisi gibi olmalıdır. Bu
durum daha önce geçti. Aralarındaki fark umulur ki şu ölsün: İhtilaf şüphesi vardır. Çünkü
mudebbere cariyeyi sat-mak İmam Şafiî katında caizdir. Ümmül veledin satın alınması hususun-da
İmam Ahmed'den bir rivayet gelmiştir. Madem ki bazı imamların katında mudebbere ile ümmül
veled cariyelerin satışı caizdir, müşterinin böyle bir cariyeyi satın alarak onunla cinsi ilişki kurması
zina sayılmaz. Onun için satan kişiye istibra vacib oluyor. Geri aldığı zaman. Ama gasb meselesi
yle değildir. İşte bana görünen budur.
«Eğer istibrâdan sonra onunla evlenmiş ise ilh...» yani mülküdür, evvelâ istibra yaptı, sonra onunla
evlendi.
«Eğer istibradan önce ise ilh...» ibaresine gelince; yani istibradan önce ve kabızdan sonra evlenmiş
ise duhulden önce yani cinsi ilişki kurmazdan önce kocası onu boşarsa en seçkin görüşe göre
malik üzerine istibra vacib olur. Evlenmeden sonra hayız gören meselesi kalıyor. Aca-ba bu hayız


istib raiçin kâfi midir? Zahire göre, evet kâfidir. Tıpkı evvela cariyeyi satın alır, sonra onunla kitabet
akti yapar, cariye hayıza girer ve borcunu ödemekten aciz kalır meselesinde olduğu gibi. Daha önce
geçti. Düşün.
«Bayi için ilh...» sözünün doğrusu «müşteri için»dir. Helâl olmaz iba-resine gelince, doğrusu
müşteri içindir. Çünkü mahreminden satın alı-nan bir cariyede istibra vacibtir. Ebussuud bunu ifade
etmiştir. Ez-Zâhîre adlı kitapta; «Bir cariyeyi satın aldı, kabzetti ve o cariye üzerinde talâk veya vefat
iddetinden bir gün veya daha fazla veya daha az var ise sonra onu istibra etmesj lazım değildir.
Çünkü kabız halinde-vacib olmamıştır. Tıpkı cariye nikâhla meşguldür, meselesinde olduğu gibi.
Çünkü cariyeden cinsi ilişki mülkiyet istifadesi yapmaz. Zahirenin: «Mül-kiyet istifadesi yapmaz»
sözü müşteri yapmaz demektir.»
Zahirine bakılırsa satın aldığından bir lahza sonra iddeti biten bir cariye için istibra vacib olmaz. Bu
mesele mecusî yani ateşperest olan bir cariye konusunda müşkülleşiyor. Zira kişi müşteri katında
hayız gör-mezden önce müslüman olan bir mecusîye cariyenin îstibracı vacib ol-makla beraber
kabz veya beyi anında onunla cinsi ilişki kurması helâl değildir. Aralarında şu fark yapılır: Mecusiyi
satın almakla cinsi ilişki mülkiyetinden istifade etti. Fakat hayız gibi biri mani olduğundan dolayı bu
istifade haram olur. Ama başkasına iddetini çeken böyle değildir. Çünkü daha önceki ibareden
insanın zihnine ilk gelende olduğu gibi bu-rada hiç bir şey istifade etmemiştir. Cariye doğurursa o
çocuğun nesebi kocadandır. Onu satın alandan değildir. Düşün.
METİN
Cariyeyi satanın tuhur zamanında cariyeye yaklaşmadığını bildiği za-man istibranın düşmesine dair
çare aramasında bir beis yoktur. Eğer bu-nu kesinlikle bilmiyorsa o hileyi yapamaz. Bununla fetva
verilir O çare şöyledir: Kişinin altında bir hürre kadın yoktur. Veya dört cariye yok. Kişi evvelce
cariyeyi nikâhlar, kabzeder. Sonra sahibinden satın alır. Ve der-hal onunla cinsi ilişki onun için
helâl olur. Çünkü istibra nikâhla vacib olmaz.
İZAH
«Bir beis yoktur ilh...» Bilmiş ol ki Ebû Yûsuf dedi ki: «İstibrâyı dü-şürmek için çare aramakta
mutlaka herhangi bir beis yoktur. Çünkü kişi onun hükmünü iltizam etmekten imtina ediyor. Zira
onu lazım olduğu şe-kilde yerine getirmekten korkuyor.»
İmam Muhammed mutlak bir şekilde bu hileyi mekruh görmüştür. Çün-kü bu hile şer'i ahkâmdan
kaçmaktır. Şer'î ahkâmdan kaçmak da mümin kişilerin ahlâkından değildir. Eğer satanın cariyeye
yaklaşmadığını bili-yorsa Ebû Yûsuf'un görüşünü tatbik eder. Eğer yaklaştığını biliyorsa İmam
Muhammed'in sözü tatbik edilir. Çünkü Resulü Ekrem, «Allah'a ve son güne iman eden iki kişi için
bir tek kadın üzerinde aynı temizlik anında bir araya gelmeleri ve ikisinin de cinsi ilişki kurması
helâl değildir.» buyurmuştur. Şu temizlik müddetinde satan cariyeye yaklaşmamış ise Resulullah'ın
bu yasağı tahakkuk etmemiş oluyor. Ebusuud şöyle dedi: «Hiç bir şey bilmiyorsa, yani yaklaşmış
mıdır yaklaşmamış mıdır, bu du-rumu bilmiyorsa zahire göre İmam Muhammed'in kavline göre fetva
ve-rilir. Çünkü rahmin meşgul olması zannedilir. Ben El-Allâme Nuh Efendi'nin haşiyesinde ay
fetvayı ihtiva eden ibareyi gördüm.»
«Bu temizliğinde ilh...» Eğer satan hayız halinde cariye ile cinsi iliş-ki kurmuş ise bu istibrayı
düşürmek için yapılan hilede herhangi bir ke-rahet yoktur. Kuhistânî.
«Yani dört tane cariye ilh...» Eğer cariyeyi satın alanın altında nikâh aktiyle dört tane cariye varsa o
zaman istikra yapamaz. Eğer musannif burada İbn-i Kemal gibi: «Eğer onun altında nikâhı men
eden birisi yoksa» ibaresini kullansaydı kendi ibaresinden daha uygun olurdu.
«Onu nikâh ettikten sonra kabzederse ilh...» Yani kabz satın almak-tan önce olacaktır. Bu
El-Halvânî'nin görüşüdür. Ez-Zeylâî bu görüşle Hidâye sahibinin ibaresine itiraz etmiştir. İbn Kemal
bu kaydın El-Hâniye adlı kitabta yer aldığını zikretmiştir. Bu kayıt lazımdır. Taki nikâhın fesa-dından
sonra satın alma hükmüyle olan 'kabz mevcut olmasın. El-Hidâ-ye'deki görüş Serahsî'nin sözüdür.
Bu El-Mülteka'nın, El-Mevahib ve El-Vikâye'nin de zahiridir.
El-Kuhistânî dedi: «Bizim söylediklerimizle yani nikâhla kişi için ya-tak sabit olur. 'O yatak da şer'an
kadının rahminin boş olmasına delâlet eder. Alış-verişle yani satmakla ancak rekâbesini mülk
edinmiş olur. Böylece ortaya çıktı ki musannif katında seçilen, ihiyar edilen Serahsi'nin sözüdür. O
Serahsi ki İmam Odur. Halvânî'nin sözünü terketmekten ötürü kişinin boynunda herhangi bir
kınama yoktur.»
METİN


Sonra hanımını satın aldığı zaman istibrâ yine de vacib.olmaz. Ed-Dürer'de Zahîruddin'den
nakledilmiştir ki; satın almadan önce cinsi iliş-ki kurması şarttır. Bunun sebebini de zikretmiştir.
Eğer kişinin altında hürre bir kadın varsa bu istibrânın düşmesi için satan, satma olmadan ön-ce
onu güvendiği bir kimse ile evlendirir. Nitekim bu hüküm ileride gele-cektir. Veya satın almak
isteyen onu kabzetmezden evvel güvendiği ve altında hürre bir kadın olmayan bir kimse ile
evlendirir. Veya cariyenin emri onun veya kendisinin elinde olmak şartıyla evlendirir, dilediği zaman
eğer alan 'koca onu boşamaktan korkuyorsa boşatır. Sonra aynı cariyeyi satın alır. >kabzeder. Veya
kabzedip kocası onunla müşterinin kabzından sonra cinsi ilişki kurmazdan önce boşar, böylece
istibrâ sakıt olur. De-nildi ki; Ebû Yûsuf'un yüzbin dirhem aldığı mesele şudur: Harun er-Reşîd'-in
hanımı Zübeyde 'kocasına üzerine bir cariye satın almayacağına dair ye-min aldı. Ve böyle bir
cariyeyi herhangi bir kimseden hibe olarak da ka­bul etmeyecektir. Ebû Yûsuf dedi 'ki: Cariyenin
yarısını satın alacaktır ve cariyenin diğer yarısı da ona hibe 'edilecektir. ylece yeminini tutmuş
olacaktır. Mültekât.
Veya satın aldıktan veya kabzettikten sonra müşteri o cariye ile ki-tabet aktini yapar. Nitekim
fatihlerin mutlak zikretmeleri bunu ifade edi-yor. Buna binaen kitabet ite kabızdan sonraki nikâh
arasında fark aranır. Musannif şeyhinden bizim ileride zikredeceğimiz gibi bir bahis nakletmiş-" tir.
Fakat Eş-Şurunbulâlî'de, El-Mevâhib'de nakledildiğine göre kitabet kabızdan evvel olmakla
kayıtlandırılmıştır. Bu yazılsın. Derim ki ben, son-ra Mevâhibu'r-Rahmân'ın şerhi el-Burhân'ı
gördüm. Orada mezkûr kayıt yoktur. Düşün. Sonra cariyenin rızasıyla kitabet feshedilir ve
efendisine istibrasız cinsî ilişki kurmak helâl olur. Çünkü kitabetle mülk zail olmuş-tur. Sonra
cariyenin müsaadesiyle onu yeniledi. Fakat hakiki bir mülk yeniden oluşmadı. Onun için istibrâ
sebebi de gerekli olmadı. Bu hilele-rin en kolayıdır Tatarhâniye.
İZAH
«Sonra nikâhlısını satın alırsa yine istîbrâ vacib olmaz ilh...» Bunun nedeni daha önce geçti. Nikâh
bâtıl olur, mehrin tamamı da kocadan düşmüş olur. İtkanî.
«Dürer'de nakletti ki, ilh...» Ed-Dürer'de de şöyle denilmektedir: «El-Fetâvâ's-Suğrâ'da Zahîruddin
dedi: Büyük fakihlerden birine ait olan İs-tibrâ Kitabında gördüm ki, bu surette müşteri için bu
cariyeyle ilişki kurmak, ancak onunla evlenir, ilişki kurarsa helâl olur. Sonra onu satınalırsa, ki satın
aldığında onu mülk edinmiş oluyor; halbuki o daha kendisin-den olan iddeti çekmektedir; onunla
cinsi ilişki kurmazdan önce satın alırsa bu tıpkı onu satın almak gibi olur, nikâh bâtıl olur. Mülk
sabit ol-duğu bir durumda ise nikâh bahis konusu olamaz. Böylece istibra ona gerekir. Çünkü
istibra sebebi yüzde yüz tahakkuk etmiştir. O da mülkü yemin ile cinsi ilişkinin helâl olmasını
peydan etmektir. Zahîruddin: Bu, el-Kitab'da zikredilmemiş ince ve güzel bir yorumdur, demiştir.
El-Fetâvassuğrâ'ın ibaresi buraya kadar devam etmiştir.»
Ed-Dürer'de şu da yer alır: «Bu hükmün bağlantı noktası, mülk ve el koyma hakkı ihdası olarak
belirtilmiştir. El koyma ise burada peydan olmamıştır.» Düşün.
Çünkü satın almakla ancak o cariyenin rekabesini mülkedinmiş olu-yor. Ondan önceki helâl olan
cinsi ilişki ise Şer'an daha önce de Kuhistâniden naklettiğimiz gibi rahmin boş olduğuna delâlet
eder. Allah daha iyisini bilir.
Ama Müellif Ez-Zâhîre'de Zâhîruddin'in kelâmını naklettikten sonra: «Benim katımda bu meselede
şüphe vardır sözünü bunun için söylemiş-tir.»
T. el-Hamevî'den naklederek dedi ki: «Allâme el-Makdisî hülâsa ola-rak üç görüş ortaya çıktı
demiştir.
A)Kabz ve duhûlün daha önce olması şarttır.
B)Sadece kabzın şart olması vardır.
C)Mutlak olur. Ve akidle iktifa edilir.
İşte bu üçüncü görüş daha geniştir. İkinci görüş daha adildir. Fakat birinci görüş böyle değildir.
Düşünülsün.»
«Güvendiği bir kimseden ilh...» ibaresine gelince; yani istediği anda onu boşayabileceğine
güveniyor demektir.
«Nitekim ileride gelecektir ilh...» kavline gelince, yani bir satır son-ra gelecektir. Zaten burada
zikrettiğiyle de buna ihtiyaç .kalmamıştır.
«Eğer kabızdan sonra olursa istibra sakıt olmaz ilh...» Yani seçkin görüş budur. Nitekim Zeylâî'den


bunu daha önce söyledik. Çünkü kabz anında satın alma hükmüyle cariye adama helâl olur. Sebeb
mevcut ol-duğundan dolayı istibra da vacib olur.
«Veya satın cumadan önce satan onu evlendirir ilh...» Veya kabzetmezden önce müşteri onu
evlendirir. H.
«Sonra onu satın alır ve kabzeder ilh...» Bu kayıt «satan onu evlendirirse» kısmına aittir.
«Veya kabzeder» kaydı ise müşteri onu evlendirdiği zamana racidir. H.
«Koca onu boşar ilh...» Cariyenin efendisi için de o kocanın boynun-da mihrin yarısı lazım olur.
Cariyenin efendisi onu o borçtan beri edebi-lir. İtkanî.
«Müşterinin kabızdan sonra ilh...» yani müşteri kabzetmezden ev-vel boşarsa, El-Asl'da olduğu gibi
ona istibra gerekir. El-Hiyel kitabında satın aldığı vakte itibaren cariye başkasının hakkıyla meşgul
olduğundan dolayı istibra yoktur. El-Asl'm rivayeti üzerine kabzın zamanı itibar edil-miştir. Sahih de
budur. Zahire.
«O zaman istibra sakıt olur ilh...» Sebebin mevcut olduğu anda se-beb de kabızla tekid edilmiş,
pekiştirilmiş, mülk koca* müşterinin kabzın-dan sonra, cinsi ilişki kurmazdan önce boşarsa istibra
düşer. Çünkü istib-ra sebebin mevcut olduğu anda vardır. Sebeb de kabzla tekid edilmiş mülkün
edinmesidir. Bu cariyenin nefsi ona helâl olmadığı zaman böyle-dir. İstibrâ vacib olmaz. Eğer ondan
sonra helâl olsa dahi hüküm değişmez. Çünkü nazari itibara alınan durum sebebin mevcut olduğu
zamandır. Nitekim başkasının iddetini çektiği zaman gibi. Hidâye. El-Makdisî bu meseleyi ateşe
tapan cariye hakkında müşkül saymıştır.
Derim ki: Helâllikten maksad satın almakla cinsi ilişki mülkiyetini istifade etmektir. Bununla
yukarıdaki müşkül defedilir. Nitekim daha önce de bunu tekid ettik. Düşün.
«Denildi ki ilh...» Ebû Yûsuf'un üzerinde yüzbin dirhem aldığı mese-le. Bu, sarihin gizli
remizlerindendir. Çünkü bu kıssanın istibra çarele-rinde hiç bir müdahalesi yoktur. Fakat sarih
bununla istibrâda müdaha-lesi olana işaret etmiştir. O da bu kavlin karşılığıdır.
İbn Şehne'nin hikâye ettiği hülasa şudur: Harunurreşid, Ebû Yûsuf'u bir gece huzuruna çağırdı.
Harun'un katında İsa bin Cafer oturuyordu. Harun, Ebû Yûsuf'a: «Ben bu adamdan cariyesini
istedim. Bana haber verdi ki onu satmayacağına, hibe etmeyeceğine dair yemin etmiştir.»
Bunun üzerine Ebû Yûsuf, İsa bin Cafer'e: «Yarısını Harunurreşid'e sat, yarısını da hibe et» dedi. İsa
da bunu yaptı. Resîd, istibrânın sakit olmasını istedi. Ebû Yûsuf: «O halde cariyeyi azad et, ben
cariyeyi senin-le evlendireyim» dedi. Harun cariyeyi azad etti. Nikâh kıyıldı ve Harun, Ebû Yûsuf'a
yüzbin dirhem ve yirmi takım elbise verilmesini emretti.
«Yarısını satın alacaktır ilh...» sözüne gelince; doğru söylemiştir. .Çünkü o tam bir cariyeyi satın
almamış ve kendisine doğru söylemiştir. Çünkü o tam bir cariye'yi satın almamış ve kendisine de
tam bir cariye hibe edilmemiştir. Bu delâlet eder -ki: «yestevhibu» fiilindeki sin ve te harfleri
zaiddirler. Eğer zaid olmasalar taleb için olacaklardı. Ona taleb-siz bir cariyeyi, nikâhlı cariyeyi hibe
etti. Böylece keffarete duçar olma düşürülsün. İstibra burada vacibtir. Çünkü mülk ve el peydan
olmuştur.
«Onların ıtlaklarının ifade ettiği gibi ilh...» sözüne gelince, derim ki: Eğer ıtlaktan daha kuvvetli bir
şeyle muaraza edilmişse onların ıtlak-larından bu istifade edilir. O da El-Hidâye'de sarahaten
ylenen şudur: Kabızdan sonra gördüğü bir hayızla iktifa edilir, mecusî olduğu veya mükâtebe
olduğu zaman. Yani müşteri onu satın aldıktan sonra onunla ki-tabet akdi yapmıştır. Sonra mecusî
cariye müslüman olmuştur. Mükâtebe akdine mazhar olan cariye de aciz kalmıştır. Çünkü sebebten
sonra bu kitabet akdi olmuştur. Sebeb de burada mülk ve zilyedlik olmasıdır. Bu kabızdan sonra
cariye ile kitabet akdi yaptığı takdirde istibrânm vacib olduğunu sarahetle ifade etmektedir. Bunun
vechi zahirdir. Binae-naleyh buradaki hüküm kabızdan öncekine hamledilir. Kaidelerin gerek-lerine
uysun bir de iki kelâmın arası bulunsun diyedir.
«Nikâh ilh...» ibaresi yerine en uygunu «nikâh etmesi» manâsını ifa-de eden «inkâh»tır.
«Nitekim bunu ileride zikredeceğiz ilh...» (sözüne gelince; kitabetle onun mülkü zail olur sözünde
bu zikredilmiştir. Musannifin şeyhinden nak-lettiği ibare şudur: Bunun izahı belki şu olabilir: Cariye
kitabet akdiyle efendisinin elinden çıkar. Çünkü hür bir el olur. Ve kesiblerine herkesten daha
müstahak olur. Böylece sanki kitabet akdiyle mülk zail olmuş, or-tadan kalkmış sonra da Kitabet
akdindeki malı vermekte yeniden acze düşmüş gibi olur. Fakat hakikaten boyun mülkü yani rakabe
mülki hadis ol-mamıştır. Binaenaleyh istibrayı gerektiren sebeb yoktur. En-Nihâye'nin şu sözü de
bunu süslendirmekte, tekid etmektedir:


Cariye mevlâsının mülkünden çıkmadığı zaman fakat mevlâsının elinden çıkmış, sonra tekraren
onun eline gelmiştir, böylesine istibra et-mek vacib değildir. Hülasa olarak bunu söyledi.
Derim ki: Eğer bu fark doğru ise El-Hidâye'nin sarihler tarafından kabul edilmiş geçmiş sözü bâtıl
olur. Nasıl bâtıl olacak? Halbuki istibrayı gerektiren sebeb mevcuttur. O da mülkün hadis olmasıdır.
Kabızdan son-ra elde edilmiştir, fakat 'kitabet akdiyle el ortadan kalkmıştır. Ki -bu da cinsi ilişkinin
helâl olmasını gerektirendir. Rakabe mülkü kalmış, bu da kabızdan sonra onunla evlendiği zamanki
durum gibidir. En-Nihâye'nin kelâmında bunu ifade edecek bir ibare yoktur. Bilakis iddia edilir ki bu
muddeasının, iddiasının hilâfına dair bir delildir. Çünkü En-Nihâye'nin ibaresi delâlet eder ki elin
zevali hiç bir zaman muteber değildir ve bundan dolayı da en Nihâye'de sabık kalmasında dedi ki:
Bunun benzerlerindendir cariyesiyle akdi kitabet yaptığı zaman. Sonra cariye aciz olur, kita-bette
zikredilen malı veremez. Veya cariyeyi muhayyer olduğu halde sa-tarsa, sonra alış verişi iptal
ederse bu surette ona istibra gerekmez. Böylece onun kelâmı kişinin mülkünde ve evinde sabit
olan bir cariye hakkında farzedilmiştir. Bu cariye ile kitabet akdi yapar veya satarsa, sonra bu
cariye evine gelirse o cariye hakkında kendisine istibra gerek-mez. İnsaf gözüyle tak, acaba
münazaa noktasını bu ibare ifade eder mi? Münazaa noktası da şudur:
Kişi cariyeyi satın aldığı ve kabzettiği zaman onunla kitabet akdini yaparsa bu kişiden istibra
hükmü sakıt olur. Nasıl olabilir ki? Eğer iba-re bunu ifade etse şunu ifade edecekti ki muhayyerlikle
olan satış kita-bet gibidir. Halbuki benim bildiğime göre hiç kimse bunu söylememiştir.
«Şurunbulâliye'de El-Mevahib'den nakledildiğine göre kabızdan önce olması ile kitabet
kaydedilmiştir ilh...» sözüne gelince: Çünkü Şurunbulâliye sahibi müşteri cariye ile kitabet akdini
yapar, sonra onu kabzeder, sonra cariyenin rızasıyla o akdi fesheder, El-Mevâhib ve başka
kitablarda böyle yazılıdır, o en kolay hiledir. Hele büyük bir mal üzerinde veya yakın bir zamanda
bağlanırsa cariye bunu vermekten aciz kalırsa.
«Derim ki ilh...» Deniliyor ki, Eş-Şurunbulâlî, E!-Mevâhib ve başka kitablarda böyledir, dedi.
Binaenaleyh Şurunbulâlî'nin ibaresi birçok kitabtan derlenmiştir. Eğer El-Mevâhib'in sahibi kaydı
sarahaten zikretmemişse mümkündür ki ondan başkası sarahaten bunu zikretmiş olsun. T.
Derim ki: Eğer bu kaydı hiç kimse sarahaten zikretmemişse buna binaen manâ bildiğin gibi'dir.
«Onun mülkü zail olmuştur ilh...» sözüne gelince, evet takdiren zail olmuştur. Çünkü zail olan
hakikatte mülk değildir, eldir.
METİN
Nikâh bakımından aynı kişinin nikâhı altında olmaları mümkün olma-yan iki cariyesi vardır. Mesela
kızkardeştirler veya başkadır. Onları şeh-vetle öptü. İkisi de bunun için haram olurlar. Eğer birisini
öper veya cinsi ilişki kurarsa kendisine helâl olur. fakat diğeri helâl olmaz. Öpmekte şehvet şarttır.
Fakat ellemekte ve bakmakta şehvet şart değildir. Şehvetsiz de olsa haramlığın sebebi olur.
ylece bakmakla öpmek gibi ilişki-nin çağmaları da kişiye haram olur. Ta ki kâfirlerin cariyeyi
istila et­meleri gibi fiiliyle olmayan bir fiille dahi birisinin tenasül uzvu kendisine haram oluncaya
kadar. İbn Kemâl.
Bu cariyeleri kendisine mülk edinmek suretiyle hangi sebeble olur-sa olsun, bir kısmını dahi mülk
edinmek suretiyle olur. Sarih bir nikâhla olur. Fasit nikâhla böyle bir hüküm sabit olmaz, ancak fasit
nikâhta cinsi ilişki hasıl olursa. Veya azad etmekle, velev ki bir kısmını veya kitabet akdini yapmakla
olur. Çünkü kitabet akdi yapılan cariyenin de tenasül uzvu efendisine haramdır. Tedbir yani cariyeyi
mudebbere kılmak, re-hin ve icare bunun hilâfınadır.
Derim ki: Müstahap odur ki Mülteka şerhinde geniş açıladığım gibi haram olan cariye, üzerinde bir
hayz geçmeden ona dokunmamaktır.
Kuhistânî'de yer aldığına göre: Bir erkeğin diğer erkeğin ağzını, eli-ni veya azalarından herhangi
birisini öpmesi tahrimen mekruhtur. Kadının tanıdığı bir kadınla bir araya geldiklerinde öpüşmeleri
veya veda anında öpüşmeleri de tahrimen mekruhtur. Kınye.
Bu kerahet hükmü eğer şehvetle olursa böyledir. İyilik dostluk üzere böyle bir öpüş, bütün alimlerin
katında caizdir. Haniye.
El-İhtiyâr'da bazı alimlerden rivayet ediliyor: Kişi iyilik kastetmek suretiyle böyle yaparsa bunda bir
beis yoktur, şehvetten de emin ise. Meselâ bir fakîhin yüzünü öpmek ve benzeri gibi.
Bir tek elbise içinde olanın boynuna sarılmak da tahrimen mekruh-tur. Ebû Yûsuf bir tek elbise
içinde olanın yüzünü öpmek ve boynuna sarılmakta bir beis yoktur, dedi. Eğer kişinin sırtında bir
gömlek veya bir cübbe varsa icmaen, boynuna sarılmak kerahetsiz caizdir. Ed-Dirâ-ye'de bu görüş


tashih edilmiştir. Metinlerin hepsi bu görüş üzerinedir. El-Hakâik'de şu mesele yer almaktadır: Eğer
şehvet olmaksızın sadece iyi-lik yoluyla öpülürse icmaen caizdir. Musafahanın caiz oluşu gibi.
Çünkü musafaha köklü ve mutevatir bir sünneti seniyyedir. Zira Allah'ın Re-sulü şöyle
buyurmuştur: «Kim ki müslüman kardeşinin elini musafa eder ve elini sallarsa günahları dökülür.»
Musannifin, Ed-Dürer, El-Kenz, El-Vikâye, En-Nikâye, El-Mecmâ', El-Mültekâ ve başka kitablara
uyarak mutlak bir hükmü zikretmesi onun mutlaka caiz olmasını ifade ediyor. Velev ki ikindi
namazından sonra dahi olsa. Onların «o bid'attır şeklindeki ifadeleri En-Nevevî'nin Ezkâr'ında ve
başkasının başka kitablarda ifade ettikleri gibi güzel bir mubah-tır. Mecmâ' Şerhinin Nevavî'den
naklettiği de bunun üzerine hamledilir. Nakledilen şudur: «Sabah ve ikindi namazlarından sonra
musafaha hiç bir şey değildir.»
Evet, bu nakli de onun üzerine hamlediyoruz ki aralarında uyum sağlansın. Düşün.
Bu meselenin tamamı El-Mültekâ üzerinde talik ettiğim kitabta geç-mektedir.
İZAH
«Nikâh yönünden bir araya gelmezler ilh...» sözü işaret eder ki; bü-roda nikâh kastedilmektedir.
Binaenaleyh iki kızkardeşin zikredilmesi tem-silidir, kayıt değildir. Bu ibarenin zahiri anne ile kızı
kapsamaktadır. El-Kuhistânî'nin metni de bunun üzerinedir. Bununla beraber onları şeh-vetle
öperse musaharat haramlığı vacib olur. İkisi de birden onun için haram olurlar.
Bir Mesele: Eğer bir cariye ile evlenirse ve onu daha cinsi ilişki kurmazdan o cariyenin kızkardeşini
satın alırsa bu satın almış olduğu cariye ile oynaşmaz. Çünkü yataklık nikâhla sabit olmuştur.
Eğer sonra satın aldığı ile cinsi ilişki kurarsa o vakit yatak konusun-da ikisini bir araya getirmiş
olur. İtkanî.
«Onları öpmesi ilh...» söyledi ve cinsi ilişkiyi söylemedi. Çünkü ni-kâh kitabı bizi bu konuda
yeterince aydınlatmıştır. Kuhistânî.
«Cinsi ilişki kurması helâl olur ilh...» Çünkü eğer ikincisiyle cinsi iliş-ki kurarsa iki mahremi ay
nikâhta toplamış olur. Daha önce ilişki kurduğuyla ilişki kurarsa böyle bir hüküm meydana gelmez.
Hidâye.
«Öpmekle şehvete itibar edilmez ilh...» ifadesi el-Kenz ve el-Hidâye'deki hükme muhaliftir.
En-Nihâye'de: «Şehvet kaydını getirdi. Çünkü iki cariyeyi şehvetsiz öperse sanki öpmemiş gibidir.»
denilmektedir.
Bu hükmün benzeri El-İnâye'de vardır. Fakat Fethu'l-Kâdir'in «Nikâh-ları haram olan kadınla
konusunda şu ibaresi vardır: «Kişi öptüğünü ikrar ederse fakat şehveti inkâr ederse burada ihtilâf
vardır. Bazı fakihlere göre kişi tasdik edilmez, bazılarına göre onun hilafını izhar etme-dikçe kabul
edilmez. Bazıları kabul edilir demişlerdir: Bazıları bu konuda tek görüş olmaz. Tafsile ihtiyaç vardır.
Baş ve alın öpme tasdik edilir, ağızdan öperse tasdik edilmez, derler. En kuvvetli görüş de budur.»
İki yanağı ağza ilhak etmek açıklık kazanmıştır. Derim ki: Böylece uyum sağlandı, Allah'ı tevfiki ile.
«Mülk ile ilh...» ibaresinden maksad mülk-i yemindir. «Hangi sebeble olursa olsun» ibaresi de bu
sebebi genelleştirmektir. El-İtkânî dedi ki: «Meselâ, satın alma, vasiyet, miras, hulu bedeli, kitabet,
hibe, sadaka gibi sebeblerle de mülk edinilirse yine hüküm yukarda zikredildiği gibidir, düşün.»
«Ancak duhul olursa ilh...» cinsi ilişki varsa. Çünkü duhul cariye üzerine iddeti gerekli kılıyor. İddet
de sahih haramlığı gerektirmek hu-susunda sahih nikâh gibidir. Hidâye.
BİR UYARI: Eğer mahremiyet kalkarsa eski haramlık avdet eder. Sonra En-Nihâye'de Mebsût'tan
şöyle nakledildiğini gördüm: Cariyeler-den birisini diğeriyle cinsi ilişki kurmak helâl olur. Eğer
evlendirdiği ca-riyeyi kocası boşarsa iddeti bittikten sonra birisini evlendirinceye veya satmaya
kadar ötekiyle ilişki kuramaz. Çünkü kocanın hakkı p cariye-den boşanma suretiyle sakıt oldu,
iddetin bitiminden sonra da herhangi bir etkisi kalmadı. Evlendirmeden önceki hüküm böylece
avdet etti.
«Nitekim bunu Mültekâ şerhinde detaylı olarak açıklamıştım ilh..
Mültekâ Şerhinin nassı şöyledir: «Lâkin müstahab odur ki onu mülkünden çıkarmak suretiyle
mahremin üzerinde bir hayız geçmeyinceye kadar el-lemektir.»
Derim ki: Bu müstahab olan ibra çeşitlerinden birisidir. O çeşitler-den bir başkası da hanımını veya
cariyesini zina ettiğini gördüğü zaman eğer gebe kalmazsa onunla istibrasız cinsi ilişki kurabilir.
Eğer gebe kalırsa hamlini vazedinceye kadar ona yaklaşamaz.


O istibra çeşitlerinden birisi de şudur: Hanımının kızkardeşiyle veya halasıyla veya teyzesiyle veya
erkek kardeşinin veya kızkardeşinin kızıyla şüphesiz bir şekilde onlarla zina ettiği zaman onun için
efdal olan zina ettiği kadın istibra oluncaya kadar hanımına yanaşmamasıdır. Eğer bu sayılanlardan
birisiyle şüpheden ötürü zina etmiş ise onun üzerine, yani zina edilen kadın üzerine iddet vacib
olur. Yani hanımına o zinaya maruz kalan kişinin iddeti bitinceye kadar yaklaşamaz, onunla cinsi
ilişki ku-ramaz.
İstibranın müstahab olan çeşitlerinden birisi de bir kadının zina et-tiğini gördüğünde sonra onunla
evlenirse en efdali istibra etmesidir. Bu hüküm İmam A'zam ile Ebû Yûsuf katıdadır. İmam
Muhammed'e göre an-cak istibrâdan sonra onunla cinsî ilişki kurabilir. Başkasının cariyesiyle
evlenir veya müdebberesiyle veya ümmü velediyle azad edilmezden önce evlenen bir kişi hakkında
da böyle cevap verilir. Cariyenin mevlâsı için de durum budur. Nitekim El-Kuhistânî bunu
en-Nazm'dan böylece nakletmiştir. Hıfzedilsin.
«Samimiyet yönünden olursa hepsinin katında boyna sarılmak, el öp-mek caizdir ilh...» imam
El-Aynî bir kelâmdan sonra dedi ki: Böylece ki-şinin elinin, ayağının, başının böğrünün öpülmesinin
mubah olduğu bilindi.
Nitekim daha önceki hadislerden alnın öpülmesinin mubah olduğu bilindiği gibi. İki gözün arasının,
iki dudağın iyilik yönünden öpülmesinin caiz olduğu, ikram yönünden bunu yapmanın caiz olduğu
öğrenildi. Ya-kında öpmek ve ayağa kalkmak hakkındaki konuşmanın tamamı gele-cektir.
«Boynuna sarılmak do aynıdır ilh...» El-Hidâye'de: «Erkeğin erkek elini veya ağzını veya başka bir
azasını öpmesi veya boynuna sarılması mekruhtur» dedi. Et-Tahâvî: «Bu El-Hidâye'deki görüş Ebû
Hânife ile İmam Muhammed'in görüşüdür» dedi. Çünkü rivayet edildiğine göre Al-lah'ın Resulü,
Habeşistan'dan geldiği zaman Cafer'in boynuna sarılmış iki gözünün arasından öpmüştür. Ebû
Hânife 'ile İmam Muhammed'in de-lili şu riyavet edilen hadistir:
«Resulullah «boyna sarılmak» manasına gelen «mukâmea»dan ve öp-mek manâsına gelen
mukaâme den nehyetmiştir.»
Ebû Yûsuf'un rivayet ettiği ise bu işin haram kılınmasından önceki •devreye hamledilir. Âlimler bir
tek izar yani bir kat elbisede bulunduğu zaman boyna sarılma hakkında hilaf vardır, dediler. Eğer
üzerinde bir gömlek veya bir cübbe de olursa icmaen boyna sarılmakta bir beis yok-tur. Sıhhatli
görüş budur.
El-İnâye'de şu hüküm yer almaktadır: Şeyh Ebû Mansur, hadisler arasında uyum sağlayarak şöyle
dedi: Muanaka'nın mekruh olanı şeh-vetli kısmıdır.
Musannif da bu manayı «bir tek izarla muanaka mekruhtur» diyerek belirtti. Çünkü bir 'izar şehvete
sirayet eden sebebtir. İkram ve samimiyet yönüyle olan muanaka ise kişinin sırtında 'bir tek gömlek
alsa bile bunda beis yoktur. Bununla ortaya çıktı iki mekruh olan diz kapakları ile göbek arasını
örten bir tek elbiseli olduğu ve bedenin diğer yerlerini açık bu-lunduğu devrededir. Ebû Yûsuf'tan
daha önce gelen, El-Hidâye'deki hük­me uygundur. Anla.
«Eğer sırtında ilh...» Yani onların her birisinin sırtında elbise varsa demektir. Şerhu'l-Mecmâ'da
geçtiği gibi, birbirlerinin boynuna sarılanla-rın üzerinde bir gömlek veya cübbe varsa caizdir
deniliyor.
«El-Hakâik'de ilh...» Oradaki açıklamayı biraz önce Hânjye'den nak-lettiğimiz açıklama lüzumsuz
kıldı.
«Resulullah'ın zikredilen hadisi ilh...» Bu hadis, Hidâye'de yer almak-tadır. Allah'ın Resulü
buyurdular: «Mümin bir kişi diğer mümin ile rastlaşırsa ona selâm verir, elinden tutar, musafaha
yaparsa ikisinin de (güz döneminde) ağaçların yaprakları döküldüğü gibi günahları dökülür.»
Hadisi Tabarânî ve Beyhâkî rivayet etmişlerdir.
«Nevevî Ezkâr'ında dediği gibi ilh...» ifadesi şöyledir: «Bilmiş olunuz ki musafaha her rastgelme
anında mustahabtır. Halkın sabah namazın-dan sonra adet edindiği musafahanın ise, bu vecih
üzerinde Şeriatta onun aslı yoktur. Fakat bunun bir zararı da yoktur. Çünkü musafahanın esa
sünnettir. Onların -bazı hallerde bunu korumaları ve çok hallerde de bu-rada ifrat etmeleri veya
hallerin çoğunda bunu ihmal etmeleri bu kısmın şeriatta aslı varid olan musafahadan çıkarılmasına
sebep olamaz.» Şeyh Ebu'î-Hascn e! Bekri dedi ki: «Nevevî, sabah ve ikindiden sonra, kaydını kendi
zamanındaki adete binaen söyledi. Zira bütün namazların arkasın-da bugün de böyle musafaha
yapılmaktadır.»
Eş-Şurunbulalî'nin musafaha hakkında yazmış olduğu risalede du-rum böyledir.


Bunun benzeri Şemsu'l-Hânûtî'den rivayet edilmiştir:
«Onun meşruiyeti hakkında varid olan nasların umumiliğinden delil getirerek fetva vermiştir ve bu
sarihin metinlerin mutlak ifadelerinden böyle kaydetmektedirler» demesine de uygun geliyor.
Nitekim deniliyor ki: Sadece namazlardan sonra musafahaya devam etmek bazı cahillerin bu
hususta musafaha sünnettir itikad etmesine yol açar. Ve kanaat eder ki bu namazlardan sonra
musafaha diğer zamanlardakinden daha üstün bir özellik taşımaktadır. Halbuki onların kelâmı-nın
zahirinden anlaşılıyor ki, seleften hiç bir kimse bu vakitlerde musafaha etmemişlerdir. Böylece
«vitir namazlarında üç Surenin bazı zaman-larda terkedilmekle beraber okunması sünnettir»
demişlerdir. Bazı za-manlarda terkedilecektir ki vacib olduğu sanılmasın. Tebyînu'l-Mehârim adlı
kitab El-Mültekat'tan naklediyor: «Namazdan sonra musafaha her halükârda mekruhtur. Çünkü
sahabe namazların edasından sonra mu-safaha etmemişlerdir. Bir de namazlardan sonraki
musafaha rafizilerin sünnetlerindendir.»
Sonra Şâfiîlerden naklen İbn-i Hacer'den şunu naklediyor: «Namaz-lardan sonra musafaha asli
Şeriatta olmayan mekruh bir bidattir. Bu bi-dati işleyen evvela uyarılır, sonra tazir cezasına
çarptırılır.»
Bunları söyledikten sonra şöyle devam etti: «İbnu'l-Hâc -ki Mâliki ulemasındandır- El-Medhal'de
«Bu musafaha bîdatlardandır.» Şeriatta musafahanın yeri ancak müslüman müslümana rastgeldiği
zamandır. Na-mazların arkasında değildir. Şeriat o musafahayı nerede yapılmışsa oraya koymak
gerekiyor. Namazdan sonraki musafahadan insanlar sakındırılır. Onu yapan şiddetle 'kınanır.
Çünkü o sünnetin hilafını getirmiştir.» der. Sonra bu hususta uzun uzadıya açıklamalarda bulundu.
Oraya müracaat edebilirsin.
«Ondan naklettiği buna hamledilir ilh...» Nevevî'den başka alimler de başka kitaplarda bunu
nakletmişlerdir. Nevevî'nin Müslim şerhinde nakledilen bunun üzerine hamledilir. Nitekim İbn Melek
«Şerhu'l-Mecmâ'da» bunu sarahaten söylemiştir. Anla.
Derim ki: Bu hami yani yorum cidden uzak bir yorumdur. Zahire bi-naen bu İmam Nevevinin iki
kitabındaki reyinin birbirine ters düşmesine mebnidir. Nevevî Müslim şerhinde böylece bir
musafahadan meydana gelen mahzura bakmıştır. Ve bu özel olarak rivayet edilmemişliğine
bak-mıştır. Hele El-Mültekat'tan: «Bu, Râfizîlerin sünnetlerindendir» sözünü naklettikten sonra,
Allah daha iyisin bilir.
«El-Kınye'de Musafaha iki elle olur. Bunun tamamı El-Mültekâ üze-rindeki şerhte vardır ilh...»
ibaresine gelince, ovucun içini diğer ovucun içine koyacaklar, yüzlerini birbirine yönelteceklerdir.
Binaenaleyh sadece parmakları tutup musafaha etmek musafaha sayılmaz. Fakat rafizîler katında
bu şekilde musafaha yapılır. Sünnete uygun musafaha iki el ile ol-malıdır ve eller arasında engel
olmamalıdır. Ve bir araya geldiklerinde se-lâm verdikten sonra olmalıdır. Ve birbirlerinin baş
parmaklarını ellerine almalıdırlar. Çünkü başparmakta bir damar vardır ki, kalblerde sevgiyi
yeşertir. Hadiste böyle gelmiştir. Bunu El-Kuhistânî ve başkaları naklet-' mistir.
METİN
Erkeğin diğer erkekle ayyatakta yatması caiz değildir. Her birisi yatağın bir kenarında olsa dahi.
Allah'ın Resulü: «Bir tek elbisede bir er-kek diğer erkek ile yatmasın, bir tek elbise ile bir kadın
diğer bir kadınla yatmasın» buyurmuştur. Erkek veya kız çocuk on yaşına geldiği zaman aralarını
«ayırmak vacib olur. Kendisiyle kardeşinin, kızkardeşinin, anne-sinin, babasının yataklarını ayırmak
vacib olur. Çünkü Allah'ın Resulü (S.A.V.): «Çocuklarınız on yaşına geldiklerinde yataklarını
ayırınız» bu-yurmuştur. En-Netef adlı eserde: «Kişi altı yaşına geldi mi yatağını ayır-ması gerekir.»
diyor. El-Müctebâ'da da yle denmiştir. Aynı kitab'da ay-rıca şu da vardır: «Erkek çocuk şehvet
haddine vardı mı ergin erkek gibidir. Kâfir bir kadın da bu hususlarda müslüman kadın gibidir.»
Ebû Hânife'den gelen bir rivayete göre hamam sahibi hamama ge­lenlerin görülmesi caiz olmayan
yerlerine bakabilir. Ebû Hânife buradaki delilini de sünnet olmaktan almıştır. Meselâ ergin bir insanı
sünnet et-mek için avretine bakmak helâl olduğu gibi, bu da helâldir. Denilmiştir ki, büyük bir
insanın kendi nefsini sünnet etmesi mümkünse kendisini sünnet etmelidir. Eğer imkânı yoksa
kendisi sünnet etmez, başkasına sünnet ettirir. Ancak sünnetçi bir kadını nikâh yoluyla veya
sünnetçi bir cariyeyi satın almak yoluyla da sünnet olmak imkânı varsa onlar vasıta-sıyla sünnetini
icra eder. Zahire göre büyük insan sünnet edilir ve kesil-mesi gereken kabuğun çoğunun kesilmesi
de kâfi gelir.
Alim ve takva sahibi bir kişinin elini öpmekte, -teberrük yoluyla olursa- bir beis yoktur. Dürer.


Musannif El-Câmi'den nakletti ki: Hakim ve adil bir sultanın elinin öpülmesinde beis yoktur. Hatta
bazıları bunun sünnet olduğunu söylemiş-lerdir. Müctebâ.
Alimin başını öpmek elini öpmekten daha güzeldir. El-Bezzâziye'de böyledir. Alim ve adil sultandan
başkasının elinin öpülmesine ruhsat yok-tur. Tercih edilen görüş budur. Müctebâ.
El-Muhit'te: «Eğer bir kişinin müslüman olmasını tazim ve ona ikram etmek bakımından eli
öpülürse, caizdir, eğer dünyalık için öperse mekruhtur» denilmektedir.
Eğer bir kişi bir alim ve zahidden «bana ayağını ver de öpeyim» diye talebde bulunursa, o da
ayağını ona verirse ayağını öper. Bazıları «Ayak öpmekte ruhsat yoktur» demişlerdir. Nitekim bir
kadın diğer bir kadının ağzı ve yanaklarını karşılaştıkları zaman veya veda ederken öpmesinin
mekruh olduğu gibi. Nitekim «kıyl»i öne alarak El-Kınye'de bunu söyle-miştir. Bazı cahillerin
başkasıyla bir araya geldiklerinde sanki onun eliymiş gibi kendi elini öpmesi de böyledir, yani
mekruhtur. Ve bunda bir ruhsat yoktur. Mülakat anında arkadaşının elinin öpülmesi ise mekruh-tur,
bu hususta icmâ vardır. Bazı kimselerin alimlerin huzurunda veya büyük insanların huzurunda yer
öpmeleri de böylece mekruhtur ve ha-ramdır. Bunu yapan, yeri öpen ve rıza gösteren de günahkâr
olur. Bu, putlara tapmaya benzer. Bunu yapan ile razı olanlar ibadet ve tazim yo-luyla olduğu
takdirde kâfir olurlar. Eğer tahiyye yoluyla yani selamlaşma yoluyla olursa kâfir olunmaz, fakat
günahkâr ve büyük bir günah işlemiş olur.
El-Mültekat adlı kitapta «Allah'dan başkasına tevazu haramdır» de-nilmektedir. El-Vehbâniye'de:
«Caizdir, hatta gelene tazim olsun diye aya-ğa kalkmak menduptur.» sözü vardır. Nitekim ayağa
kalkmanın caiz ol-ması gibi. Velev ki alimin huzurunda okuyucu için ayağa kalkmakta ol-duğu gibi.
Bunun hükmü nazmen ileride gelecektir.
FAYDALI BİR NOT: Öpmek beş vecih üzerinedir:
1 - Sevgi öpmesi. Çocukların yanaklarından öpülmesi gibi.
2 - Merhamet öpmesi. Anne ve babanın başlarını öpmek.
3 - Şefkat öpmesi. Kardeşlerin alnından öpülmesi.
4 - Hanım ve cariye için şehvet öpmesi ki ağız üzerinde olur.
5 - ikram öpmesi ki müminler için el üzerinde olur.
Bazıları «altıncı öpme olan din öpmesi konusu geçti. »
El-Kınye'de kabristanlarda ilgili konuda şunu söylemektedir:
«Mushafın öpülmesi vardır.»
Bazıları «mushafın öpülmesi bidattir» dediler. Lâkin Hz. Ömer'den gelen rivayete göre o, her sabah
mushafı alır, öper ve «Bu Rabbimin ah-dîdir, menşurudur» derdi. Hz. Osman da Mushaf'ı öper ve
yüzüne sü­rerdi.
Ekmeğin öpülmesine gelince, Şâfiîler «mubah bir bidattir» bazıları da: «bid'atı hasenedir» derler.
Alimler «onu çiğnemek mektuhtur, fakat öpmek mekruh olmaz» dediler. Bunu İbn-i Kasım, İbn-i
Hacer'in Şerhul Minhacı üzerindeki haşiyesinde söylemiştir. Bu da Velime bahsinde geçmiştir. Biz
Hânefîlerin kaideleri de buna engel teşkil etmemektedir. Bu eserde gelmiştir: «Sakın ekmeği
bıçakla parçalamayınız ve ona ikram ediniz. Çünkü Allah ona ikram etmiştir.»
İZAH
«İki erkeğin aynı yorgan altında perde olmaksızın yatmaları caiz de-ğildir ilh...» Aynı örtü içinde
aralarında perde olmaksızın demektir. Gele-cek hadisten anlaşılan da budur. El-İtkânî, Hidâye'nin
hilafına «El-Mukâme'a» kelimesini böylece tefsir etmiştir. Acaba bundan maksad ikisinin aynı
elbiseye sarılmaları mıdır yoksa birisi başka bir elbiseye sarılarak aynı yatağa girmeleri midir?
Zahire göre birinci görüştür. Onu Mecmau'l-Bihâr'da nakledilen de tekid etmektedir. Yani ikisi
soyunarak, bir yatağa giriyorlar. Eğer aralarında perde varsa tenzihen mekruh olur. Düşün.
«Oğlan veya kız on yaşına geldiğinde ilh...» El-Müctebâ'da gördü-ğüm gibi Es-Şir'a'da naklediyor:
«Çocuklar on yaşa geldiklerinde ayrı ayyatırılırlar. Erkek ve kız çocuklar arasında perde gerilir.
Çocuklar ile er-keklik çağına gelenler arasına da perde gerilmelidir. Zira bir arada olma-ları fitneye
davet eder. Velev ki fitne daha sonra olsa da.»
El-Bezzâziye'de «Çocuk on yaşına geldiğinde annesiyle, kız karde-şiyle aynı yatakta yatamaz. Karısı
ve cariyesi müstesna, başka bir ka-dınla da ayyatakta yatamaz» denilmektedir.
Maksad mahzura girmekten korkarak uyku anında aralarını ayırmak-tır. Çünkü çocuk on yaşına


geldiği zaman artık cinsi ilişkiyi akledebilir. Onu bu fitneye düşmeden alıkoyacak bir din de yoktur,
kendisi için. Çoğu kez kızkardeşi ve annesinin üzerine düşebilir. Çünkü uyku istirahat za-manıdır,
şehveti de tahrik eder. Veya uyku halindeyken elbiseler, ister erkek ister kadın olsun, avret
mahallinin üzerinden kayabilir. Bu, mah-zura yol açar ve hassaten bu zamanın çocuklarında haram
olan sarılma-lara sebsb olur. Çünkü bu zamanın çocukları fasıklığı büyüklerden daha fazla
bilmektedirler.
Müellifin «anne ve babasından da ayrı olacaktır» ibaresi zahiren de-lâlet e-der ki, babasından da
annesinden de ayrılır. Yani onlarla beraber, onların yatağında yatamaz. Çünkü böyle, bir durumda
onların arasında cereyan eden şeylere muttali olabilirler. Fakat tek başına yatarsa veyathut da
kendisi babasıyla yalnız, veya kız, annesiyle yalnız yatarsa durum değişir. Erkek çocuk başka bir
erkekle veya ecnebi bir kadınla da yata-maz. Buna müsamaha edilemez. Çünkü fitneden korkulur.
Hele çocuk parlak yüzlü ise. Herne kadar böyle uyumalarda bir şey oluşmazsa da o erkek veya
kadının kalbi ona bağlanabilir. Başka bir zamandan sonra da fitne hasıl olabilir. Bu tertemiz şeriat
ne güzel dindir; fesadın kökünü söküp atmıştır!
Kim ki davranışlarda ihtiyatı elden bırakırsa mahzurlara girmiş olur. Darbı meselde «testi her zaman
sağlam kalmaz» denilmektedir.
«Müctebâ'da da böyledir ilh...» sözü işaret eder ki metinden sonra buraya kadar olan kısımların
hepsi Müctebâ'nın sözüdür.
«FahI gibidir ilh...» tabiri geçmektedir. Bu, «baliğ ve ergin insan gibi-dir» demektir. Nitekim
Tatarhâniye'de fahl'ı böyle tevil etmiştir. Yani av-rete bakmak, aynı yatakta yatmak hususunda baliğ
erkek gibidir.»
«Kâfir kadın da müslim kadın gibidir ilh...» sözüne gelince, muhte-mel ki burada: «Kâfirenin
müslüman kadına bakması, müslüman kadının müslüman kadına bakması gibidir.» hükmü
'kastedilmiş olsun.
Bu ise tercih edilen görüşe aykırıdır. Daha önce musannif, «Zımmi bir kadın en sıhhatli görüşe göre
ecnebi bir kişi gibidir.» kavliyle takdim etmiştir. Muhtemel ki maksad şudur: Erkek, müslüman
kadına baktığı gibi kâfire kadına bakar.
Bunun karşılığı Tatarhâniye'de yer alan hükümdür: Rivayet ediliyor ki kâfire kadının saçına
bakmakta bir beis yoktur.
«Ebû Hânife'nin hamam sahibi avret yerine bakabilir ilh...» sözü ise mutemed bir söz değildir.
Çünkü El-Vahbâniye'nin sarihinde bunun ne-denleri yer almaktadır.
Kişinin avret mahallini hizmetkârları değil de kendi eliyle sıvazlaması, yağlaması, tedavi -etmesi en
uygun olanıdır. Sahih görüş budur. Çünkü bakılması caiz olmayan bir yerin ellenmesi de caiz
değildir. Ancak o ye-rin üzerinde elbise varsa caiz olur.
İbn Mukatil: «Başkasının avretini, tüyleri düşürücü zırnık ile sıva-lamakta beis yoktur. Bu tıpkı
sünnet etmek gibidir, fakat bunu yaptığı zaman gözünü kapayacaktır» dedi.
Ben derim ki: Et-Tatarhâniye'de şu hüküm yer almaktadır: «Fakih Ebu'l-Leys dedi ki: «Bu ancak
zaruret anında olur.»
«Büyük insanın sünneti hususunda kendi kendini sünnet eder denil-di ilh...» sözüne gelince, bu,
«Ebû Hânife'nin «delili sünnet olmaktır» sö-züne karşı söylenmiş bir sözdür. Çünkü bu söz yaşlının
da gencin de sünnetini kapsayacak bir sözdür. En-Nihâye'de de daha önce tesbit et-tiğimize göre,
sarihlerin de takrir ettikleri gibi, Ebû Hânife'nin mutlak söylemesi gibi bir ıtlak vardır. Zahir odur ki
bu tercih edilsin. Onun için burada tafsilatı kîl» ifadesi ile tabir etti.
«Ancak sünnetçi bîr kadınla evlenmek veya cariye satınalmak müm-kün değilse ilh...» sözünü
el-Müctebâ'da böyle gördüm. Fakat doğrusu «en» kelimesinden sonra gelen «la» kelimesinin
düşürülmesidir. Nitekim ben bunu bazı nüshalarda böyle gördüm: Bu, Tatarhâniye ve başka
eser-lerdeki hükme muvafıktır. Buradan maksad, kendisini sünnet edecek bir kadınla evlenme veya
bunu .yapacak bir cariye satınalma imkânına sahib olmamaktır.
«Büyük insan hakkında zahir odur ki başkası onu sünnet edecektir ilh...» Böyle bir anlama
Hidâyenin mutlak ifadesine uygun olur. Düşün.
«En çoğunun kesilmesi kâfidir ilh...» ibaresi hakkında Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: baliğ
erkek kendisini sünnet etti. Fakat sünnet ye-rinin üzerindeki derinin tamamını kesmedi. Eğer
yarısından fazlasını ke-serse sünnet yerine gelmiş olur. Aksi takdirde bu, sünnet sayılmaz.»


«Musannif, El-Câmi'den nakletti ki sultan ve mütedeyyinin elini öp­mekte beis yoktur» Derim ki:
Musannifin bu nakline ihtiyaç yoktur. Çün­kü hakim ve mütedeyyin, musannifin daha sonra gelecek
«Es-Sultan» ta-birine dahildir. Zira sultan, saltanat ve velayeti olan kişi demektir. T.
«Alimin, âdil sultanın elinin öpülmesi sünnettir ilh...» demişlerdir. Eş-Şurumbulâlî dedi ki: «Aynî'nin
de işaret ettiği gibi; sen de bildin ki ha-disler bunun sünnet olduğunu veya mendub anlamına
geldiğini ifade et-mektedirler.» Zahire göre sultan hakkında en iyisi onun elini öpmektir. Ta ki
emirlik azameti korunsun. Bu fetva yazılsın.
Müellifin ibaresindeki «en ecved» tabiri, sevab bakımından en fazla-sıdır demek oluyor. T.
«En seçkini budur» tabirinden maksad, «El-Hâniye ve El-Hakâik'de-ki fetvalardan daha seçkindir,
demek oluyor. Onlarda «ikram yoluyla ve şehvetsiz olarak öpmek icmaen caizdir» ibaresi yer
almaktadır.
«Ayağım öpmek isterse verir ilh...» Hâkim rivayet ediyor: Bir kişi Allah Resulüne gelerek: «Ey
Allah'ın Resulü, iman yönünden artmama sebeb olarak tek bir mucize bana göster» deyince
Cenab-ı Peygamber: «Su ağaca git, onu bana çağır» dedi. Kişi ağaca giderek: «Allah'ın Re-sulü
seni çağırıyor» dedi. Ağaç gelerek Peygambere' selam verdi. Ve Peygamber ağaca «yerine dön»
dedi. Ağaç da yerine dönüp gitti, yerleş-ti. Ravî der ki: Sonra Resul-ü Ekrem ona tein verdi. O da
Peygamber'in başını ve iki ayağını öptü. Ve Resul-ü Ekrem buyurdu: «Bir kimsenin baş-ka birisine
secde etmesini emretseydim kesinlikle kadına, kocasına secde etmesini emrederdim.»
B-Hakim. bu hadisin isnadı sahihtir, dedi. Bunu Eş-Şurunbulâlî'nin risalesinden aldık, der.
«Nitekim kadınların öpüşmesi ilh... Bunu önceden Kınye'den naklet-tiği için zikretmesi gerekmezdi.
T. Bu kerahet -geçtiği gibi- şehvetle olması halindedir. Başkasıyla 'karşılaştığında kendi elini
öpmesi kerahe­ti tahrimiye ile mekruhtur.
O mekruhtur ilh...» Kerahatten maksadının kerahet-i tahrimiyye hu-susu ve «bunda hiç bir ruhsat
yoktur» sözüyle işaret etmiştir.
«İcmaen mekruhtur ilh...» yani bu elin sahibi âlim ve âdil değilse İslâm'ın tazimini kastetmek bahis
konusu değilse icmaen mekruh olur. İleride gelecektir 'ki müslümanın elinin öpülmesi selâmdır. Bu
da kelâm-ların arasındaki uyumu sağlamak için böyledir. «Bir araya geldikleri hal müstesnadır»
denilmez, çünkü biz deriz ki: Hz. Peygamber nerede musafahaya teşvik etmişse bilinir ki, o, tazim
hususunda başkasından daha evlâdır. Durum bu iken onunla nasıl eşitlik iddia edilebilir. Sayıhânî.
«Eğer ibadet ve tazim yoluyla yapılırsa küfür olur ilh...» ibaresi iki kavlin bir araya getirilmesidir.
Zeylâî dedi ki: «Şadr eş-Şehid: «Bu secde ile insan kâfir olmaz» dedi. Çünkü bununla selamlaşmak
kastedilir. Şemsu'l-Eimme es-Serahsi: «Eğer Allah'dan başkasına tazim şekliyle secde edilirse kâfir
olunur» dedi.
El-Kuhistânî, dedi ki: «Ez-Zâhîriye adlı kitapta: «Secde ile mutlaka insan kâfir olur.» Yani ister tazim
yoluyla olsun, ister olmasın, başkasına secde etmek insanı 'kâfir yapar. Ez-Zâhidî'de: «Selâm
hususunda baş eğ-meği rükû' haddinin yakınına kadar yaparsa secde gibidir» denilmiştir.
El-Muhit'te: «Sultan ve başkasına eğilmek mekruhtur» denilmektedir..» On-ların kelâmının zahiri
secde bu öpmeye ıtlak olunur.
TAMAMLAYICI NOT: Meleklerin secdeleri hususunda ihtilaf vardır. Denildi ki: onların secdeleri
Allah içindi. Şereflendirmek için Ademe yö-neldiler. Tıpkı şereflendirmek için Kâbeye yönelmek gibi.
Bazıları da : «Onlar selâmlaşmak ve ikram kabilinden Âdeme secde ettiler. Sonra bu secde
Resulullâh'ın «Eğer bir kimseye başka bir kimse için secde etmeyi emretseydim kesinlikle kadına,
kocasına secde etme-sini emrederdim.» hadisiyle kaldırılmış, neshedilmiştir» dediler. Tatarhâiye.
Tebyînu'l-Meharim adlı kitabta denildi, ki: «İkinci görüş sahihtir. Ade-me yapılan secde ibadet değil,
tahiyye ve ikram secdesidir.» Bunun için İblis bu secdeden 'kaçınmıştır. Böyle bir secde daha
önceki şeriatlarda caizdi. Nitekim Hz. Yûsuf'un kıssasında bu vardır.
Ebû-Mansur el-Maturidî dedi ki: «Burada Kur'an sünnetle yani ha-disle neşredilmesinin delili
vardır.»
«Allah'dan başkasına tevazu haramdır ilh...» sözüne gelince; yani dünyayı elde etmek için nefsi zelil
kılmak haramdır. Aksi takdirde ken-disinden daha aşağıdaki tabakada bulunanlara karşı zillet
kanadını ger-mek hususu Resulullah'a da emredilmiştir. El-Beyhâkî'»in İbn Mes'ut'tan rivayet ettiği
bu husus da buna delâlet eder:
«Kim ki bir zengin için başını eğer, onu tazim etmek ve onun yanında bulunan mala temah


bakımından nefsini onu önüne koyarsa o kimsenin mürüvvetinin üçte ikisi, dininin de yarısı gider.»
«Tazim için gelenin önünde ayağa kalkmak batta caizdir mendubtur ilh...» sözüne gelince; Tabii,
gelen eğer tazime layık bir kimse ise böyledir. El-Kınye'de dedi ki: «Mescidde oturan bir kişinin
yanına gelene tazimen ayağa kalkması, Kur'ân okuyanın, gelene tazim için ayağa kalk-ması, 'eğer
gelen kişi tazime müstahak ise mekruh değildir.»
Müşkilu'l-Âsâr adlı kitabta şu hüküm yer almaktadır: «Başkasının önünde ayağa kalkmak, bizzat
mekruh değildir. Mekruh ancak kendisi için ayağa kalkılan kişi için kalkmayı severse bahis konusu
olur. Eğer kalkmasına kıymet vermeyen bir kimse için kalkarsa kerahet yoktur.»
İbn Vehbân dedi ki: «Diyorum ki: Bizim asrımızda ayağa kalkmanın müstahab olması uygundur.
Çünkü ayağa kalkılmazsa kin ve nefret düş-manlık oluşur, gelenin kalbinde. Hele ayağa kalkmanın
adet haline gel-miş olduğu bir memlekette ayağa kalkmamak felâkettir.
«Bu hususta varid olan tehdidler ancak önünde ayağa kalkmayı vacib kılan kişi hakkındadır.
Nitekim bazı Türk ve Acemler böyle yaparlar.»
Derim ki: El-İnâye ve başka kitablarda Eş-Şeyhu'l-Hâkîm Ebû'l-Kâsım'dan rivayet edilen de bunu
tekid etmektedir: Bu zatın huzuruna bir zengin geldiği zaman ayağa kalkar, ona tazim eder. Fakat
fakirlere, ilim taleblerine kalkmazdı. İtiraz kabilinden bunun sebebi soruldu. Dedi ki: «Zengin bir
kimse benden tazim beklemektedir. Eğer ben bu tazimi bıra-kırsam o zarar görür. Fakir ve talebeler
benden selâmlarına cevap ver-memi ve ilim hususunda kendileriyle konuşmamı ancak benden
bekler­ler.»
Bunun tamamı eş-Şurunbulâlî'nin risalesinde vardır.
«Kabe'nin eşiğini öpmek ilh...» diyanet yönünden gelen bir tazimdir. Ed-Durru'l-Müntekâ'da şu
hüküm yer almaktadır: «Kabe'nin Rüknü Yemânisini öpmek hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazıla
sünnet, bazıları bidat olduğunu söylemişlerdir.»
Kâmûs'ta «el-Menşûr» emri dağınık olan veya mühürsüz padişah fer-manı demektir. Hz. Ömer'in
«bu benim Rabbimin menşurudur» sözü «Rabbimin kitabıdır»-anlamındadır. Burada bazı
manâlardan tecrid vardır. T.
«Bizim kaideler buna mani değildir ilh...» sözüne gelince, «Ed-Durru'l-Müntekâ'da denildi ki: «O
halde altı üzerine altı daha ziyade edilir. Bu da bidati mübahe veya hasenedir. Alim ve adil için el
öpmek sünnet, başkası için mekruhtur, seçilmiş görüşe göre Tahiyye manâsında yer öp-mek
haramdır. Tazim manâsında öpmek ise küfürdür. Ki bu durum daha önce geçmiştir. Düşün.
«Hadiste gelmiştir ilh...» sözüne gelince, bizim meşayihimizin şeyh! olan Şeyh İsmail el-Cerrâhî,
El-Ehâddîsu'l-Muştehire adlı eserinde der ki: «Ekmek ve eti bıçakla kesmeyiniz. Tıpkı Acemlerin
yaptığı gibi yapmayı-nız. Fakat onları dişlerinizle parçalayınız.»
Es-Sağânî «Bu hadîs mevzudur» dedi. El-Müctebâ'da: «Ekmek ve pi-şirilmiş eti bıçakla kesmekte
kerahet yoktur» denilmiştir. Allah hakikati daha iyi bilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...