10 Ekim 2012

İCARE KİTABI...ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


İCARE KİTABI...ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
«Aile fertlerinden bazıları ölse ilh...» Ama eğer hepsi ölmüş olsa, hiç ücret alamaz. Çünkü yapılan
akit onları getirmesi için idi. Bu da olmadı. Remli.
«Getirdiklerinin hesabı kadar ücret alır ilh...» Yani geliş ücretini getirdiklerinin sayısına göre alır.
Gidiş ücretinin ise tamamını alır. Makdîsî. Kifaye'den naklen.
Ben derim ki: Miraç'ta Hidaye'nin. «Birisi diğerini Basra'ya gidip oradan aile efradını getirmesi için



icarlasa, o da gidip getirse, gidiş ücretinin tamamını, geliş ücretini ise getirdiklerinin sayısına göre
alır.» ibaresi nakledildikten sonra, «Bu görüş Hindivanî'nin seçtiğidir.» denilmiştir.
Fazlî'den de şöyle nakledilmiştir: «Eğer birisi şehirde, köye gidip buğday getirmesi için kiralansa ve
ye gitse de buğday bulamazsa, boş olarak dönse, eğer mal sahibi; «Ben seni köyden buğdayı
yükleyip getirmen için icarladım.» demişse, ücret vermesi gerekmez. Çünkü birincisinde akit iki şey
üzerinedir. Birisi köye gitmek, ikincisi de oradan yükü getirmek. İkincisinde ise taşıma şart
koşulmuştur. Taşıma da mevcut olmadığından ücret vacib değildir. Zahîre'de ve Timurtâşî'nin
Câmii'n'de de böyledir.» Bunun benzeri Nihaye'den naklen Tebyîn'de de vardır.
Metinlerin zahiri, Hindivânî'nin kavlinin ihtiyâr edilmesi istikâmetindedir. Öyleyse, Hidâye'nin
ibaresi üzerindeki her iki kavil arasındaki farka bakılsın. Zira Hidaye'nin ibaresinde isticar iki şey
üzerinedir. Evet, o da Kenzde olduğu gibi musannıfin ibaresine göre zahirdir. Herhalde gitmeyi
sarahaten söylemek herhangi bir kayıt değildir. O zaman iki kavil arasındaki fark açığa çıkmaktadır.
Bunu Tatarhâniyedeki şu ifâde de teyîd etmektedir.
«Adam birisini depodan buğday yükleyip getirmesi için icarlasa, o da gitse fakat depoyu bulamasa,
akitte konuşulan ücretin yansını alır.»
Tatarhaniye'de ki bu ifadeye göre: ailesini getirmesi için birisini icarlayan adamın ailesinin hepsi
ölmüş olsa, gidiş ücretini vermesi gerekir. O zaman bu da bizim yukarıda Remlî'den nakl ettiğimiz
ifadeye muhâlif olur.
Bu muhalefeti def etmek Remli'nin ibaresindeki «ücret yoktur» ifadesini «gitme ücretinin dışında
ücret yoktur» şeklinde anlamakla mümkündür. (Çev. M.T.)
«Ücretin hepsini alır ilh...» Kuhistanî'de şöyle denîlir: «Eğer aile efradının sayısı bilinmiyorsa, icare
aktl fasîd olur, Ecr-i misli vermesi lazımdır.»
Metindeki «hepsi» kelimesini «ecr-i mislin hepsi» şeklinde anlarsak, iki ifade arasındaki zıtlık
ortadan kalkar.
«Eğer aile fertlerin azalması ile külfet azalırsa ilh...» Bu söz musannıfın «Getirdiği adamların
hesabına göre ücretini alır.» kavlini kayıtlamaktır. Bu da imam Hindivanî'den nakledilmiştir.
«Aksi halde tamamını alır ilh...» Ölenin küçük olması veya gemi kiralanmasında olduğu gibi
hallerde ücretin tümünü alır. Çünkü gemi kiralamada ölenler büyük bile olsa sayının azalması bir
şey değiştirmez..Bu, onların taşınması için icarlanmış olması halindedir. Ama eğer taşımak ücreti
işverene ait olmak üzere akit yapılsa veya ecirin ailesi yakın bir yerde olup yaya olarak gelebilecek
olsalar yada uzakta oldukları halde yaya olarak gelmeye kudretleri varsa, ve işçinin sadece onlara
arkadaşlık etmesi üzerine akıt yapsalar ücretin hepsini vermesi lâzımdır. Çünkü bir topluluğa
arkadaşlık etme külfeti bir veya iki kişinin eksilmesiyle azalmaz. Ancak köle olurlarsa bu
müstesnadır. Çünkü kölenin bir kısmına sahip olmak, hepsine sahip olmaktan daha kolaydır.
Hamevî. T.
«Şu mektubu ilh...» Burada mektubun örnek verilmesinden maksat, taşımakta bir meşakkat
olmayan şeylere paketten maksat da taşımakta zahmet olan şeylere işaret içindir.
«Onun için bir ücret yoktur îlh...» Yani paket için ihtilafsız olarak, mektub için ise Ebû Hanife ve
Ebû Yûsuf'a göre gidip gelme ücreti yoktur. İmam Muhammed'e göre ise: ister cevabı getirmeyi şart
koşsun, ister koşmasın, gidiş ücretim vermek gerekir. Nitekim Nihaye ve başka kitaplarda da
yledir. Öyle zannediyorum ki, «cevabı getir» sözü ile kayıtlamak lazımdır ki, İmam Muhammed'in
hilafı ortaya çıksın. Eğer böyle kayıtlanmazsa, İmam Muhammed'in kavline göre uygun olan ücretin
tamamının verilmesidir. Kuhistanî.
Ben diyorum ki: Evet, öyledir. Ancak getirmeyi kaydetmek Camiü's-Sagir, Hidâye ve Kenz'de olduğu
üzere Dürer'den naklen gelecek meseleye nisbetle lazımdır. Nitekim bu açıkça ortaya çıkacaktır.
Demek ki, İmam Muhammed ile hocaların arasındaki ihtilafın aslı şudur: Ücret İmam Muhammed'e
göre işçinin mesafeyi katetmesi karşılığındadır, taşıma karşılığında değil. Çünkü meşakkat
mesâfeyi katetmededir. Paketin taşın-ması ise bunun aksinedir. Zira bunda ücret taşımanın
karşılığıdır. Çünkü meşakkat ve külfet, taşımakdadır. Mesafeyi kat etmekte değil. Ebû Hanife ve Ebû
Yusuf'a göre ipe ücret her ikisinde de taşımanın karşılığıdır. Çünkü taşıma maksada vesiledir.
Maksat da paketi götürdüğü adamın yanına bırakmak ve mektubun içindekini götürdüğü adamın
bilmesidir. İşçi götürdüğünü geri getirdiği takdirde üzerine akit yapılan şeyi eksik yapmış
olmaktadır.
«Adamı çağırması için tutsa...» Kâdîhan bunu bir haberin tebliği meselesinde tasvir etmiş ve



bununla mektubun ulaştırılması meselesini farklı mütalaa ederek şöyle demiştir: «Haber götürmek
bazen gizli olur, gönderen ona başka birisinin muttali olmasına razı olmaz. Mektub ise mühürlüdür.
Eğer mühürlü olarak bıraksa, ona başka bir adam muttali olamaz.»
Hulevânî de mektup götürme ile haber götürmenin bir olduğunu kesinlikle söylemiştir. Şarih ise o
adamı çağırmayı haber gönderme gibi kabul etmiştir. T.
Ben derim ki: Çünkü birisini çağırmak üzere adam göndermek de risaletin bölümlerindendir.
Teemmül et. Şarihler şöyle demişlerdir: «Bir haber götüren kişi gittiği odamı bulsa. fakat haberi
tebliğ etmeden geri dönse bütün alimlerin icmaı ile döndüğünde ücreti hak eder.» Bunun ille-ti;
Muhit'ten naklen Zeylaî'de belirtildiğine göre şöyledir: «ücret mesafenin kat'ı karşılığındadır. Çünkü
mesafeyi katetmek adamın gücünde olan bir şeydir. Ama haberi duyurmak adamın gücünde
değildir. O halde o, ücret onun karşılığı olamaz. Teemmül edilsin.
«Ücret götürme sebebiyledir...» Yani alimlerin icmaı ile. Nitekim İtkanî ve diğer alimlerde bunu
zikretmişlerdir.
«Konuşulan ücretin yarısıdır ilh...» Azmiye de bu kavle, «fahiş hatadır.» denilerek itiraz edilmiştir.
Çünkü gitmek ve getirmek ücreti yan yarıya eşittir. Pek ittifak edilecek bir mesele değildir. Ben bu
ibareyi başka bir alimin eserinde de görmedim.
«Muhaşşiler bu Ibarenin peşînde getirdiler ilh...» Vanî ve Şurunbulâlî gibi şarihler.
Şurunbulaliyye'de şöyle denilir: «Bu görüşte bir yanlışlık var, «Ücretin yarısını değil, tamamını
vermek lazımdır. Zira üzerinde akit yapılan şey, götürülenin ulaştırılmasıdır. Bundan başkası değil,
o da mevcuttur. Peki, ücreti yarılamanın sebebi nedir? Nitekim metin ücretin tamamının verilmesi
gerektiğini uygun görmektedir. Mevahib sahibi meseleyi mektubu götürmek ve cevabını getirmek
için adam tutmak konusunda birlikte farzetmiştir.»
«Bunların orası uyuşturulsun ilh...» Şu kadar var ki bu, Dürer sahibine varid olan itirazı defetmez.
Zira önce cevabı getirmekle kayıtlamamış ikincisinde ise konuşulan ücretin yarısını vereceğini
ylemiştir.
«Yırttığı takdirde hüküm de ihtilaf ettiler...» Hâniye'de şöyle denilir: «İşini bozmadığı takdirde,
fukahanın kavline göre ücretini alır. Bazı alimler tarafından; mektubu yırtarsa ücretin vacip
olmaması gerekir» denilmiştir. Çünkü mektubu götürdüğünde mektup gönderilen adamı
bulamadığı takdirde, götürdüğü yerde bıraksa, mektup gönderilen adamın varisleri ondan
faydalanır ve maksat da hasıl olur. Yırtmak ise böyle değildir. Ama eğer iletmeden yırtarsa ücret
alamaz. Araştırılsın. T.
Ben derim ki: Hâniye'nin «O ücreti alır» sözünden maksadı götürme ücreti alabilir demektir. Nitekim
Kuhistânî'nin ibaresi de bunu ifâde etmektedir. Bu hüküm, cevap getirmeyi şart koşmuş olma
halindedir. Ama cevap getirmesi şart koşulduğu halde kendisine mektup gönderilenin mektubu
yırtması veya cevap vermemesi halinde hükmün ne olacağı araştırılsın, bu durumda ücretin yarısını
mı alır, yoksa tamamını mı? Çünkü mektubu götüren adamın mektubu olan adamın yaptığını haber
vermesi de mana itibariyle cevaptır. Araştırılsın.
«Mislinin ücretinden farklı bir ücretle ilh...» Evlâ olan, «ecr-i misilden aşağı ücretle» demesiydi.
Çünkü, her ne kadar ifadenin akışı maksadı tayin ediyorsa da farklı kelimesi ecr-i misilden fazlasını
da ifade eder. T.
«Nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır ilh...» Bahır'da şöyle denilmektedir: «Hulâsada,
Vakıf mütevellisinin ecr-i mislin tamamını zamin olması gerektiğini vehmettiren bir ibâre yer
almıştır. Hulâsa sahibi şöyle der «Vakıf mütevellîsi, vakıf arazisini benzerinin ücretinden aşağı bir
ücretle icare verirse, ecr-î misli tamamlaması lazımdır.
Şeyh Kasım, Fetâvâ'sında (ona, ecr-i misli tamamlaması lâzımdır. Cümlesindeki) ona «zamiri,
müstecire racidir.» diyerek Bahır'daki görüşü reddetmiştir. Bu redde TeIhisü'l-Feteva-i Kübra'da
zikredilen, «Bazı âlimlere göre, «arazinin müstecirinin ecr-i misli tamamlaması lâzımdır ve fetva da
bu kavil üzerinedir.» sözü de delâlet eder.
Zahîre'de de şöyle denilir: «Vakıf mütevellisı, vakıf arazisıni ecr-i mislinden aşağı ücretle icare verir
ve müstecire araziyi teslim ederse, meşayihten müteahhirin ulemanın ihtiyar ettiği görüşe göre;
ecr-i misil ne kadar olursa olsun, müstecirin onu tamamlamak zorundadır.» özetle.
«Vasi ve babanın hükmü deyledir ilh...» Yani vasi veya baba çocuğun taşınmaz malını ecr-i
misilden aşağısına kiraya verirse, müstecir, akarı teslim aldığı zaman ecr-i misli tamamlama
lazımdır. T.



«Vakıf akârının gasbında ilh...» «Velvaliciye'de şöyle denilmiştir: «Fetva; vakıf olan akârın
gasbında, vakfın menfaat! gözetilerek gasıbın zamin olması üzerinedir. Gasıbin aleyhinde,
gasbettiği akârın kıymetinin alınmasına hükmedildiği zaman, para alınır ve onun ile önceki vakfın
sarfedilecek yerlerine sarfedilmek üzere ikinci bir akar alınır.»
Tenvirü'l-Ezhan şerhinde bu mesele ele alınmıştır. T.
«Vakfın menfaatlerinin gasbında ilh...» Camiû'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Bir konak alsa. sonra do
o konağın vakıf veya küçük bir çocuğa ait olduğu ortaya çıksa, onların malının korunması için
emsalinin ücretinin verilmesi lazımdır.»
Müftabih olan kavlin karşılığı ise, Umde'de sahih görülen «Vakfın menfaati gasbedildiği takdirde
tazmin ettirilmez.» kavlidir. Bu kavle, Kınye'de de uyulmuştur. T. Özetle.
«Fahiş bir ücretle ilh...» Yani taannüt olmaksızın ecr-i mislin fazlası. Nitekim bunun tafsilatı yakında
gelecektir. T.
«Allah'ın hakkını korumak ilh...» Çünkü vakıf bir nesneyi hapsetmek ve sırf Allah rızasını talep için
ondan gelen maddi menfaati tasadduk etmektir.
«İcare feshedilir. İlh...» Yani ölüm sebebiyle. Eğer musannıf, «Akit münfesih olur.» deseydi daha
uygun olurdu.
«Nesne kiracının elinde ise ilh...» Yani kiraladığı malı teslim almışsa Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
denilmiştir: «Birisi, geçersiz kiralama ile bir ev kiralamış olsa, ve evi teslim almadan ücretini peşin
ödese, kiralayan ölse veya kira süresi bitse kiracı peşin ödediği ücret için evi elinde tutamaz. Zaten
geçerli kiralamada da tutamazdı. Ama eğer sahih veya geçersiz kiralama ile kiraladığı evi kabzetmiş
olsa. peşin ödediği ücret için binayı elinde tutabilir. Hatta, kiralayan öldüğü takdirde parasını
almaya başkalarından daha çok hak sahibidir.» Yani, kiraya veren. kiracıdan başkalarına da borcu
olduğu halde ölse ve bina satılsa. müstecir evin parasına diğer alacaklılardan daha çok hak
sahibidir. Eğer binânın parası verilen kira bedeli kadarsa hepsini kiracı alır. Ama eğer satılan
binanın fiyatı peşin ücretten daha fazla ise fazlalık diğer alacaklılara verilir. Eşbah üzerine
Ebussuud.
METİN
FER'İ MESELELER:
Müstecirin icare müddeti içerisinde ve icare müddetinden sonra ücreti artırması sahihtir. Fakat
mucirin ücreti artırması, yetime ait bile olsa şahsa ait mülkte olduğu takdirde, makbul değildir. Ama
vakfın icaresinde olduğu takdirde icare fasit olur ve vakıf nazırı birinci müstecire arzetmeden önce
de başka bir talibe kiraya verebilir. Şu kadarı var ki, asıl olan ecr-i misli ile sahih olmasıdır.
Birisi vakıf icarında fahiş bir aldanma olduğunu iddia etse ve bilirkişi de Kadı'ya durumun böyle
olduğunu bildirse, Kadı icare aktini fesheder. Şahitler akit anındaki ücretin ecr-i misil olduğuna
şehadet etseler bile yine müstecirin yaptığı artış makbuldür. Ama bilirkişi, fahiş bir aldanma
olduğunu Kadı'ya bildirmese: eğer iddia müstecire zarar ve taannüt için ise, kabul edilmez. Ama
iddia edilen fazlalık ecr-i misil kadar ise, muhtar olan kavil, o ziyadenin kabulüdür. Mütevelli de
icare aktini feshedebilir. Müstecir kirayı artırmaktan imtina ederse, o zaman Kadı akti fesheder.
Sonra kim fazla fiyat verirse ona icarlar.
Kiraya verilen mal bir konak, bir dükkân veya boş bir arazi ise ve fiatın arttırılması istenirse evvelâ
onu önceki müstecire arz eder. Kabul ederse ona vermek daha uygundur. Fazla ücret, kabul ettiği
andan itibaren geçerlidir.
Müstecir. ecr-i misilin daha fazla olduğu tarzındaki iddiayı inkâr eder ve artışın kendisine zarar
vermek için yapıldığını iddia ederse, o zaman delil getirmesi lazımdır. Eğer ziyadeyi kabul etmezse,
mütevelli malı başkasına icara verir.
Ama tarla akıl ise, onu ekin sahibinden başkasına kiraya vermek sahih değildir. Şu kadar var ki,
artış vaktinden itibaren icâre ücretine zam yapılır.
Müstecir icarladığı tarlaya bina yapmış veya ağaç dikmişse, eğer tarla aylık olarak kiraya
verilmişse, müstecir fazlalığı kabul etmediği takdirde, ayın bitiminde o tarla başkasına icare verilir.
Çünkü icare akti ay başında yapılır. Binaya gelince. mütevelli o binayı ya sökülmüş haldeki kıymeti
ile vakıf namına kabullenir. Veya (binayı sökmek tarlaya zarar verecekse.) vakıf nazırı binanın
kendiliğinden yıkılmasına kadar bekler.
Eğer icare müddeti bitmemişse, müstecirden başkasına icare verilmez. Ancak ona fazlalık eklenir.



Bu da ekilmiş tarladaki artış gibi olur.
Hiç kimse artırmadığı halde (piyasadaki değişiklik sebebiyle) ecr-i misil kendiliğinden artarsa. vakıf
mütevellisi icare aktini fesheder. Fetva bu kavil üzerinedir. Eğer akti feshetmezse, «Müstecirin
akitte konuşulan ücreti vermesi lazımdır.» Suğraya nisbeten Eşbah.
Ben derim ki: Musannıfın, «Vakıf nazın arazisinde yapılan binayı vakıf adına temellük eder.»
sözünün zahiri şudur: Vakıf cihetini korumak için, bina sahibi istemesede vakıf namına temellük
eder. Bu hüküm; binayı sökmek vakıf arazisine zarar verdiği takdirdedir. Yok eğer binayı sökmek
vakıf arazisine zarar vermiyorsa, bina sahibinin rızasını almak şart-tır. Nitekim şerhlerin hepsinde
yledir. Bahır ve Minah da o şerhlerdendir. Eğer doğru ise, şerhler mezhebin nakli için yazıldıkları
için onlardaki kavle itimad edilir. Ama fetva kitablarında nakledilen bunun aksinedir.
Müeyyidzâde'nin Fetvâ'sında Fusuleyn'e isnadla şöyle denilmektedir: Bir vakıf dükkânını icarlayan
kimse mütevelliden izin atmadan dük-kâna bir ek yapsa: eki kaldırmak dükkâna zarar vermiyorsa,
mütevelli onu kaldırır. Eğer zarar veriyorsa, adam malını zayi etmiş sayılır. Bina yıkılıp da altından
malı çıkıncaya kadar bekler, sonra alır. Onun yaptığı ek, dükkânı başkasına icare vermeye manı
olamaz. Zira onun bina üzerinde bir hakkı yoktur. Bu sebeple onu kaldırmaya da malik değildir.
Eğer mütevelli ile müstecir o ekin para karşılığında vakfa kalması hususunda anlaşırlarsa, o zaman
fiat binanın yıkılmış veya yapılı haldeki fiyatlarından daha azını aşmaz.
«Mülkünü kiraya veren kimse borçlu düşse, (borçlarını ödemek için icare verdiği akardan başka bir
şeyi almasa,) icare aktinin feshi için mahkemeye başvurur. Kendi başına akti feshedemez. Fetvâ
görüşe göredir.
Bir malı ecr-i misille veya halkın kabul edeceği az bir fazlalık veya az bir noksanla kiraya vermek
caizdir. Fakat halkın kabul edemeyeceği bir fazlalık veya noksanlıkla icare vermek, icare aktini ifsâd
eder. O zaman ecr-i misille veya kiracının razı olacağı bir fazlalıkla ya birinci müstecire veya bir
başkasına kiraya verir.
Hânûtî'nin fetevâ'sında da şöyle denilmektedir: Eğer hükme bitişik ise «İsbat beyyinesi, takdim
edilir. Bu ücretin ecr-i misl olduğuna şahitlik eden beyyinedir.
Hânûtî daha sonra bununla görüşlere cevap vermişdir.» Hıfzedilsin.
İZAH
«Artması sahihtir ilh...» Yâni. yapılan artış, kiralanan nesneden başka cinstense. Ama eğer artış.
kiralanan malin cinsinden olursa sahih değildir. Mal sahibi tarafından yapılan artış ise mutlaka
câizdir. T. Hindiye'den özetle.
«İcare müddetinden sonra ilh...» Doğrusu, Eşbâh ve Minah'da zikredildiği gibi. «İcare müddetinden
sonra artış yapamaz.» demesiydi. Zira akdin zamanı geçmiştir. Burada müddetin geçmesinden
maksat, icare müddetinin tümünün geçmesidir. İcare müddetinin bir kısmının geçmesinden sonraki
durumla ilgili olarak ise Hizânetû'l-Ekmel'de şöyle denilmiştir: «İki aylığına bir ev veya iki fersah
mesafede binmek üzere bir at kiralasa, bir ay geçtikten sonra veya atla bir fersah yol gittikten sonra
ücret artsa, kıyasa göre artış geri kalan kısım içindir. İmam Muhammed ise istihsanen bu artışın
hem geçen müddet ve hem de kalan müddete tevzi edileceğini söylemiştir. Birî'den Ebussuud.
«Mülk yetimin bile olsa ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: «Bu söz yetimin her türlü malına şamildir.»
Hamevî'de; «İs'afta, vakıf arazisi ite yetimin arazisi eşit kabul edilmiştir. Zira İs'af sahibi, hür olan
bir mütevelli vakıf arazisini veya yetimin vasisi yetime ait bir evi ecr-i misilden aşağıya kiraya
vermiş olsalar; ibni Fazl'a göre müstecir gasıb sayılır. Hassafa göre ise «gâsıb sayılmaz. Ama ecr-i
misil vermesi lazımdır. Cevhere'de de yetimin arazisinin vakıf gibi olduğu saraheten söylenmiştir.»
demiştir.
Ben derim ki: şarih de birkaç satır evvel bunu söylemişti. Şu kadar var ki, bu zikredilenler bizim
üzerinde durduğumuz meselelerden değildir. Çünkü musannıfın burada istişhâd ettiği mesele,
ücretinden aşağı bir fiyatla icare vermektir. Halbuki bizim mevzumuz akitten sonraki ücret artışıdır.
Aradaki fark sabah ışığının geceden farklılığı gibi açıktır.
«Makbul değildir ilh...» Eşbah'ta, «Mutlaka, yani ne müddetin bitiminden evvel ne de müddetten
sonra.» denilmiştir.
«Ücreti ucuzlatmada olduğu gibi ilh...» Yani akitten sonra ücret eksiltilse feshedilmez. Çünkü
müstecir ona razı olmuştur.
«İcare fasit ise ilh...» Vakıf nâzırı vakıf malı halkın adeten aldanmadıkları bir ücretle icare verirse,



akıt fasit olur. O halde yeniden ya ilk müstecire veya bir başkasına ecr-i misliyle kiraya verir. İşte bu
icare akdinin gabnı fahiş sebebiyle fasit olması halinde verilecek malı birinci müstecire arzetmenin
gerekli olmadığını açıkça gösterir.
İmâdiye'de ise bunun aksi vardır. Ancak Eşbah'in haşiyesinde bütün fıkıh kitaplarında olanın birinci
görüş olduğu zikredilmiştir.
«Aslolan ecr-i misli ile sahih olmasıdır ilh...» Eşbah'ta da böyle denmektedir. Bazı nüshalarda da;
aslolanın yerine «esah olan ecr-i misille olmasıdır.» denilmiştir. Buradaki istidrâkin manası fazlalık
konusundaki sözün vakıfta müstecire aleyhine olmasıdır. «İcare fasittin sözü ise mücmel bir
kelamdır. Çünkü fesaddan maksadın; ücretin, akit zamanında ecr-i misilden az olması muhtemeldir.
O halde bu sebeple fesâdı iddia ederse vakıf nazırı birinci müstecire hiç arzetmeden de onu bir
başkasına kiraya verir. Çünkü birinci müstecirin hiçbir hakkı yoktur. İşte musannıf makamın tafsile
ihtiyacı olması sebebiyle istidrâkde bulunmuştur.
Tafsil de şudur: Aslolan icarenin ecr-i misliyle sahih olmaasıdır. Yalnız ücret artışı iddiası kabul
edilemez. Ama Kadıya böyle bir şey haber verilirse kabul edilir. İşte şarihin sözlerinin sonuna kadar
mesele bundan ibarettir. Eşbah'ın muhaşşileri ve diğerlerinin bu ibarenin (icare fasittir) ibaresinin
izahı hususundaki görüşleri çelişmektedir. Benim anladığım bu. Teemmül edilsin.
Ben Enfa'il Vesail'de onun sözünün yukarıda belirtildiği gibi ifade edildiğini gördüm. Buna göre:
uygun olan, musannıfın yukarıda «Eğer iddia ederse» cümlesinin başında vav'ın yerine fa-i
tefriiyeyi getirmesiydi.
«Gabn-ı fahiş ilh...» Gabn-ı Fahiş muhtar olan izaha göre, fiyat takdir eden kimselerin takdir ettikleri
listeye girmeyen meblağdır. Allame Kınalızade'nin risalesinde bu konuda geniş izah vardır.
«Bilirkişi Kadı'ya haber verse ilh...» Yani Kadı o davacının iddiasını kabul etmez. Çünkü davacı eğer
yabancı ise, o nesneyi kendisi icarlamak istiyor olabilir davacı akit (mucir) ise birinci müstecirden
kurtularak bir başkasına icarlamak istiyor olabilir. Halbuki akitlerde asıl sıhhattir.
«Bilirkişi ilh...» Bu söz ifde ediyor ki, bilirkişinin bir tane olması kâfidir. Bu, İmam Ebu Hanife ile
Ebu Yusuf'un görüşüdür. İmam Muhammed'in görüşü bunun aksinedir. Eşbah.
«Şehadet etseler ilh...» Bu söz öncesine bağlıdır. Sevadet'in sonunda Hanutî'den buna zıt bir görüş
gelecektir. Şu kadarı var ki; caiz gören alimlere göre: şehadetten maksat, hüküme bitişik olmayan
şehadettir denilebilir. Bunun izahı tümüyle orada gelecektir.
«Bilirkişi bildirmese ilh...» Yani bilirkişi o icare aktinin gabnı fahişle olduğunu haber vermese;
meseleye değişik açılardan bakılır. Manâ itibariyle bu söz musannıfın «icare fasittir» sözünün
mukabilidir. Zira bu kavlin mefhumu, haber verilmediği zaman akdin sahih olmasıdır.
«Zarar ve taannüd için ise ilh...» Bu ziyadeyi İbni Hüceym Feteva'sında ancak bir veya iki kişinin
kabul edeceği ziyadelikle tefsir etmiştir.
Yenabî'de de şöyle denilmiştir: «Halktan birisi vakfın ücretini artırsa, o artışa iltifat edilmez. Zira
belki de o adam bunu inat için yapmıştır. T.
«Fazlalık ecr-i misil ise ilh...» Eşbâh'ın ibaresi şöyledir: «Eğer o artış ecr-i mislin artması için ise.
«Bu ibare, Durrun bazı nüşhalarında da yledir. Buna göre ziyadeden maksat; herkese göre fiatlar
yükseldiği için ücretin kendi kendine artmış olmasıdır. Ama ecr-i misil, halkın icare talebinin
artmasından dolayı artmış ise, kabul edilmez. Nitekim Aynî'nin Mecma Şerhi'nde de böyledir.
Hamevî. Bunun benzeri İbni Melek' te de mevcuttur.
Ben diyorum ki: Bu makul bir görüş değildir. Zira eğer icare ücreti meselâ buğday ise ve icare
müddeti içinde o buğdayın fiyatı artmış ise. -Nitekim İbni Melek de bunu örnek vermiştir- icare
aktini bozmanın sebebi nedir? Aksine maksadı, ecr-i mislin, talebin artmasıyla artmasıdır. Nitekim
mezhebimizin meşayihinin ibarelerinde de böyle vaki olmuştur.
Ebussuud'un Eşbah Haşiye'sinde Birî'den naklen özetle şöyle denilmiştir: «icare ücreti olarak
kabul edilen malın fiyatının kendi kendine yükselmesine itibar edilemez. Çünkü bu sebeble akdi
bozmak da ne fayda vardır, ne de vakfın ve vakıftan istifade edenlerin menfaati için maslahat vardır.
Nitekim bu yazdığımızı Allame Trablusî de Feteva'sında ifade etmiştir. Bu görüşle Mecma
Şerhi'ndeki görüşü reddederek onu tenkid edilecek görüşlerden saymıştır.»
ECR-İ MİSLİN ARTIŞINDAN MAKSAT NEDIR?
Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta kaldı: Şöyle ki,ecr-i mislin artışından maksat nedir?
Biz deriz ki: Artış fakihlerin sözlerinin çoğunda mutlak olarak vaki olmuştur. «Genelde talebin artışı



ile ecr-i mislin de artması halinde» demişlerdir. Havî-el-Kudsî'nin ibaresi ise şöyledir: «Ecr-i misil
fahiş bir şekilde artarsa icare akti bozulur.»
Bahr'ın vakıf bahsinde de şöyle denilmektedir: «Ziyâdenin «fahiş» ile kayd edilmesi delâlet ediyor
ki: eğer ecr-i mislin artışı az olursa icare bozulmaz. Her halde «fahiş»ten murad; halkın
yanılamayacağı derecedeki bir artışdır. Nitekim ecr-i misilin noksanlaşması durumunda da böyledir.
Onda bir oranındaki bir artış. insanların yanılabilecekleri bir miktardır. Nitekim Fakihler bunu
vekâlet konusunda zikretmişlerdir. Bu kayıt güzeldir. Bunun öğrenilmesi gerekir. Buna göre;
binanın ücreti on dirhem ise, ecr-i mislinde bir dirhemlik artış olsa bu artışla icare akti bozulmaz.
İcare ücreti on lira olduğu halde mütevellinin onu dokuz liraya vermesi halinde de yine akit
bozulamaz. Ama her iki durumda da fark, iki lira olursa bozulabilir.»
Ben diyorum ki: Şu kadar var ki. Havi-i Hasırî'de, Biri ve başkalarının da ondan naklettikleri gibi-
açık bir şekilde, «Fahiş artıştan maksat, evvelce verilen ücretin yarısı kadar olan artıştır.»
denilmiştir. Bunu Allâme Kınalızade de nakletmiş ve. «Bunu ben Havi-i Hasırî'den başkasında
görmedim. Doğrusu: halkın kabul etmediği ve yanılmadığı derecede olan bir artış fahiş artıştır. İster
yarısı kadar, ister dörtte biri kadar olsun.» demiştir.
Kınalızâde başka bir yerde de, «Bunların ikisi, iki ayrı rivayet midir, yoksa bütün alimlerin maksadı
Hasırî'nin zikrettiği midir? Bizden evvel bunu hiç kimse araştırmamıştır.»
Ben derim kî: Kınalızâde'nin ikinci sözü daha makbuldür. Zira o kavil üzerine icare aktinin batıl
oluşuna hüküm verildiği zaman mutlaka bir delil lazımdır. Çünkü asıl olan, rivayetlerin müteaddit
olmamasıdır. O halde. âmmenin kelâmı bu asıl üzerine hamledilir. Bunun aksine sarahaten bir nakil
bulunmadıkça, onu iki rivayet saymak zorunludur. Allame Bir ve başka âlimler İmam Hasırî'nin
ifadesini kabul etmişlerdir. Hamidiye'de de ona uyulmuştur. Bu güzel faideyi iyi öğren.
«Umumun kelamı ona hamledilir» sözündeki hamlin ne kadar uzak olduğu gizli değildir. Doğrusu
ihtilafın varlığını kabuldür. «Vakfın menfaatine olanla fetva verilir» sözünün gereği. Hasîrînin
görüşü ile amel edilmemesidir.
«Mütevelli feshedebllir ilh..Allâme Kınalızâde şöyle demektedir: Maksat Kadı mı fesheder, yoksa
mütevelli fesheder de Kadı onunla hüküm mü verir?» eski alimler bunu araştırmamışlardır. Ancak
Enfaül Vesâil'in sahibi buna temas etmiş ve ikincisi ile (mutevelli fesheder kadı hüküm verir)
hüküm vermiştir. Kadı ancak, vakıf mütevellisi fesihten imtina ederse feshedebilir.»
Ben derim ki: «Kadı fesheder» sözü rivayetlerin birisidir. İleride geleceği gibi müftabih olan da
budur. Sonra bilmiş olun ki; şârih burada feshi mutlak zikrettiği halde daha sonra tefsil etmiştir.
Tafsilin hulâsası şudur: Üzerine icare akti biten bir tarla gibi müstecirin mülkünden hâlî olur.
ylece ekin ekmesi bina yapması yada ağaç dikmesi hallerinde olduğu gibi müstecirin mülkü ile
meşgul olabilir. Birinci durumda eğer müstecir sabit olan artışı kabul etmezse mütevelli icare aktini
feshedip, başkasına icare verir. İkinci durumda ise, eğer icare müddeti içinde ekmişse. başkasına
icare verilmez. Ekili olduğu halde müddet bitmiş fakat hasat yapmamışsa, fiyatın artışı anından
hasat edeceği vaktin sonuna kadar artış ücrete ilave edilir. Zira o yerin, müstecirin mülkü olan
bir-şeyle meşgul olması müstecirden başkasına icare verilmesinin sıhhati-ne manidir.
Eğer orada bina yapmış veya ağaç dikmişse, bakılır: Eğer, aylık kiraya verildiğinde olduğu gibi
müddet bitmişse, icare aktini fesheder. ve müstecir artışı kabul etmezse onu başkasına kiraya verir.
Ama eğer müddet bitmemişse, başkasına icare vermez. Dediğimiz gibi arazinin müstecirin mülkü
ile meşgul olması başkasına icare verilmesine manidir. Onun için kira ile ekilmiş tarla meselesinde
geçtiği üzere artış ücrete eklenir. Şu kadarı var ki burada artış aktin bitimine kadar azdır. Çünkü
ekinin aksine binanın ve ağacın sonu bilinmez. İşte şarihin Eşbah'a uyarak zikrettiğinin özeti budur.
Bu da Enfail Vesail'den. -o da Bedayî ve başkalarından- alınmıştır.
Açıktır ki artışın ilave edilmesi, ancak müstecirin râzı olması iledir. Yok eğer razı olmazsa: eğer
bina veya ağacın sökülmesi vakfa zarar vermiyorsa, sökülmesi emredilir. Vakfın hakkını korumak
için de başkasına kiraya verilir. Zikredilenlerin hepsi; o yerin ücretinin kendiliğinden artması
halindedir. Ama mesela içine yapılan binadan dolayı artmışsa yle değildir. Çünkü bu durumda
artış kiracının vereceği ücrete eklenmez. Zira artış müstecirin mülkünden dolayı hasıl olmuştur. Bu
da açıktır.
«Kim fazla fiyat verirse ona icarlar ilh...» Beğenilen bu ifadenin hiç yer almamasıdır. O zaman daha
sonra gelecek izah yerinde olurdu. Nitekim Bahır sahibi vakıf bahsinde böyle yapmıştır. Eşbahta ise
burada olduğu gibi yer almıştır.
«Müstecire arzeder ilh...» Fasit icârede ise, müstecire arzetmez. Bazı alimler tarafından fasit icarede



de arzedileceği söylenmiştir. T.
«Yalnız ilh...» Yani, müddetin başından değil. Eşbah. Aksine vacib olan, sürenin başından fesih
vaktine kadar, konuşulan ücrettir.
«Delil getirmesi lazımdır ilh...» Yani artışı inkâr edenin aleyhine delil getirmemesi gerekir. Zira söz
münkirin, delil getirmek ise davacınındır. Aslolan; mevcudun olduğu durumda kalmasıdır. Hamevî.
Açıkça bu hüküm Muhammed'in görüşüne göredir. Zira, yukarıda geçtiği gibi Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf'a göre bir kişinin haber vermesi yeterlidir.
«Ekin sahibinden başkasına kiralaması sahih değildir. ilh...» Yani eğer tarla haklı olarak ekilmişse.
Ama eğer gasıb ve fasit icare ile kiralayan kimseler gibi haklı olarak ekilmemişse bir başkasına
kiraya verebilir. Nitekim Zâhiriye ve Sirâciye'de de böyledir. Zira bu ekin, kiracıya teslime mani
değildir. Bahır. Şarih de bunu ileride zikredecektir. Az sonra metin olarak gelecektir.
«Ziyade vaktinden ilh...» Geçen süre için akitte konuşulan ücret üzerinden ücret verilmesi gerekir.
«Tarla aylık olarak kiraya verilmişse ilh...» şarihin bu tabirinde mü-samaha vardır. Çünkü bu söz
gelecek olan «eğer müddet bitmemişse» sözünün karşılığıdır. Uygun olan, «Eğer süre bitmiş ve
müstecir artışı kabul etmemişse mütevelli, malı bir başkasına kiraya verebilir.» demesi idi. Şu kadar
var ki, ay, az bir süre olduğundan sanki bitmiş gibi kabul edilebilir. Eğer, «Aylık hesabı ile aylığını
şu kadara kiraya verdim» dese o ay kira geçerli, diğerlerinde ise kiralama geçersizdir. Bunun izahı
aşağıdaki bölümde gelecektir.
«Binayı kıymeti ile vakıfnamına alır ilh...» Yani eğer binanın kaldırılması tarlaya zarar verirsezorla
alır. Nitekim bunun beyânı az sonra gelecektir.
«Yahut bekler ilh...» Yani vakıf nazırı buna razı olursa, ve sökmek de araziye zarar veriyorsa.
Burada muhayyerlik hakkı vakıf nazırınındır. Dilerse cebren temellük eder, dilerse müstecirin
binasının kendiliğinden yıkılmasını bekler. Binâdan düşen her parçayı da müstecire verir. Nitekim
bu kavil. şerhlerde de gelecektir. Ama eğer binanın sökülmesi araziye zarar vermiyorsa, o zaman
muhayyerlik müstecirindir. Nitekim bunun da izahı gelecektir.
«Kendiliğinden artarsa ilh...» Şarihin geçen, «Eğer artış ecr-i misl ise (Artış ile ecr-i misle
ulaşıyorsa) kavli bu kavle ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü o kavil burada olduğu gibi fetva ve
«muhtar olan» lafzlanyla kitab'l-vakfta da «Esah» lafzıyla tashih edilmiştir. O halde mûtemed olan
her ne kadar İs'af, Tatarhaniye ve Haniye'de, «Ecr-i misile akit vaktinden itibar edilir, ondan sonraki
ziyadeye itibar edilmez» kavliyle bunun hilafına sahip olunmuşsa da mutemet olan budur. Ancak
sen Hasîrî'den az önce nakl ettiğimiz ziyadeden maksadın ne olduğunu öğrendin.
«Ben derim ki ilh...» Bu bahsin aslını musannıf Minah da babın başında «Mütevelli onu daha fazla
fiyatla icare verirse, sahih değildir.» İfadesi altında zikretmiştir.
«Binâyı vakıf adına temellük eder ilh...» Yani eğer nâzır isterse. Yok eğer ditemezse müstecirin
binasını yıkılıncaya kadar bırakır ve enkazını da maliki alır.
«Nitekim bütün şerhlerde de böyledir ilh...» Yani Hidaye, Kenz ve diğer kitapların şerhlerinde. Bunu
da şarihler gelecek bölümde «Ancak mal sahibi onun sökülmüş haldeki kıymetini borçlanması
müstesnâ» kavlinin izahında zikretmişlerdir. Bu da gene bütün metinlerin ibarelerinden
anlaşılmaktadır. Kayıtsız zikredilen bu ifade hem mülke, hem de vakfa şamildir. Nitekim musannıf
bu hususa dikkat çekmiştir.
«Fetevalarda nakledilen bunun hilafınadır ilh...» Muhit, Tecnis, Haniye ve İmadiye de bu fetvalar
vardır. Bu fetvaların sahipleri şöyle demişlerdir: «Eğer binanın sökülmesi zarar veriyorsa, müstecir
onu kendi başına kaldırmaz. Aksine. ya nazırın onu vakıf adına temellük etmesine razı olur veya
kendiliğinden yıkılıp enkazını alıncaya kadar bekler. Çünkü, nazırın müstecirin rızasını almadan
malı temellükü caiz değildir. »
Şarihin Feteva-i Müeyyid Zade'den naklen zikrettiği de fetevalardan yapılan nakillerden birisidir.
Velhasıl; fetva sahipleri «Binayı sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik müstecirindir.»
demişlerdir. Şerh sahipleri ise, «eğer binayı sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik nazırındır,
zarar vermiyorsa, müstecirindir.» demişlerdir. Bu hüküm; bina mütevelliden izin alınmadan
yapıldığı takdirdedir. Şayet mütevellinin izni ile yapılmışsa. bu bina vakfın olur. Binayı yapan
müstecir binaya sarfettiği parayı mütevelliden alır. Nitekim Ebülleys'in fetevasında da böyledir.
Zahir olan; Müştecirin bina için izin istemesi, vakıfa ait olması içindir, Müstecir eğer kendi şahsı
için yapmış ve buna şahit de getirmişse, o bina vakfın olmaz. Nitekim AIIame Kınalızade de yle



demiştir.
Ben derim ki: Aşağıdaki bölümde, eğer vakfa zarar vermiyorsa müstecir bina ve ağacı icare
müddeti geçtikten sonra ecr-i misille cebren elinde tutabilir.» sözü gelecektir. Bu kavil, az önce
şerhlerden ve fetavalardan nakl ettiğimiz kavillere zıttır. Allah izin verirse, ileride açıklayacağımız
üzere metinlere de aykırıdır.
MÜHİM BİR TENBİH :
Kâdî'nın iznini şart koşmayan alimlerin görüşüne göre; kadı veya nâzır müstecire gelirinden fazla
olmamak kayyla vakfa borç olmak üzere, bir bina yapması için izin verseler, yapılan bina
vakfındır. Bu uygulamaya memleketimizde mersad deniiir. Nazır müsteciri çıkartmak istediği
zaman, binaya harcadığını kendisine verir. Açıktır ki, yapılan bina ile ecr-i misil de artar. Zahir olan
müstecirin ecr-i misli tamamlamasıdır. Bu kavil ile yukarıda Eşbah'tan nakledilen kavil arasındaki
fark şudur:
Gelecek olan matlabda mersad tabiri izah edilecektir. (mütercim)
Bu meselede bina vakfındır. O halde ecr-i misil kiracının mülkü sebebiyle artmamıştır.
Ben fetevâ-i Hayriyye'de uzun bir sorunun zımnında saraheten ne kadar fazla olursa olsun ister
binanın yapılmasından evvel, ister sonra ecr-i mislin verilmesinin lazım olduğunu gördüm. Müstecir
(binayı terkettiği zaman) da binaya sarfettiğini mütevelliden alır.
Zamanımızdâki uygulama şöyledir: Adam vakıf arazisini ecr-i misilden çok aşağı bir fiyatla icarlar,
ücretin bir kısmını verir, bir kısmını da binaya sarfettiğinin karşılığı olarak keser.
Denilebilir ki, zamanımızda yapılan bu icare aktinin cevazı için bir tek şekil vardır. O da şudur;
başka bir adam vakıf arazisini kiralamak istediği ve birinci müstecire bina için sarfettiğini verdiği
zaman orayı ancak (birinci adamın vakfa ödediği) bu az ücretle icarlar.
Evet, eğer vakıf zenginleşse ve vakıf nazın birinci kiracının sarfettiğini ona verse bundan sonra kim
olursa olsun o malı tamirden sonraki ecr-i misliyle icar eder. Nâzır binaya sarfedileni vermediği
takdirde vakıf arazisinin ecr-i misli, birinci kiracının verdiği ücret olur. Bu durumda yapılan bu bina
ile kiracının mülkü olan bina arasında bir fark kalmaz.
MEŞEDDİ MÜSKE
Bunlar vakfa ait özel tâbirlerdir. Hukûku İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye kamusunda (c: 4: 286 ve 4:
292) izah edilmişlerdir. Bu tabirlerin ifade ettiği manalar özetle şöyledir:
MERSAD: Vakıf malının tamirinden dolayı olan borçtur. Yani tamire ihtiyacı olduğu halde geliri
olmayan ve tamire kâfi olacak peşin bir ücretle de kiraya verilemeyen bir vakıf malını, kiracı ileride
vakıftan almak üzere kendi malından tamir ettirirse kiracının bu alacağına Mersad denilir. Kiracı bu
alacağını ya kira bedeli olarak yada vakfın diğer gelirlerinden tahsil edebilir.
MEŞEDDİ MÜSKE: Başkasının meselâ bir vakfın arazisi üzerinde olan bir istihkakdır. Yani
başkasına aid bir araziyi sürüp aktarmak onun su yollarını kazarak ıslah etmek üzere o arazide bir
kimseye verilmiş olan ekme ve sürme hakkıdır. Bu arazi kirası verildikçe o kimsenin elinden alınıp
başkasına kiraya verilemez. Bu istihkaka sadece «meşed» ve sadece «müşke» de denir. Meşed:
kuvvet manasına olan şiddetten alınmıştır. Müske de: sarılınacak vesika demektir. Bu araziyi bu
şekilde ıslah edecek kimsenin elinde güvenebileceği kuvvetli bir belge bulunacağından dolayı buna
Meşeddi Müske denilmiştir. Müşke tabiri bazen «kirdâr»! da içine alacak bir manada kullanılır.
Şöyle ki: bir kimsenin kiraladığı bir bostanda yaptığı nadasa, tamirata, topladığı çiftçilik aletlerine
yetiştirdiği sebze ve yoncalara da müske denilir. (mütercim)
Hanutî'nin Feteva'sından naklen Hamidiye'nin vakıf bahsinde şu ifadeyi gördüm: «Vakıf mülkünün
ecr-i misilden aşağı bir fiyatla icarlanması, bir felakete uğraması veya borçlu olması halinde
caizdir...» Bu da bizim yukarıda söylediğimizi doğrulamaktadır. Zira şüphe yoktur ki mersad; vakıf
aleyhine bir borçtur ve bu sebeble de vakfın icare ücreti azalır. Teemmül et.
Mülteka Şerhi'nde Eşbah'tan naklen şöyle denilmiştir: «Vakıf ancak ecr-i misille icare verilir. Fakat
çok az bir noksanlıkla ya da kirâlamaya talip olanların ancak az ücret vermeleri halinde ecr-i
misilden aşağı bir ücretle de icare verilebilir.» Teemmül et.
Gedik hakkında da hüküm aynıdır. Gedik, kiracının vakfa ait dükkanda masrafını kendi cebinden
karşılayarak yaptığı şeye denir. Kiracı, yapım tamiri, kilidi ve benzeri şeyler gibi gerekli olanı
kendisi temin eder. Ecr-i misil, kiracının sarfettiği bu parayı ileride vakıf arazisine sarfedeceği şeye
nisbetle olur. Kiracının vermiş olduğu bu az ücret ecr-i misil olur. Bazen de vakfın binası gedik



sahibi tarafından yapılır. Vakıfda bulunan kişi onu gedik sahibinden alarak tamir eder ve müstecire
tahsis eder ve az bir ücretle kiraya verir. Buna memleketimizde hulüv denilir. Bunun benzeri
bostanlarda yapılan mesedd-i müske kıymet hakkında da söylenir.
Hulüv, Hukuku islamiyye ve Istılahatı fıkhiyye kamûsunda: «bir akarın evvelce vaz'iyed edilmiş ve
mâlûm bir bedelle kiralanmış bulunmasına mukabil olan menfaati mücerrededen ibarettir» diye tarif
edilmiştir.
Bunlar; çöpleri temizleme, su arkı açmak, kökü yerde kalan şeyler ekmek, ağaç dikme ve ekin ekme
haklarıdır. Bunlar sebebiyle yerin ücreti çok artar. İşte bunlar halkın adet edindiği sonradan ortaya
çıkan şeylerdir.
Dımışk müftüsü Allame muhakkık Abdurrahman el-İmâdî efendi kendisine, «örf haline gelen
hulüvv» meselesi sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: «Umumi hükümler, bazen Nesefî ve diğer
bazı alimlere göre özel bir örfle de sabit olur. Bu memlekette adet halini alan «ihkâr» do bu
kabildendir.» İhkâr; şudur. Bir yer ölçülüp yüzölçümü tesbit edildikten sonra ondan birkaç
metrekare karşılığında muayyen bir meblağ takdir edilip müstecir icareyi yenilemeden her sene o
takdir edilen meblağı arazi sahibine vererek üzerindeki binayı ikbâ eder. Bu mesele nitekim Enfail
Vesailde de konu edilmiştir.
«Yukarıda anılan bina kaldırıldığı takdirde arazi daha yüksek bir ücretle kiraya verilmeyecek bir
biçimde yapılsa, o zaman arazi binayı yapan müstecirin elinde ecr-i misille bırakılır. Şu kadar var ki,
mutlak olarak her meselede örfle fetva vermek uygun değildir. Zira, takdirde birçok kötülük ve
bidatlerin örfe kıyas edilerek yayılmasından korkulur. İhtiyaç duyulduğu takdirde dükkânlardaki
hulûv gibi uzun süreden beri adet haline gelen ve inkâr edilmeden uygulanan konularda örfle fetva
verilebilir.
«Dükkânlarda âdet olan hulûv da şöyledir: Vakıf bırakan veya mütevelli yada malik, dükkâna
muayyen bir meblağ takdir edip bu parayı orada oturandan alır. O meblağ karşılığında da kanûnî bir
belge verir. İşte bundan sonra dükkân sahibi içinde hulûv hakkı sabit olan kişiyi dükkândan
çıkartamadığı gibi onu bir diğerine de icare veremez. Ancak. dükkânı kiralayandan alınan para iade
edilirse o zaman kiraya verebilir. Sonra gelen alimlerin faizden çıkış olarak, örf haline getirdikleri
bey-i bî vefaya kıyasla hulûvvün de caiz olduğuna fetva verilir. Hatta Mecmaü'n-Nevazil'de şöyle
denilir: «Şeyhlerimiz şu zamanda halk mecbur kaldığından bey-i vefanın bir alım satım akdi olarak
sıhhatinde ittifak etmişlerdir.»
«Bir şey daraldığı zaman, onun hükmünün genişlemesi küllî kaidelerdendir. Bu külli kaide içine
zaruretin gerekli kıldığı benzer hükümler de girer. Allame en iyisini bilir.» Özette.
«Anlaşılırsa ilh...» Bu kavil ya efdal olanı beyan içindir. O zaman anlaşma olmadığı takdirde malik
veya mütevellinin zorla kaldırabilme yetkisine zıt değildir. Yada zayıf bir rivayettir. Bahır üzerine
Remlî, özetle
Bu sözün efdal olanı, beyân için olması, şerhlerde geçen ifadeye uygun düşer.
Zayıf bir rivayet kabul edilirse, o zaman da feteva sahiplerinin zikrettiklerine uygun olur.
«Mülkünü kiraya veren kimse borçlu düşse ilh...» Bu sözün yeri İcarenin iptali bölümüdür.
Açıklaması orada gelecektir.
«Ecr-i misille icare cabdir ilh...» Yani vakıf veya yetim malı karşılığında olmazsa ecr-i misille veya
daha fazlasıyla icare vermek caizdir. Nitekim Haniye'den naklen uzun süreli icare bahsinde geçen
ifadelerden bu mesele bilinmişti.
«Halkın aldanabileceği ilh...» Bu az olan aldanmanın sınırıdır. Bu hükümlerin hepsi mükerrerdir.
Zira yukarıda geçen ifadeler bu hükümleri bildirmiştir.
«Hanûtî'nin Feteva'sında ilh...» İbâre Hanutî'de, aynen şöyledir: «Bir Kadı, kiralık şeyin ecr-i misille
olduğuna dair delil ortaya koymasından sonra akdin sıhhatine hükmetse, sonra da ecr-i misilden
aşağıya kiraya verildiğine dair beyyine ikame edilse, akdin butlanını gerektiren bu son delil ile amel
edilir mi, edilmez mi? Ne dersiniz? sorusuna, Hanefi başkadısı Şeyh Nureddin Trablusî'nin cevabı
şudur diye cevap verdi:
«Yüceler yücesi Allah'a hamd olsun. İsbat eden delil diğer delile takdim edilir. O da; ücretin ecr-i
misil olduğuna şahitlik eden delildir. Üstelik bu delile hüküm de eklenmiştir. Arttk bozulmaz. Şeyh
Nasırüddin el-Lakkanî-Malikî ve Hanbelî kadısı olan Kadı'l-Kuddat Ahmed bin Neccar da benim
dediğim gibi cevap vermişlerdir.» Evet bu cevaplar sahihtir. »



Ben derim ki: Evet. Hanutî'nin verdiği cevap birinci şahadeti o anki durum yalanlamadığı takdirde
doğrudur. Yok eğer o anki durum şehadeti yalanlarsa kabul edilmez ve icare bozulur. Nitekim
Hamidiyye'de de böyledir.
«Ona hüküm bitmiştir ilh...» Yani hükmün şartlan do tamam olmuştur. İbni Nüceym'in Fetevâ'sında,
Hanbelî Kadı'nın, akdin sıhhatine hükmetmesi onun, yani ziyadenin kabulün-e mani değildir. Zira o
sahih değildir. » denilmiştir.
Hamidiye'de de şöyle denilir: «İbnü Nüceym'in Feteva'sındaki ifade doğru değildir. Zira, Kadı'nın
hükmü ihtilafı ortadan kaldırır. Teemmül et»
Ben derim ki: İbni Nüceym'in muradı şudur: Hanbelî Kadı'nın icarenin sıhhatine ve onun ecr-i
misille olduğuna dair verdiği ilk hüküm, -Müftabih kavle göre- taliplerin çoğalması sebebiyle
meydana gelen ücret artışı yüzünden icarenin feshine mani değildir. Zira Hanbelî Kadı. ücret artışı
sebebi ile kiralama sözleşmesinin feshedilemeyeceğine hükmetmemiştir. Hanbeli Kadısı'nın önceki
hükmünün talep fazlığından doğan fiat artışından dolayı, icarenin feshine mani olması sahih
değildir. Evet, eğer Hanbelî Kadısı, şartların yerine getirerek hususî bir hadise sebebiyle arız olan
fiyat artışının ilgasına hükmederse, o zaman bu hüküm, ziyadenin kabulüne mani olur. Hanûti de
bunu Feteva'sında sarahaten zikretmiştir.
Hanûtî şöyle demiştir: «Şer't bir davadan sonra olsa bile Hanbelî Kidı'sının icarenin sıhhatine dair
verdiği hüküm, Hanefi Kadı'nın ücret artışını kabul etmesine mani değildir. Zira ücret artışının
kabulü ile fesih ayrı ayrı hadiselerdir ve o hadise ile hükmedilmemiştir.»
Hanutî bunun benzerini başka bir yerde de ele almıştır. Allame Kınalızâde'de bunu saraheten
zikrederek şöyle demiştir: «Hanbelî Kadı'sının;
«Bana göre şu icare ecr-i misille sabittir» veya «arız olan şu ziyadeyi ilga ettim.» sözleri kâfi
değildir. Zira, bu sözler, inkâr eden bir hasmın yüzüne karşı söylemedikçe yalnızca fetvadırlar, nafiz
olan hükümler değildirler.»
Bir Şafii Kadı, icarenin sıhhatine hükmetse; bu hüküm hususen ölümden sonraki icarenin sıhhatine
ait olmadıkça, Hanefi Kadı'nin ölüm sebebiyle icareyi feshetmesine mani değildir. Nitekim İbni Gars
da bunu açıkça ifade etmiştir. Dikkatli ol. Allah daha iyisini bilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...