İCARE KİTABI...ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
«Aile fertlerinden bazıları ölse ilh...» Ama eğer hepsi ölmüş olsa, hiç ücret alamaz. Çünkü yapılan
akit
onları getirmesi için idi. Bu da olmadı. Remli.
«Getirdiklerinin hesabı kadar ücret alır ilh...» Yani geliş ücretini getirdiklerinin sayısına göre alır.
Gidiş
ücretinin ise tamamını alır. Makdîsî. Kifaye'den
naklen.
Ben
derim ki: Miraç'ta Hidaye'nin.
«Birisi diğerini Basra'ya gidip
oradan aile efradını getirmesi için
icarlasa, o da gidip getirse, gidiş ücretinin tamamını, geliş ücretini ise getirdiklerinin sayısına göre
alır.»
ibaresi nakledildikten sonra, «Bu görüş Hindivanî'nin seçtiğidir.» denilmiştir.
Fazlî'den
de şöyle nakledilmiştir: «Eğer birisi şehirde, köye gidip buğday getirmesi için kiralansa ve
köye gitse de buğday bulamazsa, boş olarak dönse, eğer mal sahibi; «Ben seni köyden buğdayı
yükleyip
getirmen için icarladım.» demişse, ücret vermesi gerekmez. Çünkü birincisinde akit iki şey
üzerinedir.
Birisi köye gitmek, ikincisi de oradan yükü getirmek. İkincisinde ise taşıma şart
koşulmuştur.
Taşıma da mevcut olmadığından
ücret vacib değildir. Zahîre'de ve Timurtâşî'nin
Câmii'n'de
de böyledir.» Bunun benzeri Nihaye'den naklen Tebyîn'de de
vardır.
Metinlerin
zahiri, Hindivânî'nin kavlinin
ihtiyâr edilmesi istikâmetindedir. Öyleyse, Hidâye'nin
ibaresi
üzerindeki her iki kavil arasındaki farka bakılsın. Zira Hidaye'nin ibaresinde isticar iki şey
üzerinedir.
Evet, o da Kenzde olduğu gibi
musannıfin ibaresine göre
zahirdir. Herhalde gitmeyi
sarahaten
söylemek herhangi bir kayıt değildir. O zaman iki kavil arasındaki fark açığa çıkmaktadır.
Bunu
Tatarhâniyedeki şu ifâde de teyîd etmektedir.
«Adam birisini depodan buğday yükleyip getirmesi için icarlasa, o da gitse fakat depoyu bulamasa,
akitte
konuşulan ücretin yansını
alır.»
Tatarhaniye'de
ki bu ifadeye göre: ailesini getirmesi için birisini icarlayan adamın ailesinin hepsi
ölmüş
olsa, gidiş ücretini vermesi gerekir. O zaman bu da bizim yukarıda Remlî'den nakl ettiğimiz
ifadeye
muhâlif olur.
Bu
muhalefeti def etmek Remli'nin
ibaresindeki «ücret yoktur» ifadesini «gitme ücretinin dışında
ücret
yoktur» şeklinde anlamakla
mümkündür. (Çev. M.T.)
«Ücretin
hepsini alır ilh...» Kuhistanî'de şöyle denîlir: «Eğer aile efradının sayısı bilinmiyorsa, icare
aktl
fasîd olur, Ecr-i misli vermesi lazımdır.»
Metindeki
«hepsi» kelimesini «ecr-i mislin hepsi» şeklinde anlarsak, iki ifade arasındaki zıtlık
ortadan
kalkar.
«Eğer
aile fertlerin azalması ile külfet azalırsa ilh...» Bu söz musannıfın «Getirdiği adamların
hesabına
göre ücretini alır.» kavlini kayıtlamaktır. Bu da imam
Hindivanî'den nakledilmiştir.
«Aksi halde tamamını alır ilh...» Ölenin küçük olması veya gemi kiralanmasında olduğu gibi
hallerde
ücretin tümünü alır. Çünkü gemi kiralamada ölenler büyük bile olsa sayının azalması
bir
şey
değiştirmez..Bu, onların taşınması
için icarlanmış olması halindedir. Ama eğer taşımak ücreti
işverene
ait olmak üzere akit yapılsa veya ecirin ailesi yakın bir yerde olup yaya olarak gelebilecek
olsalar
yada uzakta oldukları halde yaya olarak gelmeye kudretleri varsa, ve işçinin
sadece onlara
arkadaşlık etmesi üzerine akıt yapsalar ücretin hepsini vermesi lâzımdır. Çünkü bir topluluğa
arkadaşlık etme külfeti bir veya iki kişinin eksilmesiyle azalmaz. Ancak köle
olurlarsa bu
müstesnadır.
Çünkü kölenin bir kısmına sahip olmak, hepsine sahip olmaktan daha kolaydır.
Hamevî.
T.
«Şu
mektubu ilh...» Burada mektubun örnek verilmesinden maksat, taşımakta bir meşakkat
olmayan
şeylere paketten maksat da taşımakta zahmet olan şeylere işaret içindir.
«Onun
için bir ücret yoktur îlh...» Yani paket için ihtilafsız olarak, mektub için ise Ebû Hanife ve
Ebû
Yûsuf'a göre gidip gelme ücreti
yoktur. İmam Muhammed'e göre ise:
ister cevabı getirmeyi şart
koşsun,
ister koşmasın, gidiş ücretim vermek gerekir. Nitekim Nihaye ve başka kitaplarda da
böyledir. Öyle zannediyorum ki, «cevabı getir» sözü ile kayıtlamak lazımdır ki, İmam Muhammed'in
hilafı
ortaya çıksın. Eğer böyle kayıtlanmazsa, İmam Muhammed'in kavline göre uygun olan ücretin
tamamının
verilmesidir. Kuhistanî.
Ben
diyorum ki: Evet, öyledir. Ancak getirmeyi kaydetmek Camiü's-Sagir,
Hidâye ve Kenz'de olduğu
üzere
Dürer'den naklen gelecek meseleye nisbetle lazımdır. Nitekim bu açıkça ortaya çıkacaktır.
Demek
ki, İmam Muhammed ile hocaların arasındaki ihtilafın aslı şudur: Ücret İmam Muhammed'e
göre
işçinin mesafeyi katetmesi karşılığındadır, taşıma karşılığında değil. Çünkü meşakkat
mesâfeyi
katetmededir. Paketin taşın-ması
ise bunun aksinedir. Zira bunda ücret taşımanın
karşılığıdır. Çünkü meşakkat ve külfet, taşımakdadır. Mesafeyi kat etmekte değil. Ebû Hanife ve Ebû
Yusuf'a
göre ipe ücret her ikisinde de taşımanın karşılığıdır. Çünkü taşıma maksada vesiledir.
Maksat
da paketi götürdüğü adamın yanına
bırakmak ve mektubun içindekini
götürdüğü adamın
bilmesidir.
İşçi götürdüğünü geri getirdiği
takdirde üzerine akit yapılan şeyi eksik yapmış
olmaktadır.
«Adamı çağırması için tutsa...» Kâdîhan bunu bir haberin tebliği meselesinde tasvir etmiş ve
bununla
mektubun ulaştırılması meselesini farklı mütalaa ederek şöyle demiştir: «Haber götürmek
bazen
gizli olur, gönderen ona başka birisinin muttali olmasına razı olmaz. Mektub ise mühürlüdür.
Eğer
mühürlü olarak bıraksa, ona başka bir adam muttali olamaz.»
Hulevânî
de mektup götürme ile haber
götürmenin bir olduğunu kesinlikle
söylemiştir. Şarih ise o
adamı
çağırmayı haber gönderme gibi kabul
etmiştir. T.
Ben
derim ki: Çünkü birisini çağırmak üzere adam göndermek de risaletin bölümlerindendir.
Teemmül
et. Şarihler şöyle demişlerdir: «Bir haber götüren kişi gittiği odamı bulsa. fakat haberi
tebliğ
etmeden geri dönse bütün alimlerin
icmaı ile döndüğünde ücreti hak eder.» Bunun ille-ti;
Muhit'ten
naklen Zeylaî'de belirtildiğine göre
şöyledir: «ücret mesafenin kat'ı
karşılığındadır. Çünkü
mesafeyi
katetmek adamın gücünde olan bir
şeydir. Ama haberi duyurmak adamın
gücünde
değildir.
O halde o, ücret onun karşılığı olamaz. Teemmül edilsin.
«Ücret
götürme sebebiyledir...» Yani alimlerin icmaı ile. Nitekim İtkanî ve diğer alimlerde bunu
zikretmişlerdir.
«Konuşulan
ücretin yarısıdır ilh...» Azmiye de bu kavle, «fahiş hatadır.» denilerek itiraz edilmiştir.
Çünkü
gitmek ve getirmek ücreti yan yarıya eşittir. Pek ittifak edilecek bir mesele değildir. Ben bu
ibareyi
başka bir alimin eserinde de görmedim.
«Muhaşşiler bu Ibarenin peşînde getirdiler ilh...» Vanî ve Şurunbulâlî gibi şarihler.
Şurunbulaliyye'de şöyle denilir: «Bu görüşte bir yanlışlık var, «Ücretin yarısını değil, tamamını
vermek
lazımdır. Zira üzerinde akit yapılan
şey, götürülenin ulaştırılmasıdır.
Bundan başkası değil,
o
da mevcuttur. Peki, ücreti yarılamanın sebebi nedir? Nitekim metin ücretin tamamının verilmesi
gerektiğini
uygun görmektedir. Mevahib sahibi meseleyi mektubu götürmek ve cevabını getirmek
için
adam tutmak konusunda birlikte
farzetmiştir.»
«Bunların
orası uyuşturulsun ilh...» Şu kadar var ki bu, Dürer sahibine varid olan itirazı defetmez.
Zira
önce cevabı getirmekle kayıtlamamış
ikincisinde ise konuşulan ücretin yarısını vereceğini
söylemiştir.
«Yırttığı
takdirde hüküm de ihtilaf
ettiler...» Hâniye'de şöyle denilir: «İşini bozmadığı takdirde,
fukahanın
kavline göre ücretini alır. Bazı
alimler tarafından; mektubu yırtarsa ücretin vacip
olmaması
gerekir» denilmiştir. Çünkü mektubu götürdüğünde mektup gönderilen adamı
bulamadığı
takdirde, götürdüğü yerde bıraksa, mektup gönderilen adamın varisleri ondan
faydalanır ve maksat da hasıl olur. Yırtmak ise böyle değildir. Ama eğer iletmeden yırtarsa ücret
alamaz.
Araştırılsın. T.
Ben
derim ki: Hâniye'nin «O ücreti alır»
sözünden maksadı götürme ücreti alabilir demektir. Nitekim
Kuhistânî'nin
ibaresi de bunu ifâde etmektedir. Bu hüküm, cevap getirmeyi şart
koşmuş olması
halindedir.
Ama cevap getirmesi şart koşulduğu halde kendisine mektup gönderilenin mektubu
yırtması
veya cevap vermemesi halinde
hükmün ne olacağı araştırılsın, bu durumda ücretin yarısını
mı
alır, yoksa tamamını mı? Çünkü
mektubu götüren adamın mektubu olan
adamın yaptığını haber
vermesi
de mana itibariyle cevaptır. Araştırılsın.
«Mislinin
ücretinden farklı bir ücretle ilh...» Evlâ olan, «ecr-i misilden aşağı ücretle» demesiydi.
Çünkü,
her ne kadar ifadenin akışı maksadı tayin ediyorsa da farklı kelimesi ecr-i misilden fazlasını
da
ifade eder. T.
«Nitekim
alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır ilh...»
Bahır'da şöyle denilmektedir: «Hulâsada,
Vakıf
mütevellisinin ecr-i mislin
tamamını zamin olması gerektiğini vehmettiren bir ibâre yer
almıştır.
Hulâsa sahibi şöyle der «Vakıf mütevellîsi, vakıf arazisini benzerinin ücretinden aşağı bir
ücretle
icare verirse, ecr-î misli tamamlaması lazımdır.
Şeyh
Kasım, Fetâvâ'sında (ona, ecr-i misli tamamlaması lâzımdır. Cümlesindeki) ona «zamiri,
müstecire
racidir.» diyerek Bahır'daki görüşü reddetmiştir. Bu redde TeIhisü'l-Feteva-i Kübra'da
zikredilen,
«Bazı âlimlere göre, «arazinin müstecirinin ecr-i misli tamamlaması lâzımdır ve fetva da
bu
kavil üzerinedir.» sözü de delâlet
eder.
Zahîre'de
de şöyle denilir: «Vakıf mütevellisı, vakıf arazisıni ecr-i mislinden aşağı ücretle icare verir
ve
müstecire araziyi teslim ederse,
meşayihten müteahhirin ulemanın ihtiyar ettiği görüşe göre;
ecr-i
misil ne kadar olursa olsun, müstecirin onu tamamlamak zorundadır.» özetle.
«Vasi
ve babanın hükmü de böyledir ilh...» Yani vasi veya baba çocuğun taşınmaz malını ecr-i
misilden
aşağısına kiraya verirse, müstecir, akarı teslim aldığı zaman ecr-i misli tamamlaması
lazımdır.
T.
«Vakıf
akârının gasbında ilh...» «Velvaliciye'de şöyle denilmiştir: «Fetva; vakıf olan akârın
gasbında,
vakfın menfaat! gözetilerek gasıbın
zamin olması üzerinedir. Gasıbin aleyhinde,
gasbettiği
akârın kıymetinin alınmasına
hükmedildiği zaman, para alınır ve onun ile önceki vakfın
sarfedilecek yerlerine sarfedilmek üzere ikinci bir akar alınır.»
Tenvirü'l-Ezhan
şerhinde bu mesele ele alınmıştır. T.
«Vakfın
menfaatlerinin gasbında ilh...» Camiû'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Bir konak alsa. sonra do
o
konağın vakıf veya küçük bir çocuğa ait olduğu ortaya çıksa, onların malının korunması için
emsalinin
ücretinin verilmesi lazımdır.»
Müftabih
olan kavlin karşılığı ise,
Umde'de sahih görülen «Vakfın menfaati gasbedildiği takdirde
tazmin
ettirilmez.» kavlidir. Bu kavle,
Kınye'de de uyulmuştur. T.
Özetle.
«Fahiş
bir ücretle ilh...» Yani taannüt olmaksızın ecr-i mislin fazlası. Nitekim bunun tafsilatı yakında
gelecektir. T.
«Allah'ın hakkını korumak ilh...» Çünkü vakıf bir nesneyi hapsetmek
ve sırf Allah rızasını talep için
ondan
gelen maddi menfaati tasadduk
etmektir.
«İcare
feshedilir. İlh...» Yani ölüm sebebiyle. Eğer musannıf, «Akit münfesih olur.» deseydi daha
uygun olurdu.
«Nesne
kiracının elinde ise ilh...» Yani kiraladığı malı teslim almışsa Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle
denilmiştir: «Birisi, geçersiz kiralama ile bir ev kiralamış olsa, ve evi teslim almadan ücretini peşin
ödese,
kiralayan ölse veya kira süresi bitse kiracı peşin ödediği ücret için evi elinde tutamaz. Zaten
geçerli
kiralamada da tutamazdı. Ama eğer sahih veya geçersiz kiralama ile kiraladığı evi kabzetmiş
olsa.
peşin ödediği ücret için binayı elinde tutabilir. Hatta, kiralayan öldüğü takdirde parasını
almaya
başkalarından daha çok hak sahibidir.» Yani, kiraya veren. kiracıdan başkalarına da borcu
olduğu
halde ölse ve bina satılsa.
müstecir evin parasına diğer alacaklılardan daha çok hak
sahibidir.
Eğer binânın parası verilen kira bedeli kadarsa hepsini kiracı alır. Ama eğer satılan
binanın
fiyatı peşin ücretten daha fazla ise
fazlalık diğer alacaklılara verilir. Eşbah üzerine
Ebussuud.
METİN
FER'İ
MESELELER:
Müstecirin
icare müddeti içerisinde ve icare müddetinden sonra ücreti artırması sahihtir. Fakat
mucirin
ücreti artırması, yetime ait bile
olsa şahsa ait mülkte olduğu takdirde, makbul değildir. Ama
vakfın
icaresinde olduğu takdirde
icare fasit olur ve vakıf nazırı
birinci müstecire arzetmeden önce
de
başka bir talibe kiraya verebilir. Şu kadarı var ki, asıl olan ecr-i misli ile sahih olmasıdır.
Birisi
vakıf icarında fahiş bir aldanma olduğunu iddia etse ve bilirkişi de Kadı'ya durumun böyle
olduğunu
bildirse, Kadı icare aktini fesheder. Şahitler akit anındaki ücretin ecr-i misil olduğuna
şehadet
etseler bile yine müstecirin yaptığı
artış makbuldür. Ama bilirkişi, fahiş bir aldanma
olduğunu
Kadı'ya bildirmese: eğer iddia müstecire zarar ve taannüt için ise, kabul edilmez. Ama
iddia
edilen fazlalık ecr-i misil kadar ise, muhtar olan kavil, o ziyadenin kabulüdür.
Mütevelli de
icare
aktini feshedebilir. Müstecir kirayı artırmaktan imtina ederse, o zaman Kadı akti fesheder.
Sonra
kim fazla fiyat verirse ona icarlar.
Kiraya verilen mal bir konak, bir dükkân veya boş bir arazi ise ve fiatın arttırılması istenirse evvelâ
onu
önceki müstecire arz eder. Kabul ederse ona vermek daha uygundur. Fazla ücret,
kabul ettiği
andan
itibaren geçerlidir.
Müstecir.
ecr-i misilin daha fazla olduğu tarzındaki iddiayı inkâr eder ve artışın
kendisine zarar
vermek
için yapıldığını iddia ederse, o
zaman delil getirmesi lazımdır. Eğer ziyadeyi kabul etmezse,
mütevelli
malı başkasına icara verir.
Ama
tarla akıl ise, onu ekin sahibinden başkasına kiraya vermek sahih değildir. Şu kadar var ki,
artış
vaktinden itibaren icâre ücretine
zam yapılır.
Müstecir
icarladığı tarlaya bina yapmış veya ağaç dikmişse, eğer tarla aylık olarak kiraya
verilmişse,
müstecir fazlalığı kabul etmediği takdirde, ayın bitiminde o tarla başkasına icare verilir.
Çünkü
icare akti ay başında yapılır. Binaya gelince. mütevelli o
binayı ya sökülmüş haldeki kıymeti
ile
vakıf namına kabullenir. Veya
(binayı sökmek tarlaya zarar verecekse.) vakıf nazırı
binanın
kendiliğinden
yıkılmasına kadar
bekler.
Eğer
icare müddeti bitmemişse, müstecirden başkasına icare verilmez. Ancak ona fazlalık eklenir.
Bu
da ekilmiş tarladaki artış gibi olur.
Hiç
kimse artırmadığı halde (piyasadaki değişiklik sebebiyle) ecr-i misil kendiliğinden artarsa. vakıf
mütevellisi
icare aktini fesheder. Fetva bu kavil üzerinedir. Eğer akti feshetmezse, «Müstecirin
akitte
konuşulan ücreti vermesi
lazımdır.» Suğraya nisbeten
Eşbah.
Ben
derim ki: Musannıfın, «Vakıf nazın arazisinde yapılan binayı vakıf adına temellük eder.»
sözünün
zahiri şudur: Vakıf cihetini korumak için, bina sahibi istemesede vakıf namına temellük
eder.
Bu hüküm; binayı sökmek vakıf arazisine zarar verdiği takdirdedir. Yok eğer binayı sökmek
vakıf
arazisine zarar vermiyorsa, bina sahibinin rızasını almak şart-tır. Nitekim şerhlerin hepsinde
böyledir. Bahır ve Minah da o şerhlerdendir. Eğer doğru ise, şerhler mezhebin nakli için yazıldıkları
için
onlardaki kavle itimad edilir. Ama fetva kitablarında nakledilen bunun aksinedir.
Müeyyidzâde'nin Fetvâ'sında Fusuleyn'e
isnadla şöyle denilmektedir: Bir
vakıf dükkânını icarlayan
kimse
mütevelliden izin atmadan dük-kâna
bir ek yapsa: eki kaldırmak dükkâna zarar vermiyorsa,
mütevelli
onu kaldırır. Eğer zarar veriyorsa, adam malını zayi etmiş sayılır. Bina yıkılıp da altından
malı
çıkıncaya kadar bekler, sonra alır. Onun yaptığı ek, dükkânı başkasına icare vermeye manı
olamaz.
Zira onun bina üzerinde bir hakkı yoktur. Bu sebeple onu kaldırmaya da malik değildir.
Eğer
mütevelli ile müstecir o ekin
para karşılığında vakfa kalması hususunda anlaşırlarsa, o zaman
fiat
binanın yıkılmış veya yapılı haldeki
fiyatlarından daha azını aşmaz.
«Mülkünü
kiraya veren kimse borçlu düşse,
(borçlarını ödemek için icare verdiği akardan başka bir
şeyi
almasa,) icare aktinin feshi için mahkemeye başvurur. Kendi başına
akti feshedemez. Fetvâ
görüşe
göredir.
Bir
malı ecr-i misille veya halkın kabul
edeceği az bir fazlalık veya az bir noksanla kiraya vermek
caizdir.
Fakat halkın kabul edemeyeceği bir fazlalık veya noksanlıkla icare vermek, icare aktini ifsâd
eder.
O zaman ecr-i misille veya kiracının razı olacağı bir fazlalıkla ya birinci müstecire veya bir
başkasına kiraya verir.
Hânûtî'nin
fetevâ'sında da şöyle denilmektedir:
Eğer hükme bitişik ise «İsbat beyyinesi, takdim
edilir.
Bu ücretin ecr-i misl olduğuna şahitlik eden beyyinedir.
Hânûtî
daha sonra bununla görüşlere cevap
vermişdir.» Hıfzedilsin.
İZAH
«Artması sahihtir ilh...» Yâni. yapılan artış, kiralanan nesneden başka cinstense. Ama eğer artış.
kiralanan
malin cinsinden olursa sahih değildir. Mal sahibi tarafından yapılan artış ise mutlaka
câizdir.
T. Hindiye'den özetle.
«İcare
müddetinden sonra ilh...» Doğrusu, Eşbâh ve Minah'da zikredildiği gibi. «İcare müddetinden
sonra
artış yapamaz.» demesiydi. Zira akdin zamanı geçmiştir. Burada müddetin geçmesinden
maksat,
icare müddetinin tümünün geçmesidir. İcare müddetinin bir kısmının geçmesinden sonraki
durumla
ilgili olarak ise Hizânetû'l-Ekmel'de şöyle denilmiştir: «İki aylığına bir ev veya iki fersah
mesafede
binmek üzere bir at kiralasa, bir ay geçtikten sonra veya atla bir fersah yol gittikten sonra
ücret
artsa, kıyasa göre artış geri kalan kısım içindir. İmam Muhammed ise istihsanen bu artışın
hem
geçen müddet ve hem de kalan müddete
tevzi edileceğini söylemiştir.
Birî'den Ebussuud.
«Mülk
yetimin bile olsa ilh...» Eşbah'ın
ibaresi şöyledir: «Bu söz yetimin
her türlü malına şamildir.»
Hamevî'de;
«İs'afta, vakıf arazisi ite yetimin
arazisi eşit kabul edilmiştir. Zira İs'af sahibi, hür olan
bir
mütevelli vakıf arazisini veya
yetimin vasisi yetime ait bir evi
ecr-i misilden aşağıya kiraya
vermiş
olsalar; ibni Fazl'a göre müstecir gasıb sayılır. Hassafa göre ise «gâsıb sayılmaz. Ama ecr-i
misil
vermesi lazımdır. Cevhere'de de
yetimin arazisinin vakıf gibi olduğu saraheten söylenmiştir.»
demiştir.
Ben
derim ki: şarih de birkaç satır evvel bunu söylemişti. Şu kadar var ki, bu
zikredilenler bizim
üzerinde
durduğumuz meselelerden değildir. Çünkü musannıfın burada istişhâd ettiği mesele,
ücretinden
aşağı bir fiyatla icare vermektir.
Halbuki bizim mevzumuz akitten
sonraki ücret artışıdır.
Aradaki
fark sabah ışığının geceden farklılığı gibi açıktır.
«Makbul
değildir ilh...» Eşbah'ta, «Mutlaka, yani ne müddetin
bitiminden evvel ne de müddetten
sonra.»
denilmiştir.
«Ücreti
ucuzlatmada olduğu gibi ilh...» Yani akitten sonra ücret eksiltilse feshedilmez. Çünkü
müstecir
ona razı
olmuştur.
«İcare
fasit ise ilh...» Vakıf nâzırı vakıf malı halkın adeten aldanmadıkları bir ücretle icare verirse,
akıt
fasit olur. O halde yeniden ya ilk müstecire veya bir başkasına ecr-i misliyle kiraya verir. İşte bu
icare
akdinin gabnı fahiş sebebiyle fasit olması halinde verilecek malı birinci müstecire arzetmenin
gerekli
olmadığını açıkça gösterir.
İmâdiye'de
ise bunun aksi vardır. Ancak Eşbah'in haşiyesinde bütün fıkıh kitaplarında olanın birinci
görüş
olduğu zikredilmiştir.
«Aslolan ecr-i misli ile sahih olmasıdır ilh...» Eşbah'ta da böyle denmektedir. Bazı nüshalarda da;
aslolanın
yerine «esah olan ecr-i misille olmasıdır.» denilmiştir. Buradaki istidrâkin manası fazlalık
konusundaki
sözün vakıfta müstecire aleyhine
olmasıdır. «İcare fasittin sözü ise mücmel bir
kelamdır.
Çünkü fesaddan maksadın; ücretin, akit zamanında ecr-i misilden az olması muhtemeldir.
O
halde bu sebeple fesâdı iddia ederse vakıf nazırı birinci müstecire hiç arzetmeden de onu bir
başkasına kiraya verir. Çünkü birinci müstecirin hiçbir hakkı yoktur. İşte musannıf makamın tafsile
ihtiyacı olması sebebiyle istidrâkde
bulunmuştur.
Tafsil
de şudur: Aslolan icarenin ecr-i misliyle sahih olmaasıdır. Yalnız ücret artışı iddiası kabul
edilemez.
Ama Kadıya böyle bir şey haber verilirse kabul edilir. İşte şarihin sözlerinin sonuna kadar
mesele
bundan ibarettir. Eşbah'ın muhaşşileri ve diğerlerinin bu ibarenin (icare fasittir) ibaresinin
izahı
hususundaki görüşleri çelişmektedir. Benim anladığım bu. Teemmül edilsin.
Ben
Enfa'il Vesail'de onun sözünün yukarıda belirtildiği gibi ifade edildiğini gördüm. Buna göre:
uygun olan, musannıfın yukarıda «Eğer
iddia ederse» cümlesinin başında vav'ın yerine fa-i
tefriiyeyi getirmesiydi.
«Gabn-ı
fahiş ilh...» Gabn-ı Fahiş muhtar olan izaha göre, fiyat takdir eden kimselerin takdir ettikleri
listeye
girmeyen meblağdır. Allame
Kınalızade'nin risalesinde bu konuda geniş izah vardır.
«Bilirkişi Kadı'ya haber verse ilh...» Yani Kadı o davacının iddiasını kabul etmez. Çünkü davacı eğer
yabancı
ise, o nesneyi kendisi icarlamak istiyor olabilir davacı akit (mucir) ise birinci müstecirden
kurtularak
bir başkasına icarlamak istiyor olabilir. Halbuki akitlerde asıl sıhhattir.
«Bilirkişi ilh...» Bu söz ifde ediyor ki, bilirkişinin bir tane olması kâfidir. Bu, İmam Ebu Hanife ile
Ebu
Yusuf'un görüşüdür. İmam Muhammed'in görüşü bunun aksinedir. Eşbah.
«Şehadet
etseler ilh...» Bu söz öncesine bağlıdır. Sevadet'in sonunda
Hanutî'den buna zıt bir görüş
gelecektir. Şu kadarı var ki; caiz gören alimlere göre: şehadetten maksat, hüküme bitişik olmayan
şehadettir
denilebilir. Bunun izahı tümüyle
orada gelecektir.
«Bilirkişi bildirmese ilh...» Yani bilirkişi o icare aktinin gabnı fahişle olduğunu haber vermese;
meseleye
değişik açılardan bakılır. Manâ itibariyle bu söz musannıfın «icare fasittir» sözünün
mukabilidir.
Zira bu kavlin mefhumu, haber
verilmediği zaman akdin sahih olmasıdır.
«Zarar
ve taannüd için ise ilh...» Bu ziyadeyi İbni Hüceym Feteva'sında ancak bir veya iki kişinin
kabul
edeceği ziyadelikle tefsir
etmiştir.
Yenabî'de
de şöyle denilmiştir: «Halktan
birisi vakfın ücretini artırsa, o
artışa iltifat edilmez. Zira
belki
de o adam bunu inat için yapmıştır.
T.
«Fazlalık ecr-i misil ise ilh...» Eşbâh'ın ibaresi şöyledir: «Eğer o artış ecr-i mislin artması için ise.
«Bu
ibare, Durrun bazı nüşhalarında
da böyledir. Buna göre ziyadeden maksat; herkese göre fiatlar
yükseldiği
için ücretin kendi kendine artmış olmasıdır. Ama ecr-i misil, halkın icare talebinin
artmasından
dolayı artmış ise, kabul edilmez. Nitekim Aynî'nin Mecma Şerhi'nde de böyledir.
Hamevî.
Bunun benzeri İbni Melek' te de
mevcuttur.
Ben
diyorum ki: Bu makul bir görüş değildir. Zira eğer icare ücreti meselâ buğday ise ve icare
müddeti
içinde o buğdayın fiyatı artmış
ise. -Nitekim İbni Melek de bunu örnek vermiştir- icare
aktini
bozmanın sebebi nedir? Aksine
maksadı, ecr-i mislin, talebin artmasıyla artmasıdır. Nitekim
mezhebimizin
meşayihinin ibarelerinde de böyle vaki olmuştur.
Ebussuud'un
Eşbah Haşiye'sinde Birî'den naklen
özetle şöyle denilmiştir: «icare ücreti olarak
kabul
edilen malın fiyatının kendi kendine
yükselmesine itibar edilemez. Çünkü
bu sebeble akdi
bozmak
da ne fayda vardır, ne de vakfın ve vakıftan istifade edenlerin menfaati için maslahat vardır.
Nitekim
bu yazdığımızı Allame Trablusî de Feteva'sında ifade etmiştir. Bu görüşle Mecma
Şerhi'ndeki görüşü reddederek onu tenkid edilecek görüşlerden saymıştır.»
ECR-İ
MİSLİN ARTIŞINDAN MAKSAT NEDIR?
Burada
dikkat çekilmesi gereken bir nokta kaldı: Şöyle ki,ecr-i mislin artışından maksat nedir?
Biz
deriz ki: Artış fakihlerin sözlerinin çoğunda mutlak olarak vaki olmuştur. «Genelde talebin artışı
ile
ecr-i mislin de artması halinde» demişlerdir. Havî-el-Kudsî'nin ibaresi ise şöyledir: «Ecr-i misil
fahiş
bir şekilde artarsa icare akti bozulur.»
Bahr'ın
vakıf bahsinde de şöyle denilmektedir: «Ziyâdenin «fahiş» ile kayd edilmesi delâlet ediyor
ki:
eğer ecr-i mislin artışı az olursa icare bozulmaz. Her halde «fahiş»ten murad; halkın
yanılamayacağı
derecedeki bir artışdır. Nitekim ecr-i misilin noksanlaşması durumunda da böyledir.
Onda
bir oranındaki bir artış. insanların yanılabilecekleri bir miktardır. Nitekim Fakihler bunu
vekâlet
konusunda zikretmişlerdir. Bu kayıt
güzeldir. Bunun öğrenilmesi gerekir.
Buna göre;
binanın
ücreti on dirhem ise, ecr-i mislinde bir dirhemlik artış olsa bu artışla icare akti bozulmaz.
İcare
ücreti on lira olduğu halde mütevellinin onu dokuz liraya vermesi halinde de yine akit
bozulamaz.
Ama her iki durumda da fark, iki
lira olursa
bozulabilir.»
Ben
diyorum ki: Şu kadar var ki. Havi-i Hasırî'de, Biri ve başkalarının da ondan naklettikleri gibi-
açık
bir şekilde, «Fahiş artıştan maksat, evvelce verilen ücretin yarısı
kadar olan artıştır.»
denilmiştir.
Bunu Allâme Kınalızade de nakletmiş
ve. «Bunu ben Havi-i Hasırî'den başkasında
görmedim.
Doğrusu: halkın kabul etmediği ve yanılmadığı derecede olan bir artış fahiş artıştır. İster
yarısı
kadar, ister dörtte biri kadar olsun.» demiştir.
Kınalızâde
başka bir yerde de, «Bunların ikisi, iki ayrı rivayet midir, yoksa bütün alimlerin maksadı
Hasırî'nin
zikrettiği midir? Bizden evvel bunu
hiç kimse araştırmamıştır.»
Ben
derim kî: Kınalızâde'nin ikinci sözü daha makbuldür. Zira o kavil üzerine icare aktinin batıl
oluşuna
hüküm verildiği zaman mutlaka bir
delil lazımdır. Çünkü asıl olan, rivayetlerin müteaddit
olmamasıdır. O halde. âmmenin kelâmı bu asıl üzerine hamledilir. Bunun aksine sarahaten bir nakil
bulunmadıkça,
onu iki rivayet saymak zorunludur. Allame Bir ve başka âlimler İmam Hasırî'nin
ifadesini
kabul etmişlerdir. Hamidiye'de de ona uyulmuştur. Bu güzel faideyi iyi öğren.
«Umumun
kelamı ona hamledilir» sözündeki hamlin ne kadar uzak olduğu gizli değildir. Doğrusu
ihtilafın
varlığını kabuldür. «Vakfın
menfaatine olanla fetva verilir»
sözünün gereği. Hasîrînin
görüşü
ile amel edilmemesidir.
«Mütevelli
feshedebllir ilh...» Allâme Kınalızâde şöyle demektedir: Maksat Kadı mı fesheder, yoksa
mütevelli
fesheder de Kadı onunla hüküm mü
verir?» eski alimler bunu araştırmamışlardır. Ancak
Enfaül
Vesâil'in sahibi buna temas etmiş ve ikincisi ile (mutevelli fesheder kadı hüküm verir)
hüküm
vermiştir. Kadı ancak, vakıf
mütevellisi fesihten imtina ederse
feshedebilir.»
Ben
derim ki: «Kadı fesheder» sözü rivayetlerin birisidir. İleride geleceği gibi müftabih olan da
budur.
Sonra bilmiş olun ki; şârih burada feshi mutlak zikrettiği halde daha sonra tefsil etmiştir.
Tafsilin
hulâsası şudur: Üzerine icare akti biten bir tarla gibi müstecirin mülkünden hâlî olur.
Böylece ekin ekmesi bina yapması yada ağaç dikmesi hallerinde olduğu gibi müstecirin mülkü ile
meşgul
olabilir. Birinci durumda eğer müstecir sabit olan artışı kabul etmezse mütevelli icare aktini
feshedip,
başkasına icare verir. İkinci durumda ise, eğer icare müddeti içinde ekmişse. başkasına
icare
verilmez. Ekili olduğu halde müddet bitmiş fakat hasat yapmamışsa, fiyatın artışı anından
hasat
edeceği vaktin sonuna kadar artış ücrete ilave edilir. Zira o yerin, müstecirin mülkü olan
bir-şeyle
meşgul olması müstecirden başkasına icare verilmesinin sıhhati-ne manidir.
Eğer
orada bina yapmış veya ağaç dikmişse, bakılır: Eğer, aylık kiraya verildiğinde olduğu gibi
müddet
bitmişse, icare aktini fesheder. ve müstecir artışı kabul etmezse onu başkasına kiraya verir.
Ama
eğer müddet bitmemişse, başkasına icare vermez. Dediğimiz gibi arazinin müstecirin mülkü
ile
meşgul olması başkasına icare verilmesine manidir. Onun için kira ile ekilmiş tarla meselesinde
geçtiği
üzere artış ücrete eklenir. Şu kadarı var ki burada artış aktin bitimine kadar azdır. Çünkü
ekinin
aksine binanın ve ağacın sonu bilinmez. İşte şarihin Eşbah'a uyarak zikrettiğinin özeti budur.
Bu
da Enfail Vesail'den. -o da Bedayî ve başkalarından- alınmıştır.
Açıktır
ki artışın ilave edilmesi, ancak müstecirin râzı olması iledir. Yok eğer razı olmazsa: eğer
bina
veya ağacın sökülmesi vakfa zarar vermiyorsa, sökülmesi emredilir. Vakfın hakkını korumak
için
de başkasına kiraya verilir. Zikredilenlerin hepsi; o yerin ücretinin kendiliğinden artması
halindedir.
Ama mesela içine yapılan binadan dolayı artmışsa böyle değildir. Çünkü bu durumda
artış
kiracının vereceği ücrete eklenmez. Zira artış müstecirin mülkünden dolayı hasıl olmuştur. Bu
da
açıktır.
«Kim
fazla fiyat verirse ona icarlar ilh...» Beğenilen bu ifadenin hiç yer almamasıdır. O zaman daha
sonra
gelecek izah yerinde olurdu. Nitekim
Bahır sahibi vakıf bahsinde böyle
yapmıştır. Eşbahta ise
burada
olduğu gibi yer almıştır.
«Müstecire
arzeder ilh...» Fasit icârede ise, müstecire arzetmez. Bazı alimler tarafından fasit icarede
de
arzedileceği söylenmiştir.
T.
«Yalnız
ilh...» Yani, müddetin başından
değil. Eşbah. Aksine vacib olan,
sürenin başından fesih
vaktine
kadar, konuşulan
ücrettir.
«Delil
getirmesi lazımdır ilh...» Yani artışı inkâr edenin aleyhine delil getirmemesi gerekir. Zira söz
münkirin,
delil getirmek ise davacınındır. Aslolan; mevcudun olduğu durumda kalmasıdır. Hamevî.
Açıkça
bu hüküm Muhammed'in görüşüne
göredir. Zira, yukarıda geçtiği gibi
Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf'a
göre bir kişinin haber vermesi
yeterlidir.
«Ekin
sahibinden başkasına kiralaması sahih değildir. ilh...» Yani eğer tarla haklı olarak ekilmişse.
Ama
eğer gasıb ve fasit icare ile kiralayan kimseler gibi haklı olarak ekilmemişse bir başkasına
kiraya
verebilir. Nitekim Zâhiriye ve Sirâciye'de de böyledir. Zira bu ekin, kiracıya teslime mani
değildir.
Bahır. Şarih de bunu ileride zikredecektir. Az sonra metin olarak gelecektir.
«Ziyade vaktinden ilh...» Geçen süre için akitte konuşulan ücret üzerinden ücret verilmesi gerekir.
«Tarla
aylık olarak kiraya verilmişse ilh...» şarihin bu tabirinde mü-samaha vardır. Çünkü bu söz
gelecek olan «eğer müddet bitmemişse» sözünün karşılığıdır. Uygun olan, «Eğer süre bitmiş ve
müstecir
artışı kabul etmemişse mütevelli, malı bir başkasına kiraya verebilir.» demesi idi. Şu kadar
var
ki, ay, az bir süre olduğundan sanki bitmiş gibi kabul edilebilir. Eğer, «Aylık hesabı ile aylığını
şu
kadara kiraya verdim» dese o ay kira geçerli, diğerlerinde ise kiralama geçersizdir. Bunun izahı
aşağıdaki bölümde gelecektir.
«Binayı
kıymeti ile vakıfnamına alır ilh...» Yani eğer binanın kaldırılması tarlaya zarar verirsezorla
alır.
Nitekim bunun beyânı az sonra gelecektir.
«Yahut
bekler ilh...» Yani vakıf nazırı
buna razı olursa, ve sökmek de araziye zarar veriyorsa.
Burada
muhayyerlik hakkı vakıf nazırınındır. Dilerse cebren temellük eder, dilerse müstecirin
binasının
kendiliğinden yıkılmasını
bekler. Binâdan düşen her parçayı da müstecire verir. Nitekim
bu
kavil. şerhlerde de gelecektir. Ama eğer binanın sökülmesi araziye zarar vermiyorsa, o zaman
muhayyerlik müstecirindir. Nitekim bunun da izahı gelecektir.
«Kendiliğinden
artarsa ilh...» Şarihin geçen, «Eğer artış ecr-i misl ise (Artış ile ecr-i misle
ulaşıyorsa)
kavli bu kavle ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü o kavil burada olduğu gibi fetva ve
«muhtar
olan» lafzlanyla kitab'l-vakfta da «Esah» lafzıyla tashih edilmiştir. O halde mûtemed olan
her
ne kadar İs'af, Tatarhaniye ve Haniye'de, «Ecr-i misile akit vaktinden itibar edilir, ondan sonraki
ziyadeye itibar edilmez» kavliyle bunun
hilafına sahip olunmuşsa da mutemet
olan budur. Ancak
sen
Hasîrî'den az önce nakl ettiğimiz ziyadeden maksadın ne olduğunu öğrendin.
«Ben
derim ki ilh...» Bu bahsin aslını musannıf Minah da babın başında «Mütevelli onu daha fazla
fiyatla icare verirse, sahih değildir.» İfadesi altında zikretmiştir.
«Binâyı
vakıf adına temellük eder ilh...» Yani eğer nâzır isterse. Yok eğer ditemezse müstecirin
binasını
yıkılıncaya kadar bırakır ve enkazını
da maliki
alır.
«Nitekim
bütün şerhlerde de böyledir ilh...»
Yani Hidaye, Kenz ve diğer kitapların şerhlerinde. Bunu
da
şarihler gelecek bölümde «Ancak mal sahibi onun sökülmüş haldeki kıymetini borçlanması
müstesnâ»
kavlinin izahında zikretmişlerdir. Bu da gene bütün metinlerin ibarelerinden
anlaşılmaktadır. Kayıtsız zikredilen bu ifade
hem mülke, hem de vakfa şamildir. Nitekim musannıf
bu
hususa dikkat
çekmiştir.
«Fetevalarda
nakledilen bunun hilafınadır ilh...» Muhit, Tecnis, Haniye ve İmadiye de bu fetvalar
vardır.
Bu fetvaların sahipleri şöyle demişlerdir: «Eğer binanın sökülmesi zarar veriyorsa, müstecir
onu
kendi başına kaldırmaz. Aksine. ya
nazırın onu vakıf adına temellük etmesine razı olur veya
kendiliğinden
yıkılıp enkazını alıncaya kadar
bekler. Çünkü, nazırın müstecirin rızasını almadan
malı
temellükü caiz değildir. »
Şarihin
Feteva-i Müeyyid Zade'den naklen zikrettiği de fetevalardan yapılan nakillerden birisidir.
Velhasıl; fetva sahipleri «Binayı sökmek araziye zarar veriyorsa, muhayyerlik müstecirindir.»
demişlerdir. Şerh sahipleri ise, «eğer binayı sökmek araziye zarar
veriyorsa, muhayyerlik nazırındır,
zarar
vermiyorsa, müstecirindir.» demişlerdir. Bu hüküm; bina mütevelliden izin alınmadan
yapıldığı
takdirdedir. Şayet mütevellinin izni ile yapılmışsa. bu bina vakfın olur. Binayı
yapan
müstecir
binaya sarfettiği parayı mütevelliden alır. Nitekim Ebülleys'in fetevasında da
böyledir.
Zahir
olan; Müştecirin bina için izin istemesi, vakıfa ait olması içindir, Müstecir eğer kendi şahsı
için
yapmış ve buna şahit de getirmişse,
o bina vakfın olmaz. Nitekim AIIame Kınalızade de böyle
demiştir.
Ben
derim ki: Aşağıdaki bölümde, eğer vakfa zarar vermiyorsa müstecir
bina ve ağacı icare
müddeti
geçtikten sonra ecr-i misille cebren elinde tutabilir.» sözü gelecektir. Bu kavil, az önce
şerhlerden
ve fetavalardan nakl ettiğimiz
kavillere zıttır. Allah izin verirse, ileride açıklayacağımız
üzere
metinlere de
aykırıdır.
MÜHİM
BİR TENBİH :
Kâdî'nın
iznini şart koşmayan alimlerin
görüşüne göre; kadı veya nâzır müstecire gelirinden fazla
olmamak
kaydıyla vakfa borç olmak üzere, bir bina yapması için izin verseler, yapılan bina
vakfındır.
Bu uygulamaya memleketimizde
mersad deniiir. Nazır müsteciri çıkartmak istediği
zaman,
binaya harcadığını kendisine verir.
Açıktır ki, yapılan bina ile ecr-i misil de artar. Zahir olan
müstecirin
ecr-i misli tamamlamasıdır. Bu kavil ile yukarıda Eşbah'tan nakledilen kavil arasındaki
fark
şudur:
Gelecek olan matlabda mersad tabiri izah edilecektir. (mütercim)
Bu
meselede bina vakfındır. O halde
ecr-i misil kiracının mülkü sebebiyle
artmamıştır.
Ben
fetevâ-i Hayriyye'de uzun bir sorunun zımnında saraheten ne kadar fazla olursa olsun ister
binanın
yapılmasından evvel, ister sonra ecr-i mislin verilmesinin lazım olduğunu gördüm. Müstecir
(binayı terkettiği zaman) da binaya sarfettiğini mütevelliden
alır.
Zamanımızdâki uygulama şöyledir: Adam vakıf arazisini ecr-i misilden çok aşağı bir fiyatla icarlar,
ücretin
bir kısmını verir, bir kısmını da binaya sarfettiğinin karşılığı olarak keser.
Denilebilir
ki, zamanımızda yapılan bu icare aktinin cevazı için bir tek şekil vardır. O da şudur;
başka
bir adam vakıf arazisini kiralamak istediği ve birinci müstecire bina için sarfettiğini verdiği
zaman
orayı ancak (birinci adamın vakfa
ödediği) bu az ücretle
icarlar.
Evet,
eğer vakıf zenginleşse ve vakıf nazın birinci kiracının sarfettiğini ona verse bundan sonra kim
olursa
olsun o malı tamirden sonraki ecr-i misliyle icar eder. Nâzır binaya sarfedileni vermediği
takdirde
vakıf arazisinin ecr-i misli, birinci kiracının verdiği ücret olur. Bu
durumda yapılan bu bina
ile
kiracının mülkü olan bina arasında bir fark kalmaz.
MEŞEDDİ
MÜSKE
Bunlar
vakfa ait özel tâbirlerdir. Hukûku
İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye kamusunda (c: 4:
286 ve 4:
292)
izah edilmişlerdir. Bu tabirlerin ifade ettiği manalar özetle şöyledir:
MERSAD: Vakıf malının tamirinden dolayı olan borçtur. Yani
tamire ihtiyacı olduğu halde geliri
olmayan
ve tamire kâfi olacak peşin bir ücretle de kiraya verilemeyen bir vakıf malını, kiracı ileride
vakıftan
almak üzere kendi malından tamir ettirirse kiracının bu alacağına Mersad denilir. Kiracı bu
alacağını ya kira bedeli olarak yada vakfın diğer gelirlerinden tahsil edebilir.
MEŞEDDİ
MÜSKE: Başkasının meselâ bir vakfın arazisi üzerinde olan bir istihkakdır. Yani
başkasına aid bir araziyi sürüp aktarmak onun su yollarını kazarak ıslah etmek üzere o arazide bir
kimseye
verilmiş olan ekme ve sürme hakkıdır. Bu arazi kirası verildikçe o kimsenin elinden alınıp
başkasına kiraya verilemez. Bu istihkaka sadece «meşed» ve sadece «müşke» de denir. Meşed:
kuvvet manasına olan şiddetten alınmıştır. Müske de: sarılınacak vesika demektir. Bu araziyi bu
şekilde
ıslah edecek kimsenin elinde güvenebileceği kuvvetli bir belge bulunacağından dolayı buna
Meşeddi
Müske denilmiştir. Müşke tabiri bazen «kirdâr»! da içine alacak bir manada kullanılır.
Şöyle ki: bir kimsenin kiraladığı bir bostanda yaptığı nadasa,
tamirata, topladığı çiftçilik aletlerine
yetiştirdiği
sebze ve yoncalara da müske denilir. (mütercim)
Hanutî'nin
Feteva'sından naklen Hamidiye'nin vakıf bahsinde şu ifadeyi gördüm: «Vakıf mülkünün
ecr-i
misilden aşağı bir fiyatla
icarlanması, bir felakete uğraması veya borçlu olması halinde
caizdir...» Bu da bizim yukarıda söylediğimizi doğrulamaktadır. Zira şüphe yoktur ki mersad; vakıf
aleyhine
bir borçtur ve bu sebeble de vakfın icare ücreti azalır. Teemmül et.
Mülteka
Şerhi'nde Eşbah'tan naklen şöyle denilmiştir: «Vakıf ancak ecr-i misille icare verilir. Fakat
çok
az bir noksanlıkla ya da kirâlamaya talip olanların ancak az ücret vermeleri halinde ecr-i
misilden
aşağı bir ücretle de icare verilebilir.» Teemmül et.
Gedik
hakkında da hüküm aynıdır. Gedik,
kiracının vakfa ait dükkanda masrafını kendi cebinden
karşılayarak
yaptığı şeye denir. Kiracı, yapım tamiri, kilidi ve benzeri şeyler
gibi gerekli olanı
kendisi
temin eder. Ecr-i misil, kiracının sarfettiği bu parayı ileride vakıf
arazisine sarfedeceği şeye
nisbetle
olur. Kiracının vermiş olduğu bu az
ücret ecr-i misil olur. Bazen de vakfın binası gedik
sahibi
tarafından yapılır. Vakıfda bulunan
kişi onu gedik sahibinden alarak tamir eder ve müstecire
tahsis
eder ve az bir ücretle kiraya verir. Buna memleketimizde hulüv denilir. Bunun benzeri
bostanlarda
yapılan mesedd-i müske kıymet
hakkında da söylenir.
Hulüv,
Hukuku islamiyye ve Istılahatı
fıkhiyye kamûsunda: «bir akarın evvelce vaz'iyed edilmiş ve
mâlûm
bir bedelle kiralanmış bulunmasına mukabil olan menfaati mücerrededen ibarettir» diye tarif
edilmiştir.
Bunlar;
çöpleri temizleme, su arkı açmak, kökü yerde kalan şeyler ekmek, ağaç dikme ve ekin ekme
haklarıdır. Bunlar sebebiyle yerin ücreti çok artar. İşte bunlar halkın adet edindiği sonradan ortaya
çıkan
şeylerdir.
Dımışk
müftüsü Allame muhakkık Abdurrahman
el-İmâdî efendi kendisine, «örf haline gelen
hulüvv» meselesi sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
«Umumi hükümler, bazen Nesefî ve
diğer
bazı
alimlere göre özel bir örfle de sabit olur. Bu memlekette adet halini alan «ihkâr» do bu
kabildendir.» İhkâr; şudur. Bir yer ölçülüp yüzölçümü tesbit edildikten
sonra ondan birkaç
metrekare karşılığında muayyen bir meblağ takdir edilip müstecir icareyi yenilemeden her sene o
takdir
edilen meblağı arazi sahibine vererek üzerindeki binayı ikbâ eder. Bu mesele nitekim Enfail
Vesailde de konu edilmiştir.
«Yukarıda
anılan bina kaldırıldığı takdirde arazi daha yüksek bir ücretle kiraya verilmeyecek bir
biçimde
yapılsa, o zaman arazi binayı yapan müstecirin elinde ecr-i misille bırakılır. Şu kadar var ki,
mutlak
olarak her meselede örfle fetva vermek uygun değildir. Zira, takdirde birçok kötülük ve
bidatlerin
örfe kıyas edilerek yayılmasından korkulur. İhtiyaç duyulduğu takdirde dükkânlardaki
hulûv
gibi uzun süreden beri adet haline
gelen ve inkâr edilmeden uygulanan
konularda örfle fetva
verilebilir.
«Dükkânlarda âdet olan hulûv da şöyledir: Vakıf
bırakan veya mütevelli yada malik, dükkâna
muayyen bir meblağ takdir edip bu parayı orada oturandan alır. O meblağ karşılığında da kanûnî bir
belge
verir. İşte bundan sonra dükkân
sahibi içinde hulûv hakkı sabit olan kişiyi dükkândan
çıkartamadığı gibi onu bir diğerine de icare veremez. Ancak. dükkânı kiralayandan alınan para iade
edilirse
o zaman kiraya verebilir. Sonra gelen
alimlerin faizden çıkış olarak, örf haline getirdikleri
bey-i bî vefaya kıyasla hulûvvün de caiz olduğuna fetva verilir. Hatta
Mecmaü'n-Nevazil'de şöyle
denilir:
«Şeyhlerimiz şu zamanda halk mecbur kaldığından bey-i vefanın bir alım satım akdi olarak
sıhhatinde
ittifak etmişlerdir.»
«Bir
şey daraldığı zaman, onun hükmünün genişlemesi küllî kaidelerdendir. Bu külli kaide içine
zaruretin
gerekli kıldığı benzer hükümler de girer. Allame en iyisini bilir.» Özette.
«Anlaşılırsa ilh...» Bu kavil ya efdal olanı beyan içindir. O zaman anlaşma olmadığı takdirde malik
veya mütevellinin zorla kaldırabilme yetkisine zıt değildir. Yada zayıf bir rivayettir. Bahır üzerine
Remlî,
özetle
Bu
sözün efdal olanı, beyân için olması, şerhlerde geçen ifadeye uygun düşer.
Zayıf bir rivayet kabul edilirse, o zaman da feteva sahiplerinin zikrettiklerine uygun
olur.
«Mülkünü
kiraya veren kimse borçlu düşse
ilh...» Bu sözün yeri İcarenin iptali
bölümüdür.
Açıklaması orada gelecektir.
«Ecr-i
misille icare cabdir ilh...» Yani vakıf veya yetim malı karşılığında olmazsa ecr-i misille veya
daha
fazlasıyla icare vermek caizdir.
Nitekim Haniye'den naklen uzun süreli icare bahsinde geçen
ifadelerden
bu mesele bilinmişti.
«Halkın
aldanabileceği ilh...» Bu az olan aldanmanın sınırıdır. Bu hükümlerin hepsi mükerrerdir.
Zira
yukarıda geçen ifadeler bu hükümleri
bildirmiştir.
«Hanûtî'nin
Feteva'sında ilh...» İbâre
Hanutî'de, aynen şöyledir: «Bir Kadı, kiralık şeyin ecr-i misille
olduğuna
dair delil ortaya koymasından sonra akdin sıhhatine hükmetse, sonra da ecr-i misilden
aşağıya
kiraya verildiğine dair beyyine ikame edilse, akdin butlanını gerektiren bu son delil ile amel
edilir
mi, edilmez mi? Ne dersiniz? sorusuna, Hanefi başkadısı Şeyh Nureddin Trablusî'nin cevabı
şudur
diye cevap
verdi:
«Yüceler
yücesi Allah'a hamd olsun. İsbat eden delil diğer delile takdim edilir. O da; ücretin ecr-i
misil
olduğuna şahitlik eden delildir. Üstelik bu delile hüküm de eklenmiştir. Arttk bozulmaz. Şeyh
Nasırüddin
el-Lakkanî-Malikî ve Hanbelî kadısı olan Kadı'l-Kuddat Ahmed bin Neccar da benim
dediğim
gibi cevap vermişlerdir.» Evet bu
cevaplar sahihtir. »
Ben
derim ki: Evet. Hanutî'nin verdiği
cevap birinci şahadeti o anki durum
yalanlamadığı takdirde
doğrudur.
Yok eğer o anki durum şehadeti
yalanlarsa kabul edilmez ve
icare bozulur. Nitekim
Hamidiyye'de de böyledir.
«Ona
hüküm bitmiştir ilh...» Yani hükmün
şartlan do tamam olmuştur. İbni Nüceym'in Fetevâ'sında,
Hanbelî
Kadı'nın, akdin sıhhatine hükmetmesi onun, yani ziyadenin kabulün-e mani değildir. Zira o
sahih
değildir. »
denilmiştir.
Hamidiye'de
de şöyle denilir: «İbnü Nüceym'in Feteva'sındaki ifade
doğru değildir. Zira, Kadı'nın
hükmü
ihtilafı ortadan kaldırır.
Teemmül et»
Ben
derim ki: İbni Nüceym'in muradı
şudur: Hanbelî Kadı'nın
icarenin sıhhatine ve onun ecr-i
misille
olduğuna dair verdiği ilk hüküm,
-Müftabih kavle göre- taliplerin
çoğalması sebebiyle
meydana gelen ücret artışı yüzünden icarenin feshine
mani değildir. Zira Hanbelî Kadı. ücret artışı
sebebi
ile kiralama sözleşmesinin feshedilemeyeceğine hükmetmemiştir. Hanbeli Kadısı'nın önceki
hükmünün
talep fazlığından doğan fiat
artışından dolayı, icarenin feshine
mani olması sahih
değildir.
Evet, eğer Hanbelî Kadısı, şartların yerine getirerek hususî bir hadise sebebiyle arız olan
fiyat artışının ilgasına hükmederse, o zaman bu hüküm, ziyadenin kabulüne mani olur.
Hanûti de
bunu
Feteva'sında sarahaten zikretmiştir.
Hanûtî
şöyle demiştir: «Şer't bir davadan sonra olsa bile Hanbelî Kidı'sının icarenin sıhhatine dair
verdiği
hüküm, Hanefi Kadı'nın ücret artışını
kabul etmesine mani değildir. Zira ücret artışının
kabulü
ile fesih ayrı ayrı hadiselerdir ve o hadise ile hükmedilmemiştir.»
Hanutî
bunun benzerini başka bir yerde de
ele almıştır. Allame Kınalızâde'de bunu saraheten
zikrederek şöyle demiştir: «Hanbelî Kadı'sının;
«Bana
göre şu icare ecr-i misille sabittir» veya «arız olan şu ziyadeyi ilga ettim.» sözleri kâfi
değildir.
Zira, bu sözler, inkâr eden bir hasmın yüzüne karşı söylemedikçe yalnızca fetvadırlar, nafiz
olan
hükümler değildirler.»
Bir
Şafii Kadı, icarenin sıhhatine hükmetse; bu hüküm hususen ölümden sonraki icarenin sıhhatine
ait
olmadıkça, Hanefi Kadı'nin ölüm sebebiyle icareyi feshetmesine mani değildir. Nitekim İbni Gars
da
bunu açıkça ifade etmiştir. Dikkatli ol. Allah daha iyisini
bilir.