10 Ekim 2012

İCARE KİTABI İKİNCİ BÖLÜM


İCARE KİTABI İKİNCİ BÖLÜM
«Hâniye'nin sulh bahsînde ilh...» Musannıf bu sözü, Minah'ta kendi tercih ettiği görüşü teyid için
zikretmiştır. Ancak bu mesele Haniye'de, karının borçtan hissesine düşecek kısmın varislere
bırakılması karşılığında kendi hissesine düşecek mirastan vaz geçmesi bahsindedir. Bunun bizim
meselemizle alakası konusunda düşünmek gerek. Zira yukarıda da geçtiği gibi fukaha bunu
sonradan âriz olan fesaddan saymışdır. Halbuki Haniye'deki mesele akide bitişik olan fesaddır.
Evet, bizim Hâniye'den daha önce naklettiğimiz, «Zahir olan fesadın aktin tamamında olmasıdır.»
sözü musannıfın kavlinin tercihini ifade etmektedir. Zira Cevahirü'l-Feteva'dan naklettiğimizle
anlaşıldı ki, birinci akit sahih olduğu halde vakıflardaki icare akidleri birkaç tane olduğu takdirde,
uzun süreli icare sahih değildir. Böyle olunca nasıl olurda uzun süreli icare hem lâfız hemde ma
itibariyle tek akitle yapıldığında sahih olur? Zâhir olan, Musannıfın Kariü'lHidaye'den naklen tercih
ettiğine itimad etmektir. Zira Kariül-Hidaye'nin sözünün kuvvetli bir senedi vardır, ki bu sened de
Haniye ve Cevahirü'l-Feteva'da olanlardır. Verdiğim bu izahat, benim kısa anlayışıma doğandır.
Allah daha iyisini bilir.
«Cehâleti kaldıran şeylerle ilh...» Yani. boyatacağı elbiseyi boyanın rengini ve boyanın miktarını
tayin etmesi lazımdır. Zira bunlar bazen değişik olur.
Muhît'te şöyle denilmektedir: «Adam birisini görmediği on elbiseyi boyaması için tutsa, icare
fasittir. Çünkü boyamak, elbisenin kalınlık ve inceliğine göre değişir.» Bunu Bahır sahibi de
zikretmiştir.
«Vakit ve yerin beyan edilmesi ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilmektedir: «Birisi hacıları yolcu etmek
veya karşılamak için bir at kiralasa, bineceği vakti ve yeri zikretmeden bu icaresi sahih değildir
Yine Bezzâziye'de: «Kufe'den Hire'ye kadar binmek için bir hayvan kiralasa, hayvana evinde binip,
evinde iner. Eşyasını yüklemek için kiralasa hüküm yine böyledir.» denilmektedir.
Yine Bezzaziye'de şöyle denilir: «Birisi bir gün çalışması için bir adam tutsa örf gereği o adamın
çalışma saati güneşin doğuşuyla başlar.»
«Hayvan kiralarken vakit ve gidilecek yer belirtilmezse o icare fasittir ilh...» Yani ecr-i misil ancak
menfaatlerinin tahakkuku ile gerekir. T.
«İşaret ile de ilh...» Zira götürülecek yük ve nakledeceği yer bilindiği zaman, menfaat de bilinmiş
olur. Bu tür icare, birinci tür icareye yakındır. Zeylaî.
Bunun hülasası şu: İşaret etmek. miktarı beyan etmeye ihtiyaç bırakmaz.
«Ücret akit sebebiyle gerekli olmaz» Yani akitle ücret alma hakkına sahip olunmaz. Nitekim Kenz'de
de böyle denilmiştir. Zira akit menfaat için yapılmaktadır. Menfaat ise peyder pey hasıl olur. Bedelin
de menfaatin karşılığı olması lazımdır. Hemen menfaatin elde edilmesi mümkün olmayan bir
icarede ücretin peşin ödenmesi lazım gelmez. Ancak ücretin peşin alınması hükmen de olsa şart
koşulsa o zaman alınabilir. Çünkü bu durumda müstecir akit yapılırken paranın peşin ödenmesini
kendisi kabullenmiş ve aktin gerektirdiği eşitliği ibtal edilmiş olur.
«Peşin verilmesi konuşulursa ilh...» İtâbiyye'de şöyle denilmektedir:
Müstecir kirayı peşin verirse geri alamaz. Eğer ücret (para değilde) metâ ise ve kiracı o metâ mal
sahibine iyreti olarak veya emaneten vermiş olsa, o da peşin gibi olur.»
Muhit'te de şöyle denilir: «Metâ olan icare bedelini diğer bir metâ ile tırampa etse aldığını kabzetse,
caizdir. Çünkü bu ücretin peşin olmasını tazammun eder. Turî.
«Ücretin peşin olması şart koşulursa ilh...» Mal sahibi ücreti taleb edebilir ve icare verdiği nesneyi
de parayı almadan kiracıya vermeyebilir. Peşin konuşulduğu halde kiracı parayı ödemediği zaman
icare aktinı fesih de edebilir. Muhit'te de böyle denilmektedir.
Ancak mal sahibi kira bedeli olan nesneyi teslim almadan önce onu satamaz. Bahır. Bu şart, aktin
gereğine muhalif olduğu ve taraflardan birisine fayda sağladığı (yani aslında bunun caiz olmaması
gerekir) halde nasıl caiz olabildiğini araştır. T.
Ben derim ki: Bu şart aslında kiracının; eşitlikten doğan hakkını düşürmesidir. Bu: müşterinin,
satın aldığı malın ayıplardan salim olması hakkını düşürmesi ve satıcının sattığı malın bedelini
peşin alma hakkına sahipken onu tehir etmesi gibidir. Halbuki bey akti, malın ayıplardan salim
olmasını ve bedelin de malın teslim alınmasından evvel kabzını gerektirir.
«Geleceğe izafe edilen akitlere gelince ilh...» Geleceğe izafe edilen icare akitlerinde ücretin peşin
ödenmesi şartı batıldır, kiracının peşinen bir şey vermesi de gerekmez. Bu tür icârelerde ücretin
peşin verilmesinin gerekli olmamasının sebebi, akitte menfaatin saraheten geleceğe izafe



edilmesidir. Zaten bir vakte izafe edilen şey, o vakitten evvel mevcut olmaz. O halde bu manâ,
ücretin peşin ödenmesi şart kılınmakla da değişmez. Ama, hemen geçerli olan icare akti böyle
değildir. Çünkü akit eşitlik ister. Bu akit ise açık bir şekilde bir zamana izafe edilmemiştir. Öyleyse,
sarahat sebebi ile akdin gerektirdiği şey (mal ve bedeldeki eşitlik) hemen geçerli olan icârenin
aksine geleceğe izâfe edilen icare akdi de batıldır.
«Ayrı ayrı akitler gibi ilh...» Bu söz uzun süreye izafeli icare akitlerindendir. Şarih de bunu yukarıda
Cevahirü'l-Feteva'dan nakletti.
Bunun şöyle diğer bir sureti daha vardır: Adam bir evi otuz seneliğine mütevâli akitlerle kiraya
verir. Ancak her senenin sonunda üç günü istisna edip, ücretin çoğunu da son sene için tayin eder.
Geri kalanı da evvelki senelere mahsub eder. Bu şekilde Beher seneden üç günün istisna edilmesi
her iki tarafın da icare aktini feshe kadir olmaları içindir. Ücretin azının son senenin dışındaki
senelere tahsis edilmesi de mal sahibinin icare aktini o günlerde feshetmemesi içindir. Eğer
taraflar mal sahibinin fesh etmesinden emin olsalar, bu kayıtlara lüzum kalmaz. Anılan bu tarz,
uzun süreye bağlanan icare aktinin bağlayıcı olu-şuna binaendir. Vakıf nâzın eğer ücretin peşin
alınmasına ihtiyaç duyarsa bu şekilde akit yapar. Şu kadarı var ki: «Bu akitlerin hepsi tek akit
sayılırsa o zaman bir akitte üç günden daha fazla muhayyerlik hakkının sabit olması durumu ortaya
çıkar. Eğer bir akit değilde. birkaç akit sayılırsa, o zaman da şart koşulsa dahi ücret peşin alınamaz.
Çünkü o, bir süreye bağlanmıştır. O zaman da vakıf nazırının maksadı yok olur. Şeklinde bir itiraz
olabilir. Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Sadru Şehid bunun: icare ücretini şart koşularak veya
kiracının peşin vermesi ile peşin almaya malik olması bakımından tek akit, diğer hükümlerde ise
birkaç akit sayılmasını tercih etmiştir. Ayrıca biz aradaki günleri muhayyerlik müddeti olarak kabul
etmiyoruz. Biz onları aktin dışında bırakıyoruz. İşte bu izahla anlaşıldı ki şarihin dediği pek yerinde
değildir.
«Faydalanma imkânı olması ilh...» Hidâye'de «Adam kiraladığı evi teslim aldığı zaman, içinde
oturmasa bile ücretini ödemesi lazımdır.» denilir.
Nihaye'de de şöyle denilmektedir: «Bu icare akti birkaç kayıtla kayıtlanmıştır. Birincisi,
faydalanabilme imkânıdır. O halde sahibi veya bir yabancı, adamın kiraladığı binada oturmasına
mani olsalar, veya sahibi evi, içersinde eşyası olduğu halde teslim etse, ücret vermek gerekmez.
İkincisi, aktin sahih olmasıdır. Eğer akit fasit ise, fiilen faydalanılmış olması lâzımdır.Üçüncüsü ise,
faydalanma imkânının akit mahallinde verilmesi gerekir. Mesela; adam evi Kûfe için kiralasa, ama
kiraya veren kişi evi bir müddet sonra Bağdat'ta teslim almış olsa, ücret vermesi gerekmez.
Dördüncüsü, icarladığı maldan icar müddeti boyunca faydalanma imkânı olmalıdır. Bugün için
Kûfe'ye kadar bir hayvanı kiralamış olsa, bir gün geçtikten sonra hayvan ile fakat binmeden Kûfe'ye
gitse, yine ücret vermesi gerekmez. Çünkü menfaatlenme imkânı ancak müddet geçtikten sonra
hasıl olmuştur.»
İşte bu nakilden anlaşıldı ki; evlâ olan, bu kayıt ve şartların şerhte zikredilmesiydi. O zaman
musannıfın «Ancak üç yerde değil» sözüne de ihtiyaç kalmazdı. Nitekim bunu sen de göreceksin.
«Üç meselede değil ilh...» Birincisi, icare fasit olursa. İkincisi şehirin dışında binmek üzere bir
hayvan kiraladığı halde hayvanı yanında tutsa fakat binmezse. Üçüncüsü, günlüğü bir danikten (bir
para birimi) bir elbise kiralasa ve senelerce yanında tuttuğu halde onu giymese, o elbiseyi giydiği
takdirde eskiyeceği kadarki süre çıkıldıktan sonra kalan müddet için ücret yoktur. Bu istisnaya
itiraz edilebilir. Zira metnin sarih ifadesinde de görüldüğü gibi buradaki sahih icare hakkındadır.
Fasit icare bundan sonra zikredilecektir. Daha önceki kayıtlar burada istisna edilen birinci ve ikinci
meselelere ihtiyaç bırakmaz. Burada istisnâ edilen ikinci mesele, yukarıda zikredilen üçüncü kayıtla
zaten mevzudan dışarı çıkmaktadır. Çünkü akdin kendisine izafe edildiği yerde faydalanma imkânı
bulunmamaktadır. Ama şehir içinde binmek üzere kiraladığı hayvan meselesi böyle değildir. Çünkü
bu meselede şehir içinde binmese bile, binme imkânı vardır. İtkanî. İstisna edilen üçüncü mesele
ise, ücretin sakıt olduğu müddet zarfında ondan faydalanmak mümkün değildir. Bununla birlikte bu
da yukarıda kaydedilen dördüncü kayıtla çıkmaktadır.
«Musannıf bu asıl üzerine binâ ederek ilh...» Yani menfaatlenme imkânı üzerine bazı meseleler binâ
etmiştir. T.
«Teslim aldığı ilh...» Yâni oturmaya mani olan şeylerden hâlî olan bir evi.
«Faydalanmanın tahakkuk etmesiyle ilh...» Yani, müstecire bizzat mal sahibi tarafından teslim
edilmesiyle ücret vermek gerekir. Ama eğer onun tarafından teslim edilmemişse, maldan
faydalanmış olsa bile yine de ücret yoktur. İtkanî.



Bilinmelidir ki, fasit icarede gerekli olan ücret muhteliftir. Bazen konuşulan ücret, bazen ne kadar
olursa olsun ecr-i misil, bazen de akitte konuşulanı geçmemek şartıyla ecr-i misildir. Bunun izahı
fasit icare bahsinde gelecektir.
«İs'af'ta ki ibarenin zahîri ilh...» İs'af sahibi şöyle demektedir: «Vakıf olan bir arazi veya konağı fasit
icare ile icarlamış olsa, arazı ise ektiği, bina ise oturduğu takdirde, ecr-i misle göre ücretini vermesi
lazımdır. Eğer ekmemişse veya içinde oturmamışsa mütekaddimin fukahasının kavline göre hiç
ücret gerekmez.»
Minah'ta da şöyle denilmektedir Bahır sahibi efendimiz, İs'af'taki ibarenin mefhumundan şunu
anlamıştır: Müteahhirin fukahanın kavline göre icare ücretini vermek lazımdır. Bu da zahirdir.»
Sen bunu bildiğin zaman, Molla Husrev'in kayıt konulması gereken yerde mutlak zikrettiğini
anlarsın. Açıktır ki yine Molla Husrev'in yazdığı metin üzerine de itiraz edilmektedir. Allâme Birî de
Molla Husrev'i takib ederek. «Bu meselede müteahhirin ulemanın bir şey dediğini görmedik.»
demiştir.
Bizim. ,Nâsıhî'nin vakıf bahsinde gördüğümüz ibare ise şöyledir: «Eğer icare fasit olursa, müstecir
kabzettıği halde ekmese veya oturmasa onun üzerine herhangi bir ücret yoktur. Vakfa fâsit icare ile
kiralayan müstecir gasb sayılmaz. Faydalanmadığı müddetçe de onun ödeyeceği bir ücret de
gerekmez.» Nâsihi sonra da Ecnâs'tan, «Fasit icare ile icarlanan bir yerin ücreti ancak tam olarak
faydalanıldığı takdirde ödenir.» sözünü naklederek şöyle demiştir: «Mal sahibinin razı olacağı bir
meblağdan fazlası da verilmez.»
Ben derim ki: Müteahhirin fukahanın sözlerinde bu mesele ile ilgili sarih bir ifade görmemek
yukarıda belirtilen hükmü geçersiz kılmaz. Ebussuud, Eşhab'ın haşiyelerinde. Yani, Nâsıhî ve
Ecnas'taki mütekaddimin mezhebini beyan eden ibâre, İs'af'tan anlaşılana zıt değildir. Allah daha
iyisini bilir.
METİN
Ben derim ki :Yetimin malı, kira için hazırlanan bir mal, Rum diyarının (Osmanlı ülkesi) ulemasının
verdiği fetvaya göre bey-i vefa ile satılan birşeyin satıcı tarafından icarlanması da vakıf icar gibi
midir değil midir? Bunlar ihtilaflı meseleler olduğu için yerlerine müracaat edilerek ayrı ay
araştırılması lazımdır.
Kiralanan malın icare bedeli, gasbla yani, müstecir ile mal arasına menfaate mani bir engelin
girmesi ile düşer. Çünkü akarda gerçek gasb olmaz. Peki icare akti, icare olunan malın
gasbedilmesiyle feshedilebilir mi?
Hidaye'de; «Kâdîhan'ın hilâfına Evet, fesholunur.» denilmiştir.
Eğer kiralanan mal icare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret
verilmez. Ancak, gâsıb, gasbettiği evden hatır için veya birisinin şefaatiyle çıkarsa, o zaman ücret
düşmez. Eşbâh.
Mal sahibi gasbı inkâr ederken müstecir iddia etse fakat beyyine getirmese değirmen meselesinde
olduğu gibi hale göre hükmedilir. (Evde müstecirden başkası varsa müstecirin iddiası kabul edilir.)
İcarlanan nesnede oturan kimsenin sözü kabul edilmez. Zira o tek kişidir, sözü kabul edilmez.
Zahire.
Yine musannıf şöyle demiştir: Eğer icare ücreti, mâlikin yakını olan bir köle ise azad edilmez.
Çünkü ona bizzat akti ile malik olmamıştır.
Maldan faydalanma imkânından maksat, icare olunan mahalli faydalanmaya mani bir şey yokken
müstecire teslim etmektir. Eğer mal sahibi kiraya verdiği malı icar müddetinin bir kısmı geçtikten
sonra teslim ederse, ne mal sahibi, ne de müstecir geri kalan müddette teslim ve tesellümden
kaçınamazlar. Ancak bu geçen müddet içerisinde kiralamaya maksat olan bir vakit bulunmadığı
taktirdedir. Ama eğer geçen zaman zarfında Mekke ve Mina'daki evlerin hac mevsiminde
icarlanması gibi hac mevsiminden sonra onların talibi bulunmaz, kiralamaya esas maksat olan bir
vakit ve o vakitte mal bulunur teslim edilmezse, o zaman müstecir icarladığı malı geri kalan müddet
için teslim alıp almamakta muhayyerdir. Alış verişte de hüküm böyledir.
Mal sahibi evin anahtarını teslim etse, kiracı da kaybetse, eğer külfetsiz ev açmaya kadir ise ücret
vermesi gerekir. Eğer külfetsiz evi açmaya kâdir değilse lazım gelmez... Eşbah.
Ben derim ki: Müstecir kendisine verilen anahtarla kiraladığı yeri açmaktan aciz ise, malikin
anahtarı vermesi evi teslim sayılmaz. Çünkü tahliye sahih olmamıştır. Seyrefiye.



Mal sahibi ile müstecir evin açılıp açılmadığı hususunda ihtilâf etseler, o zamoa hâle göre
hükmedilir. Eğer her ikisi de davalarına beyyine getirirlerse, mal sahibinin beyyinesi kabul edilir.
Zahire. Binanın satışındaki hüküm de yine böyledir.
Bazıları «Mal sahibi müstecire. «Anahtarı al, kapıyı aç.» dese, o teslimdir. Eğer böyle demezse,
teslim etmiş sayılmaz.» demişlerdir.
Mal sahibi kiraya verdiği ev veya tarlanın ücretini her gün; binek hayvanının ücretini de her
merhalede isteyebilir. Bu icare mutlak olduğu takdirdedir. Ama eğer ücret için gün ve yerini beyan
etmiş ise, o tahakkuk ettiğinde taleb eder.
Terzilik ve diğer sanatlar için de ücret ancak iş bitirilip teslim edildikden sonra taleb edilir. Eğer
teslimden önce mal helâk olursa, o zaman ücret düşer. Malda müstecirin emeğinin eseri olan tüm
icarelerde hüküm böyledir. Hamallık gibi üzerinde müstecirin emeğinin eseri olmayan işlerde ise,
teslim etmese dahi işin bitiminde parasını taleb eder. Terzilik ve emsali sanatların ücreti, iş
yaptıranın evinde yapmış olsa da hüküm yine böyledir.
Terzi elbisenin bir kısmını diktikten sonra çalınsa, veya usta binanın bir kısmını yaptıktan sonra
yıkılsa, burada terzi veya usta mezhebin kuvvetli görüşüne göre diktiği veya yaptığı kadarının
ücretini alır. Bahır ve İbni Kemal.
Terzi elbiseyi dikse ve mal sahibine teslim etmeden önce başka birisi onu sökse, mal sahibinden
ücret talebinde bulunamaz. Ancak, sökene ücreti tazmin ettirir. Elbiseyi yeniden dikmeye de
zorlanamaz. Ama eğer söken, terzinin kendisi ise, sanki hiç dikmemiş gibi yeniden diker.
Terzi yalnız biçme ücretini olabilir mi? Esas olan kavle göre alamaz. Eşbah.
Şu kadar var ki, Eşbâh'ın haşiyesinde Müzmarat'a nisbetle «Müftabih olan kavle göre, evet, kesim
ücreti de alabilir» denilmektedir.
Musannıf, «Burada uygun olan ,örf ile hükmetmektir.» der.
Ben Tatarhaniyye'de Kübrâ'ya nisbetle «Fetva ve birinci kavil (yâni ücret alamayacağı kavli)
üzerindedir.» denildiğini gördüm. Düşün.
Ekmekçi, ekmeği, sahibinin evinde pişirdiği zaman ekmekleri tandırdan çıkardıktan sonra ücretini
talep eder. Çünkü o işin tamamlanması tandırdan çıkarmakladır. Ekmeğin bir kısmını çıkardığında,
bunların ücretini hesaplayarak alabilir. Cevhere.
«Beyu'l-vefa ile satılan birşeyin bayi tarafından icarlanması ilh...» Yani satıcının bey-i vefa ile sattığı
bir malı teslim ettikten sonra müşteriden kiralaması caizdir. Nitekim bu mesele kefâlet bahsinden
hemen önce geçti. Şarih orada, «Ben derim ki, buna göre; eğer icare müddeti geçse, mal da elinde
kalsa, Osmanlı uleması ecr-i mislini vermesi lazım geldiği yolunda fetva vermişlerdir. Bu fetvaya
şeyhlerimizin şeyhi Sayıhanî; «Hakiki mülkte bile fasit icârelerde kullanma imkânı olsa da ücret
vermek gerekmez. Bunda nasıl ecr-i misil verilir, şaşarım.» diyerek itirazda bulunmuştur. Tahtâvî de
şöyle demiştir: «Bunda bir yanlışlık var, icare müddeti bittikten sonra asla kira olmaz.»
denilmektedir. Sen düşün.
Ben derim ki: Mûtemed görüşe göre beyu'l-vefâ rehin hükmündedir. Kabzdan sonra da olsa icar
müddetinde menfaatini tamamen alsa bile ona ücret gerekmez. Nitekim Nihaye'de de böyledir.
Şârihin kefale bahsinden önce çelebiden naklettiğinin hilafına Fetevâyı Hayriye ve Hamidiye'de
rehin bahsinde de bu görüş ile fetva verilmiştir.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Âlimlerden bu satış şeklini fasit sayanlar, «İcare sahih değildir
ve ücret de gerekmez.» derler. Bunu rehin kabul edenler de aynı görüştedirler. Bu satışa cevaz
verenler ise satanın ve başkasının kiralamasını da caiz görürler ve ücretin de gerekli olduğuna
hükmederler.»
«Tereddüt mahalli ilh...» Ben derim ki, yetimin malının vakıf gibi olduğunda tereddüt yoktur. Zira
yetim malının menfaatleri gasbedildiği takdirde tazmin ettirilir. Bu da, gasp kabilindendir. Sayıhanî.
Az önce Bîrî'den nakl ettiğimiz, «Vakfın malını fâsit icâre ile elinde bulunduran gasıb sayılmaz.»
sözü. Sâyıhânînin ifâdesine terstir.
«Gaspla ücret düşer...» Mahallin teslîmi, menfaate imkân vermesinden dolayı menfaati teslim
yerine geçer. Faydalanma imkânı ortadan kalktığı takdirde teslim de yok olur. Minah.
Remlî şöyle demiştir: «Eğer menfaat gaspla yok olmazsa; meselâ ağaç dikimi veya bina için
kararlaştırılmış bir yer ağaç ve bina ile birlikte gasbedilse, ücreti düşmez. Çünkü ağaç veya bina
onunla birliktedir. Bu çok vaki olmaktadır. Teemmûl et.»



«Gasp akarda cari olmaz. ilh...» İmam Muhammed'e göre gayri menkulde gasbedilir.
«İcare akti, icare olunan nesnenin gasbedilmesiyle münfesih olurmu? ilh...» Bu ihtilâfın semeresi
şu meselede görülür: «İcare müddeti bitmeden gasp ortadan kalkarsa icare feshedilmez.»
görüşüne göre kalan müddette faydalanır ve hissesine göre ücretini verir. Ebussuud. Musannıfın
sözü de bu görüşe göre tertip edilmiştir.
«İcare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret verilmez ilh...»
İcare verdiği evi bir odası hariç müstecire teslim etse, veya icare verdiğı evde müstecirle beraber
otursa yine hüküm böyledir. Bahır'da da böyle denilir.
Şürünbülâliyye'de Burhan'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kiraya verilen toprağı, ekilmeden önce
su bassa, gene ücret gerekmez. Ama eğer. kiraladığı toprağı semavî bir âfet telef ederse,
Muhammed'den gelen bir rivayete göre: ücretin tamamını verir. Çünkü orasını ekmiştir. Ama fetvâ
yalnız o afete kadar ki müddetin ücretini vermesi afetin yok ettiğinin yerine yenisini ekme fırsa
olmadığı takdirde vermemesi tarzındadır.
Şârih, ileride icârenin feshi babının hemen başında bunu zikredecek ve Velvaliciye'de bu kavle
itimad edildiğini, Haniye'de de birinci görüşle hükmedildiğini söyleyecektir.
«Birisinin şefaatiyle gasıbı çıkarmak mümkün olursa ilh...» Yâni gâsıbın gönlünü almakla veya
kuvvetli bir kimsenin gücü ile elinden alınırsa, Eğer bu imkânlar varsa, her ne kadar gâsıbı o
mülkten çıkarmasa da ücret düşer. Çünkü o zaman müstecir kusurludur. Ama eğer gasıbı çıkarmak
ancak, ona bir miktar mal vermekte mümkünse. o zaman o malı vermek müstecire gerekmez. Kınye
ve başka kitaplarda do böyledir. Bunu, Eşbah'ın haşiyesinde Ebussuud zikretmiştir.
«Hale göre hükmedilir ilh... » Kirâlanan binada müstecirden başkası oturuyorsa, söz müstecirindir.
Ücret vermesi de lazım gelmez. Bahır.
«Değirmen meselesi gibi ilh...» Yani. mucir ile müstecir müddet bittikten sonra değirmenin
suyunun kesildiği konusunda ihtilaf etseler. (0 esnâda suyun akıp akmayışına göre hükmedilir.)
Bu ihtilaf hususunda Tatarhaniye'nin yirmibeşinci faslında şöyle denilmektedir: «Buradaki ihtilâf iki
yönlüdür: Ya suyun kesilme müddetinin miktarında ihtilaf edilir, mesela mal sahibi beş gün
kesildiğini iddia ederken müstecir de on gün kesildiğini söylerken mal sahibi, suyun hiç
kesilmediğini iddia eder. Miktarla ilgili ihtilafda söz yemini ile birlikte müstecirindir. Suyun kesilip
kesilmediği hususunda ise, hale göre hükmedilir. Eğer su husumet vaktinde akıyorsa söz, yemini
ile birlikte mal sahibinin, kesik ise, müstecirindir.» özetle.
Açıktır ki bu, beyyineleri olmadığı takdirdedir. Nitekim musannıf da böyle demiştir. Bundan dolayı
da Zahire'de şöyle denilmektedir: «Eğer müstecir geçmişte suyun kesik olduğuna dair beyyine
getirirse husumet vaktinde aksa bile onun beyyinesi ile hükmedilir.»
Musannıf meseleyi ücretlinin damadı babının sonunda zikredecektir.
«Kiralanan malda oturan kimsenin sözü kabul edilmez ilh...» Yani ev sahibi içersinde bir başkasının
oturduğu evi diğer bir şahsa icare verse ve kiracıya git eve otur dese müddet bittikten sonra «Evde
oturan adam benim oturmama mani oldu.» dese, fakat buna delil getiremese, evde oturan şahıs
ister evde oturduğunu ikrar, ister inkâr etsin, sözüne itibar edilemez. Çünkü o başkasının aleyhinde
ya şahitti, ya da mukırdır. Bir kişinin başkası aleyhindeki ferdî şehadet veya ikrarı kabul değildir.
İhtilâf mal sahibi ile müstecir arasındadır. O zaman bakılır: Eğer münazaa esnâsında müstecir
kiraladığı evde oturuyorsa, söz mal sahibinindir. Eğer evde bir başkası oturuyorsa, o zaman da
kirâcının sözü kabul edilir. Zahire.
«Çünkü ona akit ile mâlik olmamıştır ilh...» Eğer, «buna göre; ücretten ve kefaletten ibra etmenin.
ücret karşılığında rehin vermenin sahih olmaları müşkül olur.» denilirse, ben derim ki, «hayır,
müşkül olmaz. Zira o, sebebin varlığı üzerine bina kılınmıştır. Ama bu mesele yaralamadan sonra
kısastan affetme meselesine benzer. İtkanî.
«Menfaatlenme imkânından maksat ilh...» Şarih bu sözü ile metindeki ifadenin mukadder bir hüküm
üzerine binâ edildiğine işaret etmektedir.
«Malın müştecire teslim ilh...» Bu söz; bir mal kiralamak üzere tayin edilen vekile de şamildir. Şu
kadar var ki, icarlanan evde bizzat vekil oturursa; Ebû Yusuf «ücret yoktur.» demiştir. İmam
Muhammed ise, «Evin kirası müvekkile aittir.» Zira vekilin teslim olması müvekkilinin teslim alması
gibidir. Çünkü kabız, evvelâ müvekkil için olmuş, vekil de oturmakla gasıb durumuna düşmüştür.
Gâsıba da ücret vermek vacib değildir.



Ancak bu pek uygun değildir. Çünkü, kiracıdan edilen gasıb ondan o ücreti düşürür. Bezzaziye.
«Alım satımda olduğu gibi ilh...» Yani, hac mevsiminden evvel Mekke gibi bir yerden bir ev satın
alsa ancak satıcı evi hac mevsimi geç-tikten sonra teslim etse müşteri bunu kabul edip etmemekte
muhayyerdir. Çünkü satın almayı arzulatan şey ortadan kalkmıştır. T. Bunu hiç kimseye isnad
etmemiştir.
Halebî de şöyle der «Satılan geminin bazısı başkasının hakkı çıksa, müşteri muhayyerdir. Çünkü o
zaman pazarlık parçalanmış olur.»
Şeyhlerimizin şeyhi -Rahmetî de şöyle demiştir: Halebinin dediğinden; müstecire mutlaka
muhayyerlik hakkının olduğu anlaşılır. İster arzu edilen bir vakit olsun, ister olmasın eşittir. Çünkü
pazarlık bölünmüştür. Ayrıca malı müddetin başında teslim etmemiştir. Halbuki çoğu kez müstecir,
kiralayacağı mala şiddetle muhtaçtır. Buna güvenip başka mal kiralamayacaktır. Bu müddetin bir
kısmı geçtikten sonra icareyi bağlayıcı kabul etmekte mutazarrır olmaktadır. Düşünülsün.»
En uygun görüş, Ebu Tayyibi'n söylediği şu sözlerdir; «Satışta, satılan malda dikiş bilme ve kâtiplik
gibi müşteriyi satın almaya rağbet ettirecek bir özellik bulunmadığı takdirde müşteri muhayyerdir.»
«Anahtarı kaybetse iIh...» Bu söz eve girme kudretinin olmayışının illetidir. Zahîre'nin ibaresi ise
şöyledir: «Camiü'l-Asgar'da: «Birisi diğerine bir dükkân kiralasa, anahtarını da verse, kiracı
dükkânı açmasa ve anahtar birkaç gün kaybolsa, sonra anahtarı bulsa, eğer o anahtarla dükkâ
açabilme imkanı varsa geçen günlerin kirasını vermesi lâzımdır. Açma imkâyoksa geçen günlerin
kirasını vermez.» denilmiştir.»
Bezzâziye'de de şöyle denilir: «Eğer zahmetsiz ve masrafsız açmaya kadir ise ücret vermesi
gerekir. Yoksa gerekmez. «Mülk sahibinin» «Kapıyı kırarak girseydin» gibi bir söz söyleme hakkı da
yoktur.
«Mal sahibi ile müştecir ihtilâf etseler ilh...» Yâni kayı açma gücünün olup olmadığında ihtilaf
etseler duruma göre hükmedilir.
Zehîre'de de şöyle denilir: «Mal sahibî ile kiracı ihtilâf etseler ve ikisinin de beyyinesi olmasa, o
zaman mal sahibinin kirâcıya verdiği anahtara bakılır. Eğer kapının kilitlenmesine uygun olsa ve
onunla açma imkânı da varsa söz mal sahibinindir. Yoksa söz müstecirindir.»
«Her ikisi de beyyine getirse mal sahibinin beyyinesi ilh...» Yani anahtar kaya uymuyorsa. Zira
beyyine hâlin hilafına olduğu zaman, değirmen meselesi gibi, o andaki durumla hükmedilemez.
Halin hakem kılınması, ancak Mal sahibi; anahtarın, kilitlemeye uygun olduğu halde kiracının onu
değiştirdiğini iddia ederken, kiracı anahtarın aslından uygun olmadığını iddia ederse mümkün olur.
Zahire.
«Binanın satışındaki ilh...» Yani birisi bir ev satın alıp anahtarını teslim almasına izin verilir ve
verilen anahtarla külfetsiz olarak kapıyı açıyorsa adam o evi kabzetmiş sayılır. Yok eğer açmıyorsa,
evi kabzetmiş sayılmaz. Minah.
Bu anlatılanlardan anlaşıldı ki, müstecirin, kirâya verilen evi teslim almasına izin verilir ve verilen
anahtarla külfetsiz olarak kapıyı açmak mümkün olursa anahtarı teslim o binayı teslim demektir. Bu
durumda, evde oturmasa bile geçen müddetin ücretini vermesi lazımdır. Kınye'de bu evin şehirde
olması kaydı konmuştur. Zira Kınye sahibi ;«Kiracı anahtar elinde olduğu halde şehirde mahsur
olsa, şehir dışında anahtarı teslim etmek evi teslim demek değildir. Bunu Bahır ve Minah sahipleri
de ikrar etmişlerdir.
Şu kadar var ki bu hüküm Kariü'l-Hidaye'nin fetva verdiği görüşün aksinedir. Onu Eşbah'ın
muhaşşisi ikrar etmiştir. Nitekim çeşitli meseleler bahsinde hemen önce bu mevzunun tamamı
gelecektir.
«Ev veya tarlanın icaresinde her gün ücret istenir ilh...» Burada maksat; menfaat, mesele kat etmek
ve iş üzere yapılan icare akitlerinin hepsidir, sadece ev veya tarla değil.
«Günü ve yerini beyan etmişse ilh...» Yani akitte ücretin ödenme vaktini beyan ederse, beyan ettiği
vakit taayyün eder. Bundan ötürü de Azmiye'de şöyle denilmiştir: «Bu hüküm, eğer ücret peşin
veya vadeli ya da aydan aya diye konuşulmamışsa, böyledir.» Bu Hûlasada beyan edildiğine göre,
Fukahânın tümünün görüşüdür.
0 zaman, musannıfın metinde zikrettiği mesele, akitte ücretin ödeme vaktinin konuşulmaması
durumu için geçerlidir.
«İşini bitirip teslim ettiği zaman ilh...» Ebu Hanife önceleri «menfaatın tamamı elde edilinceye ve iş



bitene kadar ücretin verilmesi gerekmez, zira akit, o menfaat veya işin üzerine yapılmıştır. Satılan
malın bedelinde olduğu gibi ücret, cüzler üzerine, taksim edilmez.» diyordu. Sonra, bu sözünden
dönerek şöyle dedi; «İcâre aktı bina ve tarlanın icaresi gibi muayyen bir müddet veya binek
hayvanının kiralanması gibi bir mesafenin aşılması üzerine yapılmışsa, istifade ettiği zaman kadar
ücret vermesi vacibtir. Eğer kolayca bilmiyorsa; evde her gün için, mesafenin alınmasında da her
bir merhale için ücret verir.» Kıyasa göre:
eşitliğin tahakkuku için hesap edilerek her saatin ücretinin verilmesi lazımdır. Şu kadar ki, onda da
zahmet vardır. Eğer icare akti dikiş ve boya gibi şeyler üzerine yapılmışsa, o zaman ücret ancak o
işin bitiminde gerekli olur. İşçi işi bitirir, ücretin tümünü birden alır. Çünkü üzerinde akit yapılan
şeyin bir kısmının yapılması fayda vermez. Yine -mesela terzi veya boyacı- iş verenin evinde çalışsa
dahi işi bitirene kadar ücretten hiçbir şey hak edemez. Nitekim bunu Hidaye ve Tecrid sahibi de
zikretmişlerdir.
Mebsut, Fevaid-i Zahîriyye, Zahîre. Şeyhülislam'ın Mebsut'u, Fahrülislam'ın, Cami'inin şerhi,
Kâdîhan ve Timurtaşî'de şöyle denilmektedir: «Terzi elbiseyi işverenin evinde dikerse, diktiği
kadarının ücretini alabilir. Hatta bir kısmını diktikten sonra elbise çalınmış olsa, o diktiği kısmın
parasını alır. İşte bu delâlet ediyor ki; geçen meselelerin hepsinde işin bir kısmını yapmakla ç
kısmın ücretini almaya hak kazanır. Şu kadar var ki, yaptığı kısmı iş sahibine teslim etmesi şarttır.
Evde oturmak ve mesafeyi katetmekte ise evin teslimi ve mesafenin katedilmesi ile teslim etmiş
sayılır. Dikişe gelince diktiği kısmı hakikaten veya hükmen teslim etmesi gerekir. İşverenin evinde
dikmesi hükmen teslim sayılır.
Zira onun evi kendi elindedir.» Zeylâî. Özetle.
Bu meselenin özeti şudur: Fukaha, Ebû Hanife'ye göre teslim etmeden işin yapılan kısmına karşılık
ücret verilmesinin asla vacib olmadığında ittifak etmişlerdir. Teslim edildiği takdirde işçi evde
oturmak ve mesafeyi katetmekde, oturduğu müddetin ve katettiği mesafenin nisbetinde ücret
verilmesi gerekir. Fakihler, imamı Azam'ın dikiş gibi bir iş yapmak için yapılan icâredeki görüşünün
ne olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğuna göre yaptığı işi teslim ederse, bu teslim hükmen de olsa,
ücretin verilmesini gerektirir. Ancak, Hidaye ve Tecrid sahibleri çoğunluğa muhâlefet ederek
«Gerekli değildir» demişlerdir.
Zeylâî de şöyle demektedir: «Hidâye ve Tecrid sahiplerinin sözü, Ebu Hanife'nin sonraki görüşü
olarak rivayet edilen, iki tür icâre arasında fark olduğu tarzındaki görüşe daha yakındır. Fukahanın
ekserinin zikrettiğine göre bütün icâreler arasında hiçbir fark yoktur.»
İşte bununla anlaşılmış olmaktadır ki: musannıfın, içi bitirme teslim etme kayıtları Hidaye'deki
ifadeye binâendir. «Teslim» sözü hem hakîkî. hem de hükmî teslime şamildir. Hükmen teslim de
musannıfın «Eğer işverenin evinde çalışırsa» sözüyle tabir ettiğidir. Musannıf bu tabirin yerine
«Hükmen de olsa» dese idi. ifadesi daha kısa ve daha açık olurdu. O halde, «bu tabire hiç lüzum
yoktur» diyenlerin sözü de anlamsızdır. Anla.
«Emeğinin bir eseri olan herkes îlh...» Yani yapacağı iş, elinde helâk olduğu takdirde o işin ücreti
yoktur. Şarih bir yaprak sonra eser-den muradın ne olduğunu zikredecektir.
«Diktikten sonra malın bir kısmı çalınsa ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda fakihlerin çoğunun
sözü olarak geçen «Hükmen de olsa, teslim etmişse, yapılan kısımdan dolayı ücret gerekir.»
sözlerinden dolayıdır. Şarih bu kavliyle, Bahır'da zikredilenle musannıfın hatasını işaret etmek ister.
Zira. Bahır sahibi, talebesi, musannıf şerhinde «Bina meselesi Asl'da, «Binadan yaptığı kısmın
ücretini alması gerekir. Çünkü yaptığını mülk sahibine teslim etmiştir.» diye nassa dayanılarak
zikredilmiştir.» diyerek Allâme Tûrîye uydu» demektedir. Kerhî de bunu Hanefi mezhebinin
alimlerinden nakletmiştir. Gayetü'l-Beyan'da da Hidâye'yi redden bu mesele kat'î olarak kabul
edilmiştir. O halde mezhebin asıl görüşü budur» demişlerdir. İşte bundan ötürü musannıf, yani
Kenz'in sahibi buradaki ifadesi her ne kadar mutlaksa da Mastaşfâda bu görüşü ihtiyar etmiştir.
Demek ki, «şarihin sözünde kapalılık varsa» gibi, güzel bir yön vardır. Anla.
Şu kadar var ki, Hidaye'deki ifadeye «Mezhebin hilafınadır» denilmesini düşünmek gerekir. Bu
yukarıda Zeylâî'den naklen geçen ifade ile açığa çıkmaktadır. Eğer Hidâye'deki ifadeyi «Esahhın
hilafı» kabul etseydi daha uygun olurdu. Düşün.
«Bir kısmını diktikten sonra ilh...» Yani mal işverenin evinde çalınsa. Ama eğer terzinin dükkanında
çalınırsa, bütün ulemanın ittifakıyla ücret yoktur. Çünkü bu durumda teslim hiç gerçekleşmemiştir.
Ücret ancak teslimle olur.
«Bir binânın, bir kısmını yaptıktan sonra yıkılsa ilh...» Yani binayı bitirmeden önce yıkılsa.



«Elbise sahibi teslim almadan önce ilh...» Yukarıda geçtiği üzere işverenin evinde yapılan iş
hükmen ona teslimdir.
«Mal sahibinden ücret talebinde bulunamaz ilh...» Zira terzilik, üzerinde işin eseri görülen
şeylerdendir. O halde satılan malda olduğu gibi tesliminden önce ücreti gerekmez.
«Söken adama ücret tazmin ettirir ilh...» Yani terzi söken adamdan dikiş bedelini alır. Çünkü bu
telef ettiğinin bedelidir. Onun sökmesi terzinin ücretini düşürmüştür. Bahır.
«Tazmin ettirir ilh...» Yâni baştan mal sahibi ile konuşulan ücreti değil onun söktüğü kadarını alır.
Çünkü konuşulan ücret ancak akitle alınabilir. Terzi ile söken adamın arasında ise akit yoktur.
Rahmetî.
«Terzi malı tekrar dikmesi için cebredîlmez ilh...» Çünkü o işi almış ve aldığı işi de yapmıştır.
Rahmetî.
«Ama terzi kendisi sökerse sanki hiç dikmemiş gibi tekrar diker ilh... » Zira taahhüt ettiği işi
tamamen yapmadığından yeniden dikmesi için cebredilir. Zira icare akti, bağlayıcı bir akittir.
Rahmetî.
«Esah kavle göre terzi kumoşı biçmekten dolayı ücret alamaz ilh...»
Bu kavil, Hülâsa ve Bezzâziye'de de esah görülmüştür. Fukaha meseleyi şöyle farzetmişlerdir:
Adam kumaşı verir, terzi de keser. Ama dikmeden ölür. Bu meselenin talilini de şöyle yapmışlardır
ki, âdet olarak ücret, kesim değil. dikiş içindir.
Ben derim ki: Terzi kumaşı biçtikten sonra ölmese, ihtilâfın tesiri yoktur. Çünkü dikiş için
cebrolunur. Şu kadar var ki. eğer kesimden sonra terzi ile kumaş sahibi akti feshetseler, zahir olana
göre onun hükmü de ölüm gibidir. (ücret verilmez.) Teemmül et.
Yukarıdaki tâlilden anlaşıldığı üzere kumaşı terziye yalnız kesim için verse, kesim ücretini vermesi
Iâ2imdır. Zira akit yalnız kesim üzerine yapılmıştır.
«Eşbah'ın haşiyesinde ilh...» Bu haşiyenin yazarı Şeyh Şerafeddin el-Gazzî'dir. Haşiye'de şöyle
demiştir: «Ben derim ki. Kâdîhân'ın Fetevâ'sında ve Zahîriye'de şöyle bir ifade vardır: «Terzi kumaşı
kesse de dikmeden ölse, onun kesim ücretini vermek lazımdır.» Sahih olan da bu görüştür.
Câmiü'l-Müzmarât ve Müşkîlat'ta da Kübra'dan naklen «Fetva bu kavil üzerinedir.» denilmiştir.
Uygun olan bu kavle itimad etmektir. Zira o, «Fetva bunun üzerinedir.» sözüyle teyid edilmektedir.»
«Fetva birinci kavil üzerinedir ilh...» İfadenin doğrusu, «birinci» değil «ikinci kavil üzere»
denilmesiydi. Nitekim az evvel Kübra'nın ibaresini gördün. Benim Tatarhaniye'de gördüğüm de
yle.
«Cevhere ilh...» Bunun misli Gâyetü'l-Beyan'da da vardır. Orada «Tandırdan çıkardığı miktarda işi
un sahibine teslim etmiş sayılacağı» illet gösterilerek böyle demiştir. Bunun zahiri, terzilik
meselesinde gecen ihtilafın burada cari olmadığını gösterir. Herhalde cari olmamasının illeti,
intifanın mevcudiyetîdir. Teemmül et.
METİN
Ekmekçi ekmeği tandırdan çıkardıktan sonra onun bir dahli olmadan ekmek yansa, emeğinin
karşılığını alır. Zira ekmeği, ekmek sahibinin evine koyduğu için teslim etmiş sayılır. Ekmeğin
yanmasından sorumluda olmaz. Çünkü bir kusuru yoktur.
Fakat İmameny; pişirdiği ekmeğin unu kadar ekmek sahibine borçlu olduğunu ve ücret de
alamayacağını söylemişlerdir. Mal sahibi dilerse ona ekmeğini ödettirir ve ücretini verir.
Ekmekler tandırdan çıkarılmadan yansa, işçi ücret alamadığı gibi ittifaken mal sahibine ekmekleri
öder. Çünkü onda kusuru vardır. Dürer ve Bahır.
Ama ekmeği ekmeğin sahibinin evinde değilde kendi evinde, veya başkasının evinde pişirse,
yandığında veya çalındığında ücret alamaz. Çünkü hakikaten teslim etmemiştir. Fakat yandığı ve
çalındığı takdirde zamin de olmaz. Çünkü ekmek onun elinde emanettir. Bu müşterek işçi
meselesidir. İleride gelecektir. Cevhere.
Ekmek tandırdan çıkarılmadan yansa veya elinden düşse, o zaman işçi ekmeği öder. Ekmek sahibi
muhayyerdir. Diterse kıymetini ekmek olarak alır ve işçiye ekmek pişirme ücretini verir. İsterse
unun ücretini alır ve ücret vermez. Çünkü mal teslimden evvel helâk olmuştur. Ekmeği ödettirme
meselesinde işçi yanan odunu ve sarfedilen tuzu tazmin etmez.
Aşçı yemekleri kaplara doldurduktan sonra ücretini hak eder. Fakat müstecir yemekleri kendi evi



için pişirttiriyorsa, o zaman kaplara koymak şart değildir. Cevhere. Bunda asıl örftür.
Aşçı yemeği bozsa veya yaksa veya iyice pişirmese. o yemeği öder.
Birisi yemek veya ekmek pişirmek üzere bir eve ateş getirse ateşten düşen bir parça evde yangın
çıkarsa, işçi izinli olduğu için zamin değildir. Ev sahibi de evde bulunan bir misafirin yangında
yanan eşyasına veya kendisinin yanmasına zamin değildir. Çünkü taaddisi yoktur.
Ücretle kerpiç yapan kimse kuruyan kerpiçleri yerinden kaldırdıktan sonra dikerse ücreti hak eder.
Buna ikame denir. İmameyne göre ise ancak kerpici kurutup istif ettikten sonra ücrete müstehak
olur. İbni Kemal, Uyûn'a nisbetle İmameynin kavli ile fetvâ vermiştir. Zikredilen hüküm işçinin
kerpici mal sahibinin yanında dikene kadar ücrete müstahak olamaz. İmameyne göre, ise, ancak
kurutup istif ettikten sonra ücret alabilir.
FER'Î MESELELER:
Kerpiç yapımında kullanılan kalıp kerpiççiye, toprak işverene aittir.
Yükü eve getirmek hamala aittir. Çuvallara boşaltmak veya yüksek bir yere çıkarmak ise şart
koşulmadıkça hamala ait değildir.
Yük taşıyacak hayvanın semeri, eğeri, ipi ve çuvalları hayvanı kiralayana aittir.
Yazı yazdırmak için yapılan akitte mürekkeb katibe aittir. Kağıdın da katibe ait olmasını şart
koşmak, icare aktini ifsad eder.
Boyacı ve çamaşırcı gibi nesnede emeklerinin eseri görülen kimseler, ücretlerini alabilmek için
boyadıkları veya temizledikleri nesneleri ellerinde tutabilirler.
Burada eserden murad, koku veya boya gibi işçinin mülkü olan bir şey midir, yoksa görülen ve
müşahade edilen şeyden mi ibarettir? Bu konuda iki görüş vardır. Bu görüşlerin tercih edileni
ikincisidir. O halde çamaşırcı, fıstıkçı, kırıcı, baltacı, değirmenci, terzi, ayakkabıcı ve köle tıraş eden
berber gibi işçiler, ücretlerini almak için üzerinde iş yaptıkları malı sahibine vermeyebilirler.
Mücteba.
Malı vermeme hakkı ücretin peşin ödenmesi şart koşulduğu takdirdedir. Ama eğer ücret vadeli
ödenecekse, o zaman malı elinde tutamaz. Bu, işçinin işi, işverenin evinde yapmasına benzer. Zira
iş işverenin evinde olmakla, hükmen kendisine teslim edilmiş olur. İşçi işi müstecirin evinde yapsa
bile malı telef ettiği takdirde, taaddi etmişse zamin olur. Gaye.
İşçi. ücretinin karşılığında yaptığı malı sahibine vermese malda telef olsa ücret alamaz. Fakat
taaddisi olmadığı için ona zamin de olmaz.
İZAH
«İmameyn unu kadar borçlu olduğunu söylemişlerdir ilh...» Bu ihtilaf Hidaye'de zikredilmiştir. Buna
göre; işin işverenin evinde yapılması ile, başka bir yerde yapılması arasında fark yoktur. Nitekim
ileride gelecektir. Yine bu, müşterek işçinin sorumluluğu konusuna girer. Bu meselenin özeti şudur
Mal imama göre müşterek iççinin elinde emanettir. İmameyne göre ise işçinin sorumluluğundadır.
Gayetü'l-Beyanda, zikredilen bu ihtilâfı Kudurî, İbni Sem'a'nın İmam Muhammed'den rivayet ettiğini
ylemiştir. Halbuki ne İmam Muhammed Camiü's-Sagır'da ne de onun şarihleri zikretmemişlerdir.
Aksine hiçbir kayıt koymadan mesuliyet yoktur.» demişlerdir. İşte bundan ötürü fukaha
«Camiü's-Sağir'deki mesele umumu üzerine caridir. Ebû Hanife'ye göre ise mal işçinin müdahalesi
olmadan telef olmuştur. İmameyne göre ise teslimden sonra helak olduğu için işçinin
sorumluluğundadır» demişlerdir.
Bahır ve Minah isimli eserlerde de İtkanî'nin Gayetü'l-Beyan'da zikrettiği görüşe göre hareket
edilmiştir.
Sadece Minah ve Bahır'a müracaat etmiş olan bazı alimler şarihin zikrettiği meselede «Kalemi
yanılmıştır. Bununla birlikte Hidâye'ye uyan kimse sapmaz.» demişlerdir.
«Taksiratı vardır ilh...» Yani piştikten sonra tandırdan çıkarmamıştır. Mal sahibi eğer
yananekmekleri ekmek olarak tazminettirirse, pişirme ücretini verir. Eğer un olarak tazmin ettirirse,
pişirmeücretini vermez. Bahır.
«Hakikaten teslim etmemiştir ilh...» Yanı işverenin evinde yapılmamıştır. Bu sebeple hükmen teslim
yoktur. O halde hakikaten teslim etmesi lazımdır. Bu da olmadığına göre ücret vermek gerekmez.
«Çalındığında ilh...» Burada uygun olan «yansa» kelimenin de ilavesi idi. T. Ben sanıyorum ki,
şarihin bu sözü terketmekteki maksadı ekmeğin tandırdan çıkardıktan sonra çalınmasıdır. Yanma



ise tandırdan çıktıktan sonra nadiren olur.
«Ekmek yansa veya elinden düşse ilh...» Yukarıda, müstecirin evinde olsa hükmün böyle olduğu
geçti. Eğer musannıf geçen kavlini ve ondan evvelki «ücret yoktur ve zamin olur» Kelimelerini de
ylemeseydi de, buradaki ifadeyi her iki meseleye rücu ettirseydi daha iyi olurdu. Nitekim bunu
Tahtâvî de ifade etmiştir.
«Ekmek pişirme ücretini verir ilh...» Zira pişirilen ekmek müstecire manen ulaşmıştır. Çünkü
ekmeklerin kıymeti eline ulaşmıştır. T.
«Yanan odunla sarf edilen tuzu tazmin etmez ilh...» Zira o, yanan ekmekleri zamin olmadan önce,
onların ikisini de kullanmıştı. Ekmeklere zamin olduğu vakit de yanan odunlar kül olmuştur. Zeylaî.
«Kendi ailesi için kiralamışsa...» Şarihin bu sözü musannıfın zikrettiğinin ziyâfetlere ait olduğunu
ifade etmektedir. Ziyafetlerin nev'î ise onbirdir. Alimlerden bazısı bu onbir ziyafet türünü nazmen
şöyle ifade etmişlerdir:
Ziyafet ondur, bir de ilave edilir. Onları sayanlar akranları içerisinde aziz olur. Çocuk doğduğunda
verilene hurs, Çocuk için verilenede akika denir. Çocuğun sünnetinde verilene İ'zar, Kur'an ve
adâbı hıfzettiğinde verilene de hızak denilir. Çünkü Kur'anı okumakta mahir olmuştur. Nikahta
verilene melâk, düğünde verilene de velîme denir. Düğünün ilanını ihmal etme. Sebepsiz verilene
me'debe, bina için verilene de vekîre denir. Seferden dönüş için verilen nakîa'dır. Bir felâket anında
verilene de vadîme denir. Bunu komşular verir. Recep ayının başlaması üzerine kesilen hayvan ve
verilen yemeğe de atîre denir.»
«Bunda asıl örftür ilh...» İcare akti şartsız olduğu zaman mutad olana şamildir. Ama şart koşulursa
bunun hilafınadır. İtkanî.
«Aşçı yemeği pişirmese veya yaksa öder ilh...» Ekmek bahsinde geçen ifadeye göre yemek
sahibinin muhayyer olması gerekir. Dilerse yemeğe sarfedilen malzemeyi alır, aşçıya ücret vermez.
Dilerse pişirilmiş ücreti tazmin ettirir ve ona pişirme ücretim verir. T.
«Kerpiç yapan kimse ilh...» Kerpiç kalıbı tek değilse veya bunlardan birisi örfen diğerlerine galip
değilse kalıp tayin edilmediği takdirde kerpiç yaptırmak üzere yapılan icare akdi fasittir. Kuhistanî.
özetle.
«İkame ettikten sonra ilh...» Zira kerpiçleri ikame etraflarını düzeltmek içindir. O halde o da kerpiç
kesimine dahildir. İkâme; kerpiçler kuruduktan sonra onları yerden kaldırıp dikmektir. Kerpiçleri
kalıba dökse, fakat ikame etmezden önce yağmur bozsa müstecirin evinde bile olsa ücret vermek
lazım değildir. Kuhistanî.
«İstif ettikten sonra ilh...» İmameynin bu görüşlerinin delîli istihsan dır. Zeylaî. Herhalde onların
görüşlerinin müftabih olmasının sebebi, bunun istihsal oluşudur. Ancak İtkanî onların delillerinin
zayıf olduğunu söylemiştir. Teemmül et.
Bahır'da da şöyle denilmektedir: «İhtilafın faydası şurada ortaya çıkar: Kerpiçler kuruyup istif
edilmeden telef olsa, İmam-ı Azama göre müstecirin malından telef olmuştur. İmameyne göre ise
işçiden gider. Ama kerpiçler yerden kaldırılmadan önce telef olursa, her üçünün icmaına göre ücret
yoktur.»
«İmama göre onları, mal sahibinin yanında yerden kaldırılmış olarak sayıncaya kadar ilh...»
Mustasfâ'nın ibaresi şöyledir: «İmama göre kerpiçleri diktikten sonra İmameyne göre de istif
ettikten sonra ücrete müstahak olur.» İzah ve Mebsut'ta da böyledir.
Mustasfa sahibi ücreti hak etmek için kerpiçleri saymayı şart koşmamıştır. Evlâ olan da budur.
Çünkü saymadan da teslim etmiş olsa ücretini alabilir. Bahır.
İtkanî'de Tahavî'nin şerhinden naklen Mustasfa'daki ibarenin benzerini zikretmiştir. Teslim
kelimesini müstecir ile kerpiçleri başbaşa bırakmak şeklinde tefsir etmiştir.
«Kâğıdın da katibe ait olduğunu şart kılmak, icare aktîni îfsad eder ilh...» Ama mürekkebi ona şart
koşmak icare aktini ifsad etmez. Hamevî.
«Ücret almak için malı elinde tutabilir ilh...» Yani malı sahibine vermeme hakkına sahiptir. Burda
şöyle bir müşkül ortaya çıkar. Ücreti talep etmek, yukarıda da geçtiği gibi ancak teslimden sonra
olabilir. Malı hapsettiği zaman ne teslim, ne de ücret isteme vardır. Bu müşkülün şu şekilde def'î
mümkündür: Yukarıda geçen söz, işi bitirip teslim ettikten sonra talep edebilir anlamına gelir.
Sözün kendisi varken mefhûmu muhalifine bakılmaz. Sayıhanî.
0 zaman da «İbârede teslimin anılmasında bir fayda olmaz. Çünkü fukaha, «Ücret ancak teslimle



vacibtir.» demişlerdir şeklinde bir itiraz gelebilir. Eğer mal teslimden önce işçinin elinde helak
olursa ücret düşer. Çünkü işçi üzerinde emeğin eseri olan ma'kudunaleyhi teslim etmemiş-tir. Ama
emeğin eseri olmayan iş böyle değildir. Çünkü onda ücret işi bitirdikten sonra gerekli olur.
Buradaki «hapis» kelimesine «teslimden sonra geri alma hakkı vardır» diyerek teslimden sonra
hapis demek de mümkün değildir. Musannıfın aşağıdaki sözü buna delâlet eder: «Ücretini almak
için nesneyi hapsetme, o da zayolsa, ücret yoktur.» Halbuki, teslimle ücret gerekli olur. Üstelik
adamın, müstecirin evinde yaptığı işte olduğu gibi hûkmî teslimde de işçi malı hapsedemez. Hakiki
teslimden sonra nasıl hapsedebilir? O zaman zahir olan: «hapseder» kelimesinin manası işçinin
zamin olmamasıdır. Çünkü onun hapsetme hakkı olmasaydı teslimden sonra zayi olması
durumunda zamin olurdu. Düşünülsün.
«Esah olanı ikinci kavildir ilh...» Gurerü'l-Efkar'da ve Kadıhan'a uyularak Gayetü'l-Beyan'da da bu
kavil sahih görülmüştür.
Bahır'da ise şöyle denilmiştir: «Nesefî Mustasfa isimli eserinde Zahîre'ye nisbetle birinci kavlin
sahih olduğunu söylemiştir. O halde bu meselede esah olan kavlin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
Halbuki iki kavilden birisini tercih etmek gerekir. Hidâye sahibi; elbiseyi yıkamayı yük taşımanın
benzeri sayarak tercih yapılması gerektiğini söylemiştir.»
«Terzi ve ayakkabıcının ücret almak için malı ellerinde tutma hakları vardır ilh...» Bu kavil Zahîriye
sahibinin zamanındaki örfte «İplik kumaş sahibine aittir.» sözüne göre açıktır. Ama ondan evvelki
«iplik terziye aittir» örfüne göre -ki o, şu anda bizim de örfümüzdür- Bu söz açık değildir. Çünkü
iplik de boya gibidir. Sayıhanî.
«Hükmen kendisine teslim edilmiş olur ilh...» Çünkü ev işverenin evidir ve kendisinin elindedir.
Buna göre hükmî teslim. hakiki teslim gibidir ki, hakiki teslimde de malı hapsetmeye malik değildir.
«Taaddisi olmadığı için ilh...» 0 zaman eskiden olduğu gibi elinde emanet olarak kalır. İşte bu da
sorumlu olmamanın illetidir. Ücret almamanın illeti ise, üzerinde akit yapılan nesnenin teslimden
önce helâk olmasıdır.
METİN
Sırtı ile veya hayvanla yük taşıyan hamal, gemici, elbiseyi güzelleştirmek için değilde, temizlik için
yıkayan -Mücteba- kimseler gibi, işinde emeğinin eseri görülmeyen ücretliler, ücret için malı
hapsedemezler. Eğer hapsederse, gasp sorumluluğu gibi sorumlu olurlar. Bu kendi konusunda
gelecektir. O zaman malın sahibi muhayyerdir. Dilerse o, nesneyi bedeli ile tazmin ettirerek evine
getirtir ve taşıma ücretini verir: dilerse, taşıtmak-sızın yalnız tazmin ettirir ve ücret ödemez.
Cevhere.
İşveren. «Sen kendin bizzat yapacaksın» diye işçinin kendisinin çalışmasını şart koşarsa, işçi kendi
yerine başkasını, çalıştıramaz. Ancak ücretle tutulan süt annesi, şart koşulsun, veya koşulmasın,
kendi yerine çocuğu bir başka kadına emzirtebilir. Hülasa.
İşveren işçiyi mutlak şekilde «Şu işi yap.» diye tutsa işçi bir başkasına da yaptırtabilir. Musannıf
«Başkasına da yaptırabilir» ifadesiyle, işçi aldığı işi ücretle bir başkasına yaptırsa, zayi olduğu
takdirde mal sahibi ikincisine değil bizzat kendi adama tazmin ettirir. Hulâsa da bunu açıkça
belirtmiştir.
Musannıfın, işçinin bizzat kendi ameliyle kayıtlaması şunun içindir:
Eğer işveren işi verdiğinde bugün veya yarın diyerek vakit şart koşsa, o da şart kılınan vakitte
yapmasa, işveren birkaç kere yapılmasını taleb ettiği halde işçi ihmal etse ve mal çalınsa zamin
olmaz. Şemsü'l-Eimme, bu mesele sorulduğunda, «işçi zamindir.» diye cevap vermiştir. Hülasa'da
da böyle denilir.
«İşverenin şu işi sana, yapman için veriyorum.» sözü kayıtlama değil mutlaktır. Mustasfa. Buna
göre işçi bir başkasını tutarak da o işi yaptırabilir.
Birisi diğerini uzak bir yerde olan aile efradını getirmek üzere tutsa oma aile efradından bazıla
ölmüş olsa ve işçi geri kalanları alıp getirse, o zaman getirdiklerinin oranınca ücret alır. Bunu
musannıf; «Eğer müstecirin aile efradı, her ikisince de biliniyorsa» sözüyle kayıtlamıştır. Zira
ücretin, onların tümünün karşılığı olması böyle mümkündür. Eğer aile efradının kaç kişi olduğu
malum değilse, o zaman ücretin hepsini alır.
İbn-i Kemal şunu nakletmiştir: «Eğer aile fertlerinin sayılarının azalması ile külfet azalıyorsa, o
hesaba göre ücretini alır. Yok eğer meşakkat azalmıyorsa ücretin tamamını alır.»



Birisi diğerini «Şu mektubu veya şu paketi Zeyd'e götür.» diye tutsa, o da mektup veya paketi Zeyd
öldüğü veya kaybolduğu için geri getirse. onun için ücret yoktur. Çünkü terzinin elbiseyi diktikten
sonra geri sökmesi gibi, götürdüklerini geri getirdiğinden dolayı akdi bozmuştur.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Birisi diğerini belli bir ücretle bir yerdeki adamı çağırması için
kiralasa. kiralanan adam oraya gitse fakat adamı bulamasa ve geri gelse, işverenin ücreti vermesi
gerekir.»
Mektup veya paketi Zeyd'e götürmesi için tutulan kimse, Zeyd'in ölümü halinde götürdüklerini
varislerine, kaybolması halinde de geldiğinde ona teslim edecek bir adama verse, işverene yalnız
götürme ücretini vermesi gerekir. Bu da konuşulan ücretin yarısıdır. Dürer ve Gurer'de böyle
denilmiş musannıf da onlara uymuştur. Şu kadar var ki muhaşşiler bu ibarenin devamında ücretin
tamamının verilmesi gereğine itimad etmişlerdir.
Kuhistanî, Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «İşveren, teslim ettikten sonra cevabını getirmesini
şart koşarsa, cevabı getirmediği takdirde ücretin yansını verir. Eğer şart koşmazsa, o zaman
ücretin tamamını verir.»
Kuhistanî'den yapılan bu nakil ile Molla Husrev ile muhaşşilerin kelamları uzlaştırılsın.
Mektubu götüren adam Zeyd'i bulsa fakat mektubu ona vermese. işverenin hiçbir şey vermesi
gerekmez. Zira, üzerinde akit yapılan iş mektubu ona vermesidir. Bu da yerine getirilmemiştir.
İşçinin, götürdüğü mektubu yırtılmış olarak teslim etmesi halinde hükmün ne olacağı ihtilaf
edilmiştir.
Vakıf mütevellisi, vakıf arazisini ecr-i misilden farklı bir ücretle kiraya verse, müstecirin
-mütevellinin değil, nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır- müftabih kavle göre emsalinin
ücretinin tamamını vermesi lazımdır. Nitekim Telhis ve başka kitaplardan naklen Bahır'da da
yledir. Mecmeu'l-Fetevâda da denildiği üzere;
Vasi ve babanın, çocuğun arazisini icare vermesinin hükmü de yledir.
Vakıf arazileri veya menfaatlerinin gasbi halinde, dımânın gerekli olduğuna fetva verilir.
Ulemanın hakkında ihtilâf ettiği meselelerde vakfa faydalı olan husus hangisi ise fetva ona göre
verilir. Nitekim ulemâ fahiş bir ücretle icara verilen bir vakıf arazisinde, Allah'ın hakkını korumak ve
vakfı gözetmek üzere o icare aktini bozmuşlardır.
Ücretim peşin alarak mülkü kiraya veren kimse, borçlu olduğu halde ölse, icare feshedilir. İcare
verilen nesne müstecirin elinde ise, icare akti fasit bile olsa, müstecir ödediği ücretin karşılığını
alıncaya kadar o malda diğer alacaklılardan daha çok hak sahibidir. Şu kadarı var ki, kiraya verilen
mal helâk olsa bile alacağı düşmez. Zira icare verilen nesne her yönüyle rehin değildir. Ama rehin
yle değildir. Çünkü rehinin kendi kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise onun karşılığında
mazmundur. Nitekim rehin babında gelecektir. Mecmaü'l-Feteva.
İZAH
«İşinde emeğinin bir eseri görülmeyen kimse ilh...». Ancak kaçan köleyi geri getirip sahibine teslim
eden adamın ücretinin hükmü bu hükümden müstesnadır. İbni Kemal.
«Kumaşı temizlemek için yıkayan ilh...» Ama eğer güzelleştirmek için yıkamışsa, o zaman çamaşırcı
işinin eseri mal üzerinde görülen işçilerden olur. Zira: meselâ beyazlık gizli iken adamın yıkaması
ile açığa çıkmıştır. Dolayısıyla sanki onu yeniden beyazlatmış gibi olmaktadır. O zaman o işçi geçen
ihtilafa göre ücreti olmak için elbiseyi sahibine vermeyebilir.
«Konusunda gelecektir ilh... » Bu mesele şöyledir: Hapsettiği mal, elinde tuttuğu için zayolduğu
takdirde benzerleri varsa onun benzerini vermesi gerekir. Ama eğer benzeri piyasadan çekilmişse
gelecek ihtilafa göre piyasadan kaybolduğu veya hükmün verildiği ya da gasbedildiği gündeki
kıymetini verir. Eğer benzeri olmayan şeylerden ise, o zaman gasbettiği gündeki kıymetini verir.
Bunda bütün âlimler ittifak etmişlerdir.
«İşveren, «Sen etinle yapacaksın veya bizzat çalışacaksın.» diye bizzat işçinin kendisinin
çalışmasını şart koşarsa ilh... » Bu kavil metinlerin açık ifadesidir. Şerhler de bu kavil üzere
yürümüşlerdir. Hülâsa'dan naklen Bahır ve Minah'taki «Başkasının eliyle çalışma», ifadesini ilave
etmekse, önceki sözünü kuvvetlendirmek içindir. Böyle denilmediği takdirde, kiraya verenin sözü
mutlak olur, manasına kaydı ihtiyazî değildir.
«İşçi kendi yerine başkasını çalıştıramaz. ilh...» Çocuğu veya işçisi de olsa. Kuhistanî. Zira üzerinde
akit yapılan iştir ve muayyen bir şahıstan taleb edilmektedir. Bir diğeri onun yerini tutamaz. Ay



şekilde üzerinde akit yapılan şey birisini bir aylığına hizmet ettirmek için kiralamada olduğu gibi
menfaat olsa, yine başka birisi onun yerini tutamaz. Çünkü o zaman menfaati akitsiz olarak yerine
getirmek olur. Zeylaî.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Yukarıdaki görüşü dikkatle düşünmek gerek. Çünkü işverene
muhalefet ettiğinde, aldığı işi kendisinden daha usta birisine vermiş olsa, veya bir binekse onun
yerine daha kuvvetlisini verse, caiz olması gerekir.»
Bu itiraza Sâyıhanî şöyle cevap vermiştir: «İşi yapana göre değişen şeylerde «kendi elinle yap»
kaydı faydalıdır. Musannıfın dediği de bu kabildendir.»
Hâniye'de de: «Eğer aldığı işi çocuğuna veya çırağına yaptırırsa, ona ücret vermek gerekmez.»
denilmektedir.
Hâniye'den nakledilen bu ifadenin zahiri, yukarıda geçen illetle birlikte ifade ediyor ki: «Başkasını
çalıştıramaz» sözünden murad: icârenin sahih olup, konuşulan ücretin hak edilmesi veya icârenin
fasit olup ecri mislin gerekli olması ile birlikte çocuğuna veya hizmetçisine vermesinin haram oluşu
değildir. Hem de ikinci işçinin iş verene karşı bir sorumluluğu yoktur. Çünkü işverenle ikinci şahıs
arasında hiç bir akit yoktur. Ama bu, aldığı işi bir ikinci şahsa yaptırırsa ona ecr-i misil vermesi
lazım mıdır? İşte burası tereddüt mahallidir, bunu araştırmak lâzımdır.
«İster şart koşulsun, ister şart koşulmasın ilh...» Ancak şârih ileride fasit icare bahsinde
Şurunbulalîye'den naklen şöyle diyecektir: «Süt anne eğer ücretle emzireceği çocuğu kendi
hizmetçisine emzirtse veya o da ikinci bir kadını çocuğu emzirmek üzere icarlasa, yine ona ücret
vermek gerekir. Fakat çocuğu bizzat kendisinin emzirmesi şart koşulmuşsa, esas kavle göre ücret
vermek gerekmez.
Öyle sanıyorum ki, metindeki sözün illeti şudur: İnsan birçok arazlara maruzdur. Öyle bir hal olur
ki, onun aldığı çocuğu emzirmesi çok zor olabilir. O zamanda çocuk zarara uğrar. Onun için bizzat
kadının emzirmesi şartı lüzumsuz olur. Teemmül et.
«İşçiyi mutlak şekilde tutmuşsa ilh...» Yani «elinle yap.» şartını koymayarak «Şu elbiseyi dik veya
şunu bir dirheme boya.» demesidir. İşverenin bu şekilde mutlak bir ifade kullanması başkasının
yapmasına razı olduğunu gösterir. Kuhistanî. Musannıfın ileride zikredeceği de bu kabildendir.
«Bizzat kendi icarladığı adama tazmin ettirir ilh...» Yani çalındığı zaman bu İmam-ı Azama göredir.
İmameyne göre ise dilediğine tazmin ettirebilir. Hülasa.
«İhmal ederek ilh...» Yani konuşulan sürede işi bitirmezse fakat korunmasında da kusur etmese
zamin olmaz.
Zira öyle zannediyorum ki «bugün ve yarın» kelimeleri acele yapılması için zikredilir, şart için
değildir. T.
«Şemsü'l-Eimme ilh...» Bu ifadenin zahiri, mutemed olan kavlin birinci kavil olduğunu
göstermektedir. Zira Şemsü'l-Eimme bu cevap da yalnız kalmıştır. Alimlerden hiçbiri ona
katılmamıştır. T.
Ben derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Ben, Buhara imamlarından, «Birisi boyacıya
bugün boyayıp vermesi şartıyla bir elbise verse, o da verilen günde bitiremeyip aldığı elbise ertesi
gün telef olsa boyacının zamin olup olmadığını» sordum. «Zamin olur.» diye cevap verdiler. Bunun
benzeri Zahîre'den de nakledilmiştir. Camiü'I-Fusuleyn'de bundan sonra da Fetevâ-yı Dînarî'den
naklen şöyle denilmektedir: Eğer boyacı ile kumaş sahibi tarih üzerinde ihtilaf etseler, uygun olan
boyacıyı tasdik etmektir. Çünkü o hem şartı, hem de dımânı inkar etmektedir. Diğeri ise bunları
iddia etmektedir.» Daha sonrada şöyle denilir: «Eğer verilecek günü şart koşmuş olsalar. boyacı da
birkaç gün sonra boyamış olsa, uygun olan, ücretin verilmesinin vacip olmamasıdır. Zira icare akti
kalmamıştır. Gününde yapmadığında helâk olduğu takdirde onu tazmin etmesinin gerekli olması,
bunun delilidir. Bu mesele şuna benzemektedir:
Adam boya için aldığı kumaşı inkâr etse, sonra da boyanmış olarak getirse, elbette ki bunda da
ücret olmaz.»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...