İCARE KİTABI İKİNCİ BÖLÜM
«Hâniye'nin
sulh bahsînde ilh...» Musannıf bu
sözü, Minah'ta kendi tercih ettiği
görüşü teyid için
zikretmiştır.
Ancak bu mesele Haniye'de, karının borçtan hissesine düşecek kısmın varislere
bırakılması karşılığında kendi hissesine düşecek mirastan vaz geçmesi bahsindedir. Bunun bizim
meselemizle alakası konusunda düşünmek gerek. Zira yukarıda da geçtiği gibi fukaha bunu
sonradan
âriz olan fesaddan saymışdır. Halbuki
Haniye'deki mesele akide bitişik olan fesaddır.
Evet,
bizim Hâniye'den daha önce naklettiğimiz, «Zahir olan fesadın aktin tamamında olmasıdır.»
sözü
musannıfın kavlinin tercihini ifade
etmektedir. Zira
Cevahirü'l-Feteva'dan naklettiğimizle
anlaşıldı
ki, birinci akit sahih olduğu halde vakıflardaki icare akidleri birkaç tane olduğu takdirde,
uzun
süreli icare sahih değildir. Böyle olunca nasıl olurda uzun süreli icare hem lâfız hemde manâ
itibariyle
tek akitle yapıldığında sahih olur? Zâhir olan, Musannıfın Kariü'lHidaye'den naklen
tercih
ettiğine
itimad etmektir. Zira
Kariül-Hidaye'nin sözünün kuvvetli
bir senedi vardır, ki bu sened de
Haniye ve Cevahirü'l-Feteva'da olanlardır. Verdiğim bu izahat, benim kısa anlayışıma doğandır.
Allah
daha iyisini bilir.
«Cehâleti
kaldıran şeylerle ilh...» Yani. boyatacağı elbiseyi boyanın rengini ve boyanın miktarını
tayin etmesi lazımdır. Zira bunlar bazen değişik olur.
Muhît'te
şöyle denilmektedir: «Adam birisini görmediği on
elbiseyi boyaması için tutsa, icare
fasittir.
Çünkü boyamak, elbisenin kalınlık ve
inceliğine göre değişir.» Bunu Bahır sahibi de
zikretmiştir.
«Vakit
ve yerin beyan edilmesi ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilmektedir: «Birisi hacıları yolcu etmek
veya karşılamak için bir at kiralasa, bineceği vakti ve yeri zikretmeden bu icaresi sahih değildir.»
Yine
Bezzâziye'de: «Kufe'den Hire'ye kadar binmek için bir hayvan kiralasa, hayvana evinde binip,
evinde
iner. Eşyasını yüklemek için kiralasa hüküm yine böyledir.» denilmektedir.
Yine
Bezzaziye'de şöyle denilir: «Birisi bir gün çalışması için bir adam tutsa örf gereği o adamın
çalışma saati güneşin doğuşuyla
başlar.»
«Hayvan kiralarken vakit ve gidilecek yer belirtilmezse
o icare fasittir ilh...» Yani ecr-i misil ancak
menfaatlerinin
tahakkuku ile gerekir. T.
«İşaret
ile de ilh...» Zira götürülecek yük ve nakledeceği yer bilindiği zaman, menfaat de bilinmiş
olur.
Bu tür icare, birinci tür icareye yakındır. Zeylaî.
Bunun
hülasası şu: İşaret etmek. miktarı beyan etmeye ihtiyaç bırakmaz.
«Ücret
akit sebebiyle gerekli olmaz» Yani
akitle ücret alma hakkına sahip olunmaz. Nitekim Kenz'de
de
böyle denilmiştir. Zira akit menfaat için yapılmaktadır. Menfaat ise peyder pey hasıl olur. Bedelin
de
menfaatin karşılığı olması lazımdır. Hemen menfaatin elde edilmesi mümkün olmayan bir
icarede
ücretin peşin ödenmesi lazım gelmez. Ancak ücretin peşin alınması hükmen de olsa şart
koşulsa
o zaman alınabilir. Çünkü bu durumda müstecir akit yapılırken paranın peşin ödenmesini
kendisi
kabullenmiş ve aktin gerektirdiği eşitliği ibtal edilmiş olur.
«Peşin
verilmesi konuşulursa ilh...» İtâbiyye'de şöyle
denilmektedir:
Müstecir
kirayı peşin verirse geri alamaz.
Eğer ücret (para değilde) metâ ise ve kiracı o metâ mal
sahibine
iyreti olarak veya emaneten vermiş
olsa, o da peşin gibi olur.»
Muhit'te
de şöyle denilir: «Metâ olan icare
bedelini diğer bir metâ ile tırampa etse aldığını kabzetse,
caizdir.
Çünkü bu ücretin peşin olmasını tazammun eder. Turî.
«Ücretin
peşin olması şart koşulursa ilh...» Mal sahibi ücreti taleb edebilir ve icare verdiği nesneyi
de
parayı almadan kiracıya vermeyebilir. Peşin konuşulduğu halde kiracı parayı ödemediği zaman
icare
aktinı fesih de edebilir. Muhit'te de böyle
denilmektedir.
Ancak
mal sahibi kira bedeli olan nesneyi teslim almadan önce onu satamaz. Bahır. Bu şart, aktin
gereğine
muhalif olduğu ve taraflardan
birisine fayda sağladığı (yani aslında bunun caiz olmaması
gerekir)
halde nasıl caiz olabildiğini araştır. T.
Ben
derim ki: Bu şart aslında kiracının; eşitlikten doğan hakkını düşürmesidir. Bu: müşterinin,
satın
aldığı malın ayıplardan salim
olması hakkını düşürmesi ve satıcının sattığı malın bedelini
peşin
alma hakkına sahipken onu tehir etmesi gibidir. Halbuki bey akti, malın ayıplardan salim
olmasını
ve bedelin de malın teslim alınmasından evvel kabzını gerektirir.
«Geleceğe izafe edilen akitlere gelince ilh...» Geleceğe izafe edilen icare akitlerinde ücretin peşin
ödenmesi
şartı batıldır, kiracının peşinen bir şey vermesi de gerekmez. Bu tür icârelerde ücretin
peşin
verilmesinin gerekli olmamasının sebebi, akitte menfaatin saraheten geleceğe izafe
edilmesidir. Zaten bir vakte izafe edilen şey, o vakitten evvel mevcut olmaz. O halde bu manâ,
ücretin
peşin ödenmesi şart kılınmakla da değişmez. Ama, hemen geçerli olan icare akti böyle
değildir.
Çünkü akit eşitlik ister. Bu akit ise açık bir şekilde bir zamana izafe edilmemiştir. Öyleyse,
sarahat
sebebi ile akdin gerektirdiği şey (mal ve bedeldeki eşitlik) hemen geçerli olan icârenin
aksine
geleceğe izâfe edilen icare akdi de batıldır.
«Ayrı ayrı akitler gibi ilh...» Bu söz uzun süreye izafeli icare akitlerindendir. Şarih de bunu yukarıda
Cevahirü'l-Feteva'dan
nakletti.
Bunun
şöyle diğer bir sureti daha vardır: Adam bir evi otuz seneliğine mütevâli akitlerle kiraya
verir.
Ancak her senenin sonunda üç günü istisna edip, ücretin çoğunu da son sene için tayin eder.
Geri
kalanı da evvelki senelere mahsub eder. Bu şekilde Beher seneden üç günün istisna edilmesi
her
iki tarafın da icare aktini feshe kadir olmaları içindir. Ücretin azının son senenin dışındaki
senelere tahsis edilmesi de mal sahibinin icare aktini o günlerde feshetmemesi içindir. Eğer
taraflar
mal sahibinin fesh etmesinden emin olsalar, bu kayıtlara lüzum kalmaz. Anılan bu tarz,
uzun
süreye bağlanan icare aktinin
bağlayıcı olu-şuna binaendir. Vakıf
nâzın eğer ücretin peşin
alınmasına ihtiyaç duyarsa bu şekilde akit yapar. Şu kadarı var ki: «Bu akitlerin hepsi tek akit
sayılırsa
o zaman bir akitte üç günden daha
fazla muhayyerlik hakkının sabit olması durumu ortaya
çıkar.
Eğer bir akit değilde. birkaç akit sayılırsa, o zaman da şart koşulsa dahi ücret peşin alınamaz.
Çünkü
o, bir süreye bağlanmıştır. O zaman
da vakıf nazırının maksadı yok olur.
Şeklinde bir itiraz
olabilir.
Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Sadru Şehid bunun: icare ücretini şart koşularak veya
kiracının
peşin vermesi ile peşin almaya malik olması bakımından tek akit, diğer hükümlerde ise
birkaç
akit sayılmasını tercih
etmiştir. Ayrıca biz aradaki günleri muhayyerlik müddeti olarak kabul
etmiyoruz. Biz onları aktin dışında bırakıyoruz. İşte bu izahla anlaşıldı ki şarihin dediği pek yerinde
değildir.
«Faydalanma
imkânı olması ilh...» Hidâye'de
«Adam kiraladığı evi teslim aldığı zaman, içinde
oturmasa
bile ücretini ödemesi lazımdır.» denilir.
Nihaye'de de şöyle denilmektedir: «Bu icare akti birkaç kayıtla kayıtlanmıştır. Birincisi,
faydalanabilme imkânıdır. O halde sahibi veya bir yabancı, adamın kiraladığı binada oturmasına
mani
olsalar, veya sahibi evi, içersinde eşyası olduğu halde
teslim etse, ücret vermek gerekmez.
İkincisi, aktin sahih olmasıdır. Eğer akit fasit ise, fiilen faydalanılmış olması lâzımdır.Üçüncüsü ise,
faydalanma imkânının akit mahallinde verilmesi gerekir. Mesela; adam evi Kûfe için kiralasa, ama
kiraya
veren kişi evi bir müddet sonra Bağdat'ta teslim almış olsa, ücret vermesi gerekmez.
Dördüncüsü,
icarladığı maldan icar müddeti boyunca faydalanma imkânı olmalıdır. Bugün için
Kûfe'ye kadar bir hayvanı kiralamış olsa, bir gün geçtikten sonra hayvan ile fakat binmeden Kûfe'ye
gitse,
yine ücret vermesi gerekmez. Çünkü
menfaatlenme imkânı ancak müddet geçtikten sonra
hasıl
olmuştur.»
İşte
bu nakilden anlaşıldı ki; evlâ olan, bu kayıt ve şartların şerhte zikredilmesiydi. O zaman
musannıfın
«Ancak üç yerde değil» sözüne de ihtiyaç kalmazdı. Nitekim bunu sen de göreceksin.
«Üç
meselede değil ilh...» Birincisi, icare fasit olursa. İkincisi şehirin dışında binmek üzere bir
hayvan kiraladığı halde hayvanı yanında tutsa fakat binmezse. Üçüncüsü, günlüğü bir danikten (bir
para
birimi) bir elbise kiralasa ve senelerce yanında tuttuğu halde onu giymese, o elbiseyi giydiği
takdirde
eskiyeceği kadarki süre çıkıldıktan sonra kalan müddet için ücret yoktur. Bu istisnaya
itiraz
edilebilir. Zira metnin sarih ifadesinde de görüldüğü gibi buradaki sahih icare hakkındadır.
Fasit
icare bundan sonra zikredilecektir. Daha önceki kayıtlar burada istisna edilen birinci ve ikinci
meselelere ihtiyaç bırakmaz. Burada istisnâ edilen ikinci mesele, yukarıda zikredilen üçüncü kayıtla
zaten
mevzudan dışarı çıkmaktadır. Çünkü
akdin kendisine izafe edildiği yerde faydalanma imkânı
bulunmamaktadır.
Ama şehir içinde binmek üzere kiraladığı hayvan meselesi böyle değildir. Çünkü
bu
meselede şehir içinde binmese bile, binme imkânı vardır. İtkanî. İstisna edilen üçüncü mesele
ise,
ücretin sakıt olduğu müddet
zarfında ondan faydalanmak mümkün değildir. Bununla birlikte bu
da
yukarıda kaydedilen dördüncü kayıtla çıkmaktadır.
«Musannıf
bu asıl üzerine binâ ederek ilh...» Yani menfaatlenme imkânı üzerine bazı meseleler binâ
etmiştir.
T.
«Teslim
aldığı ilh...» Yâni oturmaya mani olan şeylerden hâlî olan bir evi.
«Faydalanmanın
tahakkuk etmesiyle ilh...» Yani, müstecire bizzat mal sahibi tarafından teslim
edilmesiyle
ücret vermek gerekir. Ama eğer onun tarafından teslim edilmemişse, maldan
faydalanmış olsa bile yine de ücret yoktur.
İtkanî.
Bilinmelidir
ki, fasit icarede gerekli olan ücret muhteliftir. Bazen konuşulan ücret, bazen ne kadar
olursa
olsun ecr-i misil, bazen de akitte konuşulanı geçmemek şartıyla ecr-i misildir. Bunun izahı
fasit
icare bahsinde gelecektir.
«İs'af'ta
ki ibarenin zahîri ilh...» İs'af sahibi şöyle demektedir: «Vakıf olan bir arazi veya konağı fasit
icare
ile icarlamış olsa, arazı ise ektiği, bina ise oturduğu takdirde, ecr-i misle göre ücretini vermesi
lazımdır.
Eğer ekmemişse veya içinde oturmamışsa mütekaddimin fukahasının kavline göre hiç
ücret
gerekmez.»
Minah'ta
da şöyle denilmektedir Bahır sahibi
efendimiz, İs'af'taki ibarenin mefhumundan şunu
anlamıştır: Müteahhirin fukahanın kavline göre icare ücretini vermek lazımdır. Bu da zahirdir.»
Sen
bunu bildiğin zaman, Molla Husrev'in
kayıt konulması gereken yerde mutlak zikrettiğini
anlarsın.
Açıktır ki yine Molla Husrev'in yazdığı metin üzerine de itiraz edilmektedir. Allâme Birî de
Molla
Husrev'i takib ederek. «Bu meselede müteahhirin ulemanın bir şey dediğini görmedik.»
demiştir.
Bizim.
,Nâsıhî'nin vakıf bahsinde
gördüğümüz ibare ise şöyledir: «Eğer
icare fasit olursa, müstecir
kabzettıği
halde ekmese veya oturmasa onun
üzerine herhangi bir ücret yoktur. Vakfa fâsit icare ile
kiralayan
müstecir gasb sayılmaz. Faydalanmadığı müddetçe de onun
ödeyeceği bir ücret de
gerekmez.» Nâsihi sonra da Ecnâs'tan, «Fasit icare ile icarlanan bir yerin ücreti ancak tam olarak
faydalanıldığı takdirde ödenir.» sözünü naklederek şöyle demiştir: «Mal sahibinin razı olacağı bir
meblağdan
fazlası da
verilmez.»
Ben
derim ki: Müteahhirin fukahanın
sözlerinde bu mesele ile ilgili sarih bir ifade görmemek
yukarıda
belirtilen hükmü geçersiz kılmaz. Ebussuud, Eşhab'ın haşiyelerinde. Yani, Nâsıhî ve
Ecnas'taki mütekaddimin mezhebini beyan eden ibâre, İs'af'tan anlaşılana zıt değildir. Allah daha
iyisini bilir.
METİN
Ben
derim ki :Yetimin malı, kira için hazırlanan bir mal, Rum diyarının (Osmanlı
ülkesi) ulemasının
verdiği
fetvaya göre bey-i vefa ile satılan birşeyin satıcı tarafından icarlanması da vakıf icar gibi
midir
değil midir? Bunlar ihtilaflı
meseleler olduğu için yerlerine müracaat edilerek ayrı ayrı
araştırılması lazımdır.
Kiralanan
malın icare bedeli, gasbla yani, müstecir ile mal arasına menfaate mani bir engelin
girmesi
ile düşer. Çünkü akarda gerçek gasb olmaz. Peki icare akti, icare olunan malın
gasbedilmesiyle feshedilebilir mi?
Hidaye'de; «Kâdîhan'ın hilâfına Evet, fesholunur.»
denilmiştir.
Eğer
kiralanan mal icare müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret
verilmez.
Ancak, gâsıb, gasbettiği evden hatır için veya
birisinin şefaatiyle çıkarsa, o
zaman ücret
düşmez.
Eşbâh.
Mal
sahibi gasbı inkâr ederken müstecir iddia etse fakat beyyine getirmese değirmen meselesinde
olduğu
gibi hale göre hükmedilir. (Evde
müstecirden başkası varsa müstecirin iddiası kabul edilir.)
İcarlanan
nesnede oturan kimsenin sözü kabul edilmez. Zira o tek kişidir, sözü kabul edilmez.
Zahire.
Yine
musannıf şöyle demiştir: Eğer icare
ücreti, mâlikin yakını olan bir
köle ise azad edilmez.
Çünkü
ona bizzat akti ile malik olmamıştır.
Maldan
faydalanma imkânından maksat,
icare olunan mahalli faydalanmaya mani bir şey yokken
müstecire
teslim etmektir. Eğer mal sahibi kiraya verdiği malı icar müddetinin bir kısmı geçtikten
sonra
teslim ederse, ne mal sahibi, ne de müstecir geri kalan müddette teslim ve tesellümden
kaçınamazlar. Ancak bu geçen müddet içerisinde kiralamaya maksat olan bir vakit bulunmadığı
taktirdedir.
Ama eğer geçen zaman zarfında
Mekke ve Mina'daki evlerin hac
mevsiminde
icarlanması gibi hac mevsiminden sonra onların talibi
bulunmaz, kiralamaya esas maksat olan bir
vakit
ve o vakitte mal bulunur teslim edilmezse, o zaman müstecir icarladığı malı geri kalan müddet
için
teslim alıp almamakta muhayyerdir. Alış verişte de hüküm
böyledir.
Mal
sahibi evin anahtarını teslim
etse, kiracı da kaybetse, eğer külfetsiz ev açmaya kadir ise ücret
vermesi
gerekir. Eğer külfetsiz evi açmaya kâdir değilse lazım gelmez... Eşbah.
Ben
derim ki: Müstecir kendisine verilen anahtarla kiraladığı yeri açmaktan aciz ise, malikin
anahtarı
vermesi evi teslim sayılmaz. Çünkü tahliye sahih
olmamıştır. Seyrefiye.
Mal
sahibi ile müstecir evin açılıp açılmadığı hususunda ihtilâf etseler, o zamoa hâle göre
hükmedilir.
Eğer her ikisi de davalarına beyyine getirirlerse, mal sahibinin beyyinesi kabul edilir.
Zahire.
Binanın satışındaki hüküm de yine böyledir.
Bazıları
«Mal sahibi müstecire. «Anahtarı al, kapıyı aç.» dese, o
teslimdir. Eğer böyle demezse,
teslim
etmiş sayılmaz.»
demişlerdir.
Mal
sahibi kiraya verdiği ev veya tarlanın ücretini her gün; binek hayvanının ücretini de her
merhalede
isteyebilir. Bu icare mutlak olduğu
takdirdedir. Ama eğer ücret için gün
ve yerini beyan
etmiş
ise, o tahakkuk ettiğinde taleb eder.
Terzilik
ve diğer sanatlar için de ücret ancak iş bitirilip teslim edildikden sonra taleb edilir. Eğer
teslimden
önce mal helâk olursa, o zaman ücret düşer. Malda müstecirin emeğinin eseri olan tüm
icarelerde hüküm böyledir. Hamallık gibi
üzerinde müstecirin emeğinin eseri olmayan işlerde ise,
teslim
etmese dahi işin bitiminde parasını taleb eder. Terzilik ve emsali sanatların ücreti, iş
yaptıranın
evinde yapmış olsa da hüküm yine böyledir.
Terzi
elbisenin bir kısmını diktikten sonra çalınsa, veya usta binanın bir kısmını
yaptıktan sonra
yıkılsa, burada terzi veya usta mezhebin kuvvetli görüşüne göre diktiği veya yaptığı kadarının
ücretini
alır. Bahır ve İbni
Kemal.
Terzi
elbiseyi dikse ve mal sahibine teslim etmeden önce başka birisi onu sökse, mal sahibinden
ücret
talebinde bulunamaz. Ancak, sökene ücreti tazmin ettirir. Elbiseyi yeniden dikmeye de
zorlanamaz.
Ama eğer söken, terzinin kendisi
ise, sanki hiç dikmemiş gibi yeniden diker.
Terzi
yalnız biçme ücretini olabilir mi?
Esas olan kavle göre alamaz. Eşbah.
Şu
kadar var ki, Eşbâh'ın haşiyesinde
Müzmarat'a nisbetle «Müftabih olan
kavle göre, evet, kesim
ücreti
de alabilir» denilmektedir.
Musannıf,
«Burada uygun olan ,örf ile hükmetmektir.» der.
Ben
Tatarhaniyye'de Kübrâ'ya nisbetle
«Fetva ve birinci kavil (yâni ücret
alamayacağı kavli)
üzerindedir.»
denildiğini gördüm.
Düşün.
Ekmekçi, ekmeği, sahibinin evinde pişirdiği zaman ekmekleri tandırdan çıkardıktan sonra ücretini
talep
eder. Çünkü o işin tamamlanması tandırdan çıkarmakladır. Ekmeğin bir kısmını çıkardığında,
bunların
ücretini hesaplayarak alabilir.
Cevhere.
«Beyu'l-vefa ile satılan birşeyin bayi tarafından icarlanması ilh...» Yani satıcının bey-i vefa ile sattığı
bir
malı teslim ettikten sonra müşteriden kiralaması caizdir. Nitekim bu mesele kefâlet bahsinden
hemen
önce geçti. Şarih orada, «Ben derim ki, buna göre; eğer icare müddeti geçse, mal da elinde
kalsa, Osmanlı uleması ecr-i mislini vermesi lazım geldiği yolunda fetva vermişlerdir. Bu fetvaya
şeyhlerimizin
şeyhi Sayıhanî; «Hakiki mülkte bile fasit icârelerde kullanma imkânı olsa da ücret
vermek
gerekmez. Bunda nasıl ecr-i misil verilir, şaşarım.» diyerek itirazda bulunmuştur. Tahtâvî de
şöyle demiştir: «Bunda bir yanlışlık var, icare müddeti
bittikten sonra asla kira olmaz.»
denilmektedir. Sen düşün.
Ben
derim ki: Mûtemed görüşe göre beyu'l-vefâ rehin hükmündedir. Kabzdan
sonra da olsa icar
müddetinde
menfaatini tamamen alsa bile ona ücret gerekmez. Nitekim Nihaye'de de böyledir.
Şârihin
kefale bahsinden önce çelebiden naklettiğinin hilafına Fetevâyı Hayriye ve Hamidiye'de
rehin
bahsinde de bu görüş ile fetva
verilmiştir.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Âlimlerden bu satış şeklini fasit sayanlar, «İcare sahih değildir
ve
ücret de gerekmez.» derler. Bunu
rehin kabul edenler de aynı görüştedirler. Bu satışa cevaz
verenler
ise satanın ve başkasının kiralamasını da caiz görürler ve ücretin de gerekli olduğuna
hükmederler.»
«Tereddüt
mahalli ilh...» Ben derim ki, yetimin malının vakıf gibi
olduğunda tereddüt yoktur. Zira
yetim
malının menfaatleri gasbedildiği takdirde tazmin ettirilir. Bu da, gasp kabilindendir. Sayıhanî.
Az
önce Bîrî'den nakl ettiğimiz, «Vakfın malını fâsit icâre ile elinde bulunduran gasıb sayılmaz.»
sözü.
Sâyıhânînin ifâdesine terstir.
«Gaspla
ücret düşer...» Mahallin teslîmi, menfaate imkân vermesinden dolayı menfaati teslim
yerine
geçer. Faydalanma imkânı ortadan
kalktığı takdirde teslim de yok olur.
Minah.
Remlî
şöyle demiştir: «Eğer menfaat
gaspla yok olmazsa; meselâ ağaç dikimi veya bina için
kararlaştırılmış bir yer ağaç ve bina ile birlikte gasbedilse, ücreti düşmez. Çünkü ağaç veya bina
onunla
birliktedir. Bu çok vaki olmaktadır.
Teemmûl
et.»
«Gasp
akarda cari olmaz. ilh...» İmam Muhammed'e göre gayri menkulde
gasbedilir.
«İcare
akti, icare olunan nesnenin gasbedilmesiyle münfesih olurmu?
ilh...» Bu ihtilâfın semeresi
şu
meselede görülür: «İcare müddeti bitmeden gasp ortadan kalkarsa icare feshedilmez.»
görüşüne
göre kalan müddette faydalanır ve hissesine göre ücretini verir. Ebussuud. Musannıfın
sözü
de bu görüşe göre tertip
edilmiştir.
«İcare
müddetinin bir kısmında gasbedilirse, gasbolunan müddet zarfında ücret verilmez ilh...»
İcare
verdiği evi bir odası hariç
müstecire teslim etse, veya icare verdiğı evde müstecirle beraber
otursa
yine hüküm böyledir. Bahır'da da böyle denilir.
Şürünbülâliyye'de Burhan'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kiraya verilen toprağı, ekilmeden önce
su
bassa, gene ücret gerekmez. Ama eğer. kiraladığı toprağı semavî bir âfet telef ederse,
Muhammed'den
gelen bir rivayete göre: ücretin tamamını verir. Çünkü orasını ekmiştir. Ama fetvâ
yalnız
o afete kadar ki müddetin ücretini vermesi afetin yok ettiğinin yerine yenisini ekme fırsatı
olmadığı
takdirde vermemesi
tarzındadır.
Şârih,
ileride icârenin feshi babının hemen başında bunu zikredecek ve Velvaliciye'de bu kavle
itimad
edildiğini, Haniye'de de birinci görüşle hükmedildiğini söyleyecektir.
«Birisinin
şefaatiyle gasıbı çıkarmak mümkün olursa ilh...» Yâni gâsıbın gönlünü almakla veya
kuvvetli bir kimsenin gücü ile elinden alınırsa, Eğer bu imkânlar varsa, her ne kadar gâsıbı o
mülkten
çıkarmasa da ücret düşer. Çünkü o zaman müstecir kusurludur. Ama eğer gasıbı çıkarmak
ancak,
ona bir miktar mal vermekte mümkünse. o zaman o malı vermek müstecire gerekmez. Kınye
ve
başka kitaplarda do böyledir. Bunu, Eşbah'ın haşiyesinde Ebussuud zikretmiştir.
«Hale
göre hükmedilir ilh... » Kirâlanan binada müstecirden başkası oturuyorsa, söz müstecirindir.
Ücret
vermesi de lazım gelmez.
Bahır.
«Değirmen
meselesi gibi ilh...» Yani. mucir ile müstecir müddet bittikten sonra değirmenin
suyunun kesildiği konusunda ihtilaf etseler. (0 esnâda suyun akıp akmayışına göre hükmedilir.)
Bu
ihtilaf hususunda Tatarhaniye'nin yirmibeşinci faslında şöyle denilmektedir: «Buradaki ihtilâf iki
yönlüdür:
Ya suyun kesilme müddetinin miktarında ihtilaf edilir, mesela mal sahibi beş gün
kesildiğini
iddia ederken müstecir de on gün kesildiğini söylerken mal sahibi, suyun hiç
kesilmediğini iddia eder. Miktarla ilgili ihtilafda söz yemini ile birlikte müstecirindir. Suyun kesilip
kesilmediği hususunda ise, hale göre hükmedilir. Eğer su husumet vaktinde akıyorsa söz,
yemini
ile
birlikte mal sahibinin, kesik ise, müstecirindir.» özetle.
Açıktır
ki bu, beyyineleri olmadığı takdirdedir. Nitekim musannıf da böyle demiştir. Bundan
dolayı
da
Zahire'de şöyle denilmektedir: «Eğer müstecir geçmişte suyun kesik olduğuna dair beyyine
getirirse
husumet vaktinde aksa bile onun beyyinesi ile hükmedilir.»
Musannıf
meseleyi ücretlinin damadı babının sonunda zikredecektir.
«Kiralanan
malda oturan kimsenin sözü kabul edilmez ilh...» Yani ev sahibi içersinde bir başkasının
oturduğu
evi diğer bir şahsa icare verse ve
kiracıya git eve otur dese müddet bittikten sonra «Evde
oturan
adam benim oturmama mani oldu.»
dese, fakat buna delil getiremese, evde oturan şahıs
ister
evde oturduğunu ikrar, ister inkâr
etsin, sözüne itibar edilemez. Çünkü o başkasının aleyhinde
ya
şahitti, ya da mukırdır. Bir kişinin
başkası aleyhindeki ferdî şehadet veya ikrarı kabul değildir.
İhtilâf
mal sahibi ile müstecir arasındadır. O zaman bakılır: Eğer münazaa esnâsında müstecir
kiraladığı
evde oturuyorsa, söz mal sahibinindir. Eğer evde bir başkası oturuyorsa, o zaman da
kirâcının
sözü kabul edilir. Zahire.
«Çünkü
ona akit ile mâlik olmamıştır ilh...» Eğer, «buna göre; ücretten ve kefaletten ibra etmenin.
ücret
karşılığında rehin vermenin sahih olmaları müşkül olur.» denilirse, ben derim ki, «hayır,
müşkül
olmaz. Zira o, sebebin varlığı üzerine bina kılınmıştır. Ama bu mesele yaralamadan sonra
kısastan
affetme meselesine benzer. İtkanî.
«Menfaatlenme
imkânından maksat ilh...» Şarih bu sözü ile metindeki ifadenin mukadder bir hüküm
üzerine
binâ edildiğine işaret etmektedir.
«Malın
müştecire teslim ilh...» Bu söz; bir mal kiralamak üzere tayin edilen vekile de şamildir. Şu
kadar
var ki, icarlanan evde bizzat vekil
oturursa; Ebû Yusuf «ücret yoktur.» demiştir. İmam
Muhammed
ise, «Evin kirası müvekkile aittir.» Zira vekilin teslim olması müvekkilinin teslim alması
gibidir.
Çünkü kabız, evvelâ müvekkil için olmuş, vekil de oturmakla gasıb durumuna düşmüştür.
Gâsıba
da ücret vermek vacib
değildir.
Ancak
bu pek uygun değildir. Çünkü, kiracıdan edilen gasıb ondan o ücreti düşürür.
Bezzaziye.
«Alım satımda olduğu gibi ilh...» Yani, hac mevsiminden evvel Mekke gibi bir yerden bir ev satın
alsa
ancak satıcı evi hac mevsimi geç-tikten sonra teslim etse müşteri bunu kabul edip etmemekte
muhayyerdir. Çünkü satın almayı arzulatan şey ortadan kalkmıştır. T. Bunu hiç kimseye isnad
etmemiştir.
Halebî
de şöyle der «Satılan geminin
bazısı başkasının hakkı çıksa, müşteri muhayyerdir. Çünkü o
zaman
pazarlık parçalanmış olur.»
Şeyhlerimizin
şeyhi -Rahmetî de şöyle demiştir:
Halebinin dediğinden; müstecire mutlaka
muhayyerlik hakkının olduğu anlaşılır. İster arzu edilen bir vakit olsun, ister olmasın eşittir. Çünkü
pazarlık
bölünmüştür. Ayrıca malı müddetin başında teslim etmemiştir. Halbuki çoğu kez müstecir,
kiralayacağı
mala şiddetle muhtaçtır. Buna güvenip
başka mal kiralamayacaktır. Bu müddetin bir
kısmı
geçtikten sonra icareyi bağlayıcı kabul etmekte mutazarrır olmaktadır. Düşünülsün.»
En
uygun görüş, Ebu Tayyibi'n söylediği şu sözlerdir; «Satışta, satılan malda dikiş bilme ve kâtiplik
gibi
müşteriyi satın almaya rağbet ettirecek bir özellik bulunmadığı takdirde müşteri muhayyerdir.»
«Anahtarı kaybetse iIh...» Bu söz eve girme kudretinin olmayışının
illetidir. Zahîre'nin ibaresi ise
şöyledir: «Camiü'l-Asgar'da: «Birisi diğerine bir dükkân kiralasa, anahtarını da verse, kiracı
dükkânı
açmasa ve anahtar birkaç gün kaybolsa, sonra anahtarı bulsa, eğer o anahtarla dükkânı
açabilme imkanı varsa geçen günlerin kirasını vermesi lâzımdır. Açma imkânı yoksa geçen günlerin
kirasını
vermez.»
denilmiştir.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilir: «Eğer zahmetsiz ve masrafsız açmaya kadir ise ücret vermesi
gerekir.
Yoksa gerekmez. «Mülk sahibinin» «Kapıyı kırarak girseydin» gibi bir söz
söyleme hakkı da
yoktur.
«Mal
sahibi ile müştecir ihtilâf etseler ilh...» Yâni kapıyı açma gücünün olup olmadığında ihtilaf
etseler
duruma göre
hükmedilir.
Zehîre'de
de şöyle denilir: «Mal sahibî ile kiracı ihtilâf etseler ve ikisinin de beyyinesi olmasa, o
zaman
mal sahibinin kirâcıya verdiği anahtara bakılır. Eğer kapının kilitlenmesine uygun olsa ve
onunla
açma imkânı da varsa söz mal sahibinindir. Yoksa söz müstecirindir.»
«Her
ikisi de beyyine getirse mal sahibinin beyyinesi ilh...» Yani anahtar kapıya uymuyorsa. Zira
beyyine hâlin hilafına olduğu zaman, değirmen meselesi gibi, o andaki durumla hükmedilemez.
Halin
hakem kılınması, ancak Mal sahibi; anahtarın, kilitlemeye uygun olduğu halde kiracının onu
değiştirdiğini
iddia ederken, kiracı anahtarın aslından uygun olmadığını iddia
ederse mümkün olur.
Zahire.
«Binanın
satışındaki ilh...» Yani birisi bir ev satın alıp anahtarını teslim almasına izin verilir ve
verilen
anahtarla külfetsiz olarak kapıyı açıyorsa adam o evi kabzetmiş sayılır. Yok eğer açmıyorsa,
evi
kabzetmiş sayılmaz. Minah.
Bu
anlatılanlardan anlaşıldı ki, müstecirin, kirâya verilen evi teslim almasına
izin verilir ve verilen
anahtarla
külfetsiz olarak kapıyı açmak mümkün olursa anahtarı teslim o binayı teslim demektir. Bu
durumda,
evde oturmasa bile geçen müddetin
ücretini vermesi lazımdır. Kınye'de
bu evin şehirde
olması
kaydı konmuştur. Zira Kınye sahibi
;«Kiracı anahtar elinde olduğu halde şehirde mahsur
olsa,
şehir dışında anahtarı teslim etmek evi teslim demek değildir. Bunu Bahır ve Minah
sahipleri
de
ikrar etmişlerdir.
Şu
kadar var ki bu hüküm Kariü'l-Hidaye'nin fetva verdiği görüşün aksinedir. Onu Eşbah'ın
muhaşşisi
ikrar etmiştir. Nitekim çeşitli meseleler bahsinde hemen önce bu mevzunun tamamı
gelecektir.
«Ev
veya tarlanın icaresinde her gün ücret istenir ilh...» Burada maksat; menfaat, mesele kat etmek
ve
iş üzere yapılan icare akitlerinin
hepsidir, sadece ev veya tarla değil.
«Günü
ve yerini beyan etmişse ilh...» Yani akitte ücretin ödenme vaktini beyan ederse, beyan ettiği
vakit
taayyün eder. Bundan ötürü de
Azmiye'de şöyle denilmiştir: «Bu hüküm, eğer ücret peşin
veya vadeli ya da aydan aya diye konuşulmamışsa, böyledir.» Bu
Hûlasada beyan edildiğine göre,
Fukahânın
tümünün görüşüdür.
0
zaman, musannıfın metinde zikrettiği mesele, akitte ücretin ödeme vaktinin konuşulmaması
durumu
için geçerlidir.
«İşini
bitirip teslim ettiği zaman ilh...» Ebu Hanife önceleri «menfaatın tamamı elde edilinceye ve iş
bitene
kadar ücretin verilmesi gerekmez, zira akit, o menfaat veya işin üzerine yapılmıştır. Satılan
malın
bedelinde olduğu gibi ücret,
cüzler üzerine, taksim edilmez.» diyordu. Sonra, bu sözünden
dönerek
şöyle dedi; «İcâre aktı bina ve tarlanın icaresi gibi muayyen bir müddet veya binek
hayvanının kiralanması gibi bir mesafenin aşılması üzerine yapılmışsa, istifade ettiği zaman kadar
ücret
vermesi vacibtir. Eğer kolayca bilmiyorsa; evde her gün için,
mesafenin alınmasında da her
bir
merhale için ücret verir.» Kıyasa
göre:
eşitliğin
tahakkuku için hesap edilerek her saatin ücretinin verilmesi lazımdır. Şu kadar ki, onda da
zahmet
vardır. Eğer icare akti dikiş ve boya gibi şeyler üzerine yapılmışsa, o
zaman ücret ancak o
işin
bitiminde gerekli olur. İşçi işi bitirir, ücretin tümünü birden alır. Çünkü üzerinde akit yapılan
şeyin
bir kısmının yapılması fayda vermez.
Yine -mesela terzi veya boyacı- iş verenin evinde çalışsa
dahi
işi bitirene kadar ücretten hiçbir şey hak edemez. Nitekim bunu Hidaye ve Tecrid sahibi de
zikretmişlerdir.
Mebsut,
Fevaid-i Zahîriyye, Zahîre. Şeyhülislam'ın Mebsut'u, Fahrülislam'ın, Cami'inin şerhi,
Kâdîhan
ve Timurtaşî'de şöyle denilmektedir:
«Terzi elbiseyi işverenin evinde dikerse, diktiği
kadarının
ücretini alabilir. Hatta bir kısmını diktikten sonra elbise çalınmış olsa, o diktiği kısmın
parasını
alır. İşte bu delâlet ediyor ki; geçen meselelerin hepsinde işin bir kısmını yapmakla ç
kısmın
ücretini almaya hak kazanır. Şu kadar var ki, yaptığı kısmı iş sahibine teslim etmesi şarttır.
Evde
oturmak ve mesafeyi katetmekte ise evin teslimi ve mesafenin katedilmesi ile teslim etmiş
sayılır.
Dikişe gelince diktiği kısmı hakikaten veya hükmen teslim etmesi gerekir. İşverenin evinde
dikmesi
hükmen teslim
sayılır.
Zira
onun evi kendi elindedir.» Zeylâî.
Özetle.
Bu
meselenin özeti şudur: Fukaha, Ebû Hanife'ye göre teslim etmeden işin yapılan kısmına karşılık
ücret
verilmesinin asla vacib olmadığında
ittifak etmişlerdir. Teslim edildiği takdirde işçi evde
oturmak
ve mesafeyi katetmekde, oturduğu müddetin ve katettiği mesafenin nisbetinde ücret
verilmesi
gerekir. Fakihler, imamı Azam'ın dikiş gibi bir iş yapmak için yapılan
icâredeki görüşünün
ne
olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğuna
göre yaptığı işi teslim ederse, bu
teslim hükmen de olsa,
ücretin
verilmesini gerektirir. Ancak, Hidaye ve Tecrid sahibleri çoğunluğa muhâlefet ederek
«Gerekli değildir» demişlerdir.
Zeylâî de şöyle demektedir: «Hidâye ve Tecrid sahiplerinin sözü, Ebu Hanife'nin sonraki görüşü
olarak
rivayet edilen, iki tür icâre
arasında fark olduğu tarzındaki
görüşe daha yakındır. Fukahanın
ekserinin
zikrettiğine göre bütün icâreler arasında hiçbir fark yoktur.»
İşte
bununla anlaşılmış olmaktadır ki: musannıfın, içi bitirme teslim etme kayıtları Hidaye'deki
ifadeye
binâendir. «Teslim» sözü hem
hakîkî. hem de hükmî teslime şamildir. Hükmen teslim de
musannıfın
«Eğer işverenin evinde
çalışırsa» sözüyle tabir ettiğidir. Musannıf bu tabirin yerine
«Hükmen
de olsa» dese idi. ifadesi daha kısa ve daha açık olurdu. O halde, «bu tabire hiç lüzum
yoktur»
diyenlerin sözü de anlamsızdır.
Anla.
«Emeğinin
bir eseri olan herkes îlh...» Yani yapacağı iş, elinde helâk olduğu takdirde o işin ücreti
yoktur.
Şarih bir yaprak sonra eser-den
muradın ne olduğunu zikredecektir.
«Diktikten
sonra malın bir kısmı çalınsa ilh...» Musannıfın bu sözü yukarıda fakihlerin çoğunun
sözü
olarak geçen «Hükmen de olsa, teslim etmişse, yapılan kısımdan dolayı ücret gerekir.»
sözlerinden
dolayıdır. Şarih bu kavliyle, Bahır'da zikredilenle musannıfın hatasını işaret etmek ister.
Zira.
Bahır sahibi, talebesi, musannıf şerhinde «Bina meselesi Asl'da, «Binadan yaptığı kısmın
ücretini
alması gerekir. Çünkü yaptığını mülk sahibine teslim etmiştir.» diye nassa dayanılarak
zikredilmiştir.» diyerek Allâme Tûrîye uydu» demektedir. Kerhî de bunu Hanefi mezhebinin
alimlerinden
nakletmiştir. Gayetü'l-Beyan'da da Hidâye'yi redden bu mesele kat'î olarak kabul
edilmiştir.
O halde mezhebin asıl görüşü budur» demişlerdir. İşte bundan ötürü musannıf, yani
Kenz'in
sahibi buradaki ifadesi her ne kadar mutlaksa da Mastaşfâda bu görüşü ihtiyar etmiştir.
Demek
ki, «şarihin sözünde kapalılık varsa» gibi, güzel bir yön vardır. Anla.
Şu
kadar var ki, Hidaye'deki ifadeye «Mezhebin hilafınadır» denilmesini düşünmek gerekir. Bu
yukarıda
Zeylâî'den naklen geçen ifade
ile açığa çıkmaktadır. Eğer Hidâye'deki ifadeyi «Esahhın
hilafı»
kabul etseydi daha uygun olurdu. Düşün.
«Bir
kısmını diktikten sonra ilh...» Yani mal işverenin evinde çalınsa. Ama eğer
terzinin dükkanında
çalınırsa, bütün ulemanın ittifakıyla ücret yoktur. Çünkü bu durumda teslim hiç gerçekleşmemiştir.
Ücret
ancak teslimle
olur.
«Bir
binânın, bir kısmını yaptıktan sonra
yıkılsa ilh...» Yani binayı bitirmeden önce
yıkılsa.
«Elbise
sahibi teslim almadan önce ilh...» Yukarıda geçtiği üzere işverenin evinde yapılan iş
hükmen
ona teslimdir.
«Mal
sahibinden ücret talebinde
bulunamaz ilh...» Zira terzilik, üzerinde işin eseri görülen
şeylerdendir.
O halde satılan malda olduğu gibi
tesliminden önce ücreti gerekmez.
«Söken
adama ücret tazmin ettirir ilh...» Yani terzi söken adamdan dikiş bedelini alır. Çünkü bu
telef
ettiğinin bedelidir. Onun
sökmesi terzinin ücretini
düşürmüştür.
Bahır.
«Tazmin
ettirir ilh...» Yâni baştan mal sahibi ile konuşulan ücreti değil onun söktüğü kadarını alır.
Çünkü
konuşulan ücret ancak akitle alınabilir. Terzi ile söken adamın arasında ise akit yoktur.
Rahmetî.
«Terzi
malı tekrar dikmesi için cebredîlmez ilh...» Çünkü o işi almış ve aldığı işi de yapmıştır.
Rahmetî.
«Ama terzi kendisi sökerse sanki hiç dikmemiş gibi tekrar diker ilh... » Zira taahhüt ettiği işi
tamamen
yapmadığından yeniden dikmesi için cebredilir. Zira icare akti, bağlayıcı bir akittir.
Rahmetî.
«Esah
kavle göre terzi kumoşı biçmekten dolayı ücret alamaz ilh...»
Bu
kavil, Hülâsa ve Bezzâziye'de de esah görülmüştür. Fukaha meseleyi şöyle farzetmişlerdir:
Adam
kumaşı verir, terzi de keser. Ama dikmeden ölür. Bu meselenin talilini de şöyle yapmışlardır
ki,
âdet olarak ücret, kesim değil. dikiş içindir.
Ben
derim ki: Terzi kumaşı biçtikten sonra ölmese, ihtilâfın tesiri yoktur. Çünkü dikiş için
cebrolunur.
Şu kadar var ki. eğer kesimden sonra terzi ile kumaş sahibi akti feshetseler, zahir olana
göre
onun hükmü de ölüm gibidir. (ücret
verilmez.) Teemmül et.
Yukarıdaki
tâlilden anlaşıldığı üzere kumaşı terziye yalnız kesim için verse, kesim ücretini vermesi
Iâ2imdır.
Zira akit yalnız kesim üzerine yapılmıştır.
«Eşbah'ın
haşiyesinde ilh...» Bu haşiyenin
yazarı Şeyh Şerafeddin el-Gazzî'dir. Haşiye'de şöyle
demiştir:
«Ben derim ki. Kâdîhân'ın Fetevâ'sında ve Zahîriye'de
şöyle bir ifade vardır: «Terzi kumaşı
kesse de dikmeden ölse, onun kesim ücretini vermek lazımdır.» Sahih olan da bu görüştür.
Câmiü'l-Müzmarât
ve Müşkîlat'ta da Kübra'dan naklen
«Fetva bu kavil üzerinedir.»
denilmiştir.
Uygun olan bu kavle itimad etmektir. Zira o, «Fetva bunun üzerinedir.» sözüyle teyid
edilmektedir.»
«Fetva
birinci kavil üzerinedir ilh...»
İfadenin doğrusu, «birinci»
değil «ikinci kavil üzere»
denilmesiydi.
Nitekim az evvel Kübra'nın ibaresini gördün. Benim Tatarhaniye'de gördüğüm de
böyle.
«Cevhere
ilh...» Bunun misli Gâyetü'l-Beyan'da da vardır. Orada «Tandırdan çıkardığı miktarda işi
un
sahibine teslim etmiş sayılacağı» illet gösterilerek böyle demiştir. Bunun zahiri,
terzilik
meselesinde gecen ihtilafın burada cari olmadığını gösterir. Herhalde cari olmamasının illeti,
intifanın
mevcudiyetîdir. Teemmül et.
METİN
Ekmekçi ekmeği tandırdan çıkardıktan sonra onun bir dahli olmadan ekmek yansa, emeğinin
karşılığını alır. Zira ekmeği, ekmek sahibinin evine koyduğu için teslim etmiş sayılır. Ekmeğin
yanmasından
sorumluda olmaz. Çünkü bir kusuru yoktur.
Fakat
İmameny; pişirdiği ekmeğin unu kadar ekmek sahibine borçlu olduğunu ve ücret de
alamayacağını
söylemişlerdir. Mal sahibi
dilerse ona ekmeğini ödettirir ve ücretini
verir.
Ekmekler tandırdan çıkarılmadan yansa, işçi ücret alamadığı gibi ittifaken mal sahibine ekmekleri
öder.
Çünkü onda kusuru vardır. Dürer ve Bahır.
Ama
ekmeği ekmeğin sahibinin evinde değilde kendi evinde, veya başkasının evinde pişirse,
yandığında
veya çalındığında ücret alamaz. Çünkü hakikaten teslim etmemiştir. Fakat yandığı ve
çalındığı
takdirde zamin de olmaz. Çünkü ekmek onun elinde emanettir. Bu müşterek işçi
meselesidir. İleride gelecektir. Cevhere.
Ekmek
tandırdan çıkarılmadan yansa veya elinden düşse, o zaman işçi ekmeği öder. Ekmek sahibi
muhayyerdir. Diterse kıymetini ekmek olarak alır ve işçiye ekmek pişirme ücretini verir. İsterse
unun
ücretini alır ve ücret vermez. Çünkü mal teslimden evvel helâk olmuştur. Ekmeği ödettirme
meselesinde işçi yanan odunu ve sarfedilen tuzu
tazmin etmez.
Aşçı
yemekleri kaplara doldurduktan sonra
ücretini hak eder. Fakat müstecir yemekleri kendi evi
için
pişirttiriyorsa, o zaman kaplara
koymak şart değildir. Cevhere. Bunda
asıl örftür.
Aşçı
yemeği bozsa veya yaksa veya iyice pişirmese. o yemeği
öder.
Birisi
yemek veya ekmek pişirmek üzere bir eve ateş getirse ateşten düşen bir parça evde yangın
çıkarsa, işçi izinli olduğu için zamin değildir. Ev sahibi de evde bulunan bir misafirin yangında
yanan
eşyasına veya kendisinin yanmasına zamin değildir. Çünkü taaddisi yoktur.
Ücretle
kerpiç yapan kimse kuruyan
kerpiçleri yerinden kaldırdıktan sonra dikerse ücreti hak eder.
Buna
ikame denir. İmameyne göre ise
ancak kerpici kurutup istif ettikten sonra ücrete müstehak
olur.
İbni Kemal, Uyûn'a nisbetle İmameynin kavli ile fetvâ vermiştir. Zikredilen hüküm işçinin
kerpici
mal sahibinin yanında dikene kadar ücrete müstahak olamaz. İmameyne göre, ise, ancak
kurutup
istif ettikten sonra ücret
alabilir.
FER'Î
MESELELER:
Kerpiç
yapımında kullanılan kalıp
kerpiççiye, toprak işverene aittir.
Yükü
eve getirmek hamala aittir.
Çuvallara boşaltmak veya yüksek bir yere çıkarmak ise şart
koşulmadıkça hamala ait değildir.
Yük
taşıyacak hayvanın semeri, eğeri, ipi ve çuvalları hayvanı kiralayana
aittir.
Yazı
yazdırmak için yapılan akitte mürekkeb katibe aittir. Kağıdın da katibe ait olmasını şart
koşmak,
icare aktini ifsad eder.
Boyacı ve çamaşırcı gibi nesnede emeklerinin eseri görülen kimseler, ücretlerini alabilmek için
boyadıkları veya temizledikleri nesneleri ellerinde tutabilirler.
Burada
eserden murad, koku veya boya gibi işçinin mülkü olan bir şey midir, yoksa görülen ve
müşahade
edilen şeyden mi ibarettir? Bu
konuda iki görüş vardır. Bu
görüşlerin tercih edileni
ikincisidir. O halde çamaşırcı, fıstıkçı, kırıcı, baltacı, değirmenci, terzi, ayakkabıcı ve köle tıraş eden
berber
gibi işçiler, ücretlerini almak için üzerinde iş yaptıkları malı sahibine vermeyebilirler.
Mücteba.
Malı
vermeme hakkı ücretin peşin
ödenmesi şart koşulduğu takdirdedir. Ama eğer ücret vadeli
ödenecekse, o zaman malı elinde tutamaz. Bu, işçinin işi, işverenin evinde yapmasına benzer. Zira
iş
işverenin evinde olmakla, hükmen
kendisine teslim edilmiş olur. İşçi işi müstecirin evinde yapsa
bile
malı telef ettiği takdirde, taaddi etmişse zamin olur. Gaye.
İşçi.
ücretinin karşılığında yaptığı malı sahibine vermese malda telef olsa ücret alamaz. Fakat
taaddisi
olmadığı için ona zamin de olmaz.
İZAH
«İmameyn
unu kadar borçlu olduğunu söylemişlerdir ilh...» Bu ihtilaf Hidaye'de zikredilmiştir. Buna
göre;
işin işverenin evinde yapılması ile, başka bir yerde yapılması arasında fark yoktur. Nitekim
ileride
gelecektir. Yine bu, müşterek işçinin sorumluluğu konusuna girer. Bu meselenin özeti şudur
Mal
imama göre müşterek iççinin elinde emanettir. İmameyne göre ise işçinin sorumluluğundadır.
Gayetü'l-Beyanda, zikredilen bu ihtilâfı Kudurî, İbni Sem'a'nın İmam Muhammed'den rivayet ettiğini
söylemiştir. Halbuki ne İmam Muhammed Camiü's-Sagır'da ne de onun şarihleri zikretmemişlerdir.
Aksine
hiçbir kayıt koymadan mesuliyet yoktur.» demişlerdir. İşte bundan ötürü fukaha
«Camiü's-Sağir'deki mesele umumu üzerine caridir. Ebû Hanife'ye göre ise mal işçinin müdahalesi
olmadan
telef olmuştur. İmameyne göre ise
teslimden sonra helak olduğu için işçinin
sorumluluğundadır»
demişlerdir.
Bahır
ve Minah isimli eserlerde de İtkanî'nin Gayetü'l-Beyan'da zikrettiği görüşe göre hareket
edilmiştir.
Sadece
Minah ve Bahır'a müracaat etmiş olan bazı alimler şarihin zikrettiği meselede «Kalemi
yanılmıştır.
Bununla birlikte Hidâye'ye uyan kimse sapmaz.» demişlerdir.
«Taksiratı vardır ilh...» Yani piştikten sonra tandırdan çıkarmamıştır. Mal sahibi eğer
yananekmekleri ekmek olarak tazminettirirse, pişirme ücretini verir. Eğer un olarak tazmin ettirirse,
pişirmeücretini vermez. Bahır.
«Hakikaten teslim etmemiştir ilh...» Yanı işverenin evinde yapılmamıştır. Bu sebeple hükmen teslim
yoktur.
O halde hakikaten teslim etmesi lazımdır. Bu da olmadığına göre ücret vermek gerekmez.
«Çalındığında
ilh...» Burada uygun olan «yansa» kelimenin de ilavesi idi. T. Ben sanıyorum ki,
şarihin
bu sözü terketmekteki maksadı ekmeğin tandırdan çıkardıktan sonra çalınmasıdır. Yanma
ise
tandırdan çıktıktan sonra nadiren olur.
«Ekmek yansa veya elinden düşse ilh...» Yukarıda, müstecirin evinde olsa hükmün böyle olduğu
geçti.
Eğer musannıf geçen kavlini ve ondan evvelki «ücret yoktur ve zamin olur» Kelimelerini de
söylemeseydi de, buradaki ifadeyi her iki meseleye rücu ettirseydi daha iyi olurdu. Nitekim bunu
Tahtâvî
de ifade etmiştir.
«Ekmek pişirme ücretini verir ilh...» Zira pişirilen ekmek müstecire manen ulaşmıştır. Çünkü
ekmeklerin kıymeti eline ulaşmıştır. T.
«Yanan
odunla sarf edilen tuzu tazmin etmez
ilh...» Zira o, yanan ekmekleri zamin olmadan önce,
onların
ikisini de kullanmıştı. Ekmeklere zamin olduğu vakit de yanan odunlar kül olmuştur. Zeylaî.
«Kendi
ailesi için kiralamışsa...» Şarihin bu sözü musannıfın zikrettiğinin ziyâfetlere ait olduğunu
ifade
etmektedir. Ziyafetlerin nev'î ise onbirdir. Alimlerden bazısı bu onbir ziyafet türünü nazmen
şöyle ifade etmişlerdir:
Ziyafet ondur, bir de ilave edilir. Onları sayanlar akranları içerisinde aziz olur. Çocuk doğduğunda
verilene
hurs, Çocuk için verilenede akika denir. Çocuğun sünnetinde verilene İ'zar, Kur'an ve
adâbı
hıfzettiğinde verilene de hızak
denilir. Çünkü Kur'anı okumakta
mahir olmuştur. Nikahta
verilene
melâk, düğünde verilene de velîme
denir. Düğünün ilanını ihmal etme.
Sebepsiz verilene
me'debe,
bina için verilene de vekîre denir. Seferden dönüş için verilen nakîa'dır. Bir felâket anında
verilene
de vadîme denir. Bunu komşular
verir. Recep ayının başlaması üzerine kesilen hayvan ve
verilen
yemeğe de atîre denir.»
«Bunda
asıl örftür ilh...» İcare akti şartsız olduğu zaman mutad olana şamildir. Ama şart koşulursa
bunun
hilafınadır. İtkanî.
«Aşçı yemeği pişirmese veya yaksa öder ilh...» Ekmek bahsinde geçen ifadeye göre yemek
sahibinin
muhayyer olması gerekir. Dilerse yemeğe sarfedilen malzemeyi alır, aşçıya ücret vermez.
Dilerse
pişirilmiş ücreti tazmin ettirir ve ona pişirme ücretim verir. T.
«Kerpiç
yapan kimse ilh...» Kerpiç kalıbı tek değilse veya bunlardan birisi örfen diğerlerine galip
değilse
kalıp tayin edilmediği takdirde
kerpiç yaptırmak üzere yapılan icare akdi fasittir. Kuhistanî.
özetle.
«İkame
ettikten sonra ilh...» Zira kerpiçleri ikame etraflarını düzeltmek içindir. O halde o da kerpiç
kesimine dahildir. İkâme; kerpiçler kuruduktan sonra onları yerden kaldırıp dikmektir. Kerpiçleri
kalıba
dökse, fakat ikame etmezden önce yağmur bozsa müstecirin evinde bile
olsa ücret vermek
lazım
değildir.
Kuhistanî.
«İstif
ettikten sonra ilh...» İmameynin bu görüşlerinin delîli istihsan dır. Zeylaî. Herhalde onların
görüşlerinin
müftabih olmasının sebebi, bunun
istihsal oluşudur. Ancak İtkanî
onların delillerinin
zayıf olduğunu söylemiştir. Teemmül et.
Bahır'da
da şöyle denilmektedir: «İhtilafın
faydası şurada ortaya çıkar: Kerpiçler kuruyup istif
edilmeden
telef olsa, İmam-ı Azama göre
müstecirin malından telef olmuştur.
İmameyne göre ise
işçiden
gider. Ama kerpiçler yerden kaldırılmadan önce telef olursa, her üçünün icmaına göre ücret
yoktur.»
«İmama
göre onları, mal sahibinin yanında yerden kaldırılmış olarak sayıncaya kadar ilh...»
Mustasfâ'nın
ibaresi şöyledir: «İmama göre kerpiçleri diktikten sonra İmameyne göre de istif
ettikten
sonra ücrete müstahak olur.» İzah ve Mebsut'ta da
böyledir.
Mustasfa
sahibi ücreti hak etmek için kerpiçleri saymayı şart koşmamıştır. Evlâ olan da budur.
Çünkü
saymadan da teslim etmiş olsa
ücretini alabilir.
Bahır.
İtkanî'de
Tahavî'nin şerhinden naklen
Mustasfa'daki ibarenin benzerini zikretmiştir. Teslim
kelimesini müstecir ile kerpiçleri başbaşa bırakmak şeklinde tefsir etmiştir.
«Kâğıdın
da katibe ait olduğunu şart kılmak, icare aktîni îfsad eder ilh...» Ama mürekkebi ona şart
koşmak
icare aktini ifsad etmez. Hamevî.
«Ücret
almak için malı elinde tutabilir ilh...» Yani malı sahibine vermeme hakkına sahiptir. Burda
şöyle bir müşkül ortaya çıkar. Ücreti talep etmek, yukarıda da geçtiği gibi ancak teslimden sonra
olabilir.
Malı hapsettiği zaman ne teslim, ne de ücret isteme vardır. Bu müşkülün şu şekilde def'î
mümkündür:
Yukarıda geçen söz, işi bitirip teslim ettikten sonra talep edebilir anlamına gelir.
Sözün
kendisi varken mefhûmu muhalifine
bakılmaz.
Sayıhanî.
0
zaman da «İbârede teslimin anılmasında bir fayda olmaz. Çünkü fukaha,
«Ücret ancak teslimle
vacibtir.»
demişlerdir şeklinde bir itiraz gelebilir. Eğer mal teslimden önce işçinin elinde helak
olursa
ücret düşer. Çünkü işçi üzerinde emeğin eseri olan ma'kudunaleyhi teslim etmemiş-tir. Ama
emeğin
eseri olmayan iş böyle değildir. Çünkü onda ücret işi bitirdikten sonra gerekli olur.
Buradaki
«hapis» kelimesine «teslimden sonra geri alma hakkı vardır» diyerek teslimden sonra
hapis
demek de mümkün değildir. Musannıfın aşağıdaki sözü buna delâlet eder: «Ücretini almak
için
nesneyi hapsetme, o da zayolsa, ücret yoktur.» Halbuki, teslimle ücret gerekli olur. Üstelik
adamın,
müstecirin evinde yaptığı işte olduğu gibi hûkmî teslimde de işçi malı hapsedemez. Hakiki
teslimden
sonra nasıl hapsedebilir? O zaman zahir olan: «hapseder» kelimesinin manası işçinin
zamin
olmamasıdır. Çünkü onun
hapsetme hakkı olmasaydı teslimden sonra zayi olması
durumunda
zamin olurdu. Düşünülsün.
«Esah
olanı ikinci kavildir ilh...» Gurerü'l-Efkar'da ve Kadıhan'a uyularak
Gayetü'l-Beyan'da da bu
kavil
sahih görülmüştür.
Bahır'da
ise şöyle denilmiştir: «Nesefî Mustasfa isimli eserinde Zahîre'ye nisbetle birinci kavlin
sahih
olduğunu söylemiştir. O halde bu meselede esah olan kavlin hangisi olduğu ihtilaflıdır.
Halbuki
iki kavilden birisini tercih etmek gerekir. Hidâye sahibi; elbiseyi yıkamayı yük taşımanın
benzeri
sayarak tercih yapılması gerektiğini
söylemiştir.»
«Terzi
ve ayakkabıcının ücret almak için
malı ellerinde tutma hakları vardır ilh...» Bu kavil Zahîriye
sahibinin
zamanındaki örfte «İplik kumaş sahibine aittir.» sözüne göre açıktır. Ama ondan evvelki
«iplik
terziye aittir» örfüne göre -ki o,
şu anda bizim de örfümüzdür-
Bu söz açık değildir. Çünkü
iplik
de boya gibidir. Sayıhanî.
«Hükmen
kendisine teslim edilmiş olur ilh...» Çünkü ev işverenin evidir ve kendisinin elindedir.
Buna
göre hükmî teslim. hakiki teslim gibidir ki, hakiki teslimde de malı hapsetmeye malik değildir.
«Taaddisi
olmadığı için ilh...» 0 zaman eskiden olduğu gibi elinde emanet olarak kalır. İşte bu da
sorumlu
olmamanın illetidir. Ücret almamanın illeti ise, üzerinde akit yapılan nesnenin teslimden
önce
helâk
olmasıdır.
METİN
Sırtı
ile veya hayvanla yük taşıyan hamal, gemici, elbiseyi güzelleştirmek için değilde, temizlik için
yıkayan
-Mücteba- kimseler gibi, işinde
emeğinin eseri görülmeyen
ücretliler, ücret için malı
hapsedemezler. Eğer hapsederse, gasp sorumluluğu gibi sorumlu olurlar. Bu kendi konusunda
gelecektir. O zaman malın sahibi muhayyerdir. Dilerse o, nesneyi bedeli ile tazmin ettirerek evine
getirtir
ve taşıma ücretini verir: dilerse,
taşıtmak-sızın yalnız tazmin ettirir
ve ücret ödemez.
Cevhere.
İşveren.
«Sen kendin bizzat yapacaksın» diye
işçinin kendisinin çalışmasını şart koşarsa, işçi kendi
yerine
başkasını, çalıştıramaz. Ancak ücretle tutulan süt
annesi, şart koşulsun, veya koşulmasın,
kendi
yerine çocuğu bir başka kadına
emzirtebilir. Hülasa.
İşveren
işçiyi mutlak şekilde «Şu işi yap.»
diye tutsa işçi bir başkasına da yaptırtabilir. Musannıf
«Başkasına da yaptırabilir» ifadesiyle, işçi
aldığı işi ücretle bir başkasına yaptırsa, zayi olduğu
takdirde
mal sahibi ikincisine değil bizzat kendi adama tazmin ettirir. Hulâsa da bunu açıkça
belirtmiştir.
Musannıfın,
işçinin bizzat kendi ameliyle kayıtlaması şunun
içindir:
Eğer
işveren işi verdiğinde bugün veya
yarın diyerek vakit şart koşsa, o da şart kılınan vakitte
yapmasa,
işveren birkaç kere yapılmasını taleb ettiği halde işçi ihmal etse ve mal çalınsa zamin
olmaz.
Şemsü'l-Eimme, bu mesele sorulduğunda, «işçi zamindir.» diye cevap vermiştir. Hülasa'da
da
böyle denilir.
«İşverenin
şu işi sana, yapman için veriyorum.» sözü kayıtlama değil
mutlaktır. Mustasfa. Buna
göre
işçi bir başkasını tutarak da o işi yaptırabilir.
Birisi
diğerini uzak bir yerde olan aile
efradını getirmek üzere tutsa oma aile efradından bazıları
ölmüş
olsa ve işçi geri kalanları alıp getirse, o zaman getirdiklerinin oranınca ücret alır. Bunu
musannıf;
«Eğer müstecirin aile efradı, her ikisince de biliniyorsa» sözüyle kayıtlamıştır. Zira
ücretin,
onların tümünün karşılığı olması böyle mümkündür. Eğer aile efradının kaç kişi olduğu
malum
değilse, o zaman ücretin hepsini alır.
İbn-i
Kemal şunu nakletmiştir: «Eğer aile fertlerinin sayılarının azalması ile külfet azalıyorsa, o
hesaba
göre ücretini alır. Yok eğer meşakkat azalmıyorsa ücretin tamamını
alır.»
Birisi
diğerini «Şu mektubu veya şu paketi Zeyd'e götür.» diye tutsa, o da mektup
veya paketi Zeyd
öldüğü
veya kaybolduğu için geri getirse.
onun için ücret yoktur. Çünkü
terzinin elbiseyi diktikten
sonra
geri sökmesi gibi, götürdüklerini geri getirdiğinden dolayı akdi bozmuştur.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Birisi diğerini belli bir ücretle bir yerdeki adamı çağırması için
kiralasa. kiralanan adam oraya gitse fakat adamı bulamasa ve geri gelse, işverenin ücreti vermesi
gerekir.»
Mektup
veya paketi Zeyd'e götürmesi için
tutulan kimse, Zeyd'in ölümü halinde
götürdüklerini
varislerine,
kaybolması halinde de geldiğinde ona
teslim edecek bir adama verse, işverene yalnız
götürme
ücretini vermesi gerekir. Bu da
konuşulan ücretin yarısıdır. Dürer ve
Gurer'de böyle
denilmiş
musannıf da onlara uymuştur. Şu
kadar var ki muhaşşiler bu
ibarenin devamında ücretin
tamamının
verilmesi gereğine itimad etmişlerdir.
Kuhistanî,
Nihâye'den naklen şöyle demektedir: «İşveren, teslim ettikten sonra cevabını getirmesini
şart
koşarsa, cevabı getirmediği takdirde ücretin yansını verir. Eğer şart
koşmazsa, o zaman
ücretin
tamamını verir.»
Kuhistanî'den
yapılan bu nakil ile Molla Husrev
ile muhaşşilerin kelamları uzlaştırılsın.
Mektubu
götüren adam Zeyd'i bulsa fakat mektubu ona vermese. işverenin hiçbir şey vermesi
gerekmez.
Zira, üzerinde akit yapılan iş mektubu ona vermesidir. Bu da yerine
getirilmemiştir.
İşçinin,
götürdüğü mektubu yırtılmış olarak teslim etmesi halinde hükmün ne olacağı ihtilaf
edilmiştir.
Vakıf
mütevellisi, vakıf arazisini ecr-i
misilden farklı bir ücretle kiraya verse, müstecirin
-mütevellinin
değil, nitekim alimlerin bazıları bu hususta yanılmıştır- müftabih kavle
göre emsalinin
ücretinin
tamamını vermesi lazımdır.
Nitekim Telhis ve başka kitaplardan naklen Bahır'da da
böyledir. Mecmeu'l-Fetevâda da denildiği
üzere;
Vasi
ve babanın, çocuğun arazisini icare vermesinin hükmü de böyledir.
Vakıf
arazileri veya menfaatlerinin gasbi halinde, dımânın gerekli olduğuna fetva
verilir.
Ulemanın
hakkında ihtilâf ettiği meselelerde vakfa faydalı olan husus hangisi ise fetva ona göre
verilir.
Nitekim ulemâ fahiş bir ücretle icara verilen bir vakıf arazisinde, Allah'ın hakkını korumak ve
vakfı
gözetmek üzere o icare aktini
bozmuşlardır.
Ücretim
peşin alarak mülkü kiraya veren kimse, borçlu olduğu halde ölse, icare feshedilir. İcare
verilen
nesne müstecirin elinde ise, icare akti fasit bile olsa, müstecir ödediği ücretin karşılığını
alıncaya
kadar o malda diğer alacaklılardan daha çok hak sahibidir. Şu kadarı var ki, kiraya verilen
mal
helâk olsa bile alacağı düşmez. Zira icare verilen nesne her yönüyle rehin değildir. Ama rehin
böyle değildir. Çünkü rehinin kendi kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise onun karşılığında
mazmundur.
Nitekim rehin babında gelecektir. Mecmaü'l-Feteva.
İZAH
«İşinde
emeğinin bir eseri görülmeyen kimse ilh...». Ancak kaçan
köleyi geri getirip sahibine
teslim
eden
adamın ücretinin hükmü bu hükümden
müstesnadır. İbni Kemal.
«Kumaşı
temizlemek için yıkayan ilh...» Ama eğer güzelleştirmek için yıkamışsa, o zaman çamaşırcı
işinin
eseri mal üzerinde görülen işçilerden olur. Zira: meselâ beyazlık gizli iken adamın yıkaması
ile
açığa çıkmıştır. Dolayısıyla sanki onu yeniden beyazlatmış gibi olmaktadır. O zaman o işçi geçen
ihtilafa
göre ücreti olmak için elbiseyi sahibine vermeyebilir.
«Konusunda
gelecektir ilh... » Bu mesele şöyledir: Hapsettiği mal, elinde tuttuğu için zayolduğu
takdirde
benzerleri varsa onun benzerini
vermesi gerekir. Ama eğer benzeri piyasadan çekilmişse
gelecek ihtilafa göre piyasadan kaybolduğu veya hükmün verildiği ya da gasbedildiği
gündeki
kıymetini
verir. Eğer benzeri olmayan şeylerden ise, o zaman gasbettiği gündeki kıymetini verir.
Bunda
bütün âlimler ittifak etmişlerdir.
«İşveren,
«Sen etinle yapacaksın veya bizzat çalışacaksın.» diye bizzat işçinin kendisinin
çalışmasını şart koşarsa ilh... » Bu kavil metinlerin açık ifadesidir. Şerhler de bu kavil üzere
yürümüşlerdir.
Hülâsa'dan naklen Bahır ve Minah'taki «Başkasının eliyle çalışma», ifadesini ilave
etmekse, önceki sözünü kuvvetlendirmek içindir.
Böyle denilmediği takdirde, kiraya
verenin sözü
mutlak
olur, manasına kaydı ihtiyazî değildir.
«İşçi
kendi yerine başkasını çalıştıramaz. ilh...» Çocuğu veya işçisi de olsa. Kuhistanî. Zira üzerinde
akit
yapılan iştir ve muayyen bir şahıstan taleb edilmektedir. Bir diğeri onun yerini tutamaz. Aynı
şekilde
üzerinde akit yapılan şey birisini
bir aylığına hizmet ettirmek için kiralamada olduğu gibi
menfaat
olsa, yine başka birisi onun yerini
tutamaz. Çünkü o zaman menfaati akitsiz olarak yerine
getirmek
olur. Zeylaî.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Yukarıdaki görüşü dikkatle düşünmek gerek. Çünkü işverene
muhalefet
ettiğinde, aldığı işi kendisinden daha usta birisine vermiş olsa, veya bir binekse onun
yerine
daha kuvvetlisini verse, caiz olması gerekir.»
Bu
itiraza Sâyıhanî şöyle cevap
vermiştir: «İşi yapana göre değişen şeylerde «kendi elinle yap»
kaydı
faydalıdır. Musannıfın dediği de bu kabildendir.»
Hâniye'de de: «Eğer aldığı işi çocuğuna veya çırağına yaptırırsa,
ona ücret vermek gerekmez.»
denilmektedir.
Hâniye'den nakledilen bu ifadenin zahiri, yukarıda geçen illetle birlikte ifade ediyor ki: «Başkasını
çalıştıramaz» sözünden murad: icârenin sahih olup, konuşulan ücretin hak edilmesi veya icârenin
fasit
olup ecri mislin gerekli olması ile birlikte çocuğuna veya hizmetçisine vermesinin haram oluşu
değildir.
Hem de ikinci işçinin iş verene karşı bir sorumluluğu yoktur. Çünkü
işverenle ikinci şahıs
arasında
hiç bir akit yoktur. Ama bu, aldığı işi bir ikinci şahsa yaptırırsa ona ecr-i misil vermesi
lazım
mıdır? İşte burası tereddüt mahallidir, bunu araştırmak lâzımdır.
«İster
şart koşulsun, ister şart koşulmasın ilh...» Ancak şârih ileride fasit icare bahsinde
Şurunbulalîye'den
naklen şöyle diyecektir: «Süt anne eğer ücretle emzireceği çocuğu kendi
hizmetçisine
emzirtse veya o da ikinci bir kadını çocuğu emzirmek üzere icarlasa, yine ona ücret
vermek
gerekir. Fakat çocuğu bizzat kendisinin emzirmesi şart koşulmuşsa, esas kavle göre ücret
vermek
gerekmez.
Öyle sanıyorum ki, metindeki sözün illeti şudur: İnsan birçok arazlara maruzdur. Öyle bir hal olur
ki,
onun aldığı çocuğu emzirmesi çok zor olabilir. O zamanda çocuk zarara uğrar. Onun için bizzat
kadının
emzirmesi şartı lüzumsuz olur. Teemmül et.
«İşçiyi
mutlak şekilde tutmuşsa ilh...» Yani «elinle yap.» şartını koymayarak «Şu elbiseyi dik veya
şunu
bir dirheme boya.» demesidir.
İşverenin bu şekilde mutlak bir
ifade kullanması başkasının
yapmasına
razı olduğunu gösterir. Kuhistanî.
Musannıfın ileride zikredeceği de bu kabildendir.
«Bizzat
kendi icarladığı adama tazmin ettirir ilh...» Yani çalındığı zaman bu İmam-ı Azama göredir.
İmameyne
göre ise dilediğine tazmin
ettirebilir. Hülasa.
«İhmal
ederek ilh...» Yani konuşulan sürede işi bitirmezse fakat korunmasında da kusur etmese
zamin
olmaz.
Zira
öyle zannediyorum ki «bugün ve yarın» kelimeleri acele yapılması için zikredilir, şart için
değildir.
T.
«Şemsü'l-Eimme ilh...» Bu ifadenin zahiri, mutemed olan kavlin birinci kavil olduğunu
göstermektedir.
Zira Şemsü'l-Eimme bu cevap da yalnız kalmıştır.
Alimlerden hiçbiri ona
katılmamıştır. T.
Ben
derim ki: Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Ben, Buhara imamlarından, «Birisi boyacıya
bugün
boyayıp vermesi şartıyla bir elbise verse, o
da verilen günde bitiremeyip aldığı
elbise ertesi
gün
telef olsa boyacının zamin olup olmadığını» sordum. «Zamin olur.» diye cevap verdiler. Bunun
benzeri
Zahîre'den de nakledilmiştir. Camiü'I-Fusuleyn'de bundan sonra da Fetevâ-yı Dînarî'den
naklen
şöyle denilmektedir: Eğer boyacı ile
kumaş sahibi tarih üzerinde ihtilaf etseler, uygun olan
boyacıyı tasdik etmektir. Çünkü o hem şartı, hem de dımânı inkar etmektedir. Diğeri ise bunları
iddia
etmektedir.» Daha sonrada şöyle denilir: «Eğer verilecek günü şart koşmuş olsalar. boyacı da
birkaç
gün sonra boyamış olsa, uygun olan, ücretin verilmesinin vacip olmamasıdır. Zira icare akti
kalmamıştır. Gününde yapmadığında helâk olduğu
takdirde onu tazmin etmesinin
gerekli olması,
bunun
delilidir. Bu mesele şuna benzemektedir:
Adam
boya için aldığı kumaşı inkâr etse, sonra da boyanmış olarak getirse, elbette ki bunda da
ücret
olmaz.»