09 Ekim 2012

HİBE KİTABI


HİBE KİTABI

METİN
Hibe bahsinin ariyet bahsinden sonra gelmesinin sebebi açıktır.
Hibe, sözlükte; mâlik olsun, olmasın, bir diğerine yardım ve ihsan-da bulunmaktır.
Bir terim olarak hibe, bir şeyi meccânen, ivazsız (karşılıksız) olarak bir başkasına temlik etmektir.
İvazsızlık hibenin şartı değildir.
Bir kimse diğerine, birisinin üzerindeki alacağını temlik ederek kab-zını emrederse, geçerli olur.
Çünkü bu temlik nesnenin hibesine rücû eder.
Hibenin sebebi, hibe edenin hayrı irade etmesidir. Hayrı irade eden kimse sevgi ve güzel sena gibi
dünyevi bir karşılık göreceği gibi, hüsnü niyetli olduğu takdirde, uhrevî karşılıklar da görür.
İmam Ebû Mansûr şöyle der: «Müminin çocuğuna tevhid ve imanı öğretmesi nasıl vecibse, ona
iyiliği ve cömertliği öğretmesi de öyle vacip-tir. Zira her hatanın başı dünya sevgisidir.» Nihâye.
Hibe mendûbtur. Kabulü ise sünnettir. Resûlulah (S.A.V.), «Birbiri­nizi sevmeniz için hediyeler
veriniz.» buyurmuştur.
Hibe yapan kimsede bulunması gereken sıhhat şartı âkil, bulûğ ve mülktür. O halde çocuğun,
mükâteb de olsa kölenirv hibesi geçerli de-ğildir.
Hibe edilen şeyde bulunması gereken sıhhat şartı ise, taksimi ka-bil olan şeylerde muşa (ortak)
olmaması, makbuz (kabza müsait) ve başkasından ayrılmış olması ve ileride açıklanacağı üzere
başkasıyla meşgul olmamasıdır.
Hibenin rüknü, ileride açıklanacağı gibi icâb ve kabuldür.
Hibenin hükmü ise. hibe olunan şahsa lüzum ifade etmeyen mülkün sübutudur. Çünkü hibe edenin
hibeden dönme ve fesih hakkı vardır.
Hibede muhayyerlik şartı yoktur. Fakat hibe eden kimse hibe ettiği kimseye muhayyerliği şart koşar
ve o da birbirlerinden ayrılmadan önce o şartı kabul ederse, hibe geçerli olur.
Bu tabirin muktezasınca muhayyerlik şartı ile hibe yapılsa, hibe geçerli, şart batıldır. Halbuki gerçek
yle değildir. Eğer böyle olmuş olsaydı, hibe olunan kimsenin ihtiyerı meclis ile takyit edilmezdi.
Öyleyse doğrusu şöyle demesiydi: «Hibenin sahih olmaması muhayyerlik şartı iledir.» Ayrıca ibra
meselesinde teşbih edatı olan «keza»yı atmalıydı. Çünkü muhayyerlik şartıyla yapılan ibrada ibra
sahih, şart batıldır. T. Şu kadarı var ki, ibra meselesinde iki görüş vardır. Birisi ibranın sahih, şartın
batıl olması, ikincisi ise, ibranın da batıl olmasıdır. Şarihin burada ikinci rivayeti kabul ettiğini
sanıyoruz.
Vâhib (hibe eden) hibe olunan kimsenin zimmetindeki hibenin da-vasından muhayyerlik şartı ile
ibra ederse, ibrası geçerli olur. Ancak koş-muş olduğu muhayyerlik şartı bâtıldır. Hülâsa.
Fasit şartlarla hibenin bâtıl olmaması da hibenin hükümlerindendir. O halde kölenin azad edilmesi
kaydıyla birşey hibe edilmesi halinde hibe geçerli şart bâtıldır.
Hibe, «sana hibe ettim», «Sana verdim.», «Şu yemeği sana yedirdim» gibi icâb sözleriyle, bu sözler
şaka yollu söylense bile, geçerlidir. Fakat, «Sana tarlamı yedirdim» dese, bunun aksine ariyet olur.
Bu sözle ancak tarlanın gelirini bağışlamış sayılır. Bahır.
Hibe, «Bu cariyenin fercini sana hibe ettim.» gibi kendisiyle hibe edi-len şeyin bütünü kastedilen
parçanın hibesiyle de, «O şeyi senin için kıldım.» demekle de geçerli olur. Fakat. «Bu şeyi senin
ismine kıldım.» veya «Bu cariyeyi sana helâl kıldım.» demekle öncekinin aksine hibe olmaz. Ama
eğer bunlardan önce hibeyi ifade edecek bir söz varsa, bun-larla da hibe geçerli olur. Hülâsa.
İZAH
«Sebebi açıktır ilh...» Çünkü hibeden önce açıklanan ariyet bir şe-yin menfaatinin karşılıksız
temlikidir. Hibe ise şeyin kendisinin karşılıksız olarak temlik edilmesidir.
«Meccânen ilh...» İbni Kemal vasiyetin hibe tarifinin dışında kalması için bu ifadeye «halen»
kelimesini ekleyerek, «Bir aynı meccânen ve pe-şinen temlik etmektir.» demiştir. Çünkü vasiyet de
bir şeyi bir kimseye mec-cânen temliktir. Ancak bu temlik! peşin olarak değil, gelecek için
yapıl-maktadır.
«İvazsız ilh...» Yani ivaz şartı kılınmadan. O halde burada, «şart» ke-limesi düşürülmüştür.
Musannıf da Kenz'de olduğu gibi, «meccânen» kelimesi yerine, «İvazsız» deseydi, ifade daha açık


olurdu. Zira meccâ-nen kelimesinin anlamı da karşılıksız demektir. Yoksa meccânen ifade-si, ivazın
şart olmaması anlamına gelmemektedir.
Ebussuud gibi Hâmevî de buna itiraz ederek, «İvazsız kelimesi, ivazın şart olmadığına delildir.
Çünkü ivaz şartıyla hibe, ıvazsızlığı şart koş-mayı nakzeder. Bu yüzden, ikisi bir araya nasıl
getirilir.» demiştir. O hal-de Musannifin bu yanlış ifadesiyle maksat tamamlanmamaktadır. Çünkü
burada maksat tarifin hem ivazsız, hem de ivazlı hibeyi kapsamasıdır. Azmiye'de de dikkat çekildiği
gibi, eğer bu kastedilmezse, ivazlı hibenin tariften çıkması gerekir.
Ben derim ki: Gerçek şudur ki, eğer, «bilâ ivaz (ivazsız)» tabirinin üzerindeki «ba» harfi cerri
mülâbese anlamına alınır, hazfedilen bir vas-fa ait kılınarak temlik kelimesine hâl yapılırsa, o zaman
zikredilen mah-zur ortaya çıkar. Fakat eğer o hazfedilen vasfı hâl yapmayıp ikinci ha-ber yapılırsa, o
zaman o mahzur ortaya çıkmaz. O zaman mânâ şöyle olur: Hibe, satım akdi ile kira akdinin aksine
ivaz şartı olmadan bir ayn'ın temlikidir. Bu durumda zikredilen itirazlar vârid olamaz.
«İvazsızlık hibenin şartı değildir ilh...» İvazlık hibenin şartı olsaydı, bu tarif ivazlı hibeyi içine
almazdı. H.
«Alacağını temkîl ederek ilh...» Bu söz takdir olunan bir sorunun cevabıdır. Şöyle ki, Musannıfın
«ayn» kelimesi ile kayıtlaması, borçlusu olmayan bir kimsenin alacağını bir başkasına hibe yoluyla
temlik et-mesini, sahih olduğu halde, hibenin tarifi dışında bırakmaktadır. Çünkü, alacak ayn
değildir. İşte Musannıf bu mukadder soruya bu ifade ile cevab vermektedir. Yani taraftaki ayn hem
peşin aynı, hem de gelecekteki aynı içine almaktadır. O halde bir diğerinin üzerindeki alacağını
borçlu-suna değil, bir başkasına temlik ettiğinde, ayn olması bile kabzettiği an ayn olur.
Fuzalâ'dan bazılarına göre bundan dolayıdır ki, başkasının üzerin-deki alacağını temlik etmek
ancak kabzla tamamlanır. Kabzdan önce hi-be eden dönebilir veya kabzdan men edebilir. Çünkü
onun kabzı ancak mâlikin niyabeti ile mümkündür. İşte «Hibe edilen kimse, hibe edileni
kabzetmeden hibe eden ölürse» meselesi bu görüş üzerine bina edilmektedir. Düşün.
Bu meselede bir diğerine temlik edilen alacağın kabz emri aynı mec-liste mi verilmelidir, yoksa
daha sonra mı? Açık olan, hibe ettiği mecliste vermesidir.
Adam alacağını borçlusuna hibe ederse, bundan geriye dönemez. Çünkü bu temlik mecazen
ibradır. Mecazi olan birşey de nakzedilemez. Allâhu teâlâ en iyisini bilir.
«Sahih olur ilh...» O adam parasının alınması hususunda mâlikin vekili gibi olur.
Bahır'da, Muhit'ten naklen şöyle denilmiştir: «Birisi diğeri üzerinde-ki alacağını bir başkasına hibe
ederek kabzını emretse, o da alacağı kabzetse, bu hibe istihsânen caizdir. O halde kabzeden adam
alacağı mâlikin yerine ve niyabet hükmü ile kabzediyor, sonra da hibe hükmüy-le kendi nefsi için
kabzetmiş oluyor. Eğer hibe eden kabzı için izin ver-mezse, kabzetmesi caiz olmaz.»
Ebussuud da, Hâmevî'den naklen şöyle der: «Bu ifadeden anlaşılı-yor ki, insanın kendisi için
dondurulmuş bir alacağını onun izinsiz olarak alınmasından sonra, kabza için vermedikçe, bir
diğerine hibe yoluyla tem-lik etmesi geçerli değildir. Ama eğer kabza izin verirse geçerli olur. Bu bir
fetva hadisesidir.»
Eşbâh'ta da böyle bir temlikin geçerli olduğu söylenmiştir. O za-man hibe edilen şahıs önce
müvekkil adına alıyor, sonra da kendisi için. Bu ifadenin gereği, kabzdan önce onu alacağı
kabzetmekten azledebilmesidir.
«İmam şöyle der ilh...» İmam Ebû Mansur'un bu sözü hibenin uhrevi kısmını beyan etmektedir.
«Mükateb de olsa ilh...» Mükâtebin dışındaki müdebber, Ümmü'l-Veled ve yarı köle olan köleler de
öncelikle hibe yapamazlar.
«Sıhhat şartı ilh...» Yani sıhhat üzere devam etmesi izahı ileride gelecektir.
«Makbuz ilh...» Birisi incisini kaybetse, kaybettiği inciyi, «Ara bul, senin olsun.» diyerek birisine
hibe etse, o da bularak kabzetse, geçerli olur mu? Ebû Yusuf, «Bu fasit bir hibedir. Zira bu hibe
güvensizlik üze-rine yapılmıştır. Emniyetsiz hibe de geçerli değildir.» demiştir. İmam Züfer ise bu
hibenin caiz olduğunu söylemiştir. Haniye.
«Taksimi kabil olan şeylerde ortak (muşa) olmaması ilh...» Açıkla-ması ileride gelecektir. Nesnenin
ortak olmaması şartı hibeye aittir. Fa-kat ortak olan bir şeyin iki kişiye sadaka verilmesi, sağlam
görüşe göre caizdir. Bahır. Bunun aksine ortak olan bir şeyin bir kısmının sadaka edilmesi geçerli
değildir. Nitekim, Hibenin müteferrikât bahsinin sonun-da ortak malın hükümleri zikredilmiş,
Câmiü'l-Fusûleyn'de de ortak malın hükümleri için bir başlık konulmuştur.


FAYDALI BİR MESELE :
Birisi evinin yarısını ortak olarak hibe etmek istese, hibenin geçerli olması için evin yarısını belirli
bir para karşılığı hibe etmek istediği kim-seye satar, sonra da onu borcundan ötürü ibra eder.
«İcab ilh...» Hizânetü'l-Fetâvâ'da şöyle denilir: «Birisi oğluna bir
mal verse, oğul o malda tasarruf etse, mal yine babanındır. Ancak tem-like delâlet edecek bir delil
olursa, o zaman mal babanın değil oğlunun olur. Biri.
Ben derim ki: Hızânetü'l-Fetâvâ'nın ifadesi, ifade ediyor ki, hibe için icâb ve kabulü bizzat telâfuz
etmek şartı değildir. Hibe için temlike de-lâlet eden karineler yeterlidir. Meselâ, birisi bir fakire
birşey verse, ne veren, ne de fakir hiçbir şey söylemeseler, bu geçerli bir hibe olur. Hedi-ye ve
benzeri şeylerde de böyle olur. Bu unutulmasın.
Buna şu şekilde örnek verebiliriz: Bir kimse karısına veya bir baş-kasına birşey verse ve, «Bu şeyi
sana hibe ettim.» dese, o da, «Kabul ettim.» demeden o şeyi kabzetse, geçerli olur. Çünkü hibe
konusunda kabz, rükün yerine geçer. O halde adamın kabzetmesi, «Kabul ettim.» anlamına
gelmektedir. Velvâlîciye.
İbni Melek, Mecmâ adlı eserin şerhinde. Muhit'ten naklen şöyle der: «Adam hibe ettiği zaman hibe
edilen şeyin kabzını da emrederse o kabz meclisle sınırlı olmaz. Onun o meclisten sonra
kabzetmesi de caizdir.»
«Kabuldür ilh...» Bunda ihtilâf vardır. Kûhistânî'de, «Ben sana hibe ettim.» sözüyle hibe geçerlidir.
Bu gösteriyor ki, kabul hibenin rüknü değildir. Nitekim buna Hülâsa ve diğer kitaplarda da işaret
edilmiştir.. Kirmânî de hibede icâbın tam bir akit olduğunu zikretmiştir. Mevsut adlı eserde de,
«Hibede kabz, satım akdindeki kabul gibidir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı eğer alacağını
borçlusuna hibe etmiş olsa, borçlunun, «Kabul ettim» demesine ihtiyaç kalmaz. Kirmanî'de olduğu
gibi, şu kadarı var ki, Kâfî ve Tuhfe adlı eserlerde kabulün de rükün olduğu zikredilmiştir. Hibede
icâba ihtiyaç olduğu Kirmanî'de de zikredilmiştir. Çünkü insanın malı bir diğerine temliksiz intikâl
etmez. Kabule de ihtiyaç vardır. Çün-kü hibe mülkü başkasına sabit kılmaktır. Ancak adam hibe
etmeyeceğine yemin etse, sonra da hibe etse, karşıdaki kabul etmese bile hânis (ye-minden
dönmüş) olur. Çünkü yeminden maksadı cömertliğini açığa vur-mak değildir. Halbuki burada
cömertliğini açığa vurmaktadır. Doğru olan Kirmanî'deki birinci görüştür. Yani hibe kabule muhtaç
değildir. Zira, Tevilât adlı eserde de açıkça, «Kabul gerekli değildir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı
Hanifî âlimleri, eğer adam kim alırsa onun olsun diyerek ma-lını yolun kenarına bıraksa, bu caizdir
demişlerdir.» denilmiştir. Bunun tamamı aşağıda gelecektir.
«Muhayyerliği şart koşarsa ilh...» Meselâ, bir kimse bir şeyi hibe et-tiği şahsın üç gün muhayyer
olması şartıyla hibe etse.
«Muhayyerlik şartıyla ibra ilh...» Muhayyerlik şartı geçerli değildir. Şöyle ki, adam üç günlük
muhayyerlik hakkı tanıyarak borcundan dolayı borçlusunu ibra etse, ibrası geçerli muhayyerlik şartı
bâtıl olur. Minâh. Bu mesele Muhayyerlik şartı konusundaki meseleye aykırıdır.
«Şaka yoluyla ilh...» Makdisi,(*) bu konuda Bahır sahibini reddet-miştir. Biz de Bahır'ın hamişinde
Makdisî'ye cevap verdik.
(*) Makdisi'nin ifadesinin metni şöyledir: «Hülasa adlı esrde olan şudur: «Bir kimse bir diğerinden
şaka yollu hibe taleb etse, o da ciddi olarak hibe ve teslim etse, hibe geçerlidir. Çünkü burada hibe
eden şaka yapmamıştır. Hibe olunan kimse de geçerli bir sözle kabul etmiştir.» Musannıf'ın,
Hülasa'dan naklen metinde olan konuya delil getirmek için naklettiği bunu ifade etmiyor. Çünkü
Hülasa'da olanın benzeridir. Hülasa'nın ifadesi şöyledir: «Adam karısına şaka yollu, «Şunu bana
hibe et» dese, kadın da, «Hibe ettim» diyerek teslim etse, caizdir» Kuhistani'de olan da bunu ifade
etmiyor. Onun ifadesinin metni de şudur: «Şaka yollu olan da hibeye girer. Mesela adam birisine,
«Sen şunu bana hibe ettin» dese, o da «Evet, hibe etmiştim» dese, diğeri «Kabul ettim» dese,
öbürü de teslim etse, hibe caizdir. T. da da böyledir.»
«Bu şeyi senin adını kıldım onun aksine ilh...» Bahır'da şöyle denir: Musannıf, «Senin için kıldımû
sözüyle kayıtlamıştır. Adam, «Senin adına kıldım» dese hibe olmaz. İşte bundan ötürü Hülâsa'da,
«Eğer adam oğlu için bağ dikmiş olsa ve «Ben bu bağı oğlum için kıldım» dese hibe olur. Fakat,
«Ben onu oğlumun adı ile kıldım» dese iş tereddütlü kalır. Ancak geçerli olmaya daha yakındır.»
Minâh ve Hâniye'den naklen, «Eğer adam diktiği bağ için, «Ben onu falan oğlum için kıldım» dese,
hibe olur. Çün-kü «kıldım» (cal) kelimesi temlik etmekte kullanılır. Adam, «Ben oğlu-mun adı ile
dikiyorum» dese, hibe olmaz, fakat, «Ben bu bağı oğlumun adı ile kıldım» dese hibe olur. Çünkü


halk bu ifadeyi hibe ve temlikte kullanır.» denilmiştir. Minâh'ın, Hâniye'den nakledilen ifadesinde,
Hü-lâsa'da olan meseleye muhalefet vardır. Bu da açıktır.»
Remlî şöyle der: «Ben derim ki, Hâniye'de olan ifade halkın örfüne «daha yakındır.»
Bu meselenin bir tamamlayıcısı (tekmilesi) vardır, ancak, ondan sarf-ı nazar edilmiştir. Çünkü o
tamlama ve çakı anlamı muhalefet üzerine ik-rar ediyor. Onda şu görüş de vardır ki, Hâniye'nin
ifadesinde, «kıldım» (cal) kelimesi mevcuttur. Bu ifadeden kasıt da ancak temliktir. Hülâsa'da ise
bunun aksine adı geçen kelime yoktur. Evet, halkın örfüne göre bu ifadelerden kasıt mutlaka
temliktir. Düşün.
«Hibe olmaz ilh...» Burada şu kalmıştır ki, adam birisine, «Şu elbi-seyi sana temlik ettim» dese,
eğer hibeye delâlet edecek bir kârine var-sa hibedir ve geçerlidir. Eğer hibeye delâlet edecek bir
şey yoksa hibe olmaz. Çünkü «temlik» genel bir ifadedir ki, satım akdine, vasiyete, kira akdine ve
diğer akitlere de şâmildir. Bu konuda bizim Hâmidiye'nin, Hibe konusunun sonunda yazdıklarımıza
bakınız.
Kâzurûnî'de de, «Ben sana şu elbiseyi temlik ettim» demiş olsa, bu .sözden maksat hibedir.»
denmiştir.
FER'Î MESELELER :
Birisi diğerine, «Seni şu kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım.» dese, o da kumaşı veya
dirhemleri kabzetse, hibe olur.
Birisi mehr-i müsemmâ ile evlendiği kadına, «Seni şu kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım»
dese. bu da yine hibe olur. Serahsî'nin, Muhît'inde de böyledir. Fetâvâyı Hindiyye.
Bir kimse karısına, elbise yaptırıp gitmesi için bir miktar dinar ver-se, kadın aldığı dinarları birisine
muameleten vermiş olsa, o dinarlar ka-dın için kınye olur.
Adam küçük çocuğuna elbise yaptırsa, o elbise çocuğun mülkü olur. Bunun gibi büyük çocuğuna
elbise yaptırsa ve ona teslim etse, yine onun mülkü olur. Bezzâziyye.
Birisi diğerine elbiselik bir kumaş vererek. «Bunu el, giyin» dese o da alıp giyinse hibe olur.
Birisi diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunu al kendine intak et» dese karz olur. Bakani.
Adam çocuğuna elbise yapsa, elbiseyi başkasına veremez. Ancak yaptığı zaman «Bu ariyettir»
derse, o zaman başkasına verebilir.
Birisi talebesine veya çırağına elbise yapsa, talebe veya çırakta kaçsa, başkasına veremez. Ancak
yaptığı zaman, «Bu ariyettir» demişse, başkasına verebilir. Bezzâziyye. Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Birisi diğerine, «Şunu sana ömrün boyun verdim» dese, ömür boyu hibe olur. «Seni şu hayvana
bindirdim» dese, eğer niyeti hibe ise, ari-yet bahsinde geçtiği gibi hibe olur.
«Şu elbiseyi sana giydirdim» veya «Ben yaşadıkça sen şu evde otur» dese, hibe olur. Çünkü, «Evde
otur» sözü tefsir değil, işarettir. Çünkü fiil, ismi tefsir edemez. Öyleyse o kimseye mülkünde
oturması için işaret etmiştir. Diğeri dilerse işareti kabul eder, dilerse kabul et-mez. Fakat, «Benim
evim sana hibedir oturman için» veya «Oturman için hibedir» dese, hibe olmaz. Belki ariyet olur.
Çünkü hibe edilişinde şüphe vardır. Ariyet ise daha yakındır. Yalnız, «oturmak» hibe edilemez,
çünkü bu ayn'ın temliki değil, menfaatin temlikidir.
Özet olarak, ifade ayn'ın mülkiyetini bildiriyorsa hibedir, menfaati bildiriyorsa ariyettir. Eğer her
ikisini de içine alma ihtimali varsa, o za-man niyete bakılır. Nevazil.
Bahır'da şöyle denilir: «Adam, «Bu ağacı oğlumun adına dik.» de-miş olsa. akla en yakını, onun
hibe oluşudur ve bu hibe geçerlidir.»
Hibe kabule de geçerlidir. Yani hibe olunan kimsenin kabulüyle de hibe geçerli olur. Hibe eden için
ise hibe yalnız icabla geçerli olur. Çünkü o teberru edendir. Hatta, «Ben kölemi falan kimseye hibe
diyorum» di­ye yemin etse, o da kabul etmese, günahkâr olmaz. Ama bunun aksine kölesini hibe
etmeyeceğine yemin ettikten sonra hibe etse, öbürü kabul etmese de günahkâr olur.
Satım akdi bunun aksinedir. Adam, «Bunu falan kimseye satmaya-cağım» diye yemin etse, sonra
satsa, öbürü kabul etmezse günahkâr olmaz. Çünkü satım akdinde yalnız icâb yeterli değildir.
Kabul de satım akdinin şartlarındandır.
Hibe edildikten sonra, taraflar meclisten ayrılmazdan önce, hibe edi-lenin izinsiz olarak hibe


bulunan şeyi alması geçerlidir. Çünkü hibede kabz, kabul gibidir. Kabzın kabul gibi oluşu da
meclise has bir hüküm­dür.
Meclisten sonra kabz, izne tâbidir. Muhit adlı eserde, «Hibe ettiği zaman kabzı da emrederse, o
zaman onun izni meclisle sınırlanmaz, Meclisten sonra da kabzı caizdir.» denilmiştir.
Kabza imkân da kabzetmek gibidir. Meselâ birisi diğerine kilitli bir sandıktaki elbiseyi hibe etse ve
sandığı ona verse, kabzetmeye imkânı bulunmadığından kabzetmiş sayılmaz. Ama kilitli olmayan
bir sandığın içindeki elbiseyi hibe etmiş olsa ve sandığı verse, o zaman kabza im-kân
bulunduğundan kabzetmiş gibi olur. Çünkü hibedeki kabz imkânı satım akdindeki tahliye gibidir.
İhtiyar.
Dürer'de şöyle denilir: «Tercih edilen görüşe göre. fasid de değil, sahih hibede, kabz tahliye ile
sahihtir.»
Netif isimli kitabta da: «On üç akid vardır ki, kabzsız geçerli değil-dir.» denilmiştir.
Hibe eden kimsenin kabzı yasaklaması hâlinde, mecliste olsa bile, onun kabzetmesi geçerli
değildir. Çünkü açık ifade, delâletten daha kuv-vetlidir.
Hibe kâmil bir kabzla da tamamlanır. Hibe olunan şey hibe edenin mülkünü meşgul etse bile. Ama
hibe edenin mülkü onu meşgul ederse, o zaman geçerli olmaz. Çünkü bunda asıl şudur: Hibe
olunan şey hibe edenin mülkü ile meşgûlse, onun mülkiyeti hibenin tamamlanmasına engel olur.
Eğer hibe edenin mülkünü hibe edilen meşgul ediyorsa, hibenin tamamlanmasına engel olmaz.
Meselâ birisi diğerine içinde ekmeği bu-lunan bir dağarcığı veya içinde eşyası olan bir binayı veya
üzerinde eğe-ri bulunan atı hibe etse ve o halde teslim etse, hibe geçerli olmaz.
Bunun aksine, dağarcığın içindeki ekmeği veya evin içindeki eşyayı veya atın üzerindeki eğeri hibe
etse ekmek de, eğerde, eşyada hibe ge-çerli olur. Çünkü bunların herbirisi hibe edenin mülkünü
meşgul etmek-tedirler. Bunların meşguliyeti veren adamın mülkü ile değilse hibenin
ta-mamlanmasına engel olmaz. Rehin ve sadaka olduğu gibi. Çünkü kabz hibenin tamamlanma
şartlarındandır. Bunun tamamı İmâdiye'dedir.
Eşbâh adlı eserde de, «Meşgul olan şeyin hibesi caiz değildir. Ancak, baba eğer küçük çocuğuna
hibe ederse, caizdir.» denilmiştir.
İZAH
«Dilerse işareti kabul eder ilh...» Yani mülkünde oturması için işaret etmiştir. Dilerse bu işareti
kabul eder, dilerse etmez. «Şu yemek sana, ye.» veya «Şu elbise sana, giy» demesi gibi. Bahır.
«Bu ağacı oğlunun adına dik ilh...» Bu konudaki sözü yukarıda sun-duk.
Ben derim ki: Bir kimsenin, «Şunu senin adına yaptım» demesi, geç-tiği gibi hibede geçerli olmaz.
yle olunca akla gelme bakımından da-ha düşük derecedeki birşey, sıhhate nasıl yakın olur.
Sâyıhânî.
Ben derim ki: «Bu ağacı oğlumun adına dik» sözü ile, «Şunu senin adına kıldım» sözü arasında fark
vardır. Şöyle ki, «Senin adına yaptım» sözündeki hitap oğluna değil, bir yabancıyadır. Fakat,
«Oğlumun adına dik» demesi ise halkın örfüne göredir. Binaenaleyh bu ifadede akla en yakın olanı
geçerli olmasıdır. Düşün.
«Hibe kabulle de geçerlidir, ilh...» Velevki o kabul sözle değil, fiille olsun. Meselâ adam iki kişiye,
«Şu cariyeyi birinize hibe ettim dileyen onu alsın.» dese, onlardan birisi aldığı takdirde ona hibe
olmuş olur. Kabul ettim demese dahi onun alması, kabul sayılır.
Muhît adlı eserde yer alan; «Bu ifade delâlet ediyor ki, hibede kabul şart değildir.» sözü kapalıdır.
Çünkü hibede bağışlanan şeyi kabzetmek fiilen onun kabulüne delâlet eder. Bahır.
Ben derim ki: Kanaatimce, Muhît adlı eserdeki kabulden maksat, sözle kabulün şart olmamasıdır.
Muhît sahibinin bu görüşü üzerine baş-kasının görüşü de ilâve edilerek, hibede kabulün şart olması
veya şart olmaması şeklindeki bu iki görüş arasında uygunluk sağlanmış olur. Zi-ra, «kabul şart
değildir» sözünden anlaşılan, sözle kabulün şart olmadı-ğıdır. «Kabul şarttır.» djyen görüş de kabul
ister sözle, ister fiille olsun şarttır, şeklinde anlaşılır. Biz bunun benzerini, «Ariyet» konusunda
sun-duk. Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
Orada şöyle yazmıştık: «Eğer hibe edilen şey hibe edilen şahsın elin-de ise, mal sahibinin, «Sende
olanı bana hibe ettin» sözüne karşılık, onun da sözle, «Kabul ettim» demesi şarttır. Nitekim ileride
gelecektir.»


«Satım akdi bunun aksinedir ilh...» Çünkü diğeri kabul etmediği tak-dirde günahkâr olmaz.
«Kabız bağışlananı teslim almaya engel bir hâlin olmaması ile sa-hihtir ilh...» Tatarhâniye'de şöyle
denmiştir: «Bu farklılık sahih hibede-dir. Fasit hibeye gelince, ittifakla teslim almaya hazır olma
kabz de-ğildir. En sağlam görüşe göre hibeyi ikrar etmek, kabzı ikrar demek değildir.» Haniye.
«Netif adlı eserde, «Onüç akit vardır ki, kabz olmadıkça geçerli değildir.» denmiştir ilh...» Bu onüç
akit şunlardır: 1 - Hibe, 2 - Sadaka, 3 - Rehin, 4 - Muhammed bin Hasan, Evzâî, İbni Şûbrime, İbni
Ebî Leylâ ve Hasan bin Sâhih'in görüşlerine göre vakıf, 5 - Birisine ömür boyu verilen şey, 6 -
Hediye, 7 - Cenini satmak, 8 - Sulh bedeli, 9 - Selem akdinde sermaye, 10 - Selemde mal bedeli.
Selemde peşin veri-len paranın bir bölümü geçersiz (züyuf) olur ve taraflar akit meclisinden
ayrılmazdan önce bu geçersiz paranın karşılığı kabzedilmezse, selemde bu paranın karşılığı olan
hisse bâtıl olur. 11 - Sarraflıkta. 12 - Cinsle-ri ayrı olan, ölçüyle alınıp satılan şeylerde vade değil,
fazlalık caiz olur. Arpayı buğdayla satmak gibi, 13 - Cinsleri ayrı olduğu halde, demiri tunçla veya
tuncu bakırla yahut bakırı kurşunla satmak gibi tartılan bir şeyi tartılan herşeyle satmış olsa, vade
değil, fazlalık caiz olur. Minahü'l-Gaffâr. Hâmiş'te de böyledir.
«Kabızla ilh...» Bağışlayanın ölmeden önce hibeden söz etmesi şart-tır. O hibe ölüm hastalığında
bir yabancıya yapılsa bile kabz yine şart-tır. Nitekim bu konu Vakıf kitabında da geçti. Hâmiş'te de
yledir.
«Tam bir kabzla ilh ...» Meselâ birisine bir bina hibe edilmiş olsa, o da iki kişiye hibe edilen binanın
kabzı için vekâlet vermiş olsa, o iki kişi-nin binayı kabzetmeleri caizdir. Haniye.
«Hibenin tamamlanmasına engel olur ilh...» Çünkü kabz hibede şarttır. Fusûleyn. Zeylâî'nin,
«Bağışlayanın mülkü, eğer bağışlanan malı meş-gul ediyorsa, akit fasit olur.» sözü bunu ifade eder.
İmâdiye de olan ifadeden anlaşıldığına göre ise, böyle bir hibe fasit değil, fakat eksiktir.
Hâmevî de, Eşbâh'ın haşiyesinde, «İhtimal ki bu meselede iki riva-yet vardır. Taksimi mümkün olan
ortak mülkte hibenin fasit olup olma-dığı hususunda ihtimal bulunduğu gibi bunda da ihtilâf vardır:
Nitekim Binâye'de olduğu gibi sağlam olan görüşe göre, bu hibe tamamlanmayan bir hibedir.
Öyleyse bu konuda da bağışlayanın mülkünün hibe olunanı meşgul etmesinde -hibe fasit değil,
eksik olmaktadır. Şeyhimizin yazısı ile olan ifade budur. İşte bu ifadeden Dürrü'l-Muhtâr'm işaret
ettiği ko-nu anlaşılmış oluyor. Öyleyse Mürrül-Muhtâr sahibi önce bu iki görüş-ten birisine işaret
ederek «Hibe tamam değildir» demiştir. Sonunda da ikinci yani, «Hibe geçerli değildir.» sözüne
işaret etmiştir. Düşün.» Ebussuud.
Bu konuda genel kaide şudur: Hibe edilen şey eğer hibe edenin mülkü ile yaratılış bakımından
bitişik olur ve bunu ayırmak mümkün bu-lunursa, o şeyi mülklükten ayırıp teslim edinceye kadar
hibe caiz olmaz. Meselâ, tarladaki ekini biçmeden veya ağaçtaki meyveyi toplamadan hi-be etmek
gibi. Bunun aksine ekilen bir tarlayı, üzerinde meyve olan bir ağacı hibe etse, yine caiz değildir.
Ancak bu teslim ile caiz olur.
Eğer hibâ edilen şey hibe edenin mülküyle yaratılıştan değil, birlik-te bulunma yüzünden bitişikse,
yine o şeyin hibe edilmesi caiz değildir. Meselâ, atın üzerindeki eğeri hibe etmiş olsa, caiz olmaz.
Çünkü eğer, at ile kullanılır. Onu hibe ettiği takdirde hibe edenin onu kullanma hakkı vardır. Bu da
kabzetmede eksikliği gerektirir.
Eğer bitişik değilse caizdir. Meselâ eğerli bir atı eğersiz olarak hibe etse, bu hibe caizdir. Çünkü at
eğersiz de kullanılır. Atı değil, üzerindeki yükü hibe etmesi de caizdir. Çünkü yük atla değil başka
şeylerle de ta-şınır. Meselâ, yine bunun gibi, bir kimse içindeki eşyayı değil evi hibe etse, evin
eşyasını boşaltıp teslim edinceye kadar hibe caiz olmaz.
Eğer evi değil, evin içindeki eşyayı hibe ederek onu teslim etse, caiz olur. Mecmâ Şerhi. Muhit adlı
eserde de yledir.
«Hibe edilen başka bir mala bitişikse, bu durum hibenin tamamlanmasına mani olmaz. ilh...» Buna
göre, başka mal kendisine bitişenin hi-besi caiz, fakat kendisi başka mala bitişik olan şeyin hibesi
ise caiz olmaz. Fusûleyn.
«Ben derim ki: Bu söz mutlak değildir. Çünkü ekin ve ağaç. toprağı meşgul edenlerdir, toprakla
meşgul olanlar değillerdir. Bununla birlikte yere bitişik oldukları sürece bunların hibesi de caiz
değidir. Ama eğer yerden ayrılır ve teslim edilirlerse caiz olur. Fusûleyn üzerine Hayreddin.
«İçinde ekmeği bulunan dağarcığı ilh...» İçinde eşya olan bir binayı hibe etse, binayı teslim ettikten
sonra da binadaki eşyayı hibe etse, ikisinde de hibe caizdir. Çünkü binayı hibe ettiği zaman, hibe
edenin artık onda bir şey kalmamaktadır. Birincisinde, eşyayı hibe ettiği zaman, binanın kabzına


artık mani ortadan kalkmıştır. Şu kadarı var ki, bundan sonra da binada bir iş kalmamıştır ki,
eşyanın kabzı binada tamamlan-sın. O halde birinci kabz -ki eşyayı kabzdır- bina hakkında
geçerliliğe dönüşmez. Bahır, Muhit'ten.
Bu ifadede bir düşme vardır. Aslı şudur: Hibe özellikle eşyada caizdir. Mesela, ona evin içindeki
meta hibe edilse, o da ev ile birlikte metaı kabz etse, sonra ona ev de hibe edilse, hibe ikisinde de
caizdir.
«O halde teslim etse ilh...» Fusûleyn sahibi şöyle demiştir: «Bunda bir görüş vardır. Çünkü at, eğer
ve gemi meşgul etmektedir. Kendisi on-lar tarafından meşgul edilmiş değildir.»
Hakir diyor ki: Asıl mesele bunun aksinedir. Açık olan .doğrusu da ancak bunun aksidir.
Kâdıhân'da olan da bunu teyid eder. Meselâ, bir kimse süs takımları ve elbisesi olan cariyeyi hibe
ederek o halde tes-lim etse, hibe caizdir. Yalnız üzerindeki süs takıları ile üzerinde setr-i avretten
fazla olan elbisesi, örf icabı hibe edenindir. Öyleyse cariyeyi değil üzerindeki ziynet ve elbiseyi hibe
etmiş olsa, o hibe caiz değildir. Onları cariyeden çıkarıp hibe ettiğine teslim ettiği zaman hibe
geçerli olur. Çünkü elbise ve takılar cariye üzerinde bulunduğu sürece, asıl olan, cariye tarafından
işgal edilmektedirler. Bu yüzden onların hibesi caiz değildir. Nûru'l-Ayn.
«Bunların işgal edilmesi, bağışlayanın mülkü ile değilse ilh...» Bu görüş Musannıfın, «Bağışlayanın
mülkü ile meşgul değilse,» görüşünün illetidir. Zira Musannıf bunu hibe edenin mülkü ile
sınırlamıştır.
Ben derim ki: Bahır, Minâh ve bunlardan başkasında diğerinin mülkü ile bağışlananın başka bir
hakla meşgul olması şu şekilde açıklanmıştır. Bağışlanan şeyin bağışlamadan sonra, bir
başkasının hakkı olduğu or-taya çıksa veya onu bağışlayan kimse veya bağışlanan kimse onu
gasbetmişse, meşgul hibe söz konusu olur. Bu konuda bizim Bahir üzerinde Câmiü'l-Fusûleyıi'den
naklen yazdıklarımıza bakınız.
«Rehin ve sadaka gibi ilh...» Yani rehin ve sadaka rehin veren ve sadaka verenin mülkü ile meşgul
değilse, onun tamamlanmasına engel değildir. Muhit ve başka eserlerde olduğu gibi. Medenî.
Minâh'ta da şöyle denilmiştir: «Evin veya çuval gibi içinde eşya alan bir şeyin bağışlanmasında
bilinen açıklama ve cevap rehin ve sadakada olduğu gibidir. Çünkü rehin ve sadakada da kabz,
rehin ve sadakanın tamam olması için şartıdır.»
«Baba küçük çocuğuna hibe ederse ilh...» Meselâ baba oğluna ken-dinin içinde oturduğu veya
içinde eşyası bulunan bir evi bağışlamış olsa veya başkası tarafından oğluna babasının oturduğu
veya babasına ait eşyanın bulunduğu bir ev hibe edilmiş olsa, bu hibe caizdir. Çünkü o ev her iki
durumda da onu kabzedenin mülkü ile meşguldür, işte bu gö-rüş Hâniye'de olana aykırıdır. Çünkü,
Haniye önce böyle bir hibenin kesin olarak caiz olmadığını söylemiştir. Sonra da Mücerred adlı
eserdeki Ebû Hanîfe'nin görüşünden naklen böyle bir hibenin caiz olduğunu söy-lemiştir Çünkü bu
halde bu kimse oğlunun yerine kabzetmiş olmaktadır.
Ebussuud'un Eşbah'ın haşiyelerinde Velvaluciye'den ve Bezzaziyye'den naklettiği ve fetvanın da
ona göre verdiği cevazıdır. Bu görüş Ebu Yusuf'a aittir.
METİN
Ben derim ki: Mezhebte tercih edilen görüşe göre; ariyet olarak oturulmakta olan binaya, ariyet alan
bir miktar eşya koysa, daha sonra bu binayı mal sahibi ariyet alıp oturana bağışlasa, caiz olur. Yine
kadının kocasıyla birlikte oturduğu binayı kocasına bağışlaması da caizdir. Çün-kü kadın ve kendi
eşyası kocasının elinde olduğu için teslim sahih olur.
Vehbâniye'nin beytini değiştirerek şöyle dedim: Bir kadının, içinde eşyası bulunan ve kocasıyla
birlikte oturduğu evin! kocasına hibe et-mesi geçerli olur. Bu görüş güvenilir bir görüştür.
Cevhere'de şöyle denilir: «Başkasının mülkü ile meşgul olan bir şeyin hibesinin hilesi şudur: Önce
onu meşgul eden kimse hibe ettiği kişiye binanın içindeki kendi eşyasını emanet olarak verir. Sonra
da bi-nayı ona hibe ederek teslim eder. Bu halde o hibe geçerli olur. Çünkü o bina elindeki
eşyasıyla meşguldür.
Hibe edilenin elinde mâlikin mülkünden olan boş, taksim edilmiş ve-ya taksimi kabil olan şeyin
hibesi caizdir. Ama taksimden sonra ken­disinden intifa edilemeyecek küçük bir ev veya hamam
gibi şeylerin muşaen (hisseli şekilde) hibesi sahih değildir. Çünkü taksimi kabil olan şeyin hibesi
halinde kabzı tamam olmaz.
Eğer hissesini ortağına veya bir yabancıya hibe ederse, taksim edil-meden önce hibesi caiz


değildir. Çünkü burada tam bir kabz tasavvur edilemez. Nitekim bütün kitaplarda yledir. Öyleyse
doğru olan mezhep de ancak budur.
Seyrefiye'de, İtabî'den naklen şöyle denir: «Tercih edilen görüşe gö-re bazı âlimler tarafından
denilmiştir ki, ortağına hibe etmesi caizdir.»
Bir kimse, ortak olan malını taksim ederse, engel ortadan kalktığın-dan hibe geçerli olur. Eğer hibe
ettiği şey! hisseli olarak teslim ederse, hibe olunan kişi ona mâlik olmadığı gibi onda tasarruf da
edemez. Ta-sarruf ettiği takdirde zamin olur. Hibe edenin ondaki tasarrufu ise ge-çerlidir. Dürer.
Şu kadarı var ki, hibe konusunda Fusûleyn'den naklen Dürer'de şöy-le denilmiştir: «Fasit hibe
kabzla mülkiyeti ifade eder. Fetva da bunun­la verilir.»
Bu misli Bezzâziye'de de İmadiye de tashih edilenin aksine mev-cuttur. Şu kadarı var ki «fetva»
sözü «sahih» sözünden daha tekidüdir. Nitekim musannif hisseli malın diğer hükümlerini geniş
olarak zikret-miştir.
Mâlik öldükten sonra fasit hibede yakınlarının rücu hakkı var mı-dır? Dürerde «evet» denilmiştir.
Şurunbulâliye'de de, «Bunun rücu hak-kı kendisiyle fetva verilen görüşe göre açık değildir.» diye
takip edil-miştir.Çünkü, «fasit hibe kabzla mülkiyeti ifade eder,» denilmişti.
Kabzın tamamlanmasına engel olan, akit sırasındaki hisseli oluş-tur. Sonradan meydana gelen
ortaklık değildir. Meselâ, hibe eden kişi hibe ettiği şeyin bir kısmından şâyien rücu ederse, bu
durum ittifakla hibeyi fasit kılmaz. Ama bağışlanan şeyde başkasının hakkı olduğu or-taya çıkarsa,
bu yeni bir şüyu değil, belki akid zamanındaki bir suyu-dur. Bu sebeple hibeyi fasit kılar. Meselâ
adam bir tarlayı ekini ile birlikte hibe etse ve ekinle birlikte teslim etse, .sonra ekinin başkası-nın
hakkı olduğu ortaya çıksa hibe yalnız ekinde değil, tarlada da fa-sit olur. Çünkü bu durumda taksimi
kabul eden bir şeyin bir kısmı şüyûen başkasının hakkı olmaktadır.
Hibe olunan şeyin başkasının hakkı olduğu delil ile ortaya çıkarsa, hibeden önce olduğuna istinad
edilir. O halde Sadru Şeriâ'nın ve ona tabi olan İbni Kemal'in dedikleri, gibi sonradan olmuş
sayılamaz, belki hibeye yakın şüyu sayılır.
Memedeki sütü, koyun üzerindeki yünü, topraktaki hurma ağacını ve ağaç üzerindeki hurmayı hibe
etmek açık değildir. Çünkü bu hibe hisseli malın hibesi gibidir ki geçerli değildir.
Fakat sayılanlar yerlerinden ayrılarak hibe ve teslim edilseler en-gel olan şüyu ortadan kalktığı için
caiz olur. Ama bu ayırmanın mâlikin izni ile hibe olunan kişi tarafından yapılması yeterli midir?
Dürer'in açık ifadesine göre, evet yeterlidir.
Ama bunun aksine buğdayda buğdayın ununun, susamda susamın yağının, sütün içindeki yağının
hibe edilmesi geçerli değildir. Çünkü bun-lar henüz madumdurlar. O halde ancak yeni bir akidle
bunlara mâlik olunur.
İZAH
«Binaya ilh...» Bu «bina» kelimesi burada fazlalıktır. Çünkü burada bunu meşgul eden mâlikin ma
değildir. Halbuki burada kasdolunan hi-be edenin mülkü ile meşgul olandır.
«Ariyet olarak verilen ilh...» Yani bir kimse kendi çocuğuna, içinde meccânen oturanların
bulunduğu bir binayı hibe etse, hibe geçerlidir. Bu kimse kendi oğlunun yerine kabzetmiş sayılır.
Ama binada ücretle oturuyorlarsa, caiz değildir. Bu şekilde Hâniye'den nakledilmiştir.
«Boş ilh...» Musannıf, «boş» kelimesi ile kayıtlamış olup amaç, ağa-cın üzerindeki hurmanın
hibesinden kaçınmaktır. Zira ağacın üzerindeki hurmanın hükmü gelecektir. Dürer.
«Taksimden sonra ilh...» Taksimi kabil olmayan hisseli bir şeyin hi-besinin geçerli olması için. hibe
edilenin miktarının bilinmesi şarttır. O halde köledeki hissesinin ne kadar olduğunu bilmeden hibe
etmesi caiz değildir. Çünkü hibe edilen meçhul olduğu için anlaşmazlığa sebeb olur. Bahir. Bu
mesele için Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
«Hamam gibi ilh... » Burada bir görüş vardır ki, şüphesiz mutlaka hamam taksim olunmayan
cinstendir. H. Hâmiş'te de böyledir.
«Bütün kitaplarda ilh...» Zeylâî ve Bahır'ın sahibi bunu açıkça söylemişlerdir. Minâh.
«Doğru olan mezheb de ancak budur ilh...» Minâh'ta olduğu gibi ortağın meselesine bakınız.
«Tercih edilen görüşe göre ilh...» Remlî der ki: «Müellifin, yani Minah sahibinin yazısı ile bunun
karşılığında şu şekilde bir şey bulunmuş-tur: Size gizli değildir ki, bu meşhur olan görüşün
aksinedir.»


«Taksim edilirse ilh...» Yani taksim eden ister hibe edenin kendisi, ister vekili, isterse onun izniyle
hibe edilen kişi olsun. Bu durumların hepsinde hibe tamamlanır. Nitekim az bir fıkıh bilgisi olan bir
kimseye de bu açıktır. Remlî. Zira fasitte değil, sahih hibede teslime hazır hale getirme kabz
hükmündedir. Câmiü'l-Fusûleyn.
«Hisseli olarak teslim ederse ilh...» Fetâvâyı Hayriye'de şöyle denil-miştir: «Zahiri rivayete göre
hisseli olarak teslim ederse mülk ifade et-mez. Zeylâî'de «Hibe ettiği şeyi hibe ettiği kimseye hisseli
olarak teslim ederse, hibe olunan kişi hibeye mâlik olamaz. Hatta onda tasarruf da yapamaz. Helak
olduğu takdirde de ona zamin olur. Hibe eden kişinin de onda tasarrufu geçerlidir.» denilmiştir.
Tahâvî. Kâdıhân da onu zik-retmiştir. İbni Rüstem'den de bunun benzeri rivayet edilmiştir. İsâm da
fasit hibenin mülk ifade ettiğini zikretmiştir. İsâm'ın zikrettiğini meşâyihten bazıları da almıştır.
«Fasit hibe bazı meşayihe göre mülk ifade etmekle birlikte, bütün âlimler hibe edenin hibe edilen
kişiden -velevki onun mahremi olsun- fa-sit hibe ile hibe ettiğini geriye alacağında icmâ etmişlerdir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de de, Fazlî'nin Fetâvâsma işaret edilerek, «Fasit hibe ile hibe edilen bir şeye
helak olduğu zaman hibe edenin hibesinden rücû edece-ğine -velevki. hibe ettiği kişi mahrem
akrabası olsun- fetva verdim. Zira geçtiği üzere fasit hibe helak edildikten sonra kıymeti ile tazmin
ettirildiği gibi, helâk olmazdan önce de geri alınması hibe edenin hakkıdır.» denilmiştir.
«Hibe eden kimse, fasit hibede nasıl dönme hakkına sahipse, o öl-dükten sonra onun varisi de
hibeden rücû edebilir. Çünkü fasit hibe geri alınmaya müstehâktır. Helâktan sonra da fasit satım
akdinde olduğu gibi alış-veriş yapanlardan birisi öldüğü zaman, onun varisi onu tazmin ettirme
hakkına sahiptir. Çünkü fasit satım akdiyle satılan şey, helak ile nasıl tazmin olunursa, redde de
müstehâktır. Kaza'nın tahsisi kabul ettiği bilinen gerçeklerdendir. Buna göre; sultan, birisini Ebû
Hanîfe'nin mezhebi ile hüküm versin diye hâkim tayin ederse, tayin olunan hâki­min hükmü E
Hanîfe'den başkalarının mezhebinde geçerli değildir. Çünkü o, sultanın tahsisi ile diğer bir
mezhebe göre fetva vermekten azledilmiş sayılır. O takdirde, o hâkim, Ebû Hanîfe'nin mezhebinin
dışın-da, ülkedeki diğer insanlar gibi olmaktadır. Hanefî âlimleri de, -Allah onlara rahmet etsin-
bunu nassen söylemişlerdir. Hayriye'de olan bu-rada bitmektedir.
Bu görüş ile Hamidiye'de ve Naciye'de de fetva verilmiştir. Cevhere ve Bahır'da bunu kesin
ylemişlerdir.
Müptağî'den de şöyle nakledilmiştir: «Bir kimse hibe ettiğini hibe olunan kişiye satsa, geçerli
değildir.;»
Nûru'l-Ayn'da da, Vecîz'den naklen şöyle denilir: «Fasit hibeyi kabzeden helak olduğu takdirde
zamin olur. Fasit hibede mülkiyet ancak iva-zın adası ile sabit olur. Bunu İmam Muhammed Mebsut
veya Asi adlı eserde nassen zikretmiştir. Bu da ancak Ebû Yusuf'un görüşüdür. Zira hibe ivazlı
akde dönüşür.»
Nûru'l-Ayn'da bundan önce de şu zikredilmiştir: «Ebû Hanife'ye gö-re taksimi kabil olan birşeyde
hisseli olarak hibe mülkiyet ifade etmez. Kûhistânî'de de mülkiyet ifade etmediği yazılıdır.
Muzmarat'ta olduğu gi-bi, tercih edilen görüş de ancak budur. Bu, Ebû Hanîfe'den de rivayet
edilmiştir. Doğru olan da budur.»
Amel, ancak İmam Muhammed'in üzerine ten'sis ettiği ve Ebû Hanî-fe'den rivayet edildiği bilinen
zahiri rivayete göre olur. Her ne kadar bu-nun aksi açıkça fetva verilen görüştür, denilse de hüküm
değişmez. Bil-hassa geleceği gibi onun habîs mülk olduğu yerde. Bildiğin gibi o hi-bede tazminat
da vardır. Habîs olduğundan da hibe edilen kişiye bir men-faati yoktur. Bunu ganimet bil. Bu
meseleler çok vuku bulduğu gibi halkın çoğunluğu da buna uyarı yapmamıştır. Zira muhalifin
görüşü üzerine de tazmin gerekmektedir. Bir de benim yabımda yapılacak duaların bana yararlı
olacağını umduğumdan bu meselede çok nakil yaptım.
«Kabızla ilh...» Fasit hibede de kabzla mülkiyet ifade edilmekle bir-likte elde edilen mülk habîs
(çirkin) mülktür. Fetva da bununla verilir. Kûhistânî. Yani yukarıda geçtiği gibi insan ona da zamin
olur. Uyan.
Minâh'ın haşiyesinde, «Fasit hibede kabz her ne kadar mülkiyet ifade ederlerse de fasit satım
akdinin bozulmasına hüküm verildiği gibi bunu da fasit olduğu bozulmasına hükmedilir»
denilmiştir. Düşün.
«Bezzâziyye'de de ilh...» Bezzâziyye'nin ifadesi şöyledir: «Fasit hi-bede kabzla mülkiyet sabit olur
mu? Natıfî demiştir ki: «İmam-ı Azam'a göre fasit hibede, kabz mülkiyet ifade etmez. Bazı fetvada
da, «Fasit hi-bede mülkiyet fasit olarak sabit olur. Bununla da fetva verilir» denmiş-tir. Asi adlı
eserde de şu husus ifade edilmiştir: Evinin yarısını bir baş-kasına hibe ve teslim etmiş olsa, hibe


olunan kişi de evin hibe kısmını satsa caiz değildir. İşte Asl'daki bu ifade delâlet ediyor ki, fasit hibe
mülk olmaz. Zira kabzdan sonra da görülüyor ki satım akdi ibtal edili-yor. Fetvada da ifade
edilmiştir ki, «Tercih edilen görüş ancak Asl'da olan bu ifadedir.» Ben, bazı fuzalânın yazısı ile
Minâh'ın haşiyesinde bunu naklettikten sonra senin de gördüğün gibi fasit hibede kabzın mülk
ifade etme rivayetini ve onunla fetva vermeyi bazı fetâvâyı nisbet etmiş-lerdir. O halde o rivayet
Asl'ın rivayetine aykırı değildir. Bundan ötürü de Kâdıhân, Asl'da olan rivayeti tercih etmiştir.
Musannıf, «fetva lâfzı» ifadesi hakkında söylediği genel değildir, de-nilebilir. Bilhassa,
Bezzâziyye'den nakledilen ifadeleri gördükten sonra. Sen de düşündüğün zaman hükmedersin ki
Asl'da olan ifadenin delâ-let ettiği daha tercihlidir.
«Takip edilmiştir ilh...» Bizim Hayriye Fetvalarından naklettiğimiz bilgilerden anlaşıldığına göre
bunda bir görüş vardır.
«Sonra meydana gelen şüyu değildir, ilh...» Ben diyorum ki: Hastalığında elindeki tek evini hibe
etmiş olsa, sonra da ölse, varisleri de bu hibeye icazet vermeseler, hibe yalnız bu evin üçte birinde
kalır, üçte ikisinde ibtal edilir. Nitekim bu kısım Hâniye'de de belirtilmiştir.
«Bir kısmı şüyûen başkasının istihkakı olmaktadır, ilh...» Yani hük-men. Zira ekin ile tarla bitişik
olma hükmüyle, bir şey gibidirler. Bunların biri başkasının istihkakı olduğu zaman sanki taksimi
kabil olan his-seli malın bir kısmının istihkakı gibi olur. Hisseli olan bir şeyin bir kısmı başkasının
hakkı olduğu zaman geri kalanda da hibe bâtıl olur. Kâfî adlı eserde de böyledir. Dürer. Hâniye'de
de, «Ekin, müşaa (hisseliye) ben-zemez» denilmiştir.
«Delil ile ilh...» Bakılır: Başkasının hakkı olduğu hibe olunan şahsın ikrarı ile ortaya çıkarsa o
zaman o hakkın hibeden önce olduğuna da-yanılır. Eğer hibe edenin ikrarı ile ortaya çıkarsa, acık
olan onun ikrarı-nın lağvıdır. Zira o başkasının mülkü ile ikrar etmiştir.
«Çünkü muşa (hisseli) gibidir ilh..» Dürer Şerhi sahibi, «Bu sayı-yoktur. Şu kadarı var ki bunlar
müşânın hükmündedirler. Hatta bu say-dıklarımız -memedeki sütü, koyunun üzerindeki yünü,
topraktaki hurma ağacını veya ağaç üzerindeki hurmayı- yerlerinden ayrılsa ve hibe edi-len kişiye
teslim edilse, hibe geçerli olur.» demiştir.
Ben derim ki: Onun, «Muşa (hisseli)nin benzerleridir» sözünden bu tür hibenin her şeyde müşânın
hükmünü alacağı anlaşılmasın. Çünkü eğer her şeyde müşâ'mn hükmü gibi olursa, toprak sahibi
tarafından hurma ağacının hibesinin caiz olmaması gerekir. Bunun aksi de böyledir. Bir bahçenin
ağaçlarını değil yalnız bahçenin toprak mülkiyetini hibe et-mesi de caiz olmazdı. Halbuki açık olan
bu gereğin aksidir. Yani yuka-rıdaki her iki tür hibe de caizdir.
Onun, «müşa menzilesindedir» sözü ümit ediyor ki, onun elindeki nüsha bu şekildedir. Yoksa
şarihin bizim elimizdeki nüshadaki ifadesi, «o, müşa gibidir» şeklindedir. Dürer şerhinin ifadesi ile
şöyledir: «Şu kadar var ki, o hibe müşa hibesi hükmündedir.» Şarihin bizim elimizdeki nüshasının
ifadesinin anlamı ile Dürer şerhinin ifadesinin anlamı birdir.
Muşa ile muşa gibi olanın arasındaki fark nedir? Muşa olan bu mül-kün en küçük parçasında dahi
diğer ortağın mülkiyet hakkı mevcuttur. O halde hibeyi yapan ortaklardan birisi de olsa onun hibesi
geçerli de-ğildir. Çünkü bu durumda hibede şart olan tam bir kabz tasavvur olu-namaz. Topraktaki
ağaç, ağaçtaki hurma tarladaki ekinin her biri bir şahsın olsa meselâ: Bahçedeki ağaç birinin,
bahçenin toprak mülkiyeti bir diğerinin, hurma ağacı bir kimsenin, ağaç üzerindeki hurma diğer bir
kimsenin, tarla birisinin, içindeki ekin eğer birinin olsa, o halde ağacın sahibi ağaçlarını bahçenin
sahibine veya bahçenin sahibi, bahçesini için-de ağaçları olan kişiye hibe etmiş olsa, bu hibe
geçerli olur. Zira her ikisinin mülkü de diğerihin mülkünden ayrıdır. O halde hibenin şartı olan tam
kabz bunlarda meydana geliyor ve geçerli oluyor. Bu saydıklarımızı hiç kimsenin böyle açıklıkla
yazdığını görmedim. Şu kadar var ki, bu hüküm fakihlerin sözünden alınmıştır. Eğer bunun aksine
bir nakil bu-lunmuşsa, bize düşen ancak o nakle teslim olmaktır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...