HİBE
KİTABI
METİN
Hibe
bahsinin ariyet bahsinden sonra gelmesinin sebebi açıktır.
Hibe,
sözlükte; mâlik olsun, olmasın, bir diğerine yardım ve ihsan-da bulunmaktır.
Bir
terim olarak hibe, bir şeyi meccânen, ivazsız (karşılıksız) olarak bir başkasına temlik etmektir.
İvazsızlık
hibenin şartı
değildir.
Bir
kimse diğerine, birisinin üzerindeki alacağını temlik ederek kab-zını emrederse, geçerli olur.
Çünkü
bu temlik nesnenin hibesine
rücû eder.
Hibenin
sebebi, hibe edenin hayrı irade
etmesidir. Hayrı irade eden
kimse sevgi ve güzel sena gibi
dünyevi bir karşılık göreceği gibi, hüsnü niyetli olduğu takdirde,
uhrevî karşılıklar da
görür.
İmam
Ebû Mansûr şöyle der: «Müminin çocuğuna tevhid ve imanı öğretmesi
nasıl vecibse, ona
iyiliği ve cömertliği öğretmesi de öyle vacip-tir. Zira her hatanın başı dünya sevgisidir.»
Nihâye.
Hibe
mendûbtur. Kabulü ise sünnettir.
Resûlulah (S.A.V.), «Birbirinizi sevmeniz için hediyeler
veriniz.»
buyurmuştur.
Hibe
yapan kimsede bulunması gereken sıhhat şartı âkil, bulûğ ve mülktür. O halde çocuğun,
mükâteb
de olsa kölenirv hibesi geçerli de-ğildir.
Hibe
edilen şeyde bulunması gereken sıhhat şartı ise, taksimi ka-bil olan şeylerde muşa (ortak)
olmaması,
makbuz (kabza müsait) ve başkasından ayrılmış olması ve ileride açıklanacağı üzere
başkasıyla
meşgul olmamasıdır.
Hibenin
rüknü, ileride açıklanacağı gibi icâb ve kabuldür.
Hibenin
hükmü ise. hibe olunan şahsa lüzum ifade etmeyen mülkün sübutudur.
Çünkü hibe edenin
hibeden
dönme ve fesih hakkı
vardır.
Hibede
muhayyerlik şartı yoktur. Fakat hibe eden kimse hibe ettiği kimseye muhayyerliği şart koşar
ve
o da birbirlerinden ayrılmadan önce o şartı kabul ederse, hibe geçerli olur.
Bu
tabirin muktezasınca muhayyerlik şartı ile hibe yapılsa, hibe geçerli, şart batıldır. Halbuki gerçek
böyle değildir. Eğer böyle olmuş olsaydı, hibe olunan kimsenin ihtiyerı meclis ile takyit edilmezdi.
Öyleyse doğrusu şöyle demesiydi: «Hibenin sahih olmaması muhayyerlik şartı iledir.» Ayrıca ibra
meselesinde teşbih edatı olan «keza»yı atmalıydı. Çünkü muhayyerlik şartıyla yapılan ibrada ibra
sahih,
şart batıldır. T. Şu kadarı var ki, ibra meselesinde iki görüş vardır. Birisi ibranın sahih, şartın
batıl
olması, ikincisi ise, ibranın da batıl olmasıdır. Şarihin burada ikinci rivayeti kabul ettiğini
sanıyoruz.
Vâhib
(hibe eden) hibe olunan kimsenin
zimmetindeki hibenin da-vasından muhayyerlik şartı ile
ibra
ederse, ibrası geçerli olur. Ancak koş-muş olduğu
muhayyerlik şartı bâtıldır. Hülâsa.
Fasit
şartlarla hibenin bâtıl olmaması da hibenin hükümlerindendir. O halde kölenin azad edilmesi
kaydıyla birşey hibe edilmesi halinde hibe geçerli şart bâtıldır.
Hibe,
«sana hibe ettim», «Sana verdim.», «Şu yemeği sana yedirdim»
gibi icâb sözleriyle, bu sözler
şaka
yollu söylense bile, geçerlidir. Fakat, «Sana tarlamı yedirdim» dese, bunun aksine ariyet olur.
Bu
sözle ancak tarlanın gelirini bağışlamış sayılır. Bahır.
Hibe,
«Bu cariyenin fercini sana hibe
ettim.» gibi kendisiyle hibe edi-len
şeyin bütünü kastedilen
parçanın
hibesiyle de, «O şeyi senin için kıldım.» demekle de geçerli olur. Fakat. «Bu şeyi senin
ismine
kıldım.» veya «Bu cariyeyi sana helâl kıldım.» demekle öncekinin aksine hibe olmaz. Ama
eğer
bunlardan önce hibeyi ifade edecek
bir söz varsa, bun-larla da
hibe geçerli olur. Hülâsa.
İZAH
«Sebebi
açıktır ilh...» Çünkü hibeden önce açıklanan ariyet bir şe-yin menfaatinin karşılıksız
temlikidir.
Hibe ise şeyin kendisinin karşılıksız olarak temlik edilmesidir.
«Meccânen
ilh...» İbni Kemal vasiyetin hibe tarifinin dışında kalması için bu ifadeye «halen»
kelimesini ekleyerek, «Bir aynı meccânen ve
pe-şinen temlik etmektir.» demiştir. Çünkü vasiyet de
bir
şeyi bir kimseye mec-cânen temliktir.
Ancak bu temlik! peşin olarak değil, gelecek için
yapıl-maktadır.
«İvazsız
ilh...» Yani ivaz şartı kılınmadan.
O halde burada, «şart» ke-limesi düşürülmüştür.
Musannıf
da Kenz'de olduğu gibi, «meccânen» kelimesi yerine, «İvazsız» deseydi, ifade daha
açık
olurdu.
Zira meccâ-nen kelimesinin anlamı da karşılıksız demektir. Yoksa meccânen ifade-si, ivazın
şart
olmaması anlamına gelmemektedir.
Ebussuud
gibi Hâmevî de buna itiraz ederek,
«İvazsız kelimesi, ivazın şart olmadığına delildir.
Çünkü
ivaz şartıyla hibe, ıvazsızlığı
şart koş-mayı nakzeder. Bu yüzden,
ikisi bir araya nasıl
getirilir.»
demiştir. O hal-de Musannifin bu yanlış ifadesiyle maksat tamamlanmamaktadır. Çünkü
burada
maksat tarifin hem ivazsız, hem de
ivazlı hibeyi kapsamasıdır. Azmiye'de de dikkat çekildiği
gibi,
eğer bu kastedilmezse, ivazlı hibenin tariften çıkması gerekir.
Ben
derim ki: Gerçek şudur ki, eğer, «bilâ ivaz (ivazsız)» tabirinin
üzerindeki «ba» harfi cerri
mülâbese
anlamına alınır, hazfedilen bir vas-fa ait kılınarak temlik kelimesine hâl yapılırsa, o zaman
zikredilen
mah-zur ortaya çıkar. Fakat eğer o hazfedilen vasfı hâl yapmayıp ikinci ha-ber yapılırsa, o
zaman
o mahzur ortaya çıkmaz. O zaman mânâ
şöyle olur: Hibe, satım akdi ile kira akdinin aksine
ivaz
şartı olmadan bir ayn'ın temlikidir. Bu durumda zikredilen itirazlar vârid olamaz.
«İvazsızlık
hibenin şartı değildir ilh...» İvazlık hibenin şartı olsaydı, bu tarif ivazlı hibeyi içine
almazdı.
H.
«Alacağını temkîl ederek ilh...» Bu söz takdir olunan bir sorunun cevabıdır. Şöyle ki, Musannıfın
«ayn»
kelimesi ile kayıtlaması, borçlusu
olmayan bir kimsenin alacağını bir
başkasına hibe yoluyla
temlik
et-mesini, sahih olduğu halde, hibenin tarifi dışında bırakmaktadır. Çünkü, alacak ayn
değildir.
İşte Musannıf bu mukadder soruya bu
ifade ile cevab vermektedir. Yani taraftaki ayn hem
peşin
aynı, hem de gelecekteki aynı içine
almaktadır. O halde bir diğerinin üzerindeki alacağını
borçlu-suna
değil, bir başkasına temlik ettiğinde, ayn olması bile kabzettiği an ayn
olur.
Fuzalâ'dan
bazılarına göre bundan dolayıdır ki, başkasının üzerin-deki alacağını temlik etmek
ancak
kabzla tamamlanır. Kabzdan önce hi-be eden dönebilir veya kabzdan men edebilir. Çünkü
onun
kabzı ancak mâlikin niyabeti ile
mümkündür. İşte «Hibe edilen kimse, hibe edileni
kabzetmeden
hibe eden ölürse» meselesi bu görüş üzerine bina edilmektedir. Düşün.
Bu
meselede bir diğerine temlik edilen alacağın kabz emri aynı mec-liste mi
verilmelidir, yoksa
daha
sonra mı? Açık olan, hibe ettiği mecliste vermesidir.
Adam
alacağını borçlusuna hibe ederse, bundan geriye dönemez. Çünkü bu temlik mecazen
ibradır.
Mecazi olan birşey de
nakzedilemez. Allâhu teâlâ en iyisini bilir.
«Sahih
olur ilh...» O adam parasının alınması hususunda mâlikin vekili gibi olur.
Bahır'da,
Muhit'ten naklen şöyle denilmiştir: «Birisi diğeri üzerinde-ki alacağını bir başkasına hibe
ederek
kabzını emretse, o da alacağı kabzetse, bu hibe istihsânen caizdir. O halde kabzeden adam
alacağı
mâlikin yerine ve niyabet hükmü ile kabzediyor, sonra da hibe hükmüy-le kendi nefsi için
kabzetmiş
oluyor. Eğer hibe eden kabzı için
izin ver-mezse, kabzetmesi caiz olmaz.»
Ebussuud
da, Hâmevî'den naklen şöyle der: «Bu
ifadeden anlaşılı-yor ki, insanın
kendisi için
dondurulmuş
bir alacağını onun izinsiz olarak alınmasından sonra, kabza için vermedikçe, bir
diğerine
hibe yoluyla tem-lik etmesi geçerli değildir. Ama eğer kabza izin
verirse geçerli olur. Bu bir
fetva
hadisesidir.»
Eşbâh'ta
da böyle bir temlikin geçerli olduğu
söylenmiştir. O za-man hibe edilen
şahıs önce
müvekkil
adına alıyor, sonra da kendisi için.
Bu ifadenin gereği, kabzdan önce onu alacağı
kabzetmekten
azledebilmesidir.
«İmam
şöyle der ilh...» İmam Ebû Mansur'un
bu sözü hibenin uhrevi kısmını beyan
etmektedir.
«Mükateb
de olsa ilh...» Mükâtebin dışındaki müdebber, Ümmü'l-Veled ve yarı köle olan köleler de
öncelikle hibe yapamazlar.
«Sıhhat
şartı ilh...» Yani sıhhat üzere devam etmesi izahı ileride gelecektir.
«Makbuz
ilh...» Birisi incisini kaybetse, kaybettiği inciyi, «Ara bul, senin olsun.» diyerek birisine
hibe
etse, o da bularak kabzetse, geçerli olur mu? Ebû Yusuf, «Bu fasit
bir hibedir. Zira bu hibe
güvensizlik
üze-rine yapılmıştır. Emniyetsiz hibe de geçerli değildir.» demiştir. İmam Züfer ise bu
hibenin
caiz olduğunu söylemiştir. Haniye.
«Taksimi kabil olan şeylerde ortak (muşa) olmaması ilh...» Açıkla-ması ileride gelecektir. Nesnenin
ortak
olmaması şartı hibeye aittir. Fa-kat
ortak olan bir şeyin iki kişiye
sadaka verilmesi, sağlam
görüşe
göre caizdir. Bahır. Bunun aksine ortak olan bir şeyin bir kısmının sadaka edilmesi geçerli
değildir.
Nitekim, Hibenin müteferrikât bahsinin sonun-da ortak malın hükümleri zikredilmiş,
Câmiü'l-Fusûleyn'de
de ortak malın hükümleri için bir
başlık
konulmuştur.
FAYDALI BİR MESELE :
Birisi
evinin yarısını ortak olarak hibe etmek istese, hibenin geçerli olması için evin yarısını belirli
bir
para karşılığı hibe etmek istediği kim-seye satar, sonra da onu borcundan
ötürü ibra
eder.
«İcab
ilh...» Hizânetü'l-Fetâvâ'da şöyle
denilir: «Birisi oğluna
bir
mal
verse, oğul o malda tasarruf
etse, mal yine babanındır. Ancak tem-like delâlet edecek bir delil
olursa,
o zaman mal babanın değil oğlunun olur.
Biri.
Ben
derim ki: Hızânetü'l-Fetâvâ'nın
ifadesi, ifade ediyor ki, hibe için
icâb ve kabulü bizzat telâfuz
etmek
şartı değildir. Hibe için temlike de-lâlet eden karineler yeterlidir. Meselâ, birisi bir fakire
birşey
verse, ne veren, ne de fakir hiçbir şey söylemeseler, bu geçerli bir hibe olur. Hedi-ye ve
benzeri
şeylerde de böyle olur. Bu unutulmasın.
Buna
şu şekilde örnek verebiliriz: Bir kimse karısına veya bir baş-kasına birşey verse ve, «Bu şeyi
sana
hibe ettim.» dese, o da, «Kabul ettim.» demeden o şeyi kabzetse, geçerli olur. Çünkü hibe
konusunda
kabz, rükün yerine geçer. O halde adamın kabzetmesi, «Kabul ettim.» anlamına
gelmektedir.
Velvâlîciye.
İbni
Melek, Mecmâ adlı eserin şerhinde. Muhit'ten naklen şöyle der: «Adam hibe
ettiği zaman hibe
edilen
şeyin kabzını da emrederse o kabz meclisle sınırlı olmaz. Onun o meclisten sonra
kabzetmesi
de caizdir.»
«Kabuldür
ilh...» Bunda ihtilâf vardır.
Kûhistânî'de, «Ben sana hibe
ettim.» sözüyle hibe geçerlidir.
Bu
gösteriyor ki, kabul hibenin rüknü değildir. Nitekim buna Hülâsa ve diğer kitaplarda da işaret
edilmiştir..
Kirmânî de hibede icâbın tam bir akit olduğunu zikretmiştir. Mevsut adlı eserde de,
«Hibede
kabz, satım akdindeki kabul gibidir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı eğer alacağını
borçlusuna
hibe etmiş olsa, borçlunun, «Kabul ettim» demesine ihtiyaç kalmaz. Kirmanî'de olduğu
gibi,
şu kadarı var ki, Kâfî ve Tuhfe adlı
eserlerde kabulün de rükün olduğu zikredilmiştir. Hibede
icâba
ihtiyaç olduğu Kirmanî'de de zikredilmiştir. Çünkü insanın malı bir diğerine temliksiz intikâl
etmez.
Kabule de ihtiyaç vardır. Çün-kü hibe mülkü başkasına sabit kılmaktır. Ancak adam hibe
etmeyeceğine
yemin etse, sonra da hibe etse, karşıdaki kabul etmese bile hânis (ye-minden
dönmüş)
olur. Çünkü yeminden maksadı cömertliğini açığa vur-mak değildir. Halbuki burada
cömertliğini
açığa vurmaktadır. Doğru olan
Kirmanî'deki birinci görüştür. Yani hibe kabule muhtaç
değildir.
Zira, Tevilât adlı eserde de açıkça, «Kabul gerekli değildir.» denilmiştir. Bun-dan dolayı
Hanifî
âlimleri, eğer adam kim alırsa onun olsun diyerek ma-lını yolun
kenarına bıraksa, bu caizdir
demişlerdir.» denilmiştir. Bunun tamamı aşağıda gelecektir.
«Muhayyerliği şart koşarsa ilh...» Meselâ, bir kimse bir şeyi hibe et-tiği şahsın üç gün muhayyer
olması
şartıyla hibe etse.
«Muhayyerlik şartıyla ibra ilh...» Muhayyerlik şartı geçerli değildir. Şöyle ki, adam üç günlük
muhayyerlik hakkı tanıyarak borcundan dolayı borçlusunu
ibra etse, ibrası geçerli muhayyerlik şartı
bâtıl
olur. Minâh. Bu mesele Muhayyerlik şartı konusundaki meseleye aykırıdır.
«Şaka
yoluyla ilh...» Makdisi,(*) bu konuda Bahır sahibini reddet-miştir. Biz de Bahır'ın hamişinde
Makdisî'ye
cevap verdik.
(*)
Makdisi'nin ifadesinin metni
şöyledir: «Hülasa adlı esrde olan şudur: «Bir kimse bir diğerinden
şaka
yollu hibe taleb etse, o da ciddi
olarak hibe ve teslim etse, hibe geçerlidir. Çünkü burada hibe
eden
şaka yapmamıştır. Hibe olunan kimse de geçerli bir sözle kabul etmiştir.» Musannıf'ın,
Hülasa'dan
naklen metinde olan konuya delil getirmek için naklettiği bunu ifade etmiyor. Çünkü
Hülasa'da
olanın benzeridir. Hülasa'nın ifadesi şöyledir: «Adam karısına şaka yollu, «Şunu bana
hibe
et» dese, kadın da, «Hibe ettim» diyerek teslim etse, caizdir» Kuhistani'de olan da bunu ifade
etmiyor. Onun ifadesinin metni de şudur: «Şaka yollu olan da hibeye girer. Mesela
adam birisine,
«Sen
şunu bana hibe ettin» dese, o da «Evet, hibe etmiştim» dese, diğeri «Kabul ettim» dese,
öbürü
de teslim etse, hibe caizdir. T. da da
böyledir.»
«Bu
şeyi senin adını kıldım onun aksine
ilh...» Bahır'da şöyle denir: Musannıf, «Senin için kıldımû
sözüyle kayıtlamıştır. Adam, «Senin adına kıldım» dese hibe olmaz. İşte bundan ötürü Hülâsa'da,
«Eğer
adam oğlu için bağ dikmiş olsa ve «Ben bu bağı oğlum için kıldım» dese hibe olur. Fakat,
«Ben
onu oğlumun adı ile kıldım» dese iş tereddütlü kalır. Ancak geçerli olmaya daha yakındır.»
Minâh
ve Hâniye'den naklen, «Eğer adam diktiği bağ için, «Ben onu falan oğlum için kıldım» dese,
hibe
olur. Çün-kü «kıldım» (cal) kelimesi temlik etmekte kullanılır. Adam, «Ben oğlu-mun adı ile
dikiyorum»
dese, hibe olmaz, fakat, «Ben bu
bağı oğlumun adı ile kıldım» dese hibe olur. Çünkü
halk
bu ifadeyi hibe ve temlikte kullanır.» denilmiştir. Minâh'ın, Hâniye'den nakledilen ifadesinde,
Hü-lâsa'da
olan meseleye muhalefet vardır. Bu
da açıktır.»
Remlî
şöyle der: «Ben derim ki, Hâniye'de
olan ifade halkın örfüne «daha
yakındır.»
Bu
meselenin bir tamamlayıcısı
(tekmilesi) vardır, ancak, ondan
sarf-ı nazar edilmiştir. Çünkü o
tamlama
ve çakı anlamı muhalefet üzerine ik-rar ediyor. Onda şu görüş de vardır ki, Hâniye'nin
ifadesinde,
«kıldım» (cal) kelimesi mevcuttur. Bu ifadeden kasıt da ancak temliktir. Hülâsa'da ise
bunun
aksine adı geçen kelime yoktur. Evet, halkın örfüne göre bu ifadelerden kasıt mutlaka
temliktir.
Düşün.
«Hibe
olmaz ilh...» Burada şu kalmıştır ki, adam birisine, «Şu elbi-seyi sana temlik ettim» dese,
eğer
hibeye delâlet edecek bir kârine var-sa hibedir ve geçerlidir. Eğer hibeye delâlet edecek bir
şey
yoksa hibe olmaz. Çünkü «temlik» genel bir ifadedir ki, satım akdine, vasiyete, kira akdine ve
diğer
akitlere de şâmildir. Bu konuda bizim Hâmidiye'nin, Hibe
konusunun sonunda yazdıklarımıza
bakınız.
Kâzurûnî'de
de, «Ben sana şu elbiseyi temlik ettim» demiş olsa, bu .sözden maksat hibedir.»
denmiştir.
FER'Î
MESELELER :
Birisi
diğerine, «Seni şu kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım.» dese, o da kumaşı veya
dirhemleri
kabzetse, hibe
olur.
Birisi
mehr-i müsemmâ ile evlendiği kadına, «Seni şu kumaş veya dirhemlerle faydalandırdım»
dese.
bu da yine hibe olur. Serahsî'nin,
Muhît'inde de böyledir. Fetâvâyı
Hindiyye.
Bir
kimse karısına, elbise yaptırıp gitmesi için bir miktar dinar ver-se, kadın aldığı dinarları birisine
muameleten
vermiş olsa, o dinarlar ka-dın için kınye
olur.
Adam
küçük çocuğuna elbise yaptırsa, o elbise çocuğun mülkü olur. Bunun gibi büyük çocuğuna
elbise
yaptırsa ve ona teslim etse, yine onun mülkü olur. Bezzâziyye.
Birisi
diğerine elbiselik bir kumaş vererek. «Bunu el, giyin» dese o da alıp giyinse hibe olur.
Birisi
diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunu al kendine intak et» dese karz olur. Bakani.
Adam
çocuğuna elbise yapsa, elbiseyi
başkasına veremez. Ancak yaptığı
zaman «Bu ariyettir»
derse,
o zaman başkasına verebilir.
Birisi
talebesine veya çırağına elbise yapsa, talebe veya çırakta
kaçsa, başkasına veremez. Ancak
yaptığı
zaman, «Bu ariyettir» demişse, başkasına verebilir. Bezzâziyye. Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Birisi
diğerine, «Şunu sana ömrün boyun verdim» dese, ömür boyu hibe olur.
«Seni şu hayvana
bindirdim»
dese, eğer niyeti hibe ise, ari-yet
bahsinde geçtiği gibi hibe
olur.
«Şu
elbiseyi sana giydirdim» veya «Ben yaşadıkça sen şu evde otur» dese, hibe olur. Çünkü, «Evde
otur»
sözü tefsir değil, işarettir. Çünkü
fiil, ismi tefsir edemez. Öyleyse o kimseye mülkünde
oturması
için işaret etmiştir. Diğeri dilerse işareti kabul eder, dilerse kabul et-mez. Fakat, «Benim
evim
sana hibedir oturman için» veya «Oturman için hibedir» dese, hibe olmaz. Belki ariyet olur.
Çünkü
hibe edilişinde şüphe vardır. Ariyet ise daha yakındır. Yalnız, «oturmak» hibe edilemez,
çünkü
bu ayn'ın temliki değil, menfaatin
temlikidir.
Özet
olarak, ifade ayn'ın mülkiyetini bildiriyorsa hibedir, menfaati
bildiriyorsa ariyettir. Eğer her
ikisini
de içine alma ihtimali varsa, o za-man niyete bakılır. Nevazil.
Bahır'da
şöyle denilir: «Adam, «Bu ağacı oğlumun adına dik.» de-miş olsa. akla en yakını, onun
hibe
oluşudur ve bu hibe geçerlidir.»
Hibe
kabule de geçerlidir. Yani hibe olunan kimsenin kabulüyle de hibe geçerli olur. Hibe eden için
ise
hibe yalnız icabla geçerli olur.
Çünkü o teberru edendir. Hatta, «Ben kölemi falan kimseye hibe
diyorum» diye yemin etse, o da kabul etmese, günahkâr olmaz. Ama bunun aksine kölesini hibe
etmeyeceğine
yemin ettikten sonra hibe etse, öbürü kabul etmese de günahkâr olur.
Satım
akdi bunun aksinedir. Adam, «Bunu
falan kimseye satmaya-cağım» diye
yemin etse, sonra
satsa,
öbürü kabul etmezse günahkâr olmaz. Çünkü satım akdinde yalnız icâb yeterli
değildir.
Kabul
de satım akdinin şartlarındandır.
Hibe
edildikten sonra, taraflar meclisten ayrılmazdan önce, hibe edi-lenin izinsiz olarak hibe
bulunan
şeyi alması geçerlidir. Çünkü hibede
kabz, kabul gibidir. Kabzın kabul gibi oluşu da
meclise has bir hükümdür.
Meclisten
sonra kabz, izne tâbidir. Muhit adlı eserde, «Hibe ettiği zaman kabzı da emrederse, o
zaman
onun izni meclisle sınırlanmaz, Meclisten sonra da kabzı caizdir.» denilmiştir.
Kabza
imkân da kabzetmek gibidir. Meselâ birisi diğerine kilitli bir sandıktaki elbiseyi hibe etse ve
sandığı
ona verse, kabzetmeye imkânı
bulunmadığından kabzetmiş sayılmaz.
Ama kilitli olmayan
bir
sandığın içindeki elbiseyi hibe etmiş olsa ve sandığı verse, o zaman kabza im-kân
bulunduğundan
kabzetmiş gibi olur. Çünkü hibedeki
kabz imkânı satım akdindeki tahliye gibidir.
İhtiyar.
Dürer'de
şöyle denilir: «Tercih edilen
görüşe göre. fasid de değil, sahih hibede, kabz tahliye ile
sahihtir.»
Netif
isimli kitabta da: «On üç akid vardır ki, kabzsız geçerli değil-dir.» denilmiştir.
Hibe
eden kimsenin kabzı yasaklaması hâlinde, mecliste olsa bile, onun kabzetmesi geçerli
değildir.
Çünkü açık ifade, delâletten daha
kuv-vetlidir.
Hibe
kâmil bir kabzla da tamamlanır. Hibe olunan şey hibe edenin mülkünü
meşgul etse bile. Ama
hibe
edenin mülkü onu meşgul ederse, o zaman geçerli olmaz. Çünkü bunda asıl şudur: Hibe
olunan
şey hibe edenin mülkü ile meşgûlse,
onun mülkiyeti hibenin tamamlanmasına engel olur.
Eğer
hibe edenin mülkünü hibe edilen meşgul ediyorsa, hibenin tamamlanmasına engel olmaz.
Meselâ
birisi diğerine içinde ekmeği bu-lunan bir dağarcığı veya içinde eşyası
olan bir binayı veya
üzerinde
eğe-ri bulunan atı hibe etse ve o halde teslim etse, hibe geçerli olmaz.
Bunun
aksine, dağarcığın içindeki ekmeği veya evin içindeki eşyayı veya atın üzerindeki eğeri hibe
etse
ekmek de, eğerde, eşyada hibe ge-çerli olur. Çünkü bunların herbirisi hibe edenin mülkünü
meşgul
etmek-tedirler. Bunların meşguliyeti veren adamın mülkü ile değilse hibenin
ta-mamlanmasına engel olmaz. Rehin ve sadaka olduğu gibi. Çünkü kabz hibenin tamamlanma
şartlarındandır. Bunun tamamı
İmâdiye'dedir.
Eşbâh
adlı eserde de, «Meşgul olan şeyin hibesi caiz değildir. Ancak, baba eğer küçük çocuğuna
hibe
ederse, caizdir.» denilmiştir.
İZAH
«Dilerse
işareti kabul eder ilh...» Yani mülkünde oturması için işaret etmiştir. Dilerse bu işareti
kabul
eder, dilerse etmez. «Şu yemek sana, ye.» veya «Şu elbise sana, giy» demesi gibi. Bahır.
«Bu
ağacı oğlunun adına dik ilh...» Bu konudaki sözü yukarıda
sun-duk.
Ben
derim ki: Bir kimsenin, «Şunu senin adına yaptım» demesi, geç-tiği gibi
hibede geçerli olmaz.
Böyle olunca akla gelme bakımından da-ha düşük derecedeki birşey, sıhhate nasıl yakın olur.
Sâyıhânî.
Ben
derim ki: «Bu ağacı oğlumun adına dik» sözü ile, «Şunu senin adına kıldım» sözü arasında fark
vardır.
Şöyle ki, «Senin adına yaptım» sözündeki hitap
oğluna değil, bir yabancıyadır. Fakat,
«Oğlumun
adına dik» demesi ise halkın örfüne göredir. Binaenaleyh bu ifadede akla en yakın olanı
geçerli
olmasıdır.
Düşün.
«Hibe
kabulle de geçerlidir, ilh...» Velevki o kabul sözle değil, fiille olsun. Meselâ adam iki kişiye,
«Şu
cariyeyi birinize hibe ettim dileyen onu alsın.» dese, onlardan birisi aldığı takdirde ona hibe
olmuş
olur. Kabul ettim demese dahi onun
alması, kabul sayılır.
Muhît
adlı eserde yer alan; «Bu ifade delâlet ediyor ki, hibede kabul şart değildir.» sözü kapalıdır.
Çünkü
hibede bağışlanan şeyi kabzetmek
fiilen onun kabulüne delâlet eder. Bahır.
Ben
derim ki: Kanaatimce, Muhît adlı eserdeki kabulden maksat, sözle kabulün şart olmamasıdır.
Muhît
sahibinin bu görüşü üzerine
baş-kasının görüşü de ilâve
edilerek, hibede kabulün şart olması
veya şart olmaması şeklindeki bu iki görüş arasında uygunluk sağlanmış olur. Zi-ra, «kabul şart
değildir»
sözünden anlaşılan, sözle kabulün şart olmadı-ğıdır. «Kabul şarttır.» djyen görüş de kabul
ister
sözle, ister fiille olsun şarttır, şeklinde anlaşılır. Biz bunun benzerini, «Ariyet» konusunda
sun-duk.
Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
Orada
şöyle yazmıştık: «Eğer hibe edilen şey hibe edilen şahsın elin-de ise, mal sahibinin, «Sende
olanı
bana hibe ettin» sözüne karşılık, onun da sözle, «Kabul ettim» demesi şarttır. Nitekim ileride
gelecektir.»
«Satım
akdi bunun aksinedir ilh...» Çünkü diğeri kabul etmediği tak-dirde günahkâr olmaz.
«Kabız
bağışlananı teslim almaya engel bir hâlin olmaması ile sa-hihtir ilh...» Tatarhâniye'de şöyle
denmiştir:
«Bu farklılık sahih hibede-dir. Fasit hibeye gelince, ittifakla teslim almaya hazır olma
kabz
de-ğildir. En sağlam görüşe göre hibeyi ikrar etmek, kabzı ikrar demek değildir.» Haniye.
«Netif
adlı eserde, «Onüç akit vardır ki, kabz olmadıkça geçerli değildir.» denmiştir ilh...» Bu onüç
akit
şunlardır: 1 - Hibe, 2 - Sadaka, 3 - Rehin, 4 - Muhammed bin Hasan, Evzâî, İbni Şûbrime, İbni
Ebî
Leylâ ve Hasan bin Sâhih'in görüşlerine göre vakıf, 5 - Birisine ömür boyu verilen şey, 6 -
Hediye, 7 - Cenini satmak, 8 - Sulh bedeli, 9 - Selem akdinde sermaye, 10 - Selemde mal bedeli.
Selemde
peşin veri-len paranın bir bölümü
geçersiz (züyuf) olur ve taraflar akit meclisinden
ayrılmazdan önce bu geçersiz paranın karşılığı kabzedilmezse, selemde bu paranın karşılığı olan
hisse
bâtıl olur. 11 - Sarraflıkta. 12 - Cinsle-ri ayrı olan, ölçüyle alınıp
satılan şeylerde vade değil,
fazlalık
caiz olur. Arpayı buğdayla satmak gibi, 13 - Cinsleri ayrı olduğu halde, demiri tunçla veya
tuncu
bakırla yahut bakırı kurşunla satmak
gibi tartılan bir şeyi tartılan
herşeyle satmış olsa, vade
değil,
fazlalık caiz olur. Minahü'l-Gaffâr. Hâmiş'te de böyledir.
«Kabızla
ilh...» Bağışlayanın ölmeden önce hibeden söz etmesi şart-tır. O hibe ölüm hastalığında
bir
yabancıya yapılsa bile kabz yine şart-tır. Nitekim bu konu
Vakıf kitabında da geçti. Hâmiş'te de
böyledir.
«Tam
bir kabzla ilh ...» Meselâ birisine bir bina hibe edilmiş olsa, o da iki kişiye hibe edilen binanın
kabzı
için vekâlet vermiş olsa, o iki kişi-nin binayı kabzetmeleri caizdir. Haniye.
«Hibenin
tamamlanmasına engel olur ilh...» Çünkü kabz hibede şarttır. Fusûleyn. Zeylâî'nin,
«Bağışlayanın
mülkü, eğer bağışlanan malı meş-gul ediyorsa, akit fasit olur.» sözü bunu ifade eder.
İmâdiye
de olan ifadeden anlaşıldığına göre
ise, böyle bir hibe fasit değil,
fakat eksiktir.
Hâmevî
de, Eşbâh'ın haşiyesinde, «İhtimal ki bu meselede iki riva-yet vardır. Taksimi mümkün olan
ortak
mülkte hibenin fasit olup olma-dığı
hususunda ihtimal bulunduğu gibi
bunda da ihtilâf vardır:
Nitekim
Binâye'de olduğu gibi sağlam olan
görüşe göre, bu hibe tamamlanmayan
bir hibedir.
Öyleyse bu konuda da bağışlayanın mülkünün
hibe olunanı meşgul etmesinde -hibe
fasit değil,
eksik
olmaktadır. Şeyhimizin yazısı ile olan ifade budur.
İşte bu ifadeden Dürrü'l-Muhtâr'm
işaret
ettiği
ko-nu anlaşılmış oluyor. Öyleyse Mürrül-Muhtâr sahibi önce bu iki görüş-ten birisine işaret
ederek
«Hibe tamam değildir» demiştir. Sonunda da ikinci yani, «Hibe geçerli değildir.» sözüne
işaret
etmiştir. Düşün.»
Ebussuud.
Bu
konuda genel kaide şudur: Hibe edilen şey eğer hibe edenin mülkü ile yaratılış bakımından
bitişik
olur ve bunu ayırmak mümkün bu-lunursa, o şeyi mülklükten ayırıp teslim edinceye
kadar
hibe
caiz olmaz. Meselâ, tarladaki ekini biçmeden veya ağaçtaki meyveyi toplamadan hi-be etmek
gibi.
Bunun aksine ekilen bir tarlayı, üzerinde meyve olan bir ağacı hibe etse, yine caiz değildir.
Ancak
bu teslim ile caiz olur.
Eğer
hibâ edilen şey hibe edenin mülküyle
yaratılıştan değil, birlik-te bulunma yüzünden bitişikse,
yine
o şeyin hibe edilmesi caiz değildir.
Meselâ, atın üzerindeki eğeri hibe etmiş olsa, caiz olmaz.
Çünkü
eğer, at ile kullanılır. Onu hibe ettiği takdirde hibe edenin onu kullanma hakkı vardır. Bu da
kabzetmede
eksikliği gerektirir.
Eğer
bitişik değilse caizdir. Meselâ eğerli bir atı eğersiz olarak hibe etse, bu hibe caizdir. Çünkü at
eğersiz
de kullanılır. Atı değil, üzerindeki
yükü hibe etmesi de caizdir. Çünkü
yük atla değil başka
şeylerle
de ta-şınır. Meselâ, yine bunun
gibi, bir kimse içindeki eşyayı değil evi hibe etse, evin
eşyasını
boşaltıp teslim edinceye kadar hibe caiz olmaz.
Eğer
evi değil, evin içindeki eşyayı hibe ederek onu teslim etse, caiz olur. Mecmâ Şerhi. Muhit adlı
eserde
de böyledir.
«Hibe
edilen başka bir mala bitişikse, bu durum hibenin tamamlanmasına mani olmaz. ilh...» Buna
göre,
başka mal kendisine bitişenin hi-besi caiz, fakat kendisi başka mala bitişik olan şeyin hibesi
ise
caiz olmaz.
Fusûleyn.
«Ben
derim ki: Bu söz mutlak değildir. Çünkü ekin ve ağaç. toprağı meşgul edenlerdir, toprakla
meşgul
olanlar değillerdir. Bununla birlikte yere bitişik
oldukları sürece bunların hibesi de caiz
değidir.
Ama eğer yerden ayrılır ve teslim edilirlerse caiz olur. Fusûleyn üzerine Hayreddin.
«İçinde
ekmeği bulunan dağarcığı ilh...» İçinde eşya olan bir binayı hibe etse,
binayı teslim ettikten
sonra
da binadaki eşyayı hibe etse, ikisinde de hibe caizdir. Çünkü binayı hibe ettiği zaman, hibe
edenin
artık onda bir şey kalmamaktadır.
Birincisinde, eşyayı hibe ettiği zaman, binanın kabzına
artık
mani ortadan kalkmıştır. Şu kadarı var ki, bundan sonra da binada bir iş kalmamıştır ki,
eşyanın
kabzı binada tamamlan-sın. O halde
birinci kabz -ki eşyayı kabzdır- bina hakkında
geçerliliğe dönüşmez. Bahır,
Muhit'ten.
Bu
ifadede bir düşme vardır. Aslı şudur: Hibe özellikle eşyada caizdir. Mesela, ona evin içindeki
meta
hibe edilse, o da ev ile birlikte metaı kabz etse, sonra ona ev de hibe edilse, hibe ikisinde de
caizdir.
«O
halde teslim etse ilh...» Fusûleyn sahibi şöyle demiştir:
«Bunda bir görüş vardır. Çünkü at,
eğer
ve
gemi meşgul etmektedir. Kendisi
on-lar tarafından meşgul edilmiş değildir.»
Hakir
diyor ki: Asıl mesele bunun aksinedir. Açık olan .doğrusu da ancak bunun aksidir.
Kâdıhân'da
olan da bunu teyid eder. Meselâ, bir kimse süs takımları ve elbisesi olan cariyeyi hibe
ederek
o halde tes-lim etse, hibe caizdir. Yalnız üzerindeki süs takıları ile üzerinde setr-i avretten
fazla
olan elbisesi, örf icabı hibe edenindir. Öyleyse cariyeyi değil üzerindeki ziynet ve elbiseyi hibe
etmiş
olsa, o hibe caiz değildir. Onları cariyeden çıkarıp hibe ettiğine teslim ettiği zaman hibe
geçerli
olur. Çünkü elbise ve takılar cariye üzerinde bulunduğu sürece, asıl olan, cariye tarafından
işgal
edilmektedirler. Bu yüzden onların
hibesi caiz değildir. Nûru'l-Ayn.
«Bunların
işgal edilmesi, bağışlayanın mülkü ile değilse ilh...» Bu görüş Musannıfın, «Bağışlayanın
mülkü
ile meşgul değilse,» görüşünün illetidir. Zira Musannıf bunu hibe edenin mülkü ile
sınırlamıştır.
Ben
derim ki: Bahır, Minâh ve bunlardan
başkasında diğerinin mülkü ile bağışlananın başka bir
hakla
meşgul olması şu şekilde açıklanmıştır. Bağışlanan şeyin bağışlamadan sonra, bir
başkasının hakkı olduğu or-taya çıksa veya onu bağışlayan kimse veya bağışlanan kimse onu
gasbetmişse, meşgul hibe söz konusu olur. Bu konuda bizim Bahir üzerinde Câmiü'l-Fusûleyıi'den
naklen
yazdıklarımıza bakınız.
«Rehin
ve sadaka gibi ilh...» Yani rehin ve sadaka rehin veren ve sadaka verenin mülkü ile meşgul
değilse,
onun tamamlanmasına engel değildir. Muhit ve başka eserlerde olduğu gibi.
Medenî.
Minâh'ta
da şöyle denilmiştir: «Evin veya çuval gibi içinde eşya alan bir şeyin bağışlanmasında
bilinen
açıklama ve cevap rehin ve
sadakada olduğu gibidir. Çünkü rehin
ve sadakada da kabz,
rehin
ve sadakanın tamam olması için şartıdır.»
«Baba
küçük çocuğuna hibe ederse ilh...» Meselâ baba oğluna ken-dinin içinde oturduğu veya
içinde
eşyası bulunan bir evi bağışlamış
olsa veya başkası tarafından oğluna babasının oturduğu
veya babasına ait eşyanın bulunduğu bir ev hibe edilmiş
olsa, bu hibe caizdir. Çünkü o ev her iki
durumda
da onu kabzedenin mülkü ile meşguldür, işte bu gö-rüş Hâniye'de olana
aykırıdır. Çünkü,
Haniye önce böyle bir hibenin kesin olarak caiz olmadığını söylemiştir. Sonra da
Mücerred adlı
eserdeki Ebû Hanîfe'nin görüşünden naklen böyle bir hibenin caiz olduğunu söy-lemiştir Çünkü bu
halde
bu kimse oğlunun yerine kabzetmiş olmaktadır.
Ebussuud'un
Eşbah'ın haşiyelerinde
Velvaluciye'den ve Bezzaziyye'den naklettiği ve fetvanın da
ona
göre verdiği cevazıdır. Bu görüş Ebu Yusuf'a aittir.
METİN
Ben
derim ki: Mezhebte tercih edilen görüşe göre; ariyet olarak oturulmakta olan binaya, ariyet alan
bir
miktar eşya koysa, daha sonra bu binayı mal sahibi
ariyet alıp oturana bağışlasa, caiz olur. Yine
kadının
kocasıyla birlikte oturduğu
binayı kocasına bağışlaması da caizdir. Çün-kü kadın ve kendi
eşyası
kocasının elinde olduğu için
teslim sahih
olur.
Vehbâniye'nin
beytini değiştirerek şöyle dedim: Bir kadının, içinde eşyası bulunan ve kocasıyla
birlikte
oturduğu evin! kocasına hibe et-mesi
geçerli olur. Bu görüş güvenilir bir
görüştür.
Cevhere'de
şöyle denilir: «Başkasının mülkü ile meşgul olan bir şeyin hibesinin hilesi şudur: Önce
onu
meşgul eden kimse hibe ettiği kişiye binanın içindeki kendi eşyasını emanet olarak verir. Sonra
da
bi-nayı ona hibe ederek teslim eder.
Bu halde o hibe geçerli olur. Çünkü o bina elindeki
eşyasıyla meşguldür.
Hibe
edilenin elinde mâlikin mülkünden olan boş, taksim edilmiş ve-ya taksimi kabil olan şeyin
hibesi
caizdir. Ama taksimden sonra kendisinden intifa edilemeyecek küçük bir ev veya hamam
gibi
şeylerin muşaen (hisseli şekilde) hibesi sahih değildir. Çünkü taksimi kabil olan şeyin hibesi
halinde
kabzı tamam
olmaz.
Eğer
hissesini ortağına veya bir yabancıya hibe ederse, taksim edil-meden önce hibesi caiz
değildir.
Çünkü burada tam bir kabz tasavvur edilemez. Nitekim bütün kitaplarda böyledir. Öyleyse
doğru
olan mezhep de ancak
budur.
Seyrefiye'de, İtabî'den naklen şöyle denir: «Tercih edilen görüşe gö-re bazı âlimler tarafından
denilmiştir
ki, ortağına hibe etmesi caizdir.»
Bir
kimse, ortak olan malını taksim ederse, engel ortadan kalktığın-dan hibe geçerli olur. Eğer hibe
ettiği
şey! hisseli olarak teslim ederse, hibe olunan kişi ona mâlik olmadığı gibi onda tasarruf da
edemez.
Ta-sarruf ettiği takdirde zamin olur. Hibe edenin ondaki tasarrufu ise ge-çerlidir. Dürer.
Şu
kadarı var ki, hibe konusunda
Fusûleyn'den naklen Dürer'de şöy-le denilmiştir: «Fasit hibe
kabzla
mülkiyeti ifade eder. Fetva da bununla
verilir.»
Bu
misli Bezzâziye'de de İmadiye de tashih edilenin aksine mev-cuttur. Şu kadarı var ki «fetva»
sözü
«sahih» sözünden daha tekidüdir. Nitekim musannif hisseli malın diğer hükümlerini geniş
olarak
zikret-miştir.
Mâlik
öldükten sonra fasit hibede
yakınlarının rücu hakkı var mı-dır?
Dürerde «evet» denilmiştir.
Şurunbulâliye'de
de, «Bunun rücu hak-kı kendisiyle
fetva verilen görüşe göre açık değildir.» diye
takip
edil-miştir.Çünkü, «fasit hibe kabzla mülkiyeti ifade eder,» denilmişti.
Kabzın
tamamlanmasına engel olan, akit sırasındaki hisseli oluş-tur. Sonradan meydana gelen
ortaklık
değildir. Meselâ, hibe eden kişi hibe ettiği şeyin bir kısmından şâyien rücu ederse, bu
durum
ittifakla hibeyi fasit kılmaz. Ama bağışlanan şeyde başkasının hakkı olduğu or-taya çıkarsa,
bu
yeni bir şüyu değil, belki akid zamanındaki bir suyu-dur. Bu sebeple hibeyi fasit kılar. Meselâ
adam
bir tarlayı ekini ile birlikte hibe etse ve ekinle birlikte teslim etse, .sonra ekinin başkası-nın
hakkı
olduğu ortaya çıksa hibe yalnız ekinde değil, tarlada da fa-sit olur. Çünkü bu durumda taksimi
kabul
eden bir şeyin bir kısmı şüyûen
başkasının hakkı
olmaktadır.
Hibe
olunan şeyin başkasının hakkı olduğu
delil ile ortaya çıkarsa, hibeden önce olduğuna istinad
edilir.
O halde Sadru Şeriâ'nın ve ona tabi olan İbni Kemal'in dedikleri, gibi sonradan olmuş
sayılamaz,
belki hibeye yakın şüyu sayılır.
Memedeki
sütü, koyun üzerindeki yünü, topraktaki hurma
ağacını ve ağaç üzerindeki hurmayı hibe
etmek
açık değildir. Çünkü bu hibe hisseli malın hibesi gibidir ki geçerli değildir.
Fakat
sayılanlar yerlerinden ayrılarak
hibe ve teslim edilseler en-gel olan şüyu ortadan kalktığı
için
caiz
olur. Ama bu ayırmanın mâlikin izni ile hibe olunan kişi tarafından yapılması yeterli midir?
Dürer'in
açık ifadesine göre, evet yeterlidir.
Ama
bunun aksine buğdayda buğdayın ununun, susamda susamın yağının, sütün içindeki yağının
hibe
edilmesi geçerli değildir. Çünkü bun-lar henüz madumdurlar. O halde ancak yeni bir akidle
bunlara
mâlik olunur.
İZAH
«Binaya
ilh...» Bu «bina» kelimesi
burada fazlalıktır. Çünkü burada bunu meşgul eden mâlikin malı
değildir.
Halbuki burada kasdolunan hi-be edenin mülkü ile meşgul olandır.
«Ariyet olarak verilen ilh...» Yani bir kimse kendi çocuğuna, içinde meccânen oturanların
bulunduğu
bir binayı hibe etse, hibe geçerlidir. Bu kimse kendi oğlunun yerine kabzetmiş sayılır.
Ama
binada ücretle oturuyorlarsa, caiz değildir. Bu şekilde Hâniye'den nakledilmiştir.
«Boş
ilh...» Musannıf, «boş» kelimesi ile kayıtlamış olup amaç, ağa-cın üzerindeki hurmanın
hibesinden
kaçınmaktır. Zira ağacın üzerindeki hurmanın hükmü gelecektir. Dürer.
«Taksimden sonra ilh...» Taksimi kabil olmayan hisseli bir şeyin hi-besinin geçerli olması için. hibe
edilenin
miktarının bilinmesi şarttır. O halde köledeki hissesinin ne kadar olduğunu bilmeden hibe
etmesi
caiz değildir. Çünkü hibe edilen meçhul olduğu için anlaşmazlığa sebeb olur. Bahir. Bu
mesele
için Bahır üzerine yazdıklarımıza bakınız.
«Hamam
gibi ilh... » Burada bir görüş vardır ki, şüphesiz mutlaka hamam taksim olunmayan
cinstendir.
H. Hâmiş'te de
böyledir.
«Bütün
kitaplarda ilh...» Zeylâî ve Bahır'ın sahibi bunu açıkça söylemişlerdir.
Minâh.
«Doğru
olan mezheb de ancak budur ilh...» Minâh'ta olduğu gibi ortağın meselesine bakınız.
«Tercih
edilen görüşe göre ilh...» Remlî der ki: «Müellifin, yani Minah sahibinin yazısı ile bunun
karşılığında şu şekilde bir şey bulunmuş-tur: Size gizli
değildir ki, bu meşhur olan görüşün
aksinedir.»
«Taksim
edilirse ilh...» Yani taksim eden ister hibe edenin kendisi, ister vekili, isterse onun izniyle
hibe
edilen kişi olsun. Bu durumların hepsinde hibe tamamlanır. Nitekim az bir fıkıh bilgisi olan bir
kimseye
de bu açıktır. Remlî. Zira fasitte değil, sahih hibede teslime hazır hale getirme kabz
hükmündedir.
Câmiü'l-Fusûleyn.
«Hisseli olarak teslim ederse ilh...» Fetâvâyı Hayriye'de şöyle denil-miştir: «Zahiri rivayete göre
hisseli
olarak teslim ederse mülk ifade et-mez. Zeylâî'de «Hibe ettiği şeyi hibe ettiği kimseye hisseli
olarak
teslim ederse, hibe olunan kişi hibeye mâlik olamaz. Hatta onda tasarruf da yapamaz. Helak
olduğu
takdirde de ona zamin olur. Hibe
eden kişinin de onda tasarrufu geçerlidir.» denilmiştir.
Tahâvî.
Kâdıhân da onu zik-retmiştir. İbni
Rüstem'den de bunun benzeri
rivayet edilmiştir. İsâm da
fasit
hibenin mülk ifade ettiğini
zikretmiştir. İsâm'ın zikrettiğini meşâyihten bazıları da almıştır.
«Fasit
hibe bazı meşayihe göre mülk ifade
etmekle birlikte, bütün âlimler hibe edenin hibe edilen
kişiden
-velevki onun mahremi olsun- fa-sit hibe
ile hibe ettiğini geriye alacağında icmâ etmişlerdir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
de, Fazlî'nin Fetâvâsma işaret
edilerek, «Fasit hibe ile hibe edilen bir şeye
helak
olduğu zaman hibe edenin hibesinden rücû edece-ğine -velevki. hibe ettiği kişi mahrem
akrabası olsun- fetva verdim. Zira geçtiği üzere fasit hibe helak edildikten sonra kıymeti ile tazmin
ettirildiği
gibi, helâk olmazdan önce de geri alınması hibe edenin hakkıdır.» denilmiştir.
«Hibe
eden kimse, fasit hibede nasıl dönme hakkına sahipse, o öl-dükten sonra onun varisi de
hibeden
rücû edebilir. Çünkü fasit hibe
geri alınmaya müstehâktır. Helâktan sonra da fasit satım
akdinde
olduğu gibi alış-veriş yapanlardan birisi öldüğü zaman, onun varisi onu tazmin
ettirme
hakkına
sahiptir. Çünkü fasit satım akdiyle satılan şey, helak ile nasıl tazmin olunursa, redde de
müstehâktır.
Kaza'nın tahsisi kabul ettiği bilinen gerçeklerdendir. Buna göre; sultan, birisini Ebû
Hanîfe'nin
mezhebi ile hüküm versin diye hâkim
tayin ederse, tayin olunan hâkimin hükmü Ebû
Hanîfe'den
başkalarının mezhebinde geçerli değildir. Çünkü o, sultanın tahsisi ile diğer bir
mezhebe
göre fetva vermekten azledilmiş
sayılır. O takdirde, o hâkim, Ebû
Hanîfe'nin mezhebinin
dışın-da,
ülkedeki diğer insanlar gibi olmaktadır. Hanefî âlimleri de, -Allah onlara rahmet etsin-
bunu
nassen söylemişlerdir. Hayriye'de
olan bu-rada
bitmektedir.
Bu
görüş ile Hamidiye'de ve Naciye'de
de fetva verilmiştir. Cevhere ve Bahır'da bunu kesin
söylemişlerdir.
Müptağî'den
de şöyle nakledilmiştir: «Bir
kimse hibe ettiğini hibe olunan kişiye satsa, geçerli
değildir.;»
Nûru'l-Ayn'da da, Vecîz'den naklen şöyle denilir: «Fasit hibeyi kabzeden helak olduğu takdirde
zamin
olur. Fasit hibede mülkiyet ancak
iva-zın adası ile sabit olur. Bunu
İmam Muhammed Mebsut
veya Asi adlı eserde nassen zikretmiştir. Bu da ancak Ebû Yusuf'un görüşüdür. Zira hibe ivazlı
akde
dönüşür.»
Nûru'l-Ayn'da bundan önce de şu zikredilmiştir: «Ebû Hanife'ye gö-re taksimi kabil olan birşeyde
hisseli
olarak hibe mülkiyet ifade etmez. Kûhistânî'de de mülkiyet ifade etmediği yazılıdır.
Muzmarat'ta
olduğu gi-bi, tercih edilen görüş de
ancak budur. Bu, Ebû Hanîfe'den de rivayet
edilmiştir.
Doğru olan da
budur.»
Amel,
ancak İmam Muhammed'in üzerine ten'sis ettiği ve Ebû Hanî-fe'den rivayet edildiği bilinen
zahiri
rivayete göre olur. Her ne kadar bu-nun aksi açıkça fetva verilen görüştür, denilse de
hüküm
değişmez.
Bil-hassa geleceği gibi onun habîs mülk olduğu yerde. Bildiğin gibi o hi-bede tazminat
da
vardır. Habîs olduğundan da hibe edilen kişiye bir men-faati yoktur. Bunu
ganimet bil. Bu
meseleler çok vuku bulduğu gibi halkın çoğunluğu
da buna uyarı yapmamıştır. Zira muhalifin
görüşü
üzerine de tazmin gerekmektedir. Bir de benim gıyabımda yapılacak duaların bana yararlı
olacağını
umduğumdan bu meselede çok nakil yaptım.
«Kabızla
ilh...» Fasit hibede de kabzla mülkiyet ifade edilmekle bir-likte elde edilen mülk habîs
(çirkin)
mülktür. Fetva da bununla verilir. Kûhistânî. Yani yukarıda geçtiği gibi insan ona da zamin
olur.
Uyan.
Minâh'ın
haşiyesinde, «Fasit hibede kabz her
ne kadar mülkiyet ifade ederlerse de fasit satım
akdinin
bozulmasına hüküm verildiği gibi bunu
da fasit olduğu bozulmasına
hükmedilir»
denilmiştir.
Düşün.
«Bezzâziyye'de de ilh...» Bezzâziyye'nin ifadesi şöyledir: «Fasit hi-bede kabzla mülkiyet sabit olur
mu?
Natıfî demiştir ki: «İmam-ı Azam'a
göre fasit hibede, kabz mülkiyet
ifade etmez. Bazı fetvada
da,
«Fasit hi-bede mülkiyet fasit olarak
sabit olur. Bununla da fetva verilir» denmiş-tir. Asi adlı
eserde
de şu husus ifade edilmiştir: Evinin yarısını bir baş-kasına hibe ve teslim etmiş olsa, hibe
olunan
kişi de evin hibe kısmını satsa caiz değildir. İşte Asl'daki bu ifade delâlet ediyor ki, fasit hibe
mülk
olmaz. Zira kabzdan sonra da görülüyor ki satım akdi ibtal edili-yor. Fetvada da ifade
edilmiştir
ki, «Tercih edilen görüş ancak Asl'da olan bu ifadedir.» Ben, bazı fuzalânın yazısı ile
Minâh'ın
haşiyesinde bunu naklettikten sonra
senin de gördüğün gibi fasit hibede
kabzın mülk
ifade
etme rivayetini ve onunla fetva
vermeyi bazı fetâvâyı nisbet etmiş-lerdir. O halde o rivayet
Asl'ın
rivayetine aykırı değildir. Bundan
ötürü de Kâdıhân, Asl'da olan rivayeti tercih etmiştir.
Musannıf,
«fetva lâfzı» ifadesi hakkında
söylediği genel değildir,
de-nilebilir. Bilhassa,
Bezzâziyye'den nakledilen ifadeleri gördükten sonra. Sen de düşündüğün zaman hükmedersin ki
Asl'da
olan ifadenin delâ-let ettiği daha tercihlidir.
«Takip
edilmiştir ilh...» Bizim Hayriye Fetvalarından naklettiğimiz bilgilerden anlaşıldığına göre
bunda
bir görüş vardır.
«Sonra
meydana gelen şüyu değildir, ilh...» Ben diyorum ki: Hastalığında elindeki tek evini hibe
etmiş
olsa, sonra da ölse, varisleri de bu hibeye icazet
vermeseler, hibe yalnız bu evin üçte
birinde
kalır,
üçte ikisinde ibtal edilir. Nitekim bu kısım Hâniye'de de belirtilmiştir.
«Bir
kısmı şüyûen başkasının istihkakı olmaktadır, ilh...» Yani hük-men. Zira ekin ile tarla bitişik
olma
hükmüyle, bir şey gibidirler. Bunların biri başkasının istihkakı olduğu zaman sanki taksimi
kabil
olan his-seli malın bir kısmının istihkakı gibi olur. Hisseli olan bir şeyin bir kısmı başkasının
hakkı
olduğu zaman geri kalanda da hibe bâtıl olur. Kâfî adlı eserde de böyledir. Dürer. Hâniye'de
de,
«Ekin, müşaa (hisseliye) ben-zemez» denilmiştir.
«Delil
ile ilh...» Bakılır: Başkasının hakkı olduğu hibe olunan şahsın ikrarı ile ortaya çıkarsa o
zaman
o hakkın hibeden önce olduğuna da-yanılır. Eğer hibe edenin ikrarı ile ortaya çıkarsa, acık
olan
onun ikrarı-nın lağvıdır. Zira o
başkasının mülkü ile ikrar etmiştir.
«Çünkü
muşa (hisseli) gibidir ilh..» Dürer Şerhi sahibi, «Bu sayı-yoktur. Şu kadarı var ki bunlar
müşânın
hükmündedirler. Hatta bu
say-dıklarımız -memedeki sütü,
koyunun üzerindeki yünü,
topraktaki
hurma ağacını veya ağaç üzerindeki hurmayı- yerlerinden ayrılsa ve hibe edi-len
kişiye
teslim
edilse, hibe geçerli olur.» demiştir.
Ben
derim ki: Onun, «Muşa (hisseli)nin benzerleridir» sözünden bu tür hibenin her şeyde müşânın
hükmünü
alacağı anlaşılmasın. Çünkü eğer her şeyde müşâ'mn hükmü gibi olursa, toprak sahibi
tarafından
hurma ağacının hibesinin caiz olmaması gerekir. Bunun aksi de böyledir. Bir bahçenin
ağaçlarını değil yalnız bahçenin toprak mülkiyetini
hibe et-mesi de caiz olmazdı. Halbuki açık olan
bu
gereğin aksidir. Yani yuka-rıdaki
her iki tür hibe de
caizdir.
Onun,
«müşa menzilesindedir» sözü ümit ediyor ki, onun elindeki nüsha
bu şekildedir. Yoksa
şarihin
bizim elimizdeki nüshadaki ifadesi, «o, müşa gibidir» şeklindedir. Dürer şerhinin ifadesi ile
şöyledir: «Şu kadar var ki, o hibe müşa hibesi hükmündedir.» Şarihin bizim elimizdeki nüshasının
ifadesinin
anlamı ile Dürer şerhinin ifadesinin anlamı birdir.
Muşa
ile muşa gibi olanın arasındaki fark nedir? Muşa olan bu mül-kün en küçük parçasında dahi
diğer
ortağın mülkiyet hakkı mevcuttur. O halde hibeyi yapan ortaklardan birisi de olsa onun hibesi
geçerli
de-ğildir. Çünkü bu durumda hibede
şart olan tam bir kabz tasavvur olu-namaz. Topraktaki
ağaç,
ağaçtaki hurma tarladaki ekinin her biri bir şahsın olsa meselâ: Bahçedeki ağaç birinin,
bahçenin
toprak mülkiyeti bir diğerinin, hurma ağacı bir kimsenin, ağaç üzerindeki hurma diğer bir
kimsenin,
tarla birisinin, içindeki ekin eğer birinin olsa, o halde ağacın sahibi ağaçlarını bahçenin
sahibine
veya bahçenin sahibi, bahçesini için-de ağaçları olan kişiye hibe etmiş olsa, bu hibe
geçerli
olur. Zira her ikisinin mülkü de diğerihin mülkünden ayrıdır. O halde hibenin
şartı olan tam
kabz
bunlarda meydana geliyor ve geçerli oluyor. Bu saydıklarımızı hiç kimsenin böyle açıklıkla
yazdığını
görmedim. Şu kadar var ki, bu hüküm
fakihlerin sözünden alınmıştır. Eğer bunun aksine
bir
nakil bu-lunmuşsa, bize düşen ancak o nakle teslim olmaktır.