HASTALIK ANINDA KÖLE ÂZAD ETME
M
E T İ N
Geçerli
olan tasarrufta, akd zamanına itibar edilir. Geçerli tasarruf: hükmünü derhal icap ettiren
tasarruftur.
Eğer
köleyi sıhhatli iken âzâd
ederse, bu âzâd malının tamamından sayılır. hastalığında âzâd ederse
o
zaman malının üçtebirinde
sayılır.
Burada
tasarruftan murad: kendisinde teberru manâsı bulunan inşâdır. Hatta hastalığında borçlu
olduğunu
ikrar etse borç malın tamamından verilir.
Birisi
hastalığı esnasında kadınla nikâhlansa kadına verilecek mehir mehri misl kadarıyla malın
tamamından
verilir.
Kişinin
ölümüne izafe ettiği tasarruf
ise, sıhhatli halinde yapmış olsa bile yine terikenin
üçtebirinden
verilir.
Bu
tasarruf, şekli: hükmünü, kişi öldükten sonra İcap.ettiren tasarruftur. «Ölümünden sonra
hürsün»
veya «şu şey ben öldükten sonra Zeyd'indir» demeside böyledir.
Sonradan
iyileştiği (neticesinde ölmediği)
bir hastalık sıhhatli hali gibidir.
Kötürümlük,
felç ve verem uzayıp yatağa düşürmediği takdirde sıhhatli hali gibidir. Müctebâ. Uzama
müddeti
bir senedir. Hastalıkta muteber olan namazını oturarak kılmasını mubah kılan hastalıktır.
Hastanın
âzâd etmesi (mubahat yapması
değerinden aşağıya satması) hibe
etmesi, vakfetmesi ve
zamin
olmasının hükümleride vasiyetin
hükmü gibidir. Dolayısıyle terikenin
üçte birinden verilir.
Nitekim
vakıf bahsinde takdim ettiğimiz
üzere; malının hepsini kapsayacak kadar borçlu olan bir
hastanın
vakfı batıldır. Hıfzedilsîn ve
araştırılsın.
Azâd
edilen, kendisine ucuza satılan kimseler ve diğerleri darpte vasiyet sahiplerine ortak olurlar.
Azâd
edilen kölenin âzâdına icâzet verilirse köle artık çalışmaz, zira onun azâdına vârislerin hakkı
için
mâni olunuyordu. İcâzet ile bu hak
düşmüştür.
Bir
kimse birine fiatından daha ucuza birşey satsa ve bir de köle âzâd etse ve terikenin üçtebiri
ikisine
kâfî gelmese, o zaman değerinden aşağıya olan satış öne alınır. Bunun aksini yaparsa yani
önce
köleyi âzâd etse ve sonra birisine
muhâbât yapsa (değerinden aşağıya satsa) o zaman ikisi
eşittir.
İmameyn ise her iki meselede de âzâdın daha evlâ olduğunu söylemişlerdir.
«Şu
yüz dirhem ile benim yerime bir köle âzâd edin» diyerek vasiyet etse: eğer dirhemlerden bir
kısmı
helâk olursa o zaman kalan dirhemler ile bir köle alıp âzâd etmeleri geçerli olmaz. Çünkü
ibadet
kölenin kıymetine göre değişir. Ama hac bunun hilâfınadır. İmameyn ise : Belirli bir miktar
para
ile köle azad edilmesini vasiyet ile kendi yerine
haccedilmesini vasiyetin aynı olduğunu
söylemişlerdir.
İ
Z A H
Hastalıkta
köle âzâd etmek vasiyetin türlerindendir. Şu kadar var ki buna ait özel hükümler
bulunduğu
için musannıf bunu müstakil bir
bâbda zikretti. Bunu da şarih
vasiyetten sonra
zikretmiştir.
Çünkü sarih vasiyet asıldır. İnâye.
«Geçerli olan ilh...» Bu sözü söylemesi izahı ileride gelecek olan ve ölümden sonraya izâfe edilen
azâddan,
kaçınmak içindir. Çünkü onda muteber olan izafet halidir.
«Eğer
hastalığında âzâd ederse o zaman malının üçtebirinden sayılır.» Eşbâh'ta: evde oturmayı
vasiyet gibi menfaatler ile teberru istisna edilerek bunların,. malın tamamından geçerli oldukları
söylenmiştir. Bu bahsin tamamı Eşbah ve haşiyelerinde vardır.
«Hatta
hastalığında borçlu okluğunu
ikrar etse ilh...» Yani varisten başkasına borçlu olduğunu ikrâr
etse..
Bu. *inşâ» sözünün
muhterizidir. Çünkü bir şeyi ikrar
etmek o şeyin olduğunu haber
vermektir.
«Bir
kadınla nikahlansa ilh...» Bu da, şârihln, onda teberru manası bulunur» sözünün muhterizidir.
Zira
mehri misli kadarıyla nikahlamakta teberru yoktur. Çünkü kadınlık uzun
gerdek anında
mütekavvimdir ve onun kıymeti mehri misildir. Eğer mehri misil kadınlık uzvu ile karşılaştırılırsa
temerru
değil bedel olur. Mehri misilden fazlası da ikramdır. Bu ise vasiyet kabilindendir. Zira
tenzilat
teberru manası bulunan inşâdır. Hulu bedeli de yine vasiyet kabilindendir. Çünkü kadınlık
uzvu
ayrılma anında mütekavvim değildir. Buna göre, ona karşılık kılınan şey ister az ister çok
olsun
teberrudur. Rahmeti.
«Sıhhatli
halinde yapmış olsa bile ilh.. » Zira Dürer'de de olduğu gibi ölüme izafe edilen tasarrufta
mûteber
olan ölüm anıdır.
«...Sonradan
iyileştiği bir hastalık sıhhatli hali gibidir.» Bu mesele, Mülteka, İslâh ve başkaları, gibi
bütün
muteber kitaplarda aynı yerde zikredilmiştir. Halbuki bu mesele «ölüme izafe eden»
sözünden
daha evvel zikredilseydi daha iyi
olurdu. Çünkü ölüm izafe edilen
tasarrufta hastalık hali
ile
sıhhat hali arasında fark yoktur.
Düşün.
Kuhistâni
şöyle demiştir; «Eğer ölüm
hastalığına tutulan kişi, bir şey vasiyet ederse, batıl olur.
Çünkü
sıhhatine kovuşması ile ki onun
malında kimsenin hakkının olmadığı açığa çıkmıştır.
Hastalığında
yaptığı vasiyetin, sıhhatine
kavuşması ile bâtıl olması vasiyeti
hastalığı ile kayıtladığı
takdirdedir.
Yani «eğer bu hastalığımdan ölürsem» diyerek vasiyet edersedir.
Ama
eğer hastalığında bir kayıt koymadan vasiyet etse ve sonra iyileşse, birkaç sene yaşasa bile
vasiyeti bakidir. Tettimme'de olduğu
gibi...
«Muteber
olan hastalık ilh...» Bu konudaki muteber olan hastalık, namazı oturarak kılmayı mübah
kılan
hastalıktır. Bu husustaki malumât «vasiyetler» kitabının başında
buradakinden daha tafsilatlı
olarak
geçti. T.
«Değerinden
aşağıya satması ilh..» Yani kiraya vermeden, kiralamda, mehirde ve alış verişte... Bir
hastanın
yüz dirhem değerindeki bir şeyi varis olmayan bir yabancıya elli dirheme satması gibi.
Netif'te
de böyle denilmektedir. Kuhistânî. Elli dirhem değerinde olan bir şeyi yüz dirheme alsa yine
aynıdır. Demek ki bu alışta değer kıymetinden fazla, satışta da noksan olan muhâbâttır, Yani
müsâmahadır.
Bezzâziye
ve diğer kitaplarda muhâbât, «aldatılmamakla» kayıtlanmıştır.
Ben
derim ki: Vehbâniye'nin icârât
bahsinin sonunda şöyle denilmiştir. Ecr-i misli daha fazla olsa
bile
bir şeyi kıymetinden noksanına icâre vermek câizdir.
Şurunbulâli
şerhinde şöyle denilmektedir: «Muhâbât'ın şekli şudur: Hasta kişi evini değeri fiatından
daha
azına kiraya verse: fukaha, bu icârenin aciz olup, malın üçte birinden değil, hepsinden
sayılacağını
söylemişlerdir. Zira hasta iken
evini birisine âriyet olarak verse câizdir. O halde ecri
misliden
daha az bir fiyata icâreye vermesi evleviyetle caiz olur.
Tarsûsî
demiştir ki: Bu mesele kâideye muhaliftir. Çünkü fıkıhta asıl kâide şudur: Menfaatler,
aynların yerlerine kaim olurlar.
Satımda
ise feri asla kıyasla malın üçte birinden sayılır. O zaman fark şudur: Satış malın aynına
taalluk
eden bağlayıcı bir akiddir. Ona
vârislerin ve alacaklıların hakları do taalluk eder. İcâre ise
nafakaya
taalluk eder ve ölümle münfesih
olur. O halde ölümden sonra
herhangi birşeye taalluk
etmesi
tasavvur olunmaz. Uyanık
ol.
Buradaki
«nafaka» kelimesi «menfaat» olmalıydı (Mütercimler)
İkisinin
söyledikleri. ayrı ayrı iki rivâyet olabilir. Nitekim şârih de vasiyetlerin sonunda ferî meseleler
bahsinde
zikredecektir.
«Hibe
etmesi ilh...» Yani hibe ettiği şey ölümünden evvel kabzedilirse... Ama bir şeyi hibe etse ve
kabzedilmeden ölse vasiyet batıl olur. Çünkü hastanın
hibesi hükmen vasiyet olsa bile hâkîkatte
hibedir.
Nitekim Kâdıhan ve diğerleri de bunu
sarahaten söylemişlerdir. T. Mekkî'den.
«Zamin
olması ilh...» Bu, kefâletten daha geneldir. Zira zâminiyetin bir kısmında zâten kefâlet
yoktur.
Şöyle ki: yabancı bîr kişi «bin dirhem karşılığında karın ile muhâlaa yap ben zâminim» veya
«şu
kölemi sat ben zâminim lâkin bin dirhemini değil beşyüz dirhemini.» demesi gibi. Bu durumda,
muhâlaa
bedelini kadın değil, yabancı adam öder. Kölenin fiatının beşyüz dirhemini de müşteri
değil
zâmin olan öder.
İnâye.
BİR
UYARI :
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: Hastanın kefâleti üç şekildedir: Bir şeklinde sıhhatli iken bir sebebe
bağlı
olarak kefil olup da o sebebin hasta halinde tahakkuk etmesidir. «Falan kişideki paran
kaybolursa
ben öderim» demesi buna
misaldir. Bir vecihte de
hastalıktaki borcu gibidir, yâni
hastalığında,
sıhhatli iken falan kişiye kefil olmuştum» dese o zaman sıhhatli iken borçlandığı
alacaklıları hakkında tasdik olunmaz. Buna göre mekfûlu leh, kefilin hastalığındaki alacaklıları ile
beraberdir.
Birinci surette ise, mekfûlun leh sıhhatli zamanındaki alacaklılar ile beraberdir. Bir
surette
de kefâlet diğer vasiyetler gibidir
yani' ötüm hastalığında kefil olması gibidir.
«Hükümleri
vasiyetin hükmü gibidir». Yani terikenin üçtebirinden verilmesi itibarı ile vasiyet gibidir.
Hakikaten
vasiyet değildir. Çünkü vasiyet
ölülüden sonra gerekli olur. Bu
tasarruflar ise peşinen
yerine
getirilir.
Zeylaî.
«Araştırılsın». Araştırma sonucu şudur: Vakıf bahsinde geçen hüküm buradaki hükme zıt değildir.
Çünkü
borçları malını kapsayan kimsenin
malının üçtebiri olmaz. Rahmetî.
«Darpta
vasiyet sahiplerine müzâhim olurlar». Yani âzâd edilen köle muhâbât yapılan, hibe edilen
ve
mekfûlün leh eğer üçtebir hepsine
kâfi gelirse, onda diğer vasiyet sahipleri ile birlikte hesap
edilirler.
Eğer kâfi gelmezse üçtebirde hisseleşirler. Taksimde de üçte birden. herbirine düşecek
miktar
kadarına itibar edilir. Benim anladığım budur. T.
Ben
derim ki: Allâme İtkânî şöyle demiştir: Bunların diğer vasiyet
sahipleri ile birlikte üçtebir
ile
darb
edilmelerinden murad, bunların
yalnız malın üçtebirini istihkak
etmeleridir. Yoksa maksat
bunların
terikenin üçte birinde diğer vasiyet
sahipleri ile eşit olup, hisseleşmeleri değildir. Çünkü
hastalıkta
geçerli olan âzâd, üçtebirdeki, vasiyete takdim edilir.
Ölümünden
sonra kölesinin âzâd edilmesini vasiyet etmesi veya «kölem ölümümden birgün yada
biray
sonra hürdür» demesi yukandakinin hilâfınadır. Çünkü bu diğer vasiyetler gibidir. Özetle...
Benderim
ki: Geçerli olan muhâbât, yerine getirilen âzâd gibidir. Nitekim musannıfın «vasiyetler
içtima
ederse» sözünün izahında geçmişti. yakında da gelecektir.
«Azâdına icâzet verilirse ilh...» Yani üçtebir kâfi gelmediği takdirde... İcâzet, vasiyet edenin
ölümünden
evvel olsa bile, üçtebir kâfi gelmediği takdirde köle çalışmaz. Nitekim vasiyetler
kitabının
baş tarafında Bezzâziye'den naklen
takdim etmiştik.
«Zira
onun âzâdına vârislerin hakkı için mânî olmuyordu» Yani onun azâdının,
malın tamamından
geçerli
olması için varislerin haklarından dolayı kölenin çalışması gerekirdi. Onların icâzetleri ile
de,
çalışması sakıt oldu. Burada evlâ olan şârihin. «Çünkü çalışmak...» demesiydi. Düşün.
«Birine
muhâbât yapsa ve bin de köle âzâd etse ilh...» Birincisinin sureti şudur: Kıymeti ikiyüz
dirhem
olan kölesini yüz dirheme satsa,
sonra da yüz dirhem kıymetindeki kölesini âzâd etse ve bu
iki
kölesinden başka malı olmasa o zaman terikenin üçtebiri muhabâtâ sarfedilir. Azâd edilen köle
de
kıymetinin tamamını doldurana kadar
çalışarak varislere öder.
Bunun
aksinin sureti de şudur: Yüz dirhem
kıymetinde olan kölesini âzad
etse sonra da ikiyüz
dirhem
kıymetindeki kölesini muhabât yoluyla yüz dirheme satsa o zaman yüz dirhem
alan üçte
biri,
ikisi arasında yarı yarıya taksim edilir. Bu durumda. âzâd etmiş olduğu kölenin yarısı
müccânen
âzâd edilir ve kıymetinin diğer yarısı kadar da çalışır. Kendisine Muhâbât yapılan da,
diğer
köleyi yüz elli dirhem karşılığında alır. İbnu Kemâl.
Bu
konuda asıl kaide şudur: Vasiyetlerden, terikenin üçte birini gecen bir vasiyet olmadığı takdirde,
vasiyet sahiplerinden her biri vasiyetinin tamamını
üçtebirden alır. Bir kısmı diğer kısmına takdim
edilmez.
Ancak hastalığında yapmış olduğu âzâd ile, ister mutlak, isterse mukayyed olan ölümüne
bağlanan
âzâd ve hastalığındaki muhâbât
diğer vasiyetlere takdim olunurlar. Bu bahsin tamamı
Zeylaî'dedir.
İmameyn
ise her iki meselede de âzâdın daha evlâ olduğunu söylemişlerdir».
Yani gecen her iki
meselede de. Çünkü âzâda fesh iltihak etmez. İmam'ın delili ise şudur: Muhâbât daha kuvvetlidir.
Zira
o muavaza akdinin zımnında meydana
gelmektedir. Şu kadar var ki, evvela
âzâd ederse
azâddan
da geri dönme ihtimali olmadığı için muhâbâta müzâhim olur. İbnu Kemâl.
Zeylaî ve musannıfın Minah'taki; «İmameyn demişlerdir ki: her iki meselede âzâd ile muhâbat
eşittirler»
sözleri bir kalem hatasıdır. Doğrusu buradaki ifadedir. Nitekim Şilbî de buna dikkat
çekmiştir.
«Şu
yüz dirhem ile...» Yani muayyen olan
yüz dirhem ile... Bununla kayıtlamasının sebebi, o yüz
dirhemin
bir kısmının hetâkinin tasavvur edilebilmesi içindir. Eğer «benim yerime yüz dirheme bir
köle
âzâd edin» demiş olsa ve yüz dirhem de terikenin üçte birinden fazla olsa, metinde de geçtiği
gibi
o vasiyet yine batıl olur.
«Çünkü
ibadet kölenin kıymetine göre
değişir». Bu gerekçe ile, köle âzâdı ile hac arasındaki fark
açıklanmaz. Halbuki Zeytaî'nin sözü daha
uygundur ki o da şudur: İmâm'ın delili: bu vasiyetin,
malından
yüz dirhem ile alınacak olan
kölenin âzâdının vasiyeti
olmasıdır.
Yüz
dirhemden daha az bir kıymetteki bir kölenin âzâdının geçerli olması vasiyet ettiğinin dışındaki
bir
şeyin geçerli olmasıdır.
Bu
da caiz değildir. Ama haccı vasiyet bunun aksinedir. Yani «benim yerime yüz dirheme hac
yaptın»
dese ve o yüz dirhemden bir kısmı helâk olsa diğer kısmı ile hac yaptırılır ve vâsiyeti batıl
olmaz.
Çünkü haccı vasiyet yalnız Allah'ın hakkı olan bir ibadettir ve hak sahibi değişmemiştir.
Demekki
bu vasiyet, bir kişiye yüz dirhem
vasiyet edip bunun bazısının helâk olması halinde geri
kalanın
musâ lehe verilmesi gibi olur.
M
E T i N
Vârislerinin kendi ölümünden sonra kölesini âzâd etmelerini vasiyet, ölümünden sonra kölenin bir
cinayet
işleyip de, cinayet karşılığı
olarak verildiği takdirde bâtıl olur. Bu, ölümünden sonra âzad
edilmesini
vasiyet ettiği kölenin borcunu ödemek için satıldığı takdirde batıl olmasına benzer.
Eğer
vârisler kölenin cinayetine karşılık
fidye verseler. vasiyet batıl olmaz.
Verdikleri fidye de kendi
mallarından
gider. Çünkü onu ödemeyi kendilerine
vacip kılmışlardır.
Birisi
malımın üçtebirini (meselâ) Bekir'e vasiyet etse ve geriye tereke olarak bir köle bıraksa, varis
ve
Bekir'den her biride ölen mûsînin bu
köleyi âzâd etmiş olduğunu iddia etse, Bekir kölenin
azâdının
malın tamamından geçerli olması için, kölenin mûsînin sıhhatinde âzâd edildiğini iddia
etse,
vâris de kölenin âzâdının terikenin üçtebirinden geçerli olması ve terikeden Bekir'ln önüne
geçmek
için mûsinin köleyi hastalığında
âzâd ettiğini iddia etse söz yemini ile birlikte vârisindir.
Çünkü
o Bekir'in mirastan istihkakını inkar etmektedir.
Zeyd için de birşey yoktur. Metnin ve şerhin
nüshalarında aynen bu şekildedir.
Bon
derim ki: Doğrusu «Bekr için» demesiydi. Çünkü yukarda zikredilen Bekir'in İşin aslı şudur:
fakihler
Zeyd ile misal vermişlerdir.
Musannıf ise önce değiştirerek «Bekr» demiş ikinci kez ise
bunu
unutarak Zeyd demiştir. Allah en
iyisini bilendir.
Ancak
kişinin malının üçtebirinden kölenin kıymetinden fazla bir şey kalırsa veya Zeyd'in iddiasının
sıhhatine
dair bir delil kaim olursa o zaman arta kalan Zeyd'e verilir. Çünkü musâ leh olan Zeyd
hasım
olup hakkını ispât etmektedir. Köle de aynı
şekildedir.
Bir
kişi, ölen birisinden alacağı olduğunu, ve kölesi de sıhhatli iken kendisini âzâd ettiğini iddia
etse
ve ölen kişinin köleden başka malı olmasa, varis de her ikisini tasdik etse o zaman köle
kıymetini
dolduracak kadar çalışır ve
kazandığı olacaklıya
verilir.
İmameyn
ise kölenin âzâd edileceğini ve
hiçbirşey için çalışmayacağını söylemişlerdir.
Bu
ihtilafa göre: bir kişi ölse ve geriye varis olarak bir erkek evlat ve bir dirhem bıraksa ve bir kişi
ölenden
bin dirhem alacağı olduğunu
iddia etse, başka biriside ölenin yanına bin dirhemini vedia
olarak
bıraktığını iddia etse. oğlu da her ikisini tasdik etse, İmam'a göre bin dirhem bu iki kişi
arasında
yarı yarıya taksim edilir. İmameyn ise vedianın daha kuvvetIi olduğunu
söylemişlerdir.
Ben
derim ki, Hidâye'de bunun aksi söylenerek denilmiştir ki: İmam'a göre vedia daha kuvvetlidir.
İmameyn'e
göre ise borç ve vedia eşittir. Esah
olan bizim zikrettiğimizdir.. Nitekim
Kâfi'de de
böyledir. Bu meselenin tamamı Şurunbulâliye'dedir.
Hıfzedilsin.
İ
Z A H
«Fidye verseler ilh...» Cinayet karşılığında ne köle ne de fidye verilmese ve vasi de o köleyi âzâd
etse,
eğer kölenin cinayet işlediğini
bilerek âzâd etmişse, cinayetin diyetinin tamamını vermesi
gerekir.
Aksi halde kölenin kıymetini verir ve terekeden birşey alamaz.
Çünkü ona cinayet
işlememiş olan bir köleyi âzâd etmesi vasiyet edilmişti. O da bu vasiyete muhalefef etmiştir.
Sâihânî.
«Malının
üçtebirini vasiyet etse ilh...» Bunun manası şudur: Birisi, öldüğünde bir köle, mal ve bir
varis
bıraksa ve kölenin kıymeti malının üçte biri kadar olsa... Kâdıhan buna sarahaten ifade
etmiştir.
Mirac.
«Malın
tamamından geçerli olması için ilh...» Bekir sanki, «azad vasiyet olarak vâki olmamıştır ve
köle
dışında bana malın üçtebiri ile yapılan vasiyet sahihtir» demektedir.
«Bekir'in
önüne geçmek için ilh...» Çünkü âzâd, kişinin hastalığında olduğu takdirde vasiyet olarak
vakı
olur. Kölenin kıymeti de malın üçte biridir.
Bu durumda musâ lehe
hiçbirşey kalmamıştır.
Çünkü
âzâd vasiyet, imamların ittifakı ile vasiyetten daha öncedir.
Mirac.
«Zeyd
için de birşey yoktur». Çünkü,
âzâdın vasiyete takdim edildiğini biliyorsun. Musannıfın daha
evvel geçen «Vasiyet sahiplerine müzahim olurlar» sözüne gelince bundan nekastedildiğini de
biliyorsun. Anla.
«Ancak kişinin malının üçte birinden kölenin kıymetinden fazla bir şey katırsa ilh...» Yani malın
üçtebiri
kölenin kıymetinden fazla olursa Zeyd'e yapılan vasîyet kölenin kıymetinden artan miktarda
geçerli
olur. Minah.
«Çünkü
musâ leh hasımdır ilh...» Bu söz müşkil görülen bir noktanın cevabıdır ki o müşkil şudur:
İmam'a
göre; beyyineyi ikâme etmek için kölenin âzâdını iddia etmek şarttır. Hasım olmadan
beyyine ikâme nasıl sahih olur? Musannıf bu ikâmeye cevap vermek için şöyle dedi: Musâ
leh
hakkını
ispat etmek hususunda hasımdır, .çünkü kölenin hür olduğuna dair beyyine ikâme etmeye
mecburdur
ki terikenin üçtebiri başka birinin hakkı ile meşgul olmaktan kurtulsun. Mirac.
«Köle
de aynı şekilde.» Yani o da
hasımdır. Çünkü âzâd onun
hakkıdır.
Ben
derim ki: Kölenin hasım olmasından murad, onun bu mesele haricinde hasım olmasıdır. Çünkü
varis
burada onun âzâdını ikrar
etmektedir. Yahutta köle kıymeti
terikenin üçte birinden fazla
olduğu
takdirde, mûsinin sıhhatinde azâd
ettiğini ispat etmek konusunda hasımdır.
«İmameyn
ise kölenin hiçbirşey için
çalışmayacağını söylemişlerdir.» Çünkü borç ile sıhhatindeki
âzâd
vârisin tek bir sözündeki
tasdiki ile beraberce zahir oldular, öyle ise sanki her ikisi beraber
vâki
olmuş gibidir. Sıhhat halindeki âzâd
da musinin borcu olsa bile çalışmayı gerektirmez.
İmam'ın
delili ise şudur: Borcu ikrar, âzâdı ikrârdan daha evlâdır. Bundan dolayı da
hastalığında
borcu
ikrar etmiş olsa malının tamamından
verilir.
Hasfa
iken âzâdı ikrar etse, üçtebirden sayılır. Daha kuvvetli olan zayıf olanı defeder. Ancak daha
zayıf olanın, vukuundan sonra bâtıl
olması muhtemel değildir. O zaman kölenin çalışmasını gerekli
görmekle.
köle mana itibariyle âzâd edilir İbnu Kemâl.
«Bu
ihtilafa göre ilh...» Hidâye'de de
aynen böyle tabir edilmiştir. Hidâye sahibinin gelecek olan
ihtilafı
takrir ettiği üzere bu şekilde tabir etmek zâhirdir. Şârîh ise Hidâye sahibine uymayarak onun
aksini
söylemiştir. O zaman buradaki ihtilaf
gelecek meseledeki ihtilafın aksinedir. Buna göre
Şârihe
düşen, meseleyi. «ihtilaf» kelimesini zikretmeden, zikretmesi idi. Anla.
«Yarı
yarıya ilh...» Çünkü vedia ancak borç ile ortaya çıkmıştır. O zaman ikisi de eşit olurlar. Zeylaî.
«İmameyn
ise vedianın daha kuvvetli olduğunu
söylemişlerdir». Çünkü vedia belirli
olan binin
aynında sabittir. Borç ise evvela borçlunun zimmetinde sabit
olur, sonra ayna intikal eder. O
zaman
vedia
borçtan daha evveldir, ve vedia
sahibi daha çok hak sahibidir. Zeylaî.
«Esah
olan bizim zikrettiğimizdir». Bütün kitaplarda zikredilen de budur. İnaye.