HAPSETME İLE İLGİLİ BÖLÜM
METİN
Hapis
cezası, İslam hukukunda varit olan bir husustur buna
delil olarak Cenabı Hakkın Kur'anı
Kerim'de,
«Bulundukları yerlerden sürülürler.»
ifadesi, ayrıca Hazreti Peygamber
Aleyhisselatu
vessellemin
bir töhmetten dolayı birini mescitte hapsetmesi de buna sünnetten delil olmaktadır.
İlk
defa hapishaneyi ihdas eden Hazreti
Ali Radiyallahu taala anh olmuştur.
İlk defa nafi adını
verdiği
hapishaneyi kamışların birbirine bağlanması şeklinde bina etmiş idi. Hırsızlar onu delip
içerisine girdiklerinden ötürü, çamur ve taştan bina halinde yapmış, adına da muhayyes demiştir.
Bu
da kişilerin tedip edildiği,
yaptıkları suçtan dolayı kendilerinin bir bakıma tezlil edildikleri bir
yerdir.
Hatta bu konuda Hazreti Ali'den şu şiirler de rivayet edilmektedir. Özetle
Hazreti Ali şöyle
demektedir: «Beni akıllı, dengeli ve her şeyi yerinde yapan biri olarak görmüyor musun,
ben nafi
denilen
hapishaneden sonra muhayyes denilen yeri gecilmez bir kale gibi yaptım ve onun başına
güvenilir
emin kişiler
diktim.»
Hapishanenin
durumu, içinde örtü yatağı olmayan bir yer olması gerekir. Zira oraya alınan kişinin
sıkıntı
çekmesi, üzerine düşen görevi ve üzerindeki borcu bir
an önce ödemeye zorlanması
bakımından
bu vasıfta olmalıdır. Buna göre,
kendisine bir yatak veya örtü getirildiği taktirde
verilmez,
ondan men edilir.
Onu
teselli etmek için yanına kimse
sokulmaz. Ancak ziyaret maksadıyla komşuları ve akrabaları
yanına
girebilir. Çünkü bazı konularda onlarla istişareye ihtiyacı vardır. Ancak onlar da yanında
fazla
kalmazlar. Bu ifadenin gereği, eğer onu hapsettiren kendi ailesi ise, karısı da onunla birlikte
hapsedilmez. Zahir olan da
budur.
Mülteka'da
bu konuda, «Cariyesi ile temas
etme imkanı olacak olursa cariyesinin yanına gelmesine
mani
olunmaz. Eğer yer ve durum buna müsait ise. Cuma namazı, cemaat namazı ve farz olan haccı
için
hapishaneden çıkarılmaz. Bunlar için çıkarılmadığına göre, diğer ihtiyaçları için hiç
çıkarılmaz.» denmektedir.
Cenaze
teşyii için de serbest bırakılmaz. Velevki kefaletle de olsa, kendisine izin verilmez. Zeylai.
Hülasa'da,
«Yakınlarından, asıl ve feri akrabalarından, ana, baba, çocuklarından birinin ölümü
halinde
kefaletle tahliye edilir,
hapishaneden çıkarılır.» denmiştir. «Başkaları için ise izin verilmez.
Fetva
da buna göredir» denmektedir.
Hastalanacak olur ve hastalığı müzminleşir, zayıflamasına, halsiz ve mecalsiz kalmasına sebeb olur
ise,
kendisine orada hizmet edecek biri de yoksa, kefaletle tahliyesi yapılabilir, hapishaneden
çıkarılır. Aksi halde çıkarılmaz. Fetva da bu istikamettedir. Hapishanede tedavisi mümkün olduğu
müddetçe
tedavi için çıkarılmaz.
Borçlarını
ödemek için kazanç ve çalışma maksadıyla da çıkmasına izin verilmez. Diğer bir rivayete
göre
hapishanede bir kazanç elde etmesi için çalışmasına da izin verilmez. Eğer alacakları varsa,
alacaklarını takip için çıkarılır. Daha sonra yine hapsedilir.
Haniye.
Hapishaneye
düşen kişi dövülmez. Ancak üç durum
bundan müstesnadır. Keffareti zıhar dediğimiz
keffaretten
imtina ederse, yakınlarına infak
etmekten imtina ederse, birde birden fazla evli olan
kişilerin kendisine nasihatten sonra karıları arasında eşit bir muameleye yanaşmazsa bu hallerde
döğülür.
Bu meseledeki kaide şudur: Tehir edilmesiyle elden çıkan onun yerine bir şey ikame
edilemeyen
hususlarda dövülür. Eşbah.
Ben
derim ki: Vehbaniye'deki, «Şu
hususlar da eklenebilir: Eğer hapisten kaçarsa, dövülebilir.
Ancak
bağlanmaz, kendisine kayıt vurulmaz. Hakkın sabit olmasına rağmen üzerine düşen görevi
yapmaz,
alacaklılara haklarını tediye etmezse, hapishanenin kapısı hava alacak, ekmek uzatılacak,
su
verilecek kadar bir yer bırakılma
suretiyle üzerine kapatılır.»
denmiştir.
Boynuna tasma takılmaz, boynundan demire vurulmaz. Ancak kaçması söz konusu olduğu taktirde
ayaklarından bağlanabilir veya daha muhkem bir hapishaneye aktarılır. Kapısının kapatılıp bir hava,
ekmek,
su deliği dışında sıvanıp sıvanamayacağı konusunda karar kadıya aittir.
Bezzaziye.
Elbiselerinden soyulmaz, işçi olarak çalıştırılmaz. Ebu Yusuf'tan borcunu ödemek için bir ücret
karşılığı çalıştırılabileceği de rivayet edilmiştir.
Hakaret
olsun diye hak sahibi (alacaklı) olan kişinin huzurunda da ayakta tutulmaz. Eğer bulunduğu
yerde
kadı yok, mahkemesi mümkün değil
ise, olacaklı olan kişi gece gündüz onu takip edebilir. Bu
durum
hakkını alıncaya kadar
sürebilir. Cevahürü'l
Fetava.
Hak
sahibinin iradesi olmadığı taktirde hapsedileceği yerin tayin edilmesi de kadının yetkileri
arasındadır. Ancak başka bir yerde hapsedilmesin; dava açan istediği taktirde kadı onun isteğini de
uygun karşılar. Kınye. Musannıf Kariül Hidaye'ye tebaen şu hususta fetva vermiştir
«Burada itibar
hak
sahibinedir, kadıya
değildir.»
Nehir'de
ise, «Hırsızlar arasında bir yerde hapsedilmesi istendiği taktirde, hakimin bu isteğe cevap
vermemesi
gerekir.» denmektedir.
FERİ
MESELE: Bahır'da Muhit'ten
naklen, «Kadınlar için özel bir hapishane yapılır. Bu fitne ve
töhmetten
uzak olması, fitneyi önlemesi bakımından önemlidir. Dava açan kişinin açmış olduğu
davada
hakkı sabit olur, isbat edilirse. velevki cüzi bir mal da olsa, bir dirhemin altıda biri olan
danik
mesabesinde de olsa, bu isbat beyyine ile olduğu taktirde, karşı tarafında ödeme imkanı var,
ödemiyor ise, dava açanın isteğine binaen onu hemen kadı hapsedebilir. Çünkü inkar etmesi ile
borcunu
ertelemesi şahitlerin şahadeti ve beyyine ile (isbatla) ortaya çıkmıştır. Eğer hak beyyine ile
değil
de onun ikrarı ile ortaya çıkmış
ise, hemen hapsi gerekmez. Ödemekle emreder, ödememede
direnecek olursa, o zaman hapseder.
İmam
Serahsi ise meseleyi, ters olarak almıştır. Yani beyyine ile sabit olduğu zaman hapsetmez,
ikrarı
ile sabit olduğu taktirde hemen hapsedebilir. Kenz ve Dürer isimli eserde her iki mesele eşit
olarak
kabul edilmiş, İmam Zeylai de bu görüşü teyit etmiştir. Birinci görüş Hidaye ve Vikaye ve
Mecma
sahiplerinin benimsediği görüştür. Bahır'da ise, «Hanefi mezhebinde muteber olan görüş
budur.»
denmektedir.
Ben
derim ki: Münyeti'l-Muhti'de, «Eğer isbat ile alacaklının durumu ortaya çıkmış ise hemen ilk
olayda kendisi hapsedilir İkrar yoluyla olduğu taktirde birinci durumda değil, ikinci ve üçüncü
durumlarda
hapsedilir.» denilmiştir. Böylece de görüşler arası telif ve uyum sağlanmış olur.
Hapis
cezası
İZAH
Hapisle
cezalandırma kaza ile ilgili hükümlerden biridir. Yalnız bunun özel olarak birçok meseleleri
ihtiva
etmesi bakımından müstakil bir
fasıl halinde zikretmiştir. Nehir.
«Hapis
cezasının uygulanması İslam hukukunda varit olan bir husustur ilh...» Bu ifadeyle Kur'an-ı
Kerim'de
ve Sünneti seniyede hapis cezası ile
tecziye edilmenin meşru olduğuna işaret edilmek
istenmiştir.
Zeylai bu iki delile ek olarak icmaı da eklemiştir. Çünkü sahabeler böyle bir hususun
yani
hapsetmenin caiz olduğunda icma etmişlerdir.
«Bulundukları
yerden sürülürler ilh...» Bu ayeti kerimedeki «sürülürler» (nefyedilirler) ifadesinden
maksat.
yukarda yol kesenler bahsinde belirtildiği gibi hapsedilmeleridir. Halebi.
«İlk
defa hapishaneyi yapan Hazreti Ali'dir ilh...» Özel olarak ilk hapishane yapan Hazreti Ali'dir. Bu
fukahanın
«Hazreti Peygamber ve Ebu Bekir devrinde
hapishane yoktu.» sözüne de münafi değildir.
Çünkü
o zaman insanlar mescitte veya bir dehlizde hapsedilirlerdi. Hatta Hazreti Ömer Raduallahu
anhı
Mekke'de dörtbin dirheme bir ev satın aldı ve bu evi hapishane olarak
kullandı.
«Başına
da bir emin kişi bıraktım ilh...» Hazreti Ali bu ifadesiyle güvenilir, emin bir gardiyan tayin
ettim,
hapis işleriyle meşgul olan birini
tayin ettim demek istemiştir.
Fetih.
«Yatak
olmayan bir yer olması gerekir ilh...» Yukarda metinde geçen vita kelimesi yatak manasına
gelen
firaş kelimesinden sonra zikredilmiştir. Eğer vita denilen kelimeden maksad yumuşak bir
yatak
ise, sertine izin verilmediğine göre yumuşağına da izin verilmez. Bu
üzerine örtünebileceği
bir
şey demek değildir. Ancak burada ek olarak söyleyebileceğimiz, hapis etmeden maksat o insanı
öldürmek
veya hastalandırmak değildir. Bu, Mekke ve Medine gibi sıcak olan bölgelerin şartlarına
göre
normal karşılanabilir. Ancak soğuk olan yerlerde ölmeyecek ve hastalanmayacak kadar
kendisine
örtünecek bir şeyin verilmesi uygun olur kanaatindeyiz. Nitekim ilerde bu konuya daha
da
açıklık getirilecektir.
Kimsenin
yanına girmesine izin verilmez. İzin
verilen yakın akrabaları da yanında uzun süre
kalmazlar. Çünkü onların oraya girmeleri onu
teselli etmek, onun yalnızlığını gidermek değil, belki
onlarla
istişare edebileceği bir husus vardır, o hususu da kısa sürede giderebileceğinden fazla
kalmalarına izin verilmez.
«Bunun
ifade ettiği husus şudur ilh...»
Yani yalnızlığını gidermek için
onların yanında fazla
kalmalarına izin verilmez sözünden maksat bu olsa gerektir. Ancak Nehir isimli eserde, «Hapis olan
kişinin
eşine veya cariyesine ihtiyaç hissettiği zaman
eğer eşi ile birlikte kalabileceği veya onunla
halvet
yapabileceği bir yer olacak olursa izin verilir ve eşi yanına konur.» denmiştir. Bundan da
anlaşıldığına göre onu hapsettiren karısı da olsa onunla birlikte hapsedilmez. Zahir olan da
budur.
Görüyorsun ki şarihin meseleyi açıklamak maksadıyla getirdiği ifade, Nehir'deki ifadeden daha
uygun olsa gerektir. Çünkü onun ünsiyet kesbetmesi,
yalnızlığını gidermesi için hiçbir
kimsenin
huzuruna
sokulmayacağı ifadesi, karısının da
beraber hapsedilmeyeceği ifadesinden daha sarih,
hedefe
daha yaklaştırıcı mahiyettedir. Zira onunla birlikte karısı da hapsedilecek olursa bundan
meydana gelecek istinas ve yalnızlığı giderme durumu gerçekleşmiş olur. Halbuki hapisten maksat,
sıkılıp
borcu bir an evvel ödemesini
sağlamaktır.
Eğer
onu hapsettiren karısı olacak olur, biz de karısının onunla birlikte hapsedilmesi caizdir
diyecek olursak maksat hasıl olmaz. Hatta maksadın zıddı olan durum gerçekleşmiş olur ki o da
kadının
sıkılması ve hakkından vaz
geçip kocasını hapisten çıkarması ve dolayısıyla kendisi de
oradan
çıkmış olmasıdır. Bu da koca, karısının isteği üzerine veya ona karşı olan borcundan dolayı
hapsedilmiş ise, kadının beraber hapsedilmeyeceğini
gösterir.
Burada,
Nehir'in ifadesinde, buna delalet eden bir husus yoktur. Bunun için şarih de Nehir'in
ifadesinden
vaz geçerek başka ifadeler kullanmıştır. Bu ifadeyi kullanmasından maksat, bazılarının
«Karısı
da onunla birlikte hapsedilir» iddiasına bir red mesabesindedir.
Bahır'da
Hülasa'dan naklen, «Kadın kocasını hapsettirirse kadın onunla birlikte hapsedilmez.»
denmektedir.
Yine aynı eserde Bezzaziye'den naklen, «Eğer kadının dışarıda kalması, ırz ve
namusu
konusunda tehlikeli olursa müteahhir ulema istihsan yolu ile kadının da kocasıyla birlikte
hapsedilebileceğini söylemişlerdir.» denilmektedir.
Özetleyecek
olursak, kadın kocasını hapsettirir, kadının da şere meyli olan ve kocasının
yokluğunda
kötü yola düşebilecek korkusu var
ise ve onu o yoldan alıkoyacak ve
onu takip edecek
biri
de bulunmayacak olursa, bu durumda
kadının kocasını hapsettirmesi, bu kötü hedefine nail
olma
için hapsettirdiği ihtimali söz
konusu olabilir. Kocasından mücerret hakkını almak için
değildir.
Bu durumda kadının kocasıyla
birlikte hapsedilmesi uygun
olur.
Ama
durum böyle olmayacak olursa, kadının kocasıyla birlikte hapsedilmesi için bir gerekçe
yoktur.
Hülasa'da ifade edilen sözden maksat da bu olsa gerektir.
«Cariyesine
yaklaşmasına izin verilir ilh...» Eşi, kansı da böyledir. Nitekim yukarda beyan edildi.
Diğer
bir rivayete göre, bundan men edilir. Çünkü karısı veya cariyesine yaklaşması onun asli
ihtiyaçlarını gidermesi, karşılaması demektir. Bu ise hapis cezası ile cezalandırılan kişi için uygun
olmasa
gerektir.
Fetih.
«Hülasa'da, kefaletle çıkarılır ilh...» Doğru olan da budur. Özellikle Hülasa'nın ifadesinde de bu
husus
yer almaktadır. Bahır'da ise
Hülasa isimli eserden naklen «Kefil çıkarılır» ifadesi kullanılmış,
Bezzaziye'de
bu ifade aynı hata ile tekrar edilmiştir. Hatta orada. «Kadı kefilin ana ve babasının
cenazesini teşyi etmek üzere hapisten çıkarabilir.» denmiştir. Halbuki Fetava-yı Kadıhan'da
«Kefaletle
çıkarılır» denmektedir. Doğrusu da budur.
«Fetva
da buna göredir ilh...» Fetih'te,
«Bu fetva buna göredir» sözü tartışılabilir. Çünkü gereksiz
yere
bir insanın hakkı iptal edilmektedir. Evet eğer yakını ile ilgili ölüm hadisesinde onun defnini
yapacak, techiz ve tekfinine yardımcı olacak
başka biri olmadığı taktirde bu kadarına izin verilir ve
böyle olması da uygundur.»
denilmiştir.
İmam
Muhammed'in bu konuda, «Anası ve babası öldüğü zaman hapisten çıkarılır mı.» şeklinde
kendisine
tevcih edilen soruya «Hayır» cevabı verdiği de Fethü'l-Kadir'de ifade edilmekte,
dolayısıyla yukardaki «Fetva da bu istikamettedir» sözü, bir bakıma önemini kaybetmiş
olmaktadır.
Netice
olarak Hülasa'daki ifade, İmam Muhammed'in nassan beyan ettiği ifadeye ters düşmektedir.
Bahır'da,
«Bu konuda itirazı şu şekilde bertaraf etmek mümkündür. İmam Muhammed'in
«bırakılmaz, çıkarılmaz» sözü, bizatihi asaleten borçlu olanla ilgilidir. Ama bizim «çıkarılır»
sözümüz
kefille ilgilidir. Bu da yukarda
hatasını tesbit ettiğimiz ifadeye
göre yapılmış bir tevildir.»
denilmiştir.
«Kefaletle
tahliye edilir ilh...» Fetih'te bu konuda, «Hapiste hastalanıp kendisine bakacak bir
hadimi,
hizmetçisi olmayan kişi çıkarılmadığı, kendisine bakılmadığı taktirde ölümle karşılaşacak
olursa,
o zaman kefaletle tahliye edilir.» denmiştir. Bu durumda onun helak olmasına göz
yumulamaz.
Borcunda onu ölüme götürecek bir
sebeb olması caiz görülemez. Bu talilin gereği de,
bir
kimse bulamadığı taktirde, yani kefil
olacak bir kişi bulamadığı taktirde çıkarılır. Çünkü ölümüne
göz
yumulmaz.
Ancak
Menih'te Hülasa'dan naklen, «Kefil bulamadığı taktirde çıkarılmaz.» denmiştir. Eğer hizmet
edecek
biri var ise o zaman hapisten çıkarılmaz. Bu Imam Muhammed'den de rivayet edilen bir
husustur.
Bu ölüme götürebilen hastalıkta
böyledir. İmam Muhammed'den bir,
İmam Ebu Yusuf'tan
bir
kavle göre, onu hapisten çıkarmaz.
Hapishanede ve onun dışında
ölmesi durumu eşittir. Ancak
Hülasa'dan
naklen Menih'te de belirttiği gibi, fetva imam Muhammed'in
rivayeti istikametinde
verilmektedir.
«Mualecesi ve tedavisi için ilh...» Yani hapishanede tedavi imkanı varken, tedavi
maksadıyla
mahkum
hapishaneden
salıverilmez.
«Bir
rivayete göre, hapishaneden kazanç sağlamasına izin verilmez ilh...» Bazı nüshalarda. «Hatta
çalışmasına dahi izin verilmez.» denmekte, doğru olan ifade de bu olmaktadır. Çünkü bir rivayete
göre
ifadesi de onun zayıf bir kavil olduğunu göstermektedir.
Bahır ve diğer fıkıh kitaplarında esah
olan
görüşe göre, mahkum çalışmadan men edilir. Bu ifade, adı geçen eserlerde sarih olarak yer
almaktadır. Kaza ile ilgili bölümlerde Serahsi'den naklen, «Hanefi mezhebinde sahih olan görüş de
budur.»
denmektedir. Çünkü hapis sıkıntıya düşmesi için meşrudur. Kazanç elde etme imkanı
bulduğu
taktirde sıkıntıya düşmeyecek ve böylece hapishane onun için bir işyeri mesabesinde
olacaktır.
«Eğer
onun alacağı varsa muhasama için çıkarılır daha sonra hapsedilir ilh...» Bu ifade ile şuna
işaret
edilmek istenmiştir: Başka birisi onun üzerinde bir borç iddia edecek olursa, davayı dinlemek
için
çıkar. Vechi şerî ile isbat ettiği taktirde hapishaneye iade edilir.
Sayıhanî.
«Keffaretten
imtina edecek olursa ilh...» Çünkü kadının cimadaki hakkı, yaklaşmadaki hakkı
gecikme
ile düşebilir. Eşbah. Hamevi bu söze itiraz etmiş ve demiştir
ki: «Kadının kocasındaki cima
hakkı
kaza yoluyla ömürde bir defadır.»
Ben
derim ki: Bu bir defa meselesi, erkek hakkındaki iktidarsızlığı ortadan kaldırmak için ve sabit
olmadığı
taktirde iktidarsızlık sebebiyle aralarında tefrik yapılması içindir. Aksi halde durum kadının
o
bir defa dan sonra da hakkı sabittir. Onun için erkeğin iyla yoluyla kadına yemin edip kadından
uzaklaşması caiz değildir ve müddetin bitmesiyle ikisi
arasında tefrik yapılır. Çünkü
erkeğin
kadından
imtina etmesi yasak olan bir
sebebe dayanmaktadır. Zıharda da
durum böyledir. Çünkü
zıhar
uygun olmayan bir tutum, davranıştır. Bu nedenle zıharda kansına dönmek isteyen kişinin
zıhar
keffareti ödemesi gerekir. Keffaretten imtina ettiği taktirde, karısına yaklaşmak isteyen kişi
dövülür.
Ancak yalnız kadından imtina
etmesi, ona yaklaşmaması, dövülmesini
gerektirmez.
«Yakın
akrabasına nafaka vermekten imtina eden kişi ilh...» Kefareti zıhardan imtina ettiği zaman
kansına
yaklaşmak isteyen kişi nasıl döğülür
ise, yakın akrabalarına infaktan imtina ettiği zaman da
döğülür.
Yine karıları arasında eşitlik sağlamayan kişinin durumu da böyledir. Bu ifade, yukarda
nafaka
bahsinde söylediğimiz duruma ters
düşmektedir. Zira orada yakınına
nafaka vermekten
imtina
eden kişi döğülür, fakat hapsedilmez denmiş idi. Kanlar arasındaki eşit ve adil
davranmamada
da durum aynıdır, Nitekim nikahla
ilgili bölümde geçti.
Ancak
nafaka bölümünün son kısmında bu
konuda Bahır'a tabi olarak onun da Bedai'den naklettiği
bir
ifadeye göre, «Nafakasını vermekten
imtina ettiği kişi babası
olsun, başkası olsun hapsedilir,
ama
karıları arasında eşitlik sağlamaktan imtina eden kişinin durumu bunun hilafınadır, o
döğülür,
hapsedilmez.» Bu da ilerde musannıfın metnen zikredeceği ifadeye uygun düşmektedir. Bahır'da
ise
bu konuda şöyle denmektedir: «Fukaha sarih bir ifade ile imkanı olmasına rağmen kefareti
zıharı
ödemeden karısına yaklaşmak isteyen ve yakınına infaktan imtina eden kişiler nafaka
ödemediği
takdirde dövülür.» Diğer borçlar ise
bunun aksine olmaktadır.
«Bu
meseledeki kaide şudur ilh...» Yani hapsolan kişinin dövülebileceği hususlarındaki kaide.
Tehir
edilmekle düşen ve yerine bir şey ikame edilemeyen hususlardır. Yukarda zikrettiklerimizden
imtina
ettiği taktirde vacip olan ihmal
edilmekte, onun yerine başka bir şey de ikame
edilememektedir. Mesela yakın akrabasının nafakasını süresi içinde vermediği taktirde, velevki bu
nafaka
mahkeme kararı veya karşılıklı anlaşma ile de olsa belirli sürenin geçmesi ile düşer. Yerine
başka
bir şey de ikame edilemez. Yine karısına yaklaşmamada direnmesi veya karıları arasında
geceleyin
taksim yapmaması halinde üzerine
düşen vacip sakıt olmakta ve bunları
telafi edecek
başka
bir şey de onun yerine ikame edilememektedir.
«Vehbaniye'de
bu üç nokta üzerine bir dördüncüsü
eklenmiştir ilh...» O da hapishaneden
kaçmasıdır. Hapishaneden kaçan kişiye hakim münasip gördüğü taktirde
belirli bir kırbaç cezası
uygulayabilir.
«Sabit
olan bir hakkı ödememekte direnen kişi ilh...» Eğer zimmetinde sabit olan borcu
ödememekte
direnecek olursa bir rivayete göre, hapishanede onun üzerine kapı kapanır, hatta kapı
sıvanır.
Kendisine hava alacağı, ekmek ve su alacağı bir delik bırakılır. Diğer bir rivayete göre bu
konuda
ceza taktiri kadıya aittir. Dilediği
cezayı verir. Bezzaziye'den naklen bununla
ilgili hüküm
ilerde
zikredilecektir.
«Boynuna tasma takılma ilh...» Bu da demirden, insanın kaçmaması için hapishanede boynuna
takılan
bir demir tasmadır. Bunun takılması yasaktır. Ancak ayaklara vurulan zincire gelince -ki
onun
adı da kayıttır- kaçma tehlikesi
olan kişiyi ayağından bağlama ve ayağına kayıt vurma yukarda
da
belirtildiği gibi caiz görülmektedir.
«Elbiseleri soyulmaz ilh...» Hapishaneye düşen
kişilerin üzerindeki elbiseleri çıkartılamaz. Zira bu
davranış
uygun bir davranış
olmamaktadır.
«Ebu
Hanife'den, Ebu Yusuf'tan bir
rivayete göre ilh...» Nehir'de nakledilen bir ifadeye göre hapiste
olan
bir kişi ücretle çalıştırılmaz. Ancak Ebu Yusuf'tan diğer bir
rivayete göre çalıştırılabilir.
«Kadının
olmadığı bir beldede ilh...» Yani olacaklı olan kişi o kimseyi gece gündüz takip edebilir.
Bu
da kadının olmadığı bir şehir veya
mıntıkada olacak olursa. Mesela kadı ölmüş olabilir veya
azledilmiş olabilir. Menah.
«Alacaklı olan onu takip eder ilh...» Onu kazançtan, çalışmadan men etmez, evine girmesine mani
olmaz.
Çünkü bu konularda alacaklının borçlu üzerinde bir velayet hakkı yoktur. Kadının durumu
ise
bunun hilafınadır. Çünkü kadının onu
çalışmadan men etme ve hapsetme ve diğer bazı zecri
tedbirler
alması caizdir. Çünkü kadının onun üzerinde ve diğerleri üzerinde velayet hakkı
vardır.
Menih.
«Kınye'de ise ilh...» Kınye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Bir kimse kızında bir hakkı olduğunu iddia
edip
ondan bir hak talep etse ve alacağı olduğunu söylese ve kızı da
vermemekte dirense, bölgenin
hakimi
de kızın hapsedilmesini emretse, baba da kızının o hapishaneden başka bir hapishaneye
nakledilmesini istese ve buna gerekçe olarak hapishanenin kızının namusu bakımından emin
olmadığını
ileri sürse, hakimin bu talebe icabet etmesi gerekir.» Müddaaleyh ile birlikte her
müddainin
durumu da buna benzemektedir. Onun
yakın bölgede olmasının kendisinin
zararına
olduğunu
iddia eden kişi, hapsedilen kişinin başka bir hapishaneye naklini
isteyebilir.
«Musannıfın
verdiği fetvaya göre ilh...» Menih'te zikrettiği ifade Kariü'l-Hidaye diye tanıdığımız
meşru
fakih'in ibaresini nakildir. Bu nakli yaptıktan sonra şöyle devam etmektedir: «Bu görüşle
naklettiklerimiz arasında bir fark olmasa gerektir. Çünkü hak sahibi bir istek belirtmediği taktirde,
nerede
hapsedileceği hakkı hakime aittir. Ama hak sahibi belirli bir yerde hapsedilmesini istediği
zaman
burada itibar onun
talebinedir.»
«Dava
açan kişi için hak sabit olduğu taktirde ilh...» Yani kadı nezdinde dava açan kişinin davasını
beyyine ile isbat edip hak sahibi olduğu sabit olacak olursa. Bunun hükmü Hidaye'de ve diğer
kitaplarda
olduğu gibi, karşı taraf sabit olan bu hakkı ödemekten imtina eder ve ödememekte
direnecek olursa, kadının o direneni hapsetmesidir. Bu ifadenin zahirinden anlaşılan, hakem tayin
edilen
kişinin (hak sabit olsa ve alacaklı hapsini istese de) hapsetmeye yetkisi yoktur. Bahır'da,
«Ben
bu hükme rastlamadım,» denmektedir. Yalnız Eşbah şarihi Hamevi, Sadru Şeria'dan naklettiği
bir
ifade de, «Hakem olan kişinin de hapsetme yetkisi vardır.» demektedir.
«Velevki
hakkı bir danikte olsa ilh...» Hakim'in Kafi isimli eserinde, «Alacaklı olan kişi, alacağını
mahkemede isbat edip karşı taraf ödememekte direnir ve onun hapsini isteyecek olursa, borç bir
dirhem
olsun veya bir dirhemden az olsun hakimin isteğe binaen hapsetme yetkisi vardır.»
denmektedir.
Benzeri bir ifade de Fethü'l-Kadir'de yer almaktadır.
Fethü'l-Kadir'de buna gerekçe
olarak
şu ifadeler eklenmektedir: «Hakkın mahkemece sabit görülmesine rağmen karşı tarafın
ödememede
direnmesi zulümdür, yani karşı
tarafa zulmetmiş olur dolayısıyla hapsine karar talebe
binaen
hakimin hakkı ve yetkisinde olmuş
olur.»
«Beyyine ile sabit olursa ilh...» Yani bir kimse başka biri aleyhinde hak davası açıp olacağı
olduğunu
söylese, karşı tarafın inkar etmesine karşılık beyyine ile alacağı olduğunu isbat etse veya
beyyine getiremeyip karşı tarafa yemin teklifi yapsa, o tarafta yeminden
imtina etse hakim onu
hapsedebilir. Galanisi'den naklen Bahır'da böyle ifade edilmektedir. Yalnız borçlu olan kişinin fakir
olduğunu
iddia etmesi, borcu ödeyecek durumu olmadığını söylemesi halinde durum da bunu
gösteriyor ise, hakim hemen hapsine karar vermez. Tahtavi. Hapis cezası hakimin isteğine binaen
değil,
haklının isteğine binaendir. İmam Kadıhan, dava açanın talebine binaen hapsedilmesi gerekli
bir
kayıttır bu olmadan hakim kendi isteğine binaen hapsedemez, demektedir.
«Eğer
alacaklının hakkı karşı tarafın ikrarı ile mahkemede sabit olmuş ise hepsi talep edilse dahi
hemen
hapsedilmez ilh...» Çünkü hapis cezası üzerine düşen borcu ödememede direnmesi ve onu
atlatmanın
bir cezası olarak verilmektedir. Burada ise bu durum ilk anda belirmiş olmamaktadır.
Kendisine
bir mühlet tanınacağı ümidi ile mahkemeye gelmiş, beraberinde ödeyecek miktarı
getirmemiş
olabilir. Ondan sonra imkanı varken ödememede, direnir. ödemeden imtina eder. karşı
taraf
da hakkını isteyecek olursa, haksızlığı ortaya çıkmış olduğundan hakim hapsine karar
verebilir.
«İkrarla sabit olan hakta ilk olarak hakim ödemesini emreder ilh...»Bu ifadenin şununla
kayıtlanması
gerekir: «Borç mahkemede ikrarla sabit olup hakimin borçlunun elinden bir şey alıp
direk
alacaklıya vermesi mümkün olmadığı
taktirde kısa zamanda ödemesini emreder.» Mesela
başkasının elinde olan bir malın kendisine ait olduğunu iddia etse veya ona ait nezdinde bir
emaneti
olduğunu söylese ve o emanetin de elinde
olduğunu veya onun
zimmetinde bir alacağı
olduğunu
iddia etse ve bunu da mahkeme
nezdinde beyyine ile isbat edecek olursa, kadı
alacaklının cinsinden aleyhinde dava açtığı kişinin elinde bir şey bulduğu taktirde hemen onu
ondan
alır, alacaklıya öder ve alacaklıya
öderken de onun iznini istemez. Hatta
bu konuda, alacaklı
olan
kişinin kendi alacağı cinsinden borçlunun elinde bir şey gördüğü taktirde mahkemeye
müracaat
etmeden alabileceğini de söylemişlerdir. Borçlu neden alındığını bilmese de durum
aynıdır. Alacaklı direk alabildiğine göre, kadının yetkisinin daha geniş olması hasebiyle onun
elinden
alıp alacaklıya verebilir. Nehir. Hamevi de bu görüşü benimsemiş ve aynı
istikamette fetva
vermiştir.
Tahtavi.
Ben
derim ki: «Onun izni olmaksızın hemen hakim onun elinden alır, öder» sözünde biraz tereddüt
etmek
gerekir. Çünkü hakimin borçlu olan kışının malını hemen alıp karşı tarafa vermesi ve onun
borcunu
ödemesi gerekmez. Ancak borçlu olan
kişi vermemede direnecek olursa hakim müdahale
eder,
elinden alır alacaklıya verir. Bu ifadenin, «Eğer borcu
ödemede gecikir, vermemede direnirse
hapseder»
ifadesiyle birlikte zikredilmesi uygun olur idi. Yani, «Karşı taraf borcu ödemez ve
hakimin
borcu alıp kendisini ibra etme ve alacaklıya verme imkanı olmayacak olursa o zaman tek
çare
hakimin onu hapsetmesidir» şeklinde olması daha uygundur.
«Borçlu
olan kişi borcunu ödememede direnirse hakim talebe binaen onu hapseder ilh...» Bu
durumda
borçlu olan kişi, «Borcunu ödemek üzere bana üç gün mühlet ver.» dese, hakimin böyle
bir
mühlet vermesi gerekir. Bu ifadesi
ile yani mühlet talep etmesi ile borcu ödemekten imtina
etmiş
sayılmaz. Dolayısıyla hapis cezasını da hak etmiş olmaz. Hidaye şerhinden naklen Vehbaniye
şerhinde
böyle iade edilmektedir. Benzeri bir
ifade musannıfın şu sözünde de bulunmaktadır:
«Mühlet
istemesinin sebebi elinde nakit parasının olmaması ve bazı mallarını satıp borcunu
ödemek
istemesi ise hakim ona üç günlük bir müddet tanır.
«Serahsi ifadeyi aksi şekilde yorumlamış ilh...» Yani Serahsi'ye göre hak, beyyine ile sabit olacak
olursa
hakim hemen onu hapsetmez. Çünkü borçlu olan kişi «Efendim bende olacağı olduğunu
sanmıyordum,
bir borcu olduğunu, bir alacağı olduğunu bilmiyordum.» şeklinde mazeret ileri
sürebilir.
İkrar
ile borç sabit olacak olursa, o zaman durum bunun hilafınadır. Çünkü ikrar ettiği zaman daha
önceden
borçlu olduğunu biliyor ve bunu
mahkemede ikrar ediyor. Borcunu
ödememiş, karşı
tarafın
şikayet etmesine kadar durumu
uzatmış olduğundan hakim ikrardan
sonra hapseder. Ama
beyyine ile sabit olmasından sonra hapsetmez.
«Kenz'de
her ikisinin de eşit olduğu söylenmiştir ilh...» Kenz'de şöyle demiştir: «Mahkemede dava
açan
lehine hak sabit olsa, evvelemirde hakim borcu sabit olan kişiye ödemesini emreder. Eğer
ödememede
direnir veya ödemeyeceğini söylerse
hapseder.»
Bu
konuda Dürer'in metni daha da
açıktır ki o da şöyledir: «Hasım zimmetinde dava açan kişinin
borcu
ve hakkı gerek ikrarı ile gerek beyyine ile sabit olsun, her iki halde de hakim zimmetinde
sabit
olan bu borcu biran evvel ödemesini emir eder.»
Hakim'in
Kafi isimli eserinde ise, «Hakim borçluyu ilk mahkemeye geldiği zaman
hak ne suretle
sabit
olursa olsun hapsetmez. Ancak ona,
git ve alacaklının hakkını öde ve
onu razı et der. Karşı
taraf
mahkemeden çıktıktan sonra ödememede direnir, davacı borçluyu alıpta hakimin
huzuruna
ikinci
defa getirecek olursa, o zaman borcu ödememede direndiği için hapseder.» denmektedir.
«Zeylai
Kenz'in ifadesini benimsemiştir
ilh...» Şerhinde şöyle demiştir:
«En uygunu Kenz'de
zikredilendir. Borçlu olan kişinin gerek ikrarla ve gerek beyyine ile borçlu olduğu sabit olduğu
taktirde
ödemekle emrolunur. Çünkü bu emre binaen ödeme ihtimali vardır. Bu ihtimal kaim olduğu
müddetçe
hemen hapsine karar vermez. »
«Bahır'da,
«Takip edilecek yol bize göre de budur.» denmekte ilh...» Bu ifadesini kaza ile ilgili
bölümü
açıklarken sarih bir şekilde ifade etmekte ve şöyle demektedir: «ikrar yoluyla veya beyyine
yoluyla borcun mahkemede sabit olması eşit durumdadır. » sözü bir rivayettir.
Ben
derim ki: Yukarda Hakimin Kafi isimli eserinden nakledilenleri gördün. O eser Hanefi
mezhebinde
Zahiru'r Rivaye dediğimiz en kuvvetli kavilleri cem eden, ihtiva eden bir kitaptır. Onun
ve
Kafi'nin ibaresinden de anlaşıldığına
göre, orda da iki durum eşittir. Durum böyle olunca da
Kafi'deki
ifadeyi Hidaye'deki ifadeye irca ederek tefsir etmek gerekir. Bu durumda da mezhebde
muteber
olan budur görüşüne de ters bir
ifade nakledilmiş olmaz.
«Böylece iki görüş arası da telif edilmiş olur ilh...» Bu telifin nasıl olduğu bana pek açık
gelmemektedir. Zira Minyetil Müfti'den nakledilen
ifade, «Beyyine ile sabit olduğu taktirde hemen
hapsedilir,
ikrar ile sabit olduğu taktirde ikinci ve üçüncü defalarda hapsedilir. Böylece de iki görüş
arasında
telif sağlanmış olur.» şeklindedir. Halbuki ben bu ifadeyi Minyetil Müfti'de bulamadım.
Oradaki
ifade aynen şöyledir: «Hakimin huzuruna ilk geldiği an hak sabit olacak olursa, ödemesi
istikametinde
emreder. Ödemediği taktirde alacaklı olan borçluyu tekrar mahkemeye çağıracak
olursa
o zaman hapseder. Bu da yukarda Kafi'den naklettiğimiz ifadenin ta kendisidir. Bazı fukaha
benim
yaptığım bu tenbihi aynen
zikretmektedir.
METİN
Borçlu
olan kişi, mal bedeli olarak borçlandığı veya akid ile iltizam ettiği borçlardan dolayı
hapsedilir.
Dürer. Mecma. Mülteka. Mesela satın olduğu malın bedelini ödememesi, kiraladığı bir
yerin
ücretini ödememesi, zimmiye karşı
da olsa aldığı borcu ödememesi, karısına karşı peşin
ödemeyi
taahhüt ettiği mehri ödememesi, kefalet sebebi ile gereken borcu ödememesi, velevki
derak
yoluyla kefalet de olsa kefilin kefili ve daha aşağı derecede kefiller zinciri uzadığı taktirde
ödemeyi
iltizam edipte ödemeyen kefiller hapsedilirler. Çünkü kefalet sebebi ile bir akde girmiş,
borcu
ödemeyi üstlenmiştir. Nehir'de de durum
aynıdır.
Her
ne kadar bir mal karşılığı olmasa da akid gereği ödemeyi üstlenmesi, aynen
kefalette olduğu
gibidir
Muteber olan görüş de budu.
Kadıhanın fetvası ise bunun hilafınadır. Zira yukardaki mal
bedeli
olarak ödemeyi üstlendiği veya akit sonucu iltizam ettiği borçlardan dolayı hapsedilir ifadesi
metinlerde
zikredilen ifadelerdir. Metindeki ifade şerhteki ifadeye, şerhteki ifade fetva kitaplarındaki
ifadeye
taktim edilir. Bahır. İhtiyarda hulu bedelinin bu kabilden zikredilmesi hatadır. Dikkat
edilmelidir. Galanisi'nin eklediğine göre teslim etmesi gereken, herhangi bir muayyen maldan
dolayı da hapsedilir. Mesela gasbedilen bir malın elde olması ve onun iadesi emredilmesine
rağmen
iade etmediği taktirde hapsedilir. Bunların dışında herhangi bir konuda borçlu olan kişi
hapsedilmez. O da dokuz meselededir. Hulu bedeli ve gasbedilmiş olan malın bedeli, telef edilen
malın
bedeli, taammüden adam öldürme konusunda belirli bir miktarda anlaşmaları halinde
anlaşılan miktarın ödenmemesi ve ortaklardan birinin köledeki hissesini azad edip karşı tarafın ona
ödetmeyi istemesi, cinayetlerde herhangi bir bedelin ödenmesi, yakın akraba ve karısının
nafakasını
ödememesi ve birde karısına karşı olan ertelenmiş mehir borcundan dolayı
hapsedilmez.
Ben
derim ki: Bu ifadenin zahirinden
anlaşılan, hatta onu boşadıktan sonra da olsa böyledir.
Bezzaziye'nin
nafaka bölümünde kocanın mali
imkanları olduğuna dair gelen haber onun ödeme
imkanının
olduğunu gösterir.
Diğer
borçlarda ise durum bunun
hilafınadır. Ancak İbni Nüceym'in verdiği fetvaya göre, zenginliği
mahkemede sabit olmadığı taktirde yemini ile söz hakkı erkeğe aittir. Her iki taraf ihtilaf etseler,
borçlu
mal bedeli değildir dese, alacaklı da sattığım bir malın bedeli olarak alacaklıyım dese,
alacaklı beyyine ile isbat etmediği taktirde söz hakkı borçlunundur. Tarsusi. Nehir'de bu ifade
aynen benimsenmiştir.
İZAH
«Borçlu
hapsedilir ilh...» Yukarda da belirtildiği gibi alacaklı olan kişi mahkemeye müracaat ederek
bir
kimsede alacağı olduğunu iddia etse ve bunu beyyine ile isbat etse, hakim borçluya borcunu
hemen
ödemesini emreder. Borçlu imtina edecek olur alacaklı olan ve davayı açan kişi zengin
olduğunu
söyleyerek hapsini isterse, hakim bu isteğe binaen o borçluyu hapseder.
Eğer bu borç,
satmış
olduğu bir malın bedeli olarak sabit olmuş olsa ve metinde eklenen diğer dört husustan biri
ise
borçlu bu durumda fakir olduğunu, o
anda ödeyemeyeceğini iddia ile mahkemeye çıksa tasdik
edilmez.
Çünkü bir malı satın almaya yönelmesi, bir akdi iltizam etmesi, borcu üstlenmesi onun
fakir
olmadığının delilidir. Dolayısıyla alacaklının isteğine binaen hapsedilir.
Ama
gerçekten borçlu olan kişinin fakir olduğu her halinden belli ise o zaman karşı taraf istese de
mahkeme
hapsine karar vermez. Nitekim ilerde beyan edilecektir. Ama alacak yukarda saydığımız
dört
husustan başka bir yol ile sabit olmuş ise ve borçlu olan kişi de fakir olduğunu ileri sürecek
olursa,
yemim ile birlikte söz hakkı fakir olduğunu iddia edenindir. Hakim karşı tarafın isteğine
dayanarak bu borçluyu hapse mahkum edemez.
TENBİH:
Borçlu kelimesi burada mutlak bir ifade ile zikredildiğine göre mükatep, ticarete izin
verilmiş
köle ve ticaretten men edilmiş
küçük çocuklara da şamildir. Onlar da hapsedilirler. Yalnız
telef
ettiği bir mal karşılığı borçlanan çocuk hapsedilmez. Ödememede direnildiği taktirde bu
durumda
hapsedilecek onun babası veya vasisidir. Vasi veya babası olmadığı taktirde hakim bir
kimseye
o çocuğa ait bir malı borcuna
karşılık satmayı emreder. Bahır ve Bezzaziye'de bu şekilde
anlatılmaktadır.
Ben
derim ki: Babasının veya vasisinin telef ettiği bir mala karşılık borçlanması halinde
hapsedilmeleri, çocuğun malı olduğu taktirde babanın veya vasinin satıp ödememeleri halinde
mümkün
olur. Ama çocuğun malı yok ise, velinin veya vasinin hapsedilmesi ibarenin sonundan da
anlaşıldığı
gibi uygun düşmez ve hapsedilmezler. Fakir olduğunu iddia etmesi halinde söz hakkı da
ona
aittir. Çünkü helak edilen veya telef edilen bir mal karşılığı sabit olan borç, fakir olduğu iddia
edilen
kişi için hapsi gerektirmez. Nitekim ilerde bu husus gelecek, hatta bu konuda nazmen
hapsedilmeyen
kişiler sayılırken bu da sayılacaktır.
«Mal
bedeli olarak sabit olan her borçta ilh...» Buna örnek olarak satılan malın bedeli, borç olarak
alınan
karzın bedeli verilebilir. Musannıfın akit ile iltizam ettiği borçlar -ki mehir kefalet bunlardan
biridir-
sözü, genel ifadenin özel bir
ifade üzerine atfedilmesi kabilindendir. Onunla iktifa etseydi
bazı
kitaplarda olduğu gibi daha
önceden zikrettiği her mal bedeli, borç ifadesinden istisna
edilemezdi.
Hatta bu konuda Galanisi'den naklen Bahır'da şu ek ifadeye de yer verilmektedir:
«Teslimine muktedir olup vermediği her malda hapsedilir.» Bu ifade şarihin ifadeleri arasında da
yer
alacaktır. Ayrıca şarihin Dürer'de Mecma'a ve Mülteka'ya nisbet ettiği bu ibareler
aslında
Kuduri'nin
ifadesidir.
Kenz
sahibi İmam Nesefi o ifadeden vazgeçerek, «Satılan mal bedelinde, borçta ve önden
ödenilmesi
üstlenilen mehirde» şeklinde ifade etmekte ve «Kefalet yoluyla iltizam ettiği de bu
kabildendir.» demektedir. Musannıf da onun bu sözüne uyarak iki
sebebten dolayı aynı görüşü
paylaşmaktadır.
Bu
iki sebeb Nehir'de beyan edilmekte
ve şöyle denmektedir: «Birincisi, mal bedeli olan ifadesi
zımninde
gasbedilen malın helak olması halinde bedelinin ödenmesi, telef edilen malların
ödenmesi
halinde ödeyeceği bedelde bunun zımninde bulunmaktadır. İkincisi, akit gereği iltizam
ettiği
ifadesinin zımninde amden adam
öldürmede kısas gerekirken öldürülen kişilerin yakınlarının
belirli
bir bedelde sulfi olmaları veya kadının kocasına boşama karşılığı ödemeyi üstlendiği mal
bunların
zımninde müteala edilmektedir. Halbuki bu yerlerde imtina ettiği
taktirde hapse mahkum
edilmemekte, tabiki fakir olduğunu iddia ederek ödeyemeyeceğini, o anda ödeme imkanının
olmadığını
söylemesi halinde iddiası geçerlidir. Hapse mahkum edilmezler.»
Şarih
bu ifadeden sonra şöyle demektedir:
«Bunlar da hapsedilmediklerine göre bu ifadenin
zikredilmemesi gerekirdi.»
Ancak
Nehir'de söyledikleri müsellem değildir. Birincisi, malın ,bedeli olarak zikredilen
meselelerde, onun karşılığının. borçlunun elinde mevcut olma ihtimali vardır. Nitekim
ilerde
geleceği
gibi bu da onun ödemeye muktedir
olduğunun bir delilidir. Ancak gasbettikten sonra
istihlak
ettiği, telef ettiği malın bedeli zimmetine intikal etmiştir. Dolayısıyla elinde olma ihtimali
galip
olmadığından bunun hilafınadır.
İkinci meselede ise sulhte ve hulu meselesinde hapsedilir.
Nitekim
ilerde gerekçelerini göreceğiz. Durum böyle olunca uygun olan Zeylai'ye uyarak şarihin
yaptığı
ve söylediklerinin uygun kabul edilmesıdir. Bu da metinde zikredilen dört hususun ihtirazi
bir
kayıt olmadığıdır. Ancak şarih bunları daha sonra zikrettikleriyle nakzetmiş durumdadır.
«Satılan
malın bedeli buna örnektir ilh...» Burada müellifin semen diye bahsettiği bedel, müşterinin
zimmetinde
olandır. Ancak aralarındaki akdi
ikale oyluyla veya muhayyerlik yoluyla feshetmeleri
halinde,
satıcının müşteriye tekrar ödemesi
gereken bedel de buna dahildir. Ayrıca selemde ikale
yapıldıktan
sonra peşin olarak ödenen ve rasumali selem dediğimiz o bedele de şamildir. Ayrıca
müşteri
satın aldığı malı kabzetsin veya etmesin zimmetinde sabit olan borca do şamildir. Bahır.
«Ücret
de buna bir örnektir ilh...» Çünkü ücret menfaatin semeni, yani onun bedelidir. Bahır.
Menfaat
her ne kadar mal değil ise de zaruret gereği icare babında kıymet taşıyan ve
değerlendirilen bir nesne olmuştur.
«Borç
zimmiye de olsa ilh...» Aslında, yalnız borca değil, satın aldığı malın bedelini zimmiye
ödemesi
gerekse veya ondan borç alsa ve borcunu ödemesi gerekse durum yine aynıdır. Yalnız
borca
inhisar etmemektedir. Bunun için de «zimmi de olsa» ifadesini, «borçlu hapsedilir»
ifadesinden
hemen sonra zikretmesi gerekir idi. Bu konuda Bahır'da «borçlu hapsedilir»
ifadesinde,
borçlu kelimesi mutlak ifade edilmekte, hu da zimmiye veya İslam ülkesine pasaportla
gelmiş
herhangi bir gayri müslime olan
borcuna karşı müslümanın hapse mahkum edilebileceğini
ifade
ettiği gibi, aksini de ifade etmektedir. Yani gayri müslim zimmi veya
ülkeye gelmiş müstemen
de
olsa müslümandan aldığı borcu ödemediği taktirde hapse mahkum edilebilir.
«Peşin
ödemeyi üstlendiği mehir ilh...» Evlilikte mehir miktarının bir kısmı her beldenin örfüne göre
önceden
nikah akdi akabinde, zifaftan önce ödenmesi şart koşulur veya şart koşulmasa da örfen
yarısı,
üçte biri, dörtte biri, dörtte üçü
gibi örf gereği üstlenilmiş ise durum aynıdır. Nehir.
«Kefalet
gereği kendisine lazım olan borcun durumu da böyledir ilh...»
Şurumbulali'de bu
meseleden aslı olan mesela babası veya annesinin borcuna kefil olanlar istisna edilmiştir. Bu
durumda
hapsedilmez. Çünkü onunla
birlikte esas borçlu olan babanın da hapsi gerekir. Bununla
ilgili
meseleleri kefalet bahsinde zikrettik.
«Velevki
kefaleti bidderek yoluyla olsun ilh...» Yine kefalet bahsinde bahsettiğimiz gibi, malı satın
alacak müşteriye bir kimse gelir, «Sen bu malı satın al, eğer istihkak yoluyla bu mal senin elinden
alınacak olursa satıcıya ödediğin parayı ben sana garantilerim» der, kendisi de buna kefil
mesabesinde olacak olursa, buna kefale bidderak adı verilir. Aslında bu mutlak kefalet ifadesinden
de
anlaşılabilirdi.
«Velevki
bu kefil kefilin kefili de olsa ilh...» Tabiki bu ifadenin zımnında esas borçlu ve ona kefil
olan
kişi de bulunmaktadır. Bu konuda
Bahır'da şöyle denmektedir: «Müellif kefilin ve asilin
beraber
hapsedileceğine işaret etmiştir. Kefil hapsedilir, çünkü ödemeyi iltizam etmiştir. Asıl
hapsedilir
çünkü aldığı mala karşılık mal vermeyi üstlenmiştir. Aynca isteğe binaen kefil olan kişi,
esas
borçlunun hapsini de isteyebilir.
Eğer kefalet sebebi ile kendisinin hapsi istenmiş ise.»
Bezzaziye'de,
«Alacaklı olan kişinin borçluyu, kefilini, kefilinin kefilini ne kadar çok olurlarsa
olsunlar
hapsettirebilir. Ve hapsedilmelerini isteyebilir.»
denmektedir.
«Çünkü
kefil kefalet akdi sebebi ile borcun kendisinden istenmesini üstlenmiş durumdadır ilh...»
Yani
kefalet akdi sebebi ile kefil olan kişi, malı esas borçlu ödemediği taktirde ödemeyi
üstlenmiştir.
Onun kefili olan kişinin durumu da aynıdır. Müellifin,
«Nitekim mehirde olduğu gibi»
sözünden
maksat, koca nikah akdi sebebi ile karısına karşı mehir ödemeyi üstlenmiştir. Nasıl ki
nikahta
akit gereği üstlenilme caiz ise, kefalette de akit gereği üstlenme caizdir. Bunların her ikisi
de
yani kefalet ve mehir borcu her ne kadar, malın mal ile mübadelesi değil ise de akit gereği
iltizam
edilmiş borçlardır. Yukarda zikredilen gerekçe bunların do hapsedileceğine, kocanın da
kansına
karşılık peşin ödemeyi üstlendiği mehri ödememekte direndiği taktirde
hapsedilebileceğine işarettir. Hatta bu konuda kefil olanlar ve kadının kocasının, fakir olduklarını
iddia
etseler de onların bu iddialarına iltifat edilmez. Çünkü akit gereği iltizam etmeleri, ödemeye
muktedir
olduklarının acık bir delilidir. Zira akıllı olan bir insan, muktedir olmadığı şeyi iltizam
etmez.
Dolayısıyla ödemedikleri taktirde hapis cezası ile tecziye edilebilirler.
«Her
ne kadar fakir olduklarını iddia etseler de ilh...» Çünkü fakir olduğunu iddia ile tenakuza
düşmüş
durumdadır. Bunun ispatı ise
önceden böyle bir iltizamı borcu üstlenmesi imkanının
olduğuna
delalet etmekte, daha sonra fakir olduğunu söylemesi ise ilk sözünü nakzetmektedir.
Hapsedilme
gerekçesi açıkça ortaya çıkmış olduğundan mehir borcu ve
kefaletten dolayı üslenilen
borçta
da hapsedilebîlir.
Ayrıca
bu gerekçe, satın aldığı malın bedelini veya aldığı borcun karşılığını ödememesi halinde ve
fakir
olduğunu iddia etmesi kendi kendini nakzetmiş olacağından kesinlikle hakim nezdinde fakir
olduğu
belirlenmedikçe borcu ödememekte direnmeleri ve bu sebeple alacaklıya zulmetmiş
olmaları
hapis cezası ile cezalandırılmalarını gerektirmektedir. Çünkü satın alınan malın bedeli ve
borç
bedeli olarak aldığı malar elinde sabit kabul edilmekte dolayısıyla zengin olduğuna karar
verilebilmektedir.
Fetih'te bu şekilde ifade edilmiştir. Sonuncu meselede, yani borç meselesinde
kişinin
zengin, ödeyebilecek durumda olmasının kabulü, alınan borç paranın hala elinde mevcut
olduğu
ihtimalinden kaynaklanmakta ve hüküm buna bina edilmektedir.
«Muteber
ve mutemet olan görüş de budur ilh...» Bu ifadeyle metinde zikrettiği,
«Fakir olduğunu
iddia
etse de yukarda saydığımız dört meselede hapsedilirler» ifadesine işaret edilmekte, muteber
olan
görüşlerin dört konuda da bu olduğu
söylenmektedir. Bu, bu konuda söylenen beş kavilden
biridir.
İkincisi ise Haniye'de zikredilendir ki metinde de zikredilmiştir. Yani mal bedeli olarak
alınanlarda fakirlik iddiası kabul edilmez. hapsedilir. Ancak akit gereği iltizam ettiklerinde durum
böyle değildir. denmektedir.
Üçüncü
kavil ise bütün bunlarda yani dördünde de söz hakkı fakir olduğun söyleyen borçluya aittir.
Onun
sözüne itibar edilir. Nitekim
diğer meselelerde itibar edildiği gibi.
Dördüncü
görüş ise bütün meselelerde söz hakkı alacaklıya aittir diyen görüştür. Beşincisi
ise,
kişinin
durumu hakemdir. Giyinmesi,
kuşanması zengin olup olmadığı
hakkında verilecek kararda
hakimdir.
Ancak ehlibeyte mensup olanlarla fukaha (ilim adamları) bundan müstesnadır. Çünkü
bunlar
fakir de olsalar zenginlerin giydiği elbiseyi giymekteler. Zira cemiyet içinde
şahsiyetlerini
koruma
bunu gerektirir. Enfail Vesail isimli eserde böyle zikredilmektedir.
Muteber
kitapların metinlerindeki ifadeler ile fetva kitaplarındaki ifadeler birbirine ters olduğu
taktirde
itibar metindeki
kavilleredir
«Kadıhanın
fetvasının hilafına ilh...» Kadıhan
şöyle demiştir: «Eğer borç, mal bedeli bir borç ise -ki
karz
buna örnektir- veya satın alınan malın bedeli gibi, burada söz hakkı dava açan hak iddia
edenindir.
Fetva da buna göredir. Eğer borç,
mal bedeli değil ise, söz hakkı borçlunundur.» Buna
göre
mehir ve kefalet borcundan dolayı hapsedilmemesi gerekir. Bu da Bahır'da söylendiği gibi,
Hidaye sahibinin görüşüne uyarak musannıfın benimsediği görüşün aksi olmaktadır. Tarsusi'nin
Enfail
Vesail isimli eserinde açıklandığına göre fetva ve mezhepteki muteber görüş. Hidaye'de
nakledilen
ifadeye göredir. Mal bedeli olmayıp, akıt gereği iltizam edilen borçlarda fetvanın hangi
kavil
ile olduğu konusunda ulema ihtilaf
etmişlerdir. Bu durumda
metinler hangi görüşü iltizam
etmişlerse o görüş diğerlerine tercih edilir. Çünkü metindeki ifadelerle fetva kitaplarındaki ifadeler
birbirine
muariz olduğu taktirde itibar
metindeki ifadeleredir. Nitekim Enfail Vesail de bunu
benimsemiştir. Hatta şerhlerde olan ifadeler fetva kitaplarında olan görüşlere tercih edilir. Buna
göre
eğer açıktan fetva bu kavle göredir
diye belirtilmemiş ise, birinci derecede itibar metne, daha
sonra
şerhe, daha sonra da,fetva kitaplarındaki kavillere göredir.
Ben
derim ki: Haniye'deki ifade
Mebsut'tan naklen enfail vesaide de
dendiği gibi zahirur
rivayedir.
«İhtiyar'da hulu bedelinin bu borçlar arasında zikredilmesi hatadır ilh...» Yani burada da söz
hakkının
yukarda dört meselede olduğu gibi
hak iddia eden alacaklıya aittir denmesi haladır.
İhtiyar'ın ifadesi şöyledir: «Alacaklı olan kişi borçlunun ödeme imkanı olduğunu (zengin olduğunu)
iddia
etse, borçlu da imkanının olmadığını söylese, eğer hakim onun imkanı olduğunu biliyorsa,
yahut
borç, malın bedeli olan bir para veya borç olarak verilen bir mal ve bir para ise, yahut kefalet
ve
mehir gibi üzerine aldığı bir borç
ise veya karısını mal karşılığında boşamasından doğan ve
bunlara
benzer şeylerin borcu ise hakim borçluyu hapseder.» Çünkü zahir, aldıklarının elinde
mevcut
olmasıdır. Bilhassa mal bedeli olanlarda. Akitlerde ise akde girişmesi onun ödemeye
muktedir
olduğunun delili olduğundan ödememede
direnmesi veya fakir olduğunu iddia etmesi onu
hapis
ile tecziyeden kurtaramaz. Şarihin İhtiyar'a nisbet ettiği hata
ifadesi Tarsusi'nin enfail vesail
isimli
eserine tebaandır. Nehir'de ve Bahır'da da aynı adı geçen eserdeki duruma uyularak İhtiyar
sahibinin
onu bu bölümde zikretmesiyle hata
ettiği görüşü benimsenmiş ise
de bu durum İhtiyar
sahibi
için varit olmasa gerektir. Çünkü
Tarsusi meseleyi dava açanla aleyhinde dava acılan
arasında
fakir olup olmadığı konusundaki ihtilafları meselesini zikretmekten ve fukahadan bazı
nakiller
yapmaktadır. Bunlardan biri de
Tahavi'ye ait İhtilafıl fukaha adlı kitabındaki ifadedir. Her
borç
aslı mal karşılığı vaki olmuş ise mesela borç olarak alınan veya satın alınan malın bedeli gibi
borçlar
da hapsedilir. Ama aslı mal
bedeli olmayan borçlarda mesele mehirde, huluda, amden adam
öldürmeye karşılık sulh bedelinde ve benzerlerinde borçlunun zenginliği tesbit edilmedikçe
hapsedilmez.» denilmektedir. Benzeri bir ifade Bahri Muhit'ten aynı eserde
nakledilmekte ayrıca
Sağnagi
isimli fakihden ve diğerlerinden
başka bir kavil nakledilmekte ve şöyle denmektedir: «Akit
gereği
iltizam edilen her borçta söz hakkı dava açanındır. Akit gereği olmayıpta hükmen ödemesi
lazım
gelen borçlarda ise söz hakkı borçlunundur.» Bu ifadeye binaen mal
bedeli olarak sabit
olanlarla
mal bedeli olmadan sabit olanlar arasında bir fark olmadığı söylenebilir. Tarsusi daha
sonra
devamla, «İhtiyar sahibi hata etmiştir. Çünkü hulu bedelini borç alınan para ve satın alınan
mal
bedel gibi kabul etmiştir. Çünkü bu ikisinde söz hakkı alacaklıya aittir. Onun hulu bedelim de
bu
kabilden zikretmesi. Tahavi'den naklettiğimiz ifadeye ters
düşmektedir. Çünkü hulu bedeli mal
karşılığı bir borç olarak sabit olmamaktadır. Netice ve özet bundan
ibarettir.
Halbuki
biraz dikkatle okuyacak olursan bu
sözün pek değeri olmadığını anlamada güçlük
çekmezsin. Çünkü İhtilafü'l-Fukuha isimli eserden ve Bahri Muhit'in metninden
nakledilen ifadeler
Gadıhan'dan
nakledilen ifadenin ta kendisidir. Sağnakinden nakledilen ve buna tabi diğer
fukuhadan
nakledilenler ise Kuduride zikredilendir ki şarih onları Dürer, Mecma Mülteka isimli
eserlerden nakletmiştir. Aslında bunlardaki ifadeler Kuduri'nin ifadesidir.
Birinci
görüş, mal bedeli olarak sabit olan borçlarda borçlu olan kişinin elinde olan mal olması
nedeniyle
söz hakkının alacaklıya ait
olmasıdır. Bu akit sebebi ile iltizam edilen mehirde ve
kefalette
olduğu gibi burada onun sözü muteber
değildir. Çünkü mehir, hulu
bedeli, amden adam
öldürmedeki
sulh bedeli her ne kadar akitle de olsalar mal bedeli olmamaktadırlar. Dolayısıyla söz
hakkının
burada alacaklıya değil borçluya ait olması gerekir. Binaenaleyh bu borçtan dolayı da
hapsedilmemesi lazım gelir.
ikinci
görüş, borcun akit sebebi ile iltizam edilmesine itibar edilmiştir. İsterse mal bedeli olan borç
olsun,
islerse akit yoluyla iltizam edilen mal olması hasebiyle söz hakkının alacaklı ve davacıya ait
olması
gerekir. Hulu bedelinde borçlunun hapsedilmeyeceğini açıkça ifade edenler birinci görüşü
benimseyen
ve o kavli iltizam edenlerdir ki onlar mehir gibi addetmişlerdir. Çünkü mehir ve hulu
bedeli
ikisi de mal bedeli olarak iltizam edilmeyen borçlardandır.
Buna
göre ihtiyar sahibinin ikinci görüşü benimseyenlerden olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o akdi
esas
almış, onu itibar etmiştir. Mehirde, kefalette, huluda söz hakkının alacaklı ve dava açana ait
olduğunu
söylemiştir. Bunun gereği de sulhta, yani amden adam öldürmede sulh oldukları taktirde
sulh
bedeli olan borçta do durumun aynı
olması gerekir. Çünkü o da bir akit
sonucu iltizam edilmiş
borç
olmaktadır. Durum böyle olunca Tarsusi'nin İhtiyar sahibine yapmış olduğu itiraz birinci
görüşün
benimsenmesinden kaynaklanmakta,
dolayısıyla muteber sayılmamaktadır. Çünkü İhtiyar
sahibi
birinci görüşü benimseyen alimlerin
arasında değil ki ona onların görüşleriyle bir itiraz
edilsin
ve hata etmiş densin. Çünkü o, diğer
metin sahiplerinde olduğu gibi ikinci görüşü
benimseyenlerdendir.
Metin kitaplarındaki ifadeye ek
olarak sarih bir ifade ile huluu da akit ile
iltizam
edilen borçlar zımninde zikretmiştir. Dürer'de de buna tabi
olunmuştur.