HAKEM BABI-BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Lügatta
tahkim, kendisine ait hükmü başkasına devretmek, ona vermektir. Örfte, iki hasmın,
aralarında hüküm vermesi için birini hakem tayin etmeleri demektir. Bunun rüknü, hakem tayin
etmeye
delalet eden ifade ve diğer tarafın bunu kabulüdür. Şartı ise hakem tayin edenin âkil
olmasıdır.
Hür ve müslüman olması şart değildir. Dolayısıyla zimminin zimmi hakem tayin etmesi
sahihtir.
Hakem
tayin edilen acısından şartı
ise, yukarda da belirtildiği gibi hüküm vermeye yetkili birinin
olmasıdır.
Ayrıca hüküm vermeye ehliyeti bulunan bir kişi olması da şarttır. Bu ehliyetin hem
hakem
tayin edilmesi esnasında hem de hüküm vermesi esnasında bulunması şarttır. Dolayısıyla
bir
köleyi hakem tayin etseler, daha sonra azad olsa veya çocuğu hakem tayin etseler, daha sonra
baliğ
olsa, zimmiyi müslümanlar hakem tayin etseler, daha sonra müslüman olacak olsa ve bunlar
hüküm
verse, verdikleri hüküm geçerli
olmaz. Nitekim hükümet
tarafından tayin edilen Kadı ve
hakimlerde de durum aynıdır. Şahitlik konusu bunun
hilafınadır.
Ayrıca
yukarda beyan ettiğimiz gibi
köle hakim olarak tayin edilse henüz hüküm vermeden önce
hürriyetine kavuşsa ve hüküm verse hükmü
sahihtir denmişti. Bunu da Sadi Efendi Mübtega isimli
eserden
nakletmişti.
Belirli
bir kimseyi hakem tayin etmeleri halinde o hakemin beyyineye dayanarak, ikrara dayanarak
veya yeminden nükul etmeye dayanarak hüküm vermesi ve her
ikisinin de bu hükmü kabul etmeleri
halinde,
verilen hüküm sahihtir. Ancak bunun had, kısas, akileye diyet konusunda olmaması şarttır.
Hakem
olarak tayin edilen kişinin
belli bir kişi olması şartından şu meselede anlaşılmaktadır:
«Mescide
ilk giren kişiyi hakem tayin ettik.» deseler, meçhul olması dolayısıyla icmaen sahih
değildir.
Bu konuda esas, hakem tayin edilen kişinin verdiği hükmün sulh mesabesinde
oluşudur.Biraz
önce saydığımız had, kısas ve akileye diyet konusunda sulh sahih olmadığından
hakem
tayin edilmesi de sahih
olmamaktadır. Hakem tav edilen kişi henüz hüküm vermeden hakem
tayin edenlerden birisi tarafından onun hakemliği red edilebilir. Nitekim mudarebe, şirket ve
vekalette
tek taraflı fesih yetkisi olduğu
gibi.
Ama
hakem tayin edilen kişi onların istek ve rızalarına binaen hükmünü verecek olursa, bu hükmü
uygulamak her iki tarafa vaciptir. Daha sonra azletmeleri veya görevinin sona ermesi ile bu hükmü
iptale
yet kili değillerdir. Çünkü hüküm
verilirken, şeri bir velayete dayanarak verilmiştir. Onun için
de
bozulması caiz değildir. Ancak bu
hüküm onun ikisinden başkasına sirayet etmez. Yani onun
ikisini
aşmaz.
Ancak
şu mesele istisna edilmiştir: Ortaklardan biri diğer bir kimse ile alacak konusunda hakem
tayin etseler, aralarında hüküm veren bu hakemin hükmü diğer ortak için hüküm meclisinde
bulunmasa
da geçerlidir. Çünkü onun verdiği
hüküm sulh mesabesindedir. Bahır.
Başkasına sirayet etmediğinin diğer bir örneği
de, satın alınan malın kusurlu olup olmadığı
konusunda,
birini hakem tayin etseler, o da
iade edilmesi konusunda karar verse, satan kişi malı
aldıktan
sonra, onu kendisine satana iade edemez. Çünkü hakemin hükmü onu
ilgilendirmemektedir. Ancak burada birinci ve ikinci satıcının ve müşterinin rızaları olması halinde,
onun
da caiz olacağı belirtilmiştir.
Yukarda
üç mesele yani had, kısas ve
akile üzerine diyet istisna
edildiğine göre, bunların dışında
bütün
ictihat edilen meselelerde hakem tayin etmenin sahih olduğu
anlaşılmaktadır. Mesela, Kinaye
lafızlarıyla
yapılan talakın ric'i talak olması şeklinde vereceği hüküm, mülke izafe edilerek yapılan
yeminin
muteber sayılmayacağı istikametindeki hüküm ve benzerleri buna bir örnektir. Ancak bu
husus
bilinen ve söylenmemesi gereken
hususlardandır. Hidaye'nin zahiri ifadesinden anlaşılan da
helal
olmaz şeklinde cevap vermesidir.
Hakemliği
devam ettiği müddetçe hasımlardan birinin ikrarı hakkında mahkemeye vereceği haber
sahih
olduğu gibi, velayetinin devam
ettiği süre içinde şahitlerin adaletli olduğu konusunda
vereceği
haber de geçerlidir. Ancak verdiği
hüküm konusunda mahkemeye vereceği haber
velayetinin sona ermesinden dolayı sahih
değildir.
Annesi,
babası, çocukları ve karısı için hakem olarak lehte hüküm vermesi sahih değildir. Aynen
Kadı'da
olan durum burada da varittir. Ancak «Kadı'nın ve hakemin yakınları aleyhinde hüküm
vermeleri
sahihtir. Lehte şahitliklerinin kabul edilmeyip aleyhte şahitliklerinin kabul edildiği gibi,
lehteki
hükmü kabul edilmez. aleyhteki hükmü kabul
edilir.
iki
kişiyi hakem tayin etseler, hakemlerin belirli bir noktada ittifakla hüküm vermeleri şarttır.
Hakemin
vermiş olduğu hüküm hakime
iletildiğinde görüş ve mezhebine
uygun olduğu taktirde
yürürlüğe
koyar. Aksi halde onu iptal eder. Çünkü hakemin verdiği hüküm, ortada bulunan ihtilaflı
mesele
hakkındaki ihtilafı kaldırmamaktadır. Yine hakem tayin edilen kişinin yetkiyi başkasına
devretmesi,
bir başkasını hakem tayin etmesi de sahih değildir. Vakıf konusunda hakemin vermiş
olduğu
karar, vakfın lazım olup olmayacağı konusundaki ihtilafı da ortadan kaldırmamaktadır.
Sahih
olan görüşte budur. Haniye.
Eğer
hakemin vakfın kesin olduğu
konusunda verdiği hüküm, bir hakime
iletilir, o da mezhebine
muvafık
bulur, şartları tam olursa bu konuda
hükmünü verir. Ama bu hakemin hükmünün infazı
demek
değildir. Çünkü bu konuda hakemin hükmü muteber değildir. Netice olarak hakem, bazı
meseleler müstesna, hakim gibidir. Bahır isimli eserde müstesna olan meseleler on yediye iblağ
edilmiştir.
Onlardan biri, irtidad edip dinden döndüğü zaman otomatik azledilmiş olur. Tekrar
müslüman
olduğu taktirde, yeniden hakem olarak tayinine ihtiyaç vardır. Kadı'da ise durum böyle
değildir.
Yine farklı meselelerden biri de, onun reddettiği, kabul etmediği, töhmet belirterek kabule
şayan
görmediği şahitliği, başkası
kabul edebilir. Ama hakimde durum
böyle değildir. Her ne kadar
bu
konuda açık bir ifade görmemiş ise de hakemin hapsetme yetkisi yoktur. Keza hediye kabul edip
edemeyeceği
konusunda da bir hükme rastlamadım. Ancak hakemliği esnasında kendisine hediye
edileni
kabul etmemesi gerekir.
İZAH
Kada
ile ilgili meseleler açıklanırken, hakemin vermiş olduğu hükümlerde bu konuda mütaala
edildiği
için, hakem konusunu da bu konu içinde mütaala etmiştir.Ancak hakemin mertebesi,
hakemlik müessesesi, mahkeme ve kada müessesesinden daha aşağı bir derecede olduğu için,
bunu
daha sonra zikretmeyi uygun görmüştür. Bunun için de Ebu Yusuf
der ki: «Hakemliğin ileri bir
zamana
izafe edilmesi ve şarta taliki sahih değildir.Hakim tayin etme bunun hilafınadır. Çünkü
hakemlik bir bakıma mesabesindedir. Lugatta «Ben onu hakem tayin ettim.» demek, «Dava
konusuyla ilgili olan mesele hakkında hüküm verme yetkisini ona verdim» demektir.» Bu ifade de
yalnız
malla ilgili meselelerde hakemlik caizdir, anlamına gelmez. Bazı şarihler bunun yalnız mali
konulara
inhisar ettiğini söylemişler ve
ifadeyi o şekilde anlamışlardır. Fakat bu anlayış doğru
olmasa
gerektir. Çünkü lügat kitabı Misbah'ta «kişiyi hakem tayin ettim» demek hüküm verme
yetkisini
ona verdim demektir.» şeklinde açıklanmıştır.
«Örfte
ise iki hasım tarafından bir kişinin hüküm vermesi için tayin edilmesidir
ilh...» Yani
birbirleriyle
anlaşamayan iki kişinin veya iki gurubun birini belirli bir konuda hüküm vermek üzere
tayin etmeleridir. Bu da hakem tayin eden tarafların
birer kişiden müteşekkil olabileceği gibi daha
çok
kişilerden müteşekkil olabileceğini gösterir. Hakem tayin edilen kişinin de tek olması da şart
değildir.
Birden fazla kişi aynı konuda hakem
tayin edilebilir.
TENBİH:
Bezzaziye'den naklen Bahır'da
şöyle denmektedir: «Bazı alimlerimiz derler ki,
zamanımızda
birçok kadılar sulh yapan yani hakem durumunda kişilerdir. Çünkü bunların çoğu
hakimliği
rüşvet yoluyla almışlardır. Meselenin murafaa için bunlara iletilmesi ile onları hakim kabul
etmek
mümkündür.»
Bu
ifadeye şu şekilde itiraz edilmiştir: Devlet tarafından hakim olarak tayin edilenlere hakemdir diye
müracaat
edilmemektedir. Bilakis meselelerin onlara iletilmesi, onların hükümleri kesin birer hakim
olarak
kabul edilmelerinden kaynaklanmaktadır. Aynca aleyhinde dava acılan kişiyi
mahkemeye
zorla
getirten hakimi, nasıl hakem kabul ederiz. Çünkü hakemin zorla getirme yetkisi yoktur. Nasıl
ki
bey' akti başlangıçta teati yoluyla yapılabilir. Fakat önceden batıl veya fasit olarak yapılmış bir
akti
teati yoluyla yapılacak bir akit nasıl ki onu sahih bir akte dönüştüremiyorsa burada da böyledir.
Çünkü
başka bir sebebe dayanmaktadır.
Bunun içinde selef hükmü geçerli olan Kadı en değerli
madenden
daha kıymetlidir.» demiştir.
Bu
konuda Tahtavî şöyle demektedir: «Şafiiler buna zaruretlerin getirdiği kadı adını
vermektedirler.Çünkü
bildiğimiz kadarıyla ülkelerde rüşvet
almayan veya rüşvet vermeyen hakime
rastlamak mümkün değildir.»
«Bunun
rüknü hakem tayin etmeyi belirten
lafız ve ifadedir ilh...»Hakem tayin etmenin rüknü, hakem
tayin etmede kullanılan ifadelerden biri ile hakem tayin edilmesidir. Mesela «Aramızdaki ihtilafta
hükmünü
belirt» veya «Seni hakem tayin ettik» veya «Şu konuda hüküm verme yetkisini sana
verdik»
demeleri buna bir örnektir. İllada tahkim lafzı olacak diye bir şart
yoktur.
«Diğerinin
kabul etmesi ile birlikte ilh...» Yani her iki taraf her ne kadar birini hakem tayin etseler,
hakem
tayin edilen kişi bunu kabul
etmedikçe onun vereceği hüküm
geçerli sayılmaz. Aynı
zamanda
hakem olması kabul edilmez. Eğer hüküm vermesini istiyorlarsa, yeniden onu hakem
tayin etmeleri mümkündür. O zaman verdiği hüküm geçerlidir. Bahır.
«Hakem
tayin eden kişinin hür olması şart
değildir ilh...» Dolayısıyla mükatep ve mezun olan
kölenin
hakem tayin edilmeleri de sahihtir. Bahır.
«Zimminin
zimmiyi hakem tayin etmesi de sahihtir ilh...» Çünkü zimminin kendi milletinden olan
kişiler
hakkında şahitlik yapması caizdir. Ama onun
müslümanlar için hakem olması sahih değildir.
İki
zimminin bir diğer zimmiyi hakem
tayin etmeye razı olmaları demek, kendi haklarıyla ilgili
konuda
onun hükmüne razı olmaları demektir. Dolayısıyla bu zimmi onlar hakkında sultan
tarafından
tayin edilmiş kişi mesabesindedir. Zimmi olan bir hakimin zimmiler arasında hüküm
vermesi
için görevlendirilmesi. nasıl sahih ise hakem tayin edilmesi de sahihtir. Ancak bunların
müslümanlar
hakkında hüküm vermeleri caiz olmaz.
Bahır'da
Muhit'ten naklen şu ifadeler yer
almaktadır: «Hasımlardan biri zimmi olan hakemin hüküm
vermesinden
önce müslüman olsa, müslüman olmayanın müslüman aleyhine vereceği hüküm
geçerli
olmayacağından o zimminin hükmü müslüman olan hakkında geçerli sayılmaz. Ama
müslümanın
vereceği hüküm zimmi hakkında geçerlidir.»
Diğer
bir rivayete göre, müslümanın da gayri müslim olan kişiler arasında hüküm vermesi doğru
olmaz.
Mürted olan kişinin vermiş olduğu
hüküm veya hakem tayîn edilmesi
Ebu Hanife'ye göre
mevkuftur.
Eğer hüküm verir daha sonra irtidadından dolayı öldürülürse veya İslam ülkesinin
dışında
bir ülkeye kaçarsa, verdiği hüküm batıldır, geçerli değildir. Ama tekrar müslüman olacak
olursa,
hükmü geçerli kabul edilir. Sahibeyne göre her halükarda geçerli kabul edilmiştir.
«Yukarda
geçtiği gibi ilh...» Yukarı babta «hakem kadı gibidir.» meselesinde bu durum izah edildi.
Ayrıca
(dişinin) kadının ve fasık olan
kişinin hakem olarak tayin edilmelerinin de sahih olduğu
orada
ifade edildi. Çünkü bunların
yetkileri dahilinde hakimlik
görevini üstlenmeleri caiz kabul
edilmişti.
Ama fasık olanın hakem tayin edilmemesi daha uygun olur.
Bahır.
«Hakemlik esnasında ve hüküm verme esnasında ilh...» İki durum orasında, yani hakem tayin
edilmesi
ile hüküm vermesi anı arasında da durum aynı olmaktadır. Kadı ve hakimde
durum bunun
hilafınadır.
Hakimle hakem orasında farklı meseleler anlatılırken bu meseleye daha geniş yer
verilecektir.
Bahır.
«Bir
köleyi hakem tayin etseler ilh...» Hür ile köleyi hakem tayin etseler hür olan
kişi tek başına
hüküm
verse geçerli olmaz. İkisi birden hüküm verse, yine geçerli
olmaz. Muhit'ten naklen Bahır'da
bu
şekilde ifade
edilmiştir.
«Şahitlik
konusu bunun hilafınadır ilh...» Çünkü şahitlikte olan ehliyet yalnız şehadeti eda etme
esnasında
aranır. Bunun da musannıfın metinde ifade ettiği kelimeden anlaşılacağına işaret
etmektedir: Çünkü musannıf metinde «hüküm vermeye selahiyeti olan» demiştir. «Şahitlik yapmaya
selahiyeti
olan» dememiştir.
«Yukarda
belirtmiştik ilh...» Yani, «Başka bir hakimin verdiği hüküm kendisine iletildiği zaman»
cümlesi
açıklanırken bu cümleden önce bu noktaya işaret edilmiş ve denmiştir ki: «Aynen tayin
edilen
Kadı'da olduğu gibi.» Halbuki bu
ittifakla kabul edilen bir mesele değildi.
Yine
kada bahsinin ilk bölümünde, kadaya ehliyetli olan demek, şehadete ehliyeti olan demektir. Bu
sözde
de iki rivayet vardır. Vakıat-ı Hüsamiye'de olan ifadede ise. fetva irtidad etmesiyle otomatik
azledilmeyeceği
istikametindeydi. Çünkü iki rivayetten birine göre
kişinin müslüman olmaması,
başlangıçta
hüküm vermesine ters değildir. Bu da müslüman olmayanın, köle olanın hakim olarak
tayininin sahih olduğu rivayetini teyid etmekte, ayrıca müslüman olduktan sonra veya kölenin azad
olmasından
sonra tayini yenilenmese de verdiği hükmün sahih olacağını göstermektedir. Bahır'da
bu
meseleye de kesin gözü ile
bakılmıştır.
Fetih
isimli eserde ise, bu görüşle iktifa edilmiş, musannıf ise bunun aksini burada benimsemiştir.
Bu
da ayrıca sabi dediğimiz küçük
çocuğun hilafınadır. Yani baliğ
olduktan sonra hüküm vermesi
durumu
geçerli değildir. Ona verilen
görevin yenilenmesi, yani yeniden görevlendirilmesi gerekir.
Yine
yukarda iki mesele orasındaki farkı da beyan etmeye çalışmıştık. Bu hakimle, ilgili rivayetler
acaba
hakem içinde geçerli midir, değil midir sorusu akla gelmektedir. Ben bu konuda bir rivayete
veya açık bir ifadeye rastlamadım. Ama ilk bakışta
aynı olmadıkları anlaşılmaktadır.
Tayin edilmeden hüküm veren hakemin hükmünün kabulü caizdir
«Verdiği
hükme razı olurlarsa ilh...» Hakem tayin ettikleri kişinin hakemliğine hüküm verinceye
kadar
rıza göstermeleri ve bu rızalarını değiştirmemeleri gerekir. Fetih.
Bu
da şu hükmü belirtmek için zikredilmiş olmaktadır. Hakem tayin edildikten sonra henüz hakem
hüküm
vermeden onu hakem tayin edenler hakemliğinden vaz geçseler veya onlardan birisi
vaz
geçip
diğeri hala hakem olmasına rıza gösterse vermiş olduğu hüküm geçerli sayılmaz. Ancak
bunu
daha önce zikretmesi uygun olurdu.
Çünkü bu ifade hüküm verdikten sonra rızalarının şart
olması
anlamını da taşımaktadır. Halbuki hüküm verme anına kadar rızaları devam ettiği halde
hüküm
verecek olursa, vermiş olduğu hüküm
kesindir. Hükmün ilanından
sonra iki taraftan birinin
veya her iki tarafın kabul edip etmeme muhayyerlikleri söz konusu değildir. Nitekim Kenz ve diğer
muteber
eserlerde bu şekilde izah dilmiştir. Ayrıca bu mesele şerhte «veya» ifadesiyle devam
edilseydi
aşağıdaki meselenin hükmü de anlatılmış olurdu. Mesela henüz hakem tayin edilmeden
iki
hasım arasında hüküm verse, o hüküm verdikten sonra,
hasımlar da verdiğin bu hükme razıyız
kabul
ediyoruz diyecek olurlarsa caizdir. Nitekim Tahtavî bu meseleyi Hindiye'den bu şekilde
nakletmiştir.
«Bu
hadd ve kısas konularının dışında
bütün meselelerde sahihtir ilh...» Bu da hukuku ibadla ilgili
bütün
ictihadî meselelere şamildir. Nitekim ilerde bunu zikredecektir.
Kısas
konusunda hakemliğin caiz olmayacağı meselesi burada Kenz ve diğer eserlere tabi olarak
bu
görüşü benimsemesinden
gelmektedir. Sahih olan da budur. Bu rivayet Hassaf'ın da görüşüdür.
Fetih'te
bu şekilde ifade edilmiştir. Muhit isimli eserde hukuku ibadtan olması hasebiyIe kısasta da
hakemlik caizdir şeklindeki rivayet hem rivayet açısından, hem de meseleyi kavrama ve dirayet
açısından
zayıftır. Çünkü bu kısas dediğimiz meselede kul hakkı yanında ammenin hakkı, yani
şariin
hakkı da bulunmaktadır. Her ne kadar burada kul hakkı daha galip görünüyor ise de. Yine
Serahsi'nin kazif hakkıyla ilgili meselede hakemin vereceği kararın caiz olduğu görüşü
benimsenmiş
ise de bu da zayıftır: Çünkü kazifte şariin hakkı, kul hakkına oranla daha galiptir.
Sahih
olan da budur. Bahır.
«Akileye verilecek diyet kararında da hakemin hükmü geçerli değildir ilh...» Bu ifadesiyle katilin
üstleneceği
diyet meselesi bunun dışında kalmış olmaktadır: Şöyle ki diyet, katilin ikrarından dolayı
katil
üzerine gerekiyorsa veya beyyine ile yaralama olayı sabit olmuş ve bu
konuda akilenin
yükleneceği miktardan daha az bir miktar yüklenecek olursa, gerek bu yaralama kasten olsun,
gerek
hata yoluyla olsun, hüküm değişmez. Veya akilenin yükleneceği miktar kadar olacak olursa,
bu
hallerde hakemin karan geçerlidir. Ancak burada kasten yaralama olayının kısası gerektirmeyen
bir
husus olması şartı da getirilmiştir.
«Asılda hakemin karan iki hasım orasında sulh mesabesindedir ilh...»Çünkü onlar rıza göstererek
hakemin
verdiği kararı kabullenmişler, ona itiraz etmeyeceklerini söylemişlerdir. Bu da
aralarında
yapılan
bir sulh mesabesinde kabul edilmiştir.
«Bu
yukardaki üç hak sulh yoluyla caiz olmaz ilh...» Buna da itiraz edilmiş ve denmiştir ki: Sulh
bahsinde
geleceği gibi. bedele dönüştürülebilecek her hakta sulhun caiz olduğu söylenmişti.
Bunlardan
biri de kısas hakkıdır. Ama karşılığında bedel alınması caiz olmayan, bedele
dönüştürülmesi
mümkün görülmeyen haklarda hakemin
kararı geçerli olmaz. Çünkü o konuda sulh
sahih
değildir. Hadler buna bir örnektir.
Ben
derim ki: Burdaki itirazın kaynağı meseledeki maksadı anlamamaktan gelmektedir. Çünkü
yukarda
saydığımız akile üzerine diyet.
kısas ve had konuları sulh yoluyla
sabit olmaz ifadesinin
anlamı,
yani haddin gerektiği konusunda
veya kısasnı gerektiği konusunda sulh olsalar ve kendi
aralarında anlaşsalar demektir.
Evet
bu üç noktada sulhun sabit olmaması
veya bunların sulh ile sabit olmaması demek, had veya
kısas
konusunda haddin ve kısasın lüzumlu olduğu istikametinde sulh olsalar, bu sulh ile kısas ve
had
gerekmez. Sulh babında ifade edilecek husus ise şudur: Kısas hakkına karşılık sulh olmak
caizdir.
Belirli bir mal karşılığı bu sulh caiz görülmüştür. Çünkü kısas hakkı, mal ile sulh yoluyla
ödenebilecek haklardandır, had bunun hilafınadır. Burada kısas hakkı, bedel karşılığı sulh olunan
haktır.
Birincisinde yani had'de ise
üzerinde sulh yapılan bir meseledir, ikisi arasındaki fark açıktır.
«Tahkimin
vukuundan sonra iki taraftan birinin
bunu bozması caizdir ilh...» Burada şu kaydı da
getirmesi
gerekirdi: Tahkim hakkı hakeme verildikten sonra, henüz hakem hüküm vermeden önce
taraflardan
birinin onun hakemliğini red etmesi caizdir. Bu durumda hakem hakemlikten düşmüş,
vereceği
hüküm geçersiz kabul edilmiştir.
«İki
taraftan birinin tek başına fesh edebildiği gibi ilh...» Yani akdi tek taraflı olarak fesh etmeye
yetkilidir.
Ancak bu da aşağıda sayacağımız akitlerdedir. Bu da diğer tarafa yazı ile, elci ile, şirket
bahsinde
de belirtildiği gibi bildirilmesi, haberdar edilmesi şartına bağlıdır. Vekalet ve mudarebe
bahsinde
de bu hususlar yeniden gelecektir.
Lazım olmayan akitlerde veya bir taraf için lazım
olupta
diğer taraf için tazım ve kesin
hüküm ifade etmeyen akitlerde,
hakkında kesinlik kazanmayan
tarafın
karşı tarafa bildirmesi şartı ile akdi fesh etmeye yetkisi vardır. Şirket akdi, mudarebe akdi,
vekalet
akdi bu tür akitlerdendir. Fesh edecek tarafın karşı tarafa fesh ettiğini bildirmesi şarttır.
Ancak
burada müvekkilin vekilini
azletmesinde bir şart daha getirilmiştir. O da vekile bir müddainin
hakkı
taalluk etmemiş olmasıdır. Mesela hasım sefere çıkmak istese, karşı taraf davada onun yerine
vekil
olmak üzere birini vekil tayin etmesini istese, müvekkil o vekili, isteyen kişinin hakkının
taalluk
etmesi sebebiyle, azle yetkili
değildir. Nitekim vekalet babında
gelecektir.
«Çünkü
hakemin hükmü sulh mesabesindedir ilh...» Sulh ise tüccarların uyguladıkları, kendi
aralarında meydana gelen husumetleri kaldırmak için baş vurdukları en uygun metodlardan
biridir.
Ortaklardan
herhangi biri sulha razı olmuş olduğundan hakemin hükmü diğer ortak için de geçerli
kabul
edilmiştir.
Bahır.
«Üç
meselenin istisnası ilh...» Had, kısas akile üzerine diyet. Bu üç meselenin istisnası daha önce
zikredilmesi gerekir idi.
«Hakkında
ictihad varit olan bütün
meselelerde ilh...» Yani hukuku ibadla ilgili ve ictihadın caiz
olduğu
bütün meselelerde geçerlidir, yani hakem hüküm verebilir. Talak, ıtk, kitabet, kefalet, şuf'a,
nafaka,
borçlar ve alışverişler bunlara
örnektir. Kitap sünnet veya icmaa aykırı olan hükümlerde ise
geçerli
değildir.
«Kinaye
lafzı ile verilen talakların ric'i
talaklar olması ile ilgili hükmü ilh...» Sadru Şehid
Edebü'l-Kada
isimli eserin şerhinde, «Ulemamız tarafından kabul edilen sahih görüşte budur»
demektedir.
Ancak birçok alimlerimiz bu tür
fetvadan imtina etmekte ve hudud
ve kısasta olduğu
gibi
hakimin hükmüne ihtiyaç olduğunu belirtmektedirler. Gerekçeleri de, avamı nasın bu tur
meselelerde cesaretini kırmak ve onların gelişi güzel hareket etmelerini önlemektir.
Fetih'te
bu konuda Fetava-yı Suğra isimli eserden naklen «İzafe edilen talak konusunda hakemin
hükmü
geçerlidir. Fakat bu istikamette fetva verilmez.» denmektedir. Yine
aynı eserde Hanefi
fukahasınca bundan daha geniş meselelere yer verilmiş ve müsamahalı davranılmıştır. Mesela bir
kimse
içinde bulunduğu hadise hakkında adil ve bilgili bir fakihten fetvasını istese o da izafe ile
yapılmış
olan talakın geçerli olmadığı istikametinde fetva verse, bu fetvaya uyması hakkında talakı
izafe
edilen karısını nikah altında tutmasında bir beis yoktur. Hatta fukahadan bu
meseleden daha
müsamahalı bir mesele nakledilmekte, o da, başka bir kadınla evlense, daha önce evlendiği her
kadının
boş olacağı şeklinde bir yemini bulunsa, başka bir fakihten mesele hakkında fetva istese, o
da
izafet yoluyla yapmış olduğu
talakın sahih olduğu istikametinde
fetva verse, ikinci kansını
bırakır.
Bu iki alimin verdiği fetva
istikametinde birinci hanımı ile hayatını devam ettirir.»
«Buna
benzer meseleler ilh...» Mesela hanımının annesi veya kız kardeşine şehvetle dokunur,
galeyana
gelir ise, bunun akabinde karı koca bir arada bir hakem tayin ederler, kendilerine Şafii
mezhebinin
hükmü istikametinde nikahın devamı ile ilgili hüküm vermesini isterlerse ne olur?
Sahih
olan, verilecek hükmün geçerli olmasıdır. Eğer hakem bu görüşün doğru olduğu kanaatinde
ise.
Aksi halde sahih değildir.
Bahır.
«Hidayenin
açık ifadesinden anlaşıldığına
göre ilh...» Hidaye sahibi şöyle
demektedir: «Fukahanın,
hakemin
hükmünün geçerli olmayacağı
noktaları hudud ve kısasla tahdit ve
tahsis etmeleri, diğer
ictihadla
ilgili bütün meselelerde hakemlik yapabileceği, verdiği hükümlerin
geçerli olacağını
gösterir.
Sahih olan da budur. Fakat fetva
verilmez.
Burada
söylenebilecek bir diğer hususta,
avamı nasın bu gibi konularda
cüret ve cesaretlerini
artırmamak
için, devlet tarafından tayin
edilmiş hakimin hükmüne ihtiyaç duyulacağıdır.Zira
mezhep
hükümleri gelişi güzel hareketle çiğnenir. Fetih. Hidaye'nin yukardaki ifadesine benzer bir
ifade
de, Edebü'l-Kada şerhinde yer
almaktadır. Yine yukarda beyan edildiği gibi sahih olan görüş,
hakemliğin
bu noktalarda sahih olması, verilen hükmün geçerli olmasıdır. Fakihlerimizden
nakledilen
ifadelerden anlaşılan da budur. Buradaki ifadesi ise sahih olan görüşün mukabili olan
görüşü
tercihten ibarettir. Hidaye'nin ifadesinden ilk anlaşılan, yani diğer ictihad konusu olan
meselelerde cevazına dair fetva verilmez
sözüdür.
Ancak
Velvaliciye'den naklen Bahır isimli eserde ve Kınye'de, bunun ancak bir şeye
izafe edilen
yeminde
ve benzerlerinde olması ve bu
noktalara inhisar ettirilmesi gerektiğine yer verilmektedir.
Yukarda
Fetih'ten, onun da Fetava-yı Suğra'dan naklettikleri de bu istikamettedir. Zira orada,
«Geçerli olsa da bununla fetva verilmez.» denmiştir. Ancak fetva verilemeyeceği hususunda ileri
sürülen
gerekçe ele alınacak olursa -ki, avamı nastan olan kişilerin bu gibi meselelerde cesaret
göstererek
mezhep hükümlerini çiğnemeleri meselesi- yalnız bu meseleye ve benzeri meselelere
inhisar
etmemektedir.
Daha
sonra Makdisî'nin bu konuda tereddüt ettiğini gördüm. Verdiği cevabın özeti şu şekildedir:
Fukaha
ehil olmayan kişilerin hakemliğe atanmalarını men etmişlerdir. Bunun gerekçesi de hak
olmayan,
doğru olmayan birçok görüşlerle hüküm vermeyi önlemek içindir. Yine
avamı nasın
bilmediği
birçok konulara cesaretlerinin ve cüretlerinin artmaması için hakem tayin etme konusunu
ve
hakemin verdiği hükümlerin bu noktalarda da geçersiz olduğunu söylemişlerdir.
Ben
derim ki: Bu da alim olmayan kişi hakkında mutlak bir surette tahkim yapılmaması, hakem
tayin edilmemesini gösterir. Onun için burada en güzel cevap şu olsa gerektir: İzafet suretiyle
yapılan
yeminde, yemin eden kişi eğer verilen fetvanın doğru olduğuna
inanıyor, kanaati de o
istikamette
ise, onunla amel etmesi itikadı ve inandığı istikamette amel etmiş olacağından caizdir.
Eğer
meselenin sahih olmadığına dair devlet tarafından
görevlendirilmiş hakim hüküm verecek
olursa,
verilen o hükme uyulması gerekir.
Çünkü onun verdiği hükümle hakkında
ictihad olan o
meseledeki ihtilaf ortadan kalkmış olur. Ama yok o konuda bir kişiyi hakem tayin ederse bu da
mezhep
hükmünü değiştirmeden başka bir şey ifade etmez. Zira hakem tayin edilen kişinin verdiği
hüküm,
sulh mesabesinde olduğundan o mesele hakkındaki ihtilafı bertaraf etmemekte, o hilafı
kaldırmamaktadır. Ve verilen hüküm yemin edenin inancı istikametinde olan kişinin ve o
istikametteki amelini iptal edici mahiyette değildir. Bunun için «Bu
görüşle fetva verilmez.»
demişler,
bu gibi önemli konularda devlet tarafından yetkili kılınan hakimin hükmüne ihtiyaç
olduğunu
söylemişlerdir. Benim de bu meseledeki kanaatim budur. Anladığım da bundan
ibarettir.
TENBİH:
İhtilaflı meseleler bölümünde geleceği gibi, hakemin çocuk hakkında zararlı olabilecek
konularda
hüküm vermesi sahih değildir. Ama
hakim ve Kadı verecek olursa hüküm
geçerlidir.
«Verdiği
haber geçerli sayılır ilh...» Yani hakem olan kişi, kendisini hakem tayin edenlerden birine,
«Benim
huzurumda ikrarda bulunmuştun ve
beyyine ile aleyhinde hüküm sabit oldu. Şahitler
tezkiye
edildiler, adil oldukları açıkça ortaya çıktı. Ben de bunun sonucu
olarak bu hükmü verdim.»
dese,
aleyhinde hüküm verilen kişi inkara kalkışsa, onun bu inkarına iltifat edilmez. Verilen hüküm
geçerlidir.
Bu
konuda yetkisi ve meclis devam ederken verilen bilgileri haber suretiyle aktaracak olursâ
geçerlidir. Çünkü hakem olan kişi meclis devam ettiği müddetçe devlet
tarafından tayin edilen
yetkili
kadı mesabesindedir. Ama hakemlikten çıkarıldıktan veya hüküm vermeden önce
azledildikten
sonra, mecliste de olsa haber verse veya meclis bitip görevi sona erdikten sonra bu
ikrar
ve şahitlerin adaletiyle ilgili
haberi geçerli sayılmaz. Zira
meclisin sona ermesiyle azledilmiş
durumdadır.
Aynen hüküm vermeden önce kendisini hakem tayin edenlerden birisi tarafından
azledildiğinde
nasıl azledilmiş sayılıyor ise, meclisin sona ermesi ile de azledilmiş sayılır. Bu
durumda
kadıya benzemektedir. Yani kadı
azledildikten sonra, «Ben şu şekilde hüküm vermiştim.»
dese
ve bu da bir haber mesabesinde olsa, tek kişi olduğu için verdiği bu haber mahkemece
muteber
sayılmaz. Yine hakem olan kişinin
meclisin sona ermesinden sonra hükmü ile ilgili haberi
de
geçerli
sayılmaz.
«Aynen hakimin hükmünde olduğu gibi ilh...» Yani hakem olan kişinin lehlerinde şahadeti kabul
edilmeyen
yakın akrabaları hakkında vereceği hüküm geçerli değildir. Aynen hakimde olduğu gibi.
Çünkü
hakimin lehinde şehadetleri kabûl edilmeyen yakınları hakkındaki hükmü geçerli değildir.
«Hüküm
vermek üzere tayin edilen iki hakemin
hükümde birleşmeleri gerekir ilh...» Buna göre
onlardan
biri hükmünü verse veya her ikisi de hüküm verseler, oma ihtilaf etseler, geçerli sayılmaz.
Mesela
Velvaliciye'den Bahır'da bu şekilde ifade edilmiştir.
Yine
Bahır isimli eserde Hassaf'tan naklen şu ifadeye yer verilmektedir; «Bir kimse karısına, «Sen
bana
haramsın, haram ol.» dese ve bu ifadesiyle üç talaktan aşağı bir talaka niyet etse, karı koca iki
kişiyi
bu konuda hakem tayin etseler, onlardan biri
talakın yalnız bain olduğunu, diğeri ise üç
talakla
bain bir talak olduğunu söyleseler verdikleri hüküm geçerli sayılmaz. çünkü ikisi aynı
noktada
birleşmemişlerdir.
«Kadı
hakemin verdiği hükmü uygular ilh...» Yani hakem olan kişinin verdiği hüküm ve karar
mahkemeye
iletildiği taktirde hakim,
mezhebine uygun görecek olursa kararı uygular. Aksi halde
onu
iptal eder. Uygulamasındaki yarar ise, birinci Kadı'nın hükmü tasdik etmesinden sonra, ikinci
bir
Kadıya iletilse, mezhebine muhalif
olduğunu söyleyerek hükmü iptale kalkışsa, ikinci Kadı'nın
bu
yetkisi yoktur. Cevhere.
Bahır
isimli eserde, «Bir hakemin verdiği karar, ikinci bir hakeme iletilse, ikinci hakem Kadı
mesabesindedir. Görüşüne ve mezhebine uygun gördüğü birinci hakemin kararını uygular, aksi
halde
iptal eder.» denmektedir.
«Hakem
olan kişinin verdiği hüküm
ictihadi meseledeki ihtilafını kaldırmaz ilh...» Çünkü hakemin
velayeti ancak kendisini hakem tayin edenler üzerinde inhisar etmektedir. Kadı'nın hükmü ise
geneldir.
Dolayısıyla Kadı'nın hükmü o meseledeki ihtilafı kaldırır, hakeminki ise böyle
değildir.
«Hakemin
kendisine verilen yetkiyi başkasına devretmesi sahih değildir ilh...» Buna göre, yetkiyi bir
başkasına devretse, o da hakem tayin eden kişilerin rızası olmaksızın hüküm verse, verilen bu
hüküm,
mahkemeye aktarılması halinde kadı tarafından onaylansa bile yine
geçerli sayılmaz. Ancak
kendisini
hakem tayin edenler, o ikinci hakemin kararını hüküm vermesinden sonra kabul etseler,
onaylasalar, bu durumda verilen hükmü mahkeme onaylayabilir. Diğer bir rivayete göre, ikinci bir
vekil
mesabesindedir. Birinci vekil,
ikinci vekilin hükmünü onaylaması
halinde, ancak o hüküm
geçerli
sayılır. Dolayısıyla mahkemeye iletildiğinde mahkeme onaylayabilir. Fetih.
«Vakıfla ilgili hükmü ilh...» Yani hakem tayin edilen kişi, vakfın lazım olduğuna dair hüküm verse,
Ebu
Hanife'nin, «Mahkeme karar vermedikçe vakıf lazım kabul edilmez.» şeklindeki hilafını ortadan
kaldırmaz.
Binaenaleyh vakfı yapan kişinin bu görüşe göre,
vakfından vaz geçmesi sahih görülür.
Çünkü
hala Ebu Hanife'nin vakfın lazım
olmadığı istikametindeki görüşü
devam eder. Zira hakemin
hükmü,
bu ihtilafı bertaraf
edememektedir.
«Şartlan
uygun olduğu taktirde ilh...» Yani ifraz edilmiş bir gayri menkul hakkında vakıf kararı, vakıf
bahsinde
geçtiği gibi, hakem tarafından lazım olduğuna karar verilse ve bu karar mahkemeye
iletilse,
mahkemenin vakfın lüzumuna dair vereceği karar, yeni bir karar mesabesindedir. Bu
konuda
verilen kararı uygulayamaz. Çünkü hakemin bu konudaki kararı muteber sayılmamıştır.
«Bahır'da
hakemin hakimden farklı görüldüğü meselelerin sayısı on yediye iblağ edilmiştir ilh...»
Bununla
meselelerin sayısının on yediyi aşabileceğine işaret edilmek istenmiştir. Gerçekte de
böyledir. Bir çokları metin ve şerhte geçti. Bu meselelerden birisi de, kölenin hakim olması istense
ve
tayini yapılsa. henüz hüküm
vermeden azad edilse, bunun
akabinde de hüküm verse. iki
görüşten
birine göre, verdiği hüküm sahihtir.
Hakem olması durumu ise bunun
hilafınadır. Nitekim
yukarda
bu meseleye temas
edildi.
Yine
yukarda geçen meseleler arasında hakem tayin edilen kişi için tayin edenlerin o kimse
hakkında
ittifakla karar vermeleri gerekir. Yine farklı meselelerden biri de, hakem olan kişinin
hudud
kısas ve akile üzerine diyet
konusunda hükmü sahih değildir.
Ayrıca hakem tayin edenler
henüz
hakemin hüküm vermesinden önce onu
azletmeye yetkilidirler.
Diğer
bir husus, hakemin vermiş olduğu
hüküm, mesela satılan malın kusurlu olduğu konusundaki
hükmü,
satıcının satıcısına sirayet etmez. İzafet suretiyle yapılan yeminleri fesih istikametindeki
hükmü
ile fetva verilmez. Verdiği hükmü mahkemeye haber olarak iletecek olsa, bu haberi
mahkemece muteber kabul edilmez. Bu meselelerin tümünde, ilerde geleceği gibi, Kadı'nın
hükümleri
bunun hilafınadır. Ayrıca verdiği hüküm Kadı'nın
görüşüne ters olduğu taktirde iptal
edilir.
Hakemin yetkiyi başkasına devretmesi sahih kabul edilmez. Vakıf hakkındaki hükmü, vakfın
lazım
olduğunu göstermez.
Bu
on mesele Bahır isimli eserde zikredilmiştir. Geri kalan meseleler ise şöyle sayılabilir: Onun
hakemliğinin
bir şarta talik edilmesi veya ileri bir zamana izafe edilmesi Ebu Yusuf'a göre caiz
değildir.
Ayrıca hakemin gaip hakkında verdiği hüküm geçerli değildir. Velevki gaip aleyhinde iddia
edilen
husus, hazır aleyhinde iddia edilen
hususa sebeb olsada.
Kadı'ya yazı yazması sahih değildir. Kadı'nın ona yazmasının da muteber olmadığı
gibi. Hakimin
yazısı
ile, taraflar razı olmadıkça, hakemin hüküm vermesi doğru değildir. Hakemin verdiği hüküm
bir
varisten diğerine ve ölmüş kişiye sirayet etmez. Vekil hakkında elindeki malın kusurlu olduğuna
dair
vereceği hüküm, müvekkili için
geçerli sayılmaz. Hakemin küçük çocuğun vasisi aleyhine,
zararına
olabilecek bir hüküm vermesi halinde, hükmü sahih kabul edilmez.
Hakemlik
bir bölge ile kayıtlı değildir. Ülkenin her tarafında hakem tayin edilerek hüküm verebilir.
Şahitlerin
ihtilaf etmeleri halinde, mesela şahitlerden biri Zeyd isimli kişiyi Kufe mahkemesinde
husumete
vekil tayin ettiğini, diğeri de Basra mahkemesi nezdinde vekil tayin ettiğini söylese kabul
edilir.
Ama onlardan biri, falan fakih
nezdinde, diğeri de falan diğer bir
fakih nezdinde olduğunu
söyleseler, kabul edilmez. Çünkü hakem arada bir vasıtadır. İki hakemden birisi diğerinden daha
güçlü
ve meseleyi anlayan hazık biri olabilir. Diğer kişi hakkında müvekkil razı olmamış da olabilir.
Mahkeme
ile ilgili husus ise bunun hilafınadır. Nitekim Edebü'I-Kada şerhinde bu meseleler
açıklanmıştır.
Bu
son meselelerin sayısı dokuza baliğ
olmaktadır. Bunlar yine Bahır isimli
eserde zikredilmiştir.
Adı
geçen eserde dört meseleye daha yer verilmektedir. Şarih de bu meseleleri açıklamış
bulunmaktadır.
Bunlarla mesele sayısı yirmi üçe baliğ olmaktadır.
Yine
Bahır isimli eserde bir diğer mesele daha eklenmiş ve şöyle denmiştir: «Alimlerimiz hürriyet,
nesep,
nikah ve vela konusunda mahkemenin verdiği karan bütün insanlar hakkında geçerli
saymışlar,
hakem tarafından bu konularda
verilen hükümler hakkında sarih bir ifadeye
rastlanmamıştır. Hakemin bu konularda vereceği kararın diğerleri için geçerli olmaması, başkasına
sirayet
etmemesi gerekir. Binaenaleyh
hakemin kölenin hür olduğuna dair
verdiği karardan sonra,
o
köle hakkında mülkiyet davası, yani «Benim mülkümdür, benim kölemdir.» diye açılan bir dava
dinlenir.
Ama mahkemenin hür olduğuna dair verdiği karardan sonra, hiç kimse onun hakkında
mülkiyet
davası ileri süremez.»
Ben
derim ki: Bunlara şu mesele de eklenir: Hakemin velayeti meclisten kalkması ve meclisin sona
ermesi
ile biter, azledilmiş sayılır. Yukarda Fetih'ten naklen beyan ettiğimiz gibi, bununla
mesele
sayısı
yirmidörde baliğ olmuş olmaktadır.
«Hakimde
durum bunun hilafınadır ilh...»
Yani hakim irtidat etse, irtidatı sebebiyle otomatik
görevden
azledilmiş olmaz. Fetva da bu
istikamettedir. Tekrar İslama döndüğü taktirde, yeni bir
tayine gerek yoktur.
«Başkası kabul edebilir ilh...» Yani bir kimsenin şahitliğini bir töhmete binaen hakem kabul etmese.
reddetse,
başkası onun şahitliğim kabul edebilir. Ama hakimin Kadı'nın bir töhmete binaen
şahitliğini
reddettiği kişi, ikinci bir mahkeme nezdinde şahitlik yapamaz. Çünkü bu konuda
reddedilme
ile ilgili karar, bütün kişiler için geçerlidir. Bahır.
«Hakemin
hapis cezası verme yetkisinin olmaması gerekir. Bu konuda birşey görmedim ilh...»
Bahır'ın
bazı nüshalarında bu şekilde ifade edilmiştir. Diğer bazı nüshalarda ise, «görmedim»
ifadesinden
önce, «Sadru Şeria'nın taksimle ilgili bölümünde şu açık ifade vardır.» denmektedir:
«Hasımları ilzam etmesinin yararı, buna yetkili olduğunu gösterir.
Mesela alışveriş yapan satıcı ve
alıcı
kişiler birini hakem tayin etseler, hakem müşteriye bedeli ödemesi için icbar yetkisine sahip
olduğu
gibi, satıcının da malı teslim etmesini mecbur edebilir. Bundan imtina edenlere hapis cezası
uygular.» denmiştir. Bu ifadede hakemin de hapsetme yetkisi olduğu sarahaten beyan
edilmektedir.
«Hediye
kabul edip edemeyeceği konusunda sarih bir hüküm de görmedim ilh...» Bu ifade yine
Bahır'dan
nakledilmektedir. Orada şöyle denmiştir: «Davetlere icabet edip edemeyeceği, hediye
kabul
edip edemeyeceği hususunda bir hükme
rastlamadım. Ancak hakemlik süresinin sona
ermesinden
sonra, bu her ikisinin de caiz olması gerekir. Yalnız hakem tayin edenlerden herhangi
birinin
hüküm meclisi esnasında kendisine verilen hediyenin kabul edilmemesi ve bu durumda
hediye kabul etmesinin sahih olmadığı anlaşılmaktadır. Rahmulinin açıklamasına göre caiz olması
gerekir.
Çünkü bu konuda şüpheye düşen kişi,
hüküm vermeden önce azledebilir.
Hakimde ise
durum
bunun hilafınadır.»
METİN
Kadının
kadıya mektubu veya mahkemeler arası yazışma ve diğer hususlar. «Diğer hususlar»dan
maksadı, Kadı'nın da hüküm verebileceği meselesi ile ilgilidir. Erkeğin hakim ve Kadı olabildiği
gibi,
şahitliği kabul edilen konularda kadında hakim olabilir. Hakim hakime hudud ve kısas dışında
her
hakla ilgili konuda yazabilir.
İstihsanen fetva da bu görüşle
verilmiştir. Hudud ve kısas
konusunda
yazışma şüphe doğuracağından, şüphe
meydana getireceğinden bu konudaki
yazışmalar kabul edilmemektedir.
Şahitler
mevcut ve hazır hasım aleyhine şehadet ederler, hakim de bu şehadet gereği hükmünü
belirtir.
Vermiş olduğu hükmü ilerde lazım olacağına binaen muhafaza eder ve dosyaya tescil eder.
Bu
şekilde hazırlanan dosyaya hüküm sicilli adı verilir. Ki buna bir bakıma hüküm dosyası da
denebilir.
Bu dosyanın ihtiva ettiği konular hakimin hüküm verdiği deliller ve hükümleri ihtiva eder.
Bu
ise o zamanın örfüne
göredir.
Bizim
örfümüze göre ise, bu insanlar arası vuku bulan hadiseleri derleyen ve tescil edilen büyük bir
defterden
ibarettir. Eğer hasım mevcut değil
ise, gaip aleyhine hüküm sahih
olmayacağından,
hakim
hüküm vermez. Ancak hasmın bulunduğu bölgenin Kadı'sına yapılan ve mahkemede beyan
edilen
şehadeti aynen yazar ki kendisine yazılan Kadı görüşü istikametinde o şehadet gereği
hüküm
verebilsin. Hatta yazan kadını" görüşüne muhalif bir görüşe sahip olsa da. Çünkü kendisine
yazılan
ikinci hakimin hükmü, başlangıç itibariyle verilmiş bir hükümdür. Ancak burada
mahkemesine intikal eden, öbür mahkeme nezdinde yapılan şahitliğin yazılı olarak
naklinden
ibarettir.
Buna da hükmi kitap adı verilir
ki bu yukarda beyan edilen hüküm sicilinden başka bir
şeydir.
Şehadeti
ihtiva eden yazıyı hakim derledikten sonra o yazıyı götürecek ve muhtevası ile orada
şahitlik
yapacak kişilerin huzurunda okur.
Muhtevasını onlara bildirir ve yine onlar huzurunda
mühürler
ve onlara teslim eder. İkinci şahitlere yol şahidi adı verilir.
Tabiki yazının içerisine kendi
adını,
adresini ve gönderilen hakimin adını, adresini ve soyadını, lakabını yazar. Adres ve ünvan
eğer
bu yazının üzerine, kapatıldıktan
sonra yazılacak olursa kabul
edilmez. Bu onların örfüne göre
olduğu
da söylenir.
Bizim
örfümüzde ise üstüne yazılan bu adres ile amel edilir. İkinci imam diye vasıflandırdığımız Ebu
Yusuf.
«Yol şahitlerinin ikinci hakim
nezdinde getirdikleri mektubun, gönderen falan hakimin yazısı
olduğuna
şahitlik yapmaları yeterlidir.» demiştir. Fetva da buna göredir. Nitekim Azmiye'de
Kifaye'den naklen bu şekilde ifade edilmiştir. Mülteka da bu konuda, «Deneyen ve gören duyan gibi
değildir.»
demiştir.
Yazı
ikinci hakime ulaştığında evvela mühüre bakar, onu hasım ve şahitlerin huzurunda okur. Bu
zimminin
zimmiye olan şahitliği de olsa
böyledir. Çünkü onların bu şehadeti müslüman olan bir
Kadı'nın
(hakimin) yaptığı iş konusunda şahitliktir. Ancak hasım olarak ikinci mahkeme bölgesinde
bulunan
hasım, mahkemeye getirildikten sonra
davanın muhtevasını ikrar ederse,
şahitlere ve
onların
getirdikleri mektubun muhtevasını
söylemelerine de gerek yoktur.
Ancak
Eman yazısı dediğimiz yazı, bilhassa İslam ülkesinin dışında bunun hilafınadır. Zira bu
yazının
muhtevası ile ilgili beyyineye gerek yoktur. Çünkü bu yazı, alan hakimi ilzam edici mahiyette
değildir.
Eşbah isimli eserde, «Yazı ile amel edilmez. Yazı delil ve huccet kabul edilmez. Ancak
emanla
ilgili mektup bundan müstesnadır. Sultanların yazmış oldukları beratlarda buna mülhaktır.
Yine
ayrıca istisna edilen ve yazı ile amel edilmesi caiz görülen meselelerden biri de, satıcının,
sarrafın,
simsarın defteridir. Hatta İmam Muhammed, ravinin, hakimin ve şahidin yazısına da
itibar
edileceğini söylemiştir. Eğer yazının ona ait olduğu kesinlikle bilinirse. Fetvanın da bu kavil ile
verildiği
bir rivayette zikredilmiştir. Yazışmaların ve şahitlerle yazının bir mahkemeden
diğer bir
mahkemeye
iletilmesinin caiz olması için, iki kadı arasında üç günlük mesafeden az bir mesafenin
bulun
maması gerekir. Bu mesele şahitlik üzerine şahitliğe benzemektedir. İkinci imam Ebu Yusuf,
«Eğer
şahitlik yapıp aynı gün kendi memleketine dönmesi mümkün olmayacak kadar uzakta ise bu
süre
üç günlük mesafeden az da olsa kabul edilir.» demiştir. Fetva da buna göre verilmektedir.
Şurunbulaliye.
Siraciye.
Bu
yazının geçerli sayılabilmesi için, gönderen hakimin mektubunun, gönderilen hakimin eline
varmadan
ölmemesi veya azledilmemesi şartı da vardır. Hatta mektup ikinci hakimin eline ulaşıp
henüz
okumadan önce birinci hakim vefat etse veya azledilse, yine bu mektubun muhtevası
geçersizdir. İkinci İmam Ebu Yusuf buna da cevaz vermiştir. Ama mektup kendisine ulaşır ve ikinci
kadı
mektubu okuduktan sonra yukarda
anlatılan hususlar meydana gelecek
olursa, mektubun
muhtevası
batıl olmaz, geçerli
sayılır.
Ayrıca
mektup yazanın delirmesi. irtidad etmesi, bir müslümanı suçlayıp ona iftira etmesinden
dolayı kendisine kazif haddinin uygulanması ye gözlerinin kapanması ve adil iken fasik duruma
düşmesi,
hakimlik ehliyetini kaybettiği için onun gönderdiği yazı hükümsüz
kabul edilir. İkinci
imam
buna da cevaz vermiştir.
Ayrıca
kendisine yazılan hakimin ölmesi ve hakimlik selahiyet ve ehliyetini kaybetmesi ile de bu
yazı
hükümsüz kalır. Bunun bir
istisnası, özel Kadı'nın yani Kadı'ya
yazılan özel isimden sonra bir
genelleme
yapacak olursa, o zaman bu mektubun muhtevası geçerli kabul edilir. Ama başlangıçta
bir
genelleme yapacak olursa, birinci mesele gibi bunun da muhtevası geçerli kabul edilmez. İkinci
İmam
Ebu Yusuf buna da cevaz vermiştir. Amel ve uygulama da bu görüş ile yapılmaktadır.
Hülasa.
Hasmın
ölmesi ile yazı hükümsüz sayılmaz,
kim olursa olsun. Zira onun varisi
veya vasisi onun
yerine
kaim
olacaktır.
Ben
derim ki: Şahidül asıl dediği birinci Kadı nezdinde dava ile ilgili şahitlik yapan asıl şahitlerden
birinin
ölmesi ile de bu yazının muhtevası
batıl olmaz. Nitekim bu mesele
yerinde metin olarakta
gelecektir. Ancak bu hüküm Haniye'de olan meselenin hilafınadır. O bu meseleye muhalif
olmuştur.
Şurası
bir gerçektir ki, hakimin kendi bilgilerine dayanarak hadiseyle ilgili kaleme almış olduğu
zabıt,
ilmine dayanarak hüküm vermesine
benzemektedir. Sahih olan
kavil de budur. Hakimin kendi
bilgilerine
dayanarak hüküm vermesine cevaz
veren fakihler, yazmasına da cevaz vermişlerdir. Ama
kendi
bilgileri ile hüküm vermesine cevaz vermeyenler, bilgisini yazı olarak diğer
mahkemeye
aktarmasına da izin vermemişlerdir. Ancak burada şunu önemle belirtmekte yarar var: Mutemet
olan
görüş, zamanımızda hakimlerin kendi bilgilerine, hadise hakkındaki malumatlarına dayanarak
verdikleri
hükmün sahih olmamasıdır. Eşbah.
Yine
aynı eserde, devlet başkanı olan imamın kazif haddinde, kısasta ve tazir konularında bilgisine
dayanarak hüküm verebileceği de beyan
edilmektedir.
Ben
derim ki: Burada kendi bilgisine dayanarak hüküm verme yetkisi.
yalnız devlet başkanı olan
İmam
ile mukayyet midir? Yukarda hudud bahsinde belirttiğimiz gibi, bu konuda sarih bir ifadeye
rastlamadım. Yani bunun dışındakilerinde ilim ve bilgîlerine dayanarak hüküm verebilecekleri
konusunda
sarih bir ifadeye rastlamadım. Buna
rağmen Şurumbulali'ye ait Vehbaniye
şerhinde,
«Benimsenen
görüş, bugün için hakimin ve diğerlerinin kendi bilgisine dayanarak hüküm
verememesidir.
Mutlak bir şekilde ve halis hadler dediğimiz hukukullaha taalluk eden haklarda
hakim
kendi bilgisi ve ilmine dayanarak
hüküm veremediği gibi, buralarda da
veremez.»
denmiştir.
Mesela
zina haddi, şarap içmeden dolayı vurulan had gibi
konularda mutlak olarak bilgi ve
ilmine
dayanarak kimse hüküm veremez. Yalnız şu kadar var ki bu noktada sarhoşluk belirtileri görülen
kişiye
hakim tazir cezası verebilir. Bu da
töhmetten dolayıdır İmamdan yapılan, yani Ebu Hanife'den
yapılan
bir rivayete göre, eğer hakim talak,
ıtk, gasıp konularında bilgisi var ise, bu konuda karı
koca
olmalarına, hisbe açısından mani olabilir. Ama bilgisine dayanarak hüküm
veremez. Mani
oluşu
hisbe açısındandır, hüküm ve
kaza acısından değildir.