GÖRME
MUHAYYERLİĞİ BÂBI
METİN
Görme muhayyerliği
tâbiri müsebbebi sebebe izafet kabîlindendir. Bir şeyi şartına izafettir
diyenler de olmuşsa da bu zâhir değildir. Çünkü aşağıda geleceği vecihle müşteri
malı görmeden dönebilir. Görme mu-hayyerliği dört yerde sabit olur. Bunlar: Ayn
olan mallarda satın almak;icare, taksim ve muayyen bir şey üzerinde mal
dâvâsından uzlaşmadır. Zira bunların her biri muâvezadır. Borçlarda, paralarda
ve feshi kabul etmeyen şeylerde görme muhayyerliği yoktur.
Fetih.
İZAH
Bu bâbı kusur
muhayyerliğinden önce zikretmesi hukmün tamamına mâni olduğu içindir. Kusur
muhayyerliği ise yürürlüğe girmesine mânidir. Yürürlüğe girmek akid tamam
olduktan sonra gelir. Görme muhayyerliğî ile malı dönmek, teslim olmadan olsun,
testim aldıktan sonra olsun fesihdir; mahkeme kararına ve satıcının rızasına
muhtaç değildir. Ben döndüm demekle feshedilmiş olur. Şu kadar var ki, dönmek
ancak satıcının bilmesi ile sahih olur. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Görme
muhayyerliği şartsız olarak hüküm isbat eder. Bir şeye tevakkuf etmez. Milkin
müşteriye aîd olmasına da mâni değildir. Hatta o malda tesarruf etse tesarrufu
câiz, muhayyerliği bâtıl olur. Malın kıymetini ödemesi lâzım gelir. Kezâ mal
elinde helâk olur veya fesh edemeyeceği bir hal alırsa. muhayyerliği bâtıl olur.
Sirâc'da böyle denilmiştir. Bahır.
"Müsebbebi sebebbe
izafet kabilindendir ilh..." Fetih ve Bahır'da zikredilen şudur: "Görmek
muhayyerliğin sâbit olması için şarttır. Gördükten sonra muhayyerliğin sübutuna
sebeb ise görmemektir."
"Aşağıda geleceği
vechile ilh..." ifadesinden murad : Bir şeyin şartı, bulunmadan sâbit
olmamasıdır. Yine orada beyan edileceğine göre bu, şarihin söylediğine red
cevabı da teşkil eder. Çünkü müsebbeb sebebinden önce bulunamaz. Cevabı az sonra
gelecektir ki, şudur: O başka bir sebeble sabit olur. Beyanı Halebînin dediğe
gibi şöyledir: Görme muhayyerliğinden önceki fesih hakkı kendisine muhayyerliğin
sâbit olmasının neticelerinden değil, yürürlüğe girmemiş bir akid olması
hükmüncedir. Çünkü kesin olarak vâki olmamıştır. Binaenaleyh kendisinde zayıflık
bulunduğû için feshi câiz olur. Nitekim inâye sahibi bunu tahkîk etmiştir. Şârih
dahil söyleyecektir.
"Görme muhayyerliği
dört yerde sâbit olur." Başka yerlerde sâbit olmaz. Nitekim Fetih'de
bildirilmiştir.
"Ayn olan mallarda
satın olmak ilh..." Yani tâyini lâzım olan mallarda demek istiyor. Zimmette borç
alarak sübut bulmaz. Maksad sahih olan satıştır. Çünkü Bahır'da
Camiu'l-Fûsuleyn'den naklen: "Görme muhayyerliği ile kusur muhayyerliği fâsid
satışda sâbit olmazlar." denilmiştir. Yani bunarsız fesih vacib olduğu için
demek istenilmiştir.
"Taksim ilh..." Bu
hususta Şürunbulâlî'de Uyûn'dan naklen şöyle denilmiştir: "Muhtelif cins
malların taksiminde üç muhayyerlik yani şart muhayyerliği, kusur ve görme
muhayyerlikleri sabit olur. Misliyyatın yani kile ve tartı ile satılan şeylerin
taksiminde ise sadece kusur muhayyerliği sabit olur. Misliyyattan olmayan bir
nevi'den elbiselerle sığır ve koyun gibi şeylerde kusur muhayyerliği sabit olur.
Ebû Süleyman'ın rivayetine göre şart ve görme muhayyerlikleri de sâbit olur, ki
esah olan budur. Fetva da buna göredir Ebû Hafs'ın rivâyetine göre îse sabit
olmaz."
"Borçlarda ve
paralarda" İfadesinin yerine bazı nüshalarda; kısas borçları, diğer bazılarında
akid borçları denilmiştir. Birincisi daha yerindedir. Paraları borçların üzerine
atfetmek hâssın âm üzerine atfı kabilindendir.
Fetih sahibi diyor
ki: "Bundan, yani bu muhayyerliğin yalnız dört yere münhasır olmasından
anlaşılıyor ki, borçlarda görme muhayyerliği yoktur. Selem yapılan malla, gümüş
ve altın paralar gibi halis kıymet olan mallarda bu muhayyerlik yoktur. Satılan
malın altın veya gümüşten yapılmış, kab olması bunu hilâfınadır. Onda
muhayyerlik vardır." Bahır'da: "Selemin sermayesi ayn olursa kendisine selem
yapılan şahsa muhayyerlik sabit olur." denîlmiştir.
"Feshi kabul
etmeyen şeylerde görme muhayyerliği yoktur." Fetih sahibi diyor ki: "Bunun yeri
feshi kabul eden akidlerdir. Nehir. Kısasdan uzlaşma bedeli ve hul bedeli gibi
şeyler ayn olsalar da fesh kabul etmezler. Çünkü bunlarda görme muhayyerliğinin
bir faydası yoktur. Zira malı dönmek fesh olmayı icab etmeyince akıd bâkî
demektir. Onun bakî olması o aynı istemeyi icab eder. Mukabilindeki kıymeti
İstemeyi îcab etmez. Onu geri vermeye hakkı olsaydı ebediyyen iade
ederdi."
METİN
Akdi yapanların
görmedikleri bir malı alıp satmaları caizdir. Ama câiz olmak için satılan mala
veya yerine işaret etmek cevazın şartıdır. Buna işaret etmezse bilittifak câiz
olmaz. Fetih ve Bahır. Ehizâde'nin hâşiyesinde "Esah kavil caiz olmasıdır."
denilmiştir. Müşteri malı gördüğü vakit onu iade edebilir.
ÎZAH
"Görmedikleri bir
malı ilh..." ifadesi hakkında Bahır sahibi şunları söylemiştir: "Görmediği
tâbirinden muradı akdi yaparken ve daha önce görmediği maldır. Görmekten maksad
maksudu bilmektir. Bu tâbir umum mecaz kabîlinden olup görmek mecâzî mânânın
fertlerindendir. Binaenaleyh misk gibi koklamakla bilinen şeylere şâmil olduğu
gibi gördükten sonra satın alıp değişmiş bulduğuna ve gözü görmeyenin satın
aldığına da şâmildir. Kınye'de bildirildiğine göre bir kimse tadılan bir şey
satın alır da geceleyin tadar ve görmezse muhayyerliği sakıt
olur."
"Satılan mala
ilh..." Yani görmeden alıp sattıkları malı demek istiyor. Meselâ örtülü
bulunur.
"Buna işaret
etmezse ilh..." Burada Feth'in ibâresi şöyledir: "Mebsût'da beyan edildiğîne
göre mala veya yerine işaret cevazını şartıdır. Mala veya yerine işaret etmezse
bilittifak câiz olmaz." Lâkin Kudûrî'nin mutlak olan ifadesi satışın câiz
olmasını iktiza eder. Bu husustu malın cinsini söyleyip söylememesi malın
kendine veya yerine işaret etmesi ve malın örtülü olup olmaması fark etmez.
Meselâ; cebimde olanı sana sattım der. Hatta umumiyetle ulema mutlak verilen
cevab İmam-ı Azam'a göre cevaza delâlet eder demişlerdir. Bir taife ise satılan
mal her cihetçe meçhul olduğu için câiz olmadığını söylemişlerdir. Zâhire
bakılırsa mutlaktan murad Şemsü'l- Eimme'nin ve Esrar sahibi ile Zahîre sahibi
gibi ve başkalarının söyledikleridir. Çünkü cinsi asla bilinmeyen bir malı
satmanın câiz olması ihtimalden uzaktır. Bu sana on dirheme bir şey sattım demek
gibidir." Feth'in sözü burada biter. Bu sözün hâsılı umumiyetle ulemanın
kavilleri ile bazı ulemanın kavillerinin arasını bulmaktır. Mutlak cevap
Şemsü'l-Eimme ile değerlerinin sözlerine yorumlanır ki, buna göre mala veya
bulunduğu yere işaret etmek lâzımdır. Çünkü cinsi asla bilinmeyen bir malı
satmak sahih değildir. Yani tavsifle veya işaretle bilinmeyen mal satılamaz.
Onun içindir ki Nihaye sahibi: "Yani tavsif edilen yahut malın kendine veya
yerine işaret edilen demektir ki, orada bu isimle başka bir mal
bulunmayacaktır." demiştir. Bu gösterir ki işaretin lüzumu cinsi ve vasfı
söylenmediği zamandır. İşaret yerine malın adını söylemek kâfidir. Hatta "sana
yerli buğdaydan bir yığını şu kadara sattım" der de yığın kendi milkinde ve bir
neviden olup bir yerde bulunursa satış caizdir. İzafet dahi böyledir. "Sana
kölemi sattım" der de başka kölesi bulunmazsa, keza "filân yeri sana sattım" der
de hudûdunu beyan ederse caiz olur. Burada fazla meçhullüğün nefi edilmesi
muteberdir. Böyle olursa satış muteberdir. Nitekim biz bunu satışlar bahsinîn
başında söz götürmez bir şekilde tahkîk ettik. Müracaat etmek istersen
musannıfın: "Satış sahih olmak için malın mikdar ve kıymetini bilmek şarttır."
dediği yere bakabilirsin. Çünkü oradaki izahatın sana burada faydası vardır. Bu
izahtan anlaşılır ki Sa'diyye hâşiyelerindeki:
Ben derim ki:
Satılan mala veya bulunduğu yere işarette bulunmak cevazın şartıdır, ifadesî
bahusus buna bilittifak kaydını eklemek söz götürür." cümlesi itibardan
sakıttır. Düşünmelidir! Çünkü İşaretin daima şort olmadığını biliyorsun. O başka
bir tarif olmadığı zaman meçhûllüğü artodan kaldırmak İçin
muteberdir.
"Ehizâde'nin
hâşiyesinde:" Murad Sadru'ş-Şeria üzerine yazdığı hâşiyedir. Minah sahibi diyor
ki: "Ehizâde'nin hâşiyesinde bu bahis zikredildikten sonra şöyle denilmiştir:
Ulemamızın çoğunluğuna göre cevabın mutlak verilmesi câiz olduğunu gösterir ki,
esah olan da budur. Bazıları sahih olmadığını söylemişler ve bunu
sahihleşmişlerdir. Câmıu'l-Fûsuleyn'in üçüncü faslındaki şu ifade bunu te'yid
eder: Satılan malın hazırlanmış olarak oraya bulunması ve teslim edilebilir
olması şarttır. Gerçi Mebsût'ta: Mala veya bulunduğu yere işaret denilmişse de
bu cevazın şartıdır Hatta mala veya yerine işaret etmezse bilittifak caiz olmaz.
İnâye'de bildirildiğine göre Kudûrî şöyle demiştir: Bir kimse görmediği bir şey
satın alırsa satış câizdir. Bunun mânâsı şu cebimdeki elbiseyi sana sattım yahut
şu seçkin cariyeyi sana sattım demektir. Göz önünde olmayan bir aynın yerine
işaret de böyledir. O yerde bu ismi taşıyan başka bir mal yoksa mekân adıyla
belli mal da malûm ise câiz olur. Esrar sahibi demiştir ki: Çünkü sözümüz öyle
bir ayn hakkındadır ki ayn olan bu mal görülmüş olsa satış caiz olur." Minah'ın
ifadesi kısaltılmış olarak burada sona erer.
Gizli değildir ki
bu sözün hâsılı mutlak olan cevabı Mebsût sahibinin ve diğerlerinin sözleri ile
kayıtlamaktır. Nasılki Fethü'l-Kadir'den naklen yukarıda geçmişti Kudûrî'nin adı
geçen ibâresi gibi diğer metinlerin mutlak olan sözleri buna
yorumlanır.
"Malı gördüğü
vakit" sözünden murad onu öğrendiği vakit demektir, Nitekim yukarıda
arzetmiştik.
METİN
Meğerki satıcı o
malı müşterinin evine götürmüş olsun. Bu takdirde müşteri onu görürse artık iade
edemez. Ancak satıcıya iade ederse olur. Eşbâh. Görmezden önce sözle razı olsa
bile iade eder. Çünkü onun muayyen muhayyerliğî nass ile görmeye bağlanmıştır.
Muallâk olan bir şey şartından önce bulunamaz. Görmezden önce satışı fesh ederse
esah kavle göre fesh sahih olur. Bahır. Çünkü satılan malın meçhûl olması sebebi
ile satış yürürlüğe giremez, Binaenaleyh kesin olarak satış vuku
bulmamıştır.
İZAH
"Meğerki satıcı o
malı müşterinin evine götürmüş olsun ilh..." Ba-
hır'da
Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen şöyle denilmiştir: "Bir kimse bir mal satın alır da
satıcı o malı müşterinin evine götürürse, müşteri onu gördüğü takdirde iade
edemez. Çünkü iade ederse mal taşınmaya muhtaçtır. Binaenaleyh müşterinin elinde
kusurlanmış mal gibi olur. Kusur veya şart yahut görme muhayyerliği ile malı
iade masrafı müşteriye aiddir. Bir şey satın alır da onu bir yere götürürse
akdin yapıldığı yere iade ettiği takdirde kusur veya görme muhayyerliği ile iade
edebilir. Aksi takdirde iade edemez." Bu sözün zâhiri gösteriyor ki, malı
müşteri götürdüğü vakit iade etmek İsterse ancak akdin yapıldığı yere götürmesi
şartı ne iade edebilir. Satıcının malı götürmesi bunun hilâfınadır. Bu şârihin
Eşbâh'tan naklettiğine muhaliftir. öyle görülüyor ki fark yoktur. Bahır
sahibinin "Çünkü iade ederse ilh..." sözü zahir değildir. Çünkü ondan sonra iade
masrafı müşteriye iddir demesi buna münasip değildir. Sonra gördüm ki Nuru'l-Ayn
sahibi adı geçen ta'lile benim söylediğim şekilde itiraz etmiştîr. Sonra
Fûsuleyn'in sözünden anlaşılan şudur: Satıcının malı müşterinin evine götürürken
harcadığı para müşteri o malı akdin yapıldığı yere iade etmek şartı ile
müşteriye lâzım gelmez. Çükü satıcı harcadığını teberru etmiş olur. Zira ona
vâcib olan akdin yapıldığı yerde malı teslim etmektir. Malı götürmesivâcib
değildir. Bununla fetva hadisesi olan bir meseleye cevap verilmiş olur. Mesele
şudur: Bir kimse görmeden demir satın alır da satıcının onu evine götürmesini
şart koşarsa sonra demiri görüp beğenmediği ve satışı görme muhayyerliği ile
yahut mezkûr şart sebebi ile akid fâsid olduğu için bozmak istediği takdirde
cevap şudur: O demiri iade için satıcının beldesine götürmesi lâzımdır. Velevki
iadesi fesad sebebi ile olsun. Zira yine Câmiu'l-Fûsuleyn' de açıklandığına göre
fâsid satışla iade edilen malın masrafı fesihten sonra teslim olana
aiddir.
"Görmezden önce
sözle razı olsa bile" cümlesindeki sözle kaydı şundandır: Çünkü fiilen kabul
ederse. meselâ; o malda tasarrufta bulunursa muhayyerliği kalmaz. Nitekim Mecma
şerhinden naklen Şürunbulâliyye'de beyan edilmiştir.
"Çünkü onun
muhayyerliği nass ile görmeye başlanmıştır," Nassdan murad : "Bir kimse
görmediği bir şey satın alırsa, gördüğü vakit muhayyer olur. İsterse, alır
isterse terkeder." hadîsidir. Dürer sahibi diyor ki:
"Buna şöyle itiraz
edilebilir: Bu şartın mefhumu ile istidlâldir. Biz buna kail
değiliz."
Ben derim ki: Bunun
cevabı şudur: Akidde asıl olan geçerliliktir. Muhayyerlik ancak delili varsa
sabit olur. Nass sadece gördüğü vakit muhayyerliği isbat etmiştir. Oradan ötesi
aslı üzere kalır. Şu halde hüküm bu şartın mefhumu ile değil aslın delili ile
sâbittir. Şârihin : "Şart bulunmazdan Önce muallâk mevcud olamaz." sözünün
mânâsı da budur. Fetih sahibi diyor ki: "Şarta muallâk olan bir şey o şart
bulunmazdan önce yok demektir. Sabit olmadan bir şeyin ıskatı tahakkuk edemez."
Yani muhayyerlik görmeye bağlı bırakılmışsa görmeden önce yok demektir.
Binaenaleyh rıza ile iskatı sahih değildir.
"Satış yürürlüğe
giremez." ifadesi fesihle cevaz verme arasındaki farkın beyanıdır. Çünkü
görmeden cevaz verirse yürürlüğe girmez. Fakat fesih girer. Halbuki yukarıda
geçen hadîste talîk hususunda. ikisi de müsavîdir. Sebebi şudur: Feshin başka
sebebi vardır. O da bu akdin yürürlüğe girmemesidir. Yürürlüğe girmeyen bir şeyi
müşteri fesh edebilir. Cevaz vermenin ise başka bir sebebi yoktur. O yokluğu
üzere kalır. Bunun hâsılı da görmeden önce yürürlüğe girmemesidir. Çünkü satılan
mal meçhûldur. Malı görünce yürürlüğe girmemesi için başka bir sebep meydana
çıkar ki, o da görmektir. Bir müsebbebin bir kaç tane sebebi olmasına bir mâni
yoktur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
Görme muhayyerliği
mutlak olarak sâbittir. Bir müddetle sınırlı değildir. Esah kavil budur. İnâye.
Çünkü ibtal edecek bir şey bulunmadıkça nass mutlaktır. ibtal eden şey mutlak
olarak şart muhayyerliğidir. Gördükten sonra ise rıza ifade eden şeydir.
Görmeden önce rıza ifade etmez. Dürer. Binaenaleyh şufa ile alır, sonra görmekle
iade eder. Burası Dürer'in şart muhayyeriliği babından
alınmıştır.
İZAH
"Esah kavli budur
ilh..." Bazıları gördükten sonra fesih mümkün olacak kadar bir vakitte sınırlı
olduğunu söylemişlerdir. Bu kadar bir imkân bulur da fesih etmezse, muhayyerliği
sakıt olur. Bahır.
"ibtal eden şey
mutlak olarak şart muhayyerliğidir ilh..." Meselâ:Mal elinde İken kusurlanması,
bir kısmını iade etmenin İmkânsızlığı ve köle âzâdı ile ona tabi olan şeyler
gibi feshi kabul etmeyen tasarruf yahut mutlak satış gibi başkasının hakkı
olmayı icab eden tasarruf bu kabîldendir. Mutlak satıştan murad satıcıya
muhayyerlik olmamasıdır. Rehin, gördükten önce ve sonra icare de bu kabîldendir.
Başkasını hakkı olmayı icabeden tasarruf, satıcı muhayyer olmak şartı ile satış
yapmak, pazarlıkta bulunmak, teslim etmeksizin bağışta bulunmak gibi şeylerdir.
Teslimden sonra muhayyerlik bâtıl olur. Teslimden önce bâtıl değildir.
Mülteka.
Câmiu'l-
Fûsuleyn'de şöyle denilmektedir: "Bir kimse muhayyerlikle satış yaparsa onunla
görme muhayyerliği bâtıl olmaz. Yalnız bir rivâyete göre bâtıl olur. Müşterinîn
muhayyerliği ile satarsa bâtıl olur. Kezâ fâsid bir satış yapar da malın bir
kısmı müşterinin elinde helâk olursa muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü görme
muhayyerliği pazarlığın tamamıma mânidir. Helâk veya kusur sebebi ile bir
kısmını iade etmek mümkün olmayınca muhayyerliği bâtıl olur. Malı gördükten
sonra bir kısmını satışa arzeden veya bir kısmına razı oldum derse, muhayyerliği
bâtıl olur. Kusur muhayyerliği de böyledir. Malı görür de onu aracı gönderdiği
kimse kabul ederse hüküm yine budur."
Nuru'l-Ayn'da beyan
edildiğine göre malın bir kısmım satışa arzetmek ittifakî bir mesele değildir.
Çünkü Hâniyye'de: "Malı gördükten sonra bir kısmını satışa arzederse İmam
Muhammed'e göre muhayyerIiği bâtıl olur; Ebû Yusuf'a göre bâtıl olmaz."
denilmiştir.
Ben derim ki:
Hâniyye sahibi daha meşhur olan kavli önce zikreder.
"Mutlak olarak"
sözünden murad görmezden önce ve gördükten sonra demektir. Nitekim bunu
görmüştün.
"Rıza ifade eden
şeydir." Şarih burada Dürer'in ibâresini mânâ itibariyle nakletmiştir. Çünkü
Dürer'in ibâresi şöyledir: "Muhayyerliği başkasının hakkı olmayı icab etmeyen
muhayyerlikle satış, Pazarlık ve gördükten sonra teslim etmeksizin hibe gibi
şeyler ibtal eder. Görmeden testim ibtal etmez. Çünkü bu tesarruflar açık
rızadan öteye geçmezler. Açık rıza İse ancak gördükten sonra muhayyerliği ibtal
eder, ilk tasarruflar ise daha kuvvetlidirler. Çünkü onların bazısı feshi kabul
etmez. Bazısı da başkasının hakkı olmayı icab eder. Artık bunu ibtale hakkı
yoktur." Sonra bilmiş ol ki Kenz sahibi sadece: "Görme muhayyerliği de şart
muhayyerliğinin bâtıl olduğu şeyle bozulur." demekle yetinmiştir. Onun üzerine
kendisine Bahır sahibi malı şüf'a ile almak, satışa arzetmek, satıcının
muhayyerliği şartı ile satmak, icare, kirasız oturtmak ve malı görmeden almaya
razı olmakmeseleleri ile itiraz etmiştir. Çünkü bunlar şart muhayyerliğini ibtal
eder. Fakat görme muhayyerliğini ibtal etmezler. Lâkin doğrusu icare sözünü
ibâreden çıkarmaktır. Çünkü o başkasına hak icab eder. Biliyorsun ki satışa arz
meselesi ihtilâflıdır. Sonra Bahır sahibinin itirazına karşı şârih: "Gördükten
sonra rıza ifade eder, görmezden önce rıza ifade etmez." ifadesi ile ihtirazda
bulunmuştur. Çünkü bu gibi şeyler görmezden önce görme muhayyerliğini ibtal
etmezler. Çünkü görmek rıza ifade eder. Görmezden önce açıkça razı olduğunu
söylemek bu muhayyerliği ibtal etmez. Onun için de şârih:"Gördükten sonra rıza
ifade eder. görmezden önce etmez." demiştir. Lâkin Bahır sahibinin itirazı "0
muhayyerlik şartını mutlak surette ibtal eder." cümlesi üzerinde bâkîdir. Çünkü
bu gibi şeyler muhayyerlik şartını ibtal ederler. Bundan da görmezden önce ve
gördükten sonra bunların görme muhayyerliğini ibtal edeceği vehmi hâsıl olur.
Halbuki görmezden önce ibtal etmezler. Sebebini yukarıda gördün. Şârihin:
"Gördükten sonra ise rıza İfade eden şeydir, görmeden önce rıza ifade etmez."
demesinin bir faydası yoktur. Çünkü şart muhayyerliğini ibtal eden şeylerden
bazıları rıza ifade ederler. Nasılki köle âzâdı, satış ve bunlara benzeyen
tesarruflar böyledir. Onları görmezden önce ve gördükten sonra görme
muhayyerliği bâtıl olur.
TENBiH : Bahır
sahibi satılan malı teslim almayı ve gördükten sonra parasını saymayı da görme
muhayyerliğini ibtal eden şeylerden saymıştır. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi bana:
"Kezâ malı görür de onu aracısı teslim alırsa hüküm yine budur." ifadesini
ziyade etmiştir. Satıcı malı müşterinin evine götürür de müşteri onu görürse,
artık onu iade edemez. Meğerki akdin yapıldığı yere götürerek iade etsin.
Nitekim beyanı yukarıda geçmişdi. Kezâ görmediği bir yeri satın alır da kiraya
verirse, kiracı o yeri ektiği zaman hüküm bu olduğu gibi bir denk elbise satın
alır da birisini giyerse, bütün elbiseler hakkında muhayyerliği bâtıl
olur.
"Binaenaleyh şüf'a
ile alır ilh..." cümlesi "görmeden önce rıza ifade etmez" sözü üzerine tefri
edilmiştir. Yani rıza ifade eden şey malı görmeden önce görme muhayyerliğini
ibtal etmeyince, bir kimse görmeden bir hâne satın alır da onun yanı başında bir
hâne satılırsa, bu ikinci; hâneyi şufa ile alabilir. Birincideki muhayyerliği
bâtıl olmaz. Hatta haneyi görür de beğenmezse görme muhayyerliği ile iade
edebilir.
TENBiH : Şârihin
buradaki ifadeyi Dürer'in muhayyerlik şartı bâbına nisbet etmesi şundandır:
Dürer sahibi bu meseleyi kitabının metninde: Kezâ görmediği bir hânede şüf'a
istemesi de böyledir." ifadesi ile zikretmiş. Görmezden önce muhayyerliği ibtal
edeceğini anlatmıştır. Halbuki doğru değildir.
METİN
Fesh için satıcının
feshi bilmesi şarttır. Bu, aldanma olmasın diyedir. Esah kavle göre görmediği
bir şeyi satan için muhayyerlik yoktur, Ama maksadı bildiren bir yerini görmek
kâfidîr. Bir yığının ve kölenin yüzünü görmek, binek hayvanının yüzünü ve esah
kavle göre sağrısını görmek böyledir.
İZAH
"Aldanma" dan murad
satıcının aldanmasıdır. Müşterinin satın almasına güvenerek malına başka müşteri
aramaz da böylece aldanmış olur. T.
"Görmediği bir şeyi
satan için muhayyerlik yoktur." Meselâ: Bir aynı mirâs olarak alır da satarsa,
muhayyerliği kalmaz. Bunun delili icma-ı sükûtîdir. Dürr-ü Müntekâ. Yani sahâbe
(R.A.) hazeratının huzurlarında böyle hüküm verilmiş; onlardan hiç birinin
muhalefette bulunduğu rivâyet edilmemiştir. Böylece icma-ı sükûtî vâki olmuştur.
Nitekim Fetih'de izahât verilmiştir. îmam-ı Azam'ın sonradan döndüğü kavil de
budur. Bahır'da da böyle denilmiştir. Böylece anlaşılır ki, "esah kavle göre"
demeye lüzum yoktur. Çünkü bu söz, mukabilinin sahih olduğunu îham eder. Halbuki
müçtehidin terk ettiği söz artık onun kavli değildir Çünkü neshedilmiş
hükmündedir.
"Maksadı bildiren
bir yerini görmek kâfidir." Bütününü görmek şart değildir. Çünkü imkânsızdır.
Binaenaleyh maksadı bildiren bir yerini görmekle yetinilir. Hidâye. Maksad;
muhayyerlik sâkıt olmak için satışdan önce bunu görmektir. Zira gördüğünü satın
almıştır. Artık muhayyerliği kalmaz. Murad, görmeden satın alır da sonra
görürse, muhayyerliği kalmaz demek değildir. Nitekim talebeden biri bunu
tevehhüm ederek müşkül saymış: "Görme muhayyerliği vakitte sınırlarmış değildir.
Malı satın aldıktan sonra görürse, muhayyerliği ancak sözle yahut razı olduğunu
gösteren bir fiille sâkıt olur. Şu halde mücerred maksada de,âlet eden bir
yerini görmekle nasıl sâkıt olur?" demiştir. Bunu Nehir sahibi söylemiştir.
Şârih de buna işaret etmektedir. Şübhesiz ki bu sâkıt bir tevehhümdür. Aksi
takdirde satın aldıktan sonra görme muhayyerliğinin sâbit olmaması, ancak satın
aldıktan sonra görmezden önce sâbit olurdu ki, buna kail olan yoktur. Halbuki
yukarıda geçtiği vecihle muhayyerliğin sâbit olması için satın aldıktan sonra
görmek şarttır.
"Bir yığının"
Yüzünü görmekten murad ferdleri arasında fark olmayandır. Fetih sahibi diyor ki:
"Satışda bir çok şeyler dahilse bakılır: ölçülen ve tartılan şeylerde olduğu
gibi ferdleri arasında fark yoksa, muhayyerliğin sukutu için bir tanesini
görmekle yetinilir. Bu nümûne göstermekle bilinir. Meğerki kolan kısmı
gördüğünden daha kötü olsun. O zaman muhayyerliği vardır. Yani görme
muhayyerliği değil, kusur muhayyerliği vardır. Bunu Yenâbi sahibi söylemiştir.
Kâfî sahibi ta'lilini yaparak: "O kimse ancak gördüğü sıfatta olmasına rıza
göstermiştir. Başkasına razı değildir." demiştir. Bu, görme muhayyerliğini ifade
eder. Musannıfın yani Hidâye sahibinin sözünün muktezası da
budur.
Tahkîk şudur: Kalan
kısmın farkı kusur derecesine varırsa, bu kusur muhayyerliğidir. Kusurlu
denilecek dereceye varmazsa görme muhayyerliğiolur. Bazen bunların ikisi de bir
yerde bulunurlar. Meselâ; görmediği bir şeyi satın alır da teslim almazsa ve
satıcı bir kusurunu söylediğinde hemen malı ona gösterirse her ikisi mevcuddur.
Bahır sahibi bunu tasdik etmiştir.
Hâsılı : Kalan
kısmın gördüğünden daha kötü ise bir kısmını görmek kâfi gelmez. Yani bununla
mutlak surette muhayyerlik sâkıt olmaz. Bununla ancak görme muhayyerliği sukut
eder. Yenâbî'in ifadesine göre kusur muhayyerliği bakîdir. Kâfî'nin ifadesine
göre ise görme muhayyerliği bakidir Tahkîk tafsilâta gitmektir. Şöyle ki; kalan
kısım kusurlu ise her iki muhayyerlik bâkîdir. Aksi takdirde yalnız görme
muhayyerliği sabit olur. Bu izahâtla Nehir'in sözü sakıt olur. Nehir sahibi
şunları söylemiştir: "Bence tahkîk Kâfî'nin sözüdür. Çünkü bu görme kâfi değilse
görme muhayyerliğini ıskat eden nedir ki ondan kusur muhay- yerliğine intikal
etmiştir?" Bu Yenâbî sahibine itirazdır.
Cevab şudur:
Görmek, görme muhayyerliğini ıskat etmiştir. O ancak satışın yürürlüğe girmesi
için kâfi değildir. Çünkü onunla birlikte kusur muhayyerliği bakîdir. Nitekim
Yenûbî'in sözünü bu vecihle İzah etmiştik. Tahkîkın kimin sözü olduğunu gördün.
Bundan sonra Fetih sahibi şunları söylemiştir: "Sonra bir kısmını görmekle
muhayyerliğin sukutu mal bir kapta olduğu zamandır. Birden fazla kaplarda
olursa, bazılarına göre hüküm yine budur. Birtakımları mutlaka her kabı görmenîn
lâzım geldiğini söylemişlerdir. Sahih olan birincisidir. Çünkü bir kısmını
görmek kalanın halini bildirir. Bu öteki kaptakinin de bunun gibi yahut daha iyi
olduğu anlaşıldığına göredir. Daha kötü olduğu anlaşılırsa muhayyerliği
bâkîdir.
TENBİH :
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi şunları söylemiştir: "Müşteri; kalan kısmı bu sıfatta
çıkmadı der; satıcı ise o sıfatta olduğunu söylerse söz satıcının olur;
müşteriye beyyine düşer." Bu ifadenin bir misli de Hâniyye'dedir. Şübhesiz bu
gördüğü nümune helâk olup müşteri kalan kısmın nümuneye uymadığını iddia ettiği
zamandır. Numune mevcud ise bilirkişiye gösterilir; bu suretle hal anlaşılır.
Lâkin bir şey kalır ki, o da şudur: Bu mal orada olup bir kese veya benzeri bir
şeyle örtülü olduğuna göre zâhirdir. Mal gaibte olup satıcı nümunesini
getirirse, helâk olduğu zaman kalanını getirdiği takdirde, müşteri bu malın
nümunede gördüğü sıfatta olmadığını iddia ederse, söz müşterinin olması gerekir.
Çünkü o zımnen malın o olduğunu inkâr etmektedir. Nümunenin mevcud olması bunun
hilâfınadır. Çünkü malın o olduğuna iki taraf ittifak etmektedir. ihtilâf sadece
sıfattadır. Bu suretle anlaşılır ki, Remlî'nin Fûsuleyn hâşiyelerinde
bahsettiği: "Nümune helâk olursa söz müşterinindir. Zira zımnen kalanın satılan
mal olduğunu inkâr etmektedir." sözü dediğimle gibi malın gaibte olması haline
yorumlanır. Aksi takdirde sarahaten nakledilen buna
muhaliftir.
"Kölenin yüzünü"
veya ekserisini görmek kâfidir. Nitekim Sirâc'da da böyle denilmiştir. Çünkü
köle ve cariyelerde sair uzuvlar yüze tâbidir. Onun için bütün uzuvları müsavî
olmakla beraber yüzünün farklı olduğu farz edilirse kıymet değişir. Musannıfın
sözünden anlaşıldığına, göre yüzünden başka uzuvlarına bakarsa muhayyerliği
sakıt olmaz. Sirâc sahibi de bunu açıklamıştır. Nehir. Bize göre avuçlarını,
dilini, dişlerini ve saçını görmek şart değildir. Bahır.
'Binek hayvanı"
Sözü et için satılan koyun, cariye, sağmal inek ve deve gibi şeylerden ihtiraz
içindir. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir. Bunların hükümleri ileride
gelecektir,
"Sağrısını görmek
böyledir." demesinden anlaşılıyor ki bacaklarını görmek şart değildir. Sahih
olan da budur. Nehir.
"Esah" dediği kavli
İmam Ebû Yusuf'a aiddir. İmam Muhammed yüzünü görmekle
yetinmiştir.
METİN
Dürülü elbisenin
dışını ve hânenin içini görmek de kâfidir. İmam Züfer elbiseyi mutlaka yaymak
lâzımdır demiştir ki, muhtar olan kavil de budur. Nitekim muteber kitabların
ekserisinde bildirilmiştir. Bunu musannıf söylemiştir. Züfer'e göre hanedeki
evlerin içlerini görmek de mutlaka lâzımdır. Sahih olan kavil budur. Fetva da
buna göredir. Cevhere. Ama bu delil ihtilâfı değil zamanın değişmesi
icabıdır.
İZAH
"Dürülü elbisenin
dışını ilh..." demesi görünen kısım dürülü olanı bildirdiği içindir. Açılması
şart kılınırsa elbisesinin kırılması ve güzelliğinin eksilmesi sebebi ile satıcı
zarar göreceği içindir. Bununla elbisenin kıymeti eksilir. Meğerki elbisenin iki
yüzü başka başka olsun. O zaman ikisini de görmek gerekir. Yahut dürmekten
maksadı çizgilerini göstermek olsun, Bazıları bunun o zaman örfüne göre olduğunu
söylemişlerdir. Bizim örfümüze göre elbisenin içini görmedikçe muhayyerliği
sâkıt olmaz. Çünkü elbiselerde astarla yüzün başka başka olması istikrarlı bir
adet haline gelmiştir. İmam Züfer'in kavli de budur. Mebsût'da cevabın Züfer
kavline göre verileceği kaydedilmiştir. Fetih ve Bahır.
Ben derim ki: Son
ta'Iile göre değişik değilse muhayyerlik sâkıt olur. Meğerki astarının yüzünden
daha kötü olduğu meydana çıksın. Bu takdirde yukarda geçtiği vechile
muhayyerdir. Şimdi bir şey kalırki buna tenbihte bulunan kimse görmedim. O da
şudur: Satılan mal müteaddid elbiseler olup bir cinsten ve her biri âdeten bir
fiyata satılırsa bana öyle gelir ki o elbiselerden bir tanesini görmek kâfidir.
Meğerki kalanların daha kötü olduğu anlaşılsın. Çünkü bunlar tüccar âdetince
nümune ile satılırlar. Elbiseler muhtelif renklerde olursa alıcılar bir
tanesinin rengine bakarlar. Hatta her renkten parmak kadar bir parça keserek
parçadan bir kağıda yapıştırırlar. Böylece bu kâğıdı görmekle bütün elbiselerin
hali anlaşılır. Elbisenin uzunluğu ve genişliği de malûm olur. Bütün elbiseler
görülenin halinde olup aralarında değişiklik bulunmazsa, görme muhayyerliğinin
sâkıt olması gerekir. Çünkü o zaman elbiseler ceviz ve yumurta gibi büyüklükleri
bir birine yakın sayı ile satılan şeyler mesabesinde olur. Çünkü şübhesiz iki
ceviz arasında bazen fark bulunur. Fakat bu azdır. Fiyatı eksiltmez. Elbiselerin
bir nev'i bu şekilde olup fiyatı eksiltecek derecede aralarında farkbulunmazsa
onları da burun gibidir. Bilhassa erişi bir olursa Hidâye ve diğer kitablardaki:
"Maksadı bildirecek bir şeyini görmekle yetinilir." ifadesine dahil
olur.
Zeylaî'de şöyle
denilmiştir: "Satılan şey kile ve tartı ile satılanlarda olduğu gibi fertleri
arasında değişiklik bulunmazsa, onun bilinmesi nümune göstermekle olur ve birini
görmekle yetinilir. Çünkü bir cinsten olan şeylerde birini görmekle yetinmek
adet olmuştur. Bir de birini görmekle diğerleri hakkında bilgi edinilmiş olur.
Meğerki kalanlar daha kötü olsunlar. O zaman alıcı onunla gördüğü arasında
muhayyer olur. Fertleri birbirinden farklı olursa bunlar elbise. hayvan ve köle
gibi nümune ile satılmayan şeylerdir ki, fertlerinin her birini aynı aynı görmek
gerekir. Çünkü birini görmekle kalanlar hakkında bilgi edinilmez. Ferdleri
birbirinden farklıdır" Yani köle ile köle ve elbise iie elbise arasındaki fark
büyüktür. Lâkin fark hususunda esas ferdleri ve genişliği arasında değişiklik
bulunup bulunmaması kabul edilmiştir. Binaenaleyh bir neviden olan bir elbisenin
ferdleri değişik değilse ve söylediğimiz vecihle nümunesini göstermek suretiyle
satılırsa, o ölçü ve tartı ile satılanlar hükmündedir. Hidâye'de bildirildiğine
göre arşınla satılan şeylerde selem câizdir. Çünkü arşının, sıfatını ve
işçiliğini söylemekle bunların zaptı mümkündür. Hayvanda mümkün değildir. Zira
batinî birtakım mâniler îtibariyle maliyette iki hayvan arasında büyük fark
vardır. Bu ise kavgaya vardırır. Elbiseler böyle değildir. Onlar kul yapısıdır.
Bir şekilde dokunan iki elbise arasında pek az fark bulunur. öyle ki âdeten
itibara alınmaz. Kavgaya da müncer olmaz. Kıyas hilâfına câiz olan selemde bile
ulema azıcık farkı itibara almamışlardır. Kıyasa muhâlif olması mevcud olmayan
bir şeyi satmak mânâsına geldiğindendir. Burada da ayni şeyi söylemek gerekir.
Onun içindir ki sahih kavle göre ferdleri birbirine yakın olup adedle satılan
şeylerde bazısını görmekle yetinilmiştir. Kerhî buna muhâliftir. İnceleme
neticesi bana zâhir olan budur.
"Muhtar olan kavil
de budur." Yani Züfer'in kavlidir. Nehir'de şöyle denilmiştir: "Bunun İmam
Züfer'in kavli olduğu söylenir ki, sahih olan kavil budur. Fetva da buna
göredir. Üç imamımız evlerin dışını görmekle yetinmişlerdir. Esah olan kavle
göre içini görmek de öyledir. Bu halkın o zamanlar Kûfe veya Bağdad'daki
âdetlerine göredir. Çünkü onların zamanında evlerde değişiklik sadece büyüklük
ve küçüklükte ve yeni olup olmamasında aranırdı. Bizim memleketimizde ise evler
birbirinden farklıdır. şârih Zeylaî'nin bildirdiğine göre evler kışlık, yazlık,
alt ve üst kat, mutfak, kiler ve terasları itibariyle değişiktir. Binaenaleyh en
zâhir kavle göre bunların hepsini görmek lâzımdır. Fetih'te Mısır, Şam ve Irak
diyarında muteber olan budur diye kaydedilmiştir. Bundan anlaşılır ki, kitabdaki
Züfer'in kavlidir sözü bazılarının zannettiği gibi yerine düşmemiştir. Çünkü
Züfer'de imamın zamanında idi. Fakat binanın dışını görmekle yetinmemiştir.
Binaenaleyh onun mezhebine göre mutlak surette dışını görmekle yetinilmez."
Nehir sahibinin sözü burada biter.
Hülasası şudur: Üç
imamımız evlerin dışını ve hânenin içini görmekIe yetinmişlerdir. Çünkü onların
zamanında evler orasında fark yoktu. Züfer de onların zamanında yetişmiştir.
Fakat kendilerine muhalefet etmiştir. Bundan anlaşılır ki Züfer evler arasında
fark olmasa bile içlerini görmenin şart olduğunu söylemiştir. Bu ulemanın sahih
kabul ettikleri:"Evler birbirinden farklı olduğu için bizim memleketimizde
içlerini görmek şarttır. sözüne aykırıdır. Binaenaleyh asır ve zaman
ihtilâfıdır. Züfer'in muhalefeti ise asır ve zaman ihtilâfı değil huccet ve
bürhan ihtilâfıdır.
METİN
Bağ ve bahçe de
bunun gibidir. Et İçin alınan koyunu yoklamak kâfidir. Damızlık için alınan
koyunun ise bütün vücudunu görmek hatta memelerine bakmak lâzımdır. Sağmal inek
ve devenin dahi memelerine bakılır. Cevhere. Tadı olan bir şeyi tadmak, kokusu
olanı koklamak kâfidir. Hanenin dışını ve avlusunun içini görmek kâfi değildir.
Yukarıda geçtiği vecihle müftâbih kavil budur. Şişe İçindeki yağı görmek de kâfi
değildir. Çünkü arada hail vardır. Malı teslim almağa vekil olan kimse ile satın
almağa vekil olan kimsenin görmeleri kâfidir. Müşterinin arıcısının görmesi kâfi
değildir. Beyanı Dürer'dedir.
İZAH
"Bağ ve bahçe de
bunun gibidir ilh..." Yani bahçenin içini dışını mutlaka görmek tâzım olduğu
gibi bağın da her nevi üzümünden bir kısmını, nar bahçesinde narların tatlı ve
ekşi olanlarını, ağaç üzerindeki meyvaların hepsini görmek gerekir. Yere düşen
meyvalar bunun hilâfınadır. Bahır. Bahır'da satışa tâbi olarak dahil olan şeyler
faslında bildirildiğine göre bir kimse ağaçların üzerindeki meyvaları satın alır
da her ağaçtaki meyvanın bir kısmını görürse kendisi için görme muhayyerliği
sâbit olur. Ama bu söz bağ hakkında söylediklerine aykırıdır. Her halde ağacı
meyvası ile satın alanla sadece meyvayı satın alan arasında fark görmüş
olacaktır. Birincide her neviden bir kısmını görmek
kâfidir.
"Hatta memelerine
bakmak lâzımdır." Bahır sahibi bu sözü Zahiriyye'ye nisbet ettikten sonra şöyle
demiştir: "Bu bellenmelidir. Çünkü bazı İbârelerde sadece memesini görmek
yetecekmiş zannını veren sözler vardır." Lâkin Nehir'de: "Zâhire göre yalnız
bununla yetinse kâfi gelir. Nitekim bir çok ulema bunu kesinlikle
söylemişlerdir." denilmektedir.
"Tadı olan bir şeyi
tadmak..." Askeriye bandosunda âletin sesini işitmek mutlaka lâzımdır. Çünkü bir
şeyi bilmek onun âletini kullanmakla olur. Onu kullanıncaya kadar muhayyerliği
sâkıt olmaz. Zeylaî.
"Çünkü orada hail
vardır " O kimse yağın hakikatını görmemiştir. Tûhfe'de bildirildiğine göre bir
kimse aynaya bakar da satılan malı görürse ulema o kimsenin muhayyerliği sâkıt
olmadığını söylemişlerdir. Çünkü malın aynını değil misâlini görmüştür. Suda
balık satın alır da avlamadan tutmasımümkün olursa, bu balığı suda görmekle
bazılarına göre muhayyerliği sâkıt olur. Çünkü malın aynını görmüştür. Bazıları
muhayyerliğinin sakıt olmadığını söylemişlerdir. Zira suda balık olduğu gibi
görülmez. Olduğundan daha büyük görülür. Binaenaleyh bu görmek malı bildirmiş
sayılmaz. Bahır.
"Malı teslim almağa
vekil olan kimse ile satın almağa vekil olan kimsenin görmeleri kâtidir." Böyle
bir vekil ile müvekkilinin muhayyerlikleri yoktur. Ama bu muayyen olmayan bir
şey satın aldığına göredir. Muayyen olan bir şey satın alırsa, vekilin görme
muhayyerliği yoktur. Fakat müvekkilinin gördüğü bir şeyi satın alır da vekil onu
bilmezse muhayyerliği vardır. Nitekim CâmIu'l-Fûsuleyn'de beyan edilmiştir.
Musannıf bununla kasden görmeye vekil olandan ihtiraz etmiştir. Böyle bir vekile
müvekkili; beğenirsen al derse sahih olmaz. Onun görmesi müvekkilinin görmesi
gibi değildir. Câmiu'l-Fûsuleyn.
Bahır sahibi diyor
ki: "Çünkü görmek mübah olan şeylerdendir. Tevkile bağlı değildir. Meğerki fesih
ve cevaz meselesini ona havale etmiş olsun. Zira Muhît'te bildirildiğine göre
bir kimse satın aldığı bir şeyi görmek İçin birini vekil eder de vekil onu
görmezse, razı olduğu takdirde akid yürürlüğe gîrer. Razı olmazsa fesheder. Bu
sahihtir. Çünkü bakıp görmeyi ona havale etmiştir. Onun için sahih olur. Nitekim
muhayyerlik şartı ile yapılan satışta fesih ve icazeyi ona havale etse hüküm
budur." Nehir sahibi şöyle demiştir: "Bahır sahibinin sözü gösteriyor ki,
kendisine vekâlet vermeden görmesinin tesiri yoktur. Binaenaleyh onunla
muhayyerlik sâkıt olmaz. Nitekim Fetih ve diğer kitablarda beyan
edilmiştir.
"Müşterinin
aracısının görmesi kâfi değildir." Aracı ister teslim almaya, ister satın almaya
memur olsun fark etmez. Zeylaî.
"Beyanı
Dürer'dedir." Dürer sahibi şöyle demiştir: "BiImelisinki burada satın olmaya
vekil, teslim almaya vekil ve aracı vardır. Satın almaya tevkil filân şeyi satın
almak için benim vekilim ol demekle olur. Teslim almaya tevkilin sureti ise;
benim görüp satın aldığım malı teslim almak için vekilim ol demektir. Aracılığın
sureti de: Filân malı teslim almak için tarafımdan oracı ol demektir. Birinci
vekilin görmesi ile bilittifak muhayyerlik Sakıt olur. İkincinin görmesi ile
bakarak teslim aldığı zaman İmam-ı Azam'a göre muhayyerlik sakıt olur. O zaman
ne vekilin ne de müvekkilin o malı dönmeye hakkı yoktur. Ancak kusur sebebi iIe
dönebilir. Ama malı örtülü olarak teslim alır da sonra görürse muhayyerliğini
iskat ettiği takdirde muhayyerlik sâkıt olmaz. Çünkü örtülü olarak feslim alınca
noksan tesellümle vekâlet sona erer. Artık kasden onu ıskata hakkı yoktur. Çünkü
yabancı olmuştur. Teslim almak İçin bir aracı gönderir de malı gördükten sonra
teslim alırsa, müşterinin o mali geri çevirmeye hakkı vardır. İmameyn'e göre
teslim almaya vekil olanla aracı müsavîdir. Bunların malı gördükten sonra teslim
almaları ile müşterinin muhayyerliği Sakıt olmaz." H.
Şürunbulâliyye
sahibi diyor ki: "Bu söz götürür. Çünkü bu halde hilâf yoktur. Hilâf ancak
teslim almaya vekil olan kimsenin teslim alırken görmesi hususundadır. Teslim
almazdan önceki ve sonraki hakkında değildir. Nitekim Tebyîn'de bildirilmiştir."
T.
TENBİH : Bahır'da
Fevaid'den nakledildiğine göre aracılığın sureti malı teslim almak hususunda
benim aracım ol. Yahut sana onu teslim almayı emrettim. Yahut seni teslim almaya
aracı gönderdim demesidir. Yahut filâna söyle, malı sana teslim etsin der.
Bazılarına göre emir meselesinde aracı ile vekil arasında fark yoktur. Malı
teslim al der. Muhayyerlik de sakıt olmaz. Bahır'da vekâlet bahsinde Bedâyı'dan
naklen şöyle denilmiştir: "Müvekkil tarafından yapılan icab seni filân şeye
vekil ettim demekle olur. Yahut şöyle yap veya şöyle yapman hususunda sana izin
verdim gibi bir şey söyler." Bu emirle iznin tevkil olduğunu acık gösterir.
Lâkin orada Valvalciyye'den naklen emir memurunun amir yerine tuttuğuna delâlet
ederse, tevkil sayılacağını gösteren sözler söylemiştir. Bunun İzahı inşaallah o
bahiste gelecektir. Bu bahiste Tenkîhu'l-Hâmidiyye nam eserde bundan bir parça
bahsettim. Ona müracaat edebilirsin.
METİN
Körün yaptığı akid
sahihtir. Velevki başkası için yapsın. O gözü gören gibidir. Yalnız on iki
meselede ondan ayrılır ki, bunlar Eşbâh'da beyan edilmiştir. Satılan malı
yoklamak, koklamak ve tatmakla -bunlarla bilinen yerlerde- muhayyerliği sâkıt
olur. Akar, ağaç ve kölede kezâ yoklamak, koklamak ve tatmakla bilinmeyen
şeylerde -Haddâdî- tavsif veya vekilinin görmesiyle muhayyerlik sâkıt olur.
Bundan sonra görürse muhayyerliği yoktur. Bunların hepsi yani zikredilen şeyler
meselâ körün koklaması, gözü görenin yığını görmesi ve benzerleri, malın
satışdan önce mevcud olduğuna göredir. Nehir. Satın aldıktan sonra ise
zikredilen şeylerde kendisi için muhayyerlik sâbît olur. Yoksa bunlar
muhayyerliği ıskat etmezler. Nitekim bazıları bu meselede yanılmışlardır. Sahih
kavle göre muhayyerliği ömrü boyunca devam eder. Elverir ki kendisinden rızaya
delâlet eden bir söz veya fiil sadır olmasını. Yahut bundan sonra mal elinde
iken kusurlanmasın veya helâk olmasın. Velevki görmezden önce olsun. Çiftçiye
görmezden önce izin verir. O da tarlayı ekerse muhayyerliği bâtıl olur. Çünkü
onun emri ile yapması kendi fiili gibidir. Aynî. Bir misk göbeği satın olarak
içindeki miski çıkarırsa onu ne görme muhayyerliği ne de kusur muhayyerliği ile
iade edemez. Çünkü çıkarma fiili ona zahirde bir kusur getirir. Nehir. Bir kimse
iki elbiseden birini görerek ikisini de satın alırsa, sonra ötekini gördükte
dilerse. ikisini birden iade edebilir. Yalnız ikinciyi iade edemez. Zira
Pazarlığı ayırmış olur.
İZAH
"Velev başkası için
ilh..." Yani vasi veya vekil olarak akdi başkası için
yapsın.
"Onikî meselede
ondan ayrılır ilh..." Eşbâh'da şöyle denilmiştir Gözü görmeyen kimse gören
gibidir. Yalnız bir kaç meselede ondan ayrılır ki, bazılarışunlardır: Köre
cihâd, cuma namazı, cemaat ve hac yoktur. Velevki kendisini yedecek biri
bulunsun. Mu'temed kavle göre şâhidliği mutlak surette sahih değildir. Ondan
hâkim ve devlet başkanı da olamaz. Gözü çıkarılırsa diyeti yoktur. Yalnız
hakemin hükmü vâcibtir. İmamlığı da mekrûhdur. Meğerki cemaatın en âlimi olsun.
Keffaret namına âzâd edilmesi de doğru değildir. Hayvan kesmesi, av, çocuk
bakıcılığı ve satın aldığını tavsif sureti ile görmesinin hükmü ne olacağını
görmedim. Ama hayvan kesmesi olmak gerekir.
Çocuk bakıcılığına
gelince: Çocuğu muhafazaya imkan bulursa bu işe ehildir. Aksi takdirde caiz
değildir. Vakfa nazır ve vasi olabilir.. "Şâhidliği mutlak surette sahih
değildir, ifadesinden murad, velevki işitmekle şâhidlik câiz olan yerlerde
olsun. demektir. Ne olacağını görmedim, dediği yerde Bahır'ın ibâresi şöyledir:
"Hayvan kesmesi mekrûhtur. Ana avının, silâh kullanmasının ve kıble hakkında
ictihadda bulunmasının hükmünü görmedim." Nazır ve vasî olabilir sözü
müstesnalardan değildir. Çünkü bunlarda görenle birdir.
"Bunlarla bilinen
yerlerde ilh..." ifadesi yoklama ve benzeri bir fi'li satın almazdan önce
yaptığına yorumlanır. Ama yoklamadan satın alırda sonra yoklarsa muhayyerliği
sâkıt olmaz. Bilâkis bütün rivâyetlerin ittifakı ile sâbittir ve sahih kavle
göre rızaya delâlet eden bir söz veya fi'li görülünceye kadar devam eder. Bunu
Zeylaî'den naklen Şürunbulâlî söylemiştir.
"Kezâ yoklamak,
koklamak ve tatmakla bilinmeyen şeylerde ilh..." İFadesinin zâhirine bakılırsa,
yoklamak ve benzeri bir şeyle bilinenlerde tavsif kâfi değildir. Aksi de
böyledir. Bir de tavsifle yoklamanın ikisi bir yerde bulunmak şart değildir.
Lâkin Mirâc'da Ebû Yusuf'dan rivâyet olunduğuna göre akardan başkasında vasıf
muteberdir. Belh uleması: "Duvarlara ve ağaçlara dokunur." demişlerdir. İmam
Muhammed'den bir rivâyete göre dokunmak elbise ve buğdayda da muteberdir. Mirâc
sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: "Hâsılı satılan malın sıfatı ne ile
bilinirse muteber olan odur. O zaman bu rivâyetler mânâ cihetinden muhtelif
değillerdir. Çünkü gözü görmeyen kimse için muhayyerlik sâbittir;o satılan malın
sıfatlarını bilmez, Bu ne suretle olursa olsun ortadan kalkınca muhayyerliği
sâkıt olur."
T E N B İ H :
Bahır'da Bedayı'dan naklen bildirildiğine göre gözü görmeyen bir kimseye
tavsifde malın ona vasfedildiği gibi çıkması lazımdır ki, onun hakkında görmek
mesabesinde olsun.
"Veya vekilinin
görmesi ile" Yani satın almaya veya tesellüme vekil olanın görmesi ile demek
istiyor; görmeye vekil demek istemiyor. Meğerki böyle bir vekile fesih ve icaze
havale edilmiş olsun. Nitekim yukarıda geçmişti.
"Bundan sonra
görürse muhayyerliği yoktur." Çünkü muhayyerliği sâkıt olmuştur. Artık ancak
yeni bir sebeble geri döner. Gözü gören bir kimse satın alır da sonra görmez
olursa, muhayyerlik vasfı intikal eder. Bahır,
"Ne de kusur
muhayyerliği ile iade edemez." Nehir'de bu cümle yoktur. Onu Bahır sahibi
Valvalciyye'den nakletmiştir. Hamevî'nin şerhinde zikrettiği: "Miski çıkardıktan
sonra onu kokusu kesilmiş bulursa, zahire göre kusur muhayyerliği ile döner."
ifadesi sâkıt olur. Çünkü bu söz naklî delile hatta aklî delille de aykırıdır.
Zira yeni bir kusur meydana geldiğinde dönmek nasıl caiz
olabilir!"
"Zahirde bir kusur
getirir" Hatta getirmezse o malı hem kusur muhayyerliği hem de görme
muhayyerliği ile dönebilir. Bahır.
"Pazarlığı ayırmış
olur." Bu cümlenin izahı gelecektir. Bundan şu çıkarılmıştır: Her ikisini görür
de birine razı olursa diğerini dönemez. Bahır.
METİN
Şayed gördüğü anda
satın almak isteyerek gördüğünü satın alır;ve alırken bunun deminki gördüğü
olduğunu bilirse muhayyerliği sakıt olur. Meğerki değişsin. Bu takdirde muhayyer
olur. Gördüğü bu olduğunu bilemezse muhayyer olur. Zira rızası yoktur. Dürer.
Satın almamak kasdı ile görür de sonra satın alırsa, bazılarına göre muhayyerlik
hakkı vardır. Zahîriyye. Bunun vechi zâhirdir. Çünkü faydalı bir şekilde
düşünmez.
Musannıf diyor ki:
"Anlattığı mânânın kuvvetinden dolayı biz bu kavle itimad ettik." Bir kimse bir
kaç elbise görür de satıcı bunlardan bazılarını kaldırdıktan sonra kalanları
satın alırsa, fakat kalanları bilmezse. muhayyerlik hakkı vardır. Kezâ iki
elbise çıkılanmış halde bulunurlar, fiyatları da başka başka olursa hüküm yine
budur. Çünkü daha kötü olan daha pahalı olabilir. Elbiselerin her biri on
dirheme satılacağını söylerse, muhayyerliği kalmaz. Zira fiyat bir olunca her
iki elbise vasıfta müsavî demektir. Bahır. Elbiselerî değiştirip
değiştirmediğinde ihtilâf ederlerse söz satıcınındır. Bu, müddet yakın olduğuna
göredir. Müddet uzaksa zahirle amel etmiş olmak için söz müşterinin olur.
Zahîriyye'de bir av ve fazlasının uzak sayıldığı
bildirilmiştir.
Fetih'de: "Hayvan
ve köle gibi mallarda bir ay az sayılır." denilmiştir. Nasıl ki görmenin aslında
ihtilâf ederlerse söz yemini ile birlikte müşterinindir. Çünkü o görmeyi înkâr
etmektedir. Kezâ satıcı kesin olarak satılan bir malda yahut şart muhayyerliği
veya görme muhayyerliği ile satılanda geri çevirilenin o mal olduğunu inkâr
ederse söz müşterinin olur. Eğer bunda kusur muhayyerliği varsa söz
satıcınındır.Fark şudur:Birincide feshi yalnız müşteri yapar, ötekinde öyle
değildir.
İZAH
"Gördüğü anda satın
almak isteyerek" satın alırsa, hüküm musannıfın dediği gibidir. Fakat evvela
satın almak ister de sonra görür ve o anda satın almayı kasdetmezse, sonra satın
aldığı takdirde zikredilen illetten dolayı kendisine muhayyerlik sâbit olur.
T.
"Gördüğü bu
olduğunu bilmezse ilh..." Meselâ: Bir cariye görür de sonra peçeli bir cariye
satın alır ve gördüğü bu mu idi değil mi idi bilmezse, gördüğü çıktığı takdirde
muhayyerliği vardır. Çünkü razı olmuştur hükmünü verdirecek bir şey yoktur.
Yahut bir elbise görür de sonra o elbise başka bir elbise içine çıkılanarak
satılır, bu da o olduğunu bilmeyerek satın alırsa, hüküm yine budur.
Fetih.
"Musannıf diyor ki
ilh..." Burada Hayreddin Remlî şunları söylemiştir: "Bu zâhir rivâyetin
hilâfınadır. Câmiu'l-FûsuIeyn'de dahî bu (denilmiştir) sîgası ile
zikredilmiştir; ki bu sîga zayıflık bildirir. O halde musannıf nasıl oluyor da
yazdığı metinde buna itimad ediyor? Halbuki metinler mezhebin sahih kavlini
bildirmek için yazılırlar." Makdisî dahi: "Bu ulemanın mutlak olan ifadelerine
aykırıdır." diyerek bunu reddetmiştir.
"Kezâ İki elbise
çıkılanmış halde ilh..." Burada Bahır'da Zahîriyye'den naklen şöyle denilmiştir:
"Dürülmüş iki elbise görür de sonra onları ayrı ayrı fiyatlarla satın alırsa
muhayyerlik hakkı vardır. Çünkü olabilir kötü olanı daha pahalıdır, da o
bilmez." Meselâ; birini muayyen olarak on dirheme, ötekini muayyen olarak yirmi
dirheme alır da, alırken yirmiliğin daha iyi veya daha kötü olduğunu bilmez.
Fakat birini yirmi dirheme alır da tâyin etmezse, satış fâsid olur. Çünkü
hangisi satıldığı belli değîldir. İkisîni de onar dirheme alırsa muhayyerliği
kalmaz. Çünkü akdi yapılanın satış zamanındaki vasıflarını bilmektedir, ki
kıymetçe ikisini müsavî tutmuştur. Bu ikisinin de aynı vasıfta olduklarına
delildir. Binaenaleyh akdi yapılanın satış anındaki vasıflarını biliyor
demektir. Zahîre. Böyle anlaşılır ki, birincide muhayyer kalmanın illeti akdi
yapılanın satış zamanındaki vasfını bilmemesidir. Velevki yüksek fiyatın kötü
olanla verildiği anlaşılmış olsun. Anla! Bir de bunda müşteriye dahî zarar
ihtimali vardır. Meselâ; iyi olanın fiyatı düşük olmakla beraber kusurlu olduğu
anlaşılırsa, az olan fiyatla onu satıcıya iade eder, k6tü olanı çok fiyatla
üzerinde kalır.
"Elbiselerin her
biri on dirheme ilh..." Cümlesi şerhte zikredilen dürülü iki elbise meselesinin
tafsilidir. Nitekim Zahîre'den naklettiğimiz ifadeden anladın. Musannıf ise onu
"Bir kimse bir kaç elbise görür de.. " ifadesinin tafsili yapmıştır. Her halde
anda da hüküm bu olacaktır.
"Söz satıcınındır
ilh..." Bu cümle "Muhayyerlik yoktur; meğerki değişsin." ifadesinin
tamamındandır. Binaenaleyh bunu o ifadenin arkasından zikretmesi münasib olurdu.
Nitekim bir çok kitablarda böyle yapılmıştır. Hatta Hidâye, Mültekâ, Kenz ve
Gurer'de de öyledir.
"Zahirle amel etmiş
olmak için söz müşterinin olur." Zira zahire göre değişmeler diyarı olan dünyada
bir şey uzun zaman değişmeden kalamaz. İmam Muhammed: "Ne dersin bir cariye
görür de onu on veya yirmi sene sonra satın alır ve değişmiş derse tasdik
edilmez mi? edilir. Çünkü zahir ona şâhiddir." demiştir. Şemsü'l-eimme demiştir
ki: "Sadru'ş-Şehid ile İmam Merginânî bununla fetva verir ve, şayet bu müddet
zarfında ekseriyetle değişmezse söz satıcının olur; ekseriyetle değişirse söz
müşterinindir. Misâli şudur: Bir hayvan veya köle görür de onu bir ay sonra
satın alırsa; bu değişmiş dediği takdirde söz satıcının olur. Çünkü böyle malda
bîr oy azdır. derdi." Fetih. Maksad, güzellik veya kuvvet gibi bazı sıfatlarının
eksilmesi ile meydana gelen değişmedir;kusur ârız olmakla meydana gelen değişme
değildir. Zira böyle ârıza bir aydan daha azda da olabilir. Bununla kusur
muhayyerliği sabit olur.
"Görmenin aslında
ihtilâf ederlerse ilh..." Meselâ satıcı: Sen bunu satan almazdan evvel gördün.
der; müşteri ise görmediğinî söylerse söz müşterinindir. Kezâ satıcı; Sen bu
malı satın aldıktan sonra gördün, sonra razı oldun; der de müşteri görmezden
evvel razı olduğunu söylerse hüküm yine budur, Nasıl ki Bahır'da beyan
edilmiştir.
"Çünkü o görmeyi
inkâr etmektedir." Yani görmek ârızî bir şeydir. Asıl olan bunun yokluğudur.
Şimdi nümuneyi görmesi ve mal helâk olduktan sonra kalan kısmına uymadığını
iddia etmesi kalır ki, bunu beyan etmiştik.
"Kesin olarak
satılan bir mal ilh..." İfadesi Nehir ve Fetih'de de böyledir. öyle anlaşılıyor
ki, bu sözden murad, muhayyerlik olmayan satıştır. Buna karine mukabelesidir.
Onun için Halebî "Zahire göre bunda malı iade ikale ile olur."
demiştir.
"Fark şudur ilh..."
Yani söz müşterinin olduğu yerle satıcının olduğu üç muhayyerlik arasında demek
istiyor. Bunun beyanı Fetih ve Nehir'deki şu ifadedir: Müşteri muhayyer olursa
akid karşı tarafın rızasına hatta bilmesine bağlı olmaksızın onun feshetmesi ile
bozulur. Akid bozulunca ondan sonraki ihtilâf teslim alınan mal hakkındadır.
Burada söz teslim olanındır. O garanti etmiş olsun, emin olsun fark etmez. Gasıb
ve emânet alan kimse gibidir. Kusur meselesinde yalız başına hareket edemez.
Lâkin getirdiği malda fesih hakkı sabit olduğunu iddia etmekte, satıcı ise inkâr
etmektedir. Söz inkâr edenindir. Sonra bilmelisin ki, bu fesih anında geri
verilen hakkındaki ihtilâfa dairdir. Muhayyerlik hakkı olan tarafın razı olurken
nerede muhayyerlik şartı olduğunu tâyinde ihtilâf ederlerse, ne hüküm
verileceğini Bahır sahibi Zahîriyye'den naklen beyan etmiştir. Hülasasını biz de
bu bâbtan az önce arzettik.
METİN
Bir kimse bir
eşyadan bir denk satın, alır da görmezse, teslim aldıktan sonra ondan bir elbise
sattığı veya giydiği - Nehir - yahut hibede bulunarak teslim ettiği takdirde onu
kusur muhayyerliği ile. geri verir; görme veya şart muhayyerliği ile
dönemez.
Kaide şudur ki; bir
kısmını geri çevirmek Pazarlığın ayrılmasını icab eder. Bu ise tamam olduktan
sonra câiz; daha önce câiz değildir. Şart ve görme muhayyerlikleri onun tamamına
mânidirler. Kusur muhayyerliği ise Pazarlığın tamamına teslim almazdan önce
manidir; teslim aldıktan sonra mâni değildir. Acaba görme muhayyerliği sakıt
olduktan sonra tekrar avdet eder mi? Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre şart
muhayyerliğinde olduğu gibi avdet etmez. Kâdihan ve başkaları bu kavli
sahihlemişlerdir.
İZAH
"Eşyadan" murad,
elbise ve benzeri gibi istifade edilen şeylerdir. Bu kıyemıyyattan olduğuna
göredir. Kile ve tartı ile satılan misliyyattan bahseden görmedim. Zâhire
bakılırsa bu hükümde aralarında fark yoktur. Çünkü illet pazarlığın ayrılması
olunca bu mislîde de câiz değildir. Nasıl ki biz bunu satışlar bahsinin başında
"Malın tamamını fiyatın tamamı ile.." dediği yerde arz etmîştik. Misliyyatta
kusur sebebi ile geri çevirmenin hükmü bundan sonraki babta : "Yahut satılan mal
yiyecek olur da onu veya bir kısmını yerse,." dediği yerde
gelecektir.
"Görmezse" diye
kayıdlaması görme muhayyerliğinin tesavvuru mümkün olsun diyedir. Kusur ve şart
muhayyerliklerini zikretmesi buna aykırı değildir, Çünkü; bunlar bazen görme
muhayyerliği ile bir arada bulunabilirler
"Veya giydiği" yani
bu suretle değiştiği takdirde demek istiyor. Hâkim'in Kâfîsi. Hayreddini Remlî
diyor ki: "Malı istihlâk etmesi veya helâk olması, yahut mal köle olup ölmesi
veya âzâd etmesi de böyledir. Nitekim Tatarhâniyye'de
açıklanmıştır."
Hâvî'de şöyle
denilmiştir: "Bir kimse her biri on altı arşın çıkmak şartı ile dört çizgili
kumaş satın alır da birini satarsa, sonra kalanları ölçtüğünde onbeş arşın
çıktığı takdirde kalanları geri çevirebilir."
"Bir kısmını geri
çevirmek ilh..." Yanı malın bir kısmını geri çevirirse demek istiyor. Bir dengin
kalan kısmını ve birini gördüğü iki elbiseden birini iade etmesi bu
kabildendir.
"Pazarlığın
ayrılmasını icab eder ilh..." Maksad akdin ayrılmasıdır. Malın bîr kısmında
milki icab edip kalan kısmında etmemek böyledir. Satışlar bahsinin başında
pazarlığı ayırmayı icab edip etmeyen şeyleri arz etmiştik.
"şart ve görme
muhayyerlikleri onun tamamına mânidir." Zira görme muhayyerliği pazarlığın
tamamına mânidir. Şart muhayyerliği İse baştan mânidir. Lâkin baştan mâni olan
bir şey, tamamına da mânidir. Şârih bunu mutlak söylediği için teslim almazdan
önce ve sonraya şâmildir. şöyle ki: Müşteri akdi mahkeme hükmü ve satıcının
rızası olmadan da fesh edebilir. Bu akdi temelinden fesh olur. Zira teslim
almazdan önce malın sıfatlarını bilmediğî İçin rızası tehakkuk etmemiştir. Onun
İçin de mahkeme hükmüne veya rızaya muhtaç değildir. Nitekim Fetih'de de böyle
denilmiştir.
"Kusur muhayyerliği
ise" Pazarlığın tesellümden önce tamam olmasına mânîdir. Onun için reddettîm
demekle feshedilmiş olur. Satıcının rızasına ve hâkimîn hükmüne muhtaç değildir.
Ama tesellümden sonra ise buna mâni değildir. Onun İçin tesellümden sonra
reddederse ancak satıcının rızası veya hakimin hükmü ile
fesholunur.
"Acaba görme
muhayyerliği avdet eder mi?" Yani denkten sattığı yahut hâlis fesh sayılan bir
sebeble hibe ettiği elbise eline döndüğü takdirde görme muhayyerliği tekrar
avdet eder mi? Görme,şart muhayyer- liği ve mahkeme hükmü ile kusur yahut
hibeden dönmek hâlis birer sebebtirler. Dengi satın olan muhayyerliğinde
bâkîdir. Görme muhayyerliği ile bütün dengi geri verebilir. Çünkü mâni asıldan
kalkmıştır, ki o da pazarlığın, ayrılmasıdır. Şemsü'l-eimme Serahsî de böyle
zikretmiştir. Ebû Yusuf'dan bir rivâyete göre muhayyerlik avdet etmez. Zira
sâkıt olan bir şey geri dönmez. Meselâ; şart muhayyerliği böyledir. Ancak yeni
bir sebeble geri döner. Kâdîhân bu kavli sahihlemiştir. Kudûrî de buna itimad
etmiştir. Mülâhaza olunan şeyin hakikatında ihtilâf edilmiştir. Şemsü'l-eimme
satış ve hibeyi geçici birer mâni mülâhaza etmiştir. Ortadan kalkınca muktezî
olan görme muhayyerliği amel eder. Ebû Yusuf ıskat eder diye mülâhaza etmiştir.
Binaenaleyh sebebsiz olarak avdet etmez demiştir. Bu kavil daha güzeldir. Çünkü
tesarrufun kendisi rızaya delâlet eder; ve görmeden önce de sonra da
muhayyerliği ibtal eder. Fetih. Bahır sahibi birincinin daha güzel olduğunu
iddia etmiş; Nehir sahibi ise bunu reddetmiştir.
METİN
FER'İ MESELELER:Bir
kimse görmediği bir şeyi satın alırsa satıcının görmeden ondan parasını istemeye
hakkı olmaz. Birbirlerine ayn olarak birer mal satarlarsa ikisine de muhayyerlik
hakkı vardır. Müctebâ. Bir kimse bir köleye ve bin dirheme bir cariye satın alır
da her ikisi mallarını teslim aldıktan sonra cariyeyi satan, görme muhayyerliği
ile köleyi dönerse cariyenin satışında bin dirhemin hissesine düşen mikdar batıl
olmaz. Zahîriyye. Zira yukarıda geçmişti ki, borçda muhayyerlîk yoktur. Bir
kimse bir çiftlik satarak müşteriye görme muhayyerliği bırakmamak isterse, bunun
hîlesi (çaresi) bir insana bir elbise ikrar etmek, sonra o elbiseyi çiftlikle
birlikte satmak, sonra kendisine ikrar olunan şahıs o elbiseye müstehik
çıkmaktır. Böylece müşterinin muhayyerliği batıl olur. Çünkü pazarlığı ayırmak
lâzım gelir. Bu ise şüf'adan başkasında câiz değildir. Valvalciyye. Bir kimse
iki şey satın alır da biri kusurlu çıkarsa. her ikisini teslim aldığı takdirde
kusurluyu dönebilir. Aksi takdirde dönemez. sebebi evvelce
geçti.
İZAH
"Parasını istemeye
hakkı olmaz." Çünkü görmezden önce akid tamam değildir.
"İkisine de
muhayyerlik vardır." Yani her biri arkadaşının sattığı ayna müşteri olması
itibarı ile muhayyerdir.
"Bin dirhemin
hissesine düşen mikdar batıl olmaz." Yani yalnız kölenin hissesine düşen bâtıl
olur. Meselâ kölenin kıymeti beş yüz dirhemse cariyenin üçte birinde satış batıl
olur. Binin hissesi olan üçte ikide çatış bakîdir.
"Zira yukarıda
geçmişti" ifadesinden murad, bâbın başındaki "borçlarda ve paralarda muhayyerlik
yoktur" sözüdür. Bin dirhemde muhayyerliği olmayınca satış cariye üzerinde bin
dirhem mikdarı geçerli kalır.
"Elbiseyi çiftlikle
beraber satmak " Ve pazarlık tamam olmak için her ikisini müşteriye teslim
etmektir.
"Müstehik
çıkmaktır." Yani satıcının ikrar ettiğine beyyine getirir. Zahire bakılırsa bu
hüküm "İkrar, kendisine ikrar olunan şahsa mülk ifade eder." sözüne göredir.
Mutemed olan milk ifade etmez sözüne göre diyaneten bu helâl olmaz. Hîle
hususunda en iyi hareket elbiseyi birine satmak, sonra onu çiftlikle birlikte
satmaktır.
"Çünkü pazarlığı
ayırmak lâzım gelir." Çünkü elbise ile çiftliği teslim alınca pazarlık tamam
olur. Tamam olduktan sonra onu ayırmak ise câiz değildir. İkiden birini teslim
alıp diğerini almamak, sonra birine müstahik çıkmak bunun hilâfınadır. Ona
muhayyerlik vardır. Zira pazarlık tamam olmadan ayrılmıştır. Nitekim Fetih'de
beyân edilmiştir. Dürer'in istihkak faslında şöyle denilmiştir: "Burada ona
kusur muhayyerliği sâbit olmaz. Çünkü elbiseye müstehik çıkması çiftliğe bir
kusur getirmez. Üzerine akid yapılan şey bir olup parçalanmasında zarar
görülmesi bunun hilâfınadır. Hâne ve köle gibi ki, onda muhayyer olur. İsterse
fiyattan hissesine razı olur; dilerse geri verir. Üzerine akid yapılan şey iki
olup hükümde bir şey gibi ise hüküm yine budur. Kını ile kılıç ve kirişî ile yay
gibi ki, katan hakkında muhayyerdir.
"şuf'adan başka
yerde câiz değildir." sözü mutlak değildir. Çünkü şefî malın bir kısmını alıp
kalanını almamak isterse, bunu müşteriye zorla kabul ettirmeye hakkı yoktur.
Zira pazarlığı ayırma zararı vardır. Kezâ satılan mal iki şehirde iki şey olup
bir pazarlıkla satılırlarsa şefî'leri birini alıp diğerini bırakamaz. Bu yalnız
İmam Züfer'in kavline göre câizdir. Bazıları bununla fetva verildiğini
söylemişlerdir. Ama İki maldan birine şefî çıkarsa hakkını elde etmek için
yalnız onu alabilir. Nitekim bâbında gelecektir inşaallah. Son fer'î meselede
zaruretten dolayı pazarlığı ayırma vardır. Şârihin, şüf'anın sonundaki:
"Şefî'nin hânesi satılan malın bir kısmına bitişik olursa, yalnız bitişik olan
yerde şüf'a hakkı vardır. Velev ki bunda pazarlığı ayırma olsun." ifadesinden
murad budur. Şu halde satılan malın bir kısmından murad iki hâneden biridir.
Nitekim Eşbah hâşiyecileri ve başkaları bunu kaydetmişlerdir. Bir hâne bunun
hilâfınadır. İllet söylediğimizdir.
"Bir kimse iki şey
satın alır da ilh..." ifadesinden murad kıyemiyattan iki şeydir. Bu meselenin
tafsilâtı bundan sonraki bâbın sonunda gelecektir.
"Sebebi evvelce
geçti." Yani az yukarıda geçti ki, kusur muhayyerliği pazarlığın tamamına teslim
almazdan önce olursa manidir; teslim almaktan sonra mani
değildir.