ŞART
MUHAYYERLİĞİ BABI
METİN
Bu bâbı öne almanın
vechi ve kısımlarının beyanı Dürer'dedir. Sonra muhayyerlikler onyediye bâliğ
olmuştur. Şunlar ayrı bablarda zikredilen üç nevi ile: Tayin, aklanma, sayma.
kemmiyet. istihkak. fi'len aldatma. hali açıklama, hıyanet. murabâha ve tevliye,
arzu edilen bir vasfın bulunmaması, satılan malın bir kısmı helâk olmakta
Pazarlığı ayırma, fuzûlînin akdine cevaz vermek, satılan malın kiralanmış veya
rehin edilmiş çıkması muhayyerlikleridir. Bu satırlar Eşbâh'ın Fesihlerin
hükümleri bâbından alınmıştır,
İZAH
Şart muhayyerliği
sözü bir şeyi sebebine izafet kabîlindendir. Çünkü şart muhayyerliğe sebebtir.
Bahır. Zira akidde asıl olan iki taraftan lüzumdur. İki tarafın birine yürürlüğü
geçerli kılmak veya fesh hakkı sâbit olmamıştır. Bize göre velevki akid
meclisinde olsun. Meğerki bu şart koşulsun.
"Dürer'de İlh..."
Beyan edilmiş ve şart ve tâyin muhayyerliği diye bab yapılarak şöyle
denilmiştir: "Bu iki şeyi diğer muhayyerliklerden önce zikretmesi ibtidaen hükme
mâni oldukları içindir. Sonra görme muhayyerliğini zikretmiştir. Çünkü o hükmün
tamamına mânidir. Kusur muhayyerliğini sona bırakmıştır; çünkü o hükmün lüzumuna
mânidir. Şart muhayyerliği üç nevi'dir: Birincisi bilittifak fâsiddir. Bu malı.
muhayyer olmam şartı ile yahut bir kaç gün veya ebediyyen muhayyer olmam şartı
ile satın aldım demek bu kabîldendir. ikincisi bilittifak câizdir. Üç gün veya
daha az muhayyer olmam şartı ile satın aldım demek böyledir. Üçüncüsü
ihtilâflıdır. Bir veya iki ay muhayyer olmam şartı ile aldım demek gibi ki Ebû
Hanife'ye ve Züfer'le Şâfii'ye göre fâsid. Ebu Yusuf'la Muhammed'e göre
caizdir."
Bahır'da fer'i bir
mesele olmak üzere şöyle denilmiştir: "Şart muhayyerliğini şarta talik sahih
değildir. Müşteriye bir eşek satar da: "Şu nehri geçmezse iade etmek ve sen de
bunu kabul etmen şartı ile şu eşeği sona sattım; aksi takdirde satış yoktur"
derse sahih olmaz. "Yarına kadar nehri geçmezse" demesi de böyledir. Kınye'de
böyle denilmiştir."
Ayrı bâblarda
zikredilen üç nevi Şart muhayyerliği, görme muhayyerliği ve kusur
muhayyerliğidir.
"Tâyin muhayyerliği
ilh..." İki veya üç şeyden birini satın alarak hangisini isterse tâyini şart
koşmaktır. Sadedinde bulunduğumuz bâbda bu musannıfın : iki köle satar da birisi
hakkında muhayyerliği şart koşarsa ilh..." ifadesi ile
zikredilmiştir.
"Aldanma ilh..."
Meselesi murâbaha bahsinde: "Zâhir rivâyete göre aldanma sebebi ile iade
yoktur." ifadesi ile gelecektir. Satıcı müşteriyi aldatır yahut aksine müşteri
satıcıyı aldatırsa veya aldatma dellâl tarafından olursa iade edebilir diye
fetva verilir. Aksi takdirde mal iade edilmez.
"Sayma ilh..."
Meselesi az ileride: "Parasını saymazsa şöyle olsun diye şart koşarak satın
alırsa ilh..." ifadesiyle gelecektir.
"Kemmiyet Hh..."
Satışlar bahsinin başında: "Şu küptekini vermek şartıyla satın alırsa ilh..."
ifadesiyle geçmiş. biz de izahını yapmıştık.
"İstihkâk ilh..."
Kusur muhayyerliği babında zikredeceği: "Satılan malın bir kısmına hak sahibi
çıkarsa bütün malı teslim almadan çıktığı takdirde malın hepsinde muhayyer olur.
Teslim aldıktan sonra ise kıyemî olan malda muhayyer olur, başka mallarda
olmaz." ifadesidir.
"Fi'len aldatma"
nın mukabili sözle aldatmadır ki, evvelce geçmişdi. Fi'len aldatma tasviye
gibidir. Bundan murad sütü toplansın diye koyunun memesini bağlamaktır. Bu
sebeble müşteri onu sütlü zanneder. Bu hususda vârid olan muhayyerlikte: "Koyunu
sağmış bulunursa razı olduğu takdirde onu, milkinde bırakır, razı olmazsa koyunu
iade eder. Bir sâda kuru hurma verir." buyurulmuştur. Üç mezhebin imamlarıyla
Hanefîlerden Ebû Yusuf bununla amel etmişlerdir. İmam-ı Azam'la Muhammed'e
göreyse dilerse yalnız eksiği döner. Bu husustaki sözün tamamı inşaallah kusur
muhayyerliğinde musannıfın : "Sütlü bir cariye satın alırsa ilh..." dediği yerde
gelecektir.
"Hali açıklama
ilh..." Satışlar bahsinin başında: "Bir kimse mikdarı bilinmeyen bir kap veya
taşla şu taşın ağırlığınca diyerek altın satın alırsa iIh..." ifadesiyle
geçmişti. Şârih orada bunların her ikisi hakkında müşterinin muhayyer olduğunu
söylemişti. Biz de Bahır'dan naklen orada bu muhayyerliğin hali açıklama
muhayyerliği olduğunu bildirmişdik. Şârihin ondan sonra bir yığın zahireyi "her
sâ şu kadara diyerek satarsa" diye anlattığı da bundandır. Bu hususda söz
geçmişdi.
"Murâbaha ve
tevliye ilh..." Meselesi murâbaha bahsinde : "Murabahada ikrarla veya beyyineyle
yahut yeminden kaçınmakla hıyanet ortaya çıkarsa, müşteri o malı ya bütün
kıymetiyle satın alır yahut iade eder. Çünkü rızası yoktur. Tevtiyede hıyanet
mikdarı fiyat indirimi yapabilir ki, tevliye tahakkuk etsin..." ifadesiyle
gelecektir.
"Arzu edilen bir
vasfın bulunmaması ilh..." Meselesi bu bâbda: "Ekmek yapması veya yazı yazması
şartıyle bir köle satın ılırsa ilh.." dediği yerde
gelecektir.
"Malın bir kısmı
helâk olmakla malı ayırma" dan murad teslim almadan helâk olmasıdır. Bir
kısmının diye kayıdlaması teslim almadan malın hepsi helâk olursa meselede
tafsilât bulunduğu içindir. Biz bunu bu bâbdan az önce arzetmiştik. Hülasası
Câmiu'l-Fûsuleyn'de olduğu gibi şudur: Mal semavî bir afetle veya satıcının
fiilîyle yahut satılan malın fiiliyle helâk olursa satış bâtıldır. Ecnebî
birinin fiilîyle otmuşsa müşteri muhayyer bırakılır. İsterse satışı fesh eder,
dilerse razı olur ve helâk olan mikdarı ödettirir. Bunu Bezzâziye sahibi dahî
zikretmiş, sonra şunları söylemiştir: "Teslim almadan önce malın bir kısmı helâk
olursa fiyattan eksilen mikdarı düşer. Eksîkliğin mikdarda veya vasıfda olması
fark etmez. Müşteri satışı fesh ile kabul arasında muhayyerdir. Helâk olan kısım
ecnebî birinin filliyle olursa, bu hususta cevap bütün maldaki cevap gibidir.
Semavî bir afetle helâkolmuşsa, mikdar eksikliğinde helâk olan hissenin parası
müşteriden düşülür. Kalan kısmı hakkında müşteri muhayyerdir. Eksiklik vasıfda
ise fiyattan bir şey düşmez. Ama fiyatın bütünüyle almakta terketmek arasında
muhayyerdir. Vasıfdan murad zikredilmeden satışda dahil olan şeylerdir. Yerde
ağaçlar ve bina, hayvanda bacaklar, kile ve tartıyla satılan şeyde malın iyi
olması bu kabîldendir. Üzerine akid yapılan malın fiiliyle helak olursa cevap
yine budur." Bu hususda sözün tamımı Bezzâziye'dedlr. Ona müracaat
edebilirsin
"Satılan malın
kiralanmış veya rehin edilmiş çıkması ilh..." Şöyle olur: Meselâ bir hâne satın
alır da sonradan o hanenin rehin veya kiraya verilmiş olduğu anlaşılırsa müşteri
satışı fesh etmekle etmemek arasında muhayyerdir. Zâhirine bakılırsa bunu
bildiği takdirde muhayyer olamaz. Ebû Yusuf'un kavli de budur. Tarafeyn bilse de
muhayyerdir demişlerdir. Zâhir rivâyet budur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de beyan
edilmiştir. Remlî'nin hâşiyesinde: "Sahih olan budur. Fetva buna göre verilir.
Nitekim Valvalciyye'de zikredilmiştir." denilmektedir. Kezâ rehin olanla kiracı
fesh etmekle etmemek arasında muhayyerdir. Esah olan kavil budur. Nitekim
Câmiu'l-Fûsuleyn'de bildirilmiştir. Lâkin Remlî hâşîyesinde Zeylaî'den
nakledildiğine göre iki rivayetin esah olanı rehin akının feshe hakkı
olmamasıdır. imâdiyye'de: "Zâhir rivâyette kiracının buna hakkı vardır."
denilmektedir. Şeyhül-İslâm ise fetvanın hakkı yoktur diye verildiğini
söylemiştir. Fuzûlî faslında gelecektir ki, rehin edilen, kiraya verilen,
başkasına ortaklığına verilen yerin satılması rehin alanın, kiracının ve ortağın
kabulüne bağlıdır. Kiracı veya rehin alan razı olursa müşteriye muhayyerlik
yoktur. Razı olmazsa müşteri beklemekle satışı fesîh arasında muhayyer olur.
Meselenîn tamamı fuzûlî faslında gelecektir.
METİN
Eşbâh sahibi ikale
ve yeminleşmeyle de fesh edileceğini söylemiştir. Böylece muhayyerlikler
ondokuzu bulmuştur. Bunların çoğunu musannıf zikretmiştir. Kitabı okuyan anlar.
Alıcıyla satıcının beraberce üç gün veya daha az muhayyerliği şart koşmaları
sahih olduğu gibi sadece birisinin -velevki vasî olsun- veya bir ecnebînin
velevki akidden sonra olsun satılan malın bütününde veya üçte bir, dörtte bir
gibi bir kısmında muhayyerliğî şart koşmaları da sahihtir. Akidden önce sahih
değildir. Tatarhâniyye. Velevki akid fâsid olsun.
İZAH
"Eşbâh sahibi"
şöyle demiştir: "Bütün muhayyerlikleri akdi yapan iki taraf doğrudan doğruya
icra edebilirler: Bundan yalnız yeminleşme müstesnadır. Çünkü onunla satış
bozulmaz. Satışı ancak hâkim fesheder. Yine bütün muhayyerlikler fesha
muhtaçtırlar; hiç biri kendi kendine feshedilmiş olmaz."
H.
"ikale ve
yeminleşmeyle de fesh edileceğini söylemiştir ilh. ." Şübhesiz sözümüz
muhayyerlik hakkındadır. Mücerred fesih hakkında değildir. Lâkin şöyle cevap
verilebilir: iki taraftan biri satışı ikale yaparsa diğeri kabul edip etmemekde
muhayyerdir. Kezâ her biri yemin etmekle etmemek arasında muhayyerdir. Yemîn
etmemeyi seçerse karşı tarafın dâvâ etmesi lâzım, gelir. Her İki tarafın
yemînleşme suretleri fiyatın veya satılan malın mikdarında yahut her ikisinde
ihtilâf etmeleri beyyine getirememeleri ve bir tarafın dâvâsına karşı tarafın
razı olmaması halidir. Bu takdirde her ikisi yemin ederler ve birinin isteğiyle
hakim satışı fesheder. Mesele davâ bahsinde iki odamın dâvâsı bâbında izah
edilmiştir.
"Velevki vasi olsun
ilh..." Vekil olması da öyledir. Bahır sahibi diyor ki: "Velevki vekile mutlak
satışı emretsin de vekil kendisi yahut emreden veya iki tarafın kabul ettiği bir
yabancı için muhayyerlik şartıyla akdetsin. Vekile âmir muhayyer olmak şartıyla
satmasını emreder de o muhayyerliği kendisi için şart koşarsa câiz olmaz. Âmir
muhayyer olmak şartıyle satın almasını emreder de vekil muhayyerlik zikretmeden
satın alırsa satış kendi nâmına geçerli olur; âmir nâmına geçerli olmaz. Çünkü
vekil onun emrine muhalefet etmiştîr. Muhayyer olmak şartıyla satmasını emreder
de vekil şartsız satarsa bunun hilâfınadır. Satış aslından bâtıl olur." Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır. Şârih ileride son iki fer'î mesele hakkındaki
farkı izah edecektir.
"Veya bir
ecnebînin" Muhayyerliğini şart koşmalarıyla de sahih olur. O ecnebî ile birlikte
dahi her iki tarafa muhayyerlik sâbit olur. Nitekim musannıfın: "Müşteri
muhayyerliği başkası için şart koşarsa sahih olur'." dediği yerde
gelecektir.
"Velevki akidden
sonra osun." Bu cümleden bu hükmün yalnız ecnebîye mahsus olduğu tevehhüm
edilebilir. Halbuki hüküm her üç kısımda caridir. "Velev akidden sonra olsun
muhayyerliği şart koşmak sahihtir." dese daha iyi olurdu. H. AIanla satandan
biri satışdan sonra "-velevki bir kaç gün sonra olsun - sana üç gün muhayyerlik
verdim. derse bilittifak sahih olur. Bahır.
"Bir kısmında
muhayyerliği şart koşmaları da sahihtir ilh..." Bu hu-
susda muhayyerliğîn
satıcıya veya müşteriye aid olmasının bir farkı olmadığı gibi fiyatı beyan
etmesi ile etmemesi arasında da fark yoktur. Çünkü birinin yarısı değişik
değildir. Bunu Nehir'den naklen Tahtâvî söylemiştir.
"Akidden önce sahih
değildir ilh..." Yapacağımız satışda sana muhayyerlik verdim der de sonra mutlak
olarak satın alırsa, muhayyerlik sâbit olmaz. Bunu Tatarhâniyye'den naklen Bahır
sahibi söylemiştir.
"Velevki akid fâsid
olsun ilh..." Terkibin daha güzel olması için şârihln: "Muhayyerliği şart
koşmaları sahihtir. Velevkl akidden sonra olsun. Velevki satış fâsid olsun."
demesi gerekirdi. Nitekim bu âşikârdır. H. Fâsid akidde her iki tarafın bunsuz
fesha hakları olduğu halde bunu şart koşmasını faydası, söylenildiğine göre
şudur: Muhayyerlik kime şart koşulduysa ona sabit olur. Velevki malı teslim
aldıktan sonra olsun. Mahkeme kararına veya rizaya bağlı
değildir.
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü bağlı değildir fiilindeki zamir muhayyerliğe aitse mutlak
surette buna bağlı değildir. Fâsid satışın feshine aidse yine öyledir. Evet.
faide şurada zâhir olur: Muhayyerlik yalnız satana yahut her ikisine şart
koşulur da müşteri o malı satıcının İzniyle satın alırsa, müşterinin milkine
dahil olmaz. Halbuki muhayyerlik olmasaydı teslim almakla buna mâlik
olurdu.
METİN
Muhayyerliğin şart
koşulup koşulmadığında ihtilâf ederlerse söz mezhebe göre muhayyerlik yoktur
diyenindir. Mutlak söylenir veya müebbed kaydıyla yapılırsa satış fâsid olur. Üç
günden fazla muhayyerlik caiz değildir, satış fâsîd olur. İmam-ı Azam'a göre
alıcıyla satıcıdan her biri için fesh hakkı vardır. imameyn buna muhâliftirler.
şu kadar var ki, üç gün zarfında muhayyerlik sahibi satışa cevaz verirse. zâhire
göre sahihe dönüşür.
İZAH
"Muhayyerlik yoktur
diyenindir îlh..." Çünkü muhayyerlik asla muhâliftir. Nitekim 'Bahır'da
bildirilmiştir. Bu cümle metinde gelecek ifadeyle tekrar otur.
H.
"Mezhebe göre
muhayyerlik yoktur diyenindir ilh..." İmam Muhammed'e göre ise muhayyerlik
iddiasında bulunanındır. Beyyine karşı tarafa düşer.
Bahır.
"Üç gün veya daha
az" Muhayyerlik koymak sahih ise de çabuk bozulan bir malda kıyasa göre müşteri
bir şeye mecbur edilmez. istihsana göreyse müşteriye: "Ya satışı feshedersin
yahut malı alırsın. Satışa razı olmadıkça yahut mal senin elinde bozulmadıkça
sana fiyattan bir şey ödemek lâzım gelmez." denilir. Bu her iki taraftan zararı
def içindir. Bahır.
TENBİH : Bilmelisin
kî bütün akidlerde üç günden fazla muhayyerlik câiz değildir. Yalnız İmam-ı
Azam'ın kavline göre kefaletle câizdir Bezzâziye sahibi: "Aldatılan ile vakıf
malda da öyledir." demiştir. Çünkü cevazı Ebû Yusuf'un kavline göredir ki, üç
günle kayıdlı değildir. Dürrü Müntekâ. Tamamı Nehir'dedir.
"Müebbed kaydı ile
yapılırsa satış fâsid olur ilh..." Yani akid zamanında bozulur, demek istiyor.
Fakat muhayyerlik olmadan satar da bir müddet sonra kendisine rastlayarak sen
muhayyersin derse, o meclisin devamınca muhayyer olur. Bu "ikaleye hakkın
vardır" demek gibidir. Ni- tekim Valvalciyye ve diğer kitablardan naklen
Bahır'da zikredilmiştir. Fetih sahibinin: "Ona sen muhayyersin derse, yalnız o
meclisde muhayyer olur." demesi buna yorumlanır. Nehir sahibi şunları
söylemiştir:
"Ben bunların
arasında fark yapan görmedim. Bana öyle geliyor kî, ikincide yani akdi yaparken
mutlak söylemesi müfsid beraberdir. Onun için de ameli kuvvetlidir. Birincide
ise tamam olduktan sonradır. Buna binaen zayıftır. Ama o mecliste muhayyerlik
vermekle bunun tashihi mümkündür."
T E N B i H :
Dürer'den naklen arz etmiştik ki "bir kaç gün muhayyer olmam şartı ile" derse
fâsid olur. Şürunbulâliyye'de itiraz edilerek:"Ulemanın kavillerine göre birisi
onunla günlerce konuşmayacağım diye yemin ederse üç güne yorumlanır. Bunun
muktezası burada da öyle olmaktır. Bu aklı başında olan bir insanın sözünü
hükümsüz kalmaktan kurtarmak içindir. Aksi takdirde fark ne olabilir."
denilmiştir.
Ben derim ki: Şöyle
cevap verilebilir: Yeminde günlerce tâbirinden meselâ, üç de on da murad
edilebilir. Lâkin üçe münhasır bırakılmıştır. Çünkü o yüzde yüzdür. Bu üçten
yukarısını murad etmeye mâni değildir. Hatta ziyadeyi niyet etse yemini bozulur.
Buradaki onun hilafınadır. Çünkü üç nassan mutlaka lazımdır. Günlerce sözü üçten
yukarıya da elverişlidir. Yukarısı ise akdi bozar. Binaenaleyh üçe
yorumlamamızın bir faydası yoktur. Zira ihtimali
kaldırmaz.
"Her biri için fesh
hakkı vardır ilh..." ifadesi kendisine muhayyerlik sâbit olana da olmayana da
şâmildir. Bu akid fâsiddir diyenlere göre zâhirdir. Aşağıda gelen "mevkuftur"
sözü de öyledîr. Fetih sahibi diyor ki:
"Kerhî'nin imam-ı
Azam'dan nassan naklettiğine göre satış müşterinin kabulüne mevkuftur. O
kabulden önce satıcıya fesh hakkı tanımıştır. Çünkü mevkuf satışda akdi yapan
her iki tarafa fesh hakkı vardır.'
"İmameyn buna
muhâliftirler ilh..." Onlara göre malûm bir müddet söylerse caizdîr.
Fetih.
"Üç gün zarfında
ilh..." Velevki dördüncünün gecesinde olsun, Kuhistânî.
"Satışa cevaz
verirse sahihe dönüşür ilh..." Köleyi azâd ederse yahut köle veya müşteri ölürse
yahut satışın lâzım olmasını gerektiren bir şey yaparsa Ebû Hanife'ye göre satış
sahihe dönüşür. Tamamı Hâniyye'den naklen Bahır'dadır.
"Sahihe dönüşür
ilh..." Çünkü müfsid tekarrur etmeden yok olmuştur. Çünkü müfsid muhayyerlik
şartı değil dördüncüye eklemektir. Bunu ıskat edince müfsid olan manânın meydana
gelmeden giderilmesi tehakkuk etmiştir. Binaenaleyh akid sahih olarak kalır.
Sonra ulema bu akdin ibtidâen sahih olup olmaması hükmünde ihtilâf etmişlerdir.
Irak ulemasına göre hükmü zâhiren fasid olmaktır. Çünkü zâhir her ikisinin şart
üzerinde devam etmeleridir. Bunu ıskat edince zâhirin hilâfı meydana çıkar; ve
sahihe dönüşür. Horasan ulemasıyla İmam Serahsî. Fûhru'l-is-lâm ve diğer Mâverai
Nehir uleması mevkuf olduğunu söylemişlerdir. Dördüncü günden önce ıskat etmekle
sahihe dönüşür. Dördüncü günden bir cüz geçerse o anda akid fasid olur. Bu kavil
daha güzeldir. Zahîriyye ile Zahîre'de böyle denilmiştir. Bu satırlar
kısaltılarak Fetih'den alınmıştır. Tamamı oradadır. Lâkinbirincisi zâhir
rivâyettir. Bahır ve Minah.
Haddâdî'de şöyle
denilmiştir: "Hilâfın faydası şurada zahir olur: Fâside teslim almak bitişince o
milk olur. Mevkuf ise milk olmaz. Meğerki Mâlik razi olsun." Haddâdî bunun söz
götürdüğünü beyanla şunları söylemiştir: "Fâsid dahî milk olmaz. Nitekim
Mecma'da böyle denilmiştir. Evlâ olan şöyle demektir: Hilâfın faydası hürmeti
mubaşeret bulunup bulunmamasında meydana çıkar, Mubaşeret varsa haram olur,
yoksa haram olmaz. Nehir."
Ben derim ki! Bu
örnek söz götürür. Zira fâsid satışda milk satılan malın satıcının iznîyle
teslim olmamasıyle hâsıl olur. Tevakkuf edilen akidde satıcının izni teslim
almaktır. Nefsi milk değildir.
Fuzûlî'nin satışı
gibi mevkuf akde gelince: Onda milk sahibinin satışa izin vermesine bağlıdır.
Binaenaleyh hilâfın semeresi bâkîdir. Bu zâhirdir. Lakin az yukarıda Hâniyye'den
naklen arzettiğimiz "Köleyi âzâd ederse caize dönüşür." Sözü teslim almazdan
öncekine de şâmildir. Halbukl "câize dönüşür' Sözü ancak fâsiddir kavline
münasiptir; mevkuftur kav e münasip değildir. Binaenaleyh teslim almadan milkin
hâsıl olmasını ifade eder. Bunu yukarıda geçen: "Irak ulemasına göre hükmü
zâhiren fesaddır." İfadesi de te'yid eder ve Nefsi'l-Emir'Ie fesad olmadığını
gösterir. Onun için Fetih sahibi: "Her iki kavlin hakikatı dördüncü günden önce
fâsid olmamasıdır. Bilâkis satış mevkufdur. Hilâf ancak dördüncü günden önce
şer'an muhayyerliği Iskat ederek fesadı isbat etmekle tehakkuk eder. Nitekim bu
Hidâye'nin zahirinden anlaşılmaktadır." demiştir.
METİN
Yine muhayyerliği
müzarea, müsâkat, icare, taksim muayyen olmasa bile mal üzerine sulh, kitabet.
hul, rehin. zevce. rehin ve köle için mal şartıyle âzâd ve buna benzer kefalet,
havale, ibra ve her iki istekten sonra şufa'yı teslim ile İmam Ebû Yusuf'a göre
vakıf gibi feshi kabul eden yürürlüğe girmiş akidlerde dahî sahihtir. Eşbâh.
İkale de öyledir. Bezzâziye. Böylece sartışta birlikte feshi kabul edenler
onaltıyı bulur. Nikâh, talâk, yemin, nezir, sarf. selem ve ikrarda sahih
değildir. Meğerki feshi kabul eden bir akdi ikrar etmiş olsun. Eşbâh. Vekâlet ve
vasiyyetde dahî muhayyerlik yoktur. Nehir.
İZAH
"Yürürlüğe girmiş"
İfadesiyle şârih vasiyeti hariç bırakmıştır. Vasiyyette muhayyerliğin yeri
yoktur. Çünkü vasiyyet eden kimse sağ kaldıkça vasiyetinden dönebilir. Kendisine
vasiyet edilen şahıs da kabul edip etmemekte serbesttir. Bunu Tahtâvî ifade
etmiştir. Ariyetle emânet de bunun gibidir.
"Feshi kabul eden"
İfadesiyle de nikâh, talâk, hul ve kısasdan dolayı sulh gibi feshi kabul etmeyen
şeyleri hariç bırakmıştır. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi nikâhı müşkil saymıştır.
Nikah dinden dönmekle ve karıkocadan bîrinîn diğerine mâlik olmasıyla fesih
edilir. Bu akid tamam olduktan sonra fesihdir. Kadının dengi atmamak, âzâd etmek
ve bülûğa ermek gibi bîr sebeble fesh edilmesine gelince: Bu akdin tamamından
önce feshdir.
Ben derim ki: Şöyle
cevap verilebilir: Feshe ihtimali olan sözünden murad akdi yapan iki tarafın
kasden razı olmalarıyla ihtimalli olandır. Dinden dönmek ve birbirine mâlik
olmakla nikâhın feshi ise başkasına tebean sâbit olur.
"Müzârea ve
müsâkal" Kelimelerini Bahır sahibi inceleme sonunda zikretmiş ve şöyle demiştir:
"Müzârea ile müsâkatta dahî sahih olması gerekir. Çünkü bunlar icaredir. Halbuki
Eşbâh sahibi bunu kesin bir dille ifade etmiştir. Hamevî diyor ki: İhtimal o
bundan sonra menkul ifadesini bulmuştur. Çünkü Bahır'ın telifi
öncedir."
"İcare ilh..."
Üçüncü gün icareyi fesh ederse acaba geçen iki günün ücretini vermesi vâcib olur
mu? Sadrü'l-İslâm'ın fetvasına göre vâcib olmaz. Çünkü muhayyerlik hükmünce
faydalanma imkânı bulamamıştır. Zira faydalanırsa muhayyerliği bâtıl olur.
Câmiu'l-Fûsuleyn.
"Taksim" in fesha
ihtimalli olması bir cihetle satış sayıldığı içindir. "Mal üzerine sulh"
Kaydıyle musannıf kısas üzerine sulhdan ihtiraz etmiştir. Çünkü onun fesha
ihtimali yoktur. Nitekim yurkarıda geçmişdi.
"Zevce, râhln ve
köle için" şart koşmuşsa demesi bunlar tarafından akid geçerli olup fesha
ihtimalli bulunduğu içindir. Kocayla kölenin efendisi bunun hilâfınadır; Zira
onların tarafından akid geçerli olsa da fesha ihtimalli değil yemindir. Rehin
alan kimse dahi bunun hilâfınadır. Çünkü onun tarafından akid asla geçerli
değildir. Şu halde bunları mukabil olarak zikretmesi gerekirdi. H. Yani bunların
muhayyerliği sahih olanlar arasında zikretmeliydi. Ama şöyle denilebilir: Hul
ile mal karşılığı köle âzadı aşağıda gelen yemin sözünde dahildirler. "Geçerli
olup fesha ihtimallidir" ifadesinden murad kabul ite tamam olmazdan öncedîr.
Zevce, râhin ve kölenin 'kabullerinden sonra ise fesha ihtimali
yoktur.
"Kefalet" şahsa
veya mala şâmil olduğu gibi kefil olunan şahsa veya kefile muhayyerlik şartı
koşmaya da şâmildir. Bahır. Yukarıda arzetmişdik ki, kefalet ile havalede
muhayyerlik üç günden fazla için de sahihtir.
"İbrâ ilh..." Ben
muhayyer kalmam şartıyla seni İbrâ ettim, demekle olur. Bunu Fahru'l-İslâm şaka
bahsinde zikretmiştir. Bahır. Tahtâvî diyor ki: "Lakin Şerif Hamevî'nin
imadiyye'den naklettiğine göre kendisî muhayyer kalmak şartıyla borçluyu ibrâ
ederse muhayyerlik batıldır. İhtimal bu meselede hilâf
vardır."
Ben derim ki: şârih
hibe bahsinin başında kesinlikle bu ikinci kavli tercih etmiş ve onu Hulâsa'ya
nisbet eylemiştir. T.
"Vakıf" Meselesi
hakkında onun fesha ihtimali yoktur, denilebilir. "İmam Ebû Yusuf'a göre" Vakıf
geçerlidir. imam Muhammed'e göre de öyle ise de obu işte muhayyerlik şartı
bulunmamasını şart koşmuştur. Velevki malûm olsun. Vakıf bahsinde arzettik ki,
hilâf mescidden başkası hakkındadır. Mescid hakkında olursa vakıf sahih,
muhayyerlik bâtıl otur.
"Nikâh" da sahih
değildir. Çünkü fesha ihtimali yoktur.
"Tolâk" Mal
mukabili değilse onda da sahih değildir. Mal mukabili olmayan 'hul'un da bunun
gibi olması gerekir.
"İkrar da" Sahih
değildir. İkrar bahsinde ibâresi metlinle birlikte şöyledir: "Bir kimse üç gün
muhayyer kalmak şartıyla bir şey ikrar etse ikrarı muhayyerliksiz lâzım gelir.
Çünkü İkrar ihbardan İbarettir. Muhayyerliği kabul etmez. Velevki kendisi için
ikrar edilen şahıs muhayyerliği hakkında bunu tasdik etsin. Ancak muhayyerlikle
satış akdi yapıldığını ikrar ederse sahih olur. Bu satıcıyı tasdik ettiği veya
delil getirdiği zaman akdin muteberliğine kıyasen sahih
olur.
"Vekâlet ve
vasiyette dahi muhayyerlik yoktur." Çünkü iki taraftan geçerlilik yoktur. Bazı
suretlerde vekâletin geçerli olması ise nadirdir. Bunu Tahtâvî ifade etmiştir.
Bu iki şeyi Nehir sahibi yukarıdaki geçerlidir tabirinden olarak yaptığı
inceleme neticesi ziyade etmiştir.
METİN
Bunlar dokuzdur.
Ben Nehir sahibinin yazdığı nazmı değiştirerek şöyle demişdim: "Muhayyerlik
şartı icare, satış, ibrâ. kefalet. rehin, köle âzadı. şufayı terk ve sulhda
caizdir. Hul'la taksim, vakıf, havale ve ikale de öyledir. Sarf, ikrar, vekâlet,
nikâh, talâk, selem, nezir ve yeminlerde caiz değildir." Bir kimse bir şey satın
alır da müşteri üç güne kadar parasını saymadığı takdirde satış muteber
sayılmayacağını şart koşarsa istihsanen sahih olur. İmam Züfer buna muhâliftir.
Üç gün zarfında müşteri parayı saymazsa akid fâsid olur. Ondan sonra mal
elindeyse yaptığı âzâdlık geçerli olur. Bu bellenmelidir. Yine bu şekilde dört
güne kadar satın alırsa akid sahih olmaz. İmam Muhammed buna muhâliftir. Üç gün
zarfında parayı sayarsa bilittifak akid câizdir. Çünkü parayı sayma muhayyerliği
şart muhayyerliğine mülhaktır. Ama musannıf bu tefrî'i terk etse daha iyi
olurdu.
İZAH
"Bunlar dokuzdur
ilh..." Onuncu da ziyade edilir ki, o da hibedir. Musannıf onu kendi bâbında
zikredecek "Hilenin hükmü muhayyerlik şartının sahih olmamasıdır.."
diyecektir.
"Müşteri üç güne
kadar parasını saymadığı takdirde ilh..." Kezâ müşteri parayı sayar da üç güne
kadar satıcı parayı dönerse, aralarında satış olmayacağını şart koşmadığı
takdirde sahihtir. Metnin meselesinde muhayyerlik müşteriye aiddir. Çünkü satışı
geçerli sayıp savmamak onun elindedir. İkincide ise satıcıya aiddir. Hatta o
köleyi âzâd etse sahih olur. Ama müşterinin âzâd etmesi sahih değildir.
Nehir.
T E N B İ H : Bahır
sahibi burada Hâniyye'ye uyarak vefa satışını zikretmiş ve şöyle demiştir:
"Çünkü o aynı zamanda parayı sayma muhayhayyerliği
Bu hususta sekiz
kavil bulunduğunu da söylemiştirşarih bunu satışlar bahsinin sonunda kefaletten
az önce zikretmiştir,Bu hususta inşaallah orada söz
edilecektir.
"Üç gün zarfında
müşteri parayı saymazsa satış bâtıl olur ilh.. " Bu
satılan mal hali
üzere kaldığına göredir. Nehir sahibi şöyle demiştir:"Sonra o malı müşteri satar
da parayı üç gün içinde saymazsa satış caizdir. Malın parası borcu olur. Kezâ üç
gün içinde cariyeyi öldürür yahut kendisi ölürse, yahut cariyeyi hata yolu ile
ecnebî birisi öldürürde kıymetini ödemesi lâzım gelirse hüküm yine budur. Cariye
dul olsun bakire olsun onunla cima eder veya ona bir cinayette bulunursa, yahut
hiç bir kimsenin fili olmadan cariyeye kusur arız olur da parayı satmadan günler
geçerse satıcı muhayyer bırakılır. İsterse cariyeyi kusurlu olarak alır;
kendisine kıymetten bir şey verilmez; dilerse cariyeyi bırakıp kıymetini alır.
Hâniyye'de böyle denîlmiştir."
"Yaptığı âzâdlık
geçerli olur ilh..." Yani kölenin kıymetini ödemek de ona aiddir. Bunu
Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Bu mesele "fâsid olur" Sözü üzerine
tefrî edilmiştir. Nehir sahibi şöyle demiştir: "bilmiş ol ki: Satış muteber
sayılmayacak sözünün zâhirî şunu gösterir: Üç gün zarfında parayı saymazsa satış
bozulur. Haniyye sahibinin beyanına göre sahîh olan kavil satışın fâsid
olmasıdır; feshedilmîş olmaz. Hatta üç günden sonra köleyi azâd etse köle elinde
olmak şartı ile geçerli olur." Üç gün geçmeden âzâd etmesi ise evveliyetle
geçerlidir. Nasıl ki satarsa hüküm budur. Bu evvelce geçmişte. Çünkü şart
muhayyerliği manasındadır.
"Yine bu şekilde
ilh..." Yani dört güne kadar parasını saymazsam diyerek satın alırsa sahih
olmaz. Evvelce geçen fâsid midir yoksa mevkuf mudur ihtilâfı burada sabittir.
Bunu Zahîre'den naklen Nehir sahibi söylemiştir.
"İmam Muhammed buna
muhaliftir İhI..." Ona göre söyledikleri tarihe kadar
câizdîr.
"Musannıf bu
tefri'i terk etse" Yani satın alırsa, diye yaptığı tefrî'l yapmasa daha iyi
olurdu. Zira mülhak olmak başka başka olmayı, tefrî ise o meselenin dallarından
sayılmayı gerektirir. Dürer sahibi şöyle demiştir; "Bunu Vikaye'de olduğu gibi
takibe delâlet eden (fa) edatı ile zikretmemiştir. Bu onun hakikî şart
muhayyerliği sûretlerinden olmadığına işaret içindir. Akibinde zikretmesi manen
onun hükmünde olduğundandır." Dürer'e hâşiye yazan Hâdimi şunları söylemiştir:
"Ben derim ki:Zeylaî'de vaki olan onun suretlerinden olmasıdır. Sadru'şşeria
(fâ) edatının getirilmesi hususunda: Bu şart muhayyerliği meselesinin fer'idir.
Çünkü bu ancak fesîhle zararı kendinden def için meşru olmuştur. Zararın ödemeyi
geciktirmekle veya başka bir şeyle olması fark etmez. Kaldı ki, çünkü onun
hükmündedir, demesi (fâ)nın girmesine sahih kabul edilen bir illet olabilir,
demiştir."
METİN
Satılan mal
satıcının milkinden yalnız onun muhayyerliği ile bilittifak çıkmaz. Binaenaleyh
kıymeti yani bedeliyle müşteri hesabına helak olur. Bedeliyle diye tefsir etmesi
mislîye şâmil olsun diyedir. O malı satıcının izniyle teslim almışsa aldığı
günkü kıymetiyle helak olur. Satış pazarlığı ile teslim almış mesabesindedir ki,
böyle bir mal kıymeti beyan edildikten sonra kıymetiyle
ödenir.
İZAH
"Yalnız onun
muhayyerliği ile bilittifak çıkmaz ilh..." Çünkü bu hükme mânidir. Satıcının
milkinden demesi mâlikin satıcı olduğuna işaret içindir. Fuzûlî olsaydı
muhayyerlik şartı satışı bozardı. Çünkü fuzûlîye şartsız olarak muhayyerlik
vardır. Nitekim Kerabisî'nin Fûrûk'unda beyan edilmiştir. Buna satışa vekil ile
itiraz olunamaz. Satışa vekil olan kimse muhayyer olmak şartıyla satarsa câiz
olur. Çünkü hükmen mâlik gibidir. Nehir.
"Yalnız onun
muhayyerliğiyle" diye kayıdlaması şundandır: Her ikisi muhayyer olmak şartıyla
satıldığı zaman dahi hüküm bu ise de musannıf onu açıkça beyan edecektir. Aksi
takdirde tekrar lâzım gelir.
"Kıymetiyle müşteri
hesabına helâk olur ilh..." Çünkü mal helâk olmakta satış fes'h edilmiş olur.
Zira bu satış mevkuf idi. Mahal kalmazsa satışın yürürlüğü de yoktur. Şu halde
satış pazarlığı ile teslim alınmış olarak elinde kalır. Böyle bir yerdeyse
kıymet lâzım gelir. Hidâye'de böyle denilmiştir. Musannıfın meselesinde
muhayyerlik müddetinde mevcud kalmakta beraber helâk olmasıyla satıcının satışı
fesh ettikten sonra helâk olması arasında fark yoktur. Nitekim
Câmiu'l-Fûsuleyn'de beyan edilmiştir. Fakat müddet geçtikten sonra o müddet
zarfında fesh yapmadan elinde helâk olursa kıymetiyle helâk olur. Çünkü
muhayyerlik sâkıt olmuştur. Şayet müşterinin elindeyken helâk olduğunu ve
kıymetini ödemesi gerektiğini iddia eder de müşteri malın elinden kaçtığını
iddiada bulunursa, söz yeminiyle beraber müşterinindir. Çünkü zahir o malın diri
olduğunu gösterir. Satış da tamam olur. Satıcı malın kaçtığını, müşteri ise
öldüğünü iddia ederse. söz yeminiyle beraber satıcının olur. Sirâc'da böyle
denilmiştir. Bahır.
"Satıcının izniyle
teslim aldıysa aldığı günkü kıymetiyle helâk olur." İzni olmadan almışsa hüküm
evleviyetle yine budur. T. Fakat mal satıcının elinde helâk olursa satış
bozulmuş olur. İkisine de bir şey lâzım gelmez. Nitekim izinden mutlak olarak
alırsa hüküm budur. Mal satıcının elinde kusurlanırsa müşteri muhayyerdir. Çünkü
kusur satanın fiiliyle olmamıştır ve ödemesi lâzım gelmez, ancak müşteri
muhayyerdir. İsterse o malı bütün kıymetiyle alır, dilerse satışı fesheder.
Nitekim mutlak satışda da hüküm budur. Kusur satıcının fiiliyle olursa malın
kıymeti o mikdar eksilir. Zira onun fiiliyle meydana gelen zarar ödettirilir
Bununla malın kıymetinden eksilen mikdar düşülür. Bunu Zeylai'den naklen Bahır
sahibi söylemiştir. Müşterinin elinde kusurlanmasının hükmüyse ileride
gelecektir.
"Kıymeti beyan
edildikten sonra kıymetiyle ödenir" Sözü mutlaktır. Binaenaleyh satıcı veya
pazarlıkçı tarafından kıymetinin beyan edilmesi hallerine şâmildir. Tarsûsî
Enfeu'l-Vesâil'de bunu pazarlığı yapana tahsis etmişse de Bahır sahibi bunun
hata olduğunu söyleyerek reddetmiştir. Zira Haniyye'de şöyle denilmiştir:
"Satıcıdan satın almak için bir elbise İster de satıcı kendisine üç elbise
vererek şu on dirheme, şu yirmiye, bu da otuzadır, bunları al götür. Hangisini
beğenirsen onu sana sattım derse, müşteri götürdüğü ve mal onun elinde helak
olduğu takdirde meseleye İmam İbnü'l-Fadl şöyle cevap vermiştir: Toptan yahut
birbiri ardından helâk olur da evvel ve sonra hangisinin helâk olduğunu bilmezse
bütün elbiselerin üçte birini öder. Evvel helâk olanı bitirse yalnız onu ödemesi
gerekir, Geri kolon iki elbise emânettir. İki elbise helâk olur da evvela
hangisinin helâk olduğunu bilmezse her ikisinin ayrı kıymetlerini öder. Üçüncüyü
de sahibine iade eder. Çünkü elinde emanettir. Üçüncü elbisenin üçte btr veya
dörtte biri eksilirse noksanı ödemez. Yalnız bir elbise helak olursa onun
kıymetini vermesi lâzım gelir. Geri kalan iki elbiseyi iade eder." Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır'.
Bahır sahibi diyor
ki: "Ödemek için satıcı tarafından kıymetin beyanı kâfi geldiğine bu açık
delildir." Allâme Makdisî buna şöyle cevap vermiştir: "Tarsusî'nin muradı iki
taraftan hakikaten veya hükmen kıymet beyanı mutlak lâzım geldiğini anlatmaktır.
Bunların birincisi zâhirdir. İkincisi ise şöyle olur; Alanla satanın ikisinden
biri fiyatı söyler, ötekinden de buna razı olduğuna dair bir işaret görülür."
Sonra "Tarsusî'nin ibâresine bakan onun bu söylediklerimizi ifade ettiğini
görür." demiştir.
Ben derim ki: Bunun
izahı şöyledir: Pazarlık yapana ödemek ancak o malı satış İçin konuların
kıymetiyle aldığı zaman lazım gelir. Satıcı fiyatı söyler de Pazarlıkçı elbiseyi
satış yoluyla teslim alırsa buna razı olmuş demektir. Nitekim kıymeti kendisi
söyleyip satıcı buna razı olsa hüküm budur. Sanki kıymeti tâyin beraberce ikisi
tarafından olmuştur. Görmek üzere olması bunun hilâfınadır. Çünkü bununla
müşteri o malı söylenen fiyata olmaya razı olmuş sayılmaz. Kınye'de Ebû
Hanife'den naklen bildirildiğine göre satıcı bu elbise senin için on dirhemdir
der de müşteri:Onu ver de bir bakayım yahut başkasına göstereyim diyerek
elbiseyi bu Pazarlık üzerine alırsa, zayi olduğunda bir şey ödemesi lâzım
gelmez. Fakat ver onu. beğenirsem alırım der de elbise zayi olursa o fiyattan
ödemesi gerekir.
Ben derim ki: Bunda
fiyat koyma yalnız satıcı tarafındandır. Lakin alıcı son şekilde satın olma
yoluyla teslim alınca satıcının koyduğu fiyata razı olmuş sayılır. Sanki
beraberce fiyat koymuşlardır. Birinci ve îkinci suretlerdeyse satış yoluyla
teslim atma yoktur. Kendisi görmek veya başkasınagöstermek için teslim almıştır.
Binaenaleyh elinde emânettir onu ödemez. Bundan sonra Kınye'de şöyle
denilmiştir: "Satıcıdan bir elbise alır da beğenirsem satın aldım gitti derse
elbise zayi olduğu takdirde bir şey ödemesi gerekmez. Fakat beğenirsem onu on
dirheme alırım derse kıymetini ödemesi lâzım gelir. Elbise sahibi bu elbise on
dirheme der de alıcı getir onu bir göreyim diyerek bu şartla teslim alır ve
elbise zayi olursa bir şey ödemesi gerekmez."
Ben derim ki: Bunun
vechi şudur: Birincide her iki taraftan biri fiyattan bahsetmemiştir.
Binaenaleyh satın alma yoluyla alınmış olması sahîh değildir. Velevki alıcı
satın aldığını açıklamış olsun. ikincide satış yoluyla fiyatı açıklayınca o mal
garantili olur. Üçüncüde satıcı fiyatı açıklasa da alıcı onu görmek için
almıştır, satın almak için almış değildir. Onun için ödenmez. Böylece satın alma
Pazarlığıyla alınan malla görme pazarlığı ile alınan mal arasındaki fark
anlaşılmış olur.
"Kıymetiyle ödenir
ilh..." Yani mal kendiliğinden helâk olursa demek istiyor. Alıcı istihlak ederse
Tarsusî'nin tahkîki gibi konulan fiyatıyla ödenir. Velevki Bahır sahibi: "Bu
doğru değildir. Çünkü Hâniyye'de şöyle denilmiştir: Fiyatı bildirildikten sonra
bir elbiseyi Pazarlık suretiyle alır da elbise elinde helâk olursa kıymetini
vermesi gerekir. Kezâ müşteri öldükten sonra o malı müşterinin mirâsçısı
istihlâk ederse hüküm yine budur." diyerek reddetmiş olsun. O: Mirâsçı mûris
gibidir, demiştir. Fakat buna Nehir sahibi itiraz ederek şöyle demiştir: "Bunun
doğru olmadığını teslim edemeyiz. Çünkü Tarsusî onu kendi anladığına göre
söylemiş değil fukahâdan nakletmiştir. Bunu Müntekâ sahibi açıklamış, Muhît
sahibi de talil ederek fiilini doğruya yorumlamak için satılan malı razı olmuş
sayıldığını söylemiştir. Hizane sahibi dahi bunu Müntekâ'ya nisbet etmiş, ancak
kıyasa göre kıymet vâcib olduğunu söylemiştir." Nehir'in sözü burada
biter.
Ben derim ki: Bahır
sahibinin Hâniyye'den naklettiği sözde iddiasına deliI yoktur. Hatta iddiasına
aykırı delâlet vardır. Çünkü : "Kezâ o elbiseyi müşterinin mirâsçısı istihlâk
ederse hüküm yine budur." Sözü gösteriyor kî, elbiseyi bizzat müşteri istihlâk
etse kıymetini değil fiyatını ödemesi gerekirdi. Bunun vechi dahî zâhirdir. Zira
Muhît sahibinin talilinden anladın. Müşteri ile mirâsçısının istihlakı
arasındaki fark şudur: Akdi yapan müşteridir. Elbiseyi İstihlâk edince
zikredilen kıymetle Satış akdinin yürürlüğüne razı olmuş sayılır. Mirasçısının
istihlâkı bunun hilâfınadır. Zira akdi yapan mîrâsçı değildir. Hatta onun
ölümüyle akid fesh edilmiş;
mirasçının elinde o
mal emânet olarak kalmıştır. Onun için konulan fiyatı değil de kıymetini Ödemesi
lâzım gelir. Binaenaleyh Bahır sahibinin :
"Mîrâsçı mûris
gibidir." sözü kabul edilemez. Sonra gördün ki, Tarsusî Müntekâ'dan bu mânâyı
ifade eden sözler nakletmiştir. Onun naklettiği şudur: "Satıcı sözümden döndüm
der; veya müşteri razı oldum demeden İki taraftan biri ölürse satış ciheti
bozulur. O malı bundan sonra müşteri istihlâk ederse kıymetini ödemesi gerekir.
Nitekim hakikî satış bozulursa mal müşterinin elinde ödenmek üzere kalır. Burada
da öyledir." Bu ifade müşteri ölürse akdin fesh edilmiş sayılacağı hususunda
açıktır. O halde mirâsçı istihlâk ederse konulan kıymeti ödemesi mal lazım
gelebilir.
METİN
kıymet koça çıkarsa
çıksın ödenecektir. Nehir. Velevki müşteri ödememeyi şart koşmuş olsun.
Bezzâziye. Mal vekilin elinde helâk olursa müvekkilinden isteyememek üzere onu
kendi malından öder. Meğerki "Pazarlık et!" diye emir vermiş olsun. Hâniyye. Ama
görmek üzere pazarlık etmişse mutlak surette ödeme yoktur. Rehin Pazarlığı ile
aldığında malın kıymetiyle borçtan hangisi daha az ise onu öder. ödünç pazarlığı
ile almışsa yaptığı pazarlığa göre; cariyeyi nikah pazarlığıyla almışsa
cariyenin kıymetiyle öder. Nehir.
İZAH
"Kıymet kaça
çıkarsa çıksın ilh..." ifadesi Tarsusî'ye red cevabıdır. Tarsusî şöyle demiştir:
"Ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, kıymet koca çıkarsa çıksın ödenmesi icab
eder. Lâkin şöyle demek gerekir: Kıymet konulan fiyattan fazla olmamalıdır.
Nitekim fâsid icarede hüküm budur. Nehir sahibi diyor ki: Bu söz götürür.
Bilâkis kıymet koça çakarsa çıksın ödenmesi icab eder. Ulema bunu fâsid satışta
açıklamışlardır. Burada da öyledir."
"Mal vekilin elinde
helâk olursa ilh..." Burada Bahır sahibi Hâniyye'den şunu nakletmiştir: "Satın
almaya vekil olan kimse elbiseyi satın alma pazarlığı ile alır da müvekkile
gösterirse, o razı olmayıp malı vekille iade ettiği ve mal vekilin elinde helâk
olduğu takdirde İmam ibnü'l-Fadl şunu söylemiştir: Vekil elbisenin kıymetini
öder ve ödediğini müvekkilinden alamaz. Meğerki satın alma pazarlığıyla almasını
emretmiş olsun. O zaman vekil ödediği takdirde parasını müvekkilinden
alabilîr."
"Ama görmek üzere
pazarlık etmişse ilh..." Meselâ; getir onu bir göreyim yahut onu başkasına bir
göstereyim, diyerek beğenirsem onu alırım cümlesini söylemezse mutlak surette
ödeme yoktur. Mutlak sözünden murad: Evvelâ fiyatı söylesin söylemesin demektir.
Bunu Halebî Nehir'den nakletmiştir. Şübhesiz ki ödememesi mal kendiliğinden
helâk olduğu zamandır. Teslim olan istihlâk ederse kıymetini ödeyecektir.
Bununla satın alma pazarlığı suretiyle teslim alınan mal arasındaki farkı
yukarda arz etmîşdik. Satın olma Pazarlığıyla teslim alıp fiyatı açıklamadığı
yahut razı olmadan akdi yapanlardan biri öldüğü veya sözünden döndüğü zaman
hükmü ne ise bunun hükmü de odur. Nitekim Müntekâ'dan naklen az yukarıda
arzettik. Meselenin başında şöyle demişdik: "Bir kimse üç elbise teslim alır da
satıcı birisini satın alsın diye her birinin fiyatını muayyen olarak söylerse,
elbiselerden biri helâk olduğu takdirde yalnız onu öder. Diğer ikisini ödemez."
Tafsilatı yukarıda geçti. Acaba bu üç elbiseyemi mahsustur ki aşağıda gelen
tâyin muhayyerliği meselelerinden biri olsun. Yoksa umumî midir? Zâhire
bakılırsa umumîdir. Çünkü elbiseler daha çok olursaşübhesiz içlerinden biri
satış pazarlığıyle alınmıştır. Velevki fâsid olsun. Diğerleri görme Pazarlığıyla
alınmıştır. Böylesi emanettir. Birinci bunun hilâfınadır.
"Rehin pazarlığı
ileyse ilh..." Borcun mikdarını söylediği takdirde borçla rehnin hangisi azsa
onu öder. Bu söz musannıfın Rehn bahsinde söyleyeceği: "Rehn pazarlığı ile
altnan malın mikdarı açıklanmazsa esah kavle göre ödenmez" ifadesine aykırı
değildir. Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Vad edilen alacak rehn pazarlığı ile
alınmışsa va'dedilen şeyle ödenir. Meselâ; birisi birine bin dirhem ödünç
vereceğini vadeder; o da rehin verir de ödünç vermeden helâk olursa va'dettiği
bin dirhemi vermeye mecbur edilir. Bu para rehn olanın veya âdil bir kimsenin
elinde helak olursa aldığı günkü kıymeti ile rehne bakılır. Ebû Yusuf'dan bir
rivayet göre bir kimse birine: Bana ödünç para ver de şunu al diyerek ödüncü
söylemezse. o kimse rehni aldığı fakat ödüncü vermediği takdirde rehin zayi
olursa, kıymetini vermesi lâzım gelir." Ebû Yusuf'un bu kavli zikredilen esah
kavlin mukabilidir.
"Ödünç pazarlığı
ile almışsa pazarlığa göre öder ilh..." Bahır'da Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen
şöyle denilmiştir: "Ödünç Pazarlığı ile alınan para hakikî pazarlıkla alınan
gibi Pazarlığı yapılan para ile ödenir. Bu satış Pazarlığı ile alınan gibidir.
Şu kadar var ki. satışla kıymeti öder. Burada ise rehin yapmış olduğu ödünç
Pazarlığı karşılığı helâk olur." Yapmış olduğu ödünç pazarlığından murad kıymeti
rehin kadarsa demektir. Daha azı ile olmaz. Binaenaleyh bu söz yukarıda geçen
"az olanı ile ödenir" ifadesine aykırı değildir. Bu suretle anlaşılır ki, aldığı
şeyden murad rehin mânâsınadır. Ve mesele ondan öncekinin aynıdır. Nitekim
Bezzâziye'den naklettiğimiz ibâreden de anlaşılır.
"Nikâh Pazarlığıyla
yapmışsa ilh..." Yani evlenmek için başkasının cariyesini sahibinin izniyle alır
ve cariye elindeyken helâk olursa kıymetini öder. Câmiu'l- Fûsuleyn'in hâşiye
yazarı Hayreddin'i Remlî şöyle demiştir: "Ben derim ki: Evvelce geçtiği vecihle
dünürlükten sonra erkeğin mehir olarak gönderdiği şey mevcud veya helâk olmuşsa
onu geri alır. Bu ibâre nikâh pazarlığı ile alınan mehrin de ödeneceği hususunda
açıktır. Velevki mehir konulmamış olsun."
T E N B İ H :
Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre mehir konulmamış bile olsa cariyenin
kıymeti vâcibtir. Bununla satın alma veya rehin Pazarlığı arasında ne fark
olduğu beyana muhtaçtır. Zira kıymeti veya ödünce beyan etmeden ödeme yoktur. Bu
hususda Hamevî Eşbâh hâşiyesinin nikâh bahsinde uzun uzadıya söz etmiş. fakat
faydalı bir şey söylememiştir.
METİN
Köle sadece
müşterinin muhayyerliğiyle satıcının milkinden çıkar. Artık onun elinde helâk
olursa parasını öder. Nasıl ki müşterinin elinde eli kesilmek gibi giderilmesi
mümkün olmayan bir şeyle kusurlanması böyledir. Birinci meselede kıymetini
ödemesi lâzım gelir. Satıcı da satışı fesheder ve mal kıyemıyâttan ise eksiğini
alır. Misliyattan ise alamaz. Çünkü riba şübhesi vardır. Haddâdi, İkinci
meselede parasını alır. Eksiklik hastalık gibi giderilen şeylerdense müddet
içinde giderildiği takdirde müşteri muhayyerliğinde bakîdir. Aksi takdirde akid
lâzım gelir. Çünkü gerisin geriye vermek imkânsızdır. İbn-i
Kemâl.
İZAH
"Sadece müşterinin
muhayyerliğiyle" Sözü ikisi de muhayyer olup satıcı muhayyerliğinden vazgeçtiği
hale şâmildir. Bu satışa cevaz vermekle olur. Nitekim Bahır'da izah edilmiştir.
Halebî diyor ki: "Bunun bir misli de müşterinin muhayyerliği ecnebi birine
bırakmasıdır,"
"Satıcının
milkinden çıkar ilh..." Köleyi âzad etse sahih olmaz. "satarsam hür olsun" diye
yaptığı yemin de sahih değildir. Çünkü köle milkinden çıkmıştır.
Bahır.
"Elinde helâk
olursa parsını öder ilh..." Çünkü helâk dönmeye mâni olan bir kusur
mukaddimesinden hali değildir. Köle helâk olduğunda satış kesinleşmiştir.
Binaenaleyh parasını vermek lâzım gelir. Muhayyerlik satıcının olursa bunun
hifınadır. Çünkü bu halde kusurlanması dönmeye mâni değildir. Helâk olduğunda
akid mevkuftur ve bâtıl olur. Nehir. Akid bâtıl olunca ise kıymetini öder.
Parasıyla kıymeti arasındaki fark şudur: Parasından murad kıymetinden az olsun
çok olsun iki tarafın razı oldukları bir çaydır ki, onunla ziyade ve eksiksiz
miyar gibl bir şeye kıymet biçilir.
"Kusurlanması
böyledir Hh..." Bu ifade her iki surette yani gerek muhayyerlik satıcıya gerekse
alıcıya aid olsun helâki teşbihtir. Zira zikrettiği şekilde kusurlanmak helâk
gibi olup birinci surette kıymeti. ikinci surette malın parasını vermeyi icab
eder. Minah. Kusurlanarak müşterinin veya ecnebî birinin kusurlanmasına ve kezâ
semavî bir afetle yahut satılan malın fiiliyle kusurlanma hallerine şâmlidir.
İmam Muhammed'e göre satıcının fiilîyle kusurlanması da böyledir. Bununla
müşterinln muhayyerliği sâkıt olmaz. Satışı câiz kabul ederse satıcı noksanı
öder. İmam-ı Azam'la Ebû Yusuf'a göre ise satış geçerlidir. Bahır, Yani diyeti
satıcıdan alır. Nitekim şârih bunu daha sonra
zikretmiştir.
T E N B i H :
Musannıf müşterinin etindeyken malın helâk ve noksanlığının hükmünü zikretmiş.
ama onun elindeyken ziyadeleşmenin hükmünden bahsetmemiştir. Bunun hülasası
şudur: Ziyade ya mala bitişiktir yahut ondan ayrı olup yavru, semizlik, güzellik
ve hastalıktan iyileşme gibi aslından doğmuştur. Yahut doğmamıştır. Boya,
kısırlık. kazanç ve bina gibi şeyler böyledir. Binaenaleyh fesha İmkânı yoktur.
Fesh ancak ayrı olup anadan doğma olmayan şeylerde caizdir. Bunu
Tatarhâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
"Kıymetini ödemesi
lazım gelir ilh..." Yani helâk olursa öder. Şârih :
'"Birinci meselede
satıcı için satışı fesh hakkı vardır ilh..." dese daha iyi olurdu. Çünkü
anlatılmak istenilen husus her iki meselede kusurlanan mala lâzım gelen
hükümdür. Her iki meselede mal helak olursa ne hüküm verileceği metinde
açıklanmıştır.
"Çünkü riba şübhesi
vardır ilh..." Riba mallarında malın iyi olması muteber değildir. Lâkin
Hulâsanın gasb babında şöyle denilmiştir: "Bir kimse gümüş bir gerdanlık
gasbetse, sahibi isterse onu kırık olarak alır isterse almaz; kıymetini altın
olarak alır.
İnâye sahibi diyor
ki: '.'Zira kendi cinsinden kıymetinin mislî vâcibtir desek bu ribaya götürür.
Tartısının mislini desek iyilik ve sanat hususunda sahibinin hakkını ibtal etmiş
oluruz." Zeylaî orada riba mallarından olup gasbedilmiş ve noksanlaşmış bir mal
hakkında şöyle demiştir: "Sahibi malın aynını alıp gâsıbtan hiç bir şey
istememekle onu gâsıba teslim etmek ve mislini yahut kıymetini ödetmek arasında
muhayyerdir. Zira noksanı ödetmek imkânsızdır. Ödetirse iş ribaya varır."
Bununla anlaşılır ki, muhayyerlik mal sahibine aididir. Dilerse malın aynını
alır noksanını ödetmez; isterse malı vererek mislini ödettirir. Mislinden murad
ağırlığının mislidir. Çünkü kendisi malın iyiliği hususundaki hakkını ibtale
razı olmuştur. Dilerse cinsinin hilâfı olmak şartıyla kıymetini ödetir. Bizim
meselemizde riba malının satışında muhayyerlik satıcıya aid olup malı müşteri
kusurlarsa, satıcı feshi arzu ettiği takdirde kusurun noksanını alamaz. Çünkü
ribaya vardırır. Ama zikredilen muhayyerliklere sahib olması gerekir.
T.
"İkinci meselede
Hh..." Yani muhayyerlik müşteriye aid olduğu vakit parsını
alır.
"Müşteri
muhayyerliğinde bakidir ith.. " Yani muhayyerlik müddeti içinde satışı
feshetmekle malı sahibine iade arasında muhayyerdir.
"Aksi takdirde
ilh..." Yani müddet içinde hastalık geçmezse akid geçerli olur. Çünkü satıcıya
zarar geleceğinden müddet içinde kusurlu olarak iade etmesi mümkün değildir.
Müddet geçtikten sonra hastalık da geçerse müddetin geçmesîyle akid yürürlüğe
girer.
"İbni Kemâl ilh..."
Bu ifadenin bir misli de Bahır'la Cevhere'dedir.
METİN
Müşteri o mola
malik olamaz. İmameyn buna muhaliftir. Zira mâlik olmazsa mal sâibe (sahibsiz)
olur. Biz deriz ki: 'Sâibe hiç bir kimsenin milki olmayan ve milke teallûku
bulunmayan maldır. Burada ikincisi mevcuddur. Size iki bedelin bir araya gelmesi
ve akrabasını satın almakla mevzuuna nakızla avdet etmek mahzurları lâzım
gelir." Alıcıyla satıcının ikisi de muhayyer olurlarsa satılan malla paradan hiç
biri satıcının ve müşterinin milkinden çıkmaz. Bu bilittifaktır. Muhayyerlik
ikisine de konmuşsa bu böyledir. Ve müddet içinde satışı hangisi feshederse
satış bozulur. Hangisi satışa razı olursa yalnız onun muhayyerliği bâtıl, olur.
Bu hilalâfın semeresi on meselede zahir olur. Bunları Aynî
ishâk izzeke fahmüm
kelimelerinden toplamıştır. Birinci kelimenin (elifi) emeye yani cariyeye
işarettir. Bir kimse cariyeyle evlenip sonra onu muhayyerlikle satın alırsa
nikâh bâkîdir. Kelimenin (sînî) istibradan alınmıştır. Müddeti içinde bu
cariyenin hayız görmesi istibra sayılmaz. (Ha) mahremden alınmadır. Mahremi âzâd
olmaz. (Kâf) kirbândan yani satın alınan nikâhlısına yaklaşmaktan alınmıştır.
Onu geri çevirebilir. Meğerki ona yaklaşmakta cariye
noksanlaşsın.
İZAH
"Müşteri o malda
malik olomaz ilh..." Yani muhayyerlik sadece müşteriye aid olduğu vakit o mata
mâlik olamaz demek istiyor. Lâkin Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Müşterinin âzâd
etmesi sahihdir. Bu satışı geçerli kılmak olur. Sirac'da şöyle denilmiştir: O
kimseye nafaka bilittifak vâcib olur. Muhayyerlik müddeti içinde tasarrufta
bulunursa tasarrufu câizdir. Bu onun razı olması demektir. Camiu'l-Fûsuleyn'de
de şöyle denilmektedir: Parasıyla rehin yaparsa onunla rehin câiz olur. Halbuki
yine orada zikredildiğine göre satıcı müşteriyi paradan ibra ederse Ebû Yusuf'a
göre ibrası câiz değildir." Binaenaleyh rehin dahî sahih olmamak gerekir. Cevap
şudur: İbra borca istinad eder. Halbuki müşterinin borcu yoktur. Çünkü para
müşterinin milkinde bâkîdir. Rehin bunun hilâfınadır. Şu delille ki vaad edilen
verecekle yapılması sahih olur. Lâkin Mi'râc'da beyan edildiğine göre rehinin
malın parasıyla sahih olmaması kıyastır. istihsane göre sahih olur. Çünkü sebebi
olan satış bulunduktan sonra ibradır. Tamamı Ba'hır'dadır. Yine Bahır'da
Hulâsa'dan naklen şöyle denilmiştir: "Satılan malın ziyadeleri mevkuftur. Satış
tamam olduysa müşterinin; satış feshedilirse satıcının
olur."
"İmameyn buna
muhâliftir ilh...'" Onlara göre müşteri ona malik olur.
"Mal sâibe olur
ilh..." Yani milke girdikten sonra sahibsiz bir şey olur. Bu söz İmameyn'in
delilidir. Onlar: "Satıcının milkinden çıktıktan sonra mâlik olur." demişlerdi.
Yani mâlik olamazsa o malın satıcının milkinden çıkarak sahibsiz kalması lazım
gelir. Bu sâibe gibi olur ki, şeriattı böyle bir şey bilmiyoruz. Bundan murad
muâvezâdır. Tâ ki hepsini borç kaplamış terike gibi bîr şeyle itiraz olunmasın.
Çünkü böyle terike dönenin milkinden çıkar. ama vârislerin ve alacaklıların
milkine girmez. Tamımı Nehir ile Fetih'dedir.
"Biz deriz ki
ilh..." Bu söz imamı Azam tarafından olup, o malın sâibe gibi olmasını men
eder.
"Burada ikincisi
mevcuddur ilh..." Ki o da milkin satıcıya teallûku bulunmasıdır. Zira bazen
müşteri malı geri çevirebilir. O zaman hakikaten milkine döner. Bu malın
müşteriyle de alakası vardır. Çünkü bazen müşterinin muhayyerliği sâkıt olur da
mal ona kalır. T.
"Size iki bedelin
biraraya gelmesi ilh..." Sözü imam-ı Azam nâmına hasmın delilini icmalen bozmak
yoluyla istidlâldir. Zira iki vecihten fesadı lâzım gelir. Birincisi Nehir'de
beyan edilen şu ifadedir: "O mal müşterinin milkine girse parası henüz onun
milkinden çıkmamıştır. Bu takdirde akidden birininmilkinde muâveza hükmünce iki
bedelin biraraya gelmesi lâzım gelir. Bununsa şeriatta bir aslı yoktur. Yani
muâveza bâbında böyle bir şey yoktur. Zira muâveza (mala karşı mal) her ikisinin
milkleri değişirken müsavî olmayı gerektirir. Buna "müdebberi gasbeder de
elinden kaçarsa" diye itiraz edilemez; çünkü onun kıymetini öder. Bununla o
sahibinin milkinden çıkmaz. Böylece bir milkide iki tane mal karşılığı bir yere
gelmiş olur. Çünkü bu ödeme muâveza değil bir cinayeti
ödemektir.
ikincisi Fetih'deki
şu ifadedir: "Müşterinin muhayyerliği onun lehine meşru olmuştur. Tâ ki
gereğince hareket ederek bu yararlı işin üzerinde olursun. Eğer milki mücerred
Satışla isbat eder de kendisini muhayyer bırakırsak onu maksadının aksiyle
karşılaştırmış oluruz. Çünkü caiz ki. satılan mal onun aleyhine kasdı olmaksızın
âzâd olan bir köle olsun. Böylece muhayyerliği meşruiyeti mevzûuna nakızla avdet
etmiş olur. Çünkü onun için bir yarar yoktur. Bu ise caiz
değildir.
"Hiç biri satıcının
ve müşterinin milkinden çıkmaz ilh..." Zira satıcının tesarrufu câizdir. Bu fesh
olur. Kezâ müşterinin mal ayniyattan ise parada tesarruf etmesi de böyledir. Her
iki tarafın satın aldığı şeyde tesarrufu batıldır ve testimden önce hangisi
ölürse satış bâtıl olur. Teslimden sonra helâk olsa yine bâtıldır. Kıymetine
vermek icab eder. Minah.
"Hangisi satışa
razı olursa yalnız onun muhayyerliği batıl olur ilh..." Yani onun tarafından
satış kesin olur. Diğeri muhayyerliğinde bâkidir. Her ikisinden cevaz veya fesh
bulunmaz da müddet geçerse satış yürürlüğe girer. Birisi satışa razı olur, diğer
fesh ederse aralarındaki satış bâtıl olur. Fesh veya icarenin önce olması veya
her ikisinin beraberce yapılmaları an hükümde müsavîdir, Ama icazeye hiç bir
halde itibar yoktur. Minah.
Bu sözün hülasası
şudur: İki taraftan birinin cevaz vermesiyle diğer taraf muhayyerliğinde bâkî
kalır. O da cevaz verirse akid tamam olur. Fesh ederse akid bâtıldır. Her ikisi
de susarlar da müddet geçerse akid geçerli olur.
"Bu hilâfın
semeresi ilh..." Yani imam-ı Azam'la imameyn arasında müşterinin muhayyerliği
meselesinde zikri geçen hilâf demektir ki şudur:
İmamı Azam'a göre
satılan mal müşterinin milkine girmez. İmameyn'e göreyse girer. Bunun fer'leri
aşağıda gelen meselelerdir.
"Nikâh bâkîdir
ilh..." Çünkü İmamı Azam'a göre cariyeye mâlik olmamıştır. Muhayyerlik sâkıt
olunca nikâh bâtıldır. Zira münâfat vardır. Yani müt'anın milki yeminle ve
akidle sâbit olması arasında zıddiyet vardır. İmameyn'e göre cariye kocanın
milkine dahil olduğu için nikâh bozulur. Müşteri satışı fesh ederse cariye
efendisine nikâhsız avdet eder. Bu îmameyn'e göredir. îmam-ı Azam'a göreyse
Zevcesi olarak devam eder. Nitekim Fetîh'de beyan
edilmiştir.
Bahır sahibi diyor
ki: "Şu izaha göre o adam kansını fasid olarak satın alsa onu teslim olmakla
nikâh fâsid olur. Sonra fesaddan dolayı satış feshedilirse nikâhın fesadı
ortadan kalkmaz."
"İstibra sayılmaz
ilh..." Bu, îmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre istibra sayılır. Cariye
muhayyerlik hükmüyle satıcıya iade edilirse imam-ı Azam'a göre istibra vâcib
olmaz. İmameyn'e göreyse teslim aldıktan sonra iade edilirse istibra vâcibtir.
Bahır. Aşağıda (fa) remzi ile gelen mesele budur.
"Mahremi âzâd olmaz
ilh..." Yani bir kimse mahrem akrabasından birisini satın alırsa İmam-ı Azam'a
göre müddet geçmedikçe muhayyerlik müddeti Içinde o kimse aleyhine âzâd olmaz.
Satış da fesh olunmaz. İmameyn'e göre âzâd olur. Cönkü köleye mâlik
olmuştur.
"Onu geri
çevirebilir ilh..." Çünkü İmam-ı Azam'a göre ona mâlik olamayınca muhayyerlik
müddetinde onunla nikâhlı olarak cima'da bulunmuştur. Milki yeminle değildir ki,
iadesi mümkün olmasın. Çünkü bu satışa rıza delili değildir. Nikâhlısı olmayan
cariyeyle cimada bulunmak bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir. İmameyn'e göre
dönmek imkânsızdır. Çünkü cima milk içinde hâsd olmuştur. Nikâhı da bâtıldır.
Binaenaleyh bu rizaya delildir.
"Meğerki ona
yaklaşmakla cariye noksanlaşsın ilh..." Yani velevki cariye dul olsun cimayla
noksanlaşırsa geri çevirmek imkânı kalmaz. Nehir ve Fetih. Bunun muktezası
şudur: "Cimanın mukaddimeleri cima gibi değildir. Çünkü bunlarla cariye
noksanlaşmaz. Binaenaleyh zikri geçen hilâf burada carî değildir. Nikâhsız olan
cariye bunun hilâfınadır. Zira onun hakkında cimanın mukaddimeleri cima gibidir.
Şu halde satılmakla rizaya delil olur. Artık dönmek bilittifak imkânsız olur.
Nitekim gelecekti . Bu izaha göre Molla Miskîn şerhindeki şu ifade müşkül kalır:
"imamı Azam'a göre cariyeyi öper yahut dokunur veya şehvetle cariye ona
dokunursa dönmek imkânsızdır. Kezâ onun elindeyken kocasından başkası o
cariyeyle cima'da bulunursa, hüküm yine budur." Bu son meselenin vechi zâhirdir.
Çünkü kocadan başkasının ciması mehri icab eder. Bu ise ayn bir ziyade olup
satılan maldan teslim alındıktan sonra doğmuştur. Binaenaleyh yukarıda geçtiği
gibi dönmek imkânsızdır. Bu aşağıda da gelecektir.
TENBİH: Bahır
sahibi diyor ki: "Muhayyerlikle satılan cariyenin cima'ı helâl olduğunun hükmünü
görmedim. Ama muhayyerlik satıcıya aidse cimanın ona helâl olması gerekir.
Müşteriye helâl değildir. Muhayyerlik müşteriye aidse ciması her ikisine helâl
olmaması gerekir. Bunu Mi'râc sahibi Şâfiî'den nakletmiştir." Şüphesiz bu
nikâhlısı olmayan cariye hakkındadır. Sonra bilmelisin ki, bu mesele elifle
işaret olunan birinci meseleyle tekrar edilmiş değildir. Velevki her ikisinin
mevzuları nikahlı cariyeyi satın almak olsun. Çünkü birinciden murad: Cariyeyi
satın olmanın nikâhı ibtal etmemesidir. Bundan murad ise kocasının cariyeyle
olması onu dönmeye mâni olmadığı hakkındadır. Nitekim Tahtâvî buna ten'bihte
bulunmuştur. 'Bu zâhirdir.
METİN
(Ayın) satıcının
elinde bulunan vediadan alınmıştır. Binaenaleyh satıcı aleyhine helâk olur. Zira
milk olmadığı için geri dönmekle teslim alma ortadan kalkmıştır. (Zâ) satın
alınan zevceden alınmıştır. Bu cariye müddeti içinde satıcının elinde doğurursa
ümmü veled olmaz. Müşterinin etinde helâkolursa akid yürürlüktedir. Çünkü
doğurması bir kusurdur. Dürer ve İbn-i Kemâl. Bahır'da Hâniyye'de nakledildiğine
göre cariye doğurmakla kocasnın muhayyerliği bâtıl olur. Velevki çocuk ölü
doğsun. Doğum cariyeyi noksanlaştırmaz. Kocasının muhayyerliği de batıl olmaz.
Musannıf bunu ikrar etmiştir. (Kâf) müddeti içinde kölenin kesbinden alınmadır.
Bu fesihden sonra satıcının olur. (Fâ) cariyenin satışının feshinden alınmıştır.
Binaenaleyh satıcıya istibrâ lâzım gelmez. (Hâ) Hamir'den (şarapdan) alınmıştır.
Köleyi bir zimmî başka bir zimmîden muhayyerlikle satın alır da ikisinden biri
müslüman olursa, köle satıcınındır. Aynı. Musannıf da Aynî'ye uymuştur. Lâkin
İbni Kemâl'in ibâresi "müşteri müslüman olursa"
şeklindedir.
İZAH
"(Ayın) satıcının
elinde bulunan vediadan alınmıştır ilh..." Yani müşteri satılan malı satıcının
izniyle teslim alır da sonra satıcıya emanet bırakır, mal o müddet zarfında
helâk olursa, İmam-ı Azam'a göre satıcının malından helâk olmuş sayılır. Çünkü
milk olmadığı için dönmekle teslim alma ortadan kalkmıştır. İmameyn'e göreyse
müşterinin malından helâk olur. Zira milk bâkî olduğundan emanet bırakmak
sahihtir, Tamımı Bahır'dadır.
"Satıcının elinde
doğurursa ilh..." Yani ona sahih nikâhla varmışsa demek istiyor.
Bahır.
"Ümmüveled olmaz
ilh..." Yani milk bulunmadığı için müşterinin ümmüveledi olamaz. İmameyn buna
muhâliftir. Bahır.
"Akid yürürlüktedir
ilh..." Yani bilittfak sahihtir. Müşteri: Çocuk bendendir, diye iddia ederse
cariye onun ümmüveledi olur. Bunu Bahır sahibi İbn-ı Kemâl'den nakletmiştir.
Çünkü satılan mal teslim alındıktan sonra muhayyerlik müddetinde kusurlanırsa,
muhayyerliği iptal eder.
"Cariye doğurmakla
ilh..." Yani müşterinin elinde doğurursa demek istiyor. Bu suretle söz üst
tarafına muvafık olur. T.
"Doğum cariyeyi
noksanlaştırmaz ilh..." Bu sözün muktezası şudur: Doğurmak bazen noksan
sayılmayabilir. Ama bu yukarıda geçen itlâkın hilâfınadır. Bunu Bezzâziye'den
yukarıda naklettiğimiz şu îfade de teyîd eder: "Cariyeyi teslim alır do sonra
satıcının elinde başka birinden gebe katarak doğurduğu anlaşılırsa. bunu
bilmediği takdirde Mudârebe'nin rivâyetine göre mutlak surette kusurdur. Çünkü
doğum suretiyle meydana gelen kırgınlık ebediyyen ortadan kalkmaz. Fetva buna
göredir. Bir rivâyete göreyse cariyeyi doğum noksanlaştırırsa kusurdur.
Hayvanlardaysa kusur değildir. Meğerki bir noksanlık icab etsin. Fetva buna
göredir." Şârih kusur muhayyerliği babında Bezzâziye'den bizim naklettiğimizin
hilâfını nakledecektir. Fakat bu hatadır. Nitekim orada izah
edeceğiz.
"Bu köle feshden
sonra satıcının olur Hh..." Çünkü imam-ı Azam'a göre müşterinin milkinde
doğmamıştır. İmameyn'e göreyse müşterinindir. Çünkü onun milkinde doğmuştur.
Bahır. Tahtâvî diyor ki: 'Fakat feshedilmezse yukarıda geçtiği vecihle ziyadeler
satılan mala tâbi olur."
"Satıcıya istibrâ
tâzım gelmez ilh..."'Çünkü istibrâ ancak milki tazelemekle vâcib olur. Burada
böyle bir şey yoktur. Cariye başkasının milkine girmiş değildir. Ve sanki
satıcının milkinde bakî gibidir. İbn-i Kemâl
"ibn-i Kemâl'in
ibâresi müşteri Müslüman olursa şeklindedir ilh..."
fetih ve diğer
'kitaplarda da böyle denilmiştir. Binaenaleyh Aynî'nin ibâresindeki ikisinden
biri tabirinden murad müşteridir. Zira satıcı müslüman olursa, muhayyerliği
bilittifak bâkî olduğu İçin hilâfın semeresi zâhir değildir. Nitekim Zeylaî de:
"Müşteri muhayyer olmak şartıyla bir zimmî başka bir zimmîden şarap satın alır
da sonra muhayyerlik müddetinde müşteri müslüman olursa, imameyn'e göre
muhayyerlik bâtıl olur. Çünkü ona mâlîk olmuştur. Müslüman olduktan sonra onu
dönerek başkasına temlîki câiz değildir. Îma-ı Azam'a göreyse satış bâtıl olur.
Çünkü o mala mâlik olmamıştır. Binaenaleyh müslüman olduğu halde muhayyerliği
ıskat ederek bunu başkasına temlike hakkı yoktur. Satıcı, müslüman olurda
muhayyerlik müşteriye aid bulunursa bilittifak muhayyerliğinde bakîdir. Müşteri
onu iade ederse satıcının milkine döner. Çünkü akid satıcı tarafından kesindir.
Razi olursa mal satıcınındır. Satıcı feshederse şarap satıcının olur. Müslüman
hükmen şaraba mâlik olmaya ehildir. Nitekim mirasda da öyledir. Muhayyerlik
satıcıya aid olur da o Müslümanlığı kabulederse, satış bâtıl otur. Çünkü satılan
mal onun milkinden çıkmamıştır. Müslüman şaraba malik olamaz. Müşteri Müslüman
olursa akid bozulmaz. Satıcı muhayyerliğî üzere bakidir. Çünkü akid müşteri'
tarafından kesindir. Şayet akdi câiz kabül ederse mal onundur. Çünkü Müslüman
hükmen şaraba mâlik olmaya ehîldir. Satışı fesh ederse satıcının olur. Bütün bu
söylediklerimiz malı teslim aldıktan sonra ikisinden birinin müslüman olması ve
muhayyerlik birine aid olduğu zamandır. Malı teslim almadan olursa bütün
suretlerde satış bâtıldır. Satış kesin olsun birinin veya her ikisinin
muhayyerliğîne bağlı olsun fark etmez. Çünkü teslim almak tasarruf milki ifade
ettiği için akde benzer. Binaenaleyh Müslüman olduktan sonra ona mâlık olamaz.
Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
METİN
(Mim) mezundan
alınmıştır. Satıcı onu paradan ibrâ ederse istihsânen sahih olur. Muhayyerliği
de kalır. Çünkü muhayyerlik milk edinememeyi takip eder. Bunlar hep İmam-ı
Azam'a göredir. İmameyn buna muhaliftirler.
Ben derim ki : Buna
birtakım meseleler ziyade edilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır: (Ta) talik
içindir. Mesela ona mâlik olursam hür olsun, der de muhayyerlikle satın alırsa
âzad olmaz. İkinci (Tâ) meskeni icâre veya iâre suretiyle devam ettirmek
istemektir ki. ihtiyarî olarak değildir. (Sâd) muhayyerliğiyle bir ov satın
alarak ihrama girmektir ki satış bâtıl otur. (Dâl) satışı fesh ettikten sonra
müddet içinde meydana gelen ziyadelerdir. (Râ) müslümanların alış verişinde üzüm
şırası müddet içinde şarap olursa, satış fâsid olur. İmameyn bunlara muhâliftir.
Bunlara
"tetesadderu ve
yedummü" remziyle işarette bulunmak gerekir. Remz remze işarettir. Ama ben bunu
bir kimsenin söylediğini görmedim.
İZAH
"Mezundan
alınmıştır ilh..." Yani satışa izinli bir köle muhayyerlikle bir şey satın alır
da satıcı muhayyerlik müddeti İçinde kendisini paradan ibrâ ederse muhayyerliği
bakîdir. Çünkü köle o mola mâlik olamayınca müddet içinde iade etmesi
temellükten kaçınmak olur. İzinli kölenin buna hakkı vardır. Ona bir şey hibe
edilirse onu kabul etmeyebilir. Dürer. İmameyn'e göreyse muhayyerliği bâtıl
olur. Çünkü o mala malik olunca iade etmesi karşılıksız temlîk olur, kölenin
buna hakkı yoktur. Bu da Ibrânın sahih olmasını gerektirir. Yukarıda
arzetmişdik, bu Ebu Yusuf'a göre kıyasen sahih olmaz. imam Muhammed'e göreyse
istihsanen sahih olur. Bahır.
"Bunlar hep ilh..."
Yani zikredilen on meselenin hükümleri İmam-ı Azam'a
göredir.
"Azad olmaz ilh..."
Çünkü İmam-ı Azam'a göre o köleye mâlik olmamıştır. Şart mevcud değildir.
İmameyn'e göre şart mevcuddur. Binaenaleyh köle âzâd olur. Çünkü köleye mâlik
olmuştur. Ama mâlik olursam demeyip de satın alırsam derse, köle bilittifak âzâd
olur. Çünkü şart mevcuddur, o da satın almaktır. Sanki o kimse satın aldıktan
sonra köleyi âzad etmiştir. Binaenaleyh muhayyerlik sakıt olur. Fetih. ve
Bahır.
"Meskeni devam
ettirmek ilh..." Şöyle olur; muhayyer olmak şartıyla bir hâne satın alırsa, o
hanede icâre veya iâre suretiyle oturmakta bulunur ve oturmayı devam ettirmek
isterse. Hâherzâde şöyle demiştir:"Devam ettirme îstemesi İmameyn'e göre o aynın
milkini ihtiyar etmek olur." İmam-ı Azam'a göreyse İhtiyar etmek sayılmaz.
Fetih. Kusur muhayyerliğiyle taksimde şart muhayyerliği de böyledir. Bu hâneye
yeni olarak sakin olmuşsa, muhayyerliği bâtıldır. Tamamı
Bahır'dadır.
"İhrama girmektir
ilh..." Yani av elindeyken ihrama girmektir ki, İmam-ı Azam'a göre satış bâtıl
olur. Avı satıcıya iade eder. İmameyn'e göreyse müşteri namına geçerlidir.
Muhayyerlik satıcı içinse bilittifak satış bozulur. Müşteri için olur da müşteri
için ihrama girerse, müşteri onu iade edebilir. Bahır. Fetih'in ibâresi
şöyledir: "Müşteri için olur da satıcı ihrama girerse. müşteri onu iade
edebilir." Doğrusu da budur.
"Fesh ettikten
sonra" sözü satıcı için sözünün teallûk ettiği yere mütealliktir. Yani feshden
sonra ziyade satıcı için sâbit olur. Çünkü müşterinin milkindeyken meydana
gelmiş değildir. İmameyn'e göreyse müşteri için sâbit olur. Çünkü ziyade onun
milkinde meydana gelmiştir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Sonra âşikârdır
ki, ziyadeler sözü bitişik olanlara olmayanlara doğum suretiyle meydana
gelenlere vesaireye şâmildir. Fagot burada doğru değildir. Zira Tatarhâniyye'den
naklen arzetmişdik ki, müşterinin elinde meydana gelmesi muhayyerlikle fesha
mânidir. Meğerki kazanç gibi bitişik olmayan ve doğmayan ziyade olsun.
Böylesinde hilâf carîdir. Çünkü fesh imkânı vardır. Kalan üç surette fesh imkânı
yoktur. Ziyade kesin olarak müşterinindir. Çünkü onun milkinde meydana
gelmiştir. Zira bu ziyadeyle fesh imkânsızdır ve satış geçerlidir. Sonra
Câmiu'l-Fûsuleyn'de gördüm ki. ziyade meseleleri bizim arz ettiğimiz gibi
zikredilmiş: "Doğmayan ve bitişik olmayan suretten maada hepsinde fesh
imkânsızdır. Hilâf sadece doğmayan ayrı surete mahsustur." denilmiştir. O zaman
buradaki ziyadeler sözünü mutlak zikretmek gerekmez. Ondan murad sadece kazanç
meselesidir ki, şarih ona (kâf) remzi ile işarette bulunmuştur. Şârih bunu
zikretmemeliydi. Çünkü tekrardır. Hem de muradın hilafını îham etmektedir. Nasıl
ki "Ziyadeler bitişen ve bitişmeyen ziyadelere şâmildir. Binaenaleyh kazanca
işaret edilen (kâf) remzme hâcet yoktur." diyenler bu zanna
kapılmışlardır.
"Satış fâsid olur
ilh..." Yani bu İmam-ı Azam'a göredir. Çünkü muhayyerliğini isbat etmekle o mala
mâlik olmaktın acizdir. İmameyn'e göreyse satış tamamdır. Zira fesh edince
iadeden aciz kalır, Fetih.
"İmameyn bunlara
muhâliftir ilh..." sözü ziyade edilen beş meseleye
racıdır.
"Bunlara
tetesadderu ve yedummü remziyle işarette bulunmak gerekir. Remz remze işarettir
ilh..." Yani buradaki remzle yukarda geçen remze işaret olunmuştur. Tahtâvî'nin
beyanına göre bu remizlerin mânâsı şudur: "Benliğini tevâzuunla mahvet, kalbinde
Allah Teâlâ'yı tazim eyle, Onun emrine ve yasaklarına uy ve insanları
makamlarına göre ta'zimde bulun ki, hem Allah indinde hem insanlarca önde
olasın."
"Ama ben bunu bir
kimsenin söylediğini görmedim ilh..." Yani tetesadderu sözüyle başlayan remzi
görmemiş. yoksa meseleler Minah ve Bahır'da mevcuddur. T.
METİN
Muhayyerlik sahibi
ecnebî bile olsa velev arkadaşı bilmesin, muhayyerliğe razı olursa bilittifak
sahihtir. Meğerki muhayyerlik her ikisine aid otsun da birisi feshetsin. Bu
takdirde diğeri cevaz veremez: çünkü feshedilen bir şeye cevaz lahık olmaz.
Sözle feshederse sahih olmaz. Meğerki diğeri müddet içinde bilmiş olsun.
Bilmezse akid geçerli olur. Burada çare, gözden kaybolur korkusuyla bir kefil
getirerek işi sağlama bağlamaktır. Yahut meseleyi hâkime arzeder ki hâkim iade
edilen malı kabul edecek birini tâyin etsin. Aynî. Sözle feshederse diye
kayıdlamamız fiilen feshederse bilmese dahi bilittifak sahih olduğu
içindir.
İZAH
"Muhayyerliğe razı
olursa ilh..." Yani ya sözle yahut köle azâdı, cima ve bunlara benzer bir şeyle
fiilen cevaz verirse demektir. Nitekim ilerde gelecektik. Câmiu'l-Fûsuleyn'de şu
ifade vardır: "Muhayyerlik sahibi onun satın almasını câiz gördüm yahut onun
almasını diledim veya almasınarazı oldum derse, muhayyerliği bâtıl olur.
Almasını arzu ettim yahut diledim veya istedim yahut hoşuma gitti; veya bana
uygun geldi derse bâtıl olmaz. İadeyi veya kabulü kalbiyle ihtiyar ederse bu
batıldır. Çünkü hükümler zâhire teallûk eder, batına teallûk etmez
"
"Velev arkadaşı
bilmesin ilh..." Yani onunla birlikte akid yapan kimse demek istiyor. Fakat
muhayyerlik iki müşteriye olursa, birisi bulunmadan diğerinin feshi câiz olmaz.
Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de beyan edilmiştir.
"Her ikisine
ilh..." Yani akdi yapanlardan her birine demektir.
"Diğeri cevaz
veremez ilh..." Meğerki birincisi onun cevaz vermesini kabul etsin.
Câmiu'l-Fûsuleyn'in şu ifadesi de buna delâlet eder; "Bir kimse muhayyerlikle
bir şey satar da müddet içinde satışı fesh eder de satış bozulur. Müddet
geçdikten sonra cevaz verdim der de müşteri kabul ederse, istihsanen caiz olur.
Muhayyerlik müşteriye aid olur da evvelâ cevaz verir sonra fesh ederse, satıcı
da kabul ettiği takdirde caiz olur ve satış bozulur." Böylece birincisi ayrı bir
satış olur. Nitekim şârih söyleyecektir. İkincisi ise
ikaledir.
"Çünkü feshedilen
bir şeye cevaz lahık olmaz ilh..." Orada işkâl vardır. Bunu şârih cevabiyle
birlikte söyleyecektir.
"Meğerki diğeri
müddet içinde bilmiş olsun ilh..." Bu imam-ı Azam'la imam Muhammed'e göredir.
Ebû Yusuf sahih olduğunu söylemiştir. Eimme-i Selase'nin (üç mezheb imamlarının)
kavli de budur. Kerhî diyor ki: "Görme muhayyerliğî dahî bu hilâfa göredir.
Kusur muhayyerliğinde diğeri bilmeksizin fesh bilittifak caiz değildîr." Satışı
fesh ettikten sonra müşteri bilmeden tekrar cevaz verirse câiz olur. Feshi
hükümsüz kalır. Bunu isbîcâbî söylemiştir ve Tarafeyn'e göredir demek
istemiştir. Hilâfın eseri de burada zâhir olur. Şartla satar da: "Ben ortadan
kaybolursam satış fesh edilmiş olacak." derse. yine Tarafeyn'e göre câizdir. Ebû
Yusuf buna muhaliftir. Fetih sahibi onun sözünü tercih etmiştir.
Nehir,
"Bilmezse ilh..."
Yani muhayyerlik müddeti içinde bilmezse demek istiyor ki, ondan sonra
öğrenmesi" veya hiç bilmemesi müsavidir.
"Bir kefil
getirerek işi sağlama bağlamaktır ilh..." Aynî'de ibâre şöyledir: "Ondan bir
vekil olmaktır. Yani feshedeceği hatırına gelirse ona iade eder." Bahır'da ve
diğer kitablarda da böyle denilmiştir. H.
"Yahut meseleyi
hâkime arzeder ilh..." İmâdiyye'de şöyle denilmiştir: "Bu iki kavîlden 'biridir.
Bazıları: Hâkim bir kimseyi tâyin edemez. Çünkü bu vekil almamakla kendine
yararlı olan şeyi terketmek olur, Binaenaleyh hâkim ona bakamaz, demişlerdir."
Tamamı Nehir'dedir.
"Bilmese dahi akid
sahih olduğu içindir ilh..." Fiilen fesha misâl muhayyerlik müddeti İçinde
satıcının mal sahibleri gibi tasarrufta bulunmasıdır. Meselâ: Satılan köleyi
azâd eder; yahut satar; yahut satılan mal cariye olurda onunla cimada bulunur
veya öper; yahut malın kıymeti bir ayın olur da müşteri o malda mal sahibleri
gibi tesarrufta bulunur. Bu muhayyerlik müşteriye aid olduğu zamandır, bunu
İnâye'de Ekmel ve diğer ulema açıklamışlardır. Minah.
"Satıcının
tesarrufta bulunmasıdır İlh..." Sözünden murad : Muhayyerlik ona aid olup da bu
şekilde tasarrufta bulunduğu zamandır ki, hükmen fesih olur. Çünkü bu satılan
malı milkinden bırakmak istediğine delildir. Fakat muhayyerlik müşteriye aid
olur da bu söylediğimizi yaparsa satış tamamdır. Nitekim
gelecektir.
METİN
Nitekim musannıf
bunu şu sözüyle ifade etmiştir: Onun ölmesiyle akid tamam olur. Mirasçı onun
yerini tutamaz. Nasıl ki görme muhayyerliğinde aldatma ve parayı saymada
böyledir.
İZAH
"İfade etmiştir
ilh..." Yani fesha elverişli olan fiili ifade etmiştir demek istiyor. Bundan şu
anlaşılır ki, fiille feshin misâlleri zikredilen sözünden çıkarılır. Velevki
zikredîlen söz feshin misâllerinden olmayıp tamamın ve cevaz vermenin
misâllerinden olsun.
Fetih sahibi diyor
ki: "Cevaz vermek sayılır diye arzettiğimiz bütün fiiller müşteriden sadır
olduğuna göredir. Satıcıdan sâdır olurlarsa fesh sayılır." şarih bunu aşağıda
gelen: "Satıcının bunu yapması fesh olur." sözüyle ifade etmiştir. Bundan murad
köle âzâdiyle bundan sonra gelendir. Şu halde şârihin sözünde hata yoktur. Onun
sözü itirazcıların anlayamadığı şeylere işaret
Kâbilindendir.
"Onun ölmesiyle
ilh..." Yani ister satıcı ister müşteri olsun muhayyerlik kendine sabit olan
şahsın ölmesiyle demektir. Zira muhayyerliğe mâlik olmayan kimsenin ölmesiyle
akid tamam olmaz. Muhayyerlik kime şart kılınmışsa bakîdir. O akdi geçerli
sayarsa akid geçerli olur. Fesh ederse akid bozulur. Nitekim Fetih'de böyle
denilmiştir. Nehir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de şu ibare vardır: "Muhayyerlik her
ikisine sâbit olur da biri ölürse, onun tarafından satış geçerlidir. Ötekinin
muhayyerliği bakîdir." Yine aynı eserde şöyle denilmektedir: "Satışa vekil veya
vasî olan kimse muhayyerlikte satarsa yahut mal sahibi muhayyerlikte başkasına
satarda vekil veya vasî yahut müvekkil veya çocuk ölürse: yahut bizzat satan
veya muhayyerliği kendilerine şart kılınan taraf ölürse, İmam Muhammed bütün
bunlarda satışın tamam olduğunu söylemiştir. Çünkü her birinin muhayyerlikte
hakkı vardır. Delilik ölüm gibidir." Bayılmak da öyledir. Tamamı
Nehirdedir.
"Görme
muhayyerliğinde ilh..." ifadesi Gurer, Nikâye, Nikâye muhtasan, Mülteka, islah,
Bahır ve Nehirde, kezâ Hidâye île Fetih'de nassan böyledir. Ben bu hususda hilâf
zikreden görmedim. Şu halde Bîrî şerhinin Feraiz bahsinde İbnü'zziya'nın Mecma
şerhinden naklen kaydedilen : "Sahih olan görme muhayyerliğinin mirâsçıya
geçmesidir." sözü gariptir. İhtimal ibârenin aslı mirasçıya geçmez
şeklindedir.
"Aldatma ve parayı
soymada ilh..." sözlerini Durer sahibi zikretmemiştir. Bunlardan birinciyi
musannıf inceleme suretiyle Ninah'da zikretmiş; ikinciyi de yine inceleme
suretiyle Nehir sahibi zikretmiştir. Bunun vechi şudur: Mücerred olan haklar
mirâsçıya geçmez. Galîba bu vecih şârih nazarında kuvvetti göründüğü için onu
kesin söylemiştir. Parayı sayma meselesinî ben Bîrî şerhinde
Hizânetü'l-Ekmel'den naklen zikredildiğini gördüm. İbâresi şudur: "Parayı
saymadan ölürse satış bâtıl olur. Mirasçının parayı saymaya hakkı yoktur."
Aldatma meselesindeyse ihtilâf edilmiştir. Şârih murabeha babının sonunda
Makdisiden naklen onun burada musannıfın bahsettiği gibi fetva verdiğini
söylemiştir. Sonra musannıfın Manzume-i Fıkhıyyesi'nin şerhinde aldatma
muhayyerliğinin mirâs olarak alındığını söylediğini, onun kusur muhayyerliği
gibi olduğunu. musannıfın oğlunun da onu teyid ettiğini kaydetmiştir. Bir de
orada inşaallah buna dair söz edeceğiz.
Evet, Hayreddini
Remlî'nin de Bahır hâşiyesinde incelediğine göre, aranan vasıf kendinde
bulunmayan mala kıyasen mirâs olarak alınacağını zikretmiştir. O Ekmekci
zannıyla bir köleyi satım almayı örnek göstermiş ve şöyle demiştir: "Bu ona daha
çok benzer; çünkü onu satıcının sözüne binaen satın almıştır ki, iktiza yolu ile
aranan vasıfda olmasını ona şart koşmuş; fakat aksi çıkmıştır. Bu meselede şeyh
Ali el-Makdisî ile Muhammed el-Gazzî fıkhî kanaatlerini söylemişlerdir; çünkü
onun naklini görmemişlerdir. Makdisî benim söylediğime meyl ederek : "Ben şuna
meyl ediyorum kî, bu kusur muhayyerliği olacaktır." demiş; mirâs olarak
alınacağına işarette bulunmuştur."
Bu suretle
anlaşılıyor ki; şarihin Makdisi'den rivâyet ettiği ifade Remlınin ondan
naklettiklerine muhâliftir. Lâkin murâbeha bahsinde gelecektir ki, murâbehada
hıyanet zuhur ederse. o malı iade edebilir. Şayet iade etmeden mal helâk olur
veya iadesine mâni bir şey olursa, paranın tamamını ödemesi lâzım gelir;
muhayyerliği de sakıt olur. Bunu ulema orada şöyle talil etmişlerdir: Bu
mücerred bir muhayyerliktir. Paradan mukabili yoktur; görme muhayyerliği ve şart
gibidir. Kusur muhayyerliği bunu hilâfınadır. Çünkü onda hak edilen cüz elden
gitmiştir. Binaenaleyh onun karşılığındaki para da sakıt olur. Bahır sahibi
bundan olarak orada hıyanet muhayyerliğinin zuhuru mirâs olarak alınamayacağını
söylemiştir. Nitekim orada bundan bahsedeceğiz. Âşikârdır ki aldatmak,
murabehada hıyanet zuhuruna daha çok benzer. Binaenaleyh aranan vasfa ilhak
edileceğine ona ilhak edilmesi daha münasiptir. Çünkü aranan vasıf satılan malın
bir cüzü mesabesindedir. Şu halde vasıf şart koşulduğu yerde ona paradan bir cüz
mukabele eder. Vasıf yoksa görme muhayyerliğinde olduğu gibi mukabili sakıt
olur. Aldatmada böyle bir şey yoktur. O mücerred bir muhayyerliktir. Paradan
mukabili yoktur. Nasılki murabehadaki hıyanet muhayyerliği de böyledir. Bu
izahdan anlaşılır ki. şârihin cezm ettiği gibi mirâs olarak alınması daha
racihtir.
METİN
Zira vasıflar miras
olarak alınamaz. Kusur muhayyerliği, tâyin ve aranılan vasıfda olmayan mal
hakkında mirâsçı mûrisin yerine geçer. Ama bu onun muhayyerliğine mirâscı olmak
değildir. Dürar. Bu bellenmelidir. Müddetin geçmesi - velevki bir hastalıktan
veya baygınlıktan dolayı geçtiğini bilmesin köle azadı - velevki bir kısmını
olsun - ve buna tâbi olan şeylerle de akid tamam olur.
İZAH
"Zira vasıflar
mirâs olarak alınamaz ilh..." Bu talil ancak şart muhayyerliği ve benzeri şeyler
miras alınamaz sözüne uygun düşer. Nitekim Dürer ve Vikâye'de böyledir. Şârihin
mirasçı onun yerini tutamaz ifadesini kullanması daha mazbut olduğu içindir.
Çünkü mirâs olarak alınamayan şeylerde bazen mirâsçı mûrisin yerini tutabilir.
Nitekim kusur muhayyerliğinde böyledir. Binaenaleyh "vasıflar intikal etmezler"
şeklînde talil etmek daha iyi olurdu. Nitekim Hidâye'den naklen yukarıda
geçmişti Yani şart muhayyerliği mücerred dileyip irade etmektir. Bu ise
muhayyerlik sahibinin vasfıdır. Bu vasfın mirâsçıya intikâli mümkün değildir.
Mirâs yoluyla mümkün olmadığı gibi yerini tutmak suretiyle de mümkün değildir.
Görmek muhayyerliği ile aldatma da bunun gibidir. Şüphesiz bu parayı satma
muhayyerliğinde câiz değildir. Çünkü parayı saymak bir fiildir, vasıf değildir.
Bu da onun görme muhayyerliği gibi olduğunu tercih
ettirir.
T E T i M M E :
Bîrî'nin Mecma şerhinden naklen bildirdiğine göre kabul muhayyerliğinin mirâs
suretiyle intikal etmeyeceğine ulema ittifak etmiştir. Fuzûlînin satışında cevaz
verme muhayyerliği de böyledir. Kabul muhayyerlinden murad meclis
muhayyerliğidir. O da akid meclisinde icab yapıldıktan sonra kabul etmekle
olur.
"Ve aranılan
vasıfda olmayan mal ilh..." cümlesi Dürer'de yoktur. Onu Bahır ve Nehir
sahipleri zikretmişlerdir. Vechi zâhirdir. Çünkü bu kusur
mânâsındadır.
"Mirâsçı mûrisin
yerine geçer ilh..." Çünkü mûris satılan malı kusursuz olarak haketmişdi.
Mirâsçı da öyledir. Kezâ tâyin muhayyerliği mirasçıya iptidaen sâbit olur. Çünkü
milki başkasının milkiyle karışıktır. Yoksa muhayyerliğe mirâsçı olmuş değildir.
Hidâye, Bunun mirâs yoluyla sâbit olmadığına delil Dürer'deki şu ifadedir:
"Mûris öldükten sonra mal satıcının elinde kusurlanırsa mirâsçı için muhayyerlik
sâbit olur. Velevki mûris için sâbit olmasın."
Gâyetü'l-Beyân'da
şöyle denilmektedir: "Bu muhayyerliğin mirâsçıya sâbit olup mûrise sâbit
olmadığına delil şudur: Müşteri için ikiden birini seçmek veya her ikisini iade
etmek hakkı vardır. Mirâcıya ise ikisini birden iade hakkı yoktur. Müşterinin
muhayyerliği muvakkattır. Mirasçılar için ise muvakkat olmayarak sâbit
olur."
"Müddetin geçmesi
ilh..." Yani satış feshedilmeksizin muhayyerlik müddetinîn geçmesi demek
istiyor. Muhayyerliğin satıcıya veya müşteriye aid olması fark etmez. Çünkü
muhayyerlik ancak müddet içinde sabit olur. Müddet geçdikten sonra muhayyerlik
kalmaz. Bahır.
"Hastalıktan veya
baygınlıktan dolayı ilh..." İfadesiyle şârih tahkîke göre hareket etmiştir.
Tahkîk şudur: Baygınlık ve delilik muhayyerliği ıskat etmezler. Muhayyerliği
ıskat eden şey sadece hiç birini seçmeden müddetin geçmesidir. Onun içindirki,
müddet içinde ayrılır da akdi feshederse câiz olur. Bahır.
"Köle âzâdı ilh..."
Velevki müddet içinde meydana gelecek bir şarta bağlı olsun.
Bahır.
"Velevki bir
kısmını ilh..." Yani satılan kölenin bir cüzünü âzâd etmiş olsun demektir.
Burada ulema gaflet etmişlerdir.
"Tâbi olan şeyler"
den murad : Mükateb ve müdebber yapmak gibi şeylerdir.
METİN
Geçerli veya helâl
olmayan her tesarruf da böyledir. Ancak icâra gibi milkde olursa esah kavle göre
teslim etmeden bile geçerli olduğu gibi kadının dahili fercine şehvetle bakmak
gibi şeylerde de geçerli olur. Burada söz şehveti inkâr edenindir. Fetih. Bu
şunu ifade eder ki, carîyeyi muhayyerlikle satın alır da bakire midir dul mudur
anlamak için onunla cimada bulunursa, bu kabul sayılır. Onu dul bulur da hemen
cimadan vazgeçerse bu kusurdan dolayı onu iade edebilir. Nehir. Bu kendi bâbında
gelecektir. Bu işi satıcı yaparsa fesh olur.
İZAH
"İcâre gibi ilh..."
Sözü ancak milkde geçerli olur, ifadesinin temsîlidir. "Milkde" sözünden murad:
Esaleten o fiil yapanın milkidir. Bahır sahibi diyor ki: "Azad sözü ile ancak
milkinde olan bir şeyde tesarrufta bulunabileceğine işaret etmiştir. Sattığı
veya bağışlayıp teslim ettiği yahut rehin veya ücretle verdiği şeyler gibi ki,
esah kavle göre teslim etmese bile geçerlidir. Müşteriyi paradan ibrâ etmesi, o
malla bir şey satın olması, o malın pazarlığını yapması. köleden kan alması,
köleye ilâç vermesi, başını tıraş etmesi, yeri sulaması, mahsulünü biçmesi,
satılık malı satışa arzetmesi, müşteriyi -kirasız bile olsa- hânesinde
oturtması, hanenin bir yerini tamir etmesi, bina yapması, sıvaması, binayı
yıkması, ineği sağması, kulağını yarması, hayvanı sürmesi, kulağından kan alması
gibi şeylerde geçerlidir. Fakat hayvanın tırnaklarını kesmesi, yelesini
kısaltması, işinde bir defa kullanması, elbiseyi bir defa giymesi, hayvana bir
defa binmesi, cariyeye çocuğunu emzirmesini emretmesi -ki bu onu hizmetinde
kullanmaktır - geçerli değildir. ikinci defa hizmetinde bulundurmak cevaz vermek
olur. Meğerki başka bir nevide olsun. "Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Şimdi satılık malın müşterinin elindeyken artması kalır kî, biz onun hükmünü
musannıfın: "Giderilmesi mümkün olmayan bir şeyle kusurlanması böyledir." dediği
yerde arz etmiştik.
"Kadının dahilî
fercine İlh..." İfadesi "veya helâl olmayan.." sözünün temsilidir. Buna şöyle
itiraz olunmuştur: "Bu kaidenin muktezası, bakmanın her helâl olmayan şeye şâmil
olmasıdır."
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü "tesarrufu helâl olmayan" kaidesi bir fiilde değildir. Mutlak
bakma file olsa da tesarruf değildir. O ancak dahilî ferce bakmakla tesaruf
olur, ki bu cima mesabesinde hükmen tesarruftur. Delili bununla hörmeti
musâherenin sabit olmasıdır.
Bahırda şöyle
denilmektedir: "Bilmiş ol ki cimanın sebebleri cima gibidir. Bir kimse
zevcesinden başkasını muhayyerlikte satın alır da onu şehvetle öper veya
fercinin dahiline şehvetle bakarsa muhayyerliği sakıt olur. Şehvetin sınırı
âletinin kalkması yahut kalkmış bulunan âletinin daha ziyade kalkmasıdır.
Bazıları şehvetin kalble olduğunu söylemişlerdir;velevki âleti kalkmasın
Şehvetsiz âleti kalkarsa, hiç birinde muhayyerliği sakıt olmaz." Zevcesinden
başkası diye kayıdlaması şundandır: Zevcesini satın alır da onunla cimada
bulunursa muhayyerliği sakıt olur. Çünkü rızaya delâlet etmez. Ancak şârihin
dediği gibi cimayla kadının kıymeti eksilirse muhayyerliği sakıt
olur.
"Şehvetle bakarsa"
Muhayyerliği sakıt olur; fakat şehvetsiz bakarsa muhayyerliği sakıt olmaz. Çünkü
bazı suretlerde milkinde olmayan kadına bakmak da helâldır. Meselâ, doktor ve
ebe kadına bu helâldir. Fetih.
"Söz şehveti İnkâr
edenindir. Fetih." Fetih'in ibâresi şöyledir: "Bunlarda yani cimaya sebeb olan
şeylerde şehveti inkâr ederse söz inkâr edenindir. Çünkü o muhayyerliğinin sakıt
olduğunu inkâr etmektedir. Bunu cariye yapsa, Ebû Hanifenin kavline göre o
adamın muhayyerliği sakıt olur. İmam Muhammed'e göre ise cariyenin fiilî
kesinlikle satış ve cimaya izin sayılamaz. Velevki zorlanmış olsun. ihtiyar.
Cimadan başkasında ise muhayyerliğinin sukutu o adam ancak cariyenin şehvetini
ikrar ederse lâzım gelir. Bu izahdan anlaşılır ki, cimada gerek cariyeden
gerekse sahibinden şehvetsizlik iddiası tasdik edilmez. Onun için Bahır sahibi
şöyle demiştir: "Sahibi ağzından öptüğünde şehvetli olmadığını iddia ederse
kabul edilmez." Yani ağızdan öpmek âdeten şehvetten hali değildir. Cimada
bulunmak evleviyetle hâli kalmaz demek istiyor.
"Bu şunu ifade eder
ki ilh..." Yani zikredilen kaide şunu ifade eder ki demek istiyor. Nehirde cevaz
vermek sayılır dedikten sonra: "Çünkü bu işe denemek için muhtaç olunsa da
milkinde olmayan bir cariyede hiç bir suretle caiz olamaz."
denilmiştir.
"Onu dul bulur da
ilh..." Yani cariyeyi bâkire diye satın alır da cima ederek dul olduğu
anlaşılırsa, bu kusurdan dolayı onu iade edebilir. Çünkü aranılan vasıf yani
bekâret bulunmamıştır. Bâkireliği şart koşmamışsa cariyeyi asla iade edemez.
Nitekim kusur muhayyerliği bâbında gelecektir. Sonra şunu da bil ki, cimaya
devam etmekle etmemek arasındaki hilâfın tafsilinde bu kaideyi ifade eden sözler
vardır. Zira milki olmayan cariyeylecimada bulunmak helâl değildir. Bu hususda
cariyenin dul veya bakire olması fark etmez. Binaenaleyh yine bu hususda cimaya
devam etmekle etmemek arasında da fark yoktur. Nehir'in İbâresine diyecek
yoktur. Orada : "Ulema demişlerdir ki, eğer cariye dul çıkarsa ilh..."
denilmişdir ki, bu şârihin "şunu ifade eder ki" sözüne istidraktır. Yani
ulemanın zikrettikleri tafsilât bu İfadenin hilâfınadır. Nehir sahibinin yaptığı
istidraki Kınye sahibi de zikretmiş; sonra remz işaretini koydukta: "Cima
cariyeyi iadeye mânidir. Mezheb budur." demiştir. Bundan anlaşılır ki, kaideden
anlaşılan mânâ mezhebdir. Binaenaleyh onun üzerine istidrak yapmanın manası
yoktur. Şu da var ki, bu kaide ancak şart muhayyerliğine aiddir. Buradaki
meseleyse kusur muhayyerliği meselelerindendir.
"Bu kendi bâbında
gelecektir ilh..," Yani kusur muhayyerliğinde görülecektir. Orada görülecek olan
bu mesele etrafındaki kavillerin naklidir. Sen mezhebin ne olduğunu gördün.
Musannıf orada bu yoldan yürümüştür.
"Bu işi satıcı
yaparsa ilh..." Yani geçerli veya milkten başkasında helâl olmayan bu tesarrufu
satıcı yapar da ona muhayyerlik tanınırsa T. bu fesh olur.
METİN
Muhayyerlik şartı
olan o hânedeki şuf'a hakkını isterse, almasa bile (Mi'rac) muhayyerliği sakıt
olur. Görmek ve kusur muhayyerliği bunun hilâfınadır. Şuf'a hakkı muhayyerlik
müşteriye aidse müşteriden istenir. Çünkü muhayyerlik cevaza delildir. Müşteri
veya satıcı -nasılki Dürer sahibinin sözünden bu anlaşılır. Behensî de
kesinlikle bunu söylemiştir- muhayyerliği başkasına şart koşarsa -akid sahibi
otsun başkası olsun. Behensî- istihsanen sahih olur ve her ikisine muhayyerlik
sâbit olur. İkiden biri yani gerek nâib gerekse nâib tâyin eden cevaz verir veya
satışı bozarsa, diğerinin muvafakatı şartıyla sahih olur. İkiden biri cevaz
verir de öteki aksine hareket ederse, önce davranan evlâ olur. Çünkü ona karşı
gelen yoktur. İkisi beraber cevaz verirlerse, esah olan kavle göre en doğru
hareket fesh saymaktır. Zeylaî, Çünkü mecaz feshedilir. Fakat feshedilenin
mecazı yoktur.
İZAH
"O hânedeki şuf'a
hakkını İsterse ilh..." Bunun sûreti şudur: Bir kimse muhayyerliği kendine aid
olmak şartıyla bir hâne satın alır, sonra civarındaki hâne satılarak satın
aldığı hâne sebebiyle onun şufasını ister ki, satın aldığı hânedeki muhayyerliği
sakıt olarak satış tamam sayılır.
"Görmek ve kusur
muhayyerliği bunun hilâfınadır ilh..." Yani görmediği bir hâneyi satın alır da
onun yanı başında bir hâne satılırsa o hâneyi şuf'a ile aldığı takdirde görmek
şartıyla aldığı hâneyi dönebilir. Kusur muhayyerliğiyle aldığı dahi
böyledir.
"Muhayyerlik
müşteriye aidse ilh..." İfadesinin zâhirine bakılırsa muhayyerlik satıcıya aid
olursa, şufayı İstedikten sonra muhayyerliği bakidir. Çünkü muhayyerliği
dolayısıyla milki bâkîdir. Müşteri bunun hilafınadır. Zira muhayyer iken onun
milki yoktur. Binaenaleyh şuf'ayı istemesi temellûküne delildir. Çünkü ulema
meseleyi ancak milkle olur diye talil etmişlerdir. O halde şuf'ayı istemek cevaz
verdiğine delildir. Bu da muhayyerliğinin sukutunu tezammun
eder.
"Müşteri veya
satıcı ilh..." sözü Camii Sağir'den naklen Gâyetü'l-Beyân'da zikredilmiştir.
İbâresi şudur: "Bilmiş ol ki akdi yapan iki taraftan biri muhayyerliği ikisinden
başkasına şart koşarsa, bu şartla satış câiz olur." Bunu Sirâciyye ile Kâfî'den
naklen Molla Miskîn açıklamış ve:"Müşteriyle kayıdlamak tesadüfî bir kayıddır."
demiştir. Hamevî de Miftah'dan nakletmiştir. Az ileride Bahır'dan naklen
kitabımızda da gelecektir.
"Muhayyerliği
ilh..." Yani şart muhayyerliğini demek İstiyor. Çünkü kusur ve görme
muhayyerlikleri akdi yapan iki taraftan başkasına sabit olmaz. Bunu Mi'râc'tan
naklen Bahır sahibi söylemiştir.
"Akid sahibi olsun
başkası olsun ilh..." ifadesi başkası sözünü umumîleştirmektir. Lakin Halebî
şöyle demiştir: "Evlâ olan başkası sözüyle ecnebîyi murad etmektir. Çünkü
müşterinin muhayyerliği satıcıya bırakması yahut bunun aksi hali bâbın başında
zikredilmiş, İkisinden birine denildikten sonra müşteri muhayyerliği satıcıya
bıraktığı zaman dahi ikisi- de muhayyer olmaz. Muhayyerlik sadece satıcıya
aiddir. Bunun aksinde ise muhayyerlik sadece müşterinindir, denilmiştir. O halde
ikisinden biri i.h... Sözü nasıl doğru olabilir! Onun içindir ki Bahır sahibi:
Musannıf akdi yapan İki taraftan biri muhayyerliği ecnebî birine şart koşarsa
sahih olur dese daha iyi olurdu. Şartı koşan satıcı olsun müşteri olsun ikisine
de şumulu olurdu. Hem birinin diğerine şart koşması hariç kalırdı; çünkü
başkasına sözü satıcıya sadıktır. Halbuki murad o değildir. demiştir. Onun için
Mi'râc sahibi: Burada başkasından murad akdi yapan iki taraftan biri olmamaktır.
Ta ki imam Züfer'in muhalefetine imkân olsun demiştir.'
Ben derim ki: Bu
ifadenin bir misli de Fetih'dedir. Bu suretle Nehir sahibinin tereddüdü
giderilmiş olur. O şöyle demiştir: "Muhayyerliği müşteri satıcıya şart koşarsa,
hükmün ne olacağını görmedim. Acaba onun naibine de bu hak sâbit olur mu?
Tereddüt yeridir."
"İstihsanen sahih
olur ilh..." Kıyasen sahih değildir. İmam Züfer'in kavli de
budur.
"Değerinin
muvafakatı şartıyle ilh..."Diye kayıdlaması burası mutlak surette sahih olmanın
yeri olduğu içindir. Ondan sonra gelen tafsilât da bunu
gösterir.
"Çünkü ona karşı
gelen yoktur ilh..." Önce davrananın hükmü sonra davranandan önce sabit olur.
Onun için sonra davranan ona muaraza edemez. Velevki sonra davranan daha
kuvvetli olsun. Nitekim fesih de böyledir.
"İkisi beraber
cevaz verirlerse ilh..." ifadesinden murad her ikisinin sözü bir anda
söylemeleridir. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir. Ama bu imkânsız olabilir,
Binaenaleyh zâhire göre hangisinin evvel söylediği bilinmemektedir kâfidir.
Nehir.
"Esah olan kavle
göre ilh..." ki bunu Kâdihan Mebsûl sahibine nisbet ederek sahihleşmiştir. Bir
rivâyette akdi yapanın tesarrufu tercih edilir. Çünkü o daha kuvvetlidir. Nâib
velâyetini ondan alır. Bazıları bu kavlin İmam Muhammed'e aid olduğunu,
kitabdaki kavilse Ebû Yusuf'un olduğunu söylemişlerdir
Bahır.
"Fakat feshedilenin
mecazı yoktur ilh..." Binaenaleyh fesih daha kuvvetlidir demek istiyor Çünkü o
cevaz vermekle bozulmaz, daha haklı olması bundandır.
METİN
Buna şöyle itiraz
edilmiştir: Onun da mecazî olur. Çünkü Mebsût'da bildirildiğine göre iki taraf
satışı fesh ederler, sonra feshin feshine ve aralarındaki akdin iadesine razı
olurlarsa câizdir. Çünkü feshin feshi cevaz vermekdir. Buna şöyle cevap
verilmiştir: Bunun cevaz vermek olduğu kabul edilemez. O yeni satış olur, Bir
kimse iki köle satarak birinde muhayyer kalmayı şart koşarsa, her iki kölenin
fiyatlarını ayrı ayrı bildirir ve hangisinde muhayyer kalacağını tâyin ederse
satış câizdir. Çünkü satılan mal ve fiyatı bellidir. Tâyin ve tafsil etmezse
yahut yalnız tayın eder veya yalnız tafsilde bulunursa sahih olmaz. Zira satılan
mal ve fiyatı yahut bunların biri belli değildir. Muhayyerlik müşterinin olursa
yine bu dört nevi mütesavverdir.
F E R'İ M E S E L E
: Bir kimse muhayyerlik şartı ile satmak için birini vekil eder de o kimse
şartsız satarsa câiz olmaz. Fakat aynı şekilde satın almaya vekil ederse vekil
aleyhine geçerli olur. Fark şudur; Satın alma her ne zaman âmir nâmına geçerli
değilse memur nâmına geçerli olur. Satış bunun hilâfınadır. Fetih. Bu mesele
fuzûlî ve vekâlet bablarında gelecektir. Bellenmelidir. Tâyin muhayyerliği
kıyemî olan şeylerde sahihtir, mislî olanlarda sahih değildir. Zira onlar
birbirinden farklı değildir. Sahih kavle göre velevki satıcı için şart koşulsun.
Kâfî.
İZAH
"O yeni satış olur
ilh..." Buna göre akdin iadesi icab ve kabul ile yahut birbirlerine vermek
sureti ile ikinci bir akid yaparlarsa mânâsınadır. Bunu Tahtavî
söylemiştir.
"İki köle satarak
îlh..." İfadesi ile iki kıyemîyi kasdetmiştir; bu mislîden veya iki mislîden
ihtiraz içindir. Çünkü bir kıymîde o kıyemînin yarısında muhayyerliği şart
koşarsa, mutlak surette sahih olur. İki mislîde de öyledir. Zira aralarında fark
yoktur. Bunu Zeylaî'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Nehir'de şöyle
denilmiştir: "Zâhire bakılırsa iki kıyemî ifadesi bir kayd değildir. Çünkü her
ikisi mislî yahut biri mislî diğeri kıyemî olur da ayırarak tâyin etse, hükmün
yine böyle olması gerekir."
Ben derim ki: Bu
ondan önceki ifadenin ihtirazi bir kayd olmasına itiraz olamaz. Çünkü murad: İki
kiyamîden başkasından ihtirazdır. Zira ayırarak tâyın etsin etmesin sahih olur.
Onun için mutlak surette sahih olur demiştir. Çünkü İki kıyemîde ayırıp tâyin
etmeden sahih olmaz. Tafsil ve tâyin edince iki kıyemîde olsun başkasında olsun
sahih olduğu anlaşılmıştır.
Evet, bir cinsden
olursa iki mislî diye kayıdlamak gerekir. Zira buğdayla arpa gibi birbirinden
farklı iseler tafsil ve tâyin hususunda iki kıyemî gibi olurlar. Kayıdlayınca
satılan mal ile kıymet bilinmiş olur.
"Muhayyer kalmayı
şart koşarsa ilh..." İfadesinden murad üç gündür. Nitekim Hidâye'de
açıklanmıştır.
"Tâyin ve tafsil
etmezse ilh..." Meselâ: Sana şu iki köleyi beşer yüz dirheme sattım, ama bu
hususta üç gün muhayyer kalmam şarttır; derse yahut yalnız hangisi hakkında
muhayyer kalacağını tâyin ederse, meselâ:Sana bunları şunun hakkında üç gün
muhayyer kalmam şartı ile bin dirheme sattım; derse yahut sadece tafsilât
vererek : Sana bunların ikisini bin dirheme sattım; her biri beşyüz dirheme
olacak oma bin muhayyer kalacağım derse sahih olmaz.
"Zira satılan mal
ve fiyatı ilh..." Belli değildir. Bu tâyin ve tafsil etmediğine göredir. Çünkü
muhayyer bulunduğu köle hakkında hüküm için satış münakid değildir. Sonraki o
satışdan haricdir ve satış diğeri hakkında yapılmıştır. Fakat o meçhuldür. Zira
hangisi hakkında muhayyer olduğu bilinmemektedir. Sonra satılanın fiyatı da
belli değildir. Çünkü böyle bir satışda malın fiyatı cüzlere taksim edilmez.
Fetih'de böyle denilmiştir.
"Yahut biri
hakkında ilh..." Yani tâyin edip tafsîl etmediği vakit fiyatta, tafsîl edip
tâyin etmediği takdirde ise mal hakkında satış sahih
değildir.
"Dört nevi" den
murad dört surettir. T.
"Câiz olmaz ilh..."
Çünkü mal sahibi ona kendi rızası olmadan milki elden çıkarmayan bir satışı
emretmiş; o buna muhalefette bulunmuştur. T.
"Tâyin muhayyerliği
ilh..." Yani satışın muayyen olmayan biri hakkında yapılması sahihtir, Yukarı ki
mesele bunun hilâfınadır. Orada satış iki köle üzerine yapıldığı için o mesele
tâyin muhayyerliği nev'inden değildir. Hidâye sahibinin burada: "Bir kimse iki
elbise satın alırsa" demesinden murad iki elbiseden biridir. Nasıl ki inâye
sahibi ve başkaları buna tenbihde bulunmuşlardır. Fetih'de ise: "Murad iki veya
üç elbiseden birini muayyen olmayarak üç gün muhayyer kalmak şartı ile satılan
malı tâyin ettikten sonra almaktır." denilmiştir. Fakat birisi hakkında muhayyer
kalman şartı ile demeyip: Şu iki köleden birini yüz dirheme sana sattım derse,
bilittifak câiz olmaz. Bu kölelerimden birini sana sattım demeye benzer ki,
dörtköleden birini satın alsa câiz olmaz Bu ibâreden bir kaç şey
çıkarılmıştır.
Birincisi : Tâyin
muhayyerliğinin ancak ikiden veya üçten birini muayyen olmamak üzere satarken
olmasıdır; bu bizim söylediğimizdir.
İkincisi : Dörtten
biri hakkında caiz değildir. Nitekim gelecektir.
Üçüncüsü : Sona şu
iki köleden birini sattım dedikten sonra mutlaka, hangisini dilersen muhayyer
olmam şartı ile yahut hangisini istersen alman şartı ile demesi lâzımdır. Tâ ki
tayin muhayyerliği hakkında nass olsun.
Bahır sahibi diyor
ki: "Çünkü bu ziyadeyi söylemezse fâsid olur. Zira satış meçhuldür. Her ikisini
teslim alır da elinde iken ölürlerse, her birinin yarı kıymetini öder. Biri
diğerinden önce ölürse kıymetini ödemesi lâzım gelir. Muhît'te böyle
denilmiştir."
Dördüncüsü :
Muhayyerlik şartını söylemesi de lâzımdır. Üç gün muhayyer kalman şartı ile der.
Yani tâyin muhayyerliği hükmünce ikisinden birini tâyin ederse kendisîne şart
muhayyerliği vardır. Bu dördüncüde hîlâf vardır ki
gelecektir.
"Misli olanlarda
sahih değildir ilh. " Yani bir cinsten olanlarda sahih değildir.
Bahır.
"Velevki satıcı
için şart koşulsun ilh..." Sureti şudur: Müşteriye :
"bana birini vermen
şartı ile şu iki elbiseden birini senden satın aldım" der. Nehir. Satıcı
hangisini dilerse müşteriye onu verebilir. Meğerki birisi kusurlansın. O zaman
kusurluyu veremez. Ancak rızası olursa verir. Kusurluyu verdiğinde müşteri ona
razı olmazsa ondan sonra diğerini veremez. İkiden biri elinde İken ölürse,
kalanı almaya onu ilzam edebilir. Ama muhayyerlik müşteriye olursa iki köleden
birinde satış geçerlidir. Meğerki kendinin şart muhayyerliği olsun. Satılan mal
fiyatı ile garantilidir, kalanı emânettîr. Birisi helak olursa satılan mal aynen
o olur. Diğeri emanettir. ikisi birden helâk olurlarsa her birinin yarı
kıymetini öder. Evvela hangisinin helâk olduğunda ihtilâf ederlerse, söz yemini
ile beraber müşterinindir. Satıcının beyyinesi evlâdır. İkisi beraberce
kusurlanırlarsa muhayyerlik hali üzere kalır. Birbiri ardınca kusurlanırlarsa
birincisi satılık olmakta teayyün eder. Müşteri her iki köleyi satar da sonra
birini tercih ederse, onun hakkında satışı sahih olur. Tamamı
Bahır'dadır.
METİN
Çünkü satıcıya
kıyemiyyattan olan bir mal mirâs olarak kalmış olabilir. Onu vekili teslim alır
da mirâsçı bilmeyebilir; ve bu şartta satar. Böylece tâyın muhayyerliğime
ihtiyaç hâsıl olur. Nehir.
Tâyin muhayyerliği
dört günden azda olur. Zira üç günde ihtiyaç giderilir. Mal ya iyi ya Orta yahut
kötüdür. Onun için bunun müddeti de şart muhayyerliği gibidir. Tâyin
muhayyerliği ile birlikte şart muhayyerliğinin bulunamaması şart değildir. Esah
kavil budur. Fetih.
İZAH
"Kıyemiyyattan bir
mirâs kalmış olabilir ilh..." Bu söz Bahır sahibi tarafından Fetih sahibinin
itirazına cevaptır. Fetih sahibi şöyle itiraz etmiştir: "Tayin muhayyerliği daha
iyi ve uygun olanı seçmek için câiz görülmüştür. Binaenaleyh müşteriye
mahsustur. Çünkü satılan mal satışdan önce satıcının elinde idi. O kendine
münasib olanı daha iyi bilir. "Hamevi de cevaba İtiraz ederek şunları
söylemiştir: "Zikredilen mirâs sureti nadir hallerdendir. Nadir için hüküm
terettüb etmez."
Ben derim ki: Şöyle
de cevap verilebilir: İnsan malı elinde iken kendine daha uygun olanı düşünmez,
Bunu satışdan sonra düşünür Şu da var ki, insan çok defa başkasının fikrine
muhtaç olur.
"Bunun müddeti de
şart muhayyerliği gibidir ilh..." Yani üç gündür. Bahır sahibinin sözüne
bakılırsa bu: Onunla birlikte şart muhayyerliğinin bulunması şarttır, diyenlerin
kavline göredir. Bahır'da Şemsü'I-Eimme'nin şart koşmayı sahihlediği,
Fahru'l-İsIâm'ınsa koşmamayı sahihlediği bildirilmiştir. Fetih sahibi bunu
tercih etmiştir. Lâkin Kâdîhân'ın bildirdiğine göre şart koşmak ekseriyetin
kavlidir. Bundan sonra Bahır sahibi şunları söylemiştir: "Bu kavle göre şart
muhayyerliğini zikretmezse, tayin muhayyerliğini İmam-ı Azam'a göre mutlaka üç
günle sınırlamak gerekir. İmameyn'e göre malûm olmak şartı ile ne müddet olsa
câizdir. Hidaye'de böyle denilmiştir." Lâkin Hidâye'de "bu kavle göre" ifadesi
yoktur. Hidâye'nin sözünden anlaşılan. vakitte sınırlandırmanın şart koşulması,
Fahru'I-İslâm'ın sahihlemesine göre olduğudur. ileride Fetih'den buna delâlet
eden sözler nakledeceğiz.
Sonra bilmiş ol ki,
vakitle sınırlandırmanın şart oluşu hakkında Zeylainin itirazı vardır. O şöyle
demiştir: "Şart muhayyerliği zikredilmezse tayın muhayyerliğini sınırlandırmanın
manası yoktur. Şart muhayyerliği bunun hilâfınadır. Çünkü onda sınırlama, müddet
bittiği vakit akdin geçerli olmasını ifade eder. Tâyin muhayyerliğinde bu mümkün
değildir. Zira ikiden birinde vakit geçmezden evvel bulunması lâzımdır. Onu
tâyin etmeden vaktin geçmesi ile teayyünû mümkün değîldir. O halde onu şart
koşmanın bir faydası yoktur. Daha ziyâde kanaat bahış olan onda vakitle
sınırlamanın şart olmamasıdır." Sa'diyye haşiyelerinde buna cevap verilmiş ve
şöyle denilmiştir: "Bunun faydası vardır. Oda üç gün geçtikten sonra o kimsenin
tâyine mecbur edilmesidir." Nehir sahibi bunu tasdik etmiştir. Şürunbulâlî'nin:
"Bilâkis onun faydası vardır ki o da satıcıdan zararı defetmektir. Zira tâyin
şart koşulmazsa müşterinin tâyini uzatmasından satıcının o maldan
faydalanamaması ve kendi milkinde tesarruf edememesi lâzım gelir." demesinin
mânâsı budur. Bahır sahibi başka bir fayda göstermiştir. O da şudur: Meselâ iki
elbisedeki akid tâyinsiz geçerse ortadan kalkabilir. Şart muhayyerliğinde
müddetin geçmesi bunun hilâfınadır. O her birine münasib olan muhayyerliğin
olmasına izindir."
Ben derim ki: Lâkin
bu hususta Bahır sahibi nakli bir delile istinad etmemiştir. Böyle olsa
Zeylaî'ye gizli kalmazdı.
"şart
muhayyerliğinin bulunması şart değildir ilh..." Şu kadar var ki, her ikisi
akıdde şart muhayyerliğine razı olurlarsa hükmü sabit olur. Bundan murad her
birinin üç güne kadar elbiseyi dönmesi câiz olmaktır. Velevki satılan elbisenin
tâyininden sonra olsun. ikisinden birini dönerse bu tâyin hükmünce olur;
diğerinde satış muhayyerlik şartı ile sâbit olur. Hiç bir şey dönmeden ve tâyın
etmeden üç gün geçerse şart muhayyerliği bâtıl olur; birisinde satış kesinleşir.
Tâyini ona düşer.Üç gün geçmeden müşteri ölür de sonra birisi satılırsa tâyini
mirasçıya düşer. Çünkü şart muhayyerliği mirâs olarak alınamaz. Tâyin mirâsçıya
intikal eder ki, milkini başkasının milkinden dediğimiz şekilde ayırsın. Şart
muhayyerliği üzerîne anlaşma yapmazlarsa tâyin muhayyerliğini üç günle
sınırlandırmak tâzım gelir. Bu, İmam-ı Azam'a göredir. Fetih. Tamamı
Fetih'dedir. Şart muhayyerliği üzerine anlaşma yapmazlarsa ilh... sözünün zahiri
gösteriyor ki, tâyin muhayyerliğini sırlandırmanın şart oluşu "tâyin
muhayyerliği ile şart muhayyerliği 'koşmak şart değildir" diyenlerin sözüne
göredîr. Şarttır diyenlerin sözüne göre değildir. Bahır sahibinin yukarıda geçen
sözü buna muhâliftir. Çünkü şart muhayyerliği muvakkattır. Binaenaleyh bir de
vakit tâyinine hâcet yoktur.
METİN
iki kişi
muhayyerlikle bir şey satın alırlar da birisi sarahaten veya delâleten satışa
razı olursa diğeri dönemez. Onun muhayyerliği bâtıl olur. İmameyn buna
muhâliftir. Görme ve kusur muhayyerliklerinde dâhi bu hilâf mevcuddur. Birisi
malı gördükten sonra o malı dönemez. Bu söz den murad diğerinin görmesi veya
kusuruyla razı olmasıdır çünkü ortak kusurdan satıcı zarar görür. İmameyn buna
muhâliftir. Nasıl ki bir adam iki kişiden bir Pazarlıkla bir köle satın alır da
satıcılara muhayyerlik tanırsa biri razı olup diğeri razı olmadığı takdirde,
gerek razı olmak gerekse dönmek hususunda ikiden birinin ayrılmaya hakkı yoktur.
İmameyn buna muhaliftir Mecma.
İZAH
"Birisi satışa razı
olursa ilh..." Bahır sahibi diyor ki: "Razı olursa diye açıklaması şundandır:
Çünkü biri dönerse öteki buna razı olmaz Ben bunu acık olarak görmedim. Lâkin
ulemanın biri kusurundan dolayı dönerse demeleri buna delâlet
eder."
"Delâleten ilh..."
Satışa razı olmak o malı satmak veya âzâd etmek olur.
"Birisi malı
gördükten sonra ilh..." Sözünden murad görüp razı olmasıdır. Çünkü mücerred
görmek satışın tamam olmasını gerektirmez. T.
"Satıcı zarar görür
ilh..." ifadesi her üç meselede malı dönememenin illetidir. Kusurun
ortaklığından murad o maldan ortağının izni olmak sızın faydalanamamasıdır.
Tamamı Fetih'dedir.
"Bir pazarlıkla
ilh..." diye kayıdlaması akid iki pazarlıkla yapılmış olsa, her birinin diğerine
muhâlif olarak dönmeye veya razı olmaya hakkı olduğu içindir. Zira müşteri ortak
kusura razı olmuştur. Nitekim bu gizli değildir. T.
"İkiden birinin
ayrılmaya hakkı yoktur ilh..." Yani diğeri döndükten sonra öteki razı olamaz.
Kezâ diğeri razı olduktan sonra beriki dönemez. H. Sonra bu tefriin zâhir
olmadığı gözden kaçmamaktadır. Evlâ olan her İki meselede biri dönerse öteki
razı olamaz demekti. Onu Bahır sahibi şöyle anlatmıştır: "Her ikisi satarlarsa
gerek dönmek gerekse razı olmak hususunda birinin ayrılmaya hakkı yoktur. Zira
Hâniyye'de belirtildiğine göre bir kimse iki adamdan bir Pazarlıkla bir köle
satın alır da satıcıları muhayyer bırakırsa, biri satışa razı olduğu diğeri
olmadığı takdirde, Ebû Hanife'nin kavline göre her ikisine satış lâzım gelir."
Sen biliyorsun ki Hâniyye'nin sözü dönmeye delâlet etmemektedir. Öyle
anlaşılıyor ki. Bahır sahibi bu sözü kendi incelemesine göre söylemiştir.
Nitekim bundan önceki meselede de inceleme neticesi
konuşmuştu.
"Mecma ilh..." Ben
bunu Mecma'da görmedim. Evet, Mecma şerhinde İbni Melek şöyle demiştir: "İki
müşteri diye kayıdlaması şundandır: Satıcı iki kişi müşteri bir olursa, aynı
zamanda satışda şart veya kusur muhayyerliği bulunursa müşteri muhayyerlik hükmü
ile birinin hissesini dönüp ötekini dönmediği takdirde satış bilittifak câizdir.
Mahbûbî'nin Câmi'inde böyle denilmiştir." Bu ifadenin bir misli de Manzûme şerhi
ile Gurerü'l-Ezkâr'dadır. Şüphesiz bu mesele metindekinden başkadır. Çükü bu
müşterinin dönmesi hakkında, öteki ise iki satıcıdan birinin razı olması
hususundadır. Bir de buradaki ittifakla böyledir. Oradakinde ise hilâf vardır.
Nitekim Hâniyye'den naklen geçmişdi.
METİN
Bir kimse ekmekci
veya yazıcı olmak şartiyle bir köle satın alır da aksi çıkarsa, yani kölenin
yazıcı veya ekmekçi denilecek bir tarafı bulunmazsa, köleyi ya kıymetinin tamamı
ile alır; yahut terk eder. Çünkü aranılan vasfı yoktur. Müşteri böyle olmadığını
iddia ederse bunu öğreninceye kadar teslim olmaya zorlanmaz. Diğer sanatlar da
öyledir. ihtiyar. Esah kavle göre velevki yazıcı olarak veya yazıcı olmayarak
kıymetlendirilmesi sebebi ile dönme imkânı olmasın farkı dönüb alır. Hâmile veya
şu kadar gram süt veriyor diye bir koyun satın alması yahut şu kadar sâ ekmek
karıyor diye köle olması veya şu kadar yazı yazıyor diye yazıcı alması bunun
hilâfınadır; akid fâsid olur. Çünkü bu vasıf değil, fâsid bir şarttır. Hatta
koyunun sağmal veya sütlü olmasını şart koşarsa caiz olur; zira bu vasıftır,
Muhayyerlik şartında ihtilâf ederlerse, zâhire göre söz inkâr edenindir. Nasıl
ki müddet, müddetin geçmesi, cevaz ve ziyade dâvâsında
böyledir.
İZAH
"Ekmekçi olmak
şartı ile ilh..." Sarahaten veya delâlet yolu ile demek istiyor. Nitekim izahı
gelecektir. Şart koşulması sahih olan ve olmayan vasfınbeyanı da bu babın
sonunda gelecektir.
"Denilecek bir
tarafı bulunmazsa ilh..." demek istiyor ki, murad son derece iyi olması değil,
en azından bu isim kendisine verilebilecek kadar usta olmasıdır. Meselâ: Yaptığı
işle kendisine ekmekçi veya yazıcı denilebilmelidir. Çünkü âdeten harflerini
beyan edecek şekilde yazı yazmaktan ve kendinden helâki giderecek kadar ekmek
karmaktan herkes âciz değildir. Ama bununla o kimseye ekmekçi veya yazıcı
denilmez Bahır. Bu suretle anlaşılır ki, münasib olan hareket şârihin yazıcılık
ve ekmekçilik kelimelerini yazıcı ve ekmekçi isimleri ile değiştirmekti. Onun
için Fetih sahibi: "Yani sanatı bildiren bir isim"
demiştir.
"Kıymetinin tamamı
ile alır ilh..." Çünkü vasıflar maksud olmadıkça onların mukabilinde para
ödenmez. Dürr-ü Müntekâ. Yahut mukabiIinde para ödenmek için fiyat söylenirken
vasıf kasdedilmelidir. Nitekim "Arşınla satılan bir malı satarken arşını şu
kadara diye beyan eder." dediğimiz yerde geçmişti.
"Teslim olmaya
zorlanmaz ilh. " Çünkü ihtilâf ârızî bir vasıfta olmuştur. Böyle bir vasıfta ise
esas yokluktur. Söz aslı iddia edenindir, Cariyenin bâkire olduğunu isbat
hususunda söz satıcınındır. Zira bu asli bir sıfattır. Böyle bir sıfatta esas
mevcut olmasıdır. Tamamı Bahır'dadır.
"Farkı dönüp alır
ilh..." Fark onda bir kadarsa fiyatın onda birini alır. Bunu Bahır sahibi
Zahîre'den nakletmiştir. Tahtâvî diyor ki: "Yanı fiyat farkı itibara alınır.
Zira bu satış sahihtir. Bunda kıymete bakılmaz,"
"Esah kavle göre
ilh.. " dediği zâhir rivâyettir. Bir rivâyete göre hiç bir şey isteyemez.
Bahır.
"Bir koyun satın
alması ilh..." diye kayıtlaması cariyenin hâmile olmasını şart koşmada tafsilât
olduğu içindir. Şârih bunu aşağıda gelen fer'î meselelerde
söyleyecektir.
"Fâsid bir şarttır
ilh..." Çünkü ziyade bir şart olup meçhuldür; bilin- memektedir. Fetih. Yani
karnındakinin ve memesindekinin hakikatı mâlum değildir.
"Şart koşsa câiz
olur îlh..." Bu Tahâvî'nin rivâyetine göredir. Kerhî'nin rivâyetine göre ise
fâsid olur. Şürunbutâliyye. Fetih ve Dürer sahibleri kesinlikle birinciye kâil
olmuşlardır.
"Zira bu bir
vasıftır ilh..." Burada evlâ olan aranan bir vasıf demektir. Çünkü her vasfın
şart koşulması sahih değildir. Nitekim bâbın sonundaki kaidede bunu
söyleyecektir.
"Söz inkâr
edenindir ilh..." Zira muhayyerlik ancak şartla sâbit olur;bundan dolayı o arazi
şeylerdendir. Söz onu inkâr edenindir. Nasıl ki müddet dâvâsında böyledir.
Dürer.
"Müddetin geçmesi
ilh..." yani müddetin geçip geçmediğinde ihtilâf ederlerse söz inkâr edenindir.
Zira alıcı ile satıcı muhayyerliğin sâbit olduğunda birbirlerini tasdik
etmişlerdir. Sonra birisi müddetin geçmesi ile sukutunu iddia etmiştir. Söz
inkâr edenindir. Dürer.
"Cevaz ilh..." yani
muhayyerlik sahibinin cevaz vermesi demek istiyor. Nitekim satıcı muhayyerlikle
satın alan müşterinin satışa cevaz verdiğini iddia eder de müşteri inkârda
bulunursa söz müşterinin olur. Çünkü satıcı muhayyerliğin sukutunu ve paranın
vâcib olduğunu iddia etmekte, müşteri ise inkârda bulunmaktadır.
T.
"Ziyade dâvâsında
ilh..." yani müddetin mikdarında ihtilâf ederlerse söz iki vaktin kısa olanını
iddia edenindir. Çünkü diğeri ziyade bir şart iddia etmekte, o bunu inkârda
bulunmaktadır. Dürer. Satışlar bahsinin başında "peşin ve veresiye satış
sahihtir" dediği yerde geçmişti ki müddetin aslında ihtilâf ederlerse söz müddet
yoktur diyenindir. Bundan yalnız selem müstesnâdır. Kusur muhayyerliği bâbında
gelecektir ki, İki taraf alacaklarını teslim aldıktan sonra malın sayısında veya
teslim alınan miktarın sayısında ihtilâf ederlerse söz müşterinindir. Çünkü söz
mutlak surette yani gerek mikdarda gerekse sıfat veya tâyinde ihtilâf etsinler,
teslim olanındır. Müşteri şart veya görme muhayyerliği ile malı iade etmeğe
gelir de satıcı satılan mal bu değildir, derse tâyini hususunda söz
müşterinindir. Görme muhayyerliği ile iade ederse, satıcının olur. Bu hususta
orada söz edilecektir. Görme muhayyerliğinin sonunda dahi söz gelecektir. Şimdi
şu kalır: İki taraf şart muhayyerliği olan bir malı tâyin hususunda akid
muhayyerliği olan taraf cevaz verirken ihtilâf ederlerse cevap ne olur? Bu
Bahır'da görme muhayyerliği bâbının sonunda Zahîriyye'den naklen beyan
edilmiştir.
Bahır sahibi sonra
şunları söylemiştir: "Hâsılı mal teslim alınmışsa, muhayyerlik gerek müşteriye
gerekse satıcıya aid olsun söz müşterinindir. Aksi takdirde muhayyerlik
müşterininse söz satıcınındır, Bunun aksi olursa söz
müşterinindir."
TENBİH : Bir kimse
bâkiredir diye bir cariye satın alır da teslim olmazdan önce veya sonra ihtilâf
ederlerse, satıcı cariye şimdi bâkiredir dediği, müşteri ise dul olduğunu iddia
ettiği takdirde hâkim o cariyeyi kadınlara gösterir. Kadınlar bâkiredir,
derlerse satıcıya yemin ettirmeden cariye müşterinin olur. Çünkü burada asıl
bakirelik olduğu hususunda kadınların şâhitliği kuvvet bulur. Kadınlar. cariye
duldur derlerse fesih hakkı sâbit olmaz. Çünkü o kuvvetli bir haktır. Kadınların
şahitliği ise zayıf olup bir müeyyide ile kuvvet bulmamıştır. Lakin satıcıya
yemin teveccüh etmek için dâvâ hakkı sâbit olur ve satıcı "Billâhi ben onu satış
hükmüne göre teslim ettim, o bâkiredir" diye yemin eder. Yemînden çekinirse
cariye kendisine iade olunur. Aksi takdirde müşterinindir. İmameyn'den bir
rivâyete göre teslim olmazdan önce satıcıya yemin ettirmeden kadınların
şahitliği ile cariye iade olunur. Satıcı: "Ben onu sana bâkire olarak teslim
ettim. Bikri senin elinde zail olmuştur." derse söz onun olur. Çünkü asıl olan
bâkireliktir. Hâkim cariyeyi kadınlara da göstermez. Çünkü satıcı bekâretin zail
olduğunu ikrar etmiştir. Bu satırlar kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır. Biz bu
hususta şârihin: "Bil ki kusurlar bir kaç nevi olur." dediği yerde ve kusurluk
muhayyerliğini anlatırken daha ziyade tahkikat yapacağız. Bu hüküm cariyenin
cima'dan başka bir sebeble kızlığı 'bozulduğu bilindiğine göredir. Kızlığı
cima'la bozulursa cariyeyi iade edemez, yalnız noksanını alır. Nitekim o bâbta
musannıfın:"Bir cariye satın alırsa ilh..." dediği yerde
gelecektir.
METİN
Bir kimse
muhayyerlikte bir cariye satın alır da onun yerine başkasını iade eder ve:
"Satın aldığım bu idi" derse satıcı "bu değildir" dediği, beyyine de bulunmadığı
takdirde söz yemini ile müşterinindir. Satıcının o cariye ile cimada bulunması
caizdir. Dürer. Bu birbirlerinden almak sureti ile satış olur. Fetih. Emânet
malda iade dahi böyledir. Bellenmelidir. Müşteri iade ederken satıcı: "Bu köle
fırıncılığı iyi bilirdi, oma senin yanında unutmuş" derse, söz müşterinin olur.
Çünkü asıl olan kölenin fırıncı ve kâtip olmamasıdır. Binaenaleyh zâhir
müşteriye şâhiddir. Şayet köleyi kâtıp ve fırıncı olmasını şart koşmadan satın
alır da köle bunları eskiden bilir fakat satıcının elinde unutursa köleyi ona
iade eder. Çünkü satılan mal teslim alınmadan değişmiştir.
Zeylai.
Zeylai diyor ki:
"Onu olmak isterse kıymetinin tamamını vererek alır. Çünkü evvelce geçmişti ki,
vasıflara malın kıymetinden bir şey tekabül etmez."
FER'İ MESELELER:
Bir kimse hânesini içindeki kirişleri, kapıları, tahtaları ve ağaçları ile satar
da hânede bunlardan bir şey çıkmazsa müşteri için muhayyerlik
yoktur.
İZAH
"Satıcının o cariye
ile cimada bulunması câizdir ilh..." Çünkü müşteri cariyeyi iade edince aynı
fiyatla onu satıcıya temlîke razı olduğu anlaşılır. Satıcının onu satın almaya
hakkı vardır. Dürer Buna kıyasen terzi sahibine başka bir elbise iade ederse
câiz olur. Kunduracı da öyledir. Tatarhâniyye.
Ben derim ki: Bu
iade edilen elbisenin terziden başkasının malı olduğunu bilmediğine
göredir.
"Birbirlerinin
elinden almak sureti ile satış olur ilh..." Bu söz satıcıya istibrâ lâzım
geldiğini gösterir. T.
"Müşteri iade
ederken satıcı ilh..." Bu mesele ; yerinden alınarak sonraya bırakılmıştır. H.
"Ama senin yanında
unutmuş ilh..." Yani unutabilecek bir müddet geçmişse demek istiyor. Bahır. Bu
kayıd tevehhüm yeridir. Zira müddet kısa olsa hüküm evleviyetle
böyledir.
"Çünkü satılan mal
teslim alınmadan değişmiştir ilh..." Bu talil akitten sonra unutmasına
münasibtir. Akitten önce olursa illet vasfın delâleten şart koşulmuş olmasıdır.
Bahır sahibi şöyle demiştir: "Bilmiş ol ki aranılan vasfın şart koşulması ya
sarahat ya delâlet yoluyla olur. Çünkü Bedâyı'ın kusur muhayyerliği bâbında
bildirildiğine göre yemek ve ekmek pişirmeyi bilmemek cariye hakkında kusur
sayılmaz. Çünkü bu terzilik gibi bir sanattır. Meğerki akidde şart koşulmuş
olsun. Şart koşulmamış ise cariye satıcının elinde aşçılık ve fırıncılık
sanatını bilir de sonra yi ne onun elinde unutursâ müşterinin onu iadeye hakkı
vardır. Çünkü zahire göre müşteri onu o sanata tama ederek satın almıştır.
Binaenaleyh delâlet yolu ile şart koşulmuş demektir ki. sözle şart koşulmuş
gibidir. Zâhire bakılırsa bu hüküm müşterinin bu sıfatı bildiğine göredir. Lakin
buna göre Hâvî'nin sözü müşkül kalır. Orada şöyle denilmiştir: "Bu ineği süt
vermek şartıyla senden satın alıyorum der de satıcı ben onu bu sıfatla satıyorum
cevabını verir. Sonra akdi şartsız yaparlarsa, inek süt süz çıktığı takdirde onu
iade edemez." Bu ifade akdin içinde şartı mutlaka söylemenin lüzumu hakkında
açıktır. Delâlet kâfi değildir, ama ihtimal bu başka bir
kavildir.
"Vasıflara malın
kıymetinden bir şey tekabül etmez ilh..." Yukarda geçen: "Kıymet biçerken malın
birbirinden farklı olması onu iadeye yarar." sözü buna aykırı değildir. Çünkü o
iadeye imkân olmadığı zamandır. Yani müşteriden zararı def içindir. Bu
zaruridir. Müşteri için muhayyerlik yoktur. Yani aranan vasfın bulunmaması
muhayyerliği yoktur. Çünkü "hâneyi içindekilerle" sözü şart olarak
söylenmemiştir. Bu görme muhayyerliği ile aldanma muhayyerliğinin sâbit olmasına
aykırı değildir. Sonra gördüm ki hâşiye yazarlarından biri Muhît'tan şunu
nakletmiştir: Muhayyer olmamasının vechi bir eşyayı satışta şart koşmadığı
içindir. Onları satılan mala sıfat da yapmamıştır. Sadece o malda mevcud
olduğunu söylemiştir. Şart koşulmayan veya mola sıfat yapılmayan bir şeyin
satışta bulunmaması muhayyerlik icap etmez. Hâneyi kirişleri ile kapıları ile
dediği zaman müşteriye muhayyerlik vardır. Çünkü bunları hâneye sıfat yapmıştır.
Satış satılan mala sıfat ile şâmildir. O sıfatda olmadığını görünce müşteri için
muhayyerlik vardır." Bu şunu da ifade eder ki, şart yolu ile söylese kendisine
başka muhayyerlik de sabit olur. Çünkü Câ miu'l-Fûsuleyn'de şöyle denilmiştir:
"Bir kimse içinde hurma ağaçla". olmak üzere bir yer yahut içinde odaları
bulunmak şartı ile bir hâne satar da dediğî gibi çıkmazsa akid caizdir. Müşteri
ya fiyatın tamamını ödemek yahut malı terk etmek hususunda muhayyer bırakılır.
Burada kaide şudur: şartsız akidde dahil olan bir şey şart koşulur da bulunmazsa
akid caizdir. Şartsız dahil olmayan bir şey şart koşulur da bulunmazsa akid caiz
değildir."
METİN
Bir kimse tuğladan
yapılmış olarak şartı ile bir hâne satın alır da kerpiç çıkarsa yahut bütün
ağaçlan yemişli olmak şartı ile bir yer satın alır da ağaçların bir tanesi
yemişsiz çıkarsa yahut usfurla boyanmış olmak şartı ile bir elbise satın alır da
safranla boyanmış çıkarsa satış fâsid olur. Meselâ dişi katır olmak şartı ile
bir hayvan satın alır da erkek çıkarsa satış caiz, alıcı muhayyer olur. Bunun
aksini yaparsa caiz olur, fakat muhayyerlik yoktur. Çünkü alınan hayvan şart
kılmandan daha hayırlı bir sıfattadır. Mücteba. Kaide
bellenmelidir.
İZAH
"Satış fasid olur
ilh..." Bunun sebebi farkın pek fazla olmasıdır Cins değişmiş sayılır. Cins
değişince ise alınanın şart koşulandan daha iyi olması muteber değildir. Meselâ
safranla boyanmış olması böyledir. Onun içindir ki, Fetih sahibi fâsidin
misallerinden olmak üzere şunları söylemiştir: "Bir kimse binasız veya ağaçsız
olmak şartı ile bir hâne satın alır da binalı veya ağaçlı çıkarsa yahut köle
olmak şartı ile alır da cariye çıkarsa satış fasid olur."
Evet, Bezzaziye
sahibi binasız olmayı şart koştuğunda satışın fasia olduğunu "Çünkü binayı
yıkmaya muhtaç olur." diye talil etmiştir. Fakat yemiş vermeyen ağaç meselesi
müşkül kalır. Çünkü onda cins değişikliği zahir değildir. Zâhir olan
Bezzâziye'nin şu ifadesidir: "Bir kimse içinde filân cinsten yemiş ağacı var
diye bir yer satar da yemiş vermeyen hurma çıkarsa satış fâsid olur. Çünkü
zikredilen yemişin fiyattan karşılığı vardır. Bulunmayan yemişin hissesi sakıt
olur. Fakat kalan fiyatın ne kadar olduğu bilinmez. Bu yüzülmüş bir koyun satın
alıp da bacağı kopmuş olmaya benzer."
"Satış câiz; alıcı
muhayyer olur ilh..." Çünkü cins birdir. İnsandan gayri hayvanlarda erkek ve
dişi bir cins sayılır. Burada alıcının muhayyer bırakılması hayvanlarda dişi
erkekten daha makbul olduğu içindir. Aranılan vasıf bulunmamış demektir. Onun
için muhayyer bırakılır. Yani bu bir cinstir. Onun için zekâtta erkekle dişi
arasında fark yapılmamıştır.
"Bunun aksini
yaparsa ilh..." yani erkek olmak şartı ile satın alır da katır dişi çıkarsa,
kezâ erkek olmak şartı ile bir eşek veya deve satın alır da dişi çıkarsa yahut
ferci bitişik veya gebe yahut dul diye bir cariye satın alır da aksi çıkarsa
satış caiz olur, muhayyerlik de yoktur. Çünkü mevcud sıfat şart koşulandan daha
makbuldür. Deve meselesinde satışın, sağmal ve damızlıkarayan köylüler ve
badiyenişinler arasında
olması gerekir.
Şehirliler vekiracılar arasında olursa erkek deve daha makbuldür,
Fetih.
Fetih sahibinin
fâsid satış babında zikrettiğîne göre Hidâye sahibi:
"Bir kimse
ekmekçidir diye bir köle satar da kâtip çıkarsa alıcı muhayyerdir. Halbuki
kâtiplik insanlar arasında daha makbul bir sanattır." demiştir. Galiba Hidâye
sahibi bulunan sıfatın daha makbul olup olmadığını ayırmayan ulemadan olacaktır.
Diğer ulemaya göre ise muhayyerlik mevcud olan sıfatın noksan olmasına göredir.
Birinci şık sahihlenmiştir. Çünkü müşterinin maksadı hasıl olmamıştır. Kâfirdir
diye bir köle satın alıp da Müslüman çıkması bunun hilâfınadır. Burada
muhayyerlik yoktur. Çünkü hizmetinde kullanmak müslümanla kâfir orasında fark
etmez. Ekmekciliği veya yazıcılığı tâyin etmek bunun hilâfınadır. Çünkü bu
vasıfta olmasına ihtiyacı bulunduğu gösterir. Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır