16 Ekim 2012

GİYİM KUŞAM FASLI


GİYİM KUŞAM FASLI

METİN
Bedenle arasında başka giyecek olsa dahi ipekli giymek haramdır. Sıhhatli görüş budur. İmam-ı
Azam'dan gelen rivayete göre ipekli cildle yani insan derisiyle temas ederse giyilmesi haram olur.
El-Kınye'de: «imamın bu görüşü belânın yaygınlaştığı hallerde büyük bir ruhsattır» de-nildi. İmam-ı
Azama göre; harb halinde giyilmesi de haramdır. İmameyne göre harp halinde giyilmesi helâldir.
Haramlık erkekleredir. Kadınlara değildir. Ancak kumaşın damgası gibi birbirine bitişik olan dört
parmak kadarı helaldir. Bazıları «Bu dört parmak açık olacaktır», bazıları ise «ne açık ne kapalı,
normal bir' şekil-ce olacaktın» demişlerdir. Sağlam mezhep görüşüne göre değişik yer-lerde olan
ipekli işlemeyi bir yerdeymiş gibi kabul etmek yoktur. Sa-rıkta olsun. Nitekim bu durum Kınye adlı
eserde genişçe bahsedilmiştir. Orada bir sakır bahsedilir. Onun kenarı Hz. Ömer'in parmaklarıyla
dört parmak kadar ibrişimdir. Bu da bizim karışımıza muadildir. Buna ruhsat verilmiştir.
Zeylaî'ye göre tellerle örülenler de dört parmak kadar olduğu takdir-de giyilmesi kullanılması
helâldir. Aksi takdirde erkekler için helâl olmu-yor. El-Müctebâ adlı kitapta; «Sarıkta iki veya daha
fazla yerlerde bulu-nan ipekli nakışlar derlenmiş yani bir yerdeymiş gibi kabul edilir»
denil-mektedir. Bazıları da «Hayır, kabul edilmiyor» demişlerdir. Orada şu fet-va da yer almaktadır:
«Ebû Hânife'den geldiğine göre üzerinde gümüş tellerden nakışlar bulunan bir sarığın, bu nakışlar
üç parmak kadarsa, giyilmesinde beis yoktur. Eğer bu nakışlar altından yapılmışsa giyilmesi
mekruhtur. Bazıları «mekruh değildir» demişlerdir.»
Aynı eserde «İpek ile tarafları örülmüş cübbenin giyilmesi de mek-ruhtur» denilmektedir. Müellif der
ki: Bu kerahetle bizim zamanımızdaki insanların giymeyi adet ettikleri Basra mamulü olan
entarilerin kerahe-ti de sabit olmaktadır. Bu eserde kumaşın enliliğinde yapılan nakışların ruhsatlı
olduğu açıklanmaktadır. Derim ki: bunun ifade ettiği şudur: El-bisenin uzunluğundaki az miktar
mekruhtur. Musannif der ki: Molla Husrev ve Sadruş Şeria da bu görüştedirler. Fakat Hidâye ve
başka eser-lerdeki mutlak beyanlar bunu muhaliftir. Es-Sirac'cîa Siyer-i Kebir'den naklen:
«Kumaştaki ipek alametler ve işaretler, ister küçük ister büyük olsun, mutlaka helâldir.» Musannif
der ki: Bu fetva daha önce dört par-mak ile kayıtlanan hükme muhaliftir ve bu fetvada bizim
zamanımızda bununla müptela olanlar için büyük bir ruhsat vardır.
Derim ki: Şeyhimiz «Ben zannediyorum ki, burada alem olarak geçen kelime sancak mızrakların
uçuna bağlanan şeylerdir. Çünkü böyle bir sancak büyük de olsa helâldir» demiştir. Yani büyük bir
parça ipekliden yapılmış olsa da helâldir. Çünkü bu, elbise değildir. İşte bu tevil ile eser-ler
arasındaki değişiklikylece halledilmiş olur. Dîbac denen saf ipek-ten yapılmış cibinlik
kullanmada erkekler için beis yoktur. Dîbac, arşı ve argacı ipekten olan nesnedir. Vehbâniye Şerhi.
Çünkü bu giyilen nesne değildir. Vehbâniye'nin sarihi bunu nezmen şöyle ifade etmişti':
İpekten yapılmış cibinlikte uyumak caizdir.
Bu hüküm hem Kınye'de, hem de Müntekâ'da yazılıdır. Halis ipekten yapılmış uçkur bağı da
mekruhtur. Sıhhatli görüş budur. Bazıları «bunda beis yoktur.» demişlerdir
Halis ipekten yapılmış kalensuva yani fes giymek de mekruhtur. Sa-rığın altında kalsa bile ve
yakaya asılan para cüzdanı da ipektense mek-ruhtur. Kınye.
İZAH
Bilmiş ol ki giyeceklerin bir kısmı farzdır. Bu, setr-i avreti sağlayan, sıcak ve soğuktan koruyan
elbisedir. En uygunu bu kisvenin pamuk, ke-ten veya yünden yapılmış olmasıdır. Nitekim sünneti
seniyye böyledir. Onun eteği baldırın yarısında olacaktır. Yani yerlerde sürülmeyecektir. Kolların
yeni ise parmakların başına kadar olacaktır. Kolağazı ise bir karış olmalıdır. en-Natf adlı eserde
olduğu gibi nefis (çok kaliteli) ve hasis (kalitesiz) değil orta kaliteli kumaştan olacaktır. Çünkü
işlerin en hayırlısı ortancalarıdır. Bir de iki şöhretten yani son derece süslü ve son derece çirkin
davranışlardan nehyedilmiştir.
Elbisenin bir kısmı da müstahabtır. O da süs için, Allah'ın nimetini izhar için edinilen elbisedir.
Allah Resulü «Gerçekten Allah nimetini ku­lunun üzerinde görmek istiyor» buyurur.
Elbisenin bir kısmı do mubahtır. Bu, bayramlarda, cuma günlerinde, toplantılarda süs için giyilen
güzel elbiselerdir. Her vakit giyilmemektedir. Çünkü bunların daimi şekilde giyilmeleri gurur ve
kibire yol açar. Çoğu zaman fakirleri kızdırır. Bundan sakınmak evlâdır.
Elbisenin bir kısmı da vardır ki mekruhtur: Kibir için giyilen elbise gibi. Beyaz elbise giymek
müstahabtır. Siyah elbise de böyledir. Çünkü siyah elbise Abbasoğullarının alametidir. Cenab-ı


Peygamber, Mekkeye girdiği zaman başında siyah bir amame vardı. Yeşil elbise giymek sün-nettir.
Njtekim Eş Şir'a adlı eserde böyle denilmektedir. Bunlar Mülteka ve şerhinden alınmıştır.
El-Hindiye'de Es-Sircciye'den naklen şu hüküm yer almaktadır
«Güzel elbise giymek mubahtır. Gurur için olmamak şartıyla.» yani daha önce nasılsa elbiseyi
giydiği zaman da aynı tavırda olmak şartıy-la. Kürk giymek de mutad giyimlerdendir. Bu kürkün
bütün yırtıcı hay-vanların derisinden olmasında .beis yoktur. Ve tabaklanmış ölü hayvan derisinden
veya boğazlanmış hayvan derisinden olsa bile kürklerde beis yoktur. Bu hayvanların tabaklanması
kesilmesidir. Muhit böyle diyor. Kap-lanların ve bütün yırtıcı hayvanların derileri tabaklandıktan
sonra kulla-nılabilir. Onlar seccade yapılabilir. Eğer takımı yapılabilir. El-Muntekit de böyle yazar.
Erkekler için ayak sırtlarına kadar don giyilmesi mekruhtur. Attâbiye'de bu hüküm yer almıştır:
Demir çivilerle çivili ayakkabıların gi-yilmesinde de bir beis yoktur. Ez-Zâhîre adlı eserde namazın
caiz olma-sına mani bir necaset bulaşmış olan bir ayakkabının giyilmesi caiz mi-dir, değil midir?
Cevab: Ebû Yûsuf'un Kerâhiyet'inde, Said bin Cübeyr hadisinde zikredilmiştir ki: O tilkilerden
yapılmış fes giyer, fakat onunla namaz kılmazdı. Bu, Ebû Yûsuf'un bir hatasıdır.
Ben derim ki: Bu işaret eder ki, zaruret yokken bunu giymek caiz de-ğildir. Tatarhâniye. Fakat sarih,
namazın şartlan bahsinde şunu söy-ledi: «Kişi, namaz haricinde necis bir elbise giyebilir.» Bu fetva
El-Bahr da, El-Mebsut'a nisbet edilmiştir.
«Zaruret hariç, ipekli giymek haramdır ilh...» Nitekim ilerde gelecek-tir.
El-Muğrib adlı eserde denildi ki: «Harir tabiri pişirilmiş ibrişim de-mektir. Ondan edinilen, yani
kozadan çıkan ipekten yapılmış elbiseye de«harîr» denilmiştir.
Kınye'de dedi ki: ilh...» el-Kınye'nin naklettiği fetvayı Kınye hocası Bedî'den naklediyor. Fakat bu zat
diyor ki; «Bu Hânife'den bu fetvanın gelip gelmediğini araştırdım. Birçok kitaplara baktım. Ancak
el-Muhit sa-hibi Burhân'dan gelenden başkasını görmedim.»
Hâniye'de dedi ki: «Hülâsa şudur: Bu fetva mezhebin nakli için ko-nulmuş metinlere ters
düşmektedir. Bununla amel etmek ve fetva ver-mek caiz değildir.»
«İmameyn harp halinde ipekli giymek helâldir dediler ilh...» Yani ka-lınsa, düşman silâhlarından
insanı koruyorsa giyilmesi caizdir. Nitekim bu husus daha ileride gelecektir, ihtilâf erişi ve argacı
ipekten olan hak-kındadır. Sadece argacı ipek veya sadece erişi ipek olanlar, harp halin-de, icma ile
giyilmesi mubahtır. Nitekim bu hüküm Tatarhâniye'de yer almıştır ve ileride gelecektir.
«Ancak dört parmak kadar ilh...» İstisnası İbn Abbas'tan gelen riva-yete binaendir. O rivayet
şöyledir: «Resul-ü Ekrem katıksız ipekliden ya-pılan elbiseyi giymeyi yasakladı. İşaret ve elbisenin
argacı müstesnadır,saf ipek de aynı.»
Birde Müslim'den gelen bir haber vardır. O da şudur: «Resulü Ek-rem ipekliyi giymeyi yasakladı.
Ancak bir, iki üç veya dört parmak ka-dar ipekli ile süslenmiş elbiseler bundan müstesnadır.»
Acaba burada «dört parmak kadar» olan kısım uzunluğuna ve enli-liğine midir? Yani o ipekliden
yapılmış işaretin uzunluğu ve eninin dört parmaktan fazla olmadığını mı yoksa sadece enini mi
kastediyor? Uzun-luğu dört parmağı geçerse olur mu? Onların kelâmından insanın zihnine ilk gelen
ikinci görüştür. İkinci görüşü Sarihin kelâmından El-Havi Ez-Zâhidî'den gelen rivayet de takviye
etmektedir.
«Elbisenin alemi» onun süsü, deseni demektir. Nitekim bu husus Kâmus'ta da bu şekilde
manâlandırılmıştır. Bundan katıksız ipekliden örül-müş veya sonradan elbiseye dikilmiş desenler
kastedilmektedir. Onların kelâmının zahirinden anlaşılır ki; onunla elbise kenarlarında dikilenler
arasında fark yoktur. İkisi de dört parmak ile kayıtlıdır. Ama İmam Şafiî burada muhalefet etmiştir.
Çünkü Şâfiîler süsü dört parmakla kaydetmişlerse de etrafının her memlekette galib adete göre
takdir edilmesini ter-cih etmişlerdir. Yani bir memlekette dört parmaktan daha fazla olmak üzre
elbiselerin yakalan süslenmekte ise yine caizdir. Bize göre alem yani işaret hem yakalara takılan,
armaları, hem de elbiselerde, kullanılan desenleri kapsamaktadır. Buna perdeler ve yenlerin
etrafına, cübbenin yakasına işlenenler, ilikler ve kumaştan yapılan düğmeler de dahildir. Nitekim
bunlar ileride gelecektir. Tercih edilen görüşe göre eesih püskülü de buna dahildir. Tabi eni dört
parmaktan fazla olmamak şartıyla. Don ve şalvarın bağ yuvarı (uçkur) da böyledir. Abanın
omuzla-rındaki ve sırtındaki, hamamda giyilen ve satrançlı desen peştemal ve şaşın etrafındaki
desenler de ister iğne ile süslenmiş ister dokunurken konmuş olsun sarığın etrafında saçak olarak
eklenmiş olsun, bütün bun-larda beis yoktur. Eğer enleri dört parmağı geçmiyorsa uzunluğu dört
parmağı geçse de yine beis yoktur. Aynı şekilde bir elbiseyi bir parça ipekle yamamakta da beis
yoktur. Ama ipekliden kılıf yapmak böyle de-ğildir.


El-Hindiye'de: «Eğer ipeği cübbeye bir kılıf yaparsa bunda bir beis yoktur.» Çünkü ipekli burada
tabidir. Eğer içi veya dışı ipekli ile kaplama yapılırsa bu mekruhtur. Çünkü hem ipekli hem de diğer
madde burada kastedilmektedir. Sarahsî'nin Muhit'inde de böyle hükmedilmektedir. El-Kudurî
şerhinde Ebû Yûsuf'tan gelen rivayet şöyledir: «Ebû Yûsuf feslerin iç kısmını ipekliden yapmayı
mekruh görmüştür.»
Buna göre eğer cübbenin yakası bu gün olduğu gibi dört parmakta daha enli ise onun üstünde bir
parça keten bezi dikilmişse onu giymek caiz olur. Çünkü ipekli-elbisenin ortasına girmiş oluyor.
Dikkat!
«Tercih edilen görüşe göre değişik yerlerde olan ipekli desenler bir yerde imiş gibi kabul edilmezler
ilh...» Ancak bir hattı ipekli, biri de baş-ka maddeden olursa ve hepsi ipekli gibi görünürse o zaman
caiz değil-dir. Nitekim El-Havî'den bu husus gelecekte zikredilecektir. Bunun ge-rektirdiği şudur:
İpek ile bezenmiş desenlenmiş nakışlı elbiseyi giymek helâldir, eğer her nakış dört parmak kadar
değilse. Eğer hepsi bir araya geldiği zaman dört parmağı geçerse bu yine helâldir, eğer hepsi ipekli
görünmezse. Düşün!.
T. Dedi ki: «Altın ve gümüşten yapılan değişik desenlerin hükmü de böyle midir? Yazılsın.»
«Yine Onda ilh...» Kınye'deki bu kayıttan sonra Necmu'l-Eimme: «Dört parmakta ölçü parmakların
normal heyeti olur. Selefin parmaklan esas alınmaz.» demiş, sonra Kirmânî'nin «Parmaklar yayılmış
olacaktır», sonra da Karabîsî'nin «Yayılmış parmakların miktarından sakınmak daha evlâdır»
sözüne işaret etmiştir.
«Aksi takdirde kişi yani erkek için helâl değildir ilh...» sözü Zeylaiden erkek kaydı olmaksızın
zikredilmiştir. Ez Zeylaî'nin bu sözüne «bu ziynetten değildir» şeklinde itiraz edilmiştir. Zahire göre
: Burada kadın-larla ilgili hüküm erkekler gibidir.
Ben, derim ki: Burada dikkat edilmelidir. Çünkü Kâmûs'ta yer aldı-ğına göre; nüye kendisiyle
süslenilen şeydir. Şüphe yoktur ki altın ile dokunmuş elbise süs eşyasından sayılır. Biz daha önce
El-Hâniye'den rivayet ettik ki kadınlar, ziynet haricinde, altın ve gümüş kaplardan ye-me, içme,
yağlanma hususlarında akidlerde erkekler gibidirler. Kadınlar için dibaceyi, ipekliyi, altın ve
gümüşü ve diğer incileri süs olarak kul-lanmakta bir beis yoktur.
El-Hidâye'de: «Erkek çocuklara altın ve ipekli giydirmek mekruhtur» deniliyor. Bunun hükmü ilerde
gelecektir. el-Kınye'de: «Altın ile dokun-muş, arma, kadınlar için zararlı değildir. Erkeklere gelince
ancak dört parmak kadar olursa zararı yoktur. Fazla olursa mekruhtur» denilmek-tedir.
E!-Müctebâ'dan ilh...» rivayet edilen görüş hususunda ikinci yoru-mun mezhebin zahiri olduğunu
daha önce öğrenmiştin.
«Eğer sarıkta nişan varsa ilh...» sözüyle bu aynı manaya geldikle-rinden dolayı tekrar edilmiş sayılır.
«O altından olursa mekruhtur ilh...» sözüne gelince; el-Kınye'de de-nildi ki; «Sanki bu yüzüğe itibar
edilerek ylenmiştir.» Yine el-Kınye'de
fes hakkında da: «tercih edilen görüşe göre dört parmak kadarı caizdir.» denilmektedir. İmam
Muhammed'den gelen bir rivayette «caiz değildir, tıpkı ipeklide olduğu gibi» denilmiştir.
Ben derim ki: Altınla desenlenmiş kumaş hakkında konuşma gele-cektir.
«İpekli ile kaplanmış cübbe giymek mekruhtur ilh...» sözüne gelin-ce; bu, ammenin üzerinde
bulduğu fetvanın gayrisidir. Çünkü el-Hidâye'de Zahîre'den nakledilmiştir ki: İpekli ile kaplanmış
şeylerin giyilmesi fakîhlerin ammesi katında mutlaktır. et-Tebyîn'de Esmâ'dan rivayet edi-liyor.
«Tayaîisî bir cübbe çıkarmıştı. Üzerinde de bir karış kadar kisrevânî ipekten bir koltuk eki vardı.
Onun iki yakası da o ipekle işlenmişti.O dedi ki: «İşte bu Resulullâh'ın cübbesidir. Peygamber bu
cübbeyi giyiyordu ve bu cübbe Âişe kalındaydı. O vefat edince onu ben aldım. Biz hasta-lar olarak
onu yıkayarak suyunu içiyoruz. Hastalar bununla şifa buluyor.»
Hadisi imam Ahmed ve Müslim rivayet ettiler. Fakat Müslim'de «Şibr» '(karış) ibaresi yoktur.
el-Hidâye'de Allah'ın resulünden gelen bir hadis şöyledir: «Peygamber ipekli ile yakaları süslenmiş
bîr cübbe giyiyordu.» Molla Husrev ve Sadrüş-Şerîa'nın bu hükmü kesin olarak ifade ettikleri gibi,
İbn Kemal ve Kuhistânî de kesinlikle bunu böyle ifade etmişlerdir. et-Tatarhâniye'de
Cemu'l-Cevami'den bu nakledilmiştir.
«Fakat Hidâye'nin ve başka kaynakların mutlak zikretmeleri buna ters düşmektedir ilh...» sözüne
gelince; bu sadece eninin dört parmakla kayıtlanmasıyla ilgilidir.
Bazan denilir ki, «Mutlak, mukayyedin üzerine hamledilir.» Nitekim usul kitablarında bu husus


serahaten belirtilmiştir. Yani hüküm ve ha-dise birse mutlak mukayyedin üzerine hamledilir.
Bununla beraber me-tinler çoğu kez meseleleri kayıtlarından sıyrılmış olarak zikrederler. Dü-şün.
Fakat kaynakların bu yaptıkları delillerin ıtlakına uygundur. Bu ise zamanın insanlarına daha
şefkatli gelir. Ta ki bunlar fisk ve isyana gir-mesinler.
«Bu daha önce dört parmakla kaydedilme hükmüne muhaliftir ilh...»
sözüne gelince; evet, bu metinlere açıkça muhaliftir ve buna yönelmiş-tir. Sarihin «ben deri
ifadesiyle beyan ettiği kanaata gelince, bu cid-den uzak bir görüştür. Tatarhâniyye'de «Nakşı ipekli
olan veya yakaları kenarları ipekli ile işlenmiş elbiseyi giymekte, fakîhlerin umumu katında beis
yoktur. Fakat bazı kimseler burada muhalefet etmişlerdir.» denilmek-tedir. Hişâm, Ebû Hânife'nin
elbisesindeki çiçek dört parmak kadarsa o elbisenin giyilmesinde bir beis görmediği rivayet edildi.
Şemsu'l-Eimmetis-Serahsî şöyle der: «Elbisedeki desen ipekli ise onu giymekte beis yok-tur.
Çünkü çiçek elbiseye tabidir.» Ve Serahsî takdir konusunda yani dört parmakla takdir hususunda
herhangi bir şey söylememiştir. Binaenaleyh onların sözleri giyilen elbiselerin desenleri ile ilgilidir.
Yoksa sancak olan bayrak hususunda değildir. Eğer bu böyle olmazsa elbise ile kayda hiç bir manâ
kalmaz. Tabaiyyet nedeninin de manasız kaldığı ortadadır.
Tatarhâniyye'de şu husus yer almaktadır:
«Kadınlar hakkındaki hükümden sözetmeye gelince; alimlerin am-mesi onlar için halis ipekliyi
giymek helâldir dediler. Bazıları da helâl değildir, dediler. Çiçeği ipekli olanın giyilmesine gelince:
Bu ibareden insanın zihnine ilk gelen şey «mutlak ipekten yapılmış çiçekli elbisede beis yoktur»
hükmü ancak kadınlar hakkındadır. Eğer bu sabit olursa o zaman herhangi bir çatışma ortada
kalmaz. Bununla ibareler arasındaki tevfîki yani uyumu sağlamak daha güzeldir. Aksi takdirde
bunlar iki ri­vayet olurlar.
«Bu daha sahihtir ilh...» sözü el-Kınye'de Şerhu'l-İrşâd'dan alın-mıştır.
Et-Tatarhâniye'de ise: «ipekli uçkurda kerahet yoktur. Çünkü o yal-nız giyilmez» denilmektedir.
El-Camiussağır Şerhi'nde: «Bazı meşayihler, erkekler için Ebû Hânife katında ipekli uçkurda beis
yoktur» derler. Sadruş-Şehid: İmameyn katında böyle bir uçkur kullanmak mekruhtur» dedi. Düşün.
«Böylece fes de mekruh olur ilh...» Molla Miskîn, Musannifin kita-bın sonundaki «Değişik
Meseleler» bahsinde: «Feslerin giyilmesinde be-is yoktur,» diyor. Molla. Miskîn burada çoğul tabiri
kullanıyor. «Bu ise ipekli, altınlı gümüşlü, ketenli, siyah, kırmızı bütün fesleri kapsamakta-dır.»
Fakat zahir şudur ki; güvenilir olan burada zikredilen hükümdür. Çünkü bu tam yerinde, açıkça
ylenilmiştir, umumdan alınmamıştır. T.
el-Fetâvâ'l-Hindiyye'de şu hüküm yer almaktadır: «Erkekler için ipek-ten, altından, gümüşten veya
dört parmağından daha fazla büyük ipek parçası veya altın ve gümüş dikilmiş ketenden yapılmış
fesi giymek mek-ruhtur.» İşte bununla «takiye» veya «arakiye» denen ve başa giyilen ter-liklerin
hükmü de bilinmiş oluyor. O da ipekli ile nakışlanmışsa nakışla-rından birisinin dört parmaktan
fazla olması halinde helâl değildir, daha az ise helâldir. Eğer bütün nakışlar dört parmaktan
fazlaysa yine giyil-mesi helâldir. Çünkü zahir mezhebe göre değişik nakışlar birmiş gibi sayılmazlar.
«İnsanların boynuna omuzuna v.s., astıkları keselere gelince ilh...» Kişinin beraberinde astığı kese
ipekli olursa mekruhtur. Cebe konulan veya evde duvara asılan mekruh değildir. Bu kayıd ile
asılmayan kese-ler bu hükümden çıkmış olur. Bunun açıklanmasında zahir olan şudur: Asılmak
giymeye benzer, bunun için haram olur. Çünkü bilindiği üzere haramlar babındaki şüphe yakına
ilhak edilmiştir. er-Remlî.
Zahir şudur ki; asılan keseden maksad hamail diye tabir edilen mus-ka keseleridir. Çünkü bunlar
boyunlara asılır. Fakat para kesesi öyle de-ğildir. Onu cebine koyar, asmaksızın kullanırsa beis
yoktur.
Ed-Durru'l-Münteka'da: «İpekli seccade üzerinde namaz kılmak mek-ruh değildir, çünkü haram olan
giymektir» denilmektedir. Sair şekillerde ondan yararlanmak ise bu hükmün dışındadır, haram
değildir. Nitekim cevhere üzerinde namazda olduğu gibi Kuhistanî ve başka alimler de bunu kabul
ve ikrar etmişlerdir.
Ben derim ki: Bununla çokça sorulan teşbih ipinin hükmü de bilin-miş olur. Bu hıfzedilsin.
«O giymektir» sözüne gelince; hükmen bu böyledir. Çünkü El-Kınye'-de: «İpekli yorganın
kullanılması caiz değildir. Zira o giymenin bir çeşididir» denilmektedir. Burada saatin ipi yani
bağlandığı ip de ele alınmalı-dır. Çünkü kişi saati bağlıyor ve onu elbisesinin iliğine asıyor. Bunun
hakkında hüküm nedir? Zâhir'e göre o da teşbihin ipi gibidir. Düşün.


Anahtarların, terazlerin, divitin ipi de aynıdır. İpekli kâğıtlarda yazmak, mushaf, dirhem ve para
keseleri kapların kapatıldığı örtü, içinde elbise-ler konan bohça ve giymeksizin veya giymeye
benzemeksizin kullanılan, yararlanılan diğer ipekli nesneler hep aynı hükmü tabidir. Yani caizdir.
El-Kınye'de «Bir dellâl ipekli elbiseyi omuzlarına atar, satışa çıka-rırsa kollarını geçirmedikçe
caizdir.» denilmektedir:
Aynu'l-Eimmeti'l-Karâbîsî der ki: «Bu meselede meşayih arasında ' farklı görüşler vardır.
Birincisinin yani helâl olmasının izahı, elbiseyi omuza atma ancak onu yükleyip götürmek için
olur,,kullanmak için değil. ylece yararlan-mak için kastedilen giyime benzemez. Düşün.
El-Kınye'de nakledildi ki:
«İpekten sargı bezleri kullanmak mekruhtur.» Zahire göre bundan maksad, bedenin üzerine veya
bedenin bazı parçalarına sarılanlardır. Ama elbiseler için bohça olarak kullanılanlar burada
kastedilmemektedir. Dü-şün.
METİN
Yarayı ipekli ile bağlamakta ihtilâf edilmiştir. el-Müctebâ'da hüküm yledir. Yine el-Müctebâ'da:
«Kişi ipekli ile evini süsleyebilir.» denilir. Altın ve gümüş kaplarla süsleyebilir, fakat tefahur
kastedilmeksizin. El Kınye'de: «Fakihler için uzun bir sarık sarmak, geniş elbiseler giymek daha
güzeldir» deniliyor. Yine el-Kınye'de: «Göze, göz ağrısı gibi bir özür sebebiyle ipekliden olan siyah
bir eşarp bağlamada beis yoktur.» denili-yor.
Ben derim ki: Göz ağrısı da bir mazerettir. el-Vehbâniyye Şerhi'nde el-Müntekâ'dan alınarak
«Gömleğin ilikleri ile düğmeleri ipekliden olur-sa beis yoktur. Çünkü ilik ile düğme gömleğe
tabidirler» denilmektedir. et-Tatarhâniyye'de es-Siyeru'l-Kebir'den naklederek şöyle denildi:
«İpekli ve altından düğmelerde beis yoktur.» Yine aynı kitabta Muhtasaru't-Tahâvî'den naklen:
«Kumaşın deseni gümüştense mekruh değil, altından yapılmışsa mek-ruhtur» denilmiştir. Fakihler
ise, «Bu müşküldür. Zira şeriat yakalarını nakşedilmesine ruhsat vermiştir. Bu nakışlar bazan
altından olabilir» de-mişlerdir.
ipekliyi yastık veya döşek yapmak, onların üzerinde uyumak helâl-dir. İmameyn, İmam Şafiî ve
İmam Malik «Haramdır» dediler. El-Mevâ-hib'te yer aldığı gibi bu görüş daha sıhhatlidir.
Ben derim ki: Buna dikkat edilsin. Fakat bu hüküm meşhurun hilâfınadır. İpekliden entari veya
kaftan yapmak icmaen mekruhtur. Bu Si-râc'dan nakledildi.
Gümüşün üzerinde oturmak icmâ ile haramdır. Mecmâ Şerhi.
Erişi ipekli, argacı keten, pamuk, yün gibi başka maddeden olan bir elbise giymek helâldir. Çünkü
elbise ancak dokunmakla elbise olur. Do­kuma ise ancak argaç ile olur. Binaenaleyh onda argac
asgari itibara alınır, eriş nazara alınmaz.
Ben derim ki: el-Mevahib'den naklen Eş-Şurunbulâliye şöyle dedi: «Erişi ipekli olup da el-Attabî gibi
erişi görülenin kullanılması mekruh-tur.» Bazılarına göre mekruh değildir. Bunun benzeri
el-İhtiyâr'da yer almaktadır.
Ben derim ki: gizli değildir ki itibar yönünden tercih argace verilir. Nitekim el-Azmiyye'den böylece
öğrenildi. Hatta El-Müctebâ'da şunlar yer alıyor: Meşayihin çoğu bunun hilâfına fetva verdiler.
El-Mecmâ' Şerhi'nde «hazz» deniz koyunlarının yünüdür, denildi. Ben derim ki, bu hüküm onların
zamanında idi. Şu anda ise el-Hazz, ipek çe-şididir. İpekliden yapıldığı takdirde kullanılması haram
olur. Burcundî ve Tatarhânî bunu ifade ettiler. Dikkat edilsin!
Sadece harpte bunun aksi helâldir. Eğer kalınsa, onunla düşmandan korunmak mümkünse.'Eğer
ince ise harpte de haramlığı icmâ iledir. Çün-kü faidesi yoktur. Sirâçtan nakledilmiştir.
Hepsi ipekli olana gelince... Harpte imama göre mekruh, İmameyne göre değildir. Mültekâ zahire
göre galib hangisi ise ona itibar edilir. Ez-Zâhidî'nin Hâvî'sinde şu hüküm yer almaktadır: Zahiri
kısmı ipekli olan veya bir hattı ipekli, bir hattı da hazdan olan mekruhtur. Tercih edilen görüşe göre
değişik yerlerde olanların bir yerdeymiş gibi sayılmaması-dır. Ancak kumaşın bir hattı ipekli bir
hattı da başka bir mâdenden olursa ve hepsi ipekliymiş gibi görünürse o zaman itibar edilir. Ama
sa-rıktaki desen gibi her hat ayrı ayrı görünürse mezhebin zahirine göre bir aradaymış gibi itibar
edilmez. Şeyhimiz de bunu kabul etti. Ben de derim ki: Daha önce bildin ki tercih edilen görüşe
göre itibar zahire değil ar-gacadır. Dikkat ediniz.
Usfur veya zaferan ile boyanmış kırmızı, sarı elbiseler erkekler için mekruhtur. İbarenin ifadesi şu:


Kadınlar için mekruh değildir. Diğer renk-leri giymekte beis yoktur.
el-Müctebâ, el-Kuhistânî ve Ebû'l-Mekârim'in En-Nikâye Şerhi'nde şu hüküm vardır: Kırmızı elbise
giymekte beis yoktur.»
Bunun ifade ettiği manâ, buradaki kerahetin kerâhet-i tenzihiyye olmasıdır. Lakin et-Tuhfe'de
«haram» olduğuna dair serahat vardır. Ve bu serahet de ifade eder ki kerahet, tahrimiyyedir.
Musannif böyle idi.
Ben derim ki: Şurunbulâlî'nin bu hususta telif ettiği bir risale vardır. O risalede sekiz görüş
nakletmektedir. Onlardan bazılarına göre müstahabtır. Mutlak olarak erkek altın ve gümüş takı
takamaz. Ancak gümüşten yüzük, kemer ve süslenmiş kılıç kullanılabilir. Çünkü bunlarda süs
astedilmemektedir. El-Müctebâ;da şu hükümler vardır: «Ortası ipekliden olan bir kemer kullanmak
helâl değildir.» Bazıları helâl olduğunu söylediler, eğer eni dört parmağa yetişmezse.
Kemerde demirden, bakırdan veya kemikten bir halka bulunursa ke-rahet yoktur. İncinin hükmü ise
ileride gelecektir.
Kişi ancak gümüş yüzük kullanır. Zira gümüş yüzük kullanıldı mı başka maddelere ihtiyaç kalmaz.
Binaenaleyh taş vesaire başka maden-lerden yüzük yapmak haramdır. Es-Serâhsî «Yeşim ve akik
taşlarından yüzük yapmak veya edinmek caizdir.» dedi. Molla Husrev bunu daha da umumîleştirdi:
Altın, demir, bakır, kalay, cam ve benzeri maddelerden yüzük edinmek haramdır. Çünkü daha önce
ancak gümüşten yüzük edi-nilebileceği geçmiştir.
Yüzük olarak onları kullanmasının keraheti sabit olduktan sonra bunların yani bu maddelerden
yapılan yüzüklerin satılması da imalinin de keraheti sabit olur. Çünkü imal ve satmakta caiz
olmayan bir şeye yar-dım vardır. Caiz olmayana götüren her şey caiz değildir. Bunun tamamı
El-Vehbâniye şerhindedir.
Yüzük konusunda halkanın gümüşten olmasında itibar edilir. Kaşın önemi yoktur. Kaş, taştan,
akikten, yakuttan veya başka maddelerden olabilir. Bu taşlara altın çiviler de çakılabilir. Taş daim
sol elin içinde tutulur. Bazıları sağ elin içinde tutulur demiştir. Ancak sağda takılması rafizlerin
alametinden olduğundan bundan sakınmak lazımdır. Kuhistanî ve başkaları.
Derim ki: Umulur ki bu daha önceydi; fakat geçti; dikkat ediniz.
Yüzük kaşına kişinin isminin veya Allah'ın isminin nakşedilmesi ca-izdir. Bir insanın şekli veya bir
kuş resmi yapmak caiz değildir.» Muhammed Resulullah» yazmak da caiz değildir. Yüzük bir
miskalden daha ağır olmayacaktır.
Sultan ve kadı ve zengin kişiler gibi ihtiyaç sahihleri hariç mühür edinmeyi terketmek efdaldir.
Kişi sallanan dişini altınla değil belki gümüşle takviye eder. İmam Muhammed ikisini de caiz
görmüştür.
Altından burun edinebilir. Çünkü gümüş kokutur. Çocuğa altın ve ipek giydirmek mekruhtur. Çünkü
giyilmesi ve içilmesi haram olanın giy-dirilmesi de içirilmesi de haramdır.
Abdest sonrası kurulanmak için veya sümkürmek, terini silmek gibi ihtiyaç için bir mendil
bulundurmak mekruh değildir. Ama tekebbür (sük-se ve caka satmak) için olursa mekruhtur.
Bir şeyi hatırlamak için parmağa bağlanan ip veya yüzük mekruh değildir. Hasılı kibir için işlenen
her şey mekruhtur, ihtiyaç içinse mekruh olmaz. İnâye.
EK: El-Müctebâ'da şu hüküm yer almaktadır: «Mekruh olan nazar-lık yani muska, Arapça'dan
gayriyle yazılandır.»
İZAH
«Yarayı ipekle bağlamakta ihtilâf edilmiştir. ilh...» Hindiye'de şu hü-küm yer almaktadır: «İpekliden
yapılmış uçkurlu elbisenin giyilmesi ih-tilaflıdır.».
«İttifakla mekruhtur» da denilmiştir. Yaralara sarılan sargı bezi de böyledir. Dört parmaktan daha
küçük olsa bile. Çünkü o başlıbaşına bir asıldır. Timurtaşî'de böyle kaydedilmiştir. T.
«Evini ipekli kumaşlarla süslemek caizdir ilh...» el-Fakîh Ebû Cafer, es-Siyer Şerhi'nde «Evlerin
duvarlarını nakışlı keçelerle örtmekte beis yoktur. Eğer bunu yapan süslenmeyi kastetmişse bu
mekruhtur» diyor.
el-Ğıyâsiye'de: «Kapı üzerinde perde sarkıtılması mekruhtur» denil-mektedir. İmam Muhammed,
«Es-Siyer-u'l-Kebir»inde bunu açıkça belirt-miştir. Çünkü bu, ziynet ve kibirdir.


Hülâsa tekebbür görüntüsü olan herşey mekruhtur. Eğer ihtiyaç ve zaruret için yapılırsa mekruh
olmaz. Tercih edilen görüş de budur. Hin-diye.
Bu ibarenin zahiri: Eğer sadece süs içinse, kibir ve fahr bahis konu-su değilse mekruh olur. Fakat
el-Hindiyye bu hükümden sonra ez-Zâhi-riyye'den buna ters düşen bir şey naklediyor. Dikkat ediniz.
BİR UYARI:
Bundan şu hüküm çıkar: Şenlik günlerinde yayılmakta olan ipekli sergiler, altın ve gümüş kaplar
kullanılmadıkları takdirde ve eğer bun-larla tefahur kastedilmiyorsa yalnız sultanın emrini yerine
getirmek için olursa caizdir. Fakat mum ve kandillerin gündüz yakılmasıyle değil-dir. Bu caiz
olmaz, çünkü malı zayi etmektir. Ancak hakimin bunları yak-madığı takdirde cezalandırmasından
korkan bir kişi bunları yakabilir. Nerede münkerleri kapsıyorsa onlara da caizdir. Şehadetler
kitabında geçti ki, bir emirin gelmesi için seyretmek üzere çıkmak sahiciliğin red-dedilmesi için
sebebtir. Çünkü onu karşılamak bir sürü münkerleri, şer'an inkâr edilen hareket ve fiilleri
kapsamaktadır. Kadın ve erkek karışık-tır. Öyleyse bu daha evlâdır. Dikkat ediniz!
«Fakihler için uzun sarık bağlamak daha güzeldir ilh...» Bunun ne-deni alimler bunu bu şekilde adet
ettikleri içindir. Eğer başka bir mem-lekette alimler uzun sarıkla değil de başka şeyle tanınıyorlar,
tazim gö-rüyorlarsa ilim makamını izhar bakımından bunu yapacaktır. Bir de ama-menin
uzatılmasının nedeni alimler bilinsin de onlardan dinî emirler so-rulsun içindir. T.
«El-Kınye'de şu hükümde vardır ilh...» ifadesi şöyledir: «Sürekli ka-ra bakmak, göze zarar verir.
Karlı bir yolda giderken bir kişinin gözle-rinin önüne ipekliden siyah bir peçe sarması, bağlama
helâldir, bunda beis yoktur. Ben derim ki, ağrıyan göz daha evlâdır. Yani ona da bağlıyabilir.»
Et-Tatarhâniye'de şu hüküm vardır: «İhtiyaç içinse onu giymekte be-is yoktur denilmektedir. Çünkü
Abdurrahman bin Avf ve Zübeyr bin Avvam'dan rivayet edildiğine göre ikisinde de şiddetli uyuz
vardı. Resulullah'dan ipek giymek için izin istediler. Peygamber kendilerine ipekli elbi-se giymek
hususunda izin vermiştir.»
Ben, derim ki: ez-Zeylâî, gelecek fasıldan hemen önce serahaten Cenab-ı Peygamber'in bu iki
sahabiye mahsus bir özellik olarak bu ruh-satı verdiğini kaydediyor. Düşün.
«Şeriat kifâfa ruhsat vermiştir ilh...» sözünün izahı: Kifâf, gömleğin el ayası kadar olan yerdir. Bu da
bedenin kavşak yerlerinde koltukların-da veya etek kenarlarında olur. Muğrib.
T. de şöyle denilmiştir: «Hz. Peygamberden onun koltukları ipekli ile kaplanmış bir cübbe giydiği
nakledilmiştir. Bu rivayette altın ve gümüş zikredilmemiştir. Düşünülsün ve yazılsın.»
Ben derim ki: Buradaki güçlüğün izahı zahire göre şudur: Elbisedeki desen veya yamanın elbisede
bulunmasının helâl oluşu az ve tâbi olu-şundandır. Kastedilmediklerinden dolayı helâldir. Nitekim
fakîhler bunu açıkça söylemişlerdir. Altın, gümüş ve desen ve yamanın ipekli olabile-ceklerine ait
ruhsat, ipekliden başka maddelerden yapılmasının da ruh-satı demektir. Çünkü aralarında müsavat
vardır. Aralarında farkın bulunmaması daha önce dört parmak altından örülmüş elbisenin mubah
olma-sı hükmü de teyid etmektedir. Elbiseyi altın ve gümüşle yamalanmış kab da böyledir. Düşün.
Burada varid olan kapalılık El-Müctebâ'da amamenin (sarığın) nakşi hususunda bahsi gecen
hükmün üzerine de varid olur.
«İpekten yastığa yaslanması ilh...» İpekten yapılmış yastığın helâl olması Resulullâh'tan rivayet
edilen şu hadisten dolayıdır: «Peygamber ipekli bir yastık üzerine oturdu.»
İbn Abbâs'ın sergisi üzerinde ipekli bir yastık vardı. Rivayet ediliyor ki; Enes (Allah ondan razı
olsun) bir ziyafete gitti. Ve ipekten yapılmış bir yastık üzerinde oturdu. Burada ipeklinin üzerinde
oturmanın onu ha-fife almak manâsına olduğunu, onu tazim mahiyetinde bulunmadığını ha-tırlamak
gerekir. Böylece üzerinde şekiller olan bir sergide oturmak gibi oluyor. Minâh Sirâc'tan.
«Ve dedi ki ilh...» Deniliyor ki: Ebû Yûsuf ipekli yastık ve döşek hu-şunda Ebû Hânife ile beraberdir.
Başka bir görüşe göre İmam Muhammed'le beraberdir.
«Mevâhib'de olduğu gibi ilh...» sözüne gelince, onun benzeri Dürerü'l-Bihârde de vardır.
El-Kuhistânî der ki: '«Meşayihin çoğu bu görüş-tedir.» Nitekim bu görüş «El-Kirmanî'de de
zikredilmiştir. Bunun benzeri İbn Kemâl'den de nakledilmiştir.
«Lakin bu meşhurun hilafıdır ilh...» diyor. Eş-Şurunbulâlî'de şu ibare vardır: «Derim ki: Bu, sıhhatli
olmakla beraber muteber ve meşhur olan metin şerhlere aykırıdır.»
«İpekliyi kaftan kılmaya gelince ilh...» tarzındaki sözde gecen disâr, «şiar» denilen elbisenin
üstündekidir. Şiar ise disârın altında ve bedene temas eden elbisedir. Demek ki disâr, bedenle


teması olmayan, şiar da bedenle teması olan elbiselerdir. Disâr aynı zamanda iki elbise arasında
olana denir; görünmese dahi. Ancak eğer astar gibi veya iki elbise ara-sında konulmuş pamuk, yün
gibi bir durum ise hüküm değişir. Nitekim daha önce El-Hindiyye'den bunu aktardık.
«Bu icmâen mekruhtur ilh...» sözüne gelince; her ne kadar El-Muhît sahibinin «deriyle temas eden
ancak haram olur.» dediği geçmişse de bunu nazarı itibare almamıştır. Çünkü bu kavil zayıftır.
Onun için «icmaen bu mekruhtur» demiştir.
«Bu icmâen haramdır ilh...» sözüne gelince, bunun nedeni şudur: Bu tam manasıyla istimal
etmektir, kullanmaktır. Zira altın ve gümüş giyil-mezler. Zeylâî.
Ben derim ki; Sarih burada haram kelimesini kullanmıştır. Bundan önce de «mekruhtur» demiştir.
Onun bu iki görüşü ihtilaf şüphesinden ileri gelmektedir. Çünkü el-Muhit sahibinin İmamdan
naklettiği görüş ibn Abbâs'tan da nakledilmiştir. Düşün.
EK :
İmam ile iki öğrencisi arasındaki bahsi geçen ihtilâf aynı zamanda ipekli perde hususunda da, o
perdenin kapılara asılması konusunda da caridir. Nitekim el-Hidâye'de bu yer almıştır.ylece
ipekli bir örtüyü çocuğun beşiğine koymak da mekruh değildir. Biz daha önce ipekli yor-gan
örtünmenin mekruh olduğunu söyledik. Çünkü yorgan bir nevi libas-tır. Fakat ipekli seccade
üzerindeki namaz böyle değildir. Çünkü ipekli kumaşın giyilmesi haramdır, fakat ondan
yararlanmak haram olmaz.
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği şey şudur: Eğer kibir ve fürur ve: şilesi olmuyorsa, ipekli kumaştan
abdest mendili kullanmak caizdir. Çünkü mendil giyim değildir. Ne hakikaten, ne de hükmen giyim
eşyası-dır. Fakat yorgan hükmen giyinme kapsamına girer. Uçkur ve yara bezle-ri hükmen giyimdir.
Düşün.
Lakin el-Hamevî, Haddâdî'nin El-Hamiliye şerhinden nakletti ki, «er-kekler için ipekli üzerinde
namaz kılmak mekruhtur.»
Ben derim ki; birinci görüş daha kuvvetlidir. Zira üzerinde oturmak, uyumak veya namaz kılmak
arasında hiç bir fark yoktur, düşün. Yorgan ve asılı kese meselesinden ve benzerinden şu hüküm
çıkar: Dizlerin üze-rine yemek yediği anda peşkir gibi yayılan .elbiseyi damlayan yemekten, yağdan
koruyan kumaş peçeteler ipekli olursa mekruhtur. Çünkü bu da bir nevi giyilen libas gibidir. Amme
dilinde şöhret bulmuştur ki bununla ipeklinin kıymetsizliği kastediliyor. Bu da yastık gibi üzerinde
oturulan yaygı gibi burada herhangi bir giyim bahis konusu değildir. Çünkü uçkur meselesinde,
sargı bezi meselesinde ipekli bundan daha kıymetsiz sa-yılıyor. Bununla beraber mekruhtur.
Öyleyse burada da mekruh olması gerekir. Düşün.
«Argacı ipekli olmayan bir elbise ilh...» isterse argacı en azını, veya en fazlasını teşkil etsin, isterse
elbiseyle eşit olsun, giyilmesinde mahzur yoktur. Bir görüşe göre giyilmez, ancak argıcı ipekliden
fazla ise giyilir. Fakat sahih olan birinci görüştür. Nitekim el-Muhît'te yer almış-tır. Kuhistanî ve
başkaları da bunu kabul etmişlerdir. Dürrü-Müntekâ.
«Kumaş ancak örülmekle elbise olur. Örülmek ise argaçla olur. Öy-leyse elbisede argaca itibar
edilir, erişe değil ilh...» sözü şu gerekçeden ileri geliyor: Bilinmiştir ki hükümde ibret, illet
vasıflarının en sonuncu-sudur. Kifâye.
«Attâbî gibidir ilh...» Bizim zamanımızda atlas tabir edilen kumaş ile ipek pamuktan imal edilen
elbise de metinde geçen el-Attâbî gibidir, ya­ni mekruhtur.
«Bunun benzeri el-İhtiyârda da yer almaktadır ilh...» Zira İhtiyar sa-hibi: «El-Attâbî gibi argacı
görülen elbise ipekli ise bir görüşe göre mek-ruhtur. Çünkü gözlerin gördüğü şekilde ipekli
giymiştir ve bunda gurur vardır. Bir görüşe göre de mekruh değildir. Argacına itibar edilir» der.
«Ben derim ki ilh...» Bilmiş ol ki metinler mutlaka erişi ipekli, ar-gacı başka maddeden olan
elbisenin giyilmesinin helâl olduğunda ittifak, etmişlerdir. Musannifin ibaresinde olduğu gibi. Bu
aynı zamanda İmam Muhammedi'n el-Camiussağîr'inde de yle yer almıştır. Meşayih bu meseleyi
iki sebebe bağlamışlardır. Birisi, sarihin daha önceylediğidir. Ve bu aynı zamanda el-Hidâye'de
de zikredilmiştir. İkincisi, İmam Ebû Mansur el-Maturidi'den nakledilendir. O da şudur: «Argaç
elbisenin za-hirinde görülür. Birinci neden mutlaka argaca itibar edilir şıkkını nazarı itibare alır.
Sanki argaç madenin son vasfıdır. Nitekim bu durum daha önce geçti. İkinci neden argacın gözle
görüldüğüne bakar. Binaenaleyh birinci nedene binaen el-Attabi ve benzerini giymek caiz olur.
İkinci ne-dene binaen, Hidâye Şerhlerinin de zikrettikleri gibi, mekruhtur. Ez-Zeylaî'nin takririnde
«burada kapalılık vardır» deniliyor.»


Metinlerin ıtlakının zahiri birinci delili nazari itibare almaktan ileri geliyor. Bunun için el-Hidâye'de
bu konudan sonra «itibar argacadır. Ni-tekim bu durumu daha önce açıkladık» denilmektedir.
«El-Müctebâ'da meşayihin ekserisi onun hilâfına fetva vermiştir der ilh...» El-Müctebâ'nın ibaresi
harfiyyen şudur:
«Ancak erişi ipekli, argacı pamuklu olan bir elbisenin giyilmesi ca-izdir. Eğer karışık iseler ve ipekli
görünmüyorsa. Bizim bu zamanımızda et-Attabî, Şusterî ve Kutbî gibi ipekli, elbisenin yüzünde ise,
o vakit bu elbisenin giyilmesi mekruhtur. Çünkü mutakebbir ve mağrurların elbise-lerine benzemiş
olur. Ben derim ki: Lâkin meşayihin ekserisi bunun hila-fına (fetvâ vermişlerdir.»
«Ben derim ki, bu onların döneminde idi ilh...» El-Hazz, deniz koyu-nunun yünüdür, durumuna
gelince, Tatarhâniye'de denildi ki: «El-Hazz, bir hayvanın ismidir. Onun derisi üzerinde haz olur yani
yün olur ve bu ipekli cümlesinden değildir.»
Bu hükümden sonra şunu söyledi: «El-İmam Nasiruddin, «Bizim za-manımızda el-Haz. su
hayvanının tüylerinden yapılır» dedi.
«Bunun aksi sadece harp halinde helâldir ilh...» sözüne gelince, me­selenin özeti üç vecih
üzerinedir:
Tatarhâniye'de dedi ki: «Argacı ipekli olmayan, erişi ipekli olanın harp halinde giyilmesi mubahtır.
Yani böyle olmayanlarla Argacı ipekli, erişi başka maddelerden yapılmış elbiseye gelince, o, icmaen
ancak harp halinde giyilebilir, o durumda mubahtır. Argacı ve erişi ipekliden olana gelince, harp
halinde onun giyilmesi konusunda mezhep imamlarımız ve , alimlerimiz arasında ihtilaf vardır.»
«Harp halinde» kaydının zahirinden anlaşılıyor ki harple meşgul ol-ma vakti burada
kastedilmektedir. Lâkin el-Kuhistânî'de «Ve İmam Muhammed'den rivayette askerler için harp
halinde bu tür elbisenin giyil-mesinde bir beis yoktur. Asker harp hazırlığıyla meşgul olduğu
zamanda ipekli giyebilir. Düşman gelmemişse dahi. Fakat bununla namaz kılmaz. Ancak
düşmandan korkarsa namaz da kılabilir.» denilmektedir.
«Eğer ince olursa ilh...» Bilmiş ol ki; ipeklinin giyilmesi zaruret ol-maksızın mutlaka caz değildir.
Binaenaleyh erişi başka maddeden, arga-cı ipekli kumaştan yapılan bir elbisenin giyilmesi Harp
halinde zaruret-ten ötürü mubahtır. Zaruret burada iki çeşittir: 1 - İpekli kumaşın ih-tişamıyla
düşmanı korkutmak. Bu onun parlaması demektir. 2 - Silahın tesirini zaif düşürmesi. İtkanî.
Bu durumda elbise ince olduğu takdirde, zaruret tamamlanmaz. Bi-naenaleyh İmam-ı Azam iki
arkadaşının icmaı ile giyinmesi haram olur.
«İmama göre harpte ipekli giymek mekruhtur ilh...» Çünkü zaruret en azıyla defedilir. O da sadece
argacı ipekliden olan karışık bir elbise-dir. Çünkü parlaklık onun görünen kısyla ilgilidir. İpekli de
onun gö-rünür kısmında bulunmaktadır. Silahın zararı ise onunla defedilir. Karı-şık maddelerden
yapılan elbiseler ise, hernekadar hükmen ipekli iseler de onlarda eğirme şüphesi vardır ve o yüzde
yüz ipekli olanın altında olur. Zaruret böylece en az olanla defedilmiş olur. Binaenaleyh en yük-
seğe gidilmez. Eş-Şa'bî'nin rivayet ettiği, eğer sıhhatli ise, mahlutun üze-rine hamledilir. İtkanî.
«İmameyn'in hilafına ilh...» Et-Tatarhâniyye'de dedi ki: «İmameyn katında harp halindeyken ipekli
giyilmesi eğer kalınsa ve silahların za-rarın! defediyorsa mekruh değildir. Eğer inceyse, silahların
zararını de-fetmeye elverişli değilse icmaen giyilmesi mekruhtur.»
Ben, derim ki: Hülâsa İmam katında katıksız ipekliyi harp halinde giymek de kayıtsız,.şartsız mubah
değildir. Ancak argacı ipekliden ola-nın giyilmesi mubahtır. Eğer o da kalın ise. İmameyn katında
ise harp halinde, kalın olmak şartıyla, bu iki cins kumaş giymek mubahtır. İnce olduğu takdirde
bunun mekruhluğunda ihtilaf yoktur. Anla ve Eş-Şürunbu-lâli'deki hüküm hakkında düşün.
«Ben ipekli ile başka bir maddenin karışımından argacı olan hakkın-da bir hüküm görmedim ilh...»
sözüne gelince, bunu Şeyhi Er-Remlî'nin
haşiyesinden almıştır. Onun ibaresinin tamamı şudur: «Sonra ez-Zâhidî' nin El-Hâvîsi'nde gördüm
ki elbisenin değişik yerlerinde bulunan çiçek-lerin derlenmesi alametiyle kıyas edilmiştir.
Elbiselerin galibi «el-haz» denlen madde gibi ipeklinin gayrisinden olana gelince, bunda bir beis
yoktur. Giyilebilir. Bizim bu nakledilen bahsimize muvafık geldi. Allah'a hamdolsun.»
Sonra El-Havî'nin sarih tarafından zikredilen ibaresini nakletti ve o ibareye herhangi bir ekleme de
yapmadı. Onun için sarih «bizim şeyhi-miz de bunu kabul etmiştir» dedi. Sarih, El-Mültekâ ile ilgili
şerhinde de şöyle sözüyle cevap verdi:
«Sonra helâl ve haram bir araya geldiğinde kaidesi bahsinde el-Eş-bâh'da gördüm ki: Bunu «kaplar


meselesi»ne ilhak etmiştir. Durum bu olursa elbisenin argacındaki ipek tartı bakımından diğer
maddelerle eşit veya onlardan daha az ise helâl olur. Ben bundan fazlasını eklemem.»
İki cevap arasında fark vardır. Çünkü El-Eşbâh'da eşitlik halinde elbiseyi giymenin helâl olduğu
hususu açıkça belirtilmiştir. Er-Remlî'nin söylediği -ki Sarih de ona tabi olmuştur- bu hükümde
sükût etmesidir. Yani ne helâl, ne de haram şeklinde bir fikir belirtmemektedir. El-Birî, ez-Zâhidî'nin
daha önce geçmiş olan ibaresiyle de cevap vermiştir:
Ben derim ki: Ez-Zâhidî'nin ibaresi argacın ipekli üzerindeki galebesini nazarı itibare almaktan
meydana gelen zayıf kavle binaendir. Ni-tekim bunu daha önce söyledik. Binaenaleyh bu cevap için
elverişli de-ğildir. Düşün.
«Zahirî, dağıtılmışların cemedilmemesidir, ancak onun bir hattı ipek-li, bir hattı da başka
maddelerden imal edilmişse ilh...» sözüne gelince, ben derim ki: Hattan maksat erişteki
uzunluğuna hatlar değildir. Çünkü elbisenin erişi nazarı itibara alınmaz. İsterse hepsi ipekli olsun.
Hattan maksat argaçtan olan enli hatlardır. Hattan maksat bu olduğuna göre geçmiş meselenin
başka bir cevabı ortaya çıkmış oluyor. Denilir ki, elbisenin argacı ipekli ile başka maddelerle karışık
ise fakat hepsi ipekliymiş gibi görünürse onu giymek mekruhtur. Eğer her birisi kendi hüvi-yetiyle
görünürse, tıpkı süs için yapılan işlemler gibi, mekruh değildir. Çünkü mezhebin zahiri dört
parmağa yetişmeyen çiçeklerin bir yerdey-miş gibi sayılmamasıdır. Bana görünüyor ki bu cevap
daha öncekinden daha güzeldir. Burada düşün.
«Derim ki, sen bildin'ki ibret zahire değil, argacadır ilh...» sözü el-Hâvi ile onun şeyhinin
yazdıklarına bir istidrâktır. Zira El-Hâvî, şeyhinin görüşünü tekrar ediyor.
Çünkü şeyhinin «zahiri ipekli olan mekruhtur» sözü zahiri itibare alın-dığı takdirdedir. el-Attâbî've
benzeri elbiselerin kerahetine ve zahire iti-bar etmek üzere bina edilmiştir. Fakat tercih edilen, daha
önce de geç-tiği gibi, bunun aksidir. Bu cevapta bizim açıkladığımıza bir red olamaz. Çünkü zahirin
itibara alınmaması ancak eriş meselesindedir. Bizim geç-miş kelâmımız ise argaç hususunda idi.
«Zahire binaen ilh...» sözü râcih olan zahire binaen demektir. Yok­sa rivayetin zahiri burada
kastedilmemektedir. Nitekim sarih zahir ke-limesini mutlak şekilde zikrederse rivayetin zahirin
kastetmiş demektir. Fakat burada racih kastedilmiştir. Düşün.
«Kırmızı elbiseyi giymekte beis yoktur ilh...» sözüne gelince, El-Mülteka'da yer aldığı gibi bu söz
İmam'dan rivayet edilmiştir.
«Anlaşıldığına göre kerahet tenzihidir ilh...» Çünkü «mahzuru yok-tur» sözü çoğu zaman terki evlâ
olan için kullanılır. Minâh.
«et-Tuhfe'de ilh...» Tuhfe'den maksad Tuhfetu'l-Mülûk adlı kitabtır. Minâh.
«Tuhfe'nin ibaresinden bu kerahetin tahrimî olduğu anlaşılıyor ilh...» sözüne gelince; eğer onun
hilafına bir serahat kendisiyle muâraza et-mezse (çatışmazsa) bu söz, kabul edilebilir.
Camiu'l-Feiâvâ'da denir ki: «Ebû Hânife, Şafiî, Malik dediler ki, esfaranla boyanmış bir elbise
giymek caizdir.»
Âlimlerden bir cemaat ise «tenzihi olmak suretiyle mekruhtur» de­diler.
Müntehâbu'l-Fetâvâ adlı kitabda er-Ravda sahibi «Erkek ve kadınlar için kırmızı ve yeşil elbiseyi
giymek kerahetsiz caizdir» demektedir.
El-Hâvî Ez-Zâhidî'de şu hüküm yer almaktadır: «Erkekler için asfaran ve zaferanlı ve vars denilen
boyayla boyanmış ve kırmızı boyalı elbise giyilmesi mekruhtur. İsterse ipekten veya başka
maddelerden olsun, onun boyasında kan olduğu takdirde. Eğer kan yoksa giyilmesi mekruh
değil-dir. Bunu birçok kitaptan nakletti.»
Mecmâü'l-Fetâvâ kitabında şu hüküm vardır: «Kırmızı elbise giymek mekruhtur.» Bazı alimler
katında mekruh değildir. Bir görüşe göre «eğer kan kırmızı ite boyanmamışsa mekruhtur. Çünkü bu
necasetle karıştırıl-mıştır.»
El-Vakîat adlı kitapta da bunun benzen zikredilmiştir. Eğer «el-bakım» denilen ağaç boyası ile
boyanmışsa mekruh değildir. Eğer ceviz kabuklarıyla bal rengine boyanmışsa onu giymek icmaen
mekruh olmaz. İşte bu nakiller el-Müctebâ, el-Kuhistânî ve Ebu'l-Mekârim'in şerhinde nakledilip de
zikredilenlerle beraber keraheti tahrimiyye .hükmüne kar-şı çıkmaktadırlar. Eğer keraheti tahrimiye
necis boya ile boyanan elbi-se üzerine hamledilmezse veya başka bir tarza hamledilmezse bu
yledir.
«Bu hususta Şurunbulâli'nin bir risalesi vardır ilh...» kavline gelin-ce, Şurunbulâlî o risaleye


«Tuhfetu'l-Ekmel ve'l-Humâm el-Muadder li-Beyani Cevâzi Lübsi'l-Ahmer» adını vermiştir. Orada bir
çok nakiller zik-retmiştir. O nakillerden bizim daha önce zikrettiklerimiz de vardır. Ve Şurunbulâlî;
«Kesinlikle haramlığı ifade eden bir nassa rastlamadık» di-yor.
«Ancak kırmızı elbisenin giyilmesinin nehyedildiğini bu şekilde gör-dük: Bu da giyenin zatıyla kaim
olan bir nedenden ileri geliyor. O da ka-dınlara veya yabancılara kendisini benzetme veya tekebbür
etmek içindir. Bu illet ortada yoksa kerahet niyetin ihlasıyla kalkar. Çünkü bu Al-lah'ın nimetini
izhar etmek içindir. Kerahetin arız olması necasetle bo-yanmaktan ileri geliyor. O da onu yıkamakla
zail olur.
«Biz İmam-ı Azam'ın kırmızı giymenin caiz olduğuna dair nassını ve ibahasına dair kesin delili
bulduk. O ad ziynet edinmek hususundaki mutlak emirdir. Müslim ve Buhârî'de bunun gereğini
buldur. Bununla haramlıkla .kerahet ortadan kalkar. Belki Allah Resulüne uymak kabilinden kırmızı
giymenin müstahablığı sabit olur.»
Kim ki bu hususta daha fazla malumat istiyorsa adı geçen risaleye baksın.
Ben, derim ki: El-Sirac, El-Muhit, El-İhtiyâr. El-Münteka, Ez-Zâhire ve başkaları gibi kitabların çoğu
kerahet üzerinde durmuşlardır. Allame Kasım bununla fetva vermiştir. 6z-Zâhidî'nin El-Hâvî'sinde
«Başta yani başa kırmızı sarmakta kerahet olmadığında icma var» denilmektedir.
«Bunlardan biri de: Kırmızı giymenin müstahab olduğudur ilh...» sözünü sarih Kastalânî'den
nakletti ki, söze dahil değildir. Belki bu sözü. daha önce zikrettiğimiz gibi Şurunbulâlî söylemiştir.
«Erkek altın ve gümüşle kayıtsız şartsız süslenemez ilh...» ister harp hali ister başka durumlarda
olsun bunları süs için kullanamaz.. T.
Zırhın veya miğferin harpte altın ve gümüşten olmasının cevazına gelince, bu, daha önce
belirttiğimiz gibi, İmameyn'in sözüdür. Kılıçların aslında olduğu gibi takımlarının süsü de onların
süsü cümlesinden sayı-lıyor. Şurunbulâlî.
«Onunla kılıcını süslemek ilh...» Şart. kılıcın gümüşlenmiş yerine eli-ni koymamaktadır.
Gureru'l-Efkâr'da dedi ki: «Yüzük, kemer, kılıcın süsünün gümüşten olabileceklerine dair ruhsat
özel olarak gelmiştir.»
«Gümüş yüzük edinmek ise, süs için olmamak şartına bağlıdır, ilh...» Anlaşıldığına göre burada
maksat yalnızca yüzüktür. Çünkü kılıcı ve ke-meri gümüş ile işlemekten maksat, yüzükten farklı
olarak süslenmek-tir, başka birşey değil. Kifâye'de bulunan ifadeler de buna delâlet et-mektedir.
Çünkü Kifâye'de şöyle denilmektedir: «Müellifin: «ancak yü-zük ile» ifadesi, süslenmek maksadını
gütmemesi halindedir. İmam
El Mahbûbî ise şunu zikretmiştir: Eğer gümüş yüzüğü kibir için takarsa, ilim adamları bunun
mekruh olduğunu zikretmişlerdir. Yok, maksadı yüzük edinmek ve benzeri başka bir maksat olursa
mekruh olmaz, demişler-dir.» Fakat daha sonra geleceği üzere yüzüğe muhtaç olmayan bir
kim-senin yüzük takmaması daha evlâdır. Bu ibarenin zahirinden anlaşılıyor ki süs için, kibir için
olmamak şartıyla, yüzük takmak mekruh değildir.-Bunun tamamı ileride gelecektir. Düşün.
»Müctebâ'da ortası ipekliden olan bir kemerin kullanılması helâl değildîr. Bir görüşe göre helâldir
denildi ilh...» ibaresine gelince, el-Mücteba'da: «kil (denildi» kelimesi yoktur. Belki birinci görüş için
bir kitabe, ikinci görüş için ise başka birine işaret etmektedir. Birincinin iktizası şudur: Onu
herhangi bir şeyle takdir etmemek yani dirhem bakımından ister fazla, ister az olsun helâl değildir.
Metinlerin gümüş hususundaki yorumlarının zahiri de budur. El-Hâvî el-Kudsî adlı kitabta: «Ancak
dirhem kadar olan yüzük, kemer ve kılıç müstesnadır.» denilmektedir. İşte bunun gibi bütün
ibareleri mutlaktır. Fakat el-Kınye'de: «İki halkası gü-müşten olan bir kemerin kullanılmasında eğer
az ise beis yoktur. Çok olduğu takdirde beis vardır» denilmektedir.
Ez-Zâhiriyye'de de Ebû Yûsuf'tan gelen rivayette; «Gemlerin deri-den yapılmış sicimlerinin etrafına
ve kemer sicimlerinin etrafına gümüş takmakta beis yoktur. Hepsini veya çoğunu gümüşten
yapmak mekruh-tur» denilmektedir. Düşün.
«Ancak gümüş yüzük takar ilh...» hükmü ise İmam Muhammed'in El-Camiussağîr'deki ibaresidir.
Fakat gümüş kemer takılmaz. Ama kemer-de demir ve bakırdan bir halka varsa onun kullanılması
mekruh değildir., Nitekim daha önce bu hüküm geçti. Acaba kılıcın hilyesi de böyle midir? Bunun
için müracaat etmek gerekir.
Ez-Zeylâî dedi ki: «Halk, gümüşten yapılmış yüzüğün takılmasının caiz olduğunda eserler varid
olduğuna inanır. Allah Resulünün gümüş-ten bir yüzüğü vardı. Vefat edinceye kadar


parmağındaydı. Sonra Ebû Bekr ve Ömer vefat edinceye kadar bu yüzüğü taktılar. Sonra Hz.
Os-man'ın parmağındaydı ta ki bir kuyuya düşünceye kadar. Hz. Osman bu-nu bulmak için büyük
bir mal sarfetti, fakat bulamadı.» İşte sahabeler arasında o andan itibaren ihtilâf ve karışıklık çıktı.
Ta ki Osman şehid edilinceye kadar...
«Başka maddelerden yüzük edinmek haramdır ilh...» Çünkü Et-Tahavî, İmran bin Husayn ve Ebû
Hureyre'ye varan bir senedle rivayet edi-yor ki: «Resûlullâh (S.A.V.) altından olan bir yüzüğü
yasakladı.»
Sünen sahibleri Abdullah bin Barire'den, onun da babasından nak-lettiği bir senedle rivayet ederler
ki bir kişi Resulullah'a geldi. Parma-ğında san bakırdan yapılmış bir yüzük vardı. Cenab-ı
Peygamber ona: «Bana ne oluyor ki senden putların kokusunun geldiğini hissediyorum?» dedi.
Bunun üzerine kişi parmağından o yüzüğü çıkarıp attı. Sonra Re-sulullah'a geldiğinde parmağında
demirden bir yüzük vardı. Resulullah ona : «Bana ne oluyor ki, senin üzerinde cehennem ehlinin
süsünü görü-yorum» dedi. Kişi onu da çıkarıp attı ve: «Ey Allah'ın Resulü, peki hangi maddeden
yüzük edineyim?» diye sorunca Cenab-ı Peygamber: «Gü-müşten bir yüzük tak, fakat ağırlığı bir
mizkali geçmesin» buyurdu.
ylece anlaşıldı ki altın, demir, bakır yüzükler takmak haramdır. İşte «El-Yeşb» (yeşim) denilen
maddeden yapılan yüzükler de buna il-hak edildi. Çünkü bu maddeden tuptar da yapılmaktaydı.
Binaenaleyh nas ile malum ve mensus olan şebeh'e benzemiş oldu. İtkanî.
«Seben» sarı "bakırdır. Kamus.
el-Cevhere'de: «Demir, sarı bakır, bakır ve kurşun yüzük erkekler ve kadınlar için mekruhtur.»
denilmektedir.
«Serahsî Yeşb ve akikin cevazını tashih etmiştir ilh...» El-Kuhistanî: «Denildi ki «yeşb» (yeşim) taş
değildir. Ondan yüzük yapmak mekruh değildir. Ve bu en sıhhatli olandır. Nitekim El-Hülâsa'da da
bu vardır» diyor.
«El-Akîk'ten ilh...» Gurarû'l-Efkâr der ki: «Sıhhatli görüşe göre bun-da bir beis yoktur. Çünkü
Cenab-ı Peygamber akik yüzük takmış ve şöyle buyurmuştur: «Akikten yüzük yapınız. Çünkü o
mübarektir.»
Bir de şu var: Akik taş değildir. Çünkü onun taş ağırlığı yoktur.
Bazıları: «Ağırlıkları ne olursa olsun yeşimden, billurdan ve kristal-den yüzük edinilebilir»
demişlerdir.
«Molla Hüsrev bunu umumileştirdi ilh...» sözüne gelince, yeni diğer taşlarla yüzüklenmenin
cevazını umumileştirdi demektir. Çünkü bir ko-nuşmadan sonra şunu söyledi:
«Hülasa gümüş yüzük takmak erkekler için hadisle helâl kılınmıştır. Altın, demir ve sarı maden
yüzük ise hadisle erkeklere haram kılınmış-tır. Taş yüzük takmak ise Şemsu'l-Eimme ve Kadı Hân'ın
seçtikleri görüşe göre helâldir. Bu görüşlerini Resulullah'ın kılmasından ve yüzük tak-masından
almışlardır. Evet, akikin helâl olması sabit olduktan sonra di-ğer taşların da helâl olması sabit
olmuş demektir. Çünkü taşlar arasında fark yoktur. Diğer taşlardan yapılmış yüzük takmak
El-Hidâye. El-Kâfi sahihlerinin seçişine göre haramdır. Onlar da El-Camiussağirin ihtimali
ibaresinden bu hükmü çıkarmışlardır. Çünkü o ibare şudur:' Hadisteki Kasr, altına izafetendir.
Fakat iki mehaz arasındaki fark da gizli değil-dir.
Ben derim ki: daha önce deylediğimiz gibi bu nassın malul oldu-ğu gizli değildir. Binaenaleyh
nassın varid olduğu noktada ve sostan alı-nan illetle ilhak olmuştur. Nass, akik ile yüzüklenmenin
caiz olduğu hususundadır. Müctehidin katında sabit olmama ihtimali de vardır. Veya başka bir
nassın buna tercih edilmesi de mümkündür. Bununla beraber akik veya yeşim, daha önce de
geçtiği gibi taştan değildirler. Bunların gayrisini onlara kıyas etmenin bir delili ihtiyaç gösterir.
Müctehide tabi olmak nassa tabi olmak demektir. Çünkü müctehid nassa tabidir, kesin­likle bir
hüküm getirmiyor. Kelâmın muhaverelerini bilen müctehidin iba-resini tevil etmek, intizamdan
çıkmaktır. Nasıl olmasın ki, kaldı ki eğer kasr hadiste altına izafeten ise bundan lazım gelir ki bakır
ve demirden olan yüzükler de mubah olsun. Halbuki müctehidin maksadı bunun ade-midir,
yokluğudur. Böyle bir izafe yoktur.
«Daha önce geçen nedenle Un...» kavimdeki maksad «ancak gü-müşten yüzük yapılır» sözüdür. Bu
söz mezhebin muharriri olan İmam Muhammed'in lafzıdır. Anla.
«Altın, demir, bakır, kalay ve camdan yapılan yüzüklerin kullanıl-masının mekruh olduğu sabit
olunca onların satılması, imali de mekruh-tur ilh...» sözünü İbn Şirine, İbn Vehbân'dan nakletmiş ve


sonra şöyle demiştir:
«Zahir şudur 'ki; İbn Vehbân bunların satışının mekruh olduğuna va-kıf olmamıştır. Fakat ben
El-Kınye'de buna vakıf oldum. El-Kınye dedi ki; demirden, bakırdan ve benzerlerinden yapılan
yüzüğün satışı mekruh-, tur. Suretin satışına gelince, ben buna vakıf olmadım. Suret hakkındaki
vecih zahirdir.»
«Çünkü bununla caiz olmayan bir şey üzere yardım söz konusudur ilh...» İbn Şıhne «Ancak
alışverişteki yasak hükmü giyimdeki yasaktan daha hafiftir. Çünkü onları giyimin gayrisi şeylerde
de kullanmak müm-kündür.» Onları yeniden eritmek, heyetlerini bozmak mümkündür.
«Caiz olmayan bir hükme yol açan şeyler de caiz değildir ilh...» sö-züne gelince; İmamlarımızın
«Üzüm şırasını meyhaneciye satmak caiz-dir» şeklindeki sözleriyle beraber bu hususta düşünmek
gerekir. Şurunbulâliye.
Fakat bunların ikisi arasında şöyle bir fark bulmak mümkündür.
Satış anında şıranın kendisinde günah mevcut değildir. Yani şıra satılmaktadır. Masiyet satıştan
sonra meydana gelmesi değişikliktedir.
EK:
Demirden yapılmış, demir görünmeyecek şekilde üzerinde gümüş bir astar geçirilmiş bir yüzüğü
takmakta beis yoktur. Tatarhâniye.
«Yüzük taşını altın çivi ile tutturmak ilh...» Yüzük taşı düşmesin diye altın çivilerle çakılması
helâldir. Tatarhâniye. Çünkü o, elbisedeki çiçek-ler gibi tabidir. Kişi onu giymiş sayılmaz. Hidâye.
Hidâye'nin Ayni'ye ait olan şerhinde ise şu hüküm vardır :
«Bu altın çiviler helak edilmiş gibidir. Veya gümüş yüzüğün etrafın-daki altın dişliler gibidir. Çünkü
halk bunları hiç bir sakınca olmaksızın caiz görüyorlar ve bu yüzükleri kullayorlar.»
T. diyor ki: «Ben üst dairesi altından olanın caiz olduğunu zikreden kimseyi görmedim. Ancak
fakîhlerin yüzükteki altın çivilerin helâl oldu-ğunu söylemeleri çivilerden başkasının haram olmasını
gerektirir.»
Ben derim ki: Bu geçen nedenin iktizası şudur: Çividen başka da yüzüğün etrafındaki dişler gibi
altından yapılan kısımlar caizdir. Bunları gümüşe dahil etmek de mümkündür. Düşün.
«Yüzük tasını sol elinin içine doğru çevirecektir ilh...» Kadınlar bu-nun tersini yapabilir. Çünkü
yüzük kadınlar için süstür. Hidâye.
«Sol elin parmağına takacaktır ilh...» Uygun odur ki serçe parma-ğında olsun, diğerlerinde
takılmasın ve sağ elde de olmasın. Zahire
«Ondan sakınmak gerekir ilh...» el-Kuhistânî, el-Muhit'ten şunu nak-lediyor:
«Sağ eline de yüzük takabilir. Ancak bu rafîzilerin alametidir.» Bu-nun benzeri ez-Zâhîre'de de
vardır. Düşün.
«Fakat umulur ki bu eskiden vardı ilh...» Artık bu zamanda ortadan kalkmıştır. Bu zamanda sağ ele
yüzük takmak da mümkündür. Gayetu'l-Beyân adlı eserde Fakîh Ebu'l-Leys, Ed-Camiu's Sağîr
Şerhi'nde: «sağ ve sol eller arasında fark yoktur.» demiştir. Yani isterse yüzüğü sağ eline, isterse
sol eline takar. Hak da budur. Çünkü Resulullâh'dan gelen bu hususla ilgili rivayet değişiktir.
Bazıları da «sağ ele yüzük takmak zalimlerin alametidir» demişse de bu görüş bir şey ifade etmez.
Çünkü Al-lah Resulü'nden gelen sahih nakil bunu nakzetmektedir. Bu konunun ta-mamı
Ebûl-Leysin Şerhi'nde vardır.
«Veya Yüce Allah'ın adını ilh...» Eğer Allah'ın veya Peygamber'in is-mi yüzük üzerinde nakşedilirse
o zaman, helaya girildiğinde taşın el aya-sına doğru çevrilmesi müstahab olur. İstinca edince sol
elden çıkınca sağ ele takılması müstahabtır. Kuhistanî.
«Bir insan veya kuş timsalini nakşetmez ilh...» Çünkü ruh sahibinin tasviri haramdır. Lakin namazın
mekruhatı bahsinde geçti ki uzaktan görülmeyen suretin nakşında bir zarar yoktur. Zira Danyal
(A.S.)'ın yü-züğünde, önünde emzirmekte olduğu bir yavrusu bulunan dişi aslanın resmi
nakşedilmişti. Müracaat edilsin. T.
Ben derim ki: -önce geçenden maksat ancak onunla namazın mek-ruh olduğu hakkındaydı. Bunu
nakşetmekle ilgili değildi. Burada ise nak-şın fiili bahis "konusudur. Et-Tatarhâniye'de şöyle
denildi: «El-Fakîh de-di ki: Eğer gümüş yüzük üzerinde resimler varsa mekruh değildir. Ve buradaki
resimler, elbise ve evlerdeki resimler gibi değildir. Çünkü bun-lar küçüktür. Ebû Hureyreden rivayet


ediliyor ki, onun yüzüğü üzerinde iki sinek resmi vardı.» Düşün.
«Muhammed Resulullah ibaresi yüzüğe yazılmaz ilh...» Çünkü Resul-ü Ekrem'in yüzüğüne bu
yazılmıştı. Peygamber yüzüğünde üç satır vardı. Her kelime bir satırdı: Muhammed, Resul, Allah.
Cenab-ı Peygamber herhangi bir kimsenin bunu yüzüğüne nakşet-mesini yasaklamıştı. Nitekim
Şemail kitabında bu böyle rivayet edilmiştir. Yani onun yüzüğüne nakşedildiği tarzda nakşetmek
veya o nakşa ben-zer bir şekilde nakşı yasaklamıştır. Ebû Bekr'in yüzüğündeki nakş «Al-lah ne
güzel kudret sahibidir,» Hz. Ömer'inkinde: «Vaiz olarak ölüm ye-ter», Hz. Osman'ın yüzüğünde:
«Andolsun, ya sabredeceksin veya andolsun pişman olacaksın.» Hz. Ali'nin yüzüğünde ise: «Mülk
Allah'ındın» iba-releri nakşedilmişti. İmam Azâm'ın yüzüğünde ise «Ya hayrı söyle, yoksa sükût
eyle» Ebû Yûsuf'unkinde ise: «Kendi reyiyle amel eden bir kimse kesinlikle pişman olmuştur.»
İmam Muhammedi'n yüzüğündeki nakısı «Kim sabrederse zaferi elde eder» şeklindedir. Kuhistânî,
El-Bustân'dan.
«Yüzüğün ağırlığı bir miskalden fazla olmayacaktır ilh...» Eğer bir görüşe göre miskal kadar bile
olmayacaktır. Zahire.
Ben derim ki: Resulullah'ın daha önce geçen: «Onu bir miskale de tamamlama» hadisindeki nass
tarafından takviye edilmektedir.
«Sultan ve kadı olmayan kimse için mühür edinmemek daha efdaldir. ilh...» sözü mühre ihtiyacı
olanın mühür edinmesinin sünnet olduğu-na işarettir. Nitekim El-İhtiyâr'da böyle geçmiştir.
El-Kuhistânî der ki: «El Kirmânî'de El-Halvânî'nin bazı talebelerini mühür edinmekten menettiği
hususu yer almaktadır.» El-Halvânî'deki ifade şöyledir: «S*n kadı ol-duğun zaman mühür edin.»
El-Bustân'da tabiinin bazılarından nakledili-yor: «Ancak üç sınıf mühür edinir: Emir, kâtib ve
ahmak.»
Bunun zahirine bakılırsa ihtiyacı olmayan bir kimsenin mühür edin-mesi mekruhtur.
Fakat Musannifin «Hidâye ve başkaları gibi, terkedilmesi daha efdaldir» demesi, caiz olmasını ifade
eder. Yani terkedilmesi daha efdaldir, fakat terkedilmezse de caizdir. Ed-Dürer'de «evlâ odur ki
terketsin», El-Islâh'da «ehab odur ki terkedesin» denilmektedir. Buradaki yasak tenzi­hi kerahettir.
Tatarhâniye'de El-Bustânî'den nakledilerek denildi: «Bazı kimseler, ancak otorite sahibi müstesna,
başkası için mühür edinmek mekruhtur, dediler. Fakat ehl-i ilimin umumîsi ise bunu caiz gördüler.»
Yunus bin Ebi İshak'tan rivayet ediliyor: «Ben Kays bin Ebi Hâzim'î. Abdurrahman bin El-Esved'i,
Eş'Şabî ve başkalarını gördüm ki herhangi bir saltanatları yani vazifeleri bulunmadığı halde, sol
ellerinde üstü mühür sayılan yüzük takıyorlardı. Bir de sultan süs ve mühürlemeye olan ihtiyaç için,
sultan olmayan ise, sadece süs için kullanmaktadır. Öyleyse ikisi eşit olur ve sultan olmayan bir
kimseye de caizdir. Bu hü­kümle biz amel ederiz.»
Bu âmmenin sözünde olduğu gibi caiz olmasını seçmek demektir. Ve «İhtiyaç sahibi olmayanlar
için onu terketmek daha evlâdır.» hükmü-ne de ters düşmektedir, anla. Bu hükmün muktezası süs
ve mühürlemek için edinmekte kerahet olmadığıdır. Sadece süs için edinilmesi içinse onun hükmü
daha önce geçti. Düşün.
«Ve ona gerek duyan ilh...» El-Minâh'da şu hüküm vardır: «Onların kelâmının zahirinden anlaşılıyor
ki; sadece üstü mühür olan yüzük edin-mek sultan ile kadı'nın özelliği değildir. Belki her ihtiy
sahibi onu edi-nebilir. Mübaşirler, evkaf mütevellileri, malın zaptedilmesi için mühre muhtaç olanlar
bu kapsama girsin diye müellif «ihtiyaç sahibi olmayan kişi için yüzüğü terketmek efdaldir»
ibaresini kullansaydı faide yönünden daha umumi olurdu. Nitekim bu durum gizli değildir.»
Ben derim ki: Seçkin görüş şudur: Mühür edinmek sultan ve kadı gibi ona muhtaç olanlar için
sünnettir. Sultan ve kadı gibi o ayarda olan-lar hakkındaki hüküm bu hususta sarihtir. Bunun
benzeri El-Hâniye adlı kitabta da yer almaktadır. Dikkat et, icazet, şahitlik, veya bir mektup
göndermek için velev ki az da olsa mühre ihtiyacı olanlar buna girerler mi? Veya girerse onun
hakkında mühürü terketmek daha evlâ olmaz.
EK:
Mühür edinmek ancak gümüşten olur ve erkeklerin yüzüğü gibi yapı-lır. Ama iki kaşı veya daha
fazlası olursa haram olur. Kuhistânî.
Allâme Abdulberr bin Şıhne, babasının kendisine şu şiiri okuduğu-nu söyyor: İstediğin şekilde,
mühür edin, perva etme. İster sağ eli-nin ister sol elinin serçe parmağında olsun. Fakat taş, bakır,
demir veya altın, erkekler için haramdır. Eğer istiyorsan ismini onun üzerine nakşet. İstiyorsan celâl


sahibi olan Rabbının ismini nakşet.»
«Sallanan dişini altın ile bağlamaz, ancak gümüş ile bağlar ilh...» sözündeki «sallanma» kaydı
El-Kerhî'nin şu naklinden gelmiştir: «Kişinin ön dişleri düştüğünde Ebû Hanife'ye göre onu iade
etmek, gümüş veya altınla bağlamak mekruhtur. Ebû Hânife der ki «bu ölünün dişi gibidir.» Ancak
kesilmiş bir koyun dişi alacak, onun yerine onu bağlayacaktır. Ebû Yûsuf bu hususta Ebû Hanife'ye
muhalefet ederek dedi ki: «Dişini yerine koymak ev bağlamakta beis yoktur. Onun dişi ölünün
dişine ben-zemez.» Bunu istihsan etti.»
Bana göre bu iki görüş arasında fark vardır. Her ne kadar şu anda o farkı bilmiyorsam da. İtkanî.
Tatarhâniye'de fazla olarak şu hüküm de vardır: «Bışr dedi ki, Ebû Yûsuf demiştir: Ebû Hânife'den
bu meseleyi başka bir mecliste sordum. Dişin iade edilmesinde herhangi bir beis görmedi.»
«İmam Muhammed altın ve gümüşle dişin bağlanmasını caiz gör-müştür ilh...» Ebû Yûsuf'a gelince,
bazı görüşlere göre İmam Muhammed'le beraber olduğu, bazılarına göre ise Ebû Hânife ile beraber
ol-duğu söylenmektedir.
«Çünkü gümüş koku yapar ilh...» Altından burun edinmek İmam ka-tında caizdir. Yani diş bağlamak
ile burun edinmek arasında İmam ka-tında fark vardır. Çünkü burunda zaruret vardır. Zira gümüş
kokar. Ha-ram olan bir şey de ancak zaruret için mubah olur. Diş meselesinde gümüş vardır.
Gümüşten daha ileri olan altına ihtiyaç yoktur. El-İtkânî dedi ki:
Birisi İmam Muhammed'e yardım etmek hususunda şöyle diyebilir: Biz bu zaruretin diş hususunda
kalktığını teslim etmiyoruz; çünkü diş-teki gümüş de kokar. Bunun esası Et-Tahâvî'nin Arfece bin
Sâ'd'e kadar götürdüğü senedle rivayet ettiği hadistir. Bu zatın câhiliyye harblerinde meşhur olan
El-Kulâb harbinde burnu kesildi. O gümüşten bir burun edindi. Onu taktı. O iltihaplandı. Cenab-ı
Peygamber kendisine altından bir burun edinmesini emretti, o da öyle yaptı.
Hadisin metnindeki EL-KULAB bir vadinin ismidir, hadise orada ol-muştur. Evet, kelâmın
zahirinden anlaşılıyor ki, ittifaken burun hem gü-müşten, hem de altından olabilir. İmam El-Pezdevî
de bunu sarahaten söyledi. İmam El-İsbîcâbî burada da ihtilaf vardır, dedi.
Et-Tatarhâniye'de «Bu ihtilâfa binaen kişinin burun veya kulağı ke-sildi veya dişi düştü mü, kişi
başka bir diş edinmek isterse, İmam katın-da o dişi ancak gümüşten yapabilir. İmam Muhammed'in
katında altın-dan da yapılabilir. El-İtkânî, burun hususundaki ihtilafın sabit olmasını şiddetle
reddeder. Yani: «Bu ne İmam Muhammed'in, ne El-Kerhî'nin ne de Et-Tahâvî'nin kitablarında
zikredilmemiştir» diyor. Ve buna binaen imamın nassa muhalefet etmesi gerekirdi.
El-Mukaddesî onunla bu meseleyi münakaşa ederek el-İsbîcâbî «Na-kilde hüccettir» dedi. Ve bir de
hadis tevile kabiliyetlidir ve bir de bu Arfece'ye mahsus bir hükümdür. Nitekim Cenab-ı Peygamber
özel ola-rak bedenlerinde kaşınma olduğu için Zübeyr ve Abdurrahman'a ipekli elbise giymeyi helâl
kıldığı gibi. Tebyîn'de de böyledir. Ben derim ki: Bu görüşün arasını bulmak mümkündür.
El-İsbîcâbinin zikrettiği, İmamdan gelen şazz bir rivayettir. Ve bunun için de İmam Muhammed,
El-Kerhî ve Tahâvî'nin kitablarında zikredilmemiştir. Allah hakikati daha iyi bilir.
«Çocuğa altın ve ipekli giydirmek mekruhtur, ilh...» Zira nass altın ve ipekliyi Ümmet-i
Muhammed'in erkeklerine haram kılmıştır. Nassta buluğ ve hürriyet kayyoktur. Çocuğa yani
erkeğe altın ve gümüş elbise giy-diren bir kimse günahkâr olur. Çünkü biz çocukları haramlardan
koru-makla emredildik. Bunu Timurîâşî rivayet etmiştir. El-Bahr'uz Zâhir'de şu hüküm yer
almaktadır:
«İnsan için eller ve ayakları kınalamak mekruhtur. Çocuk için de böyledir. Ancak bünyesinin bu
ihtiyacı varsa mesele değişir. Kına kadın-lar için beissizdir.» T.
Ben derim ki: Bunun zahiri şudur: Erkek için mekruh olduğu gibi bu-nu sabiye tatbik etmek de
mekruhtur. Kadın için de mekruhtur, sabiye tatbik edilmesi. Fakat kadın kendi nefsine kullanırsa
helâldir.
«Abdest için peşkir edinmek mekruh değildir ilh...» sözüne gelince, bunu muteahhir âlimler tasrih
etmiştir. Çünkü müslümanların teamülü böyledir. Ğâyetü'l-Beyân adlı kitabta Ebû İsa Tirmizî'den
rivayet edilerek diyor ki: «Bu hususta herhangi bir şey sıhhatli olarak gelmemiştir. Yani mekruh
mudur, değil midir hususunda bir hadis yoktur. Sahabelerden bir kavm ve onlardan. sonra gelenler
abdestten sonra mendil kullanılmasını ruhsatlı görmüşlerdir.»
Bu hükmün tamamı Gâyetu'l-Beyân adlı kitaptadır.
Sonra bu namazın haricindedir. Çünkü El-Bezzâziye'de nakledildiğine göre; ter silmek için


kullanılan çaputu namazda taşımak mekruhtur. Zira o çaputa sümük de alınır. Fakat bu kerahet
«sümük necistir» diye değil-dir. Belki musalli Allah'ı tazim eder, bununla namaz kılmakta ise tazim
yoktur.
«Eğer bu mendil tekebbür için edinilirse mekruh olur ilh...» ymeti olan bir parçadan edinilmesi
tekebbür için olduğunun delilidir. Bezzâziye.
Bununla bilindi ki burada bu mendilinden ipekliyi kapsayan şey kas-tedilmiştir. Sonucu çıkarmak
sahih değildir. Bunu bazıları sarahaten söy-lemişlerdir.
BİR EK:
Bazı fakîhier, salihlerin ve velilerin kabirleri üzerinde perdeler koy-mak, sarıklar ağlamak, elbiseler
koymak mekruhtur, demişlerdir. Fetavâ'l-Hücce'de: «Kabirler üzerinde perdeler germek mekruhtur.
hükmü yer almaktadır. Lâkin bizler deriz ki: Şu zamanda avamı nassın gözünde o kabrin sahibini
tazim etsin, tahkir etmesin kastı varsa bir de gafil kim-selerin ziyareti anında onlara bir huşu ve
edebcelbediyorsa, her ne ka­dar bu bidat ise de, böyle yapmak caizdir. Çünkü ameller niyetlerledir.
Bu tıpkı fakîhlerin: «Veda tavafından sonra kişi Mescid-i Harâm'dan çı-kıncaya kadar Kabe'yi ziyaret
ve tazim etmek üzere gerisin geriye gi­der» demeleri gibidir. Hatta Minhâcu's-Salikîn'de der ki:
«Böyle yapmak rivayet edilmiş, bir sünnet ya da anlatılagelen bir olay değildir. Fakat bizim
arkadaşlarımız bunu yapttılar.»
Üstad Abdulganî en-Nâblûsî'nin, Keşfunnur an Eshâbı'l-Kubûr adlı kitabında da böyle yazılmaktadır.
«Hatırlatma yüzüğü de mekruh değildir ilh...» El-Hidâye'de der ki:
Rivayet edildiğine göre: «Cenab-ı Peygamber bazı esbabına «retîme» {hatırlatma ipi)» bağlamalarını
emretti.»
El-Minâh'da diyor ki: «Bu şu nedenden ötrü zikredilmiştir: Bazı in-sanlar ipleri azalarının 'bazılarına
bağlıyorlar. Zincirler ve başka şeyler de bağlıyorlar. Bunun bağlanması mekruhtur. Çünkü bu
sadece bir ma-nâsız harekettir. Ama retim ise bu -kabilden değildir. Şerhu'I-Vikâye'de böyle yer
almıştır.»
T. demiştir ki: «Bundan anlaşılıyor ki bazı erkeklerin pazularına bağ-ladıkları pazubend denen
nesne mekruhtur.»
«Et-Müctebâ'da: Mekruh olan temime (muska, hamail, nazarlık) Arapça yazılmayan temîmedir ilh...»
sözüne gelince, El-Müctebâ'da benim gördüğüm: «Temîme yani muska Kur'ân'dan başkası ise
mekruhtur.» Ba-zıları da: «Temîme cahiliyet döneminde çocukların omuzuna asılan na-zarlık
boncuktur» demişlerdir.» Başka bir nüshaya müracaat edilsin.
El-Muğrib adlı eserde: «Bazılarının muâzât'ı yani nazarlıkları Temâ-im sanırlar. Temîme,
boncuklardır. Halbuki muâzât'ta Kur'ân veya Allah'-ın isimleri yazıldığı takdirde beis yoktur.
Avze'nin (Korunma muskasının) mekruh olması Arapça'dan başka bir dille yazılmış olduğu ve ne
olduğu bilinmediği takdirdedir. Çünkü buna küfür sihir ve başka şeyler katılabilir. Kur'ân'dan veya
dualardan bir şey olana gelince, bunda bir beis yoktur.»
Ez-Zeylaî dedi ki: «Retîme bazı kimseler tarafından temîme ile karış-tırılıyor. Halbuki temîme, boyna
asılan veya cahiliyyette ellerde asılan bir iptir. İddialarına göre bunu nefislerinden zararı
uzaklaştırmak için yapıyorlardı. Bu nehyedilmiştir. Dudûdu'l-İman'da bunun küfrolduğu
zik­redilmektedir.»
Eş-Şelebî, İbnu'l-Esîr'den rivayet ediyor: «Temâîm, Temîmenin çoğulu-dur. Tamâim boncuklar idi ki,
Araplar onları çocuklarına takarlar, onlarla çocuklarından, iddialarına göre, nazarı, kötü bakışları
uzaklaştırırlardı. İslâm bunu iptal etmiştir. Diğer hadisde şöyle dendi: «Kim ki bir temîmeyi takarsa
Cenab-ı Hâk onun için (birşey!) tamamlamasın.» Çünkü onlar temîmenin deva ve şifâ olduğuna
inanıyorlardı. Hatta temîmeleri Allah'a ortak koştular. Çünkü onlar temîmelerle onlar hakkında
yazılmış kader-lerin defini kastederlerdi. Ve Allah'tan başkasından eziyyetin def ini taleb ettiler.» T.
El-Müctebâ'da şu hüküm yer almaktadır: «Kur'ân ile şifâ taleb edil-mesi meselesinde ihtilâf vardır.
Hasta veya zehirli haşereler tarafından ısırılmışın üzerinde Fatiha okunacaktır veya bir kâğıda
yazılıp da onun üzerine aşılmalı mıdır? Veya bir leğene yazılıp o leğen yıkanarak suyu ona içirilecek
midir? Böyle ihtilâflar vardır. Cenab-ı Peygamberden kendi nefsi için taviz okuduğu rivayet
edilmişti.» El-Müctebâ, Allah kendisin-den razı olsun, der ki: «Halkın bugünkü işlemi caiz olma
üzerinedir. Ve bu konuda eserler varid olmuştur. Cünub veya hayızlı bir kadının muskayı eğer sarılı
ise, bazusuna bağlamasında bir beis yoktur.»


T. Dedi ki: «Dikkat et. Temîme (muska)ların benzerinde Kur'ân'ın Mukattaa Harflerle yazılması caiz
midir, değil midir? Çünkü o Kur'ân'ın yazılması hakkında varid olan tarz değildir.»
El-Hâniye'de şu hüküm var: «Bir yaygın veya seccade vardır. Onun üzerine örgüsünde «Mülk
Allah'a mahsustur» ibaresi vardır. Onu kullan-mak ve yaymak mekruhtur. Onun üzerine oturmak
mekruhtur. Eğer bir tarafını diğerinden ayırırsa veya bazı harflerin üzerine dikişler yapılarak onları
kaybederse; öyle ki kelime bitişik kalmamışsa yine de kerahet kalkmaz. Çünkü müfred harflerin de
hürmeti vardır. Eğer o yaygının veya seccadenin üzerine El-Melik veya El-Elif veya sadece El-Lâm
yazılı ise hüküm yine böyledir.»
Bu eserde şu da vardır: «Bir kadın, kocası kendisini sevsin diye bir muska taşıyabilir mi?
El-Câmiussağîr'de zikredildiğine göre bu helâl değildir, haramdır. Bunun açıklaması İhyâu'l-Mevât
konusundan biraz ön­ce gelecektir.
Yine Hâniye'de «Nevruz günlerinde parçalar yazıp kapılara yapıştı-rılması mekruhtur. Çünkü burada
Cenab-ı Hakk'ın, Peygamberin ismi ha-fife alınmış olur» denilmektedir. Yine Bu kitabta, «Ekili
tarlalara karpuz tarlalarının içerisine korkuluk dikmekte beis yoktur» kaydı vardır. Bun-ları gözlerin
yani kötü nazarın defi için yapıyor. Çünkü kötü nazar haktır, mala, insana, hayvana isabet eder.
Onun eseri bu hususta belirgindir. Bu, eserlerle de bilinmiştir. Binaenaleyh kötü bakışlı tarlaya
baktığında evvela bakışı o dikilen kafaların üzerine düşer. Çünkü o yüksektedir. On-dan sonra
tarlaya düşer ki bu zarar vermez. Rivayet ediliyor ki bir kadın Allah Resulüne geldi: «Ey Allah'ın
Resulü, biz çiftçiyiz, ziraatımıza nazar dokunmasından korkuyoruz. Ne yapmalıyız? diye sordu.
Cenab-ı Pey-gamber ona: Ekili yere bir kuru kafa dikmesini emir buyurdu.»
EK:
Buharı sarihi Aynî, «nazarın hak olduğu» konusunda şunları yazar: Ebû Dâvûd, Hz. Âişe'den rivayet
ediyor. Âişe buyurdu: «Gözü dokunan kişiye emredilir, abdest alırdı, sonra bu su ile kendisine
nazar dokunan yıkanırdı.»
«İyâd dedi ki: «Bazı âlimlerin dediğine göre bir kişi kötü nazarla bilinmişse ondan sakınmak
uygundur. Yetkili makam onu halkla haşır ne-şir olmaktan men etmelidir. Evinde oturmaya mecbur
etmelidir. Eğer fakirse kendisine yetecek kadar maaş vermelidir. Çünkü bunun zararı sarmısak ve
soğan yiyenin zararından daha fazladır. Bir de Hz. Ömer'in bu tip insanların halkla karışmasını
yasakladığı, onları cüzamlıların za-rarından daha şiddetli zararlı olduğu bilinmektedir.»
En-Nesâî'de şu hüküm yer almaktadır: «Allah'ın Resulü buyurdu: «Sizden herhangi bir kimse,
nefsinden, malından veya kardeşinden bir şeyin hoşuna gittiğini gördüğü zaman bereketle dua
etsin. Kesinlikle göz haktır.»
«Bereketle dua şöyle demesidir: «Tebarekallahu ahsenul hâlikîn.» Ya Rab, buna bereket ihsan
eyle.»
«Gözü dokunan yıkansın diye emredilir. Eğer yıkanmaktan imtina ederse ilgili makam onu
yıkanmaya cebreder.» Özet olarak aldığımız bu bilgilerin tamamı el-Ayni'de'dir.
Gerçeği en iyi bilen Allah'dır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...